Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.BÖLÜM- AÇIKLANAMAYAN GERÇEKLER

@durutaskulakk_

Canlar selam!

Bol kaoslu ve koşturmalı bir bölüm ile sizlerleyim...

Bölüme başlamadan önce yıldıza basmayı ve satır arası yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin lütfen...

Sosyal medyam: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall

Keyifli okumalar!

 

17. BÖLÜM AÇIKLANAMAYAN GERÇEKLER

 

Sigaramın olayı çözmek adına harcadığım süre zarfında ufalan parçasının son nefesini içime davet ederek yere fırlattım. Postalımın altında ezilen çöpün sertçe geriye iteklediğimde kavga seslerinin kaynağına doğru ilerlemeye başladım.

Ormanlık alanın geniş arazine adımımı attığımda postal sesleri toprağın ezilme sesine karıştı. Yere dökülen yaprakların kurumaya yüz tutmuş halleri üzerine attığım adımlar ile ezilerek değişik bir ses tonajı etrafa yayılıyordu.

Kendimi geniş ağacın gövdesine yasladığımda on beş, yirmi adımlık ötede boğuşan iki adamı izlemeye başladım. Kısılan gözlerim ikisi arasında gidip gelirken benim ormana girmemle tekrardan sözlü bir kavga etmeye başlamışlardı. “Madem günün birinde söyleyeceğim o gün bugün olsa ne oluyor Barça? Anlaşmamız böyle değildi!” Âhi’nin ilk defa duyduğun gür ve sert sesi ile kaşlarım çatıldı. Sinirlediğinde bile kendine hâkim olmaya çalışan adamın bu hali bana hiç de hayrı alamet gelmemişti.

“Biz seninle anlaşma mı yaptık ulan?! Beni deli etme, ben sana ne zaman söyleyebilirsin dersem o zaman söyleyebilirsin anlıyor musun beni?” Miralay Âhi’nin yakasını iki eliyle kavramış ve sırtını ağaca yapıştırmış vaziyette sinirle yüzüne eğilerek bağırıyordu.

“Ellerimden kayıp gitmesine izin mi vereceksin Barça? Nankörlük yapmayı kes ve düzgün düşün!” Âhi gergince Miralay’a bakarken Miralay alay edercesine güldü. “Tam onu toparlamaya başlamışken, hayatını düzeltmesi adına Kalender’e yöneltmişken aklını bulandırmana izin vereceğimi mi sanıyorsun?” Miralay’ın alaycı kahkahası ormanlık arazinin her bir zerresine yayılırken Âhi yakasına sarılan elleri sertçe geriye itekleyerek Miralay’ın üzerine yürüdü. “Onu toplamışken mi? Onu toplamışken öyle mi?! Ulan ben senin sözüne uyarak çıkıp Hakkâri’ye geldiğimde sen benden yalnızca iki hafta istedin, iki hafta! Konu onun Kalender ile evlenip evlenmemesi değil, ben bir olaylar döndüğünü elbette ki anlayabiliyorum. Konu senin verdiğin sözleri tutmayarak Armin’in iyice dibe batmasını sağlayıp onu kurtarıyormuş gibi hissettirme çaban! Ya kendine gelir olayları ciddi anlamda düzeltirsin ya da ben her şeyi göze alarak Armin’le konuşurum Barça, karar senin!” Miralay Âhi’yi sertçe geri iteklediğinde Âhi’nin yerinden kımıldamaması sonucu dengesini kaybederek geriye doğru savruldu. Miralay sırtını ağacın sert yüzeyine çarptığında sinirle Âhi’ye baktı. “Ben ne yaptığımın farkındayım. Bana gelip de ne yapmam gerektiğini anlatacak son insan sensin Arman, ayağını denk al. Mesleğini elinden almam ne kadar zamanımı alır sence?” Miralay sinir bozucu gülmesine devam ederken Âhi de ona katılarak alayla güldü. “Ben sana yalnızca yapacaklarımın özetini anlattım Barça asıl karar sana ait. Benim duygularımı bildiğin halde önemsiz bir parça gibi söküp kenara atma fikrini aklından çıkarsan iyi edersin çünkü eğer Armin’le konuşursam onu sen bile tutamazsın. Kendi yetiştirdiğin kadının ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğin halde onunla oynamak biraz kötü bir fikir gibi görünüyor.”

Âhi benim olduğum tarafa, tugaya doğru sakince yürümeye başladığında aklına bir şey gelmiş gibi duraksayarak yerde oturan adama baktı. “Sana bir hafta mühlet, eğer ki yaptığın saçmalıkları toplamayı beceremezsen haber et benim olay aradan çıksın. Sonuçta susmam için rütbeni kullanan kişi sendin. Olayda ismi geçen herkesi yetkinle susturduğun gibi.” Âhi gür bir kahkaha atarak tugaya doğru yürümeye başladığında yaslandığım ağaçtan doğrulup çardağa doğru koşar adımlarla geldim. Masanın üzerinde duran sigara paketinden bir tane daha çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirdiğimde yanıma geleceğini biliyordum.

Sigaramı yakmaya çalışırken esip ateşi söndüren hava ile gözlerimi sıkıca yumdum.

Elimden alınan çakmak ile yüzüme doğru yayılan bir sıcaklık hissettiğimde sigaranın yandığındaki etrafa yayılan kokusu burnuma doluştu. Gözlerimi sakince aralayarak karşımdaki adamın ela gözleri ile karşı karşıya kaldım.

Dudaklarımın arasındaki sigaradan derin bir nefes aldığımda karşıya doğru üfledim. İkimizin arasından sekerek havaya karışan zehir ile gözleri kısıldı. “Ağlamışsın.” Mırıldanarak söyledikleri ile yavaşça gülümsedim. Tek kaşım havalandığında başımı yarım yamalak salladım. “Öyle.” Füsun ile konuşmam pek de olumlu bilgileri elime geçirmemişti çünkü. Telefonu kapattıktan hemen sonra kulak misafiri olduğum kavgayı dinlerken gözyaşlarım da sakice süzülmüştü yanaklarıma doğru. Hafif kızarık olduğuna emin olduğum göz akımda uzun bir süre kilitli bıraktı elalarını.

Sigaramdan derin bir nefes daha aldığımda başını çardağın tavanına doğru kaldırarak yukarı üfledim. Dudaklarımın arasından hızla çekilen sigara ile başımı indirdim. Kaşlarım çatılırken dudaklarının arasına yerleştirdiği sigaradan büyük bir nefesi içine davet etti. Gözlerim büyürken sigarayı almak için üzerine doğru eğildim. Hızla geriye çekildiğinde bayık gözlerle yüzüme baktı. “Bugün canım içmek istiyor, senin yarım bıraktığın zehri ben tamamlamak istiyorum Armin. O yüzden bırak.”

Sakince kalktığım yere oturduğumda yüzüne doğru boş bir bakış atarak kendime yeni bir sigara yaktım.

Ben etrafı izleyerek sigaramı içerken onun odak noktasının çok daha farklı olduğunu gördüm. Elaları büyük bir hüzünle sağ yüzük parmağıma odaklıydı. Sigaranın külünü savurup geri dudaklarıma yaslarken, gözleri de hareketlerime ayak uydurarak fıldır fıldır dönüyordu.

Seğiren çenesini ovuşturarak sigarayı yere fırlattı. “Seviyor musun?”

Duyduğum soru ile afalladım. “Neyi?” şaşkınca sorduğum soruya burukça gülümsedi. “Doktoru.”

Kaşlarım git gide çatılırken hafif bir sinirle soludum. “Sevmediğim adamla neden evleneyim? Kalender gibi beyefendi bir adamla birlikte olmak özel bir his, onu seviyorum.”

Dediklerime şaşırmışçasına gülerek yüzüme bakakaldı. “Seviyor musun?”

Sigaramı sertçe masaya bastırdığımda ellerimi ahşap yüzeye vurarak ayaklandım. “Neyi diretiyorsun sen? Birisi ile evlenip evlenmeyeceğim hatta sevip sevmeyeceğim seni ne kadar ilgilendirir? Sana hesap vermem gereken bir durum yok ortada, sigaran bittiğine göre git artık.”

