Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18.BÖLÜM- İHANETLERİN HANÇER DARBELERİ

@durutaskulakk_

Canlar selam!

Baştan beri öğrenmek istediğiniz gerçeklerin çat çat yüzünüze vurulduğu o bölüme hoş geldiniz.

Yıldıza basmayı ve satır arası yorumları unutmayalım lütfen...

Kitap hesabı: olumlebasbasaofficiall

Kendi hesabım: durukurtk

18. BÖLÜM İHANETLERİN HANÇER DARBELERİ

 

Tugayda büyük bir koşuşturma vardı. Erler sabahtan beri bahçede bir hazırlık içerisindeyken, diğer tugay ve askeriyelerden bazı özel harekât timleri de bizim tugaya gelmişti.

Çalan telefonum ile sağ elimdeki sigarayı sol elime geçirdim. Telefonu açarak karşıma sabitlediğimde dağılmış sarı kıvırcık saçları ve yorgunluk akan gözleriyle bana baktı. “Ne yaptın yavrum?”

Sigaramdan derin bir nefes alarak yanaklarımı çökerttiğimde, “Çalışıyorum. İçeride bir koşuşturma var, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum sen aradın.” Diyerek mırıldandım gözlerim alanın geniş bahçesindeki telaş içinde duran erler arasında gezinirken.

“Benimde nöbetim vardı eve gideceğim birazdan, ne yaptın bir sorayım dedim. Birde geçen gün konuşurken aniden kapattın ve sorularım cevapsız kaldı. Armin bana cevap ver, o ilaçları sana mı verdiler?” sinirle ve tedirginlikle sorduğu soruya vereceğim bir cevap vardı ama konuşmak istemiyordum.

Sigaramı çardağa bastırarak söndürdüğümde yavaşça yutkundum. “Bana verdiklerini düşünüyorum ama emin değilim. Aradan oldukça uzun bir zaman geçmiş… ne yapmam, nasıl bir mantık kurmam gerektiğini bilmiyorum. Çok yoruldum artık.” Telefona yansıyan görüntüme baktığımda çökmeye başladığımı gördüm. Göz altlarım hafif morlaşmaya başlamış, saçlarım eski sağlıklı görünümünden oldukça uzaklaşmış, gözlerimin parıltısı ise her zaman olduğu gibi beni terk etmişti.

Gözleri hiçbir zaman parlamayacaktı.

“Armin durumun ciddiyetinin farkındasındır umarım. En acilinden albay ile konuşup, tedaviye başlamamız gerekiyor. İlaç bedeninden arınmalı.” Elini alnına götürüp sıktığında yavaşça gülümsedim. “İlacın sızabileceği bir beden kaldı mı sence Füsun?” Füsun yüzüme sert bir bakış atarak, “Seni döverim! Bana edebiyat yapma. Ciddi bir olaya neden cıvıkça yaklaşıyorsun? İlacın uzun bir süre bedenine verilmesi sinir sisteminin bitmesi demek anla şunu! Eğer ki ciddiye almıyorsan Ankara’yı bırakıp Hakkâri’ye gelirim. Hünerlerimi üzerinde uygulamamı istiyorsan cıvımaya devam et!” dedi gür bir sesle bağırarak.

Yüzümü sıvazlamak adına ellerimi kaldırdığımda hızla geri indirdim. Füsun’a kaçamak bakışlar yollarken sert bir ifadeyle başka noktaya bakması içimi rahatlatmıştı. Parmağımdaki yüzük beni geriyordu. Özellikle yakınlarımdan saklamak beni daha da geriyordu.

Sevimlice gülümsediğimde, “Tedaviye başlasak ama bilgileri sisteme aktarmasak nasıl fikir? Ki ilacın bana verildiği bile belli değilken bir daha mı düşünsen acaba?” dedim umutla yüzüne bakarak.

Tek kaşı havalandığında Fransızca bir küfür savurdu. “İlaçlar da babamın hayrına geliyor çünkü! Allah’ım sen bana sabır ver Yarabbi!”

Derin bir nefes aldım. “O zaman uzatma, telefonu kapat.”

Bir yere vurduğunu kulaklarıma dolan sert ve tok ses ile anladım. “Acilen benim için ev buluyorsun çünkü Hakkâri’ye geliyorum!” Yüzüme kapanan telefon ile şoke olmuş bir vaziyette ekrana bakakaldım. Çardaktan kalkarak bahçenin ortasına sarsak adımlarımı attım. Etraftaki uğultu ve kargaşa git gide sinirimi bozarken kalabalığı hızla yararak içeri geçtim. Miralay’ın olduğu kata çıktığımda koridorun sonuna doğru yürümeye başladım. Son hız bana koşan Erdem ile kenara çekildiğimde durmak adına ellerini duvara bastırdı. “Ne yapıyorsun be!” anlamsızca yüzüne bakarken soluklandı. “Komutanım Albay şu an müsait değil sonra uğrayın lütfen.” Kısılan gözlerim ile Erdem’e bakarken yavaşça yutkundu. “Gene ne işler çeviriyor?” diyerek fısıldadım kendi kendime. Erdem omuzunu silkip bana bilmediğine dair bakışlar attı.

Ardımda kalan kapı ve kapıya bana nazaran daha uzak adama sinir bozucu bir bakış atarak hızla odaya doğru koştum. “Komutanım lütfen girmeyin ceza almak istemiyorum!”

İçeriden gelen bağırış sesleri ile kapının koluna uzandığım esnada açılan kapı ile bir adım geriledim. Bedenim Erdem’e sertçe çarptığında karşımda kalan ela gözlü ile kaşlarım havalandı.

“Üstçavuşum?” dedim sorarcasına.

“Âhi!” diyerek bağırdı Miralay.

Âhi bana kısa bir bakış atarak Miralay’ı duymazlıktan geldiğinde seri adımlarla gözden kayboldu. Miralay giden adama bağırarak durması gerektiğini söylerken elini sertçe kapıya geçirdi. “Erdem ne yapman gerektiğini biliyorsun!” Erdem arkamdan koşarak çıktığında merdivenleri inerek Âhi gibi hızla gözden kayboldu.

“Sen ne için geldin?” dedi sorgularcasına. Dediklerini takmayarak içeri geçtiğimde kapıyı kapatarak sandalyesine oturdu. Tekmil vererek tam karşısında dikilmeye başladım. “Otur ve anlat.”

Sandalyeyi çekerek oturduğumda yüzümü sıvazladım. “Bana ev lazım en acilinden.”

Kaşlarını çatarak anlamsızca yüzüme baktı. “Niye? Evinin kapı süsüne kadar hazırladım otur işte.”

Dudaklarımı ıslattım. “Bana değil zaten,” dedim. Kime dercesine yüzüme baktığında pisçe gülümsedim. “Füsun’a.”

Duyduğu isim ile yüzü donuklaşırken kesik bir nefes ortaya bıraktı. “Buraya gelecek cesareti nereden bulmuş?” mırıldanarak kendi kendine söylediği cümleyi duyduğumda, “Siz onu bunu bırakın Albayım. İlk önce beni oradan kimin kurtardığını, komada kimin yardım ettiğini, Füsun’un askeriye girişlerini neden yasakladığını, sürekli olarak timimden Üstçavuşum ile ettiğiniz kavgaların asıl sebebini açıklayın.” Kurduğum her cümle ile bedeni kasılırken gergince yutkundu. Tabii bu hareketlerini oldukça dikkatli yapıyordu ama unuttuğu şey beni kendisinin yetiştirdiği ve insanın duygularını nasıl gizlemesi gerektiğini bizzat anlatmasıydı.

Sıkkınca bir nefes verdim. “Yalan söylediğinizi, söylediğim her cümle karşısında ezildiğinizi ve gerildiğinizi anlayabiliyorum, bunu bana bizzat siz öğrettiniz Albayım. Sizce de olayları anlatma süreniz gelip de geçmedi mi?” bana hüzünle bakarken sessizce mırıldandı. “Beni en iyi senin anlaman gerekiyor Armin, bana bunu yapma.” Gözlerimi kapatarak başımı omuzumun üzerine devirdiğimde yüzüm acı bir hâl aldı. “Neyi anlamam gerekiyor söyler misiniz artık?”

“Biz askeriz Armin. Vatan için yalan söylemek, kanımızın son damlasına kadar mücadele etmek için yetiştirildik. Anla artık, anla!” ellerini masaya vurarak hızla ayağa kalktığında boydan boya cam olan alana ilerledi. Ellerini kısa saçlarının arasından geçirerek sıkıntıyla ofladı.

“Üstçavuşum ile tartıştığınız konu nedir?”

“Senden uzak durması gerekiyor.” Dedi bana omuzunun üzerinden sert bir bakış atarak. “Benimle yakın olduğunu düşünmüyorum.” Dedim. Alayla gülümsedi. “Bende kesinlikle öyle düşünüyorum.” Omuzlarımı silkerek ayaklandığımda son sorumu sordum. “Dışarıdaki bu hengama de ne?”

“Bazı gerçeklerin açılış kapısı.” Dedi sesindeki anlam veremediğim hislerle.

Sinir, öfke ve tehlike.

Kulaklarıma dolan polis sireni sesleri ile cama yaklaştım. Tugaya giriş yapan ona yakın polis arabası ile bahçe git gide daha da kalabalıklaşmıştı. Çalan kapı ile içeri giren Erdem, “Komutanım karşılama.” Diyerek Miralay’a baktı.

Miralay bana bir kez olsun bakmadan sinirle kapıya doğru yürüdüğünde aynı şekilde aşağı inmeye başladım.

