Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16.BÖLÜM- CAN YARISININ KATİLİ

@durutaskulakk_

Canlar selam!

16.Bölümümüzle geldim bu sefer.

Bu bölüme özel geçmişten çok bomba bir sahne okuyacağız o yüzden derin bir nefes alarak başlamayı unutmayın...

Soru işaretlerinin geçmiş açısından biraz kalktığı ama şimdiki zamanda işlerin kızıştığı bir bölümdeyiz.

Kitaba özel editler ve destek amaçlı kitap sayfasını takip etmek isteyenler için sayfa isimlerini aşağı yazıyorum.

Kitap sayfası: olumlebasbasaofficiall

Kendi sayfam: durukurtk

Yıldıza basıp satır arası yorumlarınızı bana sunmayı unutmayın lütfen:)))

Keyifli okumalar!!!

 

16.BÖLÜM CAN YARISININ KATİLİ

 

19 Ekim 2020 Fransa Paris’ten

Ténébres invisibles.

Görünmez karanlıktı o.

Esen havayı göz ardı etmeye çalışıyordu Görünmez. Işıl ışıl şehrin gözlerini almasından pek de hoşnut olduğu söylenemezdi.

Özenle sarılmış ince dalı dudaklarının arasına götürdüğünde zehri bedeninin emmesine izin vermişti. Sert esen rüzgâr kıvırcık, karanlık ve şarabın koyu renginden esinlenme saçlarını yüzüne savurduğunda boynunu geriye eğerek saçlarının iki yana düşmesini sağladı.

Bedenine karışan zehre eşlik eden sarı şeffaf renk karışımı içkisi olmuştu. İnce uzun bardağı avuç içine aldığında sakin bir yudum aldı içkisinden. Özel yapım sigarasının dumanı rüzgârın etkisiyle yana kayarken kulaklarında çığlık ve patlama sesleri eşlik ediyordu.

Katliamını düşüyordu Görünmez.

Elinden alınan canın bedeline karşılık yapacağı katliamın planları aylar… Hayır hayır, yıllardır bugünü bekliyordu.

Sağ kolu büyük bir temkinle dudaklarını araladı. “Dolaplar hazır. İstediğiniz insanların konumları ve gereken bilgiler de elimizde, günü bekliyoruz.” Aksanlı Fransızcası ile sarf ettiği cümle karşısında Görünmez dudaklarını kıvırarak gülümsedi.

Gözlerini kapatarak kendini esen rüzgârın kollarına bıraktığında, aksanlı Fransızcasının verdiği sarhoşlukla harfleri ağzının içerisinde yuvarladı. “Başlıyoruz, çok az kaldı.”

İçkisini kafasına dikerek ayaklandığında avucunun arasında kalan uzun bardağı boşluğa bıraktı. Yere düşerek kırılan bardağın ufalmış parçaları yüksek balkondan aşağıya doğru fırladığında ayağındaki topuklulara rağmen dimdik duran kızıl afet sağ kolunun yanından son sürat geçerek gözden kayboldu.

Planının parçalarını zamanla iğne iplik misali dokumuştu üzerine, asıl bomba şimdi patlıyordu.

 

Kapıyı tıklatarak içeriden gelen sesi dinlediğimde sakince bir adımımı ileriye attım. Beni görür görmez yüzünde beliren ima ve kalkan kaşları ile kollarını göğsünde birleştirdi.

“Üsteğmenim hoş geldiniz!”

Yavaşça tebessüm ettiğimde, “Hoş bulduk albayım.” Dedim sakince.

Çaprazında kalan koltuğu işaret ettiğinde birkaç büyük adımda koltuğa vararak oturdum. Kollarımı masaya dayadığımda parmaklarımı birbirine geçirerek dikkatle yüzüne bakmaya başladım.

“Neler yaptın anlat bakalım.” Kollarını göğsünde birleştirmiş hali onu pek ciddiye alamamama neden olsa da yavaşça yutkunarak gözümün önünden film şeridi misali akan Ankara yolculuğuma odaklandım. “Hastaneden sonrasını zaten biliyorsunuz. Ankara’ya gittiğimizde mahkeme gününe kadar pek bir şey yapmadık. Mahkeme günü de artık son olduğunu var saydığımız davayı kazandık. Bir arkadaşımın elde ettiği bilgiler sonucu esir düştüğüm zaman bulunmamda vesile olan kadın… Füsun Akçay. Çalıştığı hastaneye giderek eskileri yad edelim dedik-“ hafif tebessümle kurduğum cümleyi önce çatık kaşları hemen ardından da aralanan dudakları bölmüştü. Amacıma ulaşmıştım. “Nereden buldun sen o kadını?” sesinden akan sinir ve saf öfke ile kaşlarım yalandan havalandı. “Siz tanıyor musunuz o kadını?” bilmiyormuşçasına şoke olmuş yüzümle gözlerine baktığımda çenesi kasıldı.

Gözlerini sıkıca yumarak açtı. “Vazifen olmayan işleri kurcalamak hoşuna mı gidiyor Tan!”

Duyduklarım ile yüzüne boş ve iğneleyici bakışlar attığımda, “Vazifem olmayan şey eğer ki benim hayatım oluyorsa sizde haklısınız komutanım. Sonuçta kendi yaşadıklarımı ben hariç tüm dünya biliyor. Sağır ve körü oynayan benim…” diyerek arkama yaslandım.

Atışma saatimiz an itibariyle başlamış bulunuyordu.

Kollarını göğsünden ayırarak masadan üzerime eğildiğinde, “Zaman denilen kavramın ne olduğunu bilir misin, anlatmama gerek var mıdır Armin Hanım?” Dedi kasılan çenesi ve kısılan gözleri eşliğinde.

Gözlerimi kapatarak gülmeye başladığımda başımı iki yana salladım boş ver dercesine. “Görev varmış, konumuz nedir Albayım?” ciddiyete büründüğüm an koltuğuna yeniden kuruldu. “Şimdi çıkabilirsin, Erdem geleceğin zaman sana haber verecek.” Kapıyı işaret ettiğinde kendimi kovulmuş gibi hissetsem de pek umurumda olmamıştı açıkçası. Hızlıca oturduğum yerden çıkarak kendimi dışarı attığımda koridordaki Erdem’e kısa bir baş selamı vererek yanından son sürat geçtim. Bahçeye çıkan koridoru takip ettiğimde yüzüme çarpan soğuk hava ile burnumu çektim. Anında kızarmaya başlayan burnum ve yanaklarımı hissetmemeye çalışarak çardaklarda oturan adamlara ilerlemeden olduğum yerden bağırdım. “Kurtuluş alana toplan!” bahçenin tam ortasında durduğumda hızlı hamlelerle karşımda dikilen adamlara baktım.

Rütbeye göre dizildikleri yüzünden boylarının orantısı gözüme batarken, “Koşuyla başlıyoruz beyler buyurun on tur.” Dedim kollarımı arkamda bağlayarak. Hiçbirinden çıt çıkmamıştı. Hepsi aynı anda tek sıra oluşturarak adımlarını hafif bir şekilde ileri atmaya başladı. Ormanın içerisindeki koşu yoluna doğru saptıklarında bakışlarım gözetleme kulesine kaydı. Nöbette duran askerlere kısa bir bakış attığımda hızla kulenin altına ilerledim. Elimi ahşaba vurarak, “Aslanım bir bak bakayım.” Dediğimde aşağı inmesini bekledim.

Silahı çapraz tutuşta bana bakan askerle göz göze geldiğimizde, “Öncelikle hoş geldiniz komutanım iyileşmişsiniz galiba?” diyerek yüzümü taradı. Hafifçe tebessüm ettiğimde başımı yere eğdim ufak bir açıyla. “Hoş bulduk aslanım, iyiyim bir sorun yok şükür. Benim senden bir isteği olacak… Kurtuluş timi şu anda koşu parkurunda, kulelerin hizasına geldiklerinde üzerlerine su ve toprak atma şansımız var mı?” Dediklerim ile gülmesine engel olamayan adam başını salladı. “Var komutanım ben nöbet başına döneyim bizimkiler halleder şimdi, siz geçin izleyin.” Teşekkür ederek yanından ayrıldığımda bankların olduğu yere geçerek yavaşça oturdum. Her ne kadar yürüyerek çevredeki insanlara normal bir izlenim versem de bacağımda hafif aksama ve ağrılarım vardı.

Koşuşturma ve nefes sesleri kulaklarıma ulaştığında bakışlarım yerden yukarı tırmanarak çevreyi turlayan Kurtuluş adamlarına kaydı. Az önce askerle konuştuğum kulenin hizasından koşmaya devam eden ekibimin kafasından aşağı dökülen toprak ile hepsi saniyelik oldukları yerde çakılı kaldılar. Ayağa kalkıp biraz bahçenin ortasına gelerek, “Kurtuluş devam et! Neyi bekliyorsun?” diye bağırmam onları olayın etkisinde çıkarmaya yetmişti.

Elli metreye yakın bir uzaklık sonrasında bulunan ikinci gözetleme kulesinden aşağıya aktarılan ve soğuk olduğunu oturduğum yerden bile hissettiğim suyu başlarından aşağı boşalttılar. Kurtuluş üyeleri bir anda üzerlerine binen sular eşliğinde adımlarını ağırlaştırdıklarında, “Hızını düşüren ekstra elli tur daha koşar!” dedim ciddiyetle.

Çamurlaşan üniformaları ve üzerlerinden akan su, koştukları yerden ıslak adımları ile arkalarında iz bırakmıştı. Banka tekrardan oturduğumda yanımda hissettiğim adım sesleri ile bana doğru yaklaşan yüzbaşıyı gördüm. Oturduğum yerden ayaklanmaya yeltendiğimde omzuma bastırarak yayıldığım yere geri oturmamı sağladı. “Müsaade var mıdır Üsteğmenim.” Dedi yanımda kalan boşluğa bakarak. Gülümseyerek yanımda oluşan boşluğa iki kez vurduğumda başımı salladım. “Elbette Yüzbaşım, buyurun.” Yanıma oturan adamı daha önce yalnızca bir kere, yaptığım içtima esnasında görmüştüm.

Elindeki çay bardağını bana doğru uzattığında alarak teşekkür ettim. Avucuma sardığım bardak, soğuğu biraz kırarak içimi ısıttığında çaya ihtiyacım olduğunu yeni idrak edebilmiştim.

Konuşmaya başladığında dikkatlice yüzüne bakmak istediğimden başımı yana çevirdim. “İyi gördüm seni, aradan çok zaman geçmedi ama toparlanmışsın.” Duyduklarım ile kaşlarım anlamadığıma dair çatıldığında algılamak istercesine yüzüne baktım. “Hastaneye geldiğin an seninkiler telaşlıydı. Beni de üst rütbeli olarak başlarında durmam için hastaneye yolladılar. Seninkiler sana baya değer veriyor olmalı, zor gönderdim bazılarını.” Bakışları benden ayrılarak koşan ekibime kaydığında en önden hırsla koşan adamı işaret etti. “O hariç, bir an olsun ayrılmadı yanından. Rütbemi bile dinlemedi bir cezayı hak etti bence üsteğmenim.” Dediğinde yavaşça kıkırdadım. “O biraz,” dudaklarım yani dercesine buruştuğunda anladım dercesine başını salladı. “Anladım, anladım sen yorma kendini. Bu arada tanışalım, ben Göktürk Kılıçarslan.” Boşta olan elini bana doğru uzattığında çayımı diğer elime alarak önüme uzattığı elini sıktım. “Bende Armin Tan, tanıştığıma memnun oldum yüzbaşım.”

İleriden gelen beş adam tam oturduğumuz bankın önünde yan yana dizildiğinde Göktürk çayını bana doğru uzattı. Bardağı elinden alarak ne yapacağına baktığımda bana doğru eğildi. “Üsteğmenim, ortak bir eğitim fena olmaz gibi geldi bana…” duyduğum cümle karşısında dudaklarımda tehlikeli bir kıvrılma meydana gelmişti. Başımı sallayarak elimi buyurun dercesine öne savurdum.

Göktürk bir adım öne çıktığında, “Yiğitler! Kurtuluş timinin arkasına takılın hemen!” diyerek eliyle ileride koşan timimi işaret etti. Yiğitler timi koşarak Kurtuluş’un koştuğu parkura geçtiğinde pergellerini bir hayli açmak zorunda kalmışlardı çünkü benimkiler çoktan ormanın arkasına gitmişlerdi.

Göktürk geri banka oturduğunda çayını eline doğru uzattım. Çayını aldığında kendi çayımdan bir yudum alarak boğazımdan akan sıcak sıvı ile dudaklarımda hoşnut bir hal oluştu. Aklıma bir şey gelmiş gibi büyük bir şaşkınlıkla Göktürk’e döndüğümde, “Ha bu arada, eğitim sonrasında oluşan herhangi bir komplikasyonun sorumluluğunu üstlenmiyorum yüzbaşım baştan anlaşalım.” Diyerek tatlıca gülümsedim. Bana bakarak iddialı bir şekilde kaldırdığı kaşına karşılık dudaklarımda sinsi bir gülümseme oluştu. Kulelerin hizasına gelen iki tim koşularına devam ederken üstlerine dökülen toprak ile Kurtuluş bozuntuya vermezken, Yiğitler oldukları yerde kaldı. Ayağa kalktığımda bahçeyi inletecek bir sesle bağırdım. “Yiğitler hemen devam et, beklemeye devam eden olursa elli tur fazladan koşar!” sesimi duyan tim koşmaya başladığında ilerideki kuleden üzerlerine dökülen su ile kahkaha attım. Arkamda kalan Göktürk’ün garip bakışlarını üzerimde hissetsem de umursamayarak çayımı yudumladım. Çayımı bitirdiğim esnada uzun süredir koşan timimi durdurmak istesem dahi cezalı oldukları için cezalarını çekmeleri lazım diyerek çayımı yudumlamaya devam ettim.

Aradan geçen yarım saatlik zaman diliminde tan vakti çoktan gelmiş, Göktürk ile beşinci çayımızı devirirken Göktürk merakla timleri ne zaman durduracağımı bekliyordu.

Çayımın dibinde kalan son yudumu da içtiğimde bardağı yere bırakarak ayaklandım. Kulenin altına geldiğimde elimi ahşaba vurarak yukarı doğru bağırdım. “Aslanım, teşekkür ederim yardımınız için!”

“Ne demek komutanım, emriniz yeter.” Aldığım cevap ile gülümsediğimde kulelerin hizasına gelen iki time doğru bağırdım. “Kurtuluş ve Yiğitler alana gel!”

Bahçenin tam ortasına geçtiğimde karşımda dikilen on adama ciddiyetle baktım. Aklımdan geçen içtima programını düşünürken ileride kalan barfiksler ile göz göze geldik. “Barfikslere ilerliyoruz, hızlan!” Hepsi hafif tempolu koşu misali barfikslere koştuğunda iki yana ayrılan time baktım.

