Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13.BÖLÜM- KANLAR VE GÖZYAŞLARI

@durutaskulakk_

Canlarım selam...

ÖBB'nin 13.Bölümü ile sizlerleyim.

Okumaya başlamadan önce yıldıza basmayı ve satır arası yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin lütfen :)))

Sosyal medyam: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall

Keyifli okumalar!

13.BÖLÜM KANLAR VE GÖZYAŞLARI

 

Aynanın karşısına geçtiğimde, makyaj masasının üzerinde duran telefona kısa bir bakış attım. Çok az zamanım kalmıştı.

Dolabı açarak en uygun kıyafeti bulamaya çalıştım. Bugün Samet Tuğbaya evlenme teklifi edecekti ve şu anda hazırlanıyordum.

Elime geçen takım ile gülümsedim. Oldukça şık ve güzel bir takımdı. Siyah kısa ve blazer ceket içine siyah crop, altına ise kumaş beyaz bir pantolonum vardı.

Gözüm tekrardan saate kaydığında hızla makyaj masasına oturdum. Gözlerimi öne çıkartacak koyu tonlarda bir makyaj yaptığımda, kirpiklerime de dolgun gözüken bir rimel uyguladım. Yanaklarıma highlighter ve allık sürdüğümde parladığımı görmek beni mutlu etmişti. Son olarak dudak rengime yakın bir ruj sürdüğümde hazırdım.

Pantolonun arkasına beylik tabancamı yerleştirdiğimde çantama gerekli eşyalarımı attım.

Odadan çıktığımda ayakkabı dolabına yönelerek siyah ince topuk stilettolarımı ayağıma geçirdim. Aniden uzayan boyuma güldüğümde anahtarımı alarak kapıyı çektim. Dik bir vaziyette merdivenleri inmeye başladığımda, hastası olduğum topuk sesi apartmanın içinde yankılanıyordu.

Arabanın önüne geldiğimde beklemeden bindim. Çantamı yan koltuğa bıraktığımda çalıştırdığım araba ile ana yola çıktım. Telefonumdan Samet’in attığı konumu açarak tutucuya yerleştirdiğimde gözlerim yoldaydı. Konumun yönlendirmesi üzerine geçtiğim yollar, her saniye mekâna git gide yaklaştığımın göstergesiydi. Yarım saati devirdiğim araba yolculuğunda navigasyonun geldiğimi belirttiği ses ile arabamı yavaşlatarak etrafa bakındım. Gözüme çarpan şık mekân ile arabamı park ederek araçtan indim. Üzerimi düzelttiğimde kendimden emin adımlarla mekâna ilerlemeye başladım. Kapıda beni karşılayan personellere teşekkür ederek içeriye geçtiğimde, ileride duran kalabalık masa dikkatimi çekti.

Samet beni görür görmez ayaklandığında, masadaki bakışlar bana dönmüştü. Adımlarımı hızlandırarak masaya vardığımda Samet’in, “Hoş geldin.” Demesi ile gülümsedim. “Hoş buldum.”

Benim için ayrılan sandalyeye oturduğumda kadın erkek karışık grubu bana tanıtmaya başlayan kişi Samet olmuştu. “Yanımdaki güzel kadın Tuğba,” Bakışları Tuğbaya döndüğünde Tuğba gülümseyerek bana baktı. “Armin de hem arkadaşım hem de müvekkilim.”

Tuğba başını yavaşça sallayarak gülümsedi. “Tanıştığıma memnun oldum Armin.”

Aynı şekilde karışık verdiğimde, “Bende tanıştığıma memnun oldum Tuğba.”

Kısa süre içerisinde masada oturanlarla tanışmıştık. Masanın kalabalık olduğu için hepsinin ismini aklımda tutamamıştım haliyle. Siparişleri verdiğimizde masada koyu bir sohbet dönüyordu ama ben hiçbir şey anlamıyordum. Hepsi birbirini tanıyordu çünkü…

Önüme bırakılan et tabağına kısa bir bakış atarak garsona teşekkür ettim. Yemeye başlayan herkese bakındığımda, etimi keserek ağzıma götürdüm. Etin yanında gelen garnitürlerden birkaç çatal aldığımda bana yöneltilen soruya dikkat kesildim.

“Sen kaç yaşındasın Armin?” Soruyu soran kadının adını hatırlayamasam da, “Bu ayın sonunda yirmi yedi olacağım.” Dedim kısaca. Gelen sorulara çok uzun olmayan cevaplar verdiğimde herkes kendi halinde takılıyordu.

Yemekler bittiğinde içeride bir anda çalmaya başlayan şarkı ile Samet ayaklandı. Tuğba şaşkınlıkla etrafa bakınırken, Samet usulca diz çöktü. “Tuğba; benim güzel sevgilim, benimle bir ömür beraber yaşamak ister misin?” Tuğba şaşkınlıkla başını salladığında dili tutulmuş gibiydi. Samet gülümsedi. “Bütün sevdiğin arkadaşlarının yanında soruyorum, benimle evlenir misin?” Samet dolu gözler ve mutlu olduğunu belli eden gülümsemesi ile Tuğbaya bakarken Tuğba hevesle başını salladı. “Evet! Evet!”

Etrafta alkış tufanı koparken ortama ayak uydurarak alkışlamaya başladım. Samet daha önceden bana gösterdiği yüzüğü Tuğba’nın parmağına takarken Tuğba’nın yüzünün düşmesine bizzat şahit oldum. Saniyesinde kaşlarım çatılırken Tuğba, Samet’e yaklaşarak sessizce fısıldadı. “Keşke biraz daha güzel bir şey seçseymişsin. Neyse artık değiştiririz.”

Dudaklarını okuyarak dediği şeyi anladığımda dudaklarım iğrenircesine buruştu. Bu da ne demekti? Her şeyi unutup yüzüğün küçük olmasına mı takılmıştı? Yüzük hiç de küçük falan değildi. Renginin verdiği ışık insanı büyülerken, büyüklüğü de göz dolduruyordu.

Tuğba’ya karşı olan bakış açım saniyesinde değişirken Samet’in hatırına ses çıkarmadım. Bunu daha sonra baş başayken ona söylerdim. Şu an ortam müsait değildi.

Samet Tuğbaya dönerek burukça gülümsediğinde Tuğba yüzüğü incelemeye devam ediyordu. Tuğba’nın yanına gelen arkadaşı tebrik ederek sarıldığında yalancı bir gülümseme ile karşılık verdi. Ne yapmaya çalışıyordu bu kız? Çenem sinirle seğirdiğinde Samet ile göz göze geldik. Bana sıkıntılı bir biçimde bakarak yutkunduğunda yavaşça gözlerimi yumdum. Sonra konuşacağımıza dair bir işaret verdiğimde başıyla onaylayarak Tuğbaya döndü. Tuğba bir yandan yüzüğü incelerken diğer yandan tebrik eden arkadaşları ile konuşuyordu. Yanına gelen bir kız, Tuğba’nın elini tutarak yüzüğe bakındığında, "Ay biraz garipmiş." diyerek gülmeye başladı. Tuğba da aynı şekilde karşılık verip gülerken, Samet ve kendisi gibi avukat olan arkadaşları Tuğbaya garip bakışlar atıyordu.

Tuğba ve arkadaşlarının yüzük eleştirisi bittiğinde tekrardan masaya yerleştik. Hepimizin önüne bırakılan tatlılar ile konu evlilikten açılmıştı. Tatlımdan bir çatal aldığımda yavaşça yuttum. Bir anda ortamdan oldukça soğumuştum ve içimdeki his huzursuzluktu.

İlerleyen saatlerde sohbet daha da koyulaşmaya başlarken yavaşça ayaklandım. Kayan sandalyenin sesi ile sesler kesilirken, oturanların bakışları bana kaymıştı. Samet'e dönerek, "Ben artık kalkayım, malum yarın iş var." dediğimde Samet yavaşça gülümsedi. İki dakikada adamın tüm enerjisini sömürmüştü resmen.