Bahçeye giden koridoru yarıladığımda açılan kapı ile önüme geçen Âhi hızla kollarımı tuttu. “Neler oluyor Üstçavuşum?” diyerek tedirgince sorduğumda derin bir nefes aldı. “Mesleğimi kaybetme pahasına… ne olursa olsun artık dayanamıyorum. O gün orada çaresizce kanlar içerisinde yatan kadın… Armin o gün kurtuluşun olmaya geldim derken öylesine bir cümle olarak fısıldamamıştım kulağına. Seni kurtardım, kurtuluşun olmaya koştum, yetiştim de… Hastanede tedavi görürken de komaya girdiğin gün de uyanman adına saniyeleri saydığım gün de bir an olsun pes etmedim. O ela gözlerini kanlar içerisinde uzandığın yatakta bir nebze görebilmiştim. Komaya girdiğinde aylarca göremediğim gözler ile anladım ki bağımlı olmuşum. Her şeyinle özel ilgilendim. İlk başlarda bunu yapmam adına emirler geliyordu, Miralay tarafından… sonradan sonraya anladım ki bunu artık emir verildiği için değil, kendi isteğimle yapıyorum. Uyandığın gün yanındaydım elaların ilk elalarım ile çakıştı. Hatırlamadığını biliyorum çünkü aylarca aldığın ilaçlar ve yaşadıkların yüzünden oldukça sersemdin. Doktorlar ilk uyandığın gün sana testler yapmaya başladığında haber çoktan Miralay’a gitmişti tabii. Hastaneye geldiğinde ilk olarak bana timden bahsetti. Gitmem gerektiğini, artık seninle bir bağım olmadığını ve asla olamayacağını, eğer ki seni kurtardığım gün gördüklerim hakkında herhangi birine bir yorum yaparsam mesleğime veda etmem gerektiğini ve son olarak da aylarca sana baktığım için teşekkürlerini iletti. Hakkâri’ye gelmem adına her şeyi ayarlamış. Ev, araba, çalışmadığım günlerin parası… geldiğimde aradan birkaç ay geçti. İlk gün, çardakta tek başındaydın. Düşünceliydin, bir o kadar donuk bir o kadar soğuk. Normaldi çünkü hatırlamıyordun… oradan nasıl çıktığın hakkındaki bilgilerin ve sonrasında neler olduğu hakkında bir bilgin yoktu. İlk gün Miralay’a giderek sana neler olduğunu anlatmak istediğimi söyledim. Bana ‘zamanı gelince’ dedi. Ona madem aynı timde olacağımızı neden seni unutmam için bana sözler sarf ettiğini sorduğumda sustu, cevap vermedi, sorumu duymazlıktan geldi.”

Donuk gözlerimle elalarına bakarken, “Çünkü gerçekler kendisinin dile getiremeyeceği kadar fazla ve ağırdı.” Diyerek fısıldadım buz kesmiş bedenimle.

“Her gün, içtimaya başlamadan dakikalar önce hep odasındaydım. Söylemek için yalvardım, binlerce kez dil döktüm ama beni mesleğimden men etmekle tehdit etti. Söylemek istedim ama yapamadım Armin! Çok özür dilerim, binlerce kez özür dilerim. Gerçekleri bildiğim halde lâl olduğum için özür dilerim! Yapamadım, Allah kahretsin ki yapamadım! Gözlerine bakarak susmak ne kadar zor anlayabiliyor musun? Elimde sana ait bir darbe taşırken, asıl sebebini sana söyleyememek ne kadar zor… O gün, yerde duran kanlı temreni adamların birine karşı kullandığımda avuç içimi delip geçerek senden bir iz bıraktı. Emre itaatsizlik yapmak istemedim çok ama çok özür dilerim! Ama birkaç gün önce gözlerimin önünde evlenmek adına evet! Diyerek bağırırken daha fazla dayanamadım Armin özür dilerim! Ve evet, sana karşı hislerim çok büyük. Tarif edilemeyecek kadar… evli bir kadınsın senden uzak durmam gerekiyor ama gerçekleri açıklamadan senden uzaklaşamazdım Armin…”

Buz kesmiş ellerimi sıkıca kavrarken ikimizin de dolu ve acı akan gözlerle bakıyorduk birbirimize. Ayakta durmamı sağlayan tek şey Âhi’nin sıkı sıkıya tuttuğu ellerimdi. Baş parmağım sağ avuç içindeki darbenin üzerinde gezindiğinde dudaklarımın arasından güçlü bir hıçkırık koptu. “Sendin.” Diyerek fısıldadım. Sendin bana komadayken her gün kitap okuyan, dertlerini, sorunlarını anlatan adam… Sendin.

Gözlerime acıyla baktı. “Özür dilerim.”

“Âhi!” bir bağırış sesi aramıza girdiğinde bakışlarım koridorun diğer ucuna çevrildi. Bize doğru koşan adama iğrenircesine baktım. “Albayım.” Dedim acıyla fısıldarken. Tugay içerisinde gerçekleşen bu olaya karşı tepki verememek vücudumdaki her bir uzvun binlerce kez darbelenmesine eşitti.

Ellerim iki yanımda sımsıkı yumruklar haline geldiğinde ani bir harekette bulunmamak için kendimi zor tutuyordum. Miralay’ın gözlerine acıyla baktığımda bana bakarak gergince yutkundu. İçimden deli dehşet ağlamak gelirken dolu gözlerle Miralay’ın kahve gözlerine bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Dudaklarımın arasından bir inleme firar ettiğinde kendimi kasmaktan kızaran yüzüm daralmama neden olmuştu. “Keşke resmiyeti kenara koyabileceğimiz bir mesleğimiz olsaydı Albayım.” Saygımı bozmamak adına kendimi olabildiğince kısıtlarken zorla söyledim ilk ve son sözlerimi.

“Böyle olması gerekiyordu Üsteğmenim.” Diyerek gözlerime dikkatle baktığında gözlerimi kaçırarak arkamda kalan adama doğru geri bir adım attım. Bedenine çarparak duraksadığımda yanımızda kalan dinlenme odasının kapısı büyük bir gürültüyle açıldı.

“Ne oluyor burada?” bu Kalender’in sesiydi.

“Komutanım!” yanıma gelen Yıldırım yüzüme bakmaya çalışırken, omuzlarım şiddetle sarsılmaya devam etti.

“Albayım neler oluyor?” Tekin merakla Miralay’a bakarken ben kendimi toplamak adına uğraşıyordum.

Tüm Kurtuluş üyeleri olayı çözmek adına etrafta koşuştururken Erdem benimkileri sakinleştirmeye uğraşıyordu. Âhi’den ayrılarak dolan gözlerimin içerisine ellerimi hafifçe bastırarak akamayan yaşlarımı elime akıttım.

“Komutanım artık çıkmamız gerekiyor.” Erdem kısaca araya girdiğinde Miralay onu takmayarak bana baktı.

“Beni en iyi sizin anlamanız gerekiyordu Üsteğmenim.” Gözlerime acıyla baktı. Başını iki yana sallayarak üzerindeki üniformasını düzelttiğinde Erdem’i çekiştirip bahçeye doğru yürüyerek gözden kayboldu.

Kurtuluş üyeleri dört bir yanımızı sararken derin nefesler alarak kendimi toparlamaya çalışıyordum. Âhi ile göz göze geldiğimizde dudaklarım titredi.

“Neler oldu?” diyen Kalender ile ilgi alanım dağılırken omuz silktim.

“Asıl dışarıda ne oluyor?” diyerek telaşla soran Tekin’e kısa bir bakış atarak bakışlarımı polislerin doluşmaya başladığı geniş alana çevirdim. İleriye doğru atıldığımda arkamdan gelen adamlarım tok adım sesleri kulaklarıma ilişiyordu. Kalabalığı yararak etrafa bakındığımda özel kuvvetten gelen komandoların iki yana ayrılarak ortada geniş bir alan bıraktığını gördüm. Alanın en sonuna geçtiğimizde birkaç adım ötemde duran albaya iğneleyici bakışlarımı yolluyordum. Solumda Âhi, sağımda Kalender dururken her an yıkılma tehlikeme dair iki yanıma geçtiklerini biliyordum çünkü bacaklarım şiddetli bir biçimde titriyordu.

Fısıltılar ve uğultular kulaklarımda çınlamaya yol açarken komandolar tüfeklerini çapraz tutuşa alarak nizami bir düzene girdiler.

“Ne oluyor gene ya!” haklı isyanı ortaya koyan Yıldırım ile dudağımın köşesi burukça kıvrıldı. Kan çanağına döndüğüne emin olduğum gözlerimin akı yanmaya başlamıştı. Esen sert rüzgâr açıkta kalan boynuna nüfus ederken bağlı saçlarım rüzgârın etkisiyle dağılmaya başlamıştı.

Kulaklarıma tok bir ses ilişti.

Tugayın geniş sürgülü kapıyı diğer yana kaymaya başlarken polis ekipleri karşımızda kalan boşluğa yerleşerek hazırlandı. İçeriye giren altı yeni zırhlı araç ile kaşlarım çatılırken, araçlar polis ekiplerinin olduğu yerde durdu. Zırhlı araçların sağ ve sol kapıları aynı anda açılırken her araçtan iki komando aşağı indi. Arka kapılar açılırken başları eğik, yüzleri puşilerle kaplı olan üç adam, komandolar tarafından sertçe yere indirildi. Her adamın etrafında beş özel harekatçı yürürken, adamların yüzlerini seçmeye çalıştım. Puşilerle sarılı olan yüzlerinin tek görünen noktaları gözleriydi. Gözler elalarıma oldukça tanıdık gelirken yanan gözlerimi peş peşe kırpıştırdım.

Adamlar Miralay’ın yanına getirilirken bir kez daha açılan kapı ile tugaya iki resmi araç giriş yaptı. Araçlar belirli bir mesafeye gelerek durduğunda içlerinden eş zamanlı iki adam indi. Gördüğüm tanıdık simalar ile gözlerim irileşirken tutunacak bir dal aradım. Gördüğüm şeyin hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu algılamaya çalışırken kulaklarıma art arda iki ses doldu.

“Üsteğmen Barkın Koç ömürlük görevini yerine göre çıkan aksiliklere rağmen başarıyla tamamlamış, yeni emir ve görüşlerinize hazırdır Komutanım!”

“Kıdemli Teğmen Emir Yıldız ömürlük görevini yerine göre çıkan aksiliklere rağmen başarıyla tamamlamış, yeni emir ve görüşlerinize hazırdır Komutanım!”

Seslerini yıllar sonra duyduğum iki adam kanlı canlı önümde dururken gözbebeğim titredi. Yanan elalarım duyduğum ses ve gördüğüm simalar ile daha fazla dayanamadığında bir damla yaş süzüldü gerdanıma.

“Rahat asker!” Miralay’ın sert sesi kulaklarımı doldururken hızla devam etti. “Barkın Üsteğmen ve Emir Teğmen aracılığıyla üç seneyi aşkın süredir yürüttüğümüz Kobra çetesi çökertme operasyonu bugün itibariyle sona ermiş, kırmızı kodla aranan üç terörist etkisiz hale getirilmiştir!” etraftan güçlü bir alkış tufanı koparken gözlerim yüzünde gezindi. Her zamanki gibi çatık kaşları yüzünden bir an olsun ayrılmayan ciddiyeti ile bütünleşmişti. Kömür karası saçları ve saçlarıyla uyumlu gözleri elalarımla çakışırken derin bir nefes verdi. Mezarlarının başında dayanamadığımı haykırdığım adamlar canlı bir şekilde karşımda duruyorlardı.