Âhi bana bakarak yavaşça gülümsediğinde, “Anladım.” Diyerek ayaklandı. Tam çardaktan ineceği esnada yüzünü bana dönmeden olduğu yerde mırıldandı. “Sana verdiğim zaman diliminin içerisine girmiş bulunmaktayız Armin, gerçeklerle yüzleşmemiz çok uzun sürmeyecek hazırlıklı olmanı tavsiye ediyorum.”

Duyduklarım iyice sinirlenmeme sebep olurken ellerimi sertçe masaya vurarak bağırdım. “Siktir git Âhi!” Beni karmaşa ile baş başa bırakırken hızla tugaya doğru yürüyerek gözden kayboldu.

Çiselemeye başlayan yağmur çardağın üst kısmının kapalı olduğundan dolayı bana ulaşmıyordu. Gökyüzü bugün sırlar adına ağlıyor, haykırıyordu.

 

 

KURTULUŞ

“Armin, uyan artık geç kalacağız.” Kolumu dürten kişinin güzel uykumu bölme sebebini çok erken bir saat olduğu için idrak edemesem de gözlerimi büyük bir sakinlikle araladım.

Karşımda gözleri daha yeni uyandığını ele veren adama kısa bir bakış attım. Gözünün akı kızarık, yüzü biraz şişti. “Sonra devam edersin incelemene kalk artık kalk.” Gözlerini devirerek kalkmam adına dil döktüğünde üfledim. Yattığım yerden esneyerek üzerimdeki battaniyeyi kenara fırlattım. Ayağa kalktığımda Kalender’in rahatlayan yüzüne boş bakışlarımı yollayıp banyoya girdim. Elimi yüzümü güzelce yıkadığımda kendimi oldukça yorgun hissediyordum.

Banyodan çıktığımda Kalenderin ve benim susmak bilmeyen telefonlarımız ile ağrıyan başım katlanılamaz bir hale gelmeye başlamıştı iki gün içerisinde. Kalender aramayı yanıtlayarak konuşmaya başladığında salona geçerek koltuğa yattım. Ayakta dikilen adamın karşıdaki kişiye anlatmak istediği olayı dinlerken aklım saatler sonra gerçekleşecek nikahımızdaydı. Dün tüm gün boyunca ikimizde izin kullanmış, nikah ve düğün için temel bir alışveriş yaparak akşamına da dini nikahımızı kıymıştık. Kalender’in ailesi ile nikahtan kısa bir zaman öncesinde muhabbet edebilmiştik ve ettiğimiz sohbete göre hepsi en az Kalender kadar kibar ve tatlı insanlardı. Elbette ki yangından mal kaçırır gibi evlenmemiz bazı kişilerin garibine gitmişti ama Kalender’in annesi bu fikrin Kalender’e ait olduğunu ve kimseyi ilgilendirmeyeceğini söyleyerek herkesi susturmuştu.

Kalender düğün salonu için yaptığı konuşmasını sonlandırdığında yorgunca gözlerime baktı. Aynı şekilde karşılık verdiğimde, “Kahvaltı yapıp çıkalım.” Dedi salondan çıkarak mutfağa geçtiği esnada. Yattığım yerden doğrularak mutfağa geçtiğimde Kalender’e yardım etmeye başladım. Kahvaltı masasının yarısından fazlasını kurduğumuzda çalmaya başlayan telefonum ile gözlerim masanın üzerine yöneldi. Ellerimi kurulayarak masada duran telefonu aldığımda arayan kişi ile gülümsedim.

Samet Öz

“Gelin Hanım! Hazır mısınız?” Samet’in gülen sesi ile gözlerim devrildiğinde istemsizce gülmeye başladım. “Dalga geçme be!” Samet olayın aslını bilen tek kişiydi. Dünkü nikahta da şahidim olan kişi ta kendisiydi…

“Tamam tamam. Kalender ile dün nikahtan sonra imzaları hallettik, her şey istediğin gibi… Söylemek istediğin bir şey var mı ayrıyeten?” gözlerim Kalender’e kaydığında sakince salatalıkları soyduğunu gördüm. “Yok hayır başka bir şey istemiyorum. Şimdiden teşekkür ederim Samet.” Karşıdan gelen gülme sesi ile iki gün sonunda yüzümde ev sahipliği yana gülümseme içim rahatlatmıştı. Telefonu kapatarak masaya kurmaya devam ettiğimizde her şeyin hazır olmasıyla masaya oturduk. Önümdeki kahvaltılıklardan çatlayana kadar mideme indirdiğimde son olarak çayımı içmeye başlamıştım.

Çayımdan ufak yudumlar alırken gözlerim ormanlık yoldaydı. “Hazır mısın?” Gözlerim iki gündür olduğu gibi boş bakıyordu. “Çok.” Gözlerime bakarak güldüğünde, “Aynısından.” Diyerek taklidimi yaptı.

Dudağımın kenarı hafiften kıvrıldığında yüzümü sıvazladım. Çayımın son kalan yerini başıma dikerek ayaklandığımda masanın üzerindeki boşalan tabakların hepsini makineye dizmeye başladım. Kalender de yardım ettiğinde işimiz kısa bir süre sonra bitmişti.

Kalender dünkü alışverişten sonra poşetleri eve taşımamda yardımcı olmuş, akşam nikah kıyılacağı için benimle kalmıştı. Nikahtan sonra da git gel yapmaması adına misafir odasını ona hazırlamıştım.

Odalara dağıldığımızda hızla üzerime rahat kıyafetler giyim. Yanıma alacağım şeyler adına gözlerimi odada gezdirdiğimde dolabın kulpuna asılı olan takım elbise, ayakkabı kutusu ve gerekli malzemelerimi kollarıma sığdırmaya çalıştım. Odadan zar zor çıktığımda kolumun altından kayıp yeri boylamak üzere olan ayakkabı kutusuna sıkıca sarıldım.

Koridorun sonundan omuzuna attığım takımıyla sallanarak gelen Kalender’e sinirle baktım. “Sallanana kadar yardım mı etsen acaba paşam!”

Kalender gür bir kahkaha attığında elimdeki kutuyu çekip kolunun altına aldı. Vakit kaybetmeden ayakkabılarımızı giyerek apartmanı terk ettiğimizde arabamın arka koltuğundaki askılara, kılıflarında duran kıyafetlerimizi astık. Ayakkabılarımız ve gerekli malzemelerimizi de koltuğun üzerine yaydığımızda Kalender’e fırlattığım anahtar ile hızla yola koyulduk.

Saat şu an oldukça erkendi ve uğramamız gereken ilk durak tugaydı. On beş dakikalık yolu jilet misali kayan arabayla yedi sekiz dakikaya indirdiğimizde tugayın büyük kapısının önüne geldik. Kimliklerimiz erlere gösterdiğimizde yana kayan kapı ile arabayı park ederek dışarı çıktık. Arka koltuğa yaydığımız eşyaları kollarımızın her bir zerresi dolacak vaziyette sardığımızda kapıya doğru adımladık.

Tam içeri geçecekken önümüze yığılan dört adam duraksamamıza neden olmuştu. “Çifte kumrular gelmiş.” Diyerek giriş yapan Tekin’e her ne kadar donuk bakışlarımı göndermek istesem dahi sevimlice gülümsedim. “Erkenden gelelim dedik.” Kalender ile aynı anda aynı cümleyi kurduğumuzda salak âşıklar gibi birbirimize bakarak gülümsedik.

Kapıda daha fazla dikilmemek adına benim şahsi odama çıktığımızda eşyaları odaya bırakarak Miralay’ın yanına uğramaya karar verdik. Kapıyı normalce tıklattım. Gel sesiyle içeriye geçtiğimizde sivilde olduğumuz için direkt sandalyelere oturduk. “Nikah memuru buraya mı gelecek, nikah dairesine mi gideceğiz?” dedim iki gündür cevap alamadığım soruyu ellinci defa sorarken.

“Siz hazırlanın, biz hallediyoruz-“ Ellerimi masaya vurmamak için sertçe sıktığımda beyazlaşan parmak boğumlarıma bakarak kaşlarını çattı. “Uzatma Barça uzatma! Sorulan soruya adam akıllı cevap ver, insanlarla oynamayı kes artık!” artık ona karşı olan sabrımın son demlerini yaşıyordum. Âhi ile olan kavgasından sonra yalancının önde gideni olduğunu daha da benimsemiştim. Şu nikah işi bir an önce sona erseydi onunla bilhassa görüşecektim. Olaylar git gide sarpa sararken sakin kalmak elde değildi.