En az Âhi ve Tekin kadar uzun iki adamla göz göze geldiğimde önce Âhi’yi göstererek eşleşeceği adamı işaret ettim. Aynı şekilde bütün timi karma bir şekilde iki yana ayırdığımda, barfiks çubuğuna, yukarı doğru zıpladım. Elimin arasına düşen çubuğu sıkıca kavradığımda, “Keskin yanıma gel!” diyerek mırıldandım. Yıldırım tam altımda kaldığında, boş boş yüzümü izlemesi ile dizimi kırarak karın boşluğuna sertçe geçirdim. Dişlerini sıkarak inlememek için kendini kastığında dişlerimin arasından tıslarcasına konuştum. “Keskin hareketi gösteriyoruz yavrum, hadi!”

Kollarını bacaklarıma sardığında, kendimi sertçe yukarı çektim. Kasılan çenem boynumdaki damarları gün yüzüne çıkardığında hareketi tekrarlayarak iki set yapmıştık. Yiğitler timinin üyeleri bir bana bir Yıldırım’a garip bakışlar attığı sırada, bacağımı Yıldırım’ın göğüs kafesine yavaşça vurdum. Yere atlayan adam ile kendimi zemine bıraktığımda karşımda kalan beş adama baktım.

Tek gözümü kırparak başımı omzuma yatırdığımda, “Bir sorun mu var beyler?” dedim merakla. Hepsinden olumsuz cevaplar aldığımda başımı sallayarak geriye çıktım. Yıldırım’ın ıslak çamurlu kolları bacaklarımı vıcık vıcık bir hale getirdiğinde huzursuzca yerimde kıpırdandım.

“Doktor çık!” Kalender’e bakarak sarf ettiğim cümle ile çubuğa doğru zıpladığında kendini bir kez yukarı çekti. Eşleştirdiğim adam kollarını Kalender’in bacaklarına sardığında ilk seti tamamlamak adına hareketi yapmaya başlamışlardı. Kalender iki seti bitirip yere atladığında yerlerini değiştirdiler. Hareket ettikçe üzerlerinden akan çamurlar yukarıdaki kişinin ellerinin kaymasına sebep olurken, aşağıdaki kişi ise düşmemek için kendini zorluyordu.

Hareketi bütün time sırayla yaptırdığımda çamurların kayganlığından zorlanan adamlar keyfimi yerine getirmişti. Hareket bittiğinde barfikslerden uzaklaşarak bahçenin ortasına gelmiştik. Şınav ve mekik çekmeleri için sözler sarf ettiğimde köşede gözüme çarpan ere yanıma gelmesi için işaret verdim.

Koşarak yanıma geldiğinde, “Bana kırk tane tuğla lazım aslanım hızlıca taşıyabilir misiniz?” dediğimde köşeye yığdıkları tuğlaları işaret ediyordum. Dediğimi onaylayarak erlerin yanına geri gittiğinde tuğlaları göstererek yardım istedi. On erin her birinin elinde dört tuğla vardı. Yanıma geldiklerinde teker teker hepsini yerde yatan adamlara yönelttim. Her birinin karınların üzerine bırakılan dört tuğla çektikleri mekiği engellemeye başlarken erlere teşekkür ederek yerde yatan adamlara bakındım.

“Zorlanan varsa çıksın hemen!” başlarında dolanarak gür bir sesle bağırdığımda hiçbirinden tek bir kelime dahi çıkmamıştı.

Şınav, mekik, plank ve havuzlu parkurumu on adamın üzerinde uyguladığımda, an itibari ile havuz parkurunun sonuna devrilmiş adamlara sırıtarak bakıyordum. Üstlerinde çamur kurumuşken havuz sayesinde daha berbat hale gelmişti. Esen hava onluyu hasta olmaları adına teşvik ederken koşar adımlarla içeri girdim. Benim için ayrılan küçük odaya girdiğimde banyonun yanında bulunan dolaptan on adet havlu aldım. Koştur koştur dışarıya çıktığımda beş havluyu Göktürk’e fırlatarak Kurtuluş’un yanına geldim. Bana en yakın olan kişi Ertuğrul olduğu için yere çömeldiğimde geniş havluyu omuzlarının üzerine bıraktım. Sırasıyla sırtlarına bıraktığımda gözüme eksik gelen tim ile bakışlarım etrafta dolandı. Havuzun tam yanına devrilmiş koca bebeğin yanına geldiğimde yavaşça yere çömeldim. “Bakıyorum da yorulmuş gibisin Alphan.” Gülerek havluyu omuzlarına bıraktığımda sırıtarak yüzüme baktı. “Bir komutanımız var görmez lazım komutanım.”

Kaşlarım öyle mi dercesine havalandığında dudağını ısırarak gözlerini yumdu. “İçimizden geçmeyi de ihmal etmiyor tabii ki. Hasta olursak vebali onun boynuna.” Duyduklarım ile kısılan gözlerim yüzünü taradı. Omuzuna sert bir yumruk attığımda, “Siz kaşındınız Üstçavuşum.” Dedim ayaklanarak. Beş altı adım gerimizde yatan timlere baktığımda ellerimi çırparak yüksek bir sesle bağırdım. “Hadi beyler kurulanmanız bittiyse ortaya geçelim!”

Hepsi şaşkınlıkla yüzüme baktığında, aynı şekilde karşılık vererek çatık kaşlarımla meydan okurcasına yüzlerine bakındım. “Ne bakıyorsunuz, geçin lan ortaya!”

Hepsi havluları bankın üzerine fırlattığında sersem adımlarla karşımda dizildi. Yiğitler timinin en uzununu karşıma geçmesi için gözlerimle işaret verdiğimde bana uyarak önümde dikildi.

Soğuk havadan dolayı akan burnumu çekerek pozisyon aldım. “Atak!” bağırmam ile yüzüme gelen yumruktan başımı eğerek kurtuldum. Ağırlığımı diğerine nazaran hasarsız olan sol bacağıma verdiğimde yumruklarımı sert bir biçimde yüzüne savurmaya başladım. Attığım her yumruk karşısında gerilen sırt kaslarım yüzümde sadist bir gülümse oluşmasına neden oluyordu. Sol bacağımı kaldırarak bel boşluğuna doğru sert bir tekme attığımda, adam hafifçe öne doğru eğildi. Atağa geçerek ensesine sertçe bastırdığımda yüz üstü yere düşen adamın üzerinde ben vardım. Sırtına düştüğüm adamın üzerinden kalkarak ayağımı sertçe üzerine bastırdığımda göz göze geldik. Pisçe sırıttığımda ileriyi işaret ederek kenara geçmesini bekledim.

Sersemce kalktığı yerden ileriye adımladığında birkaç adım sonra yere düştü. Bakışlarımı Kurtuluş üyelerinde gezdirdiğimde Ertuğrul ile göz göze geldik. Gelmesi adına işaret ettiğimde karşıma geçerek kollarını sıvadı. “Atak!” bağırmamla sağ bacağıma sert bir tekme attığında sertçe geriye savruldum. Kalkmaya çalıştığım esnada üzerime atlayan Ertuğrul’a sert bir yumruk attığımda hafif gelen sersemlikle boynuna sardığım kolum sayesinde pozisyonumuzu kilitledim. İkimiz de hareket edemeyecek konuma geldiğimizde git gide daralmaya başlayan nefesi ile iki elini de koluma sardığında, tüm gücümü koluma vererek bedenini ileriye ittim. Yan yana yerde yatan bedenlerimize bakarak güldüğümde sakince ayaklandım. Elimi eline sardığımda ayaklanması için kendime çektiğim adam ile tokalaştım. “İyi hamleydi, bu seferkini beğendim Duman.” Gururla yüzüne baktığımda hafifçe tebessüm etti.

Başımı bir sağa bir sola kırarak esnediğimde, bakışlarım tam karşımda gözlerinin içerisinden çıkan duygu patlamalarını çözemediğim adama kaydı. “Tetikçi sen gel bakalım!” kendisine taktığım lakap ile bir kaşı havalanırken dudağının kenarı yere doğru bükülmüştü.

Tam karşıma geldiğinde, “Atak!” diyerek yüzüne doğru bağırdım. Soğuktan buharlaşan nefesim ikimizin arasından havaya karışırken karın boşluğuma doğru sert bir yumruk attı. Adamın bu işine olan saygısı gözümde kademe kademe yükselirken ağzım kulaklarına varırcasına sırıttım.

İşi ve duygularını birbirine karıştırmaması hoşuma giderken bana karşı beslediği hissin adını koyamamıştım. Koysam dahi bu his yalnızca ona özel olduğu için önemsemedim.

Yüzüne çalışmak istediğim için yumruğumu biraz yukarıya doğru savurdum. Gözünün üzerine oturan yumruğum ile dengesi hafiften bozulduğunda ayağımı diz kapağının arkasına sararak bedenini kendime doğru çektim. Üzerime doğru sendeleyen adam diz kapağıma sert bir tekme attığında dudaklarımın arasından kısık bir inilti etrafa saçıldı. Öne doğru bükülen bedenim ile içimi kaplayan hırs duygusuna karşılık sakin kalma gibi bir niyetim yoktu. Hızla doğrulduğumda geriye doğru zıplayarak bedenimi bir ileri bir geri hareket ettirdim. Tetikçinin bakışları üzerimde gezinirken, atağı yapacağım tarafı belirlemeye çalışır gibi bir hali vardı. Sol yumruğumu öne atarak hamlemi ona belli ettiğimde, solumu geri çekerek sağımı yüzüne savurdum. Beklemediği hamle karşısında geriye sendelemişti. Bir sağ, bir sol olmak üzere yumruklarımı sert ve seri hamlelerle yüzünde gezdirmeye başladığımda elinde koz kalmamış olacak ki kolunu belime sararak bedenimi kendine doğru çekti. Hiç ama hiç beklemediğim hamle karşısında yüz üstü üzerine düştüğümde pisçe sırıtarak bana baktı. Gözlerimden fışkıran sinirle çenesine doğru sert bir yumruk attığımda yana doğru kayarak kendimi yere attım. Üzerimi silkerek ayaklandığımda başımı çeyrek tur döndürdüm. Birkaç kez art arda öksürdüğümde bakışlarım yerde yatan adamdaydı. Ellerimi çırptığımda Yiğitler timinden seçtiğim adamı karşıma aldım. Yakın dövüş fantezim aklımdaki bulantıyı dağıtmak adına oldukça iyi bir hobiydi. Yumruklara yumruklarla karşılık vermeyi seven ellerim artık özgürdü.

Aradan geçen bir saate yakın olduğunu varsaydığım sürede kan ter içinde kalmış vaziyetteydim. Karşıma geçen kişi kısa bir süre sonra düşerek sırasını salıyor, ben ise durmaksızın devam ediyordum. Alnımdan akan ter damlası kirpiklerimin üzerine düştüğünde, görüş açımın hafiflemesi ile elimin tersini gözlerimin üzerinde gezdirdim. Sırtımdan aşağı akmaya başlayan soğuk ter damlaları bedenimi huzursuz bir hisle baş başa bırakırken bahçenin ortasından çıkarak tugayın kapısına doğru ilerledim.

Yanımdan gelen adım seslerine karışık, “Üsteğmenim maşallah az daha devam etseydiniz ben bayılacaktım.” Diyerek güldüğünde ileriye attığım adımı geriye çekerek karşısına geçtim. “Valla yüzbaşım ben size söylemiştim, kısa bir süreliğine ara verdiğimiz için hamlayıp hamlamadıklarını test etmem lazımdı, kolay gelsin.” Gülümseyerek başımı hafifçe eğdiğimde hızla içeriye geçtim.

Benim için ayrılan küçük odaya girerek kapıyı kilitlediğimde üzerimdekilerden kurtularak duşa girdim. Bedenimden akan terlere eşlik eden temiz su ile vücudumu yıkamaya başladığımda fazla vakit kaybetmeden saçlarımı durulayarak çıktım. Kuruladığım bedenime geçirdiğim yeni üniformam ile hazırlığım tamamlanmak üzereydi. Saçlarımı kurutup, tarayarak ensemde ufak bir topuz yaptığımda beremi başıma yan bir biçimde yatırdım.

Kapının kilidini açarak koridora çıktığımda dinlenme odasına gitmek için merdivenlere yöneldim. Bedenime aldığım darbeler sayesinde çürümüş gibi hissettiğim etim ile yüzüm hafifçe buruştu. Bir onlar darbesini bedenimde bırakmıştı bir de ben onların bedenlerine darbeler bırakmıştım. Dinlenme odasının önüne geldiğimde aradan geçen zamanda tugayı ne kadar özlediğimi iliklerime kadar hissetmiştim.

Avucumun arasında kalan kapı kolunu sakince yere eğdiğimde içeriye doğru bir adım attım. Oturan adamlara baktığımda içimde oluşan o özlem hissi ile dudağımın kenarı çok ufak bir dokunuşla kıvrıldı. Kapıyı kapatarak içeri geçtiğimde ortadaki masanın üzerine açılmış olan poğaça, simit açma tarzı hamurlar ile göz göze geldik. Elinde çayla bize doğru gelen Ertuğrul’a kaçamak bakışlarımı yolladığımda elini koluma sararak bedenimi oturduğum yerden kaldırdı. Beni hızla kendine çektiğinde kollarını sırtında hissetmiştim. Aynı şekilde kollarımı onun sert sırtına doladığımda güldüğünü hissettim. “Yokluğuna alışamadık, iyi ki geldin.”

Duyduklarım ile, “Bir tek sana iyi ki gelmişim galiba Duman. Şu hallere bak ses çıkmıyor.” Diyerek geri çekildiğimde Ertuğrul gözlerini devirerek masaya bıraktığı çay tepsisinden bardakları tek tek önümüze sıralarken, “Onlara bakma, biraz sorunları var arkadaşların.” Dedi tepsiyi geri ufak mutfak tezgâhımızın üzerine atarken.

Kaşlarım havalandığında sorgularcasına yüzüne baktım. “Yalnızca onların değil senin de bazı sorunların var galiba?” alt dudağım öne çıktığında merakla kelimelerimi sarf ettim. Erdem ile aralarında oluşan gereksiz gerginlik beni sinirlendirmeye başlıyordu.

Omuz silkerek arkasına yaslandığında, “Kendisi kaşınıyor, eğitimini yap git işte neyi uzatıyorsun ki?” diyerek kendi kendine sinirle konuştuğunda yanımdaki boş yastığı üzerine fırlattım. “Adam senin üstün, verdiği emre itaatsizlik mi yapıyorsun Ertuğrul?” Kaşları havalandığında, “Kıdem farkı.” Diyerek mırıldandı.