Teröristleri tutan komandolarımızdan birinin bağırış sesi alanı doldururken sert bir yumruk da seslere eşlik etmişti. “Senin konuşmaya hakkın mı var lan köpek, kes sesini!” gür sesi ile teröriste bir yumruk daha attığında adamın yüzündeki puşi kayarak boynuna düştü. Dolu gözler direktmen olarak bana bakarken dudaklarımın arasından bir inilti firar etti. Ellerim boğazıma kayarken nefes alamadığımı hissettim. Çığlıklarım bedenimi ele geçirdi, titreyen bacaklarım aldığım desteğe mağlup gelerek yerle kavuşmamı sağladığında bakışlarım gözlerine odaklıydı.

Düzenli keserek bir an olsun yaşından büyük göstermeyen adamın yanaklarını saran sakallar ve çökmüş yüzü ile benim küçük Ateşimden çok herkese benziyordu. Gözlerim yerinden çıkacak raddeye geldiğinde kesik kesik nefesler almaya başladım. “Ne yaptın sen?!” tüm gücümle yüzüne doğru haykırdığımda dudaklarımın arasından yalnızca bir kelime döküldü.

“Abla.”

Tüm bedenim titrerken hırıltılı nefesler alıyordum ama veremiyordum. Aldığım her nefes soluk borumda tıkalı kalarak boğulmama neden oldu.

Düştüğüm yerden büyük bir öfke ve sinirle kalktığımda ona doğru koştum. Bana doğru atılan komandolar Miralay’ın sesi ile geri çekilirken, yerde yatan üçlüyü polis ekipleri alarak ormanlık alana sürüklemeye başladılar. Miralay’a bakarak, “Albayım konuşma hakkım var mıdır?” diyerek bayıkça sordum.

Miralay bana acıyla bakıp, “Ormanlık araziye git, bütün komandoların önünde hoş karşılanmayabilir.” Diyerek arkamdaki devasa ormanlık araziyi işaret etti.

Derin nefesler alarak herkesin içerisinde kendimi salmamak istediğim için hızla alanı terk ettim. Polisler arazinin dört bir yanına dağılarak sırtlarını bana döndüklerinde yerde elleri kolları bağlı yatan üç teröriste baktım acıyla. Ellerim Ateş’in iki yakasına sarıldığında acıyla bağırdım. “Ne yaptın lan sen?!” Gırtlağını sıkarak öldürücü bir sesle yüzüne fısıldadığımda gözlerinden akan yaşlar ellerime bulaştı. “Abla- “lafını kesen şey yüzüne attığım sert yumruk ve etrafa yayılan tok ses olmuştu. “Nasıl yaptın nasıl, nasıl?!” deli gibi titrerken ne düşünmem gerektiğini idrak edemiyordum.

Ateş’i sertçe geriye iteklediğimde çelimsizce yere düştü. Karnına attığım her tekmede acım harmanlarken yapmadım diyen yakarışları kulaklarımı dolduruyordu. Uzamış saçlarından tutarak başını kendime çektiğimde boynumdaki damarlar patlamak üzereydi adeta. “Nasıl yapabildin? Beni geç, vatanına nasıl yapabildin köpek!” tuttuğum saçlarını serbest bıraktığımda başını sertçe zemine çarptı. Dudaklarının arasından firar eden inleme ile yüzüm ağlayacak bir hale büründü.

Aklıma gelen şeyle arkamda kalan iki teröriste baktım. Olmaması için dua ederek yanlarına yaklaştığımda yüzlerindeki puşileri sertçe boyunlarına indirdim. Bana alayla bakan ikiliye şok içerisinde bakakalırken dudaklarımın arasından bir feryat koptu. Ellerim ikilinin üzerindeki pis kıyafetlerden kayarak yere kapaklandığında, dudaklarımın arasından kulak zarı patlatacak haykırışlar koptu. “Nasıl yapabildiniz?! Nasıl yaptınız ulan nasıl yaptınız?” durmaksızın aynı cümleyi yüzlerine haykırırken aralarındaki tek pişman Ateş gibi gözüküyordu. Kalbim sıkışırken bu sefer gerçekten de yerinden çıkacağını sandım.

Eğer ki üçü de kalbime birlerce kez bıçak darbesi vursaydı canım bu denli yanmazdı.

Yapmamış olmasını ümit ederek Ateş’e baktım. Başımı iki yana sallarken omuzları şiddetle sarsıldı. “Yapmadım de! Yapmadım desene ulan!” göz temasını keserek başını dizlerine gömdüğünde oturduğum yerden yanına süründüm. Saçlarını kavrayarak yüzüne baktığımda acıyla fısıldadım. “Gelişmesi için kendi ellerimle eğittim adam namlusunu bana mı doğrulttu?” acıyla fısıldadığımda gözleri sıkıca kapadı.

Bir insanı arakadan vurmak ne kadar da kolaydı öyle değil mi? İnsanın zayıf ve hassas noktalarını avcunun içerisine aldığında sana güvenerek arkasını dönen kişiye namlunun soğuk yüzünü çevirmek ne denli de kolaydı böyle…

Bedenini geriye ittiğimde bir kez daha soğuk zeminle bütünleşti.

Arkamda yaptıklarımı keyifle izleyen iki adama döndüm hırsla. İkisinin de boyunlarına dolanmış duran puşileri sertçe kendime doğru çektiğimde yaptığım atağı beklemiyor olacaklar ki sersemlediler. Kafalarını birbirlerine onlarca kez vurduğumda aralarında akmaya başlayan kan ellerime bulaştı. İkisinin de boğazına sardığım ellerim ile, “İhanet daha mı cazip geldi?” diyerek ürkütücü bir sessizlikle fısıldadım.

Nefessiz kalmaya başlayan adamların yüzleri çoktan kızarmaya başlamıştı bile. “Cevap verin ulan! İhanet daha mı cazip geldi?!” heceleyerek sarf ettiğim cümle ile gözlerindeki korku içimdeki hırs ateşini harmanladı. Dişlerim birbirine sertçe kenetlenirken, bedenim sinirle titriyordu. İkisini de yakalarından geriye itekleyerek yere düşmelerini sağladığımda ağır postallarımı yüzlerine bastırdım. İkisi de ayaklarımın altından kalkmaya çabalarken başlarına sert bir tekme atarak ayaklarımı yere bastım. Postalların sert yüzeyi başlarında aşınmaya neden olurken alınlarından yanaklarına doğru kanlar firar etti.

Dudaklarımın arasından bir kahkaha firar ederken gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Omuzlarım şiddetle sarsılırken esen sert rüzgâr saçlarımı dağıtarak yüzüme yapıştırmıştı. Saçlarımı geriye atarak yerde yatan üç adama baktım.

Ateş Vural. Üç seneyi aşkın sürede kardeşim benimsediğim, mezarı başında tonlarca göz yaşı döktüğüm küçüğüm. Giray ve Yavuz’un yapmasına pek şaşırmamıştım çünkü sonradan sonraya hatırlamaya başladığım gerçekler yüzüme bir tokat misali yapışmıştı. Son zamanlardaki garip hareketleri, Barkın ve Emir ile ettikleri sayısız kavgalar…

Ateş’e doğru sersemce bir adım attım.

Gök gürledi.

Gözyaşlarımız dur durak bilmeksizin süzülürken, yaşlar yağmaya başlayan yağmura karıştı. Ateş’in kolunu sertçe kavrayarak ayakta durmasını sağlarken, belimde duran beylik tabancamı çıkararak emniyet kilidini açtığımda kulaklarıma alanda bıraktığım kalabalığın konuşma sesleri doldu.

Karşımda her an yıkılmaya hazır duran adamın göğsüne sert bir şekilde bastırdım silahı. Silahı üst üste üç kere kalbinin hizasına vurduğumda aramıza yağmur damlaları sızdı.

“Vur!” dedim şiddetle bağırarak. Silahı alması için göğsüne onlarca kez vurduğumda bana acıyla baktı. Anlatmak istediği çok şey varmış ama anlatamıyormuş gibi… “Arkamdan vurduğun gibi göz gözeyken de vuracaksın! Vur Ateş tam kalbimi onlarca kez hedef al, paramparça et kalbimi!” elini kavrayarak göğsündeki silahın üzerine bıraktığımda başını iki yana salladı. Kahkaha atarak haykırdım. “Arkadan vurması değil, gözlerimin içine bakarak vuracaksın!”

Arkamda hissettiğim hareketlilik ile hızla geri döndüğümde ayaklanan ikilinin yüzlerinin tam ortalarına acımasızca bir tekme geçirdim. “Durun lan yerinizde!”

Ateş’e dönerek aynı kelimeleri yüzlerce kez tekrarladığımda artık bedenim titremenin de ötesindeydi. Ayakta zor duruyordum. Ateş’in yüzüne yumruklarımı geçirirken kendimi kaçıncı kez kaybettiğimi hatırlamıyordum bile.

Belime sarılan kollar beni sertçe geri çektiğinde yüzüme saçılan saçlarımın ardından yüzüne baktım şokla. “Dokunma be bana, bırak!” yüzüne sert bir yumruk attığım Barkın Emir’e doğru savruldu.

Arkamda doluşmaya başlayan Kurtuluş timi, Barkın, Emir ve bana doğru yürüyen Albay ile kendime çeki düzen vermeye çalıştım.

“Kalender, komutanını ve timini alıp dinlenme odasına geçiyorsunuz, derhal!” Miralay’ın sesi kulaklarımı doldururken bacaklarım diz kapağımın hizasından kırıldı. Kolumdan beni çeken kişinin kim olduğunu kokusundan anlamıştım elbette. Kalender arkada kalan üçlüyü ileriye iterken Âhi yardımıyla sersemce adımlarımı ileriye yönelttim. Ardıma son kez yaşlı gözlerle baktığımda yüzüme düşen yağmur damlaları ile yayıp giden göz yaşıma veda ettim.

Miralay’ın yanından geçerken onun duyabileceği bir şekilde fısıldadım. “Sadece tek bir soru sormak istiyorum. Biliyor muydunuz Albayım?”