"Ben seni geçireyim o zaman." diyerek sandalyeyi iteklediğinde hızlıca yanıma geldi. Çıkışa doğru yürümeye başladığımda Samet büyük adımlarla yanımda bitti. "Niye böyle bir şey yaptı ki bir anda?" Duyduklarım ile dudaklarım bilmiyorum dercesine buruştu. "Bilmiyorum ama yaptığı hoş bir hareket değildi. Senin hatırına sesimi çıkarmadım."

Elini ensesine atarak bunalmışçasına ofladığında, "Gene de geldiğin için teşekkür ederim Armin, mahkemeden önce haberleşiriz gene." dedi. Başımı sallayarak dediklerini onayladığımda, "Aynen, aynen. Zaten çok bir şey kalmadı haberleşiriz." diyerek karşılık verdim.

Kollarını bedenime sardığında kısaca vedalaşarak arabama geldim. Yorgun bakan gözlerim eşliğinde çalıştırdığım araba ile vakit kaybetmeden yola koyuldum. Başıma giren ağrı ile bir elimi direksiyona sabitleyip diğer elimi alnıma götürdüm. İki gündür deli dehşet ağrıyordu vicdansız. Görevden döndüğümüz için üç günlük iznimiz vardı, bunun ilkini döndüğümüz gün kullanmış diğer ikisini de şu anda kullanıyordum. Yaram ilk güne nazaran daha iyiydi ama bazı işler yolunda gitmiyordu galiba… Kasıklarıma giren şiddetli ağrılar, kitlenip kalmamı sağlıyor ve beni yoruyordu. Atalay'ın dedikleri aklıma geldiğinde sıkıntıyla ofladım. Neden her şey tersine gitmek zorundaydı ki?

Aklımdaki düşünceler ve bunalım dolu bir yolculuğun sonuna geldiğimde arabadan inerek kilitleri aktif hale getirdim. Apartmana girdiğimde merdivenlere kısa bir bakış atarak yavaş yavaş çıkmaya başladım. Kendi katıma geldiğimde anahtarı yuvaya sokarak eve girdim. Stilettolarımı kenara bıkarak odama geçtiğimde hızla üzerimdeki takımdan kurtuldum. Rahat kıyafetlerimi üzerime geçirdiğimde makyaj masasına ilerleyerek yüzümdeki kalıntıları sildim. Sürünürcesine yatağa ilerlediğimde yorganı üzerime çekerek gözlerimi yumdum. Tam uykuya dalmak üzeyken gelen mesaj sesiyle meraklı tarafım gözlerini araladı. Telefonu elime geçirerek kilidi açtığımda gördüğüm mesajlar ile kaşlarım çatıldı.

 

EFSANELER ALTI KİŞİDEN OLUŞUR GRUBUNDAN +3 MESAJ

Yıldırım Kıran: Aranızda aç olanınız var mı canlarım? (00.13)

Kalender Çiler: Oho sende yani…, (00.15)

Tekin Akar: Ben açım kardeş ya, bir kelle paça falan… (00.16)

Okuduğum mesajlar ile gözlerimi devirerek güldüm. Telefonu kapatacağım esnada yukarıdan beliren bildirim ile kaşlarım çatıldı.

Âhi Alphan'dan bir özel mesaj: Özür dilerim. (00.17)

Bildirimin üzerine tıkladığım esnada saniyesinde silinen mesaj ile gözlerim ekranda takılı kaldı. Sert bir nefes vererek telefonu kapattığımda rastgele bir noktaya fırlattım. Çıkan sert ses ile çenem kasıldı. Bu aralar hiç olmadığı kadar sinirli ve öfkeli hissediyordum ve bunun sebebini asla bulamıyordum. Sıkıntıyla oflayarak kafamı yastığa gömdüğümde gözlerim otomatik olarak kapandı.

KURTULUŞ

Durmak bilmeyen bildirim sesi ile gözlerim açıldığında ellerimi sertçe yatağa çaptım. Derin bir nefes alarak yavaşça doğrulduğumda gözlerim yeri taradı. Halının kenarında gördüğüm telefon ile yere eğilerek telefonu aldım. Okuduğum mesajlar ile ekrana bakmakla yetindim. Şunların enerjisinin gramı bende yoktu sanırım.

EFSANELER ALTI KİŞİDEN OLUŞUR GRUBUNDAN +9 MESAJ

Tekin Akar: Allah rızası için kalkar mısınız? (09.54)

Kalender Çiler: Sebep? (09.57)

Tekin Akar: Ya kalkın da kahvaltıya gidelim çok acıktım. (09.57)

Kalender Çiler: Kalkıp kendin hazırlayamıyor musun kardeşim? (10.01)

Tekin Akar: Senlik ne var? Mine hazırlıyor sonuçta. (10.02)

Kalender Çiler: Kardeşimi karıştırma bence yavrum. (10.04)

Tekin Akar: Yavrun muyum gerçekten? (10.05)

Kalender Çiler: Konuyu saptırmayı kes ve kardeşimden uzak dur. (10.06)

Yıldırım Kıran: Ne uzattınız be, kalkın da gidelim işte. (10.09)

 

Telefonu cebime atarak lavaboya geçtiğimde gereken işlerimi hallederek suyu açtım. Akan soğuk suyu avuçlarıma doldurarak yüzüme çarptığımda bedenim titredi. Yüzümü kurulayarak banyodan çıktığımda, gelen yeni mesajlar nerede buluşacaklarını belli eden konumdu. Gidip gitmemek arasında kalırken yemek hazırlamaya üşendiğim için hazırlanıp onlara katılmak daha cazip gelmişti.

Çok uzatmamak adına altıma siyah renk pantolon, üzerime ise aynı renk kalın bir boğazlı kazak giydim. Saçlarımı sıkıca toplayarak at kuyruğu yaptığımda, gereken eşyalarımı yanıma alarak odadan çıktım. Altıma botlarımı giyerek kapıyı ardımda bıraktığımda merdivenleri temkinli adımlarla indim.

Anlık gelen boşluk ile takılan ayağım sendelememe neden olmuştu. Ellerim hızla korkuluklara sarıldığında boğazımdan hırıltılı bir ses yükseldi. Ellerimi sertçe demirlere vurduğumda gözlerim sinirle kapandı.

"Hanımefendi iyi misiniz?" arkamdan gelen kalın ses ile gözlerim yavaşça aralandı. Tek kaşım havalandığında boşça yüzünü izledim. "İyiyim."

Vakit kaybetmeden son kalan merdivenleri de indiğimde bir elim yarama kapanmıştı. Çok büyük bir ağrım olmasa da sızısı bedenimi uyuşturmaya yetiyordu.

Kızarmaya başlayan yüzümü göz ardı ederek arabama geçtim. Karar verilen mekânın konumu açarak karşıma koyduğumda gözlerim ana yola tırmandı. Yanımdan son sürat akıp geçen arabaların sesleri kulaklarıma dolarken zihnim bedenimi yormaya devam ediyordu. Son bir haftadır, göreve çıktığımız zamandan beri üzerimde garip bir his vardı. Başıma gelen her olaya anlık bir şekilde parlayarak sert tepkiler veriyordum.

Kapı hoparlörlerinden içeri dağılan sakin müziğin melodisi ile yüzüm yumuşadı.

Dakikaların devrildiği zaman içerisinde navigasyonun sesi geldiğime dair işaret vermişti. Arabadan inerek mekâna girdiğimde gözlerim içeriyi taradı. Her zamanki gibi en uç masalardan birisinde oturan adamları gördüğümde bakışlarım donuk, dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme vardı.