Her ne kadar onu kırmak istemesem de bazen olayları çok fazla büyütüyordu ve gerçekleri ona söylemem gereken anlardan yalnızca birindeydik. “Eğer ki eski timinde ettiğin kavga yüzünden uzaklaştırma almasaydın Erdem’in rütbesinde olmaya hak kazanabilirdin Ertuğrul. Adam sakince mesleğini yapmış, albay yardımcısı olmuş. Gelip de ona verilen bir görev hakkında olay yaratmana sebep olacak bir konu yok ortalıkta. Bundan sonra Erdemle atıştığını ne göreceğim ne de duyacağım. Adam akıllı geçinmeyi öğrenseniz iyi olur.” Yavaşça öksürerek önümdeki çaya yöneldiğimde Ertuğrul sessizliğe gömülmüştü. Dediklerimi düşünmesi ve kendi kafasında tartması bazı olayları idrak etmesinde yardımcı olacaktı. Simidi yarıya bölerek yemeye başladığımda gerçekten acıkmış olduğumu yeni anlıyordum.

Çayımdan kısa bir yudum aldığımda ara öğün tarzı kahvaltımı yapıyordum. Kurtuluş üyelerinden çıt çıkmazken bireysel olarak konuşmak istediğim konuları ortaya açmadım. Simidimin yarısını bitirdiğimde böldüğüm parçayı da elime alarak sakince yemeye başladım. Odanın içerisindeki sessizlik sinirlerimi bozarken elimdeki yarım parçayı eski yerine bırakarak çay bardağını da yanına koydum.

Sertçe ayağa kalktığımda etrafa yayılan tok ses sessizliği altüst etmişti. “Doktor benimle gel!” hızla kapıya yöneldiğimde arkamdan gelip gelmemesini umursamadan kapıyı çarparak çıktım. Bahçeye yöneldiğimde en köşede bulunan çardağa doğru büyük adımlarla ilerleyerek hedefime ulaştım. Çardağa kurulduğumda karşımda oturan adamla göz teması kurmadan elimi cebime daldırarak çıkardığım sigara paketini masaya fırlattım. İçerisinden aldığım ince dalı dudaklarımın arasına yerleştirdiğimde çakmağı çakarak ucundaki dışarıya firar eden ateşi tütünlere yaklaştırdım. Derin bir nefes çektiğim sigara sayesinde elmacık kemiklerim günyüzüne çıkarken gözlerimi kapatarak dumanı dışarı üfledim.

Gözlerim kısık bir şekilde Kalender’in üzerinde gezindiğinde, “Bir sorun mu var teğmenim?” dedim merakla.

Modunun düşük olduğu yüzünden anlaşılırken dudaklarını büzerek başını yana yatırdı. Tam masanın ortasında kalan sigara paketine yöneldiğinde içinden bir dal çıkararak dudaklarının arasına yerleştirdi. Gözleri ateşi ararken cebime attığım çakmağı çıkarmadan gözlerimi yüzünde gezdirdim.

Kolunu bana doğru uzatarak dudaklarımın arasındaki sigarayı aldığında, kendi sigarasının ucunu yanan sigarama bastırdı. Sigarasından bir nefes aldığında havaya doğru üfleyerek rahatını bozmadan az önce dudaklarımın arasından aldığı sigarayı özenle tekrardan eski yerine bıraktı. İşaret ve orta parmağımın arasına aldığım sigarayı kenarda bekletmeye başladığımda merakla gözlerine bakmayı sürdürdüm.

“Sana çok büyük bir özür borçluyum ama özür dileyemeyecek bile olabilirdim. O gün eğer ki kahvaltıyı yapmak için toplanmasaydık bunların hiçbiri olmayacaktı. Acı çektiğini görüyorum, attığın her adımda sızlayan yaralarını hissedebiliyorum. Belli etmemeye çalışsan da kaslan yüzün, anlık mimiklerin… Bunlara bizim yüzümüzden katlanman canımı sıkıyor. Olmaması gerekirdi…” başını iki yana sallayarak sigarasından derin bir nefes aldığında gözlerim bayık bir vaziyette etrafta gezindi. Eğer ki bu kazada illaki bir suçlu aranılacaksa biri belki Hüseyin, diğeri ise kesinlikle ben olurdum ama bunu anlayamıyorlardı. Başımı onun gibi iki yana salladığımda, “Kendinizi suçlamayı kesseniz iyi edersiniz çünkü sinirlerim gerilmeye başlıyor. O diğer iki arkadaşa da söyle benimle konuşsunlar yoksa ben uygulamalı bir şekilde konuştururum ikisini de.” Yıldırım ve Tekin ikilisinin de Kalender ile aynı durumda olduğunu hissediyordum. Tek tek açıklama yapmak yerine Kalender bana tercüman olabilirdi.

Başını sallayarak dediklerimi onayladığında, “Ankara olayı neydi? Merakımdan soruyorum yanlış anlama, anlatmak istemezsen sorun yok.” Dediği esnada sigarasına vurarak yere düşen külünü izledi.

Konuşmaya başlamadan önce sigaramdan kısa bir nefes aldığımda, “Bir olay var sana da bahsedeyim. Mesleğe ilk başladığım yıllar girdiğim bir sorguda adamı dövdüğüm sırada beynine pıhtı atmış. Hastaneye kaldırdıklarında ise ölüm haberi gelmiş ama benim pek bir bilgim yok o sırada tabii olanlardan… Her neyse, ölümünün üzerinden seneler geçtikten sonra bana bir kâğıt geldi. Mahkememiz olduğuna dair… İlk dava çok çabuk bitti, daha ne olduğunu bile anlayamamıştık. İkinci dava Hakkâri’ye gelmeden bir, iki hafta önce açıldı. Olayları yavaş yavaş kavrarken kolay bir şekilde atlattık mahkemeyi. Kazadan bir aya yakın bir süre önce, Samet’in Mine’nin doğum günü için hediye getirdiği gün… Samet’le konuştuğumuzda üçüncü daha için tebligat geldiği haberini söyledi. Artık olayları tam anlamıyla kavrayabilmiştik. Adamın hastaneye kaldırılması ve ölümü üzerine abisinin dava açması ile süreç başlıyordu. İlk iki mahkemede ellerinde kanıt olmadığı için dava düşerken üçüncü davada kanıtları olduklarına dair belgelerle geldiler. Kanıtları da bir cisim cinayet silahı olarak öne sürdükleri, ses kayıtları ve kamera görüntüleri. Kamera görüntüleri izlediğimizde olay doğruydu içeriye giriyor kısa bir laf dalaşı sonrasında adamı döverek odadan çıkıyordum. Öyle böyle derken Samet’in yaptığı savunmayla üçüncü kez davayı aldık ama amaçlarını daha çözemedik. Adam zaten torbacının teki, ne diye bu kadar çaba sarf ettiklerini merak ediyorum açıkçası.” Omuz silkerek konuşmayı kestiğimde anlamadığına dair garip bir ifadeyle yüzüme baktı. “Garip.” Dedi kısaca. Öyle dercesine başımı salladığımda sigaramı masanın kenarında söndürerek ileride olan çöp kutusuna fırlattım.

Kulaklarıma dolan düzenli adım sesleri ile bakışlarımı sesin kaynağına çevirdiğimde, “Komutanım, albay sizi odasında bekliyor.” Diyen Erdem, karşımda oturan Kalender’e de kısa bir bakış atmayı ihmal etmemişti.

Başımı sallayarak, “Tamam Erdem geliyorum, sağ ol.” Dedim mırıldanarak. Erdem geldiği gibi tekrardan tugaya döndüğünde, “Erdemle kavgaları dışında genel bir sorun var mı?” dedim iki haftanın analizi için. Başını iki yana sallayıp dilini damağına vurdu.

Ayaklandığımda sigara paketini cebime atarak çardaktan bahçeye yürümeye başladım. Seri adımlarım beni Miralay’ın yanına sürüklediğinde odanın kapısını çaldım. İçeriden gelen onayla kapıyı araladığımda masanın bir ucunda ellerini masanın üzerinde kenetleyerek ciddi bir yüz ifadesiyle karşıyı izleyen adamla karşı karşıya geldim. Bir sorun olduğu içerinin atmosferinden belli olurken kapıyı sakince kapatarak çaprazında kalan sandalyeye oturdum. Kaşlarımı çattığım esnada gözlerimde yüzünü tarıyordu, sorunun ne olduğunu çözmek adına…

Derin bir nefes aldı. Ses kulaklarıma dolarken kısılan gözlerim ile yüzüne bakmayı sürdürdüm. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirdiğinde, “Son iki gündür bilgilerine ulaşmak adına sistemlere giriş yapılıyor.” Dedi gözlerini karşıdaki siyah duvardan bir an ayırmaksızın. Kaşlarım havalandığında doğru duyup duymadığımı anlamak adına tekrarladım. “Bilgilerime ulaşmak adına sisteme giriş yapılıyor?” dudaklarım aralık vaziyette bakışlarım boşluğa düştüğünde olayı idrak etmeye çalışıyordum. Gözlerini sıkıca yumdu. “Doğru duydun. Çıktığın görevden tut, üstlerinde aranda geçen konuşmalara kadar kayıt altında olan bilgilerine ulaşmak isteyen birileri var. İki gündür sistem arıza veriyor. Tam adını bilen nadir kişiler var. İyi düşün Armin kim olabilir?” Daha olayı algılayamamışken kimin yapabileceğini sorması ile duraksadım. Bakışlarım donmuştu, başımı iki yana sersemce salladığımda neler olduğunu çözemiyordum.

“Sistemin altı oldukça güçlü, bilgilerine yalnızca sayılı üstler ulaşabiliyor. İki gündür sisteme giriş yapanları atıp bilgilerini yeni kodlarla aktarıyoruz ama durmuyorlar. Amaçlarını anlayabilmiş değiliz. Armin bu ciddi bir durum önlem almamız gerekebilir.” Dediği esnada ötmeye başlayan siren tarzı kulak çınlatıcı ses içimde huzursuz bir hava yarattı.

Miralay oturduğu yerden bir hışımla kalkarak ileriye doğru koştuğunda telefonunu kulağına götürdü. “Sisteme bakıyor musunuz? Giriş yapmaya çalışıyorlar! O bilgilere ulaşılırsa sonunuz benim elimden olur, acele edin!” telefonu masanın üzerine fırlatarak önünde açık duran bilgisayardan tuşlara basmaya başladı.

Sireni andıran ses durduğunda yavaşça yutkundum. Miralay bana dönerek eski yerine oturduğunda, “Kast ettiğim olay bu, saat başı sisteme giriş yapıyorlar.” Diyerek sinirle soludu.

Bakışlarım, hareketlerim… şu anda yaptığım her şey donuktu. Sanki bir başkasının hayatını izliyormuşçasına garip bir boşlukta hissediyordum kendimi. “Ne yapacağız?” soruyu sormuştum sormasına ama ne dediğimi ne yapmak istediğimi bilmiyordum. İki elini hızla yüzüyle buluşturduğunda yüzünü sertçe sıvazlayarak ellerini dudaklarının üzerine indirdi. “İki seçeneğin var Armin.” Duyduklarım ile saf bir merakla gözlerinin içine baktım. Bakışlarını ben hariç her yerde gezdirdiğinde en son gözlerime uğradı. “Ya evleneceksin ya da sistemi sıfırlayacağız.” Dudaklarım açık kaldığında olmaz dercesine gözlerine baktım. Olmaz dercesine gözlerimle yalvardım.

Bana yalnızca bir seçenek sunuyordu. Sistemi sıfırlamak demek askerlik hayatımın ilk gününden bugüne kadar olan bütün olayların silinmesi demekti. Elbette ki olmazdı ama geriye kalan seçenek bana asla sıcak gelmiyordu.

Yapacak bir şeyim yok dedi gözleriyle. O da olmasını istemiyordu ama başka seçenek yok gibi görünüyordu.

Ellerimi başımın iki yanına sardığımda masaya eğilerek başımı iki yana salladım. “Olmaz, başka bir yolu olmalı!” sert çıkan sesim onu bir kez olsun şaşırtmazken olacaklara hazırlıklı gibi rahat bir hali vardı. Rahattı ama gözlerinden akan endişe ve saf nefret de günyüzündeydi. Elini sertçe masaya vurduğunda, “Yok işte yok!” diyerek bağırdı. “Olsa gelip de burada sana seçenek zorunluluğunu sunar mıyım!”

Yanan gözlerimin üzerine kapattığım ellerimi sıkıca yuvalarına bastırdım. Sabır dilercesine Allah’a yalvardığımda ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. “Kimi bulabilirim ki? Diyelim buldum, evlenmem sisteme giriş yapmamaları için ne gibi bir önlem olabilir? Bu çok saçma bir fikir, olayı önleyeceğini sanmıyorum.” ellerim havada sorularıma cevap ararcasına yüzüne baktığımda oturduğu yerden hızla kalktı. Odanın içerisinde volta atmaya başladığında sinirle lafa girdi. “Tam ismini bildiklerine göre soy adın değişirse bulmaları zorlaşır. Evlenip kısa bir süre göz önünde bulunmazsan da soruna çare bulmak için zaman kazanırız.”

Ellerimi masaya vurarak ayağa kalktığımda tam karşısına dikildim. “Kimi bulacağız kimi! Kimle sahte evcilik oynayıp yüz üstü bırakacağım! Söyleyin, her şeyi düşündüğünüz gibi buna da cevap verin! Tam adımı bilen evlendiğim adamı bulamaz mı zannediyorsunuz? Çok saçma bir fikir bu!” havaya kalkan sol kaşım dimdik dururken kasılmaya başlayan çenem ile burnumdan soluyordum.

Elini arkamdaki masaya doğru uzatarak, “Geç otur konuşacağız.” Dedi ilerlememi emreden dominant sesiyle. Ayaklarımı yere sertçe vurarak tabiri caizse tepindiğim esnada masaya ilerledim. Yerime sertçe oturduğumda bir anda geriye dönen sandalye ile oturduğum yerden gür bir kahkaha atım. Psikolojim bozulmaya başlıyordu anlaşılan.

Dönen sandalyeyi eski haline getirdiğimde yüzüme pür dikkatle bakan Miralay ile göz göze geldim. Ellerini birbirine kenetleyerek dudaklarını araladı. “Aklımda iki aday var. İkisinden birini seçmek zorundasın zaten anlaşmalı olacağı için sonrasında bir sorun yaşamayacaksın.” Boş cümlelerini arkası ardınca sıralarken araya girdim. “Sadede gelir misin!”

Derin bir nefes alarak yüzüme boş bakışlar attığında, “Kalender Çiler, Tekin Akar. Seç, beğen, al.” Dedi hızlıca. Dudaklarım duyduklarımla büzüldüğünde, “Ne!” kelimesi dudaklarımın arasından firar etti.