Bana acıyla baktı. Herkesin gözlerime bakarken kullandığı o hisle… “Tahmin etmiştim ama bilmiyordum.” Dudaklarım gerilirken yanından hızla ayrıldım. Özel komandoları yararak içeriye geçtiğimizde dinlenme odasının kapısı açıldı. Kendimi sürüklenircesine koltuğa attığımda uzanabildiğim kadarıyla uzandım. Gözlerim kapalıyken bir elim göğüs kafesimin üzerindeydi. Sakinleşmek adına aldığım derin nefesler göğsümün hızla inip kalkmasını sağlıyordu. Gözlerim o kadar yanıyordu ki… Yaşlar pınarlardan çıkarak kulaklarıma doğru yan bir biçimde aktığında başıma giren şiddetli ağrılar kendimi parçalama hissini bedenime yayıyordu.

“Onlar kimdi?” diyen kişi Yıldırım’dı sanırım…

“Yıkım.” Dedim acıyla.

Omuzlarım yattığım yerden sarsılmaya başladığında dudaklarımın arasından kesik kesik inlemeler döküldü. Onların yanında kendimi salmak istemezdim ama ihanet beni gerçekten de yıkmıştı. Sorun ölü gösterilip karşımda diri diri durmalı değildi. Sorundu. Sorun vatanına ettikleri ihanetti. Timimin hevesle koyduğum isminin bana gerçekten de şiddetli yıkımlar yaşatacağını bilemezdim.

Ben Armin Tan, kırmızıların biricik beyazı.

Bir tim kurulmuştu 2015 senesinin aralık ayında. Timin bir ismi olması gerektiğini söylediklerinde hevesle oturmuştum yanlarına. Saatlerce düşünmüştük, duyanların saygıyla başını eğeceği bir isim olmalıydı bu…

“Yıkım.” dedi Ateş.

Gözlerim üzerindeyken, “Neden?” diye sorarken buldum kendimi.

“Bütün hainlerin gördükleri anda yıkıma uğrayacakları bir tim olmalı.” Diyerek fısıldadı bana dikkatle baktığı esnada.

“Yıkım.” Dedim başımı sallayarak.

O gün ben hariç beş kişi daha fısıldadı, “Yıkım.” Diyerek.

Artık bir tim vardı ismi Yıkım, anlamı ise hainlikti.

Dudaklarımın arasından bir hıçkırık koptuğunda birinin yüzümde elini gezdirdiğini hissettim. “Hani ağlamıyorduk?”

Yere çömelmiş akan göz yaşlarımı izleyen adama baktım. “Ben ağlamayım da kim ağlasın sence?” dedim acıyla. “Kendi hayatını onlarca insandan dinlemek nasıl bir his sen anlayabiliyor musun bunu?!” ellerim yüzüme kapandı, gözyaşlarım avuç içlerime hapsoldu. “Seni bile aylar sonra öğrendim. Gözlerinin içerisine bakılarak yalanlara inandırılmak ne kadar iğrenç bir duygu biliyor musun?!” ellerim üniformanın önüne sarılarak yumruk haline gelirken yüzüne eğilerek acıyla haykırdım.

“Özür dilerim.” Dedi herkes gibi. Özür dilemek kolaydı, bu yalnızca Âhi’ye özel bir durum değildi ama genel olarak herkesin bir şeyler saklayarak kendi hayatımı benden saklaması çok daraltıyordu beni. “Dileme.” Dedim hıçkırıklarımın arasından. Yattığım yerden doğrulduğumda dirseklerimi dizlerimin üzerine yasladım. Avuç içlerim yüzümün her zerresinde gezinirken parmaklarım ıslanmaya başlamıştı.

“Güçlü durman lazım Armin, beni de sarsıyorsun ağlamanı şiddetlendirerek.” Bana yaklaşarak söyledikleri yalnızca ikimiz arasında kalıyordu. Diğerleri benden biraz uzaklaşmış ufak mutfağın karşısındaki masada oturuyorlardı. Muhtemelen olayı idrak etmeye çalışıyorlardı benim şu an yaptığım gibi.

Elini yaslamış olduğu koltuktan çekerek iki elimin arasına aldım. Sağ avuç izindeki darbe, avuç içine göre büyük bir oyuk şeklindeyken kalbim acıyla kasıldı. “Benim yüzümden olmuş.” Diyerek yüzümü buruşturduğumda çenemi tutarak göz göze gelmemizi sağladı. “En sevdiğim tek darbem.” Dedi ölümcül bir fısıltıyla.

Dudaklarım burukça kıvrılırken kollarımı boynuna sardım sakince. Sanki uzun zamandır bu anı bekliyormuş gibi karşılık verdiğinde omuzlarım günün başından beri alışmış olduğu sarsılmalarına devam etti. Yaşlarım Âhi’nin boynuna aktı.

Armin Tan o gün gerçeklere ağladı.

“Ağlamayın hanımefendi, kalbim ağrıyor da…” duyduğum cümle sakinleşmem adına bir uyarı gibiydi. Kesik kesik nefesler verdim onun kalbini ağrıtmamak adına. “Hissettim.” Dedim acıyla. “Hissettim Âhi. Gözlerinde bir gizem vardı, sanki acı bir geçmiş vardı elalarında… ne zaman göz göze gelsek en derinlere bakardın sen. Burası çok acıyor.” Dedim elimi kalbimin üzerine yaslayarak.

Sert atışlar gerçekleştiren kalbim, yaşanılan geçmiş adına kan pompalıyordu bugün.

Tıklanan kapı ile yüzümü sildim sinirle. “Gel!” beklediğimden sert çıkan sesim ile kaşlarım hızla çatılırken kapı sakince aralandı. Gördüğüm iki ayrı yüz ile sinirle soludum. “Ne işiniz var burada?” tek kaşım havalanırken oturduğum yerden de ayaklanmıştım.

“Armin dinlemen- “Barkının seneler sonra duyduğum sert ve duygusuz sesi bedenimdeki kanın çekilmesine yol açtı. Ellerim buz keserken cümlesini keserek bağırdım. “Ne konuşuyorsun be sen!” Verdiğim tepki ile afallayarak yüzüme baktı. “Bu da ne demek şimdi?” Ellerim dudaklarımın üzerine kapandığında yüksek sesli bir kahkaha attım. “Ne demek mi? Saatlerce boş mezara ağlayıp dert yanmama mı ağlayayım yoksa kendi eğittiğim adamların hain çıkmasına mı?” Kaşları hızla çatılırken sinirle bağırdı. “Seni uyarmıştım.”

Barkına doğru adımlayarak ellerimi göğsüne yasladığımda bedenini sertçe geriye itekledim. Arkasında kalan Emir geriye çekilerek Barkının sırtının kapıya çarpmasına izin verdi. “Beni uyarmıştın öyle mi? Ne yüzsüzsün be sen! Madem o zekâ fışkıran beynini kullanarak bir işler karıştırdıklarını anladın o zaman neden müdahale etmedin?!” yüzüme boş boş bakarken sinirden buz kesen ellerimi yakasına sardım sertçe. “Yüzüme boş boş bakma Barkın! Cevap versene, madem anladın neden müdahale etmedin?!” Bana anlamıyormuşum gibi başını iki yana sallayarak göz devirdiğinde dudaklarımın arasından güçlü bir kahkaha daha koptu.

Barkının yakalarını bırakarak yıkılmış bir hisle Emir’e döndüm. “Peki ya sen? Sen anladığın halde neden müdahale etmedin Emir? Bana biri cevap versin artık! Bakın ben artık gerçekten de çok bunaldım, ya adam akıllı konuşur derdinizi anlatırsınız ya da odamdan defolur gidersiniz!” dedim bir elim Barkının ardındaki kapıyı işaret ederken. Emir bana hafif dolu olduğunu gördüğüm gözlerle baktı. “Bakma Emir! Bana öyle bakma! Affederim yapma…” dayanamıyordu yüreğim, her ne kadar bu hikâyede gerçekler yaşayan kişiden saklanılsa da dayanamıyordum işte…

“Görev için olduğunu biliyorsun…” dedi acı akan sesiyle Emir Yıldız. Başımı iki yana salladım bilmek istemiyorum dercesine. Daha düne kadar öldü diyerek ağladığım adamlar kanlı canlı tam karşımda dikiliyor, meydan okurcasına gözlerime bakıyorlardı.

“Oturun!” dedim sertçe arkamdaki U koltuğu göstererek.

Emir arkamdan dolanarak oturduğunda Barkın öfke saçan gözlerle bana bakıyordu. “Otur Barkın!” dedim sinirle. Çenesini kasarak hırsla Emir’in yanına oturduğunda ellerini bacaklarının üzerine bırakarak sıktı. Bakışlarım Kurtuluş üyelerine döndüğünde yardım istercesine baktım her birinin gözlerine. Gözlerimden akan duyguları hisseder gibi masadan kalkarak koltuğa oturduklarında tek boş kalan yere Âhi ve Kalender’in arasına oturdum. Sol çaprazımda kalan, Kurtuluş üyelerinin arasındaki iki adama baktım üzgünce. “Ne yaptınız?”

Emir bana ona baktığım gibi ağır duygularla baktı. “Gizli görevdi Armin, bunu en iyi senin anlaman lazım. Ayrıca,” inanamıyormuş gibi ellerini iki yana açarak sertçe başına vurdu. “O üç şeref- her neyse! Onların terörle bir bağlantısı olduğunu sana yemin ediyorum ki bilmiyordum. Ve son olarak, Barkının yaşadığını da bilmiyordum daha bugün sabah tugaya gelirken gördüm. Yani ikimizin görevleri ortak bir konu ile ilgili olsa da ikimiz de birbirimizin yaşadığını bilmiyorduk. O günkü büyük gündem oluşturan patlamada gerçekten de ciddi bir yara aldım. Aradan birkaç hafta geçtiğinde Miralay yanıma gelerek Yıkım timinin ölüm haberinin bütün özel birimlere yayıldığını, bana gelen özel görev için ömürlük bir süre vadettiklerini işi kabul ettim. Öyle böyle derken aradan aylar hatta yıllar geçti. Gördüğüm gibi kurulan tim,” diyerek ellerini koltuklarda yan yana oturan adamların üzerinde gezdirdi. “Senin timinin çıktığı Kobra operasyonunda, Kobrayı yakalamayı başararak bizim yıllardır sürdürdüğümüz operasyonu da sonlandırmış oldunuz. Bundan bir hafta önce gelen görev süresinin sona ermesi haberi ile geldik ama…”

Ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…

“Anlıyorum.” Dedim mırıldanarak.