Gergince yutkunduğunda gözlerini sürekli olarak sağ tarafa kaçırıyordu. Bu da bilimsel açıdan yalan söylediğinin en büyük kanıtlarından yalnızca bir tanesiydi. “Burada hazırlanacaksınız, çıkarken erler ve birkaç timde size eşlik edecek. Burada yapmak isterdim ama üstler pek hoş karşılamadığı için nikah dairesine gitmek zorundasınız.” Cümlesi biter bitmez ellerini ovuşturmaya başladığında dudaklarını art arda birçok kez ıslattı. Yutkunmalarının peş peşe olması yalan söylediğinin habercisiyken hangi konuda ne yalan söylediğini artık çözmek bile istemiyordum.

Yerimden kalkarak ellerimi masaya yasladığımda üzerine doğru eğildim. “Eğer ki, herhangi bir konuda yalan söylediğini sezer veya duyarsam kendine yatacak yer beğen Barça.” Büyük bir sakinlikle kurduğum cümle karşısında gözlerini peş peşe kırpıştırdığında dudaklarımda küstahça bir gülüş belirdi. “Ben de öyle düşünmüştüm.”

Kalender’in elini sıkıca kavrayarak kapıya doğru ilerlediğimde dışarıya çıktık. “Sence?” dedim elini bıraktığım esnada. “Yalanı hangi konuda söylediğini ve neden söylediğini anlayamadım.” Dedi boş gözlerle yüzüme bakarken.

Gözlerimi kapatarak gülmeye başladığımda sinirlerim son bir aydır olduğu gibi oldukça bozuktu. Kalender’in elini sırtımda hissettiğimde odama doğru yönlendirildim. İçeriye girdiğimizde kendimi aynanın karşısında gördüm. Hiçbir zaman ışıldamayan gözlerim her zamanki gibi soluktu. Gözlerim ela rengini taşırken, içerisinde barınan duygular tam bir sonbahardı. Sonbaharda yapraklar geçirdiği renk değişimi yüzünden solup giderken benim gözlerimin elası yirmi yedi senedir bu haldeydi. Hayır hayır. Bu gözler hayatı ömrümde bir defa ışıldamıştı. Canımın yarısıyla ilk yaşadığım temas anında ışıldayan gözlerim, beyazın bordoya karşı geçirdiği evrim ile bir daha asla ışıldamamak adına solmuştu.

Maşamı duvarda duran prize taktığımda masayı andıran mobilyanın üzerine bıraktım. Makyaj malzemelerinden çok abartmamak için belirli başlı ürünleri çıkartarak kenara ayırdım. Vakit kaybetmek istemediğim için göz makyajına bodoslama daldığımda kahve tonlarında elalarımı öne çıkaracak bir makyaj yaptım. Rimelimi de kirpiklerime dikkatlice uygulamıştım. Allığımı hafif tutarak, dudaklarımı nemlendirdiğimde rujumu sona saklamaya karar verdim. Çoktan ısınan maşanın ince buharı gözümün önünden süzülüp giderken saçlarımı ayırarak maşayı elime aldım. Bukleler omuzlarıma ve sırtıma saniyeleri andırarak dökülmeye başladı. Bütün saçımı bitirmem neredeyse yarım saatimi almıştı. Aynadan yansıyan görüntüsüne baktığım adam, yatağın üzerinde oturmuş telefonuyla oynuyordu. Ona ne vardı sanki?

Gözlerimi devirerek saçlarımı tutturduğum toka ile dolaba asılan elbiseme yöneldim. Takım elbisemi çıkarırken etrafa yayılan ses ile gözlerini telefondan kaldırarak bana dikti. “Hazır mısın?” iki gündür en az yüz kere sorduğu soru ile bininci kez gözlerimi devirdim. “Tabii, bak. Bir saattir yan gel yat benim kolum kopsun. Hazırım tabii!” Kalender iki gündür ona yaptığım ani çıkışları tolere ediyor, olayları alttan alıyordu. Sanki onu sürüklenmeyen ben değilmişim gibi…

Oturduğu yerden doğrularak telefonu cebine attı. Birkaç büyük adımda yanıma geldiğinde yüzünü aynadan görebiliyordum. “Armin, olayı bana anlatarak teklif eden sanki sen değil de benmişim gibi davranmayı ne zaman bırakacaksın tahmini olarak? Farkındaysan iyiliğin için sana yardım etmeye çalışıyorum, gördüğün her yerde terslemeye devam ediyorsun. İstemiyorsan çok da geç değil bazı şeyler için… Biraz daha sakin olmayı denemelisin.” Duyduklarım ile sızlayan kalbim Kalender’in ne kadar da haklı olduğunu haykırıyordu. Âhi’nin yanıma gelerek üst üste beni analiz ettiği sorular, iki gündür yanlış bir hareket yaparak olayın aslını belli etmekten kaçmamı sağlıyordu.

Aynada gördüğüm görüntü, ben tam aynanın karşısında ellerimde kıyafetin askısını tutarken Kalender’de bir adım arkamda aynanın hizasından sakince yüzümü izliyordu.

Dudaklarımı yaladım. “Özür dilerim.” Gözlerim sıkıca kapanırken başımı hızla iki yana salladım. “O kadar hızlı oldu ki her şey, tedirgin oluyorum. Sana karşı boş yere patlamalarıma rağmen yanımda durmaya devam ettiğin için de ayrıyeten teşekkür ederim.” Kalender anlayışla başını salladı. Bir elini altındaki pantolonun cebine sokarken sakince yutkundu. “Anlıyorum. İlk kabul ettiğim an sana dediklerim ağzımdan bir kere çıktıysa sorun yok. Sana yanında olacağıma ve yardım edeceğime dair verdiğim söz, ortalık sakinleşip senin bitirmek istediğin ana kadar geçerli olacak.” Yavaşça gülümsediğimde bir kez daha teşekkür ettim sessizce. “Hadi bakalım, giyinelim Armin Hanım!” diyerek ellerini birbirine çarptığında sesli bir şekilde güldüm.

Elimdeki takım elbiseyi alarak banyoya girdiğimde Kalender de odanın kapısını kilitledi. Üzerimdeki kıyafetlerden arındığımda takım elbise için özel aldığım iç çamaşırlarını üzerime giydim. Özellikle bir gelinlik almamıştım. Eğer ki günün birinde bütün yalanlardan, sırlardan, sahte gülümsemelerden kurtulursam ve yeni bir hayat kurmak istersem o zaman gerçekten beyazlara bürünmek istiyordum.

Beyaz standart kesim bir takım elbise vardı üzerimde. Banyodan çıkmak için elimi kapı kulpuna attığımda duraksadım. “Kalender giyindin mi!” Kısa bir boğaz temizleme sesi kulaklarımı doldururken, “Giyindim gelebilirsin!” diyerek bağırdı.

Yalın ayak kendimi banyodan dışarıya attığımda karşımdaki adamın asilliği ile dudaklarımda gurur dolu bir tebessüm oluştu. Onu klasik takım elbisesi ile görmeyi beklerken yaptığı sürpriz oldukça hoşuma gitmişti. Üzerindeki tam teşekküllü askeri üniformasının omuz kısmındaki yıldızlar, göğsünün hizasına gelen ufak madalyaları ile gerçekten göz kamaştırıcı görünüyordu.

Gözleri hızla üzerimi taradığında yavaşça gülümsedi. “Güzel olmuşsun Armin.” Başımı hafifçe salladım. “Sen de öyle.”

Ayakkabılarımı kutusundan alarak ayağıma geçirdiğimde ince uzun düz beyaz topuklu boyumu uzatmıştı. Rujumu elime alarak dudaklarımın üzerinde gezdirdiğimde sade çiçeğimi de elime aldım. Çalan kapı ile Kalender kapının ardından gelen kişiyle konuşmaya başladı. Erdem artık çıkmamız gerektiğini, erler ve gelecek timlerin hazır olduğundan söz etmişti.