Omuzlarını kaldırarak geri indirdi. “Kimin olmasını bekliyordun ki?” Sorduğu soru ile anlık donup kalırken dudaklarım büzüldü. “Beklemiyordum sadece…”

Telefonunu çıkarıp birkaç tuşa bastığında kulağına götürdü. “İçeri gel.” Telefonu kapatır kapatmaz kapı saniyeler içerisinde aralanırken Erdem ile göz göze geldik. Odanın tam ortasına geldiğinde, “Buyurun albayım.” Dedi gözlerini Miralay’a kenetleyerek. Miralay avuç içlerini gözlerinin üzerinde gezdirirken boğuk bir sesle konuştu. “Bize çay, su, kahve… Bir şeyler getirsene.”

Erdem başını sallayarak uyuşuk adımlarıyla dışarıya çıktığında başımı masaya yaslayarak gözlerimi kapattım.

“Tekin olabilir çünkü ailesini yeni kaybetti ve destek amaçlı yanında olabilirsin. Tekin’in aile bilgilerine ulaştıklarında pek bir sonuç elde edemezler çünkü ailesi normal insanlar. Kaba taslak aşk hikayeniz; destek, teselli vermek için yanında olduğun zamanda aranızdaki etkileşim ile evlenme kararı almanız olabilir. Tekin’in tek dezavantajı denk olmamanız. Aranızda ciddi bir rütbe farkı var. Eğer ki inceleyen birisi dikkatliyse kafasında soru işareti açabilecek bir nokta bu ama gene de ne olursa olsun aileye durum açıklamaktan kaçınabileceğin adam da Tekin. Kalender olabilir çünkü hem denksiniz hem uyumlu. Ailesi sıcak insanlar evet hatta seni de çok sevebilecek sıcaklıktalar ama eğer ki sonrasında ayrılma kararı alırsanız aileye durum açıklamak zor olabilir. Her neyse, Kalender Tekin’e nazaran daha iyi bir kaçış noktası olabilir çünkü seni anlar. Kalender’in analiz yeteneği çok güçlü, bu durumu ona açıkladığında sana rahatlıkla ayak uydurabilecek adamdır Kalender. Eğer ki ikisinden birini seçersen bu olay yalnızca üstler ve seçtiğin adamla aramızda kalacak. Timden kimse olayın aslını bilmeyecek, evet tahmin edebilirler, evet bir anda çıkan evlilik olayının bir yalan olduğunu sezebilirler ama gerçeği de bilmeyecekler.” Başımı yasladığım masaya doğru akan bir damla yaş düştüğü yeri ıslattı. Yıkılan bir kadının ayak uydurması gereken gerçekleri vardı. “Sence.” Dedim boğukça mırıldanarak. “Kalender Çiler.” Dedi tek nefeste. Yalnızca başımı salladım. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarıma varamadan yana doğru devrildiği için masanın yüzeyi ıslanmaya başlamıştı. Hedefim asla evlenmek değildi ama doğanın kanunu olsa gerek, Armin Tan mutlu olmayı hak etmiyordu.

Çalınan kapı karşısında hiç bozuntuya vermeyerek yatmaya devam ettiğimde attığı adımdan içeriye girenin Erdem olduğunu anlamıştım. Tepsiyi ikimizin ortasına bıraktığında gözlerinden akan yaşlar ve kızaran göz akıma kısa bir bakış attı. “Komutanım iyi misiniz?” Yavaşça gülümsedim. “Çok iyiyim Erdem sen nasılsın?”

Erdem çekingence gülümsedi. Gözleri anlamak istercesine yüzümde gezinmeye devam ederken, “Ben de iyiyim komutanım sağ olun.” Diyerek sakince yanımızdan ayrıldı. Öksürmeye başladığımda daralan nefesim ile doğrularak elimi göğüs kafesimin üzerine bıraktım. Tepsideki sulardan birini alarak içmeye başladığımda kuruyan boğazımdan geçen sıvı iyi hissetmeme neden olmuştu.

“Bu arada düğününüzü de yapacaksınız ki gerçekçi olsun. Time açıklayın sonra da nikah işlemleri için hazırlıklarınızı yapın yakın bir zaman içerisinde görev emri gelebilir temkinli olmakta fayda var.” Şu andan itibaren duyduğum her şeye başımı sallamakla yetiniyordum. Dirseklerimi masaya yasladığımda avuçlarımı alnımın iki yanına sardım. Yüzüm ağladığım zaman büründüğü ifadeye ev sahipliği yaptığında kaşlarımın arasında büyük çizgiler oluştuğunu hissedebiliyordum. Dudaklarım ağlamamak için kendimi sıkmamdan kaynaklı gerilerek büzüldüğünde omuzlarım sarsıldı.

“Üsteğmenim!” duyduğum sert, gür sesle yanaklarımdan dakikalar önce akan yaşların yer ettiği yolu silerek ayaklandım. “Emredin komutanım!” topuk selamı vererek ciddi bir ifadeyle yüzüne bakmayı sürdürdüm. Ellerini masaya yavaşça vurarak ayaklandı. Tam karşımda dikildiği esnada, “Merkez tabur komutanlığı için seçilecek özel hareket ekibinin dosyalarını masana bıraktım. Yardımcınla ortaklaşa fikir alışverişi yaparak ekibi oluşturun. Yarına yürürlülüğe girmemiz lazım acele etseniz iyi olur.” diyerek başıyla kapıyı işaret etti.

Başımı hafifçe eğerek kapıya yöneldiğimde adımlarım seri olsa dahi içim durgundu. Kapının tam karşısında yere oturmuş Erdem’i gördüğümde yavaşça güldüm. “Niye boş boş yerde oturuyorsun? Gidip erlerin içtimasının başında dursana.”

Erdem omuzlarını kaldırıp indirerek, “Erlerin başında Göktürk Yüzbaşı var.” Dedi tekdüze bir sesle.

Kaşlarım çatıldığında az önce ağlamanım verdiği etki ile akan burnumu çektim. Elimi Erdem’e uzattığımda tutması için ısrarla gözlerine baktım. Elimi tutarak ayaklandığında elimi omuzuna atarak pat patladım. “Gel bakalım biraz konuşalım.” Dudaklarını birbirine bastırarak başını eğdiğinde ağır adımlarla bahçeye ilerliyorduk. Bahçeye çıktığımızda esen havanın sesi kulaklarıma dolarken ek olarak Göktürk’ün sinirli sesini de duyuyordum. Erlerin yapmış olduğu hatalara karşılık gergin bir ifadeyle bağıran adamı sakinleştirmek pek de mümkün gibi görünmüyordu şahsen.

Erdem’le beraber sakince er topluluğunu geçtiğimizde yakında tapusunu alacağım çardağa oturduk. Uzun üniformanın kollarını hafifçe çekiştirdiğimde cebimden çıkardığım sigara paketini ortaya attım. İçerisinden kendim için ince bir dal aldığımda esen havanın ateşimi söndürmemesi için elimi dalın etrafına siper ettim. Tutuşan tütünün kokusu burnuma dolarken çakmağı da paketin üzerine bıraktım.

Erdem izin istercesine gözlerime baktığında yavaşça gülerek sigaramdan derin bir nefes aldım. Sigarasını yakan adamın gözleri hüzünle karışık adlandıramadığım bir duyguya sahiplik ederken lafa girdim. “Ne sıktı canını Erdem?”

Yavaşça yutkunduğunda gözlerini yorgunluktan olsa gerek sıkıca yumarak geri açtı. “Yaralandığınız gün sizi hastaneden almaya geldiğim gün var ya?” diyerek hatırlayıp hatırlamadığımı test etmek adına yüzüme bakındı. Gözlerimi yavaşça yumarak başımı salladığımda aldığı cevapla devam etti. “Hemşire… Komutanım yok böyle bir kadın ya! Gördükçe kalbim ağrıyor, dayanamıyorum ben.” İsyan edercesine söyledikleri ile elini alnına sertçe vurdu. Gülmeye başladığımda umutsuzca yüzüme baktı. “Âşık olmuşsun işte.” Gülmem git gide büyürken utançla gözlerini kaçırdı. “Ne var, git konuş ne söyleyebilir ki en fazla?”

Omuzları bilmem dercesine inip kalktığında, “Çok aksi ve fevri komutanım ne zaman konuşmaya çalışsam tersliyor. Neden böyle davrandığını anlamıyorum, onu rahatsız edecek bir hareketim de olmadı aslında ama…” dedi sigarasının zehrini içine çekerek. Aynı şekilde sigaramı içmeye devam ettiğimde esen soğuk hava iliklerime kadar işlemişti. “Belki o da sevgisini böyle belli ediyordur. Laf sokarak, tersleyerek… Senin dayanıklılığını ölçüyor olabilir, emin olamadım.”

Erdem’le biraz daha konuştuğumuzda üşüdüğüm için içeriye geçmeye karar verdim. Çalışma odasının olduğu kata çıktığımda sakince kapıyı açarak içeri geçtim. Masada oturan adamı gördüğümde olduğum yerde sıçrayarak derin bir nefes aldım. “Ne yapıyorsun?” Kalender şaşkınlıkla bana baktığında önündeki dosyayı eline alarak bana doğru gösterdi. “Merkez tabur komutanlığı için ekibe üye bakıyordum Albay gönderdi.”

Başımı sallayarak en baş köşede duran masama geçtiğimde masadaki telefona sarılarak numarayı tuşladım.

Telefonu açan Erdem hızla konuştu. “Buyurun komutanım.”

“Erdem Kurtuluş çalışma odasına iki Nescafe getirir misin? Bir de tatlı varsa...” Dediğimde Erdem onaylayarak telefonu kapattı.

Önüme bırakılan yığın halindeki dosyalara bakarak göz devirdim. En üstteki dosyayı açıp okumaya başladığımda yarısına gelemeden kapı çaldı. “Gel!”

Erdem elinde tepsiyle odaya girdiğinde yakında olan Kalender’in masasına kahvesini ve baklava tabağını bırakarak benim yanıma geldi. Aynı şekilde benim masama da bıraktığında teşekkür ederek çıkabileceğini söyledim.

Aradan geçen dakikalarda okuduğum on dosyanın altısını onaylamıştım. Kalender’e baktığımda önündeki dosyaları yarıladığını ve imzalarını attığını gördüm. Derin bir nefes alarak yanaklarımı havayla doldurduğumda sakince sordum. “Evlilik düşünür müsünüz?”

Kalender duyduğu soruyla kaşlarını havalandırdığında, “Ne zaman ve kiminle acaba?” dedi şaşkınlık akan sesiyle.

Ellerimi dosyaların üzerine koyarak kenetlediğimde, “Benimle evlenir misin?” dedim kısaca.

Kalender sakince gülümsediğinde benim gibi ellerini dosyaların üzerinde kenetledi. “Komutanım siz iyi misiniz, bir sorun mu var?” meraklı ve endişeli çıkan sesi ile sıkıntıyla ofladım.

Gözlerimi sıkıca yumarak geri açtım. “Bak Kalender sana açık konuşacağım. Benim geçmişim pek sağlam değil, aile açısından. Askerliğe başladığım ilk günden bu yana; yaptığım operasyondan, üstlerle konuştuğum olaylara kadar sisteme kayıtlı olan dosyama son iki gündür giriş yapmaya çalışıyorlar. Tam ismimi bilen çok nadir kişiler varken, olayın aslını öğrenmek kolay olmayacak çünkü hepsi güvendiğim insanlar. Soy isim değişikliği ile bilgilerime ulaşma sürelerini arttırmaktan başka çözümümüz yok maalesef… Miralay ile bu konu hakkında münazaramızı yaptık. Bana iki isim sundu, ben kararımı verdim. Eğer ki bana yol arkadaşı olmayı uygun görürsen detayları konuşuruz.” Ellerimi yanaklarımın iki yanına sardığımda başımı masaya doğru eğdim. Kapanan gözlerimin arasından yaşlar firar ederken içimde hiçbir zaman mutluluğa dair his barındıramayacağımı hissettim.

Mırıldanan Kalender’in sesi kulaklarıma dolduğunda omuzlarım hafifçe sarsıldı. “Armin şu an ne diyebileceğimi bilmiyorum çünkü çok ani oldu…” Öksürerek uzun bir süre sessiz kaldı. Yanan gözlerimi pek çok kez kırpıştırdığımda bedenimi rahatsız edici his ile burnumu çektim. Başımı eğik konumdan dik hale getirdiğimde kapalı gözlerimi açarak yaşlarımın yol bellediği istikametin üzerinden ellerimi gezdirdim.

“Detayları konuşabiliriz.” Duyduğum net, kararlı ses ile ıslanan kirpiklerimi araladığımda burukça yüzüne baktım. “Ciddi bir olay bu Kalender. Aileni, sevdiklerini… kısacası açıklama yapman gereken herkesi göz önünde bulundurman lazım, iyi düşün. Seni zorlamak istemiyorum, hayır dersen bir daha ağzımı bile açmam kendini zorunlu hissetme sakın.” Benim aksime Kalender’in düşünmesi gereken bir ailesi vardı. Başımın aklanması adına yanıma almak istediğim adamın hayatını da karartmaya hakkım yoktu. En azından kendi hür iradesi ile yanımda durması gerekirdi. Ondan duymak istediğim karar direkt kabullenmesi değildi. İçtenlikle bütün olası ihtimalleri düşünerek bir adım atmasıydı.

“Aç mısın?” dedi konuyu tamamen farklı bir noktaya çekerek.

Geldiğim andan beri Ertuğrul dışında kimsenin benimle konuşmaması canımı sıktığından yediğim yemek de boğazımda kalmıştı adeta. Başımı sallayarak dudaklarımı yavaşça büzdüm. “Çok değil ama bir şeyler yiyebilirim.” Dediklerim ile yavaşça gülümsediğinde ellerini masaya yavaşça vurarak ayaklandı. “O zaman kalk bakalım, gidiyoruz.” Kaşlarım havalanırken emin misin dercesine yüzüne baktım. Başını sallayarak ısrarcı olduğunda sakince ayaklandım. Hızla kapıyı açarak geçmem için kısa bir baş hareketi yaptığında ileriye doğru atıldım. Kapıyı çektiğinde büyük adımları önden adımladığım alana varmasına neden oldu. Koridorda yan yana yürürken üst katta bulunan teçhizat odasına çıkmak için merdivenlere yöneldik. Seri hamlelerle odaya geldiğimizde parmağımı cihaza okutarak kapının açılmasını bekledim. İçeri geçtiğimde kendi dolabımdan daha önce yedek kıyafetlerin durması adına koyduğum paltomu aldım. Hâkî yeşili paltom üniformam ile uyumlu dururken başımdaki bereyi çıkararak dolaba bıraktım. Kalendere döndüğümde hazır bir vaziyette beni beklediğini gördüm. Oyalanmadan çıktığımızda dinlenme odasının önünde adımlarımı yavaşlattım. Kalender’e yandan bir bakış attığımda başını sallayarak gözlerimle anlattığım olayı onayladı. Kapıyı yavaşça aralayarak içeriye göz attığımda hepsinin sakince oturduğunu gördüm. Kalender’in bedenini arkamda hissederken, “Bizim biraz işimiz var, geliriz birkaç saate.” Dediğimde oturan adamların gözlerinden geçen merakı dile getiren Tekin olmuştu. Elini kısa sarı saçlarının üzerinde dolandırırken, “Nereye?” dedi kısılan gözleriyle ikimizi tararken. Bir an ne diyeceğimi bilemez gibi sustuğumda Kalender araya girdi. “Sana ne? Adam akıllı haber verdik her şeyin altını üstünü kurcalama başçavuşum.” Tekin arkamdaki adama sertçe bir bakış attığında, “İyi o zaman, kapıyı da kapatırsanız makbule geçer teğmenim.” Dedi alayla. Kalender sinirle soluduğunda başımın üzerine çarpan nefesini hissedebilmiştim. “İşinize bakın başçavuşum.”