Masaya yaklaştığımda beni fark eden ilk kişi Yıldırım olmuştu. Kollarını iki yana açarak bedenimi sardığında, gözlerim kapandı. Kollarımı sırtına doğru doladığımda, başımın üzerine yavaş bir ağırlık çöktü. İnip kalkan göğsünden derin iç çekmesini şahsen hissetmiştim. Uzatmayarak yavaşça ayrıldığımızda ikimizin de bakışları donuk ve soğuktu.

Masada oturan ikili de ayaklanarak bana sarıldığında, "Hoş geldin." diyerek karşılanmıştım.

Geri kalan arkadaşların nerede olduğunu sormak bir anlık içimden gelmemişti sanki. Düşüncelerime tercüman olan kişi, "Ertuğrul ile Âhi nerede kaldı?" diyerek mırıldandığında Kalender atladı. "Âhi'nin işi varmış, Ertuğrul da uyuyor kalkamam bu saatte dedi."

Bakışlarım masada kilitlenirken yanımıza gelen, giden garsonun varlığından veya masada dönen sohbetten gram alakam yoktu. Neler olduğunu anlamıyordum. Bedenim garip tepkiler veriyor, hiçbir şey yapmak istemiyordum.

Önüme bırakılan tabak ile bakışlarım boşaldığında, yavaşça yutkunarak oturduğum yerde dikleştim. Çatalım eşliğinde tabaktaki ürünleri ittirdiğim esnada, "Ne oluyor?" dedi üçünden biri.

Omuz silktim. "Bilmiyorum."Bilmiyordum işte, bedenim garip tepkiler veriyor zihnim bulanıyordu. "İçim daralıyor, herkesin üzerine atlayasım geliyor." kaşlarım çatılırken derin bir nefes alarak arkama yaslandım.

"İllaki bir sebebi vardır öyle değil mi ama?" Kalender'in söyledikleri ile kaşlarım daha da çatışmaya başladı. "Sebebini bilsem söylerdim herhalde!" Sessim haddinden fazla çıktığında çevre masalardan üzerime dönen bakışlar ile yavaşça yutkundum. "Oyy Armin den uzak durmamız gerek bir dönemdeyiz galiba." Tekin'in kısık ama keyifli çıkan sesi ile sert bakışlarımı gözlerinin tam içerisine diktim. "Boş yapma." Kaşları yukarı inip hızla eski haline geldiğinde önündeki tabağa gömülerek sessizleşti.

Avucumun içine sardığım çay bardağını dudaklarımın önüne yasladığımda, boğazımdan kayan sıcak sıvı bedenimi ısıttı.

"Yaran nasıl oldu?" Yıldırım'ın dikkatli bakışları kapıdan girdiğim ilk andan beri devam ederken sohbeti yavaştan başlamıştı. Dudaklarım üzüldü. "Biraz daha iyi, arada zorlarsam sızısını hissediyorum o kadar." Başını sallayarak çayından bir yudum aldığı esnada, "İyi bari." diyerek mırıldandı.

"Sorgu ne oldu." kulağıma yaklaşarak sessizce mırıldanan Kalender'e kısa bir bakış attım. “Tırların nereye gittiğini öğrendim gereken araştırmalar yapılacak." dedim yarım ağız bir şekilde söylenerek. Her ne kadar Kobranın dediklerine inanmasam dahi içime bir kurt düşmemiş değildi.

Çatalımı tabağıma yaslayarak derin bir nefes eşiğinde geri yaslandım.

"Biz niye geldik kahvaltıya Allah aşkına ya?" diyerek masaya boş bakışlar atan Kalender ile yavaşça güldüm.

"Sen otursaydın evinde kardeşim Mine hazırlardı." Tekin'in dedikleri ile tek kaşım havalanırken dudaklarım hayret edercesine bükülmüştü. Bir kokular geliyordu ama…

Yanımda oturan Kalender tam karşısındaki adamın üzerine doğru eğilerek, "Kardeşimden uzak dur Tekin." dedi tıslarcasına.

Tekin hiç oralı olmayarak ağzına peynir tıktığında, bende yavaşça çayımı yudumladım. Kahvaltı faslımız herkesin düşünceli olmasından ötürü git gide uzarken önümüze bırakılan katmere kısa bir bakış attım.

Samet Öz: Ben patlamamak için zor tutuyorum kendimi, Allah yarattı demeyip… (11.47)

Telefonumdan gelen bildirim sesi ile üzerimde hissettiğim bakışları göz ardı edip mesajı okudum. Zaten böyle olacağı belliydi…

Armin Tan: Aramamı ister misin? (11.47)

Birkaç dakika içerisinde konuşmak istediğine dair bir mesaj ile çalan telefonumu tekrardan elime aldım.

“Ne yapıyorsun?” derin ve boğuk çıkan sesi ile derin bir nefes alarak çayımdan bir yudum adlım. “Benimkilerle kahvaltıya geldik, sen ne yapıyorsun?”

Yıldırım, Kalender ve Tekin üçlüsü beni takmayarak katmer yerken, bende sakince çayımı içiyordum.

“Çok iyiyim hiç sorma!” sıkıntılı sesi gözlerimin anında kapanmasını sağlarken başım omuzumun üzerine düştü. “Ne oldu?”

“Dün beni yerin dibine gömmediği kaldı. Yalnızken yapsa gene hadi neyse, sen gittikten sonra tüm arkadaşlarının önünde yüzükle dalga geçtiler resmen!”

Oflayarak çayımı masaya bıraktığımda, yüzümü sertçe sıvazladım. “Neyini beğenmemiş?”

“Yok çok küçükmüş, yok rengi değişikmiş, içindeki yazı garipmiş… Olur olmaz her şeye bahane buldu zaten. Kendi gibi bir tane kız arkadaşını da yanına çekti güzelce çekiştirdiler yüzüğün modelini falan.” Duyduklarım ile içimdeki gülme içgüdüsünü bastıramayarak kıkırdamaya başladığımda, Samet’in duymaması adına dua ederken, “Sende gül tam olsun! Kime ne anlatıyorsam?” diyerek yükselen sesi ile gülüşüm dudaklarımda dondu. “Tamam, tamam özür dilerim boşluğuma denk geldi. Zaten dün fark ettim ama ortam müsait değildi söyleyemedim,” derin bir iç çektim. “Yani bilmiyorum hareketleri bana çok garip geldi. Ortada edilen bir teklif var, bu konuşmayı evet dediği için yapıyorum bu arada. Evet dediği halde, çevreniz ikinizin arkadaşları ile doluyken durup da yüzüğü büyük alsaydın, şunu böyle olsaydı diyerek seni rencide etmesini doğru bulmadım. Bu sizin ilişkiniz bana karışmak düşmez ama benim düşüncelerim bunlar Samet.” Elimi başıma götürerek sıktığımda karşı taraftan bir kırılma sesi yükseldi. Gene başlamıştı.

“Bir sakin ol ya, ne bu şiddet bu celal?” dikkatinin dağılması adına konuştuğumda kırılma sesleri durulmuştu. Bir anda gülmeye başladığında, “Bir de sabah beni arayıp kavga etti.” Diyerek kahkahayı bastı. Kaşları çatılırken, dudaklarım yavaşça aralandı. “Sebep?”

“Vay neymiş? Ben arkadaşlarının yanında evlenme teklifi edeceğim halde nasıl olur da yüzüğü küçücük bir şey alırmışım?” duyduklarım ile gözlerimi devirdim. Oflayarak gülmeye başladığımda masada oturan üçlünün garip bakışları altında mahsur kaldım. “Ayrıl kardeş.” Kendi kurduğum cümle ile kahkahamı serbest bıraktığımda bütün masalardaki bakışlar üzerime döndü.

“Siz onun kusuruna bakmayın biraz deli.” Yıldırım’ın sesini kahkahalarımın arasından zor seçerken bana eşlik eden kişi de Samet olmuştu. Kahkaham kesildiğinde aynı şekilde karşı taraf da sessizliğe bürünmüştü.