Barkına baktım tek bir söz etmeden. Sinirli yüzüne inat gözleri hüzünle bağırıyordu. Onun sinirli olduğu konu, üçünün terör bağlantısı olması ve bunu bana daha önce dediğinde benim onları savunarak kavga etmemizdi. “Benim suçum mu Barkın?” dedim alay akan ses tonumla. Dudağı kıvrıldı benimki gibi alayla. “Yok canım ne münasebet. Ben yalnızca sana bundan yıllar önce bunun olacağını söylediğimde bana hainleri savunarak bağırmıştın ya hani… heh işte dediklerim çıktığı için ve senin bana, sırdaşına inanmadığın için onları savun-“ yerimden bir hışımla kalkarak çaprazımda oturan adamın yakalarına yapıştım. “Sen hâlâ beni mi suçluyorsun Barkın? Ben sana diyorum ki, o zamanlarda madem bu üçünün bir haltlar karıştırdığını anladın neden karşı çıkmadın! Söyle, söyle yüzüme bak da söyle! Yıllar sonra çıkıp da ben zaten anlamıştım sen beni dinlemedin diyene kadar müdahale etseydin ya!”

Emir ellerimi Barkının yakalarından çekmeye çalışırken Barkın tepkisizdi. Yüzüne sert bir yumruk attığımda ses dolu odanın içinde yankılanmıştı. “Çık odamdan!”

Bana değişik bir bakış atarak ayaklandığında yakalarımdaki ellerimi çekerek geriye doğru savurdum koca bedenini. “Çık!” dedim tekrardan bağırarak.

Kapıyı sertçe açarak koridora çıktığında kapıyı bir hışımla geri itekledi. Sarsılan kapının sesi kulaklarımı doldururken Emir’e çevirdim bakışlarımı. “Sende çık daha sonra konuşacağız.” Emir sakince kalkarak dışarı çıktığında ikilinin kalktığı yere attım kendimi. Ellerim yüzümü bulduğunda bir süre yüzümü kapalı bıraktım.

Ayaklanarak kapıya ilerlediğimde, “Nereye?” dediğini duydum Kalender’in.

“Albayın yanına.” Dedim kısaca kapıdan çıktığım esnada.

Merdivenleri deli gücüyle üçer beşer çıkarken kapısına ulaşarak tıklattım. İçeriden herhangi bir ses gelmeyince arkamdan gelen sese doğru döndüm. “Bozun odasında toplantıdalar.” Erdem sakince bana doğru yürürken son hız yanından geçerek merdivenleri çıktım. Bozun odasına geldiğimde içeriden gelen karışık sesler kulaklarımı tırmalıyordu. Kapıyı tıklatarak onay aldığımda içeri girdim. “Komutanım biraz önce yaşanan olayla ilgili bir maruzatım olacaktı.”

Yalnızca Boza bakarak sarf ettiğim sözler karşısında beyazlaşan saçlarına takılı kalan gözlerimi hızla çekerek ciddiyete büründüm. “Buyurun Üsteğmenim.” Diyerek Miralay ve tanımadığım bir üstün arasındaki boş koltuğu işaret etti. Koltuğa oturarak dikleştiğimde müsaade alarak söze girdim. “Komutanım gelen teröristler bildiğiniz üzere benim eski timimden olan asker sanarak eğittiğim kişilerdi. Üstlerin huzurunda sizden müsaade isteyerek, üçünün de sorgularına bizzat ben girmek istiyorum. Onları en iyi ben tanırım, kendi yetiştirdiğim adamların gözümün içerisine bakarak yalan söylemelerini göz ardı edemem. Eğer ki müsaadeniz olursa dediğim gibi sorgularıyla bizzat ilgilenmek istiyorum.”

Boz dikkatle bana baktığında yavaşça yutkunarak kaşlarını çattı. “Üsteğmenim bundan iki hafta öncesine kadar geçirmiş olduğunuz kaza ile Kobranın sorgu işlemleri yarım kalmıştı. Araya özel hayatınız ve bazı sorunlar da girdiği için çok büyük bir müdahale etmek istemedik açıkçası ama eğer ki bu sorguda da aynısı olacaksa maalesef ben oyumu reddetmekten yana kullanacağım.” Bozun dediklerini ile başımı sallayarak onu onayladığımda kendimi savunacak ufak bir konuşma yaptım. “Komutanım sizin de dediğiniz üzre, özel hayat sorunları kazanın üzerine eklenince sorgu yarım kaldı ama kaldığım yerden devam edeceğime şüpheniz olmasın. Bu sorguda da eğer ki kuruldan izin çıkarsa, yarım bırakmayacağıma söz verebilirim.”

Boz dediklerimi dinledi ama demek istediği birkaç şey daha vardı sanki… “Üsteğmenim isteğinizi kurula sunarız ama daha önemli bir sorunumuz daha var. Albayım sizinle konuşacaktı fakat teröristlerin olayı ile ilgilenince arada kaynamış galiba.” Boz Miralay’a sert bir bakış yollayarak tekrar bana döndü. “Kurtuluş timine vermek istediğimiz uzun süreli ömürlük bir görev var. Görevin konusu, yakın zamanda sınırlarımıza yapacakları hain bir saldırı olabilir.” Duyduklarım ile Miralay’ın Ankara’dan dönmem adına söylediği görev aklıma gelmişti.

“Tamamdır Komutanım biz olası bir duruma karşılık her zaman tetikteyiz. Sorgu için kurulla konuştuktan sonra ona göre hareket ederiz. Dinlediğiniz için teşekkür ederim, müsaadenizle.” Sandalyeyi ittirerek ayaklandığımda hızlıca odayı terk ederek dinlenme odasına geçtim. Kapıyı aralayarak Âhi’ye baktığımda elindeki bağlama ile uğraştığını gördüm.

Bağlamanın sesi uzun bir süre kulaklarıma işlerken içeri girerek kapıyı kapattım. Yanındaki boşluğa oturduğumda gözleri bana kaydı. Elaları saçlarımı incelerken diğer yandan da bağlanın tellerine ustaca vuruyordu.

Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldığında parçaya giriş yaptı. “Sarı saçlarına deli gönlümü bağlamışım, çözülmüyor Mihriban, Mihriban…”

Parçaya gür bir sesle giriş yaparken söylediği cümle ile dudaklarım hafifçe aralandı. Gözlerini bir an olsun açmazken telleri ustaca çalmaya devam etti. “Aşk kâğıda yazılmıyor, Mihriban…” Sözler dur durak bilmeksizin dudaklarının arsından firar ederken kalbim git gide sıkışıyordu.

Alphan bilmiyordu Armin’in içerisindeki çocuk Mihrinin öldüğünü…

Bağlamanın tellerine son kez vurarak gözlerini araladığında gözlerimi kaçırdım elalarımdan akan hisleri gizlemek adına.

Yıldırım, bana Kalender’e ve Âhi’ye kaçamak bakışlar atarak gözlerini kıstığında yüzümü buruşturarak, ne var dercesine kafamı salladım. Bana imalı imaları bakarak arkasına yaslandığında göz temasımızı sonlandırdı. Sadece Yıldırım değil bütün üyeler Kalender ile olan sahte evliliğimizi anlamışlardı ama ses çıkarmıyorlardı. Âhi’ye yandan bir bakış atarak ayaklandığımda hızla dışarı çıktım.

Armin Tan: Yanıma gel. (13.16)

Âhi Alphan: Geliyorum. (13.16)

Mesajı atar atmaz dönüş yapan adam ile yüzümde buruk bir gülümseme oluştuğunda arabaya doğru yürümeye başladım. Karşıma çıkan Erdem ile, “Erdem! Benim biraz işlerim var, kurul kararı çıkar çıkmaz ara beni.” Dedim unutmaması adına tembihte bulunur gibi.

“Tamam komutanım daha toplantı bitmedi, bitince haber veririm.” Yanımdan geçip giderken ensemde hissettiğim nefes ile derin bir nefes aldım.

“Geldim.” Dedi mırıldanarak.

Arabayı açarak koltuğa yerleştiğimde yan kapı da eş zamanlı açılmıştı. Yanıma oturan adama kısaca bakarak arabayı çalıştırdığımda park ettiğim yerden çıkarak tugayın kapısının önüne geldim. Açılan kapıdan çıkarak ormanlık arazinin yeşilliğine arabayı daldırdığımda kısa bir süre içerisinde eve varmıştık. Arabadan inerek apartmana yöneldiğimde hızla içeri geçtim. Ardımdan gelen adamın varlığını hissediyordum. Kapının kilidini açarak eve girdiğimde postallarımı çıkararak kenara bıraktım. Âhi’de bana ayak uydurarak aynı hareketleri tekrarladığında geniş holde karşı karşıya geldik. İçimden ağlamak geliyordu, haykırmak, yanımda olduğunu aylar sonra öğrendiğim adama sarılarak omuzlarımı sarsmak istiyordum.

Salona yöneldiğimde koltuğa oturarak yüzüne baktım. “Neden söylemedin Âhi?” dedim titrek bir sesle mırıldanarak.

“Yapamadım.” Dedi sanki söylediği şey için utanıyormuşçasına kısık bir tonlamayla.

“O iz, nasıl oldu?” işaret parmağımla sağ elini gösterirken sordum. Yüzü buruşurken kesik bir nefes bıraktı ortaya. “Seni almak için içeriye girdiğimizde bir kadın vardı. Bize oldukça yardım eden, galiba hemşireymiş… Biz seninle ilgilenirken bir anda içeriye baskın düzenlediler. Muhtemelen seni orada tutan adamlardı gelenler. Biz sesleri duyar duymaz dışarı çıkardık ama adamlar oldukça kalabalıktı. Senin kaldığın odaya girdiklerinde ben daha çıkmamıştım. Yerler kan revan içerisinde, odanın içerisine sinmiş kan kokusu ilgimi çekerken içeriye bir adam girdi. Bana, seni onlara vermemiz gerektiğini, eğer ki gitmezsek olayın çok daha büyüyerek kötü bir hale geleceğini söyledi. Öyle böyle derken aramızdaki laflı didişme şiddete döndü. Yerdeki kanlı temreni alarak yüzüne savurduğumda tutmaya çalışarak bana doğru ittirdi. Temrenin sivri ucu avucumun içerisine döndüğünde sertçe derimi yararak sıyırdı geçti. O günden beri elimde senin darbeni taşıyorum Armin.”

Oturduğum koltuktan kalkarak Âhi’nin oturduğu koltuğa kurulduğumda sağ elini ellerimin arasına aldım. Büyük bir oyuk halindeki darbeye baktım.

“Özür dilerim.”

“Özür dilerim.”