Kalender kolunu belime doğru atarak geriye çektiğinde kapıyı sertçe kapattı. Kolunu bedenimden ayırarak önden hızla yürümeye başladığında aralarındaki keskin gerilim hattının sebebini idrak edememiştim.

Cebimden çıkardığım anahtarı önden yürüyen adama fırlattığımda atik bir hamleyle tuttu. Arabaların park edildiği alana döndüğünde yavaşça durdu. Adımlarımla arabanın yerini tarif ettiğimde yan koltuğa geçerek kemerimi bağladım. Kalender’de aynı işlemi uyguladığında hızla tugaydan ayrılmıştık. Ormanlık araziden çıkarak ana yola saptığımızda nereye gideceğimiz hakkında pek bir fikrim yoktu.

Hava günler geçtikçe git gide soğurken bedenim soğuğa karşı direnmeye çalışıyordu. Arabanın koltuk ısıtma sistemini aktif hale getirdiğimde oturduğum yer saniyeler içerisinde ısınmaya başladı. Soğuktan kasılan bedenim yavaşça gevşemeye başlarken başımı geriye atarak gözlerimi yumdum.

Araba on beş, yirmi dakika olduğunu düşündüğüm süre sonunda durduğunda gözlerimi aralayarak etrafa bakındım. Girdiğimiz sokak boydan boya kahvaltıcılarla donanmışken ilk defa gördüğüm yerle içimdeki merak duygusu harmanlanmıştı. Elim kapı kolunda gittiğinde, “Bekle önce ben ineyim.” Diyen Kalender’in sesini duydum.

Kaşlarım çatık bir vaziyette şoför koltuğuna döndüğünde Kalender çoktan arabadan inmişti. Benim olduğum tarafa geldiğinde kapımı açarak çıkmamı bekledi. Oturduğum yerden kalkarak kaldırıma adımımı bıraktığımda kaşlarım hâlâ çatıktı. “Ne oluyor?” dedim garip bir mimikle.

Kalender etrafa bir bakış attığında yürümem için başını ileri eğdi. Yürümeye başladığım sırada gözlerimi devirdim. “Doğuda tek başına yürümen pek hoş karşılanmayabilir. Hele ki askersen olay daha farklıdır.” Çatık kaşlarım git gide çatılırken dudaklarım iğrenircesine buruştu. “Ne alaka, anlayamadım.”

Kalender derin bir nefes aldı. “Askerleri sevmiyorlar. Aşiretlerin çoğunluğunun terörle bağlantısı olduğu için tanımadıkları birinin asker olup olmadığını, bu tarafla bir aile bağı var mı yok mu anlarlar. Anladıkları zamanda ona göre muamele yapıyorlar. Kadınların sokakta tek dolaşması yasak gibi bir şeydir. Ya da asker eşlerinin manavdan meyse sebze almak için yönelmesi… Almak istediğini satmazlar, vermek istediğini almazlar… Saçma sapan kurallar, adetler. Kısacası bu tarafla aile bağı olmayan, doğu illeri dışında yaşayan, büyüyen birini aralarında görmek istemezler.” Duyduklarım ile yüzüm boş bir ifadeye ev sahipliği yaptığında ne kadar farklı bir yaşam sürdükleri ile karşı karşıya kaldım.

Kalender sağa yönelerek bir kahvaltıcıya girdiğinde garsonlar hızla bize doğru yöneldi. “Kalender! Hoş geldiniz aslanım.” Garsonların arkasından çıkan adam gördüğü yüz ile gülümsediğinde önce Kalender’in omzuna vurarak hemen ardından kendine çekerek sarıldı.

Kalender adamın hareketi karşısında güldüğünde, “Hoş bulduk ağabey.” Diyerek adamın sarılışına karşılık verdi.

Selamlaşma faslı bittiğinde köşelerde bulunan ufak bir masaya oturduk. Tam karşımdaki Kalender gelen garsona, ortak kararımız ile serpme kahvaltı söylediğinde bakışlarını bana çevirdi. “Ben gelene kadar biraz düşünme fırsatını buldum kendimde Armin. Açık söylemek gerekirse aklımın ucundan geçmezdi ama halini anlamaya, empati yapmaya çalıyorum. Eğer ki ne yapmam konusunda bana yardımcı olursan ben de sana seve seve yardım ederim.” Yüzüme hafif bir tebessümle bakarken aynı şekilde karşılık verdim. Hafiften dolan gözlerim artık bütün olayların peş peşe gelmesine dayanamıyor gibiydi. Bedenim yaşadıklarım karşısında direniyordu, korkuyordum artık. Bedenimin yaşanılanlara dayanamamasından köpek gibi korkuyordum. İçim bunaldıkça sarıldığım sigaranın nefesimi kesmesinden, yumurtalıklarımdaki kistlerimin ani hareketlerimle pıhtı atmasından, kalbimin öğrendiğim her bir gerçek karşısında hızlanarak dengesinin bozulmasından… Mutlu olup etrafa gülücükler saçmaya bayılan kadından, ruhumun çekilmesini ayna karşısında izleyen kadın olmak bana garip geliyordu.

“Aramızda ki ilişkinin sahteliğini bilen kişiler yalnızca, ikimiz ve üstler olacak. Miralay timden hiç kimsenin gerçeği bilmesini istemiyor. Evet tahmin edecekler ama yalnızca tahminle kalacak. Her şeyin gerçekçiliğini tam anlamıyla yerine getirilmemizi istedikleri için düğün yapacakmışız. Olayların saçmalığının farkındayım ama eğer ki canı gönülden yanımda durarak beni desteklemek istiyorsan ortak karar vermemiz gereken konular var. Elbette ki elde etmek istediğimiz olaylar günyüzüne çıktığında anlaşmalı bir şekilde boşanacağız hatta bunun için evlenmeden önce Samet’e bir anlaşma protokolü hazırlatmayı düşünüyorum. Tabii bunun için Miralay ile konuşmam lazım, Samet’le araları pek iyi olmadığı için kabul etmeyebilir. Her neyse, genel olarak çıkar amaçlı bir evlilik düşün. Sonrasında ise yollarımız ayrılacak ama senden şunu istemiyorum, eğer ki evlilik sonrasından bana olan hislerin değişirse ilk seferki düzenimizin bozulmasını istemiyorum. Kast ettiğim olay şu, aramızdaki ilişki alt- üst ilişkisi ve bu değişirse işimle duygularımı harmanlamak…” başımı iki yana salladım. “Olmaz, o yüzden şu an bana karşı ne hissediyorsan aynı şekilde kalmanı istiyorum Kalender. Sana baştan söylüyorum, eğer ki işin sonunda olayın rengi değişirse seninle bu konuyu bir daha konuşmam ve yollarımızı ayırırım. Zeki ve sözünün ehli bir adam olduğunu hem görüyor hem de hissedebiliyorum. Seni seçmemdeki en büyük etkenlerden ikisi de buydu aslında.” Konuşmamın yarısında masayı dizen garsonun önüme bıraktığı suyu açarak birkaç yudum içerek boğazımı nemlendirdim. “Dediklerimi düşün, taşın. Mantıklı veya mantıksız gelen bir yer varsa benimle paylaş ve beraber yorumlayalım. Diyeceklerim bu kadar senin düşüncelerini bekliyor olacağım.” Suyumu kenara bırakarak önümdeki omletten bir çatal aldığımda Kalender’in düşünceli hali içimdeki merak duygusunu harmanlamıştı.

Tabağımı yarıladığımda Kalender de bana katılarak önündeki kahvaltılıklardan tabağına almaya başladı. Uzun bir süre aramızda herhangi bir konuşma geçmezken, Kalender’den gelecek yorumu bekliyordum. Ilımaya yüz tutmuş çayımdan kısa bir yudum aldığımda telefonumdan gelen bildirim sesi ile dikkatim dağıldı. Telefonun kilidini açarak gelen mesaja tıkladığımda sakince okumaya başladım.

ANNEM: Bebeğim, verdiğin şişedeki sıvı hakkındaki sonuçlar elime ulaştı. Daha incelemeye fırsatım olmadı ama sen müsait olunca beni ara beraber bakalım. (13.24)

Füsun’dan gelen mesaj içimde oluşan hafiflemenin bir parçası olurken ona kısa süre içerisinde dönüş yapacağımı söyleyerek telefonu masaya bıraktım.

Kalender bana bir sorun olup olmadığına dair derin gözlerle bakarken rahatça mırıldandım. “Bir sorun yok, beklediğim bir bilgi elime ulaştı.” Kısaca aktardığım olay karşısında başını sallayarak yutkundu. Çayından kısa bir yudum alarak boğazını temizledi.

Dirseklerini masaya yaslayarak ellerini çene hizasında kenetlediğinde, “Armin sana karşı beslediğim duyguya ister abla, kardeş de ister dostluk de bundan ötesi yok. Sana saygım sonsuz ama düşündüğün gibi bir durum yok ve olacağını da sanmıyorum. Aile konusuna takılmana gerek yok çünkü verdiğim kararlarda arkamda duran bir ailem var bu konuda sorun çıkmayacaktır. Olayları hızlandırmak istiyorsan hemen şimdi başlayabiliriz, ben sana ayak uydurmaya hazırım. Madem iki kişinin arasından beni uygun gördün ve sırrını paylaştın, o zaman bana da yardım etmek düşer.” Cümlelerin her birinin altında saf duygular yatarken yüzümde buruk bir ifade ile dinledim dediklerini. Gülümseyerek elimi koluna atıp sıktığımda, “Her şey için teşekkür ederim Kalender.” Dedim. Gözlerimin içine bakarak sakince tebessüm ettiğinde, “O zaman alyanstan mı, nikah gününden mi… Nereden başlayalım Armin Hanım?” dedi gülerek. Duyduklarım ile dudaklarım gerildiğinde omuz silktim. “Biz bir yıldırım nikahı işlemlerini halledelim devamına bakarız.”

Yıldırım nikahını elimizi çabuk tutarsak yarın dahi kıyabileceğimiz bir nikah türüydü. Açıklama yapmamız gereken insanlar olduğu için tarihi bir haftanın içerisine yaymak gibi bir planım vardı ve bu plan için gereken prosedürlere ulaşmamız lazımdı.

Kalender hesabı isteyerek kısa bir telefon görüşmesi yapmak için telefona sarıldığında sakince olanları izliyordum.

Hesap geldiğinde elimi öne doğru uzatmamla geriye itilmem saniyeler içerisinde gerçekleşmişti. Kalender’e kısa bir bakış atarak onu buraya benim sürüklediğimi anlatmaya çalışırken, Kalender bir bana bakış atıyor bir yandan da telefonda konuşmaya devam ediyordu. Telefonla konuştuğu için çok uzatarak canını sıkmak istemediğimden hesabı ödemesini izledim.

Kısa bir süre içerisinde telefonunu kapatarak cebine attığında bakışlarını bana çevirdi. “Kalkalım mı?” dediğine karşılık başımı sallayarak onayladığımda oturduğum sandalyeyi bacaklarımla geriye ittirdim.

Çıkışa doğru ilerlediğimizde arabayı park ettiğimiz alan doğru giderek amacımıza ulaştık. Arabaya bindiğimizde sakince Kalender’e döndüm. “Ne yapıyoruz?”

“Nikah işlemleri için gereken işlemler neler onları öğrenip, hazırlıklara başlıyoruz.” Cümlesini tamamlar tamamlamaz arabayı çalıştırdığında aklında bir plan olduğunu düşünerek sessizce dediklerine uymaya karar verdim.

Yolların üzerine belirli aralıklarla çekilmiş çizgileri son hız arkamızda bırakırken bundan sonra ne olacağı da aklımı kurcalayan bir diğer önemli konuydu.

Düşüncelerin zihnimi ve bedenimi boğduğu zaman içerisinde bir yere gelmiştik. Neresi olduğu hakkında pek bir fikrim olmasa da yavaşça kapımı araladım. Dışarıya doğru bir adım attığımda gözlerim hızla etrafı taradı.

Kalender yanıma gelerek, “Önce gereken prosedürler neymiş, ne değilmiş onları öğrenelim sonra devam ederiz.” Dedi yürümeye devam ettiği esnada. İçerisine girdiğimiz yerin evlendirme memurluğu olduğunu üzerinde yazan tabelada okumuştum.

KURTULUŞ

Aradan geçen birkaç saatlik zaman diliminde gereken işlemleri halletmiş şu anda hastane olaylarına girmiş bulunuyorduk. Kan vermek için girdiğimiz sırada, ekranın üzerinde yanan ismim ile ikimiz de ayaklanarak içeri geçtik.

İki elime sığdıramadığım kan tüplerinin yarısını kadının önüne bıraktığımda, diğer yarısını da ceplerimden çıkardım. Paltomu çıkararak Kalender’e verdiğimde üniformanın dar kolunu zorla sıvadım. Kadın sakince turnikeyi koluma geçirerek sıktığında damarlarımın günyüzüne çıkması bir olmuştu. İğneyi hazırladığında kolumu pamukla temizleyerek kendine çekti. Başımı kadının ters yönüne çevirerek gözlerimi kapattığımda derime delen iğnenin hafif sızısını hissedebilmiştim. Kadının sinirle oflama sesi kulaklarıma dolarken gözlerimi merakla üzerine çevirdim. Damarı bulamamış olacak ki koluma iğneyi defalarca sokup çıkarışına uzun bir süre maruz kalmıştım. Saniyeler dakikaları devirirken kanının bilmem kaçıncı değiştirdiği kan tüpü ile derin bir nefes aldım. Gözlerimi açarak karşımda dikilen adama baktığımda yavaşça gülümsedi.