Samet boğazını temizleyerek, “Neyse artık büroya geçmem lazım gene konuşuruz.” Demesi ile görebilecekmiş gibi başımı salladım. “Tamam o zaman, bir sorun olursa ararsın görüşürüz kendine iyi bak.” Dediğimde kısaca, “Sende.” Diyerek karşılık verdi. Telefonu kapatarak masaya attığımda, ellerimi gözlerimin üzerine bastırdım.

“Barışmışlar mı?”

Yıldırım’ın sesi ile ellerimi aşağı indirip anlamsızca yüzüne baktım. “Kim barışmış mı?”

“Samet ile sevgilisi işte,” dediğinde kaşlarım çatıldı. “Sen nereden biliyorsun kavga ettiklerini?”

“Dün evlenme teklifine beni de çağırmıştı ama işim olduğu için gelemedim. Sonra tebrik amaçlı arayınca neler olduğunu anlattı, az önce konuştuğun için sana sordum bende.”

Samet ile ikisinin bu denli anlaşabildiklerini görmek her ne kadar şaşırmama neden olsa da mutluydum.

“Yok barışmamışlar, hâlâ aynılar. Hatta sabah tekrardan kavga etmişler.” Ruhsuzca söylediğim cümleye karşılık sıkıntı ile ofladı. “Çok seviyordu, bana anlatırken gözlerinin içi parlamıştı. Nerde görsem tanırım o parlamayı, üzüldüm onun adına.” Dedikleri için başımı sallayarak onayladım.

Soğumuş çayımdan kısa bir yudum aldığımda, “Ben kızı daha cana yakın, sevecen biri bekliyordum ama teklifi ettikten yarım saniye sonra değişime uğradı resmen. Yaptığını doğru bulmadım.” Diyerek konuştum.

“Hakkında hayırlı.” Dedi dediklerime ithafen.

Çok uzun sürmeyen kahvaltı faslımızdan sonra topluca kalktığımızda arabama geçmiştim. Sakince sürdüğüm arabam ve altımdan kayıp giden yolun şeritlerini izlediğim esnadaki sessizliği bozan zil sesi ile burnumdan sert bir soluk verdim.

Çatlak Hüseyin

Sesi dışarıya vererek telefonu bacağımın üzerine bıraktığımda, “Efendim?” dedim sakin çıkan ses tonumla.

“Ne yapıyorsun?” gergin ve stresli çıkan sesi ile ellerimi direksiyona vurdum. Bir Allah’ın günü de mutlu geçmez miydi?

“Arabadayım, sadede gel.” Kısa keserek direkt olaya girdiğimde karşıdan gelen birkaç mırıltının, kulaklarımı dolduran küfür sesleri olması hiç de hoşuma gitmemişti.

“Tamam arabayı kenara çek, ya da yok-“ lafı ağzında eveleyip gevelemesine ayar olurken, sert bir sesle araya girdim. “Uzatma! Söylüyorsan söyle ya da kendim öğreneyim!”

Boğazından yüksek sesli bir mırıltı çıktığında sertçe konuşmaya başladı. “İyi o zaman ne yapıyorsan yap! Füsun’u bulduk, yeri, konumu, bütün bilgileri ile avucumuzun içerisinde şu anda!”

Duyduklarım ile ellerim kavradığım direksiyondan kaydığında, vücudum oturduğum yerde sendeledi. Arkamdan gelen aracın kornası peş peşe yükselmeye devam ederken bilincim anlık kapanmış gibiydi adeta.

Araba aniden sert bir hamle ile sarsıldığında bedenim direksiyona çarptı. Çarpmamın ve arkadan vuran aracın etkisi ile patlayan arka camın kırık parçaları sırtıma dökülürken, dudaklarım şokla aralandı. Araba, arkadan gelen aracın son hız çarpması ile ileriye doğru savrulurken, kırık cam parçaları havalarda uçuştu.

Bedenim bir ileri bir geri sallanırken, aracı durdurmak adına bir hamle yapmama gerek kalmamıştı. Araba asfalt zeminde sürüklenmeye devam ederken kısa bir zaman içerisinde çarptığı bariyer ile hızı yavaşladı.

Gözlerim fal taşı gibi açıkken, açık kalan dudaklarım arasından dökülen kırmızı sıvı ile başım yana düştü.

Telefondan yükselen bağırış sesleri, iki aracın da anlık çarpmanın verdiği etki ile susmak bilmeyen korna sesleri ve çevre araçlardaki insanların anlık paniği gözlerimin önündeyken, bilincim kapanmış ve olayları algılamak istemiyormuşçasına donuklaşan bedenim ile gözlerim karardı.

Sırtımda hissettiğim sıcak sıvı ve uyuşan bedenim olduğum gibi kalmıştı.

 

İlahi Bakış Açısı

Ana yol her zaman ki gibi ne kalabalık ne de boştu. Sol şeritte peş peşe giden iki araba ve normal hızda dönen dört lastik ile her şey gayet normal gözüküyordu. En azından saniyeler önce…

Kadın yanında arabayı süren kocasına ilerideki arabayı işaret ederken, “Lastikleri tutmuyor sanki, bir gariplik var gibi.” Diyerek mırıldandı.

Adam karısının gösterdiği arabaya baktığında hızını biraz arttırarak sağ şeride geçti. Başını çevirdiğinde gördüğü görüntü ile gözleri büyürken, kadını uyarmak için camını araladı.

“Hanımefendi! Kendinize gelin, aracı durdurun!” adamın sesi kadına ulaşmazken, yan koltukta huzursuzlaşan karısının endişeli bakışları, yandaki arabanın hakimiyetini kaybetmiş olan kadındaydı.

Adam donup kalmış olan kadını uyarmak amaçlı art arda korna basarken, arkadan son hız gelen araç olayların farkında değildi.

Adam ve kadın ne yapacağını bilemez vaziyette bağırırken, son sürat gelen araç büyük bir şiddetle kadının arabasına çarptı. Arkadan gelip çarpan aracın ön camı, öndeki araçta bulunan kadının arka camı bomba misali patlarken kırık cam parçalarının yarısı yola, yarısı içerideki bedenlere ev sahipliği yapmıştı.

İki araç et ve tırnak misali birbirine geçmişken son sürat asfaltta ilerlemeye devam etti.

“A-ambulansı ara!” adamın korkudan titrek çıkan sesi ile yanında oturan karısı şoktan çıkmış gibi telefona sarıldı.

“Acil durum! Hakkâri merkeze bağlanan ormanlık yolda, iki araç kaza yaptı. Aracın içerisindekilerin ağır yaralı olduğunu düşünüyorum, olay yerine iki adet ambulans istiyorum.” Kadın soğukkanlılığını koruyarak olayı izah ettiğinde, telefonu kapatarak hâlâ sürüklenen iki araca baktı.

Armin’in aracı yan dönerek bariyere çarptığında etrafa sert bir ses yayılmıştı. Arkadan gelen araç Armin’in aracını hızla geçerek ormanlık yola girdiğinde, yere devrilmiş olan ağaca takılarak sert bir hamle ile ters yattı.

İki araçtan çarpmanın verdiği etki ile dumanlar çıkarken kadın kocasına bir bakış atıp arabadan inerek etrafı süzmeye başladı. Kaza sonucu yol kitlenirken insanlar merakına yenik düşük dışarı çıkmışlardı. Herkes endişe ve saf merak ile duman çıkan arabaları izlerken gelen siren sesleri ile kadının içi az da olsa rahatlamıştı.

Olay yerine intikal eden polis ekipleri ve ardından gelen ambulanslar ile etraftaki kalabalık ikiye bölünerek yol açılmıştı.

Polis memurları arabadan inerek en yakında duran kadın ve kocasını gözlerine kestirdiler.