Aynı anda aynı şeyleri tekrar ettiğimiz saniye elalarımız birbiriyle çakıştı. Kollarımı ona doğru uzattığımda bu anı bekliyormuş gibi beni kendine çekti. Bedenlerimiz yapışmış bir vaziyette sımsıkı sarılırken derin nefesler aldım. Şu an içinde bulunduğumuz durum meslekten uzak, özel hayatımı ilgilendiren bir durumdu. Ona sarılırken alt üst ilişkimizin zedeleneceğini düşünmüyordum çünkü bizim olayımız oldukça farklıydı…

Hafifçe geri çekildiğimde gözlerine baktım minnetle. “Beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim Alphan.” Gözlerim dolar gibi olduğunda dolan gözlerime bakarak elalarını doldurdu. “İstesem de bırakamazdım.” Diyerek mırıldandı gözlerinden akan yoğun duygular eşliğinde.

Başımı boynuna gömdüğümde bir anda aklıma gelen olayla ağlamaya başladım. “Onlar bana ihanet etmiş Âhi!” başımı gömdüğüm yerden ağlayarak bağırdığımda Âhi’nin sinirli sesi kulaklarıma ulaştı. “Onlar sana değil vatana ihanet etti güzelim.” Duyduklarım ile şiddetle akan gözyaşlarım Âhi’nin boynuna akarak kayboldu. “Onları ben yetiştirdim. İnsan onu eğiten kişiye namlusunun ucunu doğrultur mu?” nefes almak adına burnumu çektiğimde yutkunamadım. Bir anda gelen ağlama krizi hiç hoşuma gitmezken, ağlamazsam içimde kaldığı için daha çok canımın yanacağına kanaat getirdim. “Geçecek mi?” dedim büyük bir umutla sorarak.

Elini başıma sararak göğsüne bastırdı. “Geçecek.”

Kollarımı sıkıca sırtına sardığımda, “Her şey için teşekkür ederim Âhi, sana bir minnet borcum var.” Dedim mırıldanarak. Âhi hafifçe geri çekildiğinde gözlerime oldukça derin bir biçimde baktı. Anlayamayarak yüzüne baktığımda yavaşça benden ayrılarak ayağa kalktı. “Ben ballı süt yapayım, iyi gelir.” Bir anda geri çekilmesini yadırgarken dudaklarımı büzdüm. “Tamam sen hazır-“ cümlemi tamamlamamı beklemeden odadan çıktığında kaşlarım çatıldı, ne olmuştu birden bire?

Yüzümü ellerimle kapatarak sabahtan bu yana aldığım haberleri hazmetmeye çalıştım. Mutfaktan gelen sesle kulağıma oldukça sonra ulaşırken içeriye giren Âhi ile düşüncelerim dağıldı. Elindeki bardağı bana uzattığında alarak, “Teşekkür ederim.” Diyerek mırıldandım. Sola doğru kaydığımda yanıma oturarak elindeki bardağın çevresine ellerini sardı.

“Neden ballı süt?” dedim en merak ettiğin bir diğer soruyu ona yönelterek.

Omuzlarını silkerek bardağın içerisindeki süte baktı. “Annem kendimi bildim bileli ballı süt içirir bana,” derin bir nefes aldığında sütünden bir yudum aldı. “Benim doğduğum zaman annem annesini kaybetmiş, bu yüzden de sütü kesilmiş. O zamanlar inek sütü veremediği için başkalarının sütüyle, yaptığı mamalarla beslemiş beni ama ben başkalarının sütünü içmeyi çok sevmez, zorluk çıkarırmışım. Belli bir yaşa geldiğimde bana sütü sevdirmek için bal eklemiş içerisine. Her gün sabah akşam içirdiği sütü, şimdi içmeden duramıyorum.” Duyduklarım ile dudaklarımda hafif bir gülümseme oluştuğunda elalarım omuzlarında gezindi.

“Ne o, gelişimim tamamlanmış mı onu mu analiz ediyorsun?” dedi bardağı dudaklarına yaklaştırıp küstah bir gülüş sergilediği esnada. Sinir bozucu bir sakinlikte sütünü yudumladığı sırada gözlerim sinsice kısıldı. Kadınsı bir tavırla konuşarak dediklerini alaya aldım. “Uygulamalı analiz etmeyi tercih ederim.” Tek kaşım havada ona inatla bakarken bana şok olmuş gözlerle baktı. “Armin!” dedi hafif yüksek ve şaşkınlık akan ses tonuyla.

Gözlerimi ben suçsuzum dercesine büyüttüğümde kendimi savunmaya geçtim. “Ne anladın ki? Ben içtimaları kast etmiştim.” Bana boş bir bakış attığında hafifçe kıkırdayarak sütümden bir yudum aldım. “Sen nasılsın Âhi genel olarak hayatın nasıl gidiyor?”

Âhi bu soruyu beklemiyormuş gibi dudaklarını büzdü. Başını omuzuna yatırarak, “Genel olarak, sıcak bir ailede büyüdüm. İyiyim, bana karşı her zaman sevgi ve saygı besleyen ebeveynlerim oldu. Mesleğimi elime aldığımda her şey çok güzel başladı. Yeni yüzler, yeni şehirler derken kendimi daha da geliştirme şansı elde ettim. Sonra bir gün,” bana öyle bir baktı ki… bu duygunun ne olduğunu çözemedim. Kim bilir belki de anladım ama ondan duymayı bekledim. “Görev geldi. Dediler, bir hanım efendinin size ihtiyacı varmış…” dudaklarında buruk bir gülümseme oluştuğunda dolan gözlerini benden çekerek halıya kenetledi. “O gün seni kanlar içerisinde görünce neden bilmiyorum ama kalbim paramparça oldu Armin. Hiç tanımadığın birinin o denli canını yakması normal miydi acaba? Tugaya geldiğimizde seni alarak askeri hastaneye yatışını gerçekleştirdiler. Aradan belli başlı bir zaman geçti, biz yeni görevlere çıktık ama aklım o kadar bulanıktı ki sebebini çözemiyordum. Araya haftalar, aylar, onlarca görev girdi. Bir gün düşüncelerden kafayı yemek üzereyken izne çıkarak Ankara’ya, Barçanın yanına gittim. Seni görmek istediğimi, en azından beş dakika da olsa nasıl olduğuna bakmak istediğimi söyledim. Barça dediklerimi duyunca oldukça sevindi ve bana üstlerle anlaşarak uzun bir izin yazdı. Benden istediği senin özel bakımınla ilgilenmem, yanından bir an olsun ayrılmamam ve olası bir baskın, kaçırılma duruma karşı tetikte durmamdı. Kabul ettim, aslında o an için istediğim bu değildi ama emire karşı gelmemek adına kabullendim. Ben senin yanına geldiğimde durumun oldukça kötüydü çünkü aradan geçen haftalarda oldukça şiddetli krizler geçirmeye başlamıştın. Doktorlarla konuştuğumda yaşadığın olayların bünyeni düzenli olarak tetiklediğini, beynin geçmişte bir yerlerde kalmış olabileceğini söylediler. Sen günlerce geçirdiğin şiddetli krizler sonucu komaya girdiğinde günlerce seni izledim. Yeri geldi içimdekileri döktüm, yeri geldi kitap okudum… sonrasını zaten tugayda anlatmıştım. Senin uyanman ver Barçanın gelmesiyle benim görevim son buldu…” sol gözünden akan bir damla yaş çehresinde gezinerek gerdanına süzüldü. Elini kaldırarak yaşın geçtiği yeri silmek adına hareketlendiğinde elini tuttum. “Özür dilerim seni hatırlayamadığım için, elalarının ardında yatan geçmişi göremediğim için… çok özür dilerim.” Avuç içimi akan yaşın ıslattığı noktanın üzerinden geçirerek yüzünü kurulmaya çalıştığımda bana buruk bir gülümseme ile baktı. Âhi başını iki yana sallayarak yere eğdiğinde yüzü acıyla kasıldı. “Asıl ben özür dilerim mesleğim duygularımdan daha ağır bastığı için…”

Duyduğum cümle kalbimi sızlatırken ona hak verdim. Olması gerekeni yaptığı için Âhi suçlu değildi. Bizi aynı time seçeceğini bildiği halde Âhi’yi benden uzak durması adına dolduran Miralay’dı.

Sütümü hızlıca içerken sorduğu soru ile süt boğazımda kaldı. “Yumurtalıklarındaki kistten neden bahsetmedin?” Art arda öksürdüğüm esnada eli sırtıma gitti. “Helal, helal.” Tek kaşı havada merakla yüzüme bakarken dişlerim sıkıca birbirine kenetlendi. “Bilmiyorum ama o an konuşmak istemedim. Nasıl söylemem gerektiğini kestiremedim. Ya da bir anda o kadar samimi olarak özel hayatın mesleğime karışmasını istemedim. ” Dediklerim karşısında anladığına dair başını sallarken, “Peki ilaçlarını içiyor musun?” diyerek sordu. Başımı sallayarak onu onayladığımda yüzünde hafif bir gülümseme oluştu. “Güzel, umarım işe yarar. Bu kistlerin senin sağlığın açısından önemi ne peki?”

“Pek bir bilgim yok ama büyümesi durumunda ciddi bir sağlık problemi haline gelebilirmiş. Şu anlık boyutları olduğu gibi duruyor ama büyümesi pek iç açıcı bir durum değil açıkçası.” Omuz silktiğimde derin bir nefes sesi kulaklarıma ulaştı.

Çalan telefon aramıza girerken Âhi ekrana bakarak gülümsedi. “Açsam sorun olur mu?”

Kaşlarım havalanırken başımı iki yana salladım. “Yok ne sorunu sen konuş ben çıkarım.” Tam ayaklandığım esnada koluma sarılan el ile Âhi’ye bakındım. “Seni tanıştırmak istediğim birisi var.” Koltuğa oturarak Âhi’ye yaklaştığımda aramayı yanıtladı. Ekranda beliren kadın, “Oğlum açsana telefonu merak ettiriyorsun kendini.” Diyerek hayıflandı.

Kadının turuncu kıvırcık saçları omuzlarına dökülürken yaşının oldukça genç olduğunu fark ettim. Ya da oldukça genç gösteriyordu desek daha doğru olabilirdi…

“Annecim daha sabah konuştuk merak edilecek bir durum yok ki hem bak seni biriyle tanıştıracağım.” Dedi bana kısa bir bakış atarak. Âhi’ye şaşkınca bakarken kaşlarımı kaldırdım.

Kadın Âhi’nin baktığı yere, yani bana bakarken, “Yoksa sen Armin misin?” diyerek sordu.

Âhi utançla, “Anne!” diyerek yükseldiğinde kadın gülümsedi. “Ne var be? Sabah akşam anlatıp duruyordun, tanışıyoruz şurada. Hem sen çık bakayım kenara!” Âhi tanıştıracağına pişman olmuş gibi kenara çekildiğinde yavaşça kıkırdadım.