Kadın derin nefeslerimden sıkıldığımı anlamış gibi iğneyi derimden ayırdığında pamuğu koluma bastırdı. Pamuğu kadının elinden alarak koluma bastırmaya devam ettiğimde belli bir süre ayağa kalkmadım. Kendime gelir gibi olduğumda sakince ayaklandım. Kalender elindeki paltomu ve kendi paltosunu bana uzattığında alarak sakince kan alım işleminin döngüsünü izlemeye başladım. Onu aşkın tüpün içerisine dolan bordo sıvıyı boş gözlerle izliyordum.

Dakikalar sonunda biten işlem ile ayaklanan adama paltosunu uzattım. An itibariyle bütün nikah işlemlerimizi tamamlamış bulunuyorduk. Kalender’e dönerek genişçe tebessüm ettiğimde elimi havaya kaldırdım. Bana bakarak gülümsediğinde elime çarptı. Geçmem için önünü işaret ettiğinde ağır adımlarla dışarıya doğru yürümeye başladım.

Hastaneden çıktıktan sonra evraklarımızı teslim etmiştik. Araba hâlâ nikah dairesinin önünde dururken anlamsızca Kalender’e bakındım. “Neyi bekliyoruz? Gidelim artık, daha imzalanacak dosyalar var.”

Kalender dediklerimle arabayı bugün içerisinde bilmem kaçıncı kez çalıştırdı. “Gidiyoruz ama daha değil. Madem inandırıcı olmamız lazım bir kuyumcu ziyareti yapalım.” Dediklerine karşılık kaşlarım hızla havalandığında başımı iki yana salladım. “Yok, olmaz. Gidip ne alacağız sanki?” kurtuluş kapısı adı altında yapılan şeylere tonlarca para harcamak, harcatmak istemiyordum.

Kalender bana yandan kısa bir bakış attığında, “En azından basit bir yüzük almak işimizi kolaylaştırır Armin Hanım.” Dedi ciddiyetle.

Gözlerimi devirerek deliye he dercesine başımı salladığımda yaptığım hareketi taklit etti. Yolculuğumuzun ayrısı Kalender’in takı merasim konuşmasını dinlemekle geçerken, sanki olayın kaynağı ben değilmişçesine rahat davranıyordum. Kafama takarsam, takardım. Ciddi anlamda kafama taktığım olaylar içimdeki her bir hücrenin saniyeler içerisinde ölmesine neden oluyordu adeta.

Araba kuyumcuların olduğu bir sokakta durduğunda bakışlarım boşça yere düştü. Kapım açıldığında elimin üzerine bırakılan bir el hissettim. Kalender rahat hissetmem adına gözlerimin derinliklerine bakarken elini tutarak dışarı çıktım. Elimi elinden çekerek kollarımı göğsümde birleştirdiğimde esen sert rüzgâr yüzüme bir tokat misali yapışmıştı.

Ensemde yaptığım topuz günün koşturmasından açılırken; arsız saç tellerim alnıma, yanaklarıma, enseme saçılmıştı. Rüzgârın güçlü hissi tokamın çözülmemek için direnen son gücünü kestirip attığında saçlarım tamamen omuzlarıma dökülmüştü. Yüzümün sol tarafını tamamen esir alan saçlarımı sakince geriye attığımda bir kuyumcuya girmiştik.

Kalender camekanın arkasındaki adamın elini sıkarak bakmak istediği mücevherler hakkında bilgi verdiğinde adam memnuniyetle başını sallayarak önündeki tamamı camdan yapılmış çekmeceleri açtı. Altı, yediye yakın kutuyu yan yana dizdiğinde Kalender bana baktı. “Sen, seç ben anlamam.” Ben çok anlardım çünkü… Başımı sallayarak kutulara kısa bakışlar attığımda düz alyansların dizilmiş olduğu kutu ilgimi çekmişti. Kalender’e beğendiğim düz simit model sade alyansı gösterdiğimde, “Beğendiysen ben takarım, hiç önemli değil. İstediği seç.” Diyerek son kararı bana bıraktı. Adama istediğim alyansı gösterdiğimde yüzük ölçülerimi almıştı. Yüzüklerin boyutları elinde olduğu için alırken bekleme süresi gibi bir olayla karşılaşmamak beni mutlu etmişti. Ücreti Kalender ile yarı yarıya ödeme kararı aldığımızda tam çıkmak için dışarı yöneldiğimde koluma sarılan el beni geriye çekmişti. Kalender’e anlamsız gözlerle baktığımda, “Ne oldu?” diyerek sordum.

“Tektaş.” Diyerek mırıldandı arkasındaki yüzüklerin dolu olduğu kutuyu göstererek.

“Kalender.” Dedim onun gibi mırıldanarak.

Seçmem için gözleriyle ısrar ettiğinde derin bir nefes aldım. Tekrardan kutuların önünde durduğumda gözüme ilk çarpan orta büyüklükte standart kesim tektaşı gösterdim adama. Adam yüzük ölçümü az önce aldığı için rahatlıkla parmağıma uygun yüzük ölçüsünü ararken sakince bekledim. Seçtiğim tektaşı kutusuna koyarak bana uzattığında ücreti Kalender’e ödetmeden ödeyerek dükkândan ayrıldım.

Kalender peşimden geldiğinde arabaya geçerek koltuk ısıtmalarını aktifleştirdim. Elimdeki ufak kuyumcu poşetlerini bacaklarımın üzerine bıraktığımda ayanıma oturan adama baktım. “Madem yolculuğumda yanımda olmaya karar verdin, o zaman sana bu alyansı emanet ediyorum Kalender. Günü geldiğinde senden almak üzere veriyorum. Hatta düzelteyim, takıyorum.” İçinde hiçbir yazı olmayan boş alyansı Kalender’in sağ yüzük parmağına geçirdiğimde sakince yaptığım hareketi izledi.

Bacağımın üzerinde duran bana ait poşeti kendi bacağının üzerine bıraktığında kutuyu açtı. “O zaman, zamanı geldiğinde tekrardan bu kutulara konulup ebediyete karışmaları adına sana bu yüzükleri ilk ve son defa takıyorum Armin.” İlk olarak sağ yüzük parmağıma geçirilen alyansı iyice geriye itekledi. Hemen arından alyansın üzerine seçtiğim standart kesim tektaşı taktığında geri çekildi.

Ellerimizi yan yana getirdiğimizde sinirden gülmeye başladım. Kalender olayın ciddiyetini yeni yeni farkına varabilmiş gibi bana eşlik ederek gülmeye başladığında, hafif kıkırdamam kahkahaya dönüşmüştü. Kalender omzuma yavaşça vurarak beni sağa ittirdiğinde kahkahalarımın sesi arabayı dolduruyordu. Kalender beni takmayarak arabayı çalıştırdığında işin trajikomik tarafını yavaş yavaş idrak etmek beni germeye başlamıştı. Ağlanacak halime gülerken tamamen duygu patlaması yaşıyor olabilirdim. Ceplerimi karıştırarak elime geçirdiğim sigaradan bir dal alarak dudaklarımın arasına sıkıştırdığımda ucunu alevlendirerek Kalender’in dudaklarının arasına sıkıştırdım. Aynı hareketi kendim için tekrarladığımda Kalender iki tarafın da camlarını yarım bir vaziyette açmıştı.

Sigaramın zehrimi bedenimin en derinliklerine gömmek istercesine içime çektiğimde zihnim her zaman olduğunda daha da bulanıktı.

Sigaramı bitirdiğimde gözlerimi kapatarak başımı cama yasladım. Kulaklarıma aşinası olmadığım bir bildirim sesi dolduğunda, “Nikah tarihi için bilgi geldi. 21 Ekim 2020, saat öğlen iki.” Dedi sakince. İki gün sonra gerçekleşecek nikah sonrası bizi nelerin beklediğini hiç bilmiyordum.

Araba ormanlık yola saptığında rampayı hızla çıkarak demir kapının önüne geldik. Kendi tarafımda olan camı açarak kimliğimi dışarı çıkardığımda kapı büyük bir gürültüyle açılmaya başladı. Kalender arabayı park alanlarının olduğu yere getirdiğinde yavaşça bana döndü. “Ne diyeceğiz?” Dudaklarım buruştuğunda, “Bilmiyorum ama tek bildiğim şey hiçbirinin inanmayacak olması. Bir anda ne alaka yani? Haklılar ama verecek cevabım yok. Yardım et Kalender.” Dedim sıkıtıyla oflayarak.

Kalender yalnızca başını sallayarak beni onayladığında kısık bir sesle teşekkür ederek arabadan indim. Yüzüme maskemi takınıp ciddi bir hale büründüğümde dik bir vaziyette sağlam adımlarla tugaya yürümeye başladım. Kalender’in adımlarının sesi kulaklarıma dolarken sakince içeriye yöneldim. Miralayın katına çıktığımızda kapıyı tıklattım. Kalenderle beraber içeri geçtiğimizde topuk selamı vererek oturan adama bakındık. Oturmamız adına işaret verdiğinde vakit kaybetmeden lafa girdi. “Hazır mısınız?”

“Hazırız.” Dedim.

“Hazırız komutanım.” Diyerek ekledi Kalender.

Miralaya başını sallayarak gülümsediğinde bakışları anlık bir şekilde masanın üzerine kenetlediğim ellerime düştü. “Siz çoktan hazırlanmışsınız bakıyorum da.” Tek kaşı kalkık bir vaziyette bakışlarını ikimizin arasında gezdirdiğinde aynı anda onayladık dediğini.

“Sonuçları elde edene kadar hızlıca olup bitmesi taraftarıyız, çok uzamasını istemedik ve sormak istediğim bir şey daha var. Samet ile konuşup bir anlaşma kâğıdı hazırlatma imkânım var mı? Yoksa anlaşma hazırlayacak bir avukat bulur musunuz?” merak ettiğim konuya değindiğimde dediklerimi bir süre düşündü.

İsteksiz bir halde, “Samet’e pek ısınabildiğimi söyleyemem ama sen güveniyorum diyorsan olayı sana bırakıyorum. Eğer ki Samet yüzünden olay patlak verirse mesuliyet kabul etmiyorum Armin. Samet’e güvenemem diyorsan düşündükten sonra yanıma gel avukat arkadaşlarımdan adını vermeden bir anlaşma kâğıdı hazırlatırım.” Diyerek soluklandı. Samet ve Miralay’ın arasındaki husumeti anlamlandıramıyordum. Aslına bakarsak Samet’in Miralay ile bir sorunu yoktu. Miralay ne zaman Samet’in ismini duysa geriliyor ve huzursuz oluyordu.

Başımı iki yana salladım düşüncelerimden arınarak. “Samet’e güveniyorum. Üstler, Samet, Kalender ve ben dışında olayın aslını bilen olmayacak. Nikah tarihimiz iki gün sonra öğlen saat ikide. Kimlerin geleceğine dair bir plan yaparsan iyi olur. Düğünü de hafta sonu yapabiliriz belki…” Kalender’e dönerek tepkisini ölçmek adına yüzüne bakındığımda dediklerimi onayladı. “Tamam o zaman mekânı ayarlayabilirsek cumartesi veya pazar olur. Gelecek davetlilerin listesini üstlerle beraber hazırlayıp bize ulaştırırsanız iyi olur. Son olarak, çok abartılı bir düğün olmasını istemiyorum çünkü artık kaldırabilecek gücüm kalmadı Barça. Benim diyeceklerim bu kadar.” Yüzümü sıvazlayarak arkama yaslandığımda Miralay ve Kalender’in kısaca olay hakkında tartışmasını dinledim.

Üçümüzün de fikirlerinin ortalıkta döndüğü küçük çaplı toplantımız bittiğinde Kalender ile eş zamanlı ayaklandık. Kapının önüne geldiğimizde, “Evleneceğinizi Kurtuluş timi ile paylaşmayı unutmayın.” Diyerek bizi uğurladı.

Merdivenleri ağır adımlarla inerken günün koşuşturmacasından sızlayan belim ile yüzümü buruşturdum. “Ne oldu?” diyen adam merakla bakışlarını üzerimde dolandırırken, “İyiyim, dolanıp durmaktan belim ağrıdı artık.” Dedim kısaca.

Kalender başını sallayarak geçmem adına elini öne uzattı. Dinlenme odasının tam önünde durduğumuzda Kalender’e doğru elimi uzatmıştım. Elimi sıkarak gülümsediğinde omuzuna birkaç kez vurarak elimi kapı koluna attım. Kapıyı araladığımda bizi karşılayan dört adamın da yüzündeki gülümseme içimi acıttı. Gözlerinin içerisine bakarak yalan söylemek kötü hissetmeme sebebiyet veriyordu.

Derin bir nefes alarak sakince boğazımı temizlediğimde koltuğa oturarak karşıma geçen Kalender’e baktım.

İçimde kopan fırtınalar ve kalbime saplanan şiddetli kramplar bedenimin sıcaklamasına yol açmıştı. Üzerimdeki paltoyu çıkardığımda, üniformanın düğmelerini de açarak kenara bıraktım. Üzerimde kalan kısa kollu hâkî yeşili tişörtü düzeltirken Kalender’den gelen boğaz temizleme sesi ile ilgimi üzerimden çekerek ona verdim.

“Komutanım kolunuz!” bakışlarım koluma döndüğünde hemşire hanımın damarlarımla verdiği mücadele sonucu moraran koluma, iç çekerek baktım. Yanıma çöken ağırlık ve koluma sarılan el ile bakışlarımı ela gözlerin sahibine çevirdiğimde kolumu yavaşça geri çektim. Gözlerini sinir ve merakla üzerimde gezdirirken koltukta biraz daha yana kayarak Kalender’e döndüm.

“Bizim sizinle paylaşmak istediğimiz bir olay var.” Uzatmadan lafa girdiğimde kalbime derin bir bıçak darbesi saplandı. Dudaklarımı yalayarak üzerimdeki panik ve yalancı ifadeyi attım. “Kalender ile yapmış olduğumuz görüşmeler, diyaloglar sonucu birbirimize uyumlu olduğumuzu ve hayatlarımı birleştirdiğimizde daha mutlu olabileceğimize karar verdik. Verdiğimiz bu karar sonucu bugün itibariyle ilk adımımızı atarak nikah günümüzü aldık. Verdiğimiz kararda yanımızda durmanızı istiyoruz. Biz düşündük, taşındık ve doğru olanın bu olduğunu anladık. Aynı anlayışı sizden bekliyoruz.” Cümlemi akıcı ve en açıklayıcı bir dille anlattığımda şoka uğrayan dört adama kısa bakışlar attım. Yanımda oturan adamın ela harelerinin koyulaştığını, aldığı sık ve derin nefeslerden sinirlendiğini, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım.

“Ne?” diyerek yalnızca benim duyabileceğim bir ses tonuyla fısıldadığında, gözlerime salak âşık bakışlarını ekleyerek Kalender’e baktım. Bakışlarıma ayak uydurarak karşılık verdiğinde hafifçe tebessüm ettim.