Kalenderle vakit kaybetmeden dışarı çıktığımızda koridor boştu. Dışarıdan gelen uğultular bütün herkesin aşağıda toplandığına işaretti. Kalender tam yanımda durduğunda elimi elinin arasında sardım. İkimizin de omuzları dik, adımlarımız seriydi. Topuk sesleri koridorda yayılırken merdivenleri hızla indik. Bahçeye giden koridora giriş yaptığımızda yüzüme geniş bir gülümseme yerleştirdim. Kalender de bana ayak uydurduğunda koridorun başına geçtik. Gözlerim hemen karşı karşıya dizilen, ortayı geçmemiz için açan tim ve erlere kaydı. Bizi gören kişiler susmaya başladığında etrafı ölümcül bir sessizlik esir aldı. Koridoru büyük adımlarla bitirdiğimizde bizim için açılan yola girdik. Elimdeki çiçeği havaya kaldırarak sağa sola salladığımda yüzümdeki gülümseme ile oldukça mutlu görünüyordum. Tabii, yalnızca görünüyordum.

Etraftan büyük bir alkış koptuğunda, ıslıklar ve ellerin birbirine çarpma sesi kulaklarımda oldukça sert bir çınlamaya neden oldu.

Aynı anda havaya fırlatılan gül yaprakları yeri boylarken topluluğu seri hamlelerle yardık. Gözlerim sıranın sonunda duran Kurtuluş üyelerine kaydığında hepsinin dalgın ama birinin daha dalgın olduğunu gördüm. Bakışlarını üzerimde fazla tutmayarak arabaya doğru ilerledik. Alkışlar ve ıslıklar ardımızdan gelirken hızla arabaya binerek ana yola çıktık. On arabalık minik bir konvoy ile biraz uzayan bir yolculuk yaptığımızda sonunda nikah dairesine gelebilmiştik. Hızlıca arabadan inerek içeri geçtiğimizde, yanımıza gelen bir kadın yapmamız gerekenleri bize anlatmaya başladı. Biz kadınla konuşurken içeri doluşan adamların uğultusu buraya kadar geliyordu. Kadın artık yerimize geçmemiz adına konuştuğunda hızlıca nikah salonuna girdik. Kalender sandalyemi çekerken dikkatlice oturdum. Yanıma oturan adam ile bakışlarım etrafta bulunan tanıdık simalara kaydı. Yiğitler timi, kurtuluş üyelerinden kalanlar, tek dert ortağım Samet, içtimalarda yardım istediğim erler, Azad Üsteğmen… diyerek liste uzuyordu.

Karşımızdaki topluluk güler yüzle ikimize bakıyordu. Nikah memuru geldiğinde olaylar oldukça hızlı ilerlemişti. Benim şahidim Samet, Kalender’in şahidi Göktürk yanımıza geldiğinde sorular soruldu cevaplar verildi.

Memur tebrik ederek yanımızdan ayrıldığında, sıra karşımızda büyük bir ilgiyle bize bakan topluluktaydı. Erler yanımıza gelerek tek tek tebrik ettiklerinde sayısızca teşekkür ettim, ettik. Bir saate yakın süren tebrik merasimi nihayet sona erdiğinde gözlerim tam karşımda bana derince bakan adama kaydı. Yanımıza doğru gelerek önce Kalender ile el sıkıştı. Bir adım yana kaydığında tam karşımda durdu. Elini bana uzatarak gözlerimin tam içine baktı. “Tebrik ederim komutanım.” Diyerek son kelimeyi vurguladığında herkese yaptığım gibi ona da hafifçe tebessüm ederek başımı salladım. Karşımızda kalan ekip gülümseyerek bana bakarken bakışlarım Âhi’ye kaydı. Elaları bana kapandı. Gözlerini sıkıca yumduğunda kalabalığı yararak hızla gözden kayboldu.

 

 

KURTULUŞ

Gözlerim tavanda, aklım olanlardaydı.

Nikahın üzerinden iki güne yakın zaman geçmişti ve ben tugaya gitmek yerine dosyaları eve taşıyarak yalnızca onlarla ilgileniyordum.

Tavanın beyaz renginin içimi açması gerekirken daha da boğması normal miydi? Aklıma gelen şeyle yattığım yerden doğrulduğumda başım oldukça şiddetli bir şekilde dönmeye başladı. En son ne zaman yemek yediğimi hatırlamakta güçlük çekerken gözlerimi yavaşça kapayıp açtım. Çekmeden aldığım şişeyi, enjektörü ve pamuğu yatağa bıraktığımda kasıklarımı açarak iğneyi vuracağım yeri temizledim. Şişeden çektiğim enjektörü kasıklarıma yaklaştırdığımda derin bir nefes aldım. Derimi delip geçen iğnenin sızısını hissettim. İlacın yayılmaya başladığı yer yanarken enjektörü sertçe çekerek çıkardım. Şişeyi, pamuğu ve iğneyi çekmecenin içerisine fırlattığımda kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Kasıklarımdan süzülen kanın çizdiği yolu hissettim. Aradan dakikalar geçti, akan kan kurumaya yüz tuttu.

Tavana baktım, gözlerimden aktı anılar.

Tavana baktım, beyaz yüzeye yansıdı acılar.

Gözlerim belli bir süre sonra kapandı. Gözlerim kapalıydı ama uyumuyordum, zihnim oldukça meşguldü çünkü…

Çalan telefonun sesi kulaklarımdayken hiç de açmak geçmemişti içimden. Komidinin üzerinde duran telefona uzandığımda arayan kişiye baktım.

Yıldırım Kıran

“Efendim.” Dedim normal tutmaya çalıştığım sesimle.

“Ne yapıyorsunuz komutanım?” gözlerimi yumdum, derin nefes aldım. “Yatayım dedim biraz, siz ne yaptınız?” dedim Kalender ve ben haricinde kalan adamlar adına. “İyiyiz dinlenme odasına oturuyoruz. Acıktık da dışarı mı çıksak diye düşündük, siz de katılsanıza bize.” Gelmemizi istediği sesinin tonundan bile anlaşılıyordu. Yüzümü sıvazladım. “Tamam geliriz, konum atın gruba.”

Telefonu kapatarak Kalender’i aradığımda nerede olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Kısaca konuştuğumuzda düğün salonunun yeriyle alakalı çıkan sorun için konuşmaya gittiğini öğrenmiştim. Yemek yemeğe çıkacağımız adına haber vermemin tek sebebi pot kırmaması adına duyduğum endişe yüzündendi. Yattığım yerden doğrulduğumda kasıklarıma giren keskin kramp ile yanaklarım hava dolarken, dişlerim birbirine kenetlendi. Ben bu iğne işini tek başına yapmamalıydım anlaşılan.

Dolabı açtığımda boğazlı, uzun kollu siyah elbisemi çıkardım. Üzerimdeki pijamalardan sakince kurtulurken, elbise üzerime oturmuştu. Boğaz bölümünü katlayarak aynadan kendime baktığımda makyaj masasının önüne geçerek saçımı ensemde sıkıca topuz haline getirdim. Kirpiklerime rimel sürerek uzattığımda dudaklarıma da toprak tonlarında bir ruj sürdüm. Çantama beylik tabancamı, yedek şarjörlerimi ve kimliklerimi koyarak odamdan çıktım. Ayakkabılıktan siyah ince topuk botlarımı ayaklarıma geçirdim.

Apartmandan çıktığımda elimdeki anahtarın düğmesine bastım. Etrafa yayılan ses ile dudaklarımda hoş bir gülümseme oluştu. Topuklularımın sesi rüzgârın sert hışırtıları yüzünden çok az gelirken arabanın kapısını açarak kendimi içeri attım. Çantamı yan koltuğa bıraktırdığımda koltuk ısıtmayı aktif ederek arabayı çalıştırdım. Park alanından çıkarak ormanlık yola girdiğimde gruba yollanan konuma doğru sürmeye başladım.

Yolların üzerinde bulunan şeritleri belirlemek adına çizilmiş çizgileri ardımda bıraktım. Ağaçların büyük küçük, ince kalın gövdeleri boyları iki yanımdan devrilip giderken kulaklarıma bir keman sesi yayılmaya başladı. Keman git gide hızlanırken, anılar gözümden aktı.