“Merhabalar, olaya şahit olan sizler misiniz?” memurun sorusu ile kadın ve kocası başını salladı. “Evet memur bey.”

“Olay nasıl oldu?” Genç memurun sorusu ile ikili olayı anlatmaya başladığı süre zarfında ambulans ekipleri iki arabanın yanına gelmişlerdi. Dumanlar yayılırken, hava çıkan dumanlar ile kararmıştı.

Kadın olayı anlatma işini kocasına bırakarak ekiplerin yanına geldiğinde, Armin’in aracının kapısı dikkatlice açıldı. Dört kişilik ekibin çabası ile araçtan çıkarılan Armin’in yüzüne bakındı genç kadın. Ne kadar da güzel bir yüzü vardı böyle…

Kadın Armin’in yüzünü izlerken, üzerindeki siyah kıyafetlere rağmen kendini belli eden kana bakındı. Çapmanın etkisi ile bedeninin her zerresini kaplayan kanlar, en çok da güzeller güzeli yüzünü kaplamıştı.

Ekipler Armin’i sedyeye alırken koluna serum bağlanmıştı. Sağlık ekibinden gelen adam kadınınyanında durdu. “Yakınısınız galiba? Telefonunu koltuğa düşürmüş.”

Kadın eline tutuşturulmuş telefona kısa bir bakış attığında etrafa dolan haberciler ile sinirle soludu.

“Evet sayın seyirciler bir son dakika haberi ile tekrardan sizlerleyiz. Hakkâri merkeze bağlanan ormanlık yolda gerçekleşen kazada iki araç pert oldu. Arabaların içerisinde bulunan kişilerin sağlık durumları gelen bilgilere göre ağır. Şu anda kazaya şahit olan bir hanım efendiyi görüyoruz,”

Muhabir kadına yaklaşmaya başlarken genç kadın kameralardan uzaklaşarak ormanlık alana geçti. Ardından gelen kocasına kısa bir bakış atarak elindeki telefonun kilidini açtı. Karşısına çıkan şifre ile yanaklarını şişirerek hava doldurdu.

Kocası yanda duran acil arama butonuna bastığında karşılarına çıkan ona yakın numaraya göz gezdirdiler.

Barça Aksoy, Yıldırım Kıran, Kalender Çiler, Ertuğrul Duman, Âhi Alphan, Tekin Akar, Samet Öz, Emek Dağ, Çatlak Hüseyin

Bilge göz attığı telefon rehberinden kimi arayacağına karar verememişti. En üstte duran adamı çaldırdığında telefon kısa bir süre içerisinde açıldı.

Adam saniyesinde telefonu açarken, “Armin, bir sorun mu var?” dedi hafif endişe barındıran sesi eşliğinde.

“Merhabalar ben Bilge Şanlı, Armin’in nesi oluyorsunuz?” Bilge aniden adama söyleyerek yüreğine indirmek istemediği için lafı biraz uzatmıştı.

“Babasıyım, Armin’in telefonunun sizde ne işi var hanım efendi?” Miralay meslek bilgisini karıştırmak istemediği için babasıyım diyerek geçiştirmişti kadını. Miralay endişeliydi… Ana haber bültenine düşen haberin üzerine çalan telefon yüreğini çoktan hoplamıştı. Korkuyordu Miralay, gerçekleri ona anlatamadan tekrardan ellerinin arasından kaymasından korkuyordu.

“Armin biraz önce bir kaza geçirdi. Şu anda sağlık ekipleri gereken müdahaleyi yapıyor, doğruyu söylemek gerekirse durumu ciddi gözüküyor.” Bilge sıkıntılı bir nefes verdi.

“Nereye götürüyorlar kızımı!” Miralay’ın boğazından hırıltılı bir ses yükseldi, kızı yerine koyduğu kadın ellerinin arasından bir kez daha kayıp gidemezdi. Olmazdı işte, bunu göze alamazdı.

Bilge kocasının kulağına fısıldadığı hastane ismini adama ilettiğinde telefon kapandı.

İkili etrafa kısa bir bakış attığında durumun hiç de iyi olmadığını anladılar. Gazetecilerin meraklı bakışları ve heyecanlı sesleri etrafı doldururken Bilge bir kez daha nefret etti patlayan flaş ışıklarından. Adam karısını gazetecilerden uzak tutarak arabaya bindirdiğinde ikili hastane yolunu tutmuşlardı. Ambulansın yanan ışıkları ve iç ürperten sesi etrafı doldururken, aracın içerisinde bulunan iki canda ölümle burun burunaydı.

KURTULUŞ

“Erdem!” Kapı apar topar, büyük bir şiddetle açılırken Erdem bedenini zor toparlayarak Albay’ın yanına doğru koştu. “Komutanım, iyi misiniz neler oluyor?” Erdem’in sesinin telaşlı çıkmasının nedeni, biraz önce haberlere çıkmış olay ve Albay’a gelen telefondan kaynaklıydı.

“Kurtuluş ve Yiğitler Timine haber et hastaneye gitsinler. Üst erler topluluğuna da söyle kimliği belirsiz kimse hastaneye giriş yapmasın. Armin’i hızlıca askeri hastaneye transfer edeceğiz! Acele et!”

Erdem biliyordu. Armin’in Miralay’ın gözünde ne kadar değerli olduğunu.

Erdem aceleyle odadan çıkarken bir eli hızla telefona sarıldı. Kurtuluş üyelerinin bulunduğu rehberi açarak bakmadan çaldırdığı numarayı kulağına götürdü.

“Erdem? Hayırdır bir sorun mu var?”

Kıdemli Üstçavuştu bu. Alphan.

“Âhi Kurtuluş üyelerine haber ver, acilen merkez hastanesine geçin. On dakikanız var acele edin!” Erdem telefonu kapatırken, telefonun diğer ucunda olayları kavramayı çalışan adamdan bir haberdi.

Erdem korku ve telaş içerisinde koridorda koşarken karşısına çıkan, Yiğitler timinin Komutanı Yüzbaşı Göktürk Kılıçaslan ile derin bir nefes verdi.

“Yüzbaşım acil durum, Kurtuluş tim Komutanı Armin Üsteğmen kaza geçirmiş gereken önlemi almak adına timinizi merkez hastanesine transfer ediyoruz. Hızlıca çıkmanız lazım.”Yüzbaşı duyduğu olay karşısında şaşkınlığını gizleyemeyerek garip bir tepki verdiğinde hızla toparlandı.

Erdem sırayla bütün hastaneye gidecek arkadaşlara haber yaydığında rahat bir nefes verdi. Hızla Miralay’ın odasının önüne geldiğinde içeriden gelen kırılma sesleri ile bir an olsun tereddüt etmeden kapıyı açarak içeri koştu. Albay’ın elinde duran heykeli sert bir şekilde kavrayarak masaya geri bıraktığında, sinir krizi geçiren adamı sakinleştirmeye çalıştı. Adamın geçirdiği kriz sayesinde kızaran yüzüne bakarak endişe ile soludu Erdem. Bir eli adamın üzerindeyken diğer eli telefonun ekranındaydı. Revirdeki askeri doktora mesaj atarak telefonu masaya fırlattığında, yüzü morarmaya başlayan adamı sakinleştirmek için cümlelerini sarf ediyordu. İçeri giren doktor ile kenara çekildiğinde, kriz geçiren adamın koluna saplanan enjektör ile rahat bir nefes aldı. Erdem Albay’ı doktora teslim ettiğinde hızla Tugay’ı terk etti. Şahsi arabasına binerek hastaneye sürdüğünde bir eli ensesini sıkıştırdı. Paniklemişti Erdem. Albay kriz geçirdiği için bütün olay başına kalmıştı ve şu anda hastanede göreceği manzara hiç de iç açıcı hissettirmiyordu şahsen.