Yıldırım oturduğu yerden bir hışımla kalkarak yanıma geldiğinde yüzük takılı olan elimi avucunun içerisine aldı. “Şaka mı?” verdiği tepki ile ağlanacak halime güldüğümde başımı iki yana salladım. Tekin ve Ertuğrul şok bakışlarını üzerlerinden atamazlarken herkes duyduklarını idrak etmeye çalışıyor gibiydi. Yıldırım heyecanlı bir çocuk gibi yere oturarak parmağının arasından geçen iki halkayı izlemeye başladığında Kalender’in lafa girip konuşmasına odaklanamamıştım.

Bakışlarım yerdeyken yanımda oturan adamın halini bulanık da olsa görebiliyordum. Sinirini nefesinden, öfkesini koyulaşan gözlerinden, gerildiğini birbirine kenetleyerek kırmak istercesine sıktığı için beyazlaşan parmak boğumlarından anlayabiliyordum. Elimi Yıldırım’ın avucundan çekerek ayaklandığımda paltomu üzerime giydim. Bakışlarım Kalender’deyken, “Nikah ve düğün günü hakkında bilgileri verir misin? Telefon görüşmesi yapmam gerekiyor.” Dedim kibarca. İçimden bu hallerime kahkahalarla gülmek istesem de içim kan ağlıyor dedikleri bu olsa gerekti.

“Sen işlerini hallet, ben anlatırım.” Kalender’e teşekkür ederek dışarı çıktığımda yüzüme çarpan soğuk hava ile derin bir nefes aldım. Her zaman ki yerime çardağıma giderek kurulduğumda cebime attığım telefonu çıkardım. Füsun’a görüntülü arama başlattığımda, telefonu masanın üzerindeki küllüğe doğru sabitledim. Sigara paketini çıkartarak dudaklarımın arasına ince bir dal bıraktığımda ellerimi dalın etrafına siper ederek ucunu ateşlendirdim.

“Sigara mı içiyorsun sen?!” bağırış sesi ile oturduğum yerden zıpladığımda kısılan gözlerimi kıvırcık saçları başta olmak üzere üzerinde gezdirdim.

Rahat hareketlerle sigaramdan derin bir nefes aldığımda, “Ben seni başka bir iş için aramıştım yavrum.” Dedim ilaç mevzusunu hatırlaması adına. Kızgınca yüzüme bakmayı sürdürürken, yürüdüğünü ekranın sallanıp durmasından anlamıştım. Yürüyüşü yarım saniyelik zaman dilimde bittiğinde sessiz bir odaya girerek bir yere oturdu.

Boğazını temizleyerek, “Evet şimdi bakalım, neymiş?” dedi önündeki evraklara bakış atarak. Telefonu benim gibi bir yere sabitlediğinde eline bir kâğıt alarak gözlerini satırların üzerinde gezdirmeye başladı.

Sigaramı tuttuğum elimi görür görmez gözlerim büyüdüğünde elimi hızla çardağın geniş masasının altına soktum. Sigarayı sol elime alıp sağ elimi bacağımın üzerine bıraktığımda konuşmamız bitene kadar sağ elimi kullanmamaya karar verdim. Sigaramdan derin bir nefesi içime bahşettiğimde gözlerim kısıldı. Bakışlarım ekranda hâlâ sonucu okuyan kıvırcığa kaydığında, “Okumadın mı daha?” dedim sabırsızca.

Füsun dudaklarını açıp kapayarak, “Nereden buldun sen bu şişeyi?” diyerek sordu. Sesinden akan duygular yüzümü buruşturmama neden olurken, “Ne oldu ki?” dedim mırıldanarak.

Füsun kâğıdı önüne bıraktığında ellerini masaya yasladı. “Şişenin içerisindeki sıvı oldukça güçlü bir zehir. Bu zehrin satışı ülkede uzun yıllar önce yasaklandı ve şu anda nereden bulup getirdiğini merak ediyorum açıkçası.” Duyduğum kelimeyle kaşlarım çatıldığında merakla sordum. “Zehrin işlevi ne peki?” Füsun sonuçların yazılı olduğu kâğıda bir kez daha baktı. “Zehrin işlevi, vücudun sinir sistemini çökertmek gibi bir şey… Eğer ki bu ilaç birisine düzenli olarak verildiyse sinir sisteminde gün gün çökmeler başlar. Kişinin kaslarını kontrol etmesi zorlaşır, konuşurken bazı harfleri ağzının içerisinde geveleyerek yutar, kol ve bacaklarda kasılmalara ağrılara neden olabilir. Dediğim gibi oldukça güçlü bir zehir. Eğer ki zehri bedenine yediren kişi kısa bir süre içerisinde olayı fark ettiyse hemen hastaneye gelmesi gerekir. Çok,” başını iğrenircesine iki yana salladı. “Çok kötü bir şey.”

Duyduklarım ile tüylerim diken diken olurken sigaram parmaklarımın arasından çıkarak yere düştü. “Peki ya ilaç kişiye uzun bir zaman önce verildiyse?”

Füsun sorduğum soruyla ince biçimli kaşlarını çattı. “Kast ettiğin süre ne kadar?”

Dudaklarım büzüldü. “Üç,” gözlerimin önünden yaşanmışlık geçti. “Dört sene?”

Füsun telaşla yüzüme bakarken, “Çok ama çok tehlikeli! İlaç bedeniyle oldukça uzun bir süre boyunca kaldığı ve fark edilmediği için sinir sistemi hastalıkları ile ilgili bir problem ortaya çıkabilir. Tabii bu ilacın veriliş dozuna bağlı olarak da değişir.” Dedi neler olduğunu anlamak adına yüzümü izlediği sırada.

Sakince yutkunduğumda ilacın ne gibi yerlerde kullanıldığını da merak etmemiş değildim açıkçası. “İlaç sadece damardan mı verilir, yoksa herhangi bir şeye katılabilir mi?” Sorduğum soru ile çatık kaşları daha da çatılırken, “Amacın ne senin? Birini öldürmek istiyorsan açık açık söyle.” Diyerek hayıflandı. Sinirle yüzüne baktığımda yükselttiğim ses tonumla sordum. “Soruma cevap vermeyi düşünüyor musun yoksa her sorduğum soruya soruyla karşılık vermeyi mi tercih edersin?” Yükselen sesim ile gözlerini devirerek sorumu cevapladı. “İlaç sıvı ve şeffaf bir yapıya sahip olduğu için illaki damardan verilmesine gerek kalmaz. En basitlerinden bir su, yapılan bir yemek gibi yerlerde kullanılarak rahatlıkla istediğini zehirleyebilirsin.” Duyduklarım kulaklarımda şiddetli bir uğuldanmaya yol açtığında bir anlık nefes alamadığımı hissettim. Elim telefonun kamerasına doğru kapaklandığında hızla aramayı kapatarak telefonu masaya fırlattım.

Şiddetli sayılabilecek şekilde titreyen ellerim sigara paketini bulduğunda içerisinde bir dal çıkararak yaktım. Duman bütün etrafımı sararken derin nefesler almaya çalıştım. İçimdeki anlamsız daralmanın aldığım bilgiden kaynaklandığını biliyordum. Aklımdan geçen binlerce olay sakinleşmem adında hiç de iyi bir yardımcı değildi açıkçası.

Titreyen parmaklarım yüzünden üzerime savrulan kül üniformamı delip geçtiğinde pek de umurumda olmamıştı.

“Yeter artık, bu zamana kadar durdum söylemedim ama artık olmaz! Gözümün önünde evlenmelerine müsaade mi edeceksiniz komutanım?”

“Sesini kıs, millet duyacak! Eğer ona bir adım daha yaklaşmayı denersen mesleğini elinden alırım duydun mu beni Arman!”

“Sence artık umurumda mı?” alayla karşılık bir gülme sesi kulaklarımı doldurdu. “Ellerimden kayıp gitmesinin tek sorumlusu senken bir kere daha aynısını göze almayacağım! Ya anlatmama izin verirsin ya da-“

Yumruk sesinin sertliğini kendim dahi hissederken olayları anlamaya çalışıyordum. “Ya da ne? Ya ada ne söyle! Eğer ki ona tek bir kelime sarf edersen, konuşabileceğin bir dilin kalmaz Arman! Üç yaşında çocuk gibi yapma denilen olayı yapmaya devam edersen seni bu şehirden sürdürürüm.”

“Söylemek istiyorum.” Diyen sesin sahibini çok yakinen tanıyordum.

Alphan.

“Arman sesini kes artık!”

Miralayın gür sesi ile kendime geldiğimde duyduğum isim ile oturduğum yerde taş kesildim. Arman? Can yarım. İsim benzerliğini bunca zaman nasıl fark edememiştim böyle?

Kavga sesleri birbirine girerken, zihnimi uyuşturan görüntüler ile dudaklarım sakince aralandı. Can yarımın ellerimden gittiği gün.

On altı lanetleri.

 

(Sezen Aksu- Hoş Geldin

Nilüfer- Her Yerde Kar Var

Kalben- Saçlar

Kalben- Doya Doya

Kalben- Yara

Kalben- Sadece

Dedublüman, Mavzer Tabancas- Rüya Gibi

Dedublüman, Mavzer Tabancas- En Dibine Kadar

Müslüm Gürses- Nilüfer

Birsen Tezer- Sanki Rüya)

 

16 Aralık 2009 Armin ve Arman’ın on altıncı yaş günü,

Armin üzerindeki çiçekli elbisesine son bir bakış atarak aynanın karşısında bir tam tur döndü. Yüzünde gülücükler saçan kızın gülümsemesinin solmasını sağlayan olay kapısının hızla açılması olmuştu. Sırtını aynaya vererek bir adım gerilediğinde içeriye giren ikizi ile rahatlayarak yavaşça gülümsedi. İkizinin ela gözleri, kumralımsı saçları ve ince uzun fiziği ile çok yakışıklı olduğunu kabulleniyordu Armin.

“Elalım, hazır mısın?” İşte Armin bu hitaba bayılıyordu. Başını olumlu bir halde sallayarak, genişçe gülümsediğinde, “Hazırım beyefendi.” Dedi kibarca.

Armin’in Armanla arasında hiçbir zaman çok iyi veya çok kötü diyerek nitelendirebileceği bir bağ yoktu aslında ama her ne olursa olsun aylarca bir rahmi paylaştığı cana sevgiyle yaklaşıyordu.

Arman, Armin’in yürümesi adına eliyle ileriyi gösterdiğinde Armin sakin adımlarla koridora doğru adımlamaya başladı. Arman Armin’in yürümesi ile hızına yetiştiğinde ikili yan yana kısa koridoru aşarak merdivenlere yönelmişlerdi.

Aşağıdan gelen uğultular annelerinin her zamanki ihtişamlı partilerinden birisini gerçekleştirdiğinin habercisiyken Armin basamağın sonuna gelerek durdu. Arman neler olduğunu anlamak adına ikizine döndüğünde Armin çekingence Arman’a baktı. “Bu kadar kalabalık ortamları sevmiyorum.” Arman elbette ki biliyordu ikizinin yüksek seslerden, kalabalık ortamlardan, samimiyetsiz yaklaşımlardan hoşlanmadığını ama annelerinin enerjik halleri, her şeyi ispatlama çabası ve Arman’a olan yaklaşımları da apayrı bir olaydı. Armin ve Arman bütün olup bitenin farkındalardı elbette.

Kızıl’ın Arman’a gerçekten kendisi doğurmuş yaklaşımı ve ilgisini vardı, evet. Bunu ikizlerle aynı ortamda bulunan bir yabanı bile anlardı. Ama Kızıl’ın Armin’e olan davranışları, yalnızca doğurup bakmaya zorunlu olduğu bir çocuğun çaresizliğiydi.

Arman burukça gülümsediğinde omuzlarını kaldırıp indirdi. “Annemin her zamanki hali, bütün akrabaları ve arkadaşlarını çağırmıştır muhtemelen.” Dedi ikizine bakarak. Armin başını sallayarak dudaklarını büzdü.

Arman bütün akrabalar ve annesinin arkadaşları ile tanıştırılıp gözde olurken, Armin yalnızca Arman’ın ikiziydi. Eve doluşan kişilerin yüzleri genellikle aynı kalırdı, Armin’i tanımayan insanlar çoğunluktaydı.

Arman da sevmezdi. Göz önünde olmayı, sürekli iltifat duymayı, annesinin tek çocuğu muamelesi görmeyi… Arman ikizi için canını verebilecek konumdayken annesinin garip halleri ikilinin arasına aşılması zor, uzun duvarlar örmüştü.

İkili sakince merdivenlerin son basamağını da aşarak geniş, içerisi süslerden görülmeyen gösterişli salona girdi.

Kızıl her zamanki gibi çok şıktı. Kıvırcık, karanlık ve şarabın koyu renginden esinlenilen saçlarını salaşta toplamıştı. Parıl parıl parlayan mücevherleri, bedenini göz önüne seren üzerine yapışmış elbisesi ve yüksek taban ince topuklularıyla kelimenin tam anlamıyla gösterişliydi.

Kızıl Arman’a yaklaşarak sıkıca sarıldığında, Armin’e de yalandan göz doldurmak adına tek kolunu sarmıştı.

Misafirler merakla nerdeyse ilk defa gördüklerine emin olduğu kızı hayranlıkla izliyorlardı. Nizami burnu, yanaklarına saçılmış çok belirgin olmayan çilleri, ela gözleri… inceledikçe tekrardan bakmayı isteyecekleri bir güzellikteydi doğum günü kızı.

Arman, Armin’e dönerek ikisi için hazırlanan masayı işaret ettiğinde Armin sakince masanın ardına geçti. Arman ve Armin yana yana durduklarında elindeki büyük pasta ile içeriye giren babalarını gördüler.

Armin’in gözleri gün içerisinde ikinci kez parlamıştı. Armin babasına âşık bir kız çocuğuydu. Babası ile olan ilişkisine hayranlık duyuyordu adeta. Tan Bey, elindeki pastayı iki çocuğunun ortasına bıraktığında gözleri ilk kızında takılı kaldı. Her zamanki melek görüntüsü bugün daha da bir güzel gelmişti gözüne adamın. Tan oğluna da bakarak gülümsediğinde ikilinin kalbi içeriye girdiğinden beri ilk defa huzurla atmıştı.

Tan Bey, Kızıl’ın heyecanlı ve gereksiz davranışları takmayarak ikizlerini izlemeye devam etti.

Kulakları sağır edecek derece çalmaya başlayan doğum günü müziği ile ikizler göz göze geldiklerinde omuz silkerek pastaya yöneldiler. Pastanın üzerindeki on altı mum yarıya indiğinde, ateş hızla mumun küçülmesini sağlıyordu.