Hani zamanla geçer derlerdi ya, o zaman bende çoktan geçmiş olsa da yaşanılanlar geçmiyordu. Zaman elbette geçiyordu hatta o kadar hızlı geçiyordu ki su gibi akıp gidiyordu. Ama geçmeyen şey anılardı, yaşantılardı, acımasızlıklardı…

Yıkım elimden kaymıştı, kaçırılmıştım sebebi belirsiz, kurtarılmıştım kim ya da kimler tarafından belirsiz, komaya girmiştim kimin beni yalnız bırakmadığı belirsiz, uyanmıştım nasıl evime gelmiştim belirsiz, olayları çözememişken kendimi bir adliye kapısında bulmuştum olayın aslı belirsiz-di, tahinim çıkmıştı Hakkâri yolculuğu başlamıştı. Kurtuluş ile tanışmıştım yeni bir aileye sahip olmuştum. Kaza yapmıştım geçmişten gelen haber yüzünden benliğimi kaybederek, mahkemelerin ardı arkası kesilmemişti, Ankara’ya tekrar dönmüştüm yaptığım hatayı aklamak adına, mahkeme bittiğinde ortalığın durulduğunu sanmıştım. Nereden bilebilirdim hayatımın bininci altüst oluşuna şahit olacağımı?

Mekâna geldiğimi belli eden ses arabaya yayılırken arabamı park ettim. Çantamı alarak dışarı adımımı attığımda yüzüme damlayan yağmur damlası ile gözlerimi kırpıştırdım. Kapıya doğru geldiğimde yanımda biten adamla bayıkça yüzüne baktım. Gülmem adına elini dudaklarının üzerine götürüp bir harekette bulundu. Gözlerimi devirerek içeriye girdiğimde masaya kurulan Kurtuluş üyelerini saniyesinde gördüm.

Masaya gelerek herkese selam verdiğimizde hepsi bizi özlemiş olacak ki hevesle karşılık verdiler. Âhi’nin yanında boş kalan iki sandalyeden birisine oturduğumda Kalender de yanıma kuruldu. Sağımda Âhi solumda Kalender vardı. Tekin, Yıldırım ve Ertuğrul düzenli olarak bizi süzüyor, bir şeyler demek istiyor ama çekiniyormuş gibi bir halleri vardı. “Söyleyin işte ne bakıp duruyorsunuz?” ani parlamam ile üçü de gözlerini kaçırarak ayrı ayrı yerlere çevirdi.

“Neden bizim haberimiz yoktu ya da daha doğrusu neden bu kadar acele ettiniz.” Üçünün çekindiği soruyu ilk defa duyduğum tehlikeli ses tonuyla soran ela gözlere çevirdim gözlerimi. Çenem sinirle seğirirken gergince konuştum. “İlk başta haberinizin olmama sebebi karşılıklı olarak duygularımızdan emin olmamamızdı. İkinci soruya gelirsek, olayın hızlı gerçekleşme sebebinin en büyük etkeni asker olmamız. Bunu en iyi sizin anlamanız lazım, mal ayağına yatmazsanız sevinirim.” Karşımdaki üçlü bana garipçe bakarken yanımdaki adamın sert soluklarını duyuyordum.

Ağrıyan başımı ovmaya başladığımda masaya gelen garson ile bir sürü yemek ismi kulaklarımı doldurdu. İçimde değişik bir ağrı vardı. Bunun tam olarak ne olduğuna kanaat getiremesem de göğüs kafesimden mideme, midemden kasıklarıma uzayan değişik sızı rahatsız hissetmeme neden oluyordu.

“İzin kullanacak mısınız?” diyen Yıldırım merakla ikimize baktı.

“Hayır.”

“Hayır.”

Aynı anda aynı kelimeyi cevap olarak kullandığımızda Yıldırım anlayışla başını salladı. Bakışları arkamda kalan bir yere odaklanırken gözlerim merakla kapıya doğru çevrildi. Gördüğüm yüz avukat beyin yüzüyken Yıldırım ayaklanarak kapıya doğru yürümeye başladı. Samet ve Yıldırım birbirlerine sıkıca sarılırken, ikilinin benden daha samimi olmaları sinir bozucu bir derecede hoşuma gitmeye başlamıştı.

Samet ile Yıldırım masaya doğru yaklaşırken sandalyemi ittirerek ayaklandım. Göz göze geldiğimizde kollarını iki yana açtı. Bu anı beklercesine bedenine sıkıca sarıldığımda başım boynuna gömülmüştü. Derin bir nefes aldığımda mırıldanmaya başladım. “O kadar çökmüş hissediyordum ki… bir daha toparlanamayacak gibiyim.” Başımın üzerine uygulanan baskı ile yavaşça gülümsedim. “Her zaman güçlüydün, şu anda pes edersen ne anlamı kalır?” bedeninden yavaşça ayrıldığımda dikkatle gözlerine baktım. Gülümsedi.

Masaya ekstra bir sandalye çeken Samet ve Yıldırım yan yana oturuyordu.

“Sen ne yapıyorsun tek başına?” diyen Yıldırım merakla Samet’e bakındı.

Samet yanında duran dosya çantasını havalandırarak, “İki saat sonra davam var. Yemek yemeye gelmiştim.” Dedi.

Yıldırım gülerek Samet’le konuşmasını sürdürürken yemeklerimiz garson tarafından önlerimize bırakıldı. Önümdeki köfteyi bıçak yardımıyla ikiye ayırırken gözlerim yanımda oturan adamın ellerine kaydı. Miralay ile aralarındaki husumet ellerinin derisinde yüzülmelere neden olmuştu. Âhi bir konuyu ısrarla bana söylemek adına direnirken Miralay’ın onu susturma çabası devam ediyordu. Âhi’yi engelleyen husus neydi hiçbir fikrim yoktu ama söylemek adına direndiği konunun benim açından önemi kesinlikle büyük olmalıydı.

“Yemeğini ye, kilo vermeye başladın Armin.” Diyen adamın sesine karşılık gözlerimi devirerek ona döndüm. “Sana ne bundan? Yemeğini ye.”

Ters cevaplarıma alışmış olacak ki kestiği köfteyi ağırca ağzına atarak bakışlarını manzaraya çevirdi.

Önümdeki tabağı zorla yemeye başladığımda ortamda dönen sohbetten oldukça uzaktım. Sohbet dakikaların ardından kesilirken bakışlarım tabağımdan ayrılıp oturan adamlara çevrildi.

Samet ve Yıldırım pür dikkat bir noktaya bakarken başım ikinci kez kapıya çevrildi. Kalabalık bir arkadaş grubu içeriye girerken aralarındaki kadın dikkat odağıma girmeyi becermişti. Tuğba kahkaha atarak masalardan birisine yöneldiğinde oturdukları masa hemen yanımızda bulunan on kişilik masaydı.

Samet oturduğu yerden kalkarak Tuğba’nın yanına gittiğinde Tuğba şaşkınlıkla Samet’e baktı. “Hayatım, senin ne işin var burada?” Samimiyetten uzak sarılmasını Samet’in üzerinde gerçekleştirdiğinde bakışlarım saniyelik Yıldırım’a kaydı, ağzı açık bir vaziyette yan masaya bakıyordu.

Samet, “Davam var yemeğe gidelim dediğimde, büroda olacağım işlerim var demiştin diye hatırlıyorum Tuğba?” kaşları çatık masada oturan kadınlara ve Tuğba’ya garipçe bakıyordu.

Tuğba çekingence bir enfes verdi. “İşim erken bitince buluşalım dedik. Bir sorun yoktur herhalde değil mi?” Samet Tuğba’nın hâlâ üzerinde sarılı olan kollarını iki yana iteklediğinde Tuğba şaşkınlıkla Samet’e baktı. “Seni bana sınamak amaçlı mı gönderdiler Tuğba? Bir dediğin bir dediğini tutmuyor, lafının arkasında durmayı öğren artık.”

Tuğba abartılı bir sesle üste çıkmaya çalıştı. “Niye uzatıyorsun ki? Hem senin de arkadaşların varmış ben bir sorun göremiyorum.” Tuğba başını oturduğumuz masaya çevirdiğinde ilk benimle göz göze geldi. Bana bakarak samimiyetsiz bir biçimde gülümsediğinde boşça yüzüne baktım. Bakışlarıyla diğer tarafı tararken gördüğü yüzle gözleri büyüdü.

Tuğba şaşkınlıkla Yıldırım’a bakarken Yıldırım dolan gözlerine inat sertçe Tuğbaya bakıyordu.

“Sanem.” Yıldırım’ın dudaklarının arasından dökülen isim Tuğba tarafından büyük bir yıkıma yol açmıştı. Gözlerindeki yaşanmışlık, ayakta durmasını zorlaştırıyordu.

Samet bir Tuğbaya bir Yıldırım’a bakarken olayı anlamaya çalışıyor gibi bir hâli vardı.