Alphan’a gelen telefon üzerine adam olayı çözmek için vakit kaybetmemesi gerektiğini anladı. Hızla telefona sarılarak Kalender’e ulaştığında kısa bir zaman zarfında tüm üyeler yollara düşmüştü bile.

İlk arabadan inen kişi Teğmen Kalender oldu. Teğmeni takip eden ikili ise; Yıldırım ve Tekindi. Kurtuluş üyeleri buradaydı ama komutanları neredeydi? Kalender olayı çözer gibi olduğunda kalbine bir ağrı düştü. Ertuğrul ve Âhi de olayı çözmek adına etrafı incelerken son hız bahçeye giriş yapan ambulans ile bakışlar araca döndü. Sağlık ekipleri araçtan inerek arkaya yöneldiğinde açılan kapı ile bütün Kurtuluş üyelerinin başından aşağı kaynar sular dökülmüştü adeta. Yüzü kanlar içinde kalan kadını seçmek zordu ama biliyordu bütün üyeler, bu kadının komutanları olduklarını.

Olayın şokunu atlatabilen ilk kişi Teğmen Kalender olurken sedyeyi indiren ekiplerin yanına koştu. “Nasıl olmuş bu?!” anlık verdiği tepki ile sedyeyi taşıyan personel şok olmuş adama baktı. “Kaza geçirmiş, durumu kritik yolu açsanız iyi edersiniz.”

Kalender sedyenin bir ucundan tutarak koşar adımlarla hastaneye girdiğinde, dışarıda şok içinde ambulansa bakan dört adam bırakmıştı.

Sedyenin tekerleklerinin dönme sesleri Kalender’in kulaklarını tırmalarken şok içerisinde kadının kanlı yüzünü inceledi. Kurumaya yüz tutmuş kanlar güzel yüzünü kaplamış ve korkunç bir görüntüye sebep olmuştu.

Kalender kadının yüzünü incelerken arkadan gelen koşma ve bağırış sesleri kulaklarını doldurdu. Sedye açılan kapıdan içeri girerken göğsünde hissettiği baskı ile bakışlarını biraz aşağı düşürdü. Genç hemşire adamı göğsünden geriye doğru iterken, içeriye giremeyeceğine dair sözler sarf ediyordu.

Arkadan koşarak gelen dört adam ameliyathane kapısının önüne yığılırken genç hemşire tek başına adamlara kafa tutmayacağını anlayarak güvenlikten yardım istedi. Gelen iki güvenlik adamları uzaklaştırmak isterken bir anda çıkan kavga sesleri hastaneyi doldurmaya yetmişti. Kapıdan içeriye hızlı adımlarla giren Erdem ve Yiğitler timi gördükleri kavga ile adımlarını büyüttüler. Yüzbaşı Kılıçaslan rütbesini kullanarak araya girdiğinde Kurtuluş üyeleri büyük bir sinirle iki güvenliğe bakındı. Kavgayı dağıtarak üyeleri sakinleştiren adam ve güvenliklerle konuşarak olayı özetleyen Erdem ile ortalık durulmuştu.

Tekin’in koca cüssesi küçücük kalmıştı adeta… Kendini suçluyordu Tekin, eğer ki kahvaltı yapalım diyerek ısrar etmeseydi bu hale gelmeyecekti komutanı.

Kalender soğukkanlı davranmaya çalışsa da kadının kanla kaplanmış yüzü gözlerinin önünden gitmiyordu.

Yıldırım sessizdi. İçten içe kendinde buluyordu hatayı. Eğer ki sabahki sorununun asıl sebebini bulabilseydi ve Armin ile dertleşseydi belki de bu kaza gerçekleşmeyecekti.

Ertuğrul hâlâ olayı kavramaya çalışıyordu. Bir anda gelen telefon ile soluğu hastanede alırken, kadının kanla kaplanmış bedenini görmek onu şoka uğratmıştı adeta.

Âhi. Aralarında en çok suçlu hisseden de Âhiydi. Zaten ona bir özür borçluyken, ona söylemeyerek ettiği ihanet altında ezilirken, bir anda gelen bu kaza ile tekrardan hastane koridorlarına düşmüştü. Kalbi ağrıyordu genç adamın, gözünden bir damla yaş bile düşemezken yalnızca yere bakıyordu. Dişleri kendini salmamak adına birbirine kenetlenirken, iki eli de yumruk haline gelmişti.

KURTULUŞ

Aradan geçen yarım saat içerisinde genç kadının bütün sevip saydıkları koridora doluşmuştu.

En başta gelen Kurtuluş üyeleri, Erdem, tanımasa bile onu yalnız bırakmayan Yiğitler timi, Komando timi ve Komutanları Emek Dağ, Ajanlardan Hüseyin, Burak, Çağrı ve Hamza, Samet Öz, Erlerden Mert, Ömer ve Serdar… Daha sayılamayacak bütün tanıdıkları koridora yığılmıştı.

Hüseyin yıkılmıştı. Tam anlamıyla bir enkaza dönüşmüştü. Herkes yıkılmıştı ama kazaya sebebiyet veren kişi Hüseyin idi oysa… Eğer ki bir anlık gazla pat diyerek söylemeseydi bu olayı, Armin şokun etkisi ile direksiyon hakimiyetini kaybetmeyecekti.

KURTULUŞ

Herkes dağılmıştı, herkes yıkılmıştı, herkeste büyük bir enkaz vardı. Nasıl da bu kadar benimsemişlerdi bu kadını?

Yavaşça iki yana kayan kapının ardından çıkan doktor derin bir nefes alarak maskesini çıkardı.

Doktorun çıktığını gören kalabalık grup oldukları yerden doktorun üzerine gelerek sorular sormaya başlayınca doktor tedirginlikle konuşmaya başladı. “Hastamızın durumu kritik, önümüzdeki yirmi dört saat bize neler olacağının habercisi. Patlayan camın parçaları vücuduna girdiği için bazı sinirlere denk gelmiş durumda, her ne kadar müdahale etmiş olsak da siz kendinizi oluşabilecek faktörlere hazırlasanız iyi edersiniz.” Doktor kalabalığı yararak hızla gözden kaybolduğunda herkes derin bir sessizliğe gömülmüştü.

Hüseyin bakışlarını yıkılan adama çevirdiğinde Alphan sert bir ifade ile Hüseyin’in yüzüne baktı. İkisi arasında sessiz ama bir o kadar gürültülü geçen bakışmayı yalnızca onlar anlayabilirdi.

Âhi yavaşça yere oturduğunda dizlerini kendine çekti. İçi yanıyordu, kalbi ağrıyordu. Canının canı yanmıştı. Bazı olaylar atlatılmazdı, şu anda yaşanan bu korkunç olay gibi… Âhi Alphan da atlatamamıştı. Âhi Alphan her şeyi atlatsa dahi onun yeşil harelerinin kendi yeşil hareleri ile kesişmesini atlatamazdı.

KURTULUŞ

Saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı. Cam bölmenin önünde onu izleyen adam, tek kalmanın verdiği fırsat ile saatlerce içine hapsettiği yaşları günyüzüne çıkardı. Âhi Alphan birçok kez yıkılmıştı ama bu en büyüklerinden birisiydi.

Saatlerce burada kalan timleri ve yakın arkadaşlarını zar zor göndermişlerdi. Kurtuluş üyeleri ise hem gerekli ihtiyaçları almak için hastaneden çıkmış hem de Tugaydaki işleri halletmek için kısa bir süre Armin’in yanından ayrılmak zorunda kalmışlardı.

Âhi ellerini ve alnını cama yasladığında, göz yaşı cama düşerek aşağı süzülmeye başladı.

Anlatamıyordu bazı şeyleri, haykıramıyordu bazı gerçekleri.

Omuzları sarsılmaya başladığında, yaşlı gözler eşliğinde karşısında makineye bağlı olan kadının kalp atışlarını seyretti. O güzel kalbine bir geçmişi sığdırabilir miydi?