“Merhaba Hanımefendi.” Dedim kadına gülümseyerek baktığım sırada. Kadın bana bakarak gülümsediğinde bir anda gençleşen yüzü ile kaşlarım havalandı. Yan yana dursak aynı yaşta görünürdük resmen. Bu kadının Âhi’nin annesi olma ihtimali beni şüphelendiriyordu…

“Merhaba Armin ben Mehlika, sonunda tanışabildik.” Kadın isminin hakkını veriyordu. Yüzü ay gibi, oldukça güzel bir kadındı.

Yüzümde oluşan geniş gülümseme ile Mehlika hanıma bakarken konuştum. “Çok memnun oldum tanıştığımıza. Bizde Âhi ile geçmiş hakkında konuşuyorduk…”

Kaşları havalanan kadın benim gibi gülümsedi, “Oğlumu bu denli heyecanlandıran kadınla tanışmak beni de oldukça mutlu etti Armin. Yaşadıklarının belli bir kısmını Âhi’nin benimle paylaşması sonucu öğrenmiştim, umarım en kısa zamanda yüz yüze tanışmak da nasip olur.” dedi yüzündeki gülümsemesi bir an eksik olmazken.

Kısaca konuşmaya devam ettiğimizde Âhi’de aramızda katılarak sohbeti daha da neşeli bir hale getirmişti.

Âhi ve annesi arasındaki arkadaşça bağı hiçbir zaman hissedememiş olmak çok canımı yakmıştı şu an. Anneme anne diyerek seslenemezken, onunla konuşmayı bırak göz teması kuramazken Âhi’nin annesi ile yakınlığı kalbimdeki ölen çocuğun son kırılmasına yol açmıştı.

Âhi telefonu kapatarak bana döndüğünde, “Peki ya sen?” dedi merakla. “Senin hayatın nasıl genel olarak?”

Duyduğum soru ile gözlerimden oldukça yüklü bir yaşanmışlık geçti. “Çocukken annesine anne diyemeyen, konuşmayı bırak göz teması kuramayan bir kız düşün. Bir de o kızın kopyası bir erkek… annenin tüm sevgisi erkek çocuğa giderken, kız çocuğunun kendi kendine büyüdüğünü düşün. Aradan yıllar, tamı tamına on altı yıl geçince doğum gününde bütün yakınlarından ayrılan bir kız düşün. Çocukluğum acı doluydu, haykırışlar, yakarışlar doluydu… bir çocuğun içerisindeki o sevgi açlığını asla doyuramayacak olan bir yara düşün. Hâlâ sızısını hissediyorum. Yirmi yedi, pardon. Yirmi altı yaşındayım şundan birkaç ay sonra yirmi yedi olacağım. Bunca senedir, her çocuk gördüğümde içimdeki ölen o küçük masum kızın sevgi açlığı içimi yakıyor. İnsanların çocuklarına karşı olan yaklaşımı kalbimi paramparça ediyor. Kalbimin kırılan her bir parçası kulağımda şiddetli bir çınlamaya yol açıyor. Benim için çocukluk kavramı bir hiç… belli bir yaşa geldiğimde içimde oluşan ve onu barındırabildiğim tek duygu olan vatan aşkı oldukça ağır bastı benliğime. Sınavlara girerek başarıyla geçtiğim bölümün her bir zerresine vuruldum. Yaşarken acı gelen eğitimlere şu an gelmiş olduğum konum itibariyle bakarsam bir an olsun keşke demem, iyi ki derim. Benim tek tutunduğum dal mesleğim oldu. İnsanların ihanetleri çok canımı yakıyor Âhi, bir kişiden gördüğüm ilgi o kadar hoşuma gidiyor ki… o ilginin sonradan başıma ne işler açabileceğini düşünemiyorum. Sana karşı anlamlandıramadığım bir duygu var içimde, sana güvenmek istiyorum.”

Ne ara kendimi onun kollarında buldum, ya da gözyaşlarım ne zaman firar etmeye başladı hiçbir fikrim yoktu açıkçası.

“Seni incitmek şu hayatta isteyeceğim son şey bile olamaz Armin. Umarım yaşadığın darbelere, ihanetlere rağmen sana bir güven kırıntısı verebilirim. Her ne olursa olsun nefesimin son zerresine kadar yanında olacağım. Haykıracak nefesin kalmadığında, elalarını okuyarak anlayacağım derdini…” duyduklarım dudaklarımın arasından bir hıçkırık koparırken kollarımı beline sardım sıkıca. Hayat çok garipti. Sabahına kahkahalarla gülerken bir saat içerisinde çöken hayatını izliyordun uzaktan. İnsanlar içerisindeki o hain duygunun birçok ismi vardı. İhanet, kıskançlık, hırs, nefret, kin, öfke…

Hayatım boyunca elalarımın hiç ışıldadığına şahit olmamıştım. Hayır, hayır. Bir kez, elalarım yirmi altı senelik yaşantımda bir kez ışıldamıştı. Mihar’a sarılma şansını kendimde bulduğumda içimde oluşan o güzel his ve gözlerimin canlılıkla parıldayan ışıltısını asla unutamazdım. Mihar benim yarımdı. O olmadan kendimi asla bir bütün olarak hissedemiyordum. Şunun şurasında birkaç hafta sonra on bir senedir ondan ayrı olacağım gerçeği yüzüme bir tokat misali çarparken kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissettim.

Bakışlarım camdan dışarıya kaydığında gördüğüm görüntü ile gözlerim büyüdü. “Kar yağıyor.” Dedim huzursuzca.

“Çok güzel değil mi?” Âhi’nin sesi kulaklarımı doldururken başımı iki yana salladım. “Hayır, hayır. Kan, karların üzerini kaplayan kan.”Kar beyaz tanelerini yüzeye düşürürken yerler renk değiştirmeye başlamıştı. Göğüs kafesim yerinden çıkmak istercesine yükselip alçalırken yağmaya başlayan karda takılı kaldı gözlerim.

Yerimden bir hışım kalkarak camın önüne geldiğimde perdeyi sökercesine yana fırlattım. Kar beyaz değil kan kırmızısıydı.

Kar hiçbir zaman beyaz değildi.

Kan her zaman kıpkırmızı olurdu.

 

Kulakları sağır edecek çığlıkları duyan kimse yoktu.

Mihar kanlar içerisinde karların üzerinde yatarken başında ağlayan ikizini duyamıyordu.

O gün tek bedenden çıkan kanlar iki kişinin benliğine işlemişti.

Mihar ve Mihri.

Karlara âşık olan kız, o gün itibariyle karlardan nefret etmeye başlamıştı ikizinin kanlarını içine çektiği için…

 

Ne olduğunu anlamadığım dakikalar içerisinde birinin bağırışları kulaklarımı dolduruyordu. “Armin kendine gel!” yüzümü saran eller ile gözlerim büyüdüğünde derin derin enfesler aldım. “Bana bak, Armin bir şey yok bana bak!” Ellerim yüzümü kavrayan kişinin kollarına sarıldığında gözlerim sanki uzun soluklu bir rüyadan uyanır gibi şokla açıldı. Etrafı taradığımda gördüğüm manzara ile kaşlarım çatıldı. Âhi bana şokla bakarken yavaşça yutkundum. “İyi misin?” dedi sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. Dağılan salondan bakışlarımı alamazken başımı iki yana salladım. “Ne oldu?”

Âhi anlamlandıramadığım bir şekilde bana bakarken, “Neden sinirlendin? Kar yağıyor deyince fırlattın gittin camın önüne. Sonra ne oldu bilmiyorum ama ağlamaya, etrafındakileri kırıp dökmeye başladın.” Bir koluyla salonun içerisindeki dağınıklığı gösterirken diğer kolu sırtıma sarılıydı.

“İyiyim, iyiyim.”

Değilim, her zamanki gibi hiç iyi değilim.

Yere düşüp, onlarca parçaya ayrılan vazonun kırık parçalarını elimde toplamaya başlarken, “Dur elini keseceksin!” diyen Âhi sıkıca elimi tuttu. Sıktığı elim avucumdaki cam parçalarının keskin yüzeylerinin derimi yarmasını sağlarken sinirle soluyarak elimi elinin arasından kurtardım. “Ya sen bir dursana! Dokunmasan zaten elim kesilmeyecekti!” sinirle ayağa kalktığımda süpürgeyi almaya gittim. Elimi yıkayarak kanı ortadan kaldırdığımda yara bandımı avcumun içerisine yapıştırdım.

Süpürgeyi alarak salona geçtiğimde sinirle kırılan parçaları çekmeye başladım. Hızımı alamayarak bütün salonu baştan sona süpürdüğümde ilk haline nazaran daha iyi gözüken salon ile gülümsedim. Kayan halıları düzeltip, çıkan perdeyi tekrar astığımda alnımdan akan terler yüzüme düştü. Kendimi koltuğa atarak gözlerimi kapattığımda koluma değen soğukluk ile irkildim. “Erdem arıyor bak istersen.” Âhi dümdüz olmuş yüzü ve boş çıkan sesiyle telefonu bana bakmadan uzattığında telefonu elinden alarak aramayı yanıtladım.

“Efendim Erdem?” dedim hızlıca.

“Komutanım kuruldan onay geldi, sorguya girebilirsiniz. Önce tugaya uğrayıp evrakları alırsanız iyi olur size karakola kadar eşlik edeceğim.” Diyerek beklediğim haberi bana ulaştırdı.

“Tamamdır Erdem çıkıyorum şimdi görüşürüz.” Telefonu kapatarak ayaklandığımda üzerimdeki üniformayı düzelttim bir çırpıda.

Âhi’ye baktığımda bana her zamanki gibi derin derin baktı. “Her şey,” dudaklarımı büzdüğümde bakışlarımı kaçırarak omuz silktim. “Her şey için çok teşekkür ederim.”

Bana baktığı sırada gözlerindeki dalgalanmaya şahit oldum. “Önemi yok.”

Tam kapıya yöneleceğim esnada duyduklarım ile duraksadım. “Söylemem lazım hayat çok kısa çünkü… sana karşı olan hislerimi anlamışsındır diye düşünüyorum. Anlamadıysan bile şu andan itibaren bilmeni isterim ki, seni seviyorum Armin.”