“Sen.” Tuğba şaşkınlıkla mırıldanırken Yıldırım’ın gülme sesi kulaklarıma ulaştı. Olayın aslını az çok tahmin edebilmiştim ama asla aklıma gelmezdi.

Tuğba Sanem Akçay, Füsun Akçay’ın kızım demeye iğrendiği kadın.

Tuğba Sanem Akçay, Yıldırım Kıran ile yıkıcı bir geçmişi olan kadın.

Tuğba Sanem Akçay, Samet Öz ile gelecek vadedip duygularla oynayan kadın.

Tuğba’nın Füsun’un kızı olduğunu Füsun’un evinde resimlere bakarken gördüğüm fotoğraf sonucu anlamış, Füsun’a birkaç temel soru sorarak işin aslını öğrenmiştim. Tabii bununla sınırlı kalmayarak, Hüseyin’den kısa çaplı bir yarım isteyerek Tuğba’nın bütün bilgilerine ulaşmıştım.

Yıldırım sandalyesini ittirerek ayaklandığında Samet çatık kaşlarla Yıldırım’a baktı. “Ne oluyor ya?” Samet’in verdiği tepki dudaklarımda istemsiz bir kıvrılmaya yol açarken hızla elimi dudaklarım üzerine vurdum. Bakışlar kısa bir an bana dokunduğunda gözlerimi kaçırarak etrafta dolandırdım.

“Yaşıyormuşsun.” Dedi Yıldırım yüzündeki buruk gülümsemesi ile. Tuğba şaşkınlık ve korkuyla bir Samet’e bir Yıldırım’a bakarken hiç beklenmedik bir cevapla karşılık verdi. “Sen kimsin?”

Açılıp ağzının orta yerine çarpma isteğini göz ardı etmeye çalışarak, şaşkınca Yıldırım’a bakan kadına kilitledim gözlerimi.

Yıldırım sert bir sesle karşılık verdi. “Şaka mısın? Ne zamandan beri bu kadar vurdum duymaz oldun Sanem?” Tuğba şaşkınlıkla gözlerini büyüttüğünde Samet’e sarılmaya çalıştı. Samet sinirle Tuğba’yı ittirdiğinde, “Tanışıyor musunuz Tuğba? Anlatmak istediğin bir şey varsa anlat bence.” Dedi sorgularcasına yüzüne bakarak.

Tuğba ellerini göğüs hizasında kaldırdığında, “Tabii ki de tanışmıyoruz. Tanımıyorum kendisini.” Diyerek gözlerini belertti.

Yıldırım gülüp ağlama arasında kalarak elini masaya vurduğunda, gözlerini yumup sandalyesine yavaşça çöktü. Yüzü acı bir hâl aldığında patlamamak veya ağlamamak adına kenedini zor tuttuğunu görebiliyordum.

Samet Yıldırım’ın halini görüp Tuğbaya yalan söylediğine dair bakışlarını gönderirken Tuğba’nın yüzünden yalan söylemenin verdiği endişe hissi akıyordu.

Samet Tuğba’yı kolundan çekiştirerek dışarıya sürüklediğinde Tuğba’nın tiz çığlıkları kulaklarımı doldurdu. Oturduğum yerden kalkarak Yıldırım’ın yanına geldiğimde bir elimi bacağının üzerine bırakarak yere çömeldim. “Yıldırım bana bak hayatım.” Sessizce fısıldadığımda elini üzerine siper ettiği gözlerinden bir damla yaş yanaklarına doğru süzüldü. Omuzları sarsıldığında ellerimi kollarının iki yanına sararak ayağa kalkması adına kendime doğru çektim. Yıldırım’ın yüzünü masadakilere göstermeden sırtından çıkışa doğru iteklediğimde topuklularımın sesi mekânın içerisini doldurmaya başladı. Kapıdan çıktığımızda bizi ağırlayan soğuk iliklerimize kadar işlerken gördüğüm banka doğru ilerledim. Yıldırım’ın bedeni yanıma sığılırcasına düşerken kollarından kendine doğru çekerek bedenini sarmaladım. Bu anı bekliyormuş gibi sıkıca sarılışıma karşılık verdiğinde dudaklarının arasından inlemeye benzer bir ses döküldü. “Ben bana attığı iftiraya bile dudaklarımı aralayıp karşılık veremezken… Nasıl yaptı ya bunca şeyi? Benim saf göz bebeğimin içerisinde hep böyle bir kadın mı yatıyordu Allah aşkına! Karşıma geçip utanmadan tanımıyorum demek ne kadar da kolaymış onun için. Ben her şeyi unuturum, bak her şeyi. Şu anda gözlerimin içine bakıp tanımıyorum demesini de unuturum ama o gün üzerime atlayıp yapmadığım bir şey için bana saldırmasını asla. Yüzü bir kez olsun kızarmadı biliyor musun, acımasızca yüzüme haykırırken bir kez olsun ben ne yapıyorum diyerek kendini sorgulamadı. Ben eve gittiğimde binlerce kez düşündüm. Dedim ki, istemeden onu incitecek bir harekette mi bulundum? Onun rızası olmadan ona gözümü mü değdirdim? Aklımdan binlerce olay geçti… şimdi gelip beni kalbimden bıçaklayan o değilmiş gibi tanımıyorum diyor ya…” elini bankın tahtasına sertçe geçirdiğinde yumruk halindeki elini avucumun içerisine aldım. Omuzları şiddetle sarsılırken sertçe nefes alıp veriyordu sakinleşmek adına.

Kollarımın arasından çıkarak ileriye doğru seri adımlarla yürümeye başladığında bakışlarım karşıya kaydı. Tuğba ve Samet şiddetli bir şekilde kavga ederken Yıldırım son hız yanlarında bitti. Yerimden kalkarak elimden geldiğince koştuğumda Yıldırım’ın tam yanındaydım.

“Sen ne kadar utanmaz bir kadınsın be! Yıllar önce yaptığın çirkeflikleri çabuk unuttun herhalde. Ne o, Samet iki ilgi alaka gösterince aynılarını ona da mı yapmaya karar verdin? Yüzsüzsün kızım sen! Ağıza alınmayacak hakaretleri, cümleleri art arda sıralarken bir kez olsun yüzün de kızarmamıştı zaten. Yalancı, iftiracı, pislik! Yıllardır kendimi suçladım lan ben! O gün attığın tokatlar, yumruklar bedenime işlediğinde bir kez olsun acı çekmezken, ağzını doldura doldura ettiğin hakaretler altında ezildim ulan! Sen istemeden göz ucuyla yüzüne bile bakamazdım be! Nasıl oldu da bu kadar alçalabildin Sanem, amacın ne senin?” Yıldırım acımasızca içinde birikenleri Tuğba’nın yüzüne haykırıyordu. Tuğba şaşkınlıkla Yıldırım’a bakarken Samet yıkılmış bir halde Tuğba’ya çevirdi bakışlarını. “O kadın sen miydin Tuğba?” muhtemelen Yıldırım Sanem’i Samet’e anlatmıştı. Samet ve Tuğba Sanem’in birlikte olduğunu bilmeyerek.

Fısıldadı ama bu fısıldayış bir haykırışa bedeldi.

Samet ve Yıldırım bugün o kadar çok gerçeği haykırmak istediler ki, kelimeler ikili için o denli kifayetsiz kalmıştı.

Samet’in omuzları sarsıldı, Yıldırım’ın dizlerinin bağı çözüldü. Tuğba şaşkınlıkla ikiliye bakınırken gözleri panikle dolmaya başladı. Ellerini hızla iki yana salladığında, “Psikolojim iyi değildi, Yıldırım özür dilerim bir tanem! Bilerek söylemedim ben onları, sana hiç bile isteye vurmak ister miyim ben?” diyerek bağırmaya ve kendini ifade etmeye çalıştı titreyen sesiyle.

“Şaka mısın be sen?” Samet şoktan çıkmışçasına Tuğba’ya baktığında Yıldırım araya girerek Samet’i susturdu. “Ulan parmağında Samet’in taktığı yüzük var be! Ne anlatıyorsun kızım sen? Bipolar falan olmayasın, biraz kafada var herhalde!” Yıldırım oturduğu soğuk zeminden yüksek sesle bağırmaya devam ederken kolunu kavrayarak kalkmasını sağladım. Bana tutunarak karşısındaki kadına baktığında gözlerinden yaşlar dur durak bilmeksizin akmaya başladı. Samet Yıldırım’ın akan yaşlarına baktığında göz akı kızarmaya başladı.