Yumruk yaptığı eli yavaş yavaş camdan aşağı doğru kayarken, o güzel gözlerini görmeyeli ne kadar zaman geçtiğini hesapladı. İki bin üç yüz on altı dakika.

Doktorlar bir gün demişti ama hâlâ uyanmamıştı. Kim bilir belki de uyanmak istemiyordu. Belki de zihninde dönen karmaşaya veda etmek istiyordu.

Alphan yumruk yaptığı elini yavaşça cama geçirdiğinde omuzları şiddetle sarsıldı. Dayanamıyordu işte, dayanamıyordu onu böyle görmeye. Kalbinin atış hızını gösteren cihaz, ellerine bağlı kablolar, kolundaki damar yolu… Alphan sevmiyordu bu ortamı. Etrafa bakındıkça acıyordu kalbi, kırılıyordu içi.

“Beyefendi iyi misiniz?” Arkasından gelen kadın sesi ile sinirle soludu genç adam. Kadın Âhi tek kaldığından beri dakika başı gelip nasıl olduğunu soruyordu.

“Gördüğünüz gibi mükemmelim.” Dedi kızarık gözleri ile. Hemşire adamın tepkisine karşılık gözlerini devirerek adamın yanından uzaklaştığında Âhi bakışlarını tekrardan yatan hanımına çevirdi. Çok güzeldi.

Sahip olamayacağı kadar…

Camın yanında kalan koltuğa ilerleyerek bedenini attı Alphan. Yorulmuştu ama ondan gidemezdi. Beklerdi Âhi, sabretmeyi öğreneli çok olmuştu. Sabretmeyi ona öğreten de bu kadın olmuştu.

Dalan gözlerinin aralanmasına vesile olan şey, kalbine saplanan sert ağrı olmuştu. Oturduğu yerden hızlıca kalkıp cam mekânın olduğu bölüme doğru koştuğunda içeriye giren doktorlar ve camın üzerine kapanan perde ile boğazından bir haykırış koptu genç adamın. “Ne oluyor?! O iyi mi? Biri cevap versin!”

Cama geçirdiği elleri vurmaktan kızarsa da umurunda değildi. Armin’e bir şey olmuştu, hissediyordu.

Beş dakika, adama bir asır gibi gelse de içeriden çıkan hemşire ile dikkati dağıldı. Kadına sorularını sıralarken yanından koşup giden hemşire ile ellerini başına sardı. Koridorda olan koşuşturma geriyordu Alphan’ı.

Yarım saat sonunda odadan çıkan doktor ile göz göze geldi. Doktor karşısında duran adama bakarak hüzünle bir nefes verdi. Saatlerdir buradaydı ve içerideki kadından gelecek güzel haberi bekliyordu.

“Nasıl?” dedi Alphan ağladığı için kırık çıkan sesi eşliğinde.

“Size dediğim durumlardan birisi gerçekleşti. Bacaklarında yaşadığı hissizlik yüzünden bedeni tepki vermiş. Gereken müdahale yapıldı şu anda iyi-“

Doktor konuşmaya devam ederken Âhi’nin takıldığı tek nokta bacaklarındaki hissizlik cümlesiydi. “Ne demek bacaklarında hissizlik oluştu?” adamın sesi sinirden titriyordu.

“Bu beklenilen bir durumdu zaten beyefendi. Uyanır uyanmaz bir anda bedeni böyle bir tepki verince müdahale etmek durumunda kaldık. Uyanınca ayağa kalkmaya çalışmış ve bacaklarını hareket ettiremeyince kendini zorlamış.” Âhi duydukları ile başını salladı anladım dercesine. “Peki durumu nasıl genel olarak? Yürüme faaliyetinde bir aksama olacak mı?” korkarak sorusunu dile getirdi genç adam. Böyle bir şeyin olmasından korkuyordu. Gerçi ona fark etmezdi, her zerresini olduğu gibi kabulleniyordu ancak Armin bunu kabullenmezdi. Biliyordu kadının inatçı huyunu.

“Durumu genel olarak normal hastalara nazaran daha iyi ve ayrıyeten yürümede bir zorluk yaşanmayacak. Sadece anlık bir tepkiydi, yalnızca sırtında çok fazla kesik olduğu için ağrısı şok olacaktır.” Âhi gülümsedi yavaşça, doktorun ağrı diyerek bahsettiği şey, Armin için hiçbir şeydi.

Doktora teşekkür ederek uğurladığında koridorun başında duyduğu sesler ile gülümsemesi büyüdü. Birkaç saatliğine zoraki bir şekilde hastaneden ayrılan dörtlü soluğu tekrar burada almıştı.

Âhi ileriden koşarak gelen Yıldırım’ı görünce gülümsemesi git gide büyüyordu ta ki gözleri kıpkırmızı ruhsuz adamı görene kadar. Yıldırım direkt cam bölmenin önünde durduğunda kapalı perde ile bir adım geriledi. “Ne oldu? Neden kapalı bu perde? Bir şey mi oldu? Âhi cevap versene!”

Endişe ile olduğu yerden bağırarak camı yumruklayan adamı sertçe camdan ayırdı Âhi. “Sakin ol! Sakin ol!”

Âhi sakin ol diye bağırıyordu bağırmasına ama genç adamın kızaran yüzü ve kan çanağı gözleri dörtlüye pek de iç açısı gelmemişti. Kalender titrek bir nefes alarak Âhi’ye döndüğünde, “Bir sorun yok değil mi kardeşim?” dedi kurduğu cümlenin olmasını istediğini belirten ses tonajı ile.

Âhi kolları arasında zor tutuğu Yıldırım’ı bırakarak, “Bir sorun yok, uyandığında kalkmaya çalışmış. Kendini zorlayınca da bedeni tepki vermiş o kadar.” Dedi sakince.

Rahatlayan ekip camın yanına duran koltuklara oturduğunda herkes sessizdi. Herkes sessizdi sessiz olmasına ama Tekin’in durumu iyi değildi. Tugaya gittiğinde çalışma odasını baştan sona dağıtmış ve kriz geçirmişti. Odada bayılmak üzereyken Tekin’i bulan kişi her zamanki gibi Tugay’ın kahramanı Erdem olmuştu. Kendini suçluyordu ve hastaneye geldikleri ilk andan beri kimseyle konuşmuyordu. Bir günü aşkın zaman diliminde ağzını bıçak açmamış yalnızca etrafı izlemişti.

İlerleyen zaman içerisinde mesaisi biter bitmez soluğu Kurtuluş’un yanında alan diğer ekip ise Komando timiydi. Emek dağılmıştı. Albay tugaya çağırmasa asla hastaneden ayrılmazdı ama emir gelmişti ve itiraz etme gibi bir hakkı yoktu.

Gelen tim sessizce yere çömeldiğinde, Emek bir umutla cama yaklaştı ama kapalı olan perde ile içindeki o küçük umut hızla söndü.

Elindeki tepsi ile timlere yaklaşan Samet bir an olsun hastaneden ayrılmamıştı. Kardeşinin, Emir’inin emanetini yalnız bırakmak olmazdı. Âhi’nin tek kaldığını zannettiği zaman diliminde Samet ileriden ağlayan adamı izlemişti. Elbette ki farkındaydı Armin’e olan tutumunu. Bunu Armin’i ziyarete geldiği gün Tugayda üzerinde hissettiği sert bakışlardan anlamak mümkündü. Elindeki çay dolu tepsiyi önce Kurtuluş üyelerine hemen ardından tanımadığı time uzattığında herkes inkâr etmeden çaylarını almıştı.

Elinde tepsi ile odaya yaklaşan hemşire ile Kurtuluş üyeleri ayaklandı. Hemşire sensöre elini okutarak içeriye geçtiğinde beş adam merakla kapının önüne dizildi. Kısa bir süre içerisinde dışarı çıkan hemşirenin gözleri etraftaki adamlarda oyalandı.