Dudaklarım hafifçe aralandığında yüzümü ardımda kalan adama çevirdim. Ne diyeceğimi bilemez bir şekilde uzun bir süre yüzüne baktığımda dudakları burukça kıvrıldı. Yanımdan hızla çekip giden adamın ardımdan kapattığı kapının sesi kulaklarıma vardı. Ne kadar o şekilde ayakta dikildim bilinmez, sersemce dış kapıya ilerledim. Postallarımı giyerek dışarı çıktığımda arabaya binerek tugaya yol aldım. Arabanın camına düşen beyaz taneler içimde kalan ağlama hissini günyüzüne çıkarırken yola odaklanmaya çalıştım.

Ormanlık araziye saparak tugayın yoluna girdiğimde kimliğimi camdan çıkardım. Açılan kapı ile klasik rutinimi tekrarladığımda dışarı yönelerek Erdem’e bakınmaya başladım. Miralay’ın katını es geçerek Boz’un katına çıktığımda odasının önüne gelerek kapıyı çaldım. Gelen onay ile içeriye geçtiğimde hızla topuk selamı verdim. “Üsteğmen Armin Tan!”

“Buyur Üsteğmenim.” Boz sakince bana bakarken dik bir vaziyette duruşumu aldım. “Komutanım, kurulun verdiği onay doğrultusunda sorguya geçmek için haber verecektim. Yazılı evrağı temin edebilirsem iyi olur.” Boz masanın üzerindeki kâğıt yığının içerisinden bir tanesini çekerek bana uzattığında elinden aldım. “Sağ olun Komutanım müsaadenizle.”

Kapıyı açacağım esnada, “Biraz hırpalanmak yaptıklarının yanında çok da can yakmaz diye düşünüyorum Üsteğmenim.” Dedi ciddi sesinden işittiğim hafif alayla. Dudaklarımda sinsi bir tebessüm belirdiğinde omzumun üzerinden arkaya baktım. “Ben de öyle düşünmüştüm Komutanım.” Bana dudaklarını ufacık kıvırarak tebessüm ettiğinde kapıyı işaret etti. İçeriye son bir bakış atarak sakince dışarıya çıktım. Alt katta kalan teçhizat odasına girerek kendime bir peçe aldığımda hızla yüzümü sarmaladım. Göz altlarıma kadar gelen peçe yüzümü anlaşılmaz hale getirirken oyalanmadan odadan çıktım.

Üçünün sorgu esnasında hırpalanması az önce olduğu gibi bazılarının hoşuna gidecekti haliyle. Seve seve gerçekleştireceğim olay için seri adımlar atarken yanımda yürümeye başlayan Erdem ile duşumu bozmadım. Dışarıya çıktığımda yüzüme düşen taneler düştükleri yeri kısa bir süre içerisinde ıslatmaya başladı. Koşar adımlarla arabaya geldiğimde Erdem farklı tarafa yönelerek bana baktı. Kendi arabasıyla gitmek isteyen adama çok fazla takılmayarak arabaya yöneldim. Yan koltuğa geçerek kemerimi taktığımda araba çoktan hareketlenmişti.

Silecekler camın yüzeyine düşen karları saniyesinde çekerek yana atarken başımdaki ve kalbimdeki sızı bir an olsun geçmeyecekmiş gibi geliyordu.

Bakışlarım elimde tuttuğum onay kağıdına kaydığında üzerine yazanları uzun uzun okudum. Satırlarda yalnızca sorgularıma girebileceğimin onayı yazarken, gözlerim farklı kelimeler görüyordu. İhanet ve hainlik gibi…

Aradan dakikalar geçti. Kar git gide şiddetlenmeye başladı. Kâğıdın beş satırını okudum, okudum ve okudum. Kelimeler asla değişmedi, zihnim git gide bulanıklaştı. Elalarımın önüne bir beyaz perde çekildi. Beyaz perdenin üzerine ise beyaz bir ev. İki beyaz birbirini nötrlerken görüş alanıma üç adam girdi. Üç asker gördüm, üç de hain. Konuşmaya devam ederek yürüdüler. İkisi gayet ciddiyken birisi üzgündü. Kim bilir belki de yapacakları içinde bir sızı oluşturmasına rağmen ona engel olamamıştı.

Araba sarsıldı.

Gözlerimin önündeki beyaz perde hızla kaydığında bakışlarım toprak zemine döndü. Çok değil, beş dakika sonunda araba daha önce Kobranın sorgusu için geldiğim merkez karakolunun önünde durdu. Belgeleri üniformanın içerisine sokuşturarak hızla arabadan indiğimde karakola koştum. Yağan karlar ve beyazlaşan zemine bir an olsun bakmadan içeri girdiğimde Erdem de hızla yanıma geldi.

Bakışlar üzerimize döndüğünde aşikâr olduğum odaya girdim. “Başkomiserim birkaç saat önce sevk edilen teröristlerin ve geçen haftalarda girdiğim Kobranın sorgusu için gelmiştim.” Elimdeki kâğıdı masasının üzerine bıraktığımda genç adam sakince kâğıdı okudu. Kısa bir süre sonuna başını sallayarak yüzüme baktığında, “Tabii ki,” kaşlarını çatarak bakışlarını omuzuma indirdiğinde hızla devam etti. “Üsteğmenim, arkadaşlar size yardımcı olacak buyurun.” Eliyle kapıyı gösterdiğinde odadan çıkarak koridora bakındım.

“Arkadaşlar birkaç saat önce gelen teröristleri sorguya alabilir miyiz?” ciddiyetle konuştuğumda yanımdan geçmek üzere olan adam duraksayarak bana baktı. “Buyurun size ben eşlik edeyim.”

Koridorları geçerek bir yere döndüğümüzde geçenlerde Kobra için geldiğim odanın önünde durduk. Adam kapıyı açarak başını eğdiğinde hızla içeri geçtim. Erdem kapının önünden bana bakarken, “Komutanım ben camekanın arkasındayım.” Diyerek haber verdi. Başımı sallayarak derin bir nefes aldığımda seri adımlarla masaya ilerleyerek kapıya sırtımı döndüm.

Ellerimi masanın iki yanına sardığımda masaya doğru eğilerek gözlerimi kapattım.

İçeriye giren polis seri nefesler alıp verirken sandalyeye sertçe birini oturttu. Bileklerini saran kelepçeler, masanın üzerindeki demire kenetlenirken tiz bir ses kulaklarıma ulaştı. Polis çıktığında gözlerimi açarak oturan adama baktım.

Sırıtarak bana bakan adam keyifle konuştu. “Sana söylemiştim.”

Çenem sinirle kasılırken ellerim yumruk haline geldi.

“Herkese bu kadar güvenmek sonunu getirir asker, bunu sana öğreten kimse olmadı mı?” cümlesi biter bitmez yüksek sesli bir kahkaha attığında kolumu geriye doğru açarak yüzüne savurdum. Sarsılan sandalyesi geriye kayarken önde masaya bağlı elleri geriye çekildi. Kahkahası yarıda kesilirken başını geri çekerek ciddiyetle yüzüme baktı. “Doğruları duymak canını sıktı herhalde.”

“Kes!” bağırmamla sinir kat sayım git gide şiddetlenmeye başlamıştı. Masadaki bilgi içeren dosyayı aldığımda Kobranın sicil dosyanı ellerimdeydi. “Amacınız neydi, altında çalışan kaç kişi vardı?”

Dudağını büzerek başını omuzuna doğru yatırdı. “Emir büyük yerden.”

Elimi dudaklarımın üzerine kapatarak gevşekçe güldüğümde, “Emir kimden geldi?” dedim aynı sakinlikle.

“Görünmez, duyulmaz biri diyelim.”

Duyduklarım ile kaşlarım havalanırken masanın üzerinden eğilerek yakalarını kavradım. “Gelen emir neydi ve altında çalışan kişiler kimdi Kobra? Ya da size ne söylediler de siz salaklar kandınız acaba?”

Yakalarındaki ellerime kısa bir bakış atarak güldü. “Biz kandık demeyelim de teklif cazip geldi diyelim. Ayrıca altımda çalışan öyle büyük bir ekip de yoktu zaten. Üçünü yakalamışsınız diğerlerini de öldürmüşler.”

“Teklif neydi? Kim öldürmüş altındakileri?” dedim yakalarını bırakarak masanın etrafında daire çizmeye başladığım sırada. Adımlarım yavaş, bakışlarım üzerindeydi.

“Bir kadın varmış bilgileri ve nelerle uğraştığını bulmamız istenilen. Baktım ki teklif güzel bende ekibi oluşturdum ve araştırmaya koyuldum. Sizinle bağlantılı bir tim Komandolar sanırım… yaptıkları kamp patlaması ile altımda çalışanların hepsi öldü. Yalnızca üçü kaldı onlarda zaten en güvendiklerimdi.” Adımlarım durduğunda tam arkasındaydım. İkimizde ayna tarzı yansımalı camdan gözükürken dudaklarım hafifçe aralandı.

“Kadın kim?” dedim buruşturduğum yüzüm eşliğinde.

Kobra alayla güldü. Her zamanki gibi…

Dudakları büzüldüğünde, “Mihriban’mış sanırım.” Diyerek fısıldadı.

Sırtım arkamdaki duvara yaslandığında gözlerim donukça sorgu masasının üzerinde takılı kaldı. Yaslandığım duvardan destek alarak kendimi ileri ittiğimde bir elim hırsla boğazına sarıldı. Camekanın perdesini indirerek görmelerini engellediğinde hırsa bağırdım. “Kadın kim!” gür sesim odada büyük bir yankı uyandırırken alnımda beliren damarın atışını hissediyordum.

“İsmini bilmiyorum.” Boğuk ve kesik sesi beni bir an olsun durdurmazken bütün gücümle boğazını sıkmaya devam ettim. “Söyle!”

“Bilmiyorum!”

Bir elim başının üzerine sarıldığında yüzünü kendime doğru çevirdim. “Söyle diyorum!”

Bir tek elalarımı görebildiği yüzümde karşılaştığı görüntü ile yutkunmaya çalıştı. Elimin altındaki boğazından geçmeyen tükürük kızarmasına neden olurken ağırca gülmeye başladım.

“Söyleyecek misin nefessiz kalarak gebermene yardımcı olayım mı?” Ateş saçan elalarım gözlerinin en derinlerine gömülürken elimden kurtulmaya çalıştı. Boğazındaki ellerimi hafifçe gevşeterek nefes almasına yardımcı olduğumda, “Kadını gerçekten tanımıyorum.” Dedi.

Son duyduğum cümle patlamama neden olurken yüzüne art arda birçok yumruk geçirmiştim. Camekandan gelen tıklama sesleri ve bağırışlar Kobradan