Avukat ve Asker bugün bir kadının yalanları için ağladı.

Avukat ve Asker bugün bir kadının yüzsüzlüğü için ağladı.

Tuğba koşarak caddeye indiğinde bir arabaya bindiğini gördüm. Üzerimdeki baskı azalırken gözlerimi Tuğba’dan çekerek Yıldırım’a çevirdim. Samet Yıldırım’a sıkıca sarılırken gözyaşlarına inat burukça gülümsedi. “Sana yemin ediyorum o kadının Tuğba olduğunu bilseydim o teklif için asla önünde diz çökmezdim kardeşim. Eğer ki bildiğim halde devam ettiğimi düşünürsen canın sağ olsun ama…” Samet kızaran gözleri ile Yıldırım’ın yıkılmış yüzüne baktığında yanaklarına doğru yaşlar savruldu. Yıldırım’ın dudakları buruştuğunda gözlerinden akan yaşlar bir patika gibi boynuna süzülüyordu. Samet Yıldırım’ı tekrardan kendine çekerek sıkıca sarıldığında ikisi de şiddetle ağlamaya devam etti. Demek ki erkekler ağlamaz diye bir gerçek yoktu… Erkeklerde ağlardı. Sevdikleri kadının bu denli iğrenç bir karaktere sahip olduğunu öğrenmek hiç de kolay olmasa gerekti.

Ellerimi ikisinin de omuzuna birkaç kez vurduğumda sakince içeriye yürümeye başladım. Yüzüm donuktu, bakışlarım karartıcı. İçim ağlıyordu ama ona rağmen duruşum dikti. Masaya geldiğimde kalktığım yere yavaşça oturdum. Üyelerin dışarıya çıktığını hiç fark etmemiştim.

Masa boştu. O hariç. “Değişik bir karşılaşmaydı.” Dedi ürpertici bir sesle.

Kalender’in yanına gitmek adına ayaklandığımda gözlerim acıyla büyüdü. Kasıklarıma bıçak misali saplanan keskin ağrı ellerimi masaya sarmama neden olmuştu. Dudaklarımın arasından kısık bir nefes firar ederken yanımdaki adamın ittirdiği sandalye sesi kulaklarıma doldu.

“Ne oluyor?” kolunu telaşla belime sardığında gözlerinden akan endişe ile yüzümü süzdü. Ağrı git gide şiddetlenirken gözlerimi pörtletmekten yerinden çıkacağını düşünmüyor değildim. Elim sıkıca koluna sarıldığında, derimin rengi beyaza dönmüştü adeta.

Bacaklarımın altında ve sırtımda hissettiğim el ile bedenim havalanırken başım boyun girintisine doğru düşmüştü. Kapıdan çıktığımızda bir elim kasıklarımın üzerine kapaklandı. Arabaya binmemiz, hastanenin adresini Âhi’ye mırıldanmam ve gözlerimin kapanması çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşmişti.

 

 

KURTULUŞ

Kolumu dürten her kimse uyanmama vesile olurken gözlerim kısıkça etrafı taradı. Uzandığım arka koltuktan doğrulmak adına hareketlendiğimde bedenime sarılan kollar ile hareket etmeye başladık. Hastaneye geldiğimizi burnuma dolan o keskin kokudan ve adresi yarım yamalak mırıldanmam ile anlayabilmiştim.

“Baştan gerçeği söylemek yerine lafı dolandırmasaydın şu an başka konular konuşuyor olurduk hanımefendi.” Dedi kulağıma doğru eğilerek. Yüzümü buruşturarak başımı göğsüne doğru gömdüğümde, bir konuşma diyaloğu kulaklarıma ulaştı.

Bedenim bir yere bırakıldığında gözlerimi yavaşça araladım. İlk olarak bakıştığım tavan ile derin bir enfes aldım. Bakışlarım yana kaydığında endişe ile bana doğru gelen Atalay’a baktım. “Armin iyi misin neler oluyor?”

Gülmek ve ağlamak arasında kalırken sessizce mırıldandım. “O verdiğin iğrenç iğneyle beni zehirlemiyorsundur umarım!” iğneyi yaptıktan sonra gelişen kramplar hiç hoşuma gitmiyordu.

Atalay ne diyorsun dercesine yüzüme baktığında, “Saçmalama istersen verdiğim yemini çiğneyerek altı senemi boşa harcayacak değilim. Ayrıca sen iğnelerini düzenli yapıyor musun da mırın kırın ediyorsun onu söyle bana.” Dedi yarı sinir, yarı endişe akan sesiyle.

Yüzümü sıvazladığımda boğuk bir ses tonuyla konuştum. “Günde bir tane yapıyorum işte.”

Atalay sinirle soluğunda, “Saatlerini saçma sapan ayarlar, kafana göre yaparsan öyle olur! aferin size hanımefendi!” diyerek sesini yükseltti.

Kulaklarıma bir boğaz temizleme sesi doluştuğunda, “İsmi Armin ve sesinin tonuna dikkat edersen iyi olur.” Diyerek mırıldandı.

Atalay bakışlarını üzerimden çekerek Âhi’ye baktığında kaşlarını çattı. “Anlamadım?”

Âhi yavaşça gülümsediğinde kollarını arkasında birleştirdi. “Hanımefendi demenize gerek yok, gördüğüm kadarıyla oldukça samimisiniz o yüzden ismi ile hitap etmeniz daha doğru olabilir. Ayrıyeten samimi olduğunuz birini kırmak istemezsiniz bence o yüzden sesinizin tonuna dikkat etmelisiniz.” Gayet sakince sarf ettiği cümlelerin altındaki ima ve tehdidi bütün benliğimle hissettiğimde dudaklarım iki yana kıvrıldı.

Atalay gergince boğazını temizlediğinde oturduğu sandalyeden kalktı. “Pekâlâ o zaman ben bir muayene edeyim. Siz çıkabilirsiniz.” Âhi’ye göz dağı verircesine iddiayla konuştuğunda dudaklarımı yalayarak araya girdim. “Atalay tamam bir sorun yok kalabilir.”

Atalay başını sallayarak bana döndüğünde Âhi telaşla yüzüme bakıyordu.

Atalay eldivenlerini giyerek ultrasonun önünde duran sandalyeye oturduğunda ultrason başlığına jel sürerek ekranda birkaç ayar yaptı. “Karnını biraz açar mısın Armin.” Diyerek ismimi vurguladığında dediği gibi karnımı açmaya çalıştığım esnada bakışlarımı Atalay’ın arkasında kalan ve pür dikkat bana bakan adama çevirdim. Üzerime yapışan elbise ile kasıklarımı nasıl açacağımı düşünürken Atalay’ın bacaklarımın üzerine bıraktığı örtü ile elbiseyi yavaşça yukarı çekiştirdim.

Bakışlarım Atalay’ın arkasında kalana adama kaydığında pür dikkat bana baktığını gördüm. Vitamin ve ultrason yalanını bağdaştırmaya çalışıyordu galiba… Yalan söylediğim için yüzüme sinirle baktığında bakışlarını ultrason ekranına çevirdi. Kasıklarımda gezinen alet ve baskılar daralmama neden olurken Atalay’ın sesi odayı doldurdu. “İğnelerini kendin mi yapıyorsun?”

“Hayır.” Dedim gözlerim Âhi’nin üzerindeyken.

Atalay ultrason başlığını kasıklarımın belli bir noktasına bastırarak durduğunda dikkatle ekrana bakmaya başladı. “Bu normal değil.” Ben soramadan Âhi araya girerek sordu. “Normal olmayan nedir?” hızla ultrasona yaklaşarak ekrana bakmaya başladığında kaşları çatık dudakları hafif aralıktı.

“İğneleri düzenli kullanıyor ve vuran kişi de hijyen kurallarına dikkat ediyorsa kistlerin biraz da olsa küçülmesi gerekirdi. Kistler patlamadan sonraki haliyle aynı boyutta, bir milim dahi küçülmemiş.” Atalay çatık kaşlarla ultrasona bakarken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.

Kalbim küt küt atarken göğüs kafesimi saran şiddetli sancı nefes almamı zorlaştırıyordu.