“Hastamız Hüseyin Balaban’ı yanında görmek istiyor.”

Alphan’ın duyduğu cümle ile yüzü sarsılırken bir adım geriledi. Ne olmasını bekliyordu ki?

 

Armin Tan

Gözlerim zar zor aralandı. Bedenimde hissettiğim uyuşma ve sırtımdaki büyük sızı ile neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Annem. Füsunum.

Haberi alır almaz donup kalmam az daha ölümüme yol açıyordu. Yattığım yerden doğrulmaya çalıştığımda hareketlenmeyen bacaklarım ile kaşlarım çatıldı. Ne oluyordu? Ellerimle yatağın yanındaki kollardan destek vererek bedenimi kaldırmaya çalıştığımda sırtımda hissettiğim keskin sızı ile dişlerim birbirine kenetlenirken gözlerim sıkıca kapandı. Bir anda yüksek bir sesle ötmeye başlayan monitöre kısa bir bakış atarak geri yatmaya çalıştığımda odaya doluşan doktorlar ve hemşireler neler olduğunu anlamaya çalıştı. Doktor bacağıma baskı uygulamaya başladığında hissettiğim keskin sızı ile boğazımdan hırıltılı bir ses yükseldi.

Kısa bir süre içerisinde gereken müdahale yapıldığında doktorlar odayı boşalttı.

Gözlerim kapalı bir vaziyette ağrılarımı göz ardı etmeye çalışırken bir anda yumruklanmaya başlayan cam ile yattığım yerden doğrulmaya çalıştım.

“Ne oldu? Neden kapalı bu perde? Bir şey mi oldu? Âhi cevap versene!”

Yıldırım endişeli sesini duyduğumda gözlerim sertçe kapandı. Bu kadar kısa sürede bir aile olmaya git gide yaklaşmak içimde garip hislere neden oluyordu.

Yıldırım’ın sesinden sonra Kalender ve Âhi’nin sesi konuşmaya eşlik ederken dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu.

Açılan kapıdan içeriye giren hemşire ile göz göze geldiğimizde bana bakarak tebessüm etti. “İyi misiniz Armin Hanım? Dışarıdaki yakınlarınız sizin için çok endişelendi.” Kadının dedikleri ile yavaşça gülümsedim. Yanımda durarak serumuma bir iğne batırdığında, ilaç hızla serumun içine dağıldı.

Kadının hareketlerini izlerken ağırca yutkundum. “İyiyim sizden bir isteğim olacak. Dışarıda bekleyen yakınlarıma Hüseyin Balabanı görmek istediğimiz söyleyebilir misiniz?” sesim biraz hırıltılı çıkıyordu.

Kadın enjektörü kapatarak kenarda duran tepsiye bıraktığında anlayışla başını salladı. “Tabii ki, hemen çağırıyorum.”

Gözlerim kısa bir süreliğine kapanırken aradan geçen birkaç dakika sonunda Hüseyin içeriye girdi.

Annemin nerede olduğuna dair kısa bir konuşma yaptığımızda Ankara da çalıştığını öğrenmiştim. En merak ettiğim sorulardan birisi ben komadayken neden yanımda olmamıştı? Ya da komadan sonraki yaşamımda neden karşıma çıkmamıştı? Hayaleti andıran karakteri ile sıkıntılı bir nefes verdim.

“Armin,” yanımda oturan Hüseyin’in sesi ile bakışlarım tavandan ayrılarak üzerine kenetlendi. “Efendim?” dedim kısaca.

“Ben özür dilerim. Bir anlık gaza gelerek olayı bu şekilde sana söylemeseydim kaza gerçekleşmeyecekti.” Pişmanlık dolu sesi ve üzgün olduğunu haykıran bakışları ile dediklerinin doğru olduğunu kanıtlıyordu.

“Önemi yok. Sen demesen ben gene böyle bir kaza geçirecekmişim zaten, ayrıyeten teşekkür ederim Füsun’u bulduğun için.” Başını salladı önemli değil dercesine.

“Başka bir şey var mı söylemek istediğin?” diye sordum bütün her şeyi anlatması adına.

“Bir şey daha var ama emin değilim.” Diyerek mırıldandı.

Kaşlarım çatılırken başımı yana yatırarak yüzüne baktım. “Ne oldu?” başını eğdiği yerden kaldırarak gözlerimin tam içerisine baktığında, “Seni bulmamızda yardımcı olan tek kişi Füsun değildi. Bir de adam vardı-“

Gözlerim kısılırken, “Lucas.” Dedim fısıldayarak.

“Lucas mı? Hatırlıyorsun değil mi?” başımı sallayarak onayladım dediklerini. “Okan Dicle namı değer Lucas. Bizim teşkilatta korumaymış, yani seni bulduktan kısa bir süre sonra bizimle beraber teşkilatta çalışmaya başlamış.”

Duyduklarım ile gözlerim kısılırken bir yanım mutlulukla dolmuştu. Lucas… Adını yeni öğrendiğim adam Okan Dicle, birkaç aylık da olsa tanıdığı kadına verdiği sözleri tutarak özgürlüğe kavuşmasına yardımcı olmuştu.

Gözlerimi sıkıca kapattığımda yüzüm acı bir hâl aldı. Serum bağlı kolumu yüzüme kapattığımda gözlerimin yandığını hissediyordum.

“Bana Âhi’yi çağırır mısın?” dedim boğuk bir ses tonuyla.

Biliyordum bir dakika olsun hastaneden ayrılmadığını. Kısa bir süreliğine de olsa cama yaslanarak ağladığını görmüştüm.

Kapının açılıp kapandığını duysam da dönüp bakmadım. Gözlerim boşluğa dalmış vaziyette zihnimdeki anlamsız karmaşaya kulak astım. İnsanın uzun zaman evvel yaşanmış bir olayı hatırlaması zor olabilirdi elbet ama komaya girmiş birisi için bu durum çok daha faklıydı.

Sezgilerim güçlüydü. İnsanlarla göz göze gelince içimde oluşan hisleri dinlemeyi severdim. Bu hislere göre Âhi’nin de bir tanımı olmalıydı lakin ona kuracak bir cümle bile bulamıyordum. Bir şey vardı gizlediği, bu oldukça açıktı. Tek sorun, gizlediği olayın benimle ilgili olmasıydı. Bunu anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Hâl ve hareketleri resmen gizlediği şeyi elalarıma işliyordu. Ne zaman göz göze gelsek içine gömdüğü acıyı bana da geçirmeyi beceriyordu. Söylemesi gereken her neyse, benim için önemli olmalıydı…

Sırtını kapıya zorla yasladığında akan burnunu çekerek fısıldarcasına konuştu. “Özür dilerim.”

Yalnızca özür diliyordu. Hiçbir şey söylemiyor ve özür diliyordu. Hayatta en nefret ettiğim şey belirsizlikken, bunu bizzat yaşamak çok can sıkıcıydı.

On bir harf, beş hece. Kolaydı dillendirmek. Sadece boşluğa konuşur gibi, anlamsız.

 

Neler oldu neler???

Tuğba'nın teklif karşısında verdiği tepki?

Tekin, Kalender, Yıldırım ve Armin'in üşengeçliği?

Hüseyin'in verdiği haber?

Kaza anı?

Miralay'ın sinir krizi?

Kurtuluş üyelerinin Armin'i görünce verdikleri tepkiler?

Herkesin kaza için kendini suçlaması?

Armin'i bir an olsun yalnız bırakmayan dostaları?

Armin'in bacaklarındaki hissizlik?

Armin'İn ilk Hüseyin'i görmek istemesi sizce doğru muydu, doğru değilse ilk kimi görmeliydi?

Lucas ve Füsun'un nerede olduğunu bulduk!!!

Âhi ve özürleri...

Bölümü oylamayı unutmayın...

08.09.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Loading...
0%