Arman ilk defa annesinden çekinmeden bir şey yapmak istemişti. Gözlerini annesine bir an olsun değdirmezken elini hızla Armin’in eline sardı. Armin’in şaşkınlıkla açılan gözlerine gülümseyerek karşılık verdiğinde Armin olayın şokunu atlatabilecek gibi durmuyordu.

On altıncı yaş günleri ikizler arasındaki ilk teması gerçekleştirmişti.

Armin parmaklarının arasından sıkıca kenetlenen parmaklara bütün gücüyle sarıldığında bir eli kalbine gitti. Arman ikizine bakarak gülümsediğinde aynı hareketi yaparak elini kalbine götürdü.

Etraftaki sesler ikili için önemsizken, pastanın sönmek üzere olan mumlarını büyük bir nefesle söndürdüler. Kulaklarına dolan alkış sesleri ile ikizlerin ağzı kulaklarına varıyordu. İkisinin de kalp atışları normalin oldukça üstündeyken ilk defa kendilerini ikiz gibi hissediyorlardı.

Armin babasına dönerek bir baş hareketi yaptığında Tan Bey hızla hediye paketini kızına uzattı. Armin ikizinin elini bırakmadan hediyeyi tek eline aldığında hevesle Arman’a döndü. “Sana çok istediğin bir hediye aldım. Umarım beğenirsin canım.” Dedi son kelimeyi vurgulayarak.

Canıydı Arman Armin için.

Arman hediyeyi tek eliyle zorla açmaya uğraştığında Armin canına yardım etti.

Onlar tek elle bir olanlardı.

Tekten çifte çıkanlardı.

Hediye paketinden soyutlanarak günyüzüne çıktığında Arman gördüğü kitap ile şaşkınlıkla olduğu yerde taş kesildi. Bu kitap tam Arman’ın hayatı için satırlara aktarılmış gibiydi.

Arman bir psikolog olmak istiyordu.

İnsanların dertlerine, derman olmak istiyordu.

Annesi gibi yarım kalpli olmaktan çok korkuyordu Arman. Psikolog olmak istemesinin en büyük sebeplerinden birisi de yaş aldıkça annesine benzemekten korkmasıydı belki de kim bilebilirdi?

Arman ikizinin aldığı insan psikolojisini sayfalarca anlatan kitabı hediye olarak aldığı için dünyanın en mutlu kişisi gibi hissediyordu kendini.

Arman Armin’e dönerek dolu gözleriyle gülümsediğinde, “Teşekkür ederim Elalım.” Diyerek mırıldandı. Armin canının dolan gözlerine baktığında kendi gözleri de istemsizce dolmuştu. “Rica ederim canım.”

Arman pantolonunun arka cebine sıkıştırdığı kâğıdı çıkardığında yavaşça Armin’e uzattı. Armin kâğıdı alarak Arman’a baktığında Arman beklemesi adına gözlerini kırpıştırdı. Armin kâğıdı sıkıca tutarken Arman’a doğru yaklaştı. Armin kollarını Arman’ın omuzlarının üzerine attığında ikili yakınlaştı. Armin Arman’ın kapanan gözlerinin üzerine iki küçük öpücük kondurduğunda boynuna sıkıca sarıldı. Arman ikizi ile on altı sene sonunda sarıldığı için çok kötü hissediyordu. Hayır hayır. Bu his çok güzel bir histi ama on altı sene sonra tattığı his yalnızca canını yakmıştı.

Başını ikizinin boynuna gömdüğünde burnuna dolan çiçeksi koku ile gözleri kapandı. Arman ve Armin’in kapalı gözlerinin arasından iki damla yaş aktığında ikisi de eş zamanlı olan olaydan habersizdi ama hissedebiliyorlardı.

Arman kalabalıktan kasılan ikizini insanlardan uzaklaştırmak için elini sıkıca narin elinin arasına sardığında kalabalığı yararak geniş balkona çıktılar.

Dışarıdaki bembeyaz görüntü eşsizdi. Arman ikizinin yerlerin beyazla kaplandığı bu mevsimi çok sevdiğini de biliyordu. Armin huzurla yağan beyaz taneleri izlerken arkasından sarılan ikizi ile gözlerini yumdu huzurla.

“Sana verdiğim o mektubu çok sıkıştığın ve yanında asla olamayacağımı hissettiğin bir zaman oku Elalım. Eğer ki ben, mektubu açtığın ve okumaya başladığın zaman varsam ama sen o mektubu açarsan şunu hatırla, ben seninle aylarca aynı rahmi boşuna paylaşmışım. Ama eğer ki yoksam ve sen çok zor bir durumdaysan, üzerine binen zorlukların yükünü taşıyamıyorsan aç ve oku. Oku ki için rahatlasın. Oku ki yanında olmadığım o zaman, yanında ne kadar olmak istediğimi hatırla Elalım. Yaşadığın zorluklarla ayakta durmayı çok erken yaşında öğrendin bunun için çok özür dilerim ama ben de çocuktum. Gücüm yetmedi yapamadım. Senden anne sevgisini çaldığım için özür dilerim ama-“ sözlerini bölen olay Armin’in Arman’ın dudaklarının üzerine kapanan eli olmuştu. Armin dolan gözlerinin dayanamaması sonucu yanaklarına firar eden yaş eşliğinde başını iki yana salladı. “Senin suçun değildi. O yalnızca beni büyütüp yanından postalamak için yetiştirdi. O beni hiçbir zaman sevmedi, onun sevgisi sahteydi. Onun sevgisi zorakiydi ama senin suçun da değildi. Bilmiyorum ben ona senin davranışların dışında ne yaptım? Bilmiyorum! Bir anne kendi doğurduğu, aylarca karnında taşıdığı canı nasıl sevmez aklım ermiyor!” Armin ağladığı için akan burnunu sertçe çekerek ikizinin bedenine daha da sıkı sarıldı. “Ben o mektubu illa ki bir gün okuyacak duruma gelirsem açacağım. Sözüm olsun… İkiz sözü, can yarısı sözü… Sende şunu unutma bir tanem, annenin yalnızca sana olan sevgisi senin suçun değildi.”

Annenin demişti Armin…Kızıl hiçbir zaman Armin’e annelik yapmamıştı çünkü…

Armin ve Arman o gün hislere ağladılar. Beyaz kar yerlere dolarken, Armin ve Arman’ın gözyaşları eritti karları.

İkili ilk ve son kez sarıldıklarını bilemezlerdi.

Birbirine sıkıca sarılan ikizler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. İkizler ağlıyordu annelerinin ruhsuzluğuna, ikizler iğreniyordu annelerinin sahteliğine, ikizler haykırıyordu böyle olduğu için…

İkilinin ağlamasını bölen ses Kızıl’ın bağırtısı olmuştu. “Arman, bebeğim! Arkadaşlarım hediyelerini vermek için bekliyor gel hadi.”

Armin annesine karşı gelmek istemişti halbuki bilemezdi olacakların bu denli büyüyeceğini… “Sadece bize bir saat versen olmaz mıydı? Lütfen, sadece bir saat. Hemen gelecek Arman, biraz konuşmamıza izin ver…” Kızıl duyduğu ince narin ses ile tek kaşını kaldırarak kızına doğru yürümeye başladı. “Ne dedin sen?” Armin yavaşça yutkunarak bir adım gerilemek istediğinde Arman’ın beline sarılı kolları hareketini engelledi. “Bir saat konuşsak sonra gelecek-“ Armin’in yüzüne yediği sert tokat ile başın yana savrulduğunda Arman şaşkınlık ve telaşla gözlerini büyüttü. “Anne ne yapıyorsun!”

Kızıl karşısındaki kızın saçlarını kavradığında yüzüne doğru eğilerek kastığı dişleri ile kısıkça konuştu. “Eğer ki benim dediğim tek bir kelimeye bile karşılık vermeye kalkarsan seni öldürürüm Mihri! Duydun mu beni!”

Armin korkuyla başını sallamaya çalıştığında, saçlarının diplerinden elini dolana kadın yüzünden canı yandı. Kısık sesle inlediğinde konuşmaya çalıştı. “Tamam anne dur-“

Kızıl duyduğu kelime ile gözlerini büyüttü. “Anne mi? Seni parçalarım Mihri!” kızıl iki elini de Armin’in saçlarına doladığında başına sert hamlelerle vurmaya başladı.

Arman çaresizce babasına seslenirken içerideki müziğin gürültüsü ile sesi uzaklara ulaşmıyordu. Babasına ulaşamayan Arman koşarak annesi ve ikizinin arasına girdiğinde Kızıl gözüne çarpan oğlu ile sinirle soludu. “Mihar kenara çık!”

Arman çaresizce Armin’in önüne siper olduğunda sert bir sesle bağırdı. “Rahat bırak artık kızı! Gücün sadece Armin’e mi yetiyor anne? Yeter artık kendine gel!”

Armin’in gözleri ağlamaktan şişerken boğazı kurumuştu attığı çığlıklar sonunda. Kızıl Arman’ı kenara ittiğinde Armin’in yüzüne kemiklerini kırabilecek şiddetle güçlü birkaç yumruk attı.

Arman ikizinin yüzüne inen yumruklar ile çığlıklarını insanlara duyurmaya çalıştığında bir yandan da annesini ikizinin üzerinden almaya çalışıyordu. Kızıl gözü dönmüşçesine yumruk ve tekme savurduğu kızına ateş saçan gözleriyle baktığında önüne atlayan Arman’ı fark edememişti. Arman’ın bedenini bütün gücüyle yana ittiğinde dengesi bozulmuştu genç adamın. Sırtı balkonun demirliklerine çarptığında dengesini sağlamayarak arkaya savruldu. Armin gözlerini zar zor araladığında geriye savrulan ikizini görerek büyük bir çığlık kaçırdı dudaklarının arasından.

Kızıl yerde yatan kızın baktığı yere gözlerini hızla çevirdiğinde demirlerin arkasına düşen bedenle gözleri sonuna kadar korkuyla açıldı.

Armin’in çığlıkları kulakları sağır edercesine Ankara’ya yayıldığında kızı umursayan yoktu.

Armin’in canı gitmişti. Gitmiş miydi? Armin kırılan kemiklerinin şiddetine rağmen ayaklanmaya çalıştığında demirlere tutunarak bedenini yukarı çekti. Başından akan kanlar kirpiklerine damladığında görüş alanı kanlaştı. Başını yere eğdiğinde gördüğü manzara ile dudakları ve gözleri eş zamanlı olarak sonuna kadar açıldı. Beyaz karın üzerini kaplayan kırmızı sıvı git gide yayılırken dudaklarından ülkeyi sağır edecek bir çığlık kopardı. Armin son kalan gücüyle balkondan ayrılarak merdivenlere yöneldiğinde dört kat merdiveni sürünürcesine inmişti. En alt katın sürgülü camını açtığında çıplak ayaklarını beyaz karın üzerine bastı.

Beyaz karları kaplayan kan git gide yayılırken ikizinin yanına koştu Armin. “Mihar!” Armin Mihri’nin dudaklarının arasından çıkan isim ve ardı arkası kesilmeyen çığlıkları duyan yoktu. “Uyan, yalvarırım uyan! Ben sensiz yapamam Mihar, tek bırakma beni! Yardım edin!” Armin Arman’ın göğüs kafesine yumruklarını indirirken gözleri yarım açık kalan ikizine acıyla baktı. “Uyan, yalvarırım uyan Mihar!”

Armin o gün binlerce kez yalvardı çevredekilere yardım etmeleri adına ama genç kızı duyan kimse olmamıştı. Kim bilir belki de sağır ve kör olmayı tercih etmişlerdi. Armin ikizinin kanla kaplanan bedenine sarıldığında çiçekli elbisesine bulaşan kan kalbini paramparça etmişti. Ellerine, kollarına, bacaklarına bulaşan kan canının yarısı, hayır hayır. Canının tamamının kanlarıydı. Armin o gün sayılamayacak ve kulak zarlarını delecek kadar attığı çığlıklarına çare bulamamıştı.

Arman o gün yemin etmişti halbuki geleceğe… Arman yalnızca iki sene istemişti ikizi ile birlikte yaşayacağı hayalleri için…

Arman Mihar Tan o gün ikizinin içinde kalan o sevgisizlik hissi için ağladı, haykırdı, dua etti ama geçmişti zaman, geçmişti aylar, geçmişti yıllar… on altı yıldı aradan geçen zaman az da değildi haliyle.

Armin Mihri Tan açtı sevgiye ama bu bir anlam ifade etmiyordu artık.

Mihar ve Mihri o gün, o saniye ölmüştü.

Mihri Mihar’ın sevgisini hissettiği ilk ve son gün gözlerini yumduğu saniye itibariyle içerisindeki çocuk Mihri’yi hançerlemişti kalbinden.

Her zaman olduğu gibi, ayın on altılarıydı.

On altıncı yaş gününde kaybettiği canının yarısını eskiden beyaz, an itibariyle kanlı karların içerisinde gördüğü an zaman kavramı da bitmişti Mihri adına.

16 Aralık 2009 tarihinde girdikleri yeni yaşları olan on altıncı yaş gününde Mihar daha fazla dayanamamıştı.

İkizinin canı için kendi canını veren Mihar’ın ölüm tarihiydi bugün.

Mihri ve Mihar bir daha asla bir araya gelmemek şartıyla hayata gözlerini yummuştu.

 

Ölümsüzlüğe, M.T & M.T 16.12.09

 

Üzücü, şaşırtıcı ve karmaşık bir bölümdü benim için. Bu bölümün kurgusunu yazmadan aylar önce aklımda planlamıştım ve yazınca da ortaya böyle bir bölüm çıktı.

Yazarken en çok yorulduğum ve duygularını tam olarak hissedebildiğim bir bölümdü.

Görünmez?

Miralay ve Armin'in Füsun hakkındaki konuşması?

Yüzbaşı Göktürk?

İçtima?

Yiğitler ve Kurtuluş timi?

Armin'in bilgilerine ulaşmak isteyenler?

Miralay'ın Armin'e sunduğu teklif?

Kalender ve Armin?

Armin'in yerinde olsaydınız kimi seçerdiniz?

Evleneceklerini söylediklerinde Kurtuluş üyelerinin verdikleri tepkiler?

Kurtuluş üyeleri hakkında düşünceleriniz?

Füsun'un anlattığı ilaç olayı*

Âhi ve Miralay atışması?

Arman...

16.yaş günü?

Doğum gününde yaşanılanlar?

Mihar ve Mihri...

Bu bölümü ikizlerin on altı sene sonra birbirlerine kavuşup aynı gün içerisinde ettikleri vedaya ithaf ediyorum.

Yıldıza basıp gözyaşlarınıza veda etmeyi unutmayın, bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

.2024

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

 

 

Loading...
0%