“Ne kisti, onun için sorun yaratabilecek bir durum mu bu?” Âhi endişe ile konuşurken Atalay sıkıntılı bir nefes verdi. “Ben ameliyat konusunda-“

“Atalay uzatma, olmaz dediysem olmaz! Mantıklı bir teklifte bulunsan hadi gene neyse, ağzımı açtırıp sinirimi bozma benim!” yüksek bir sesle çıkıştığımda Âhi olayı anlamak istercesine bir bana bir Atalay’a bakıyordu.

“Armin bu durum da mantıklı değil zaten! Kistlerin büyümediğine dua et sen, iğne kistlerin patlamaları için güçlü bir panzehir. Madem düzenli yapıyorsun nasıl küçülmedi? Çok biliyorsun ya cevap ver şimdi!” sinirle elindeki eldivenleri yırtarcasına çıkardığında ilerideki çöp kovasına fırlattı. Ultrason başlığını temizleyerek ayaklandığında masasının başına giderek telefonu eline aldı. “Filiz Hanım merhaba ben kadın doğum uzmanı Atalay, bana ikinci derece kist kontrol iğnelerinden getirebilir misiniz?” karşıdan gelen cevabı dinlediğinde başını sallayarak telefonu kapattı. Önündeki dosyalarla uğraşırken kasıklarımdaki baskı ile ilgi odağım değişti.

“Neden bana doğruyu söylemek yerine yalan söyledin?” dedi donuk bakışları eşliğinde kasıklarıma bulaşan jeli silerek. Çenem kasıldığında burukça yutkundum. “Sen bana, olayı idrak edebildin mi diye sorsana bir.” Diyerek mırıldandım.

Gözlerini bana çevirdiğinde elalarım büyüdü. Kızaran göz akı ve dolu göz pınarları ile yüzüme bakıyordu. Yattığım yerden doğrulduğumda bir elim çenesine gitti. “Saçmalama benim için mi ağlayacaksın?” dedim şok olmuş bir sesle.

Asıl şok dalgası onu sarstığında yanağındaki elimin üzerine elini kapattı. “Asıl sen saçmalama başka kime ağlayayım?”

İkimizde dolu ve şaşkınlık barındıran gözlerle birbirimize bakarken çalan kapı ile ayrıldık. İçeri giren kadın tepsiyi Atalay’ın masasına bıraktığında bana geçmiş olsun diyerek odadan hızla ayrıldı. Atalay tepsiyi alarak yanıma geldiğinde ellerine eldivenlerini geçirdi. Oturur vaziyete geldiğim sedyeye tekrardan uzandığımda kasıklarımda gezinen ıslak pamuk ile derin bir nefes aldım.

Derimi yavaşça delen ince iğne ile bedenim anlık kasılırken Atalay, “Kendini kasma.” Diyerek uyarıda bulundu.

Saniyeler dakikaları devirirken kasıklarımdan enjekte edilen üç ince iğnenin içerisindeki sıvılar ile üzerime bir yorgunluk çökmüştü. Yattığım yerden elim kasıklarıma kapanırken Atalay masasına kurularak konuşmaya başladı. “İlaçlar biraz ağır gelecek ama katlanman lazım. Geçen ki muayenede dediklerim hâlâ geçerli… İğnelerini de kullanmayı bırakabilirsin sana yeni ilaçlar yazacağım onları düzenli olarak alacaksın. Bak Armin eğer ki ilaçlarını aksatırsan kistlerle vedalaşmayı unut. Düzenli olarak içeceğin konusunda sana güvenmek istiyorum yoksa raporu yürürlülüğe koymam gerekecek.”

Gözlerim fal taşı gibi açıldığında yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. “Unut onu! Eğer ki öyle bir şey yapacak olursan sende kendi mesleğini unutursun Atalay!”

Atalay’ın kistlerle alakalı muayenelerimi yürürlülüğe koyması demek, mesleğime veda etmem demekti. Eğer ki üstler yaşadığım bu sağlık sorununu öğrenir ve inceleme altına alırlarsa ilk yapacakları haberi üstlere bildirmediğim için meslekten uzaklaştırma, ikincisi yapacakları iş ise meslekten men olurdu.

“O zaman sende ilaçlarını düzenli olarak alacaksın Armin. Yoksa elimden başka bir şey gelmeyecek maalesef.” Gerçekten de üzülerek sarf ettiği cümleler karşısında sessiz kaldım. Elbisemi örtünün altından çekiştirerek diz kapaklarımın üzerine getirdiğimde elimi Âhi’ye uzattım. Doğrulmam için beni kendine çektiğinde sakince ayaklandım.

Miralay ile bir süre daha konuştuğumuzda yazdığı ilaç reçetesini almış, odadan ayrılmıştık. Koridorda yürürken bizim olduğumuz yöne doğru koşan bir adam ile kaşlarım çatıldı. Adamın yüzü bana biraz tanıdık geliyordu. Sanki daha önce görmüşüm gibi… zihnimde çakan şimşekler geçen muayene de Atalay’ın yanından ayrılırken kapıyı pat diyerek açan olduğu gerçeğini yüzüme vurdu. Adam yanımızdan son hız geçerken ağır adımlarla çıkışa geldik.

Arabaya bindiğimizde yanımda oturan adamın derin nefes seslerini duyabiliyordum. “Eğer ki konu sağlıksa benden saklama Armin. Senden rica ediyorum…” elleri direksiyonun iki yanına sarıldığında gitmek ister gibi bir hali yoktu. Düşüncemi doğrulayarak ellerini direksiyondan çektiğinde bedenini ve bakışlarını bana çevirdi. “Kalender ile bir anda ne oldu bilmiyorum ama gözlerin haykırıyor Armin. İşin içinde Miralay’ın ve mesleki bir durumun olduğunu biliyorum. Hatta biliyorum değil hepimiz biliyoruz ama siz söylememekte direttiğiniz için yorum yapmıyoruz. Miralay üstüm olmasaydı belki de bu saçma durumun içerisinde bile olmayacaktın ama-“

Sağ elimi dediklerini geçiştirircesine salladığımda, “Miralay ile neyin kavgasını ediyorsunuz Âhi?” dedim ciddiyetle.

Bana yandan bir bakış atarak ensesini sıktığında göğüs kafesi hızla inip kalktı. “Söyleyebilsem bunlar olmazdı derken bunu kast ediyorum bende. Bir olay var bence söylemem onu asla etkilemeyecek ama o ısrarla beni senden uzaklaştırmaya çalışıyor. Nankörlük ettiğinin farkında değil.” Sona doğru kısılan sesi ile yüzüm ağlayacak bir hale geldi. “Ya yeter ya! Ben kendi hayatımı neden başkalarından duyuyorum? Yeter artık ben çok bunaldım! Âhi sen bile bana yardım etmeyeceksen ben kimden ne öğreneceğim? Yardım et!” torpido gözüne sert bir tekme attığımda aracın içine dolan ses ile omuzlarım şiddetle sarsılmaya devam etti. “Ben artık dayanamıyorum, her gün farklı insanlardan hayatımı dinlemekten, insanların ne de olsa hatırlamadığı olaylar var diyerek beni yalanlarla avutmasından, güvenmek sırtımı yaslamak istediğim kişilerden onlarca darbe yemekten bıktım, usandım artık!” gözlerimden yaşlar yanaklarıma süzülürken omuzlarım şiddetle sarsılmaya devam etti.

“Çok az kaldı, her şey günyüzüne çıkacak Armin. Biraz daha sabır etmen lazım yalnızca, biraz daha sabır…”

Sabretmem lazımmış…

Biraz daha sabır…

 

Evettt, akıcı ve tatlış bir bölümdü bence. Sizce?

Âhi ve Miralay atışması?

Füsun'un Armin'e ilaç hakkında dedikleri?

Âhi'nin, Armin ve Kalender olayını deşip durması?

Kalender ve Armin olur mu sizce?

Samet'in Armin'in her koşulda yanında olması ve desteklemesi?

Kurtuluş'un olaylı yemeği?

Yıldırım X Tuğba Sanem X Samet çatışması?

Tuğba Sanem'in Yıldırım'ı tanımıyorum demesi?

Samet ve Yıldırım'ın ne olursa olsun birbirlerine olan güveni? (İyi bir ikili oldular bence)

Armin'in kistlerle verdiği mücadele?

Bir sonraki bölümde yüzleşmeye hazırsanız sizi bekliyor olacağım...

18.Bölümde görüşmek üzere, yıldıza basmayı unutmayın lütfen :)

 

 

 

 

13.09.2024

 

 

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Loading...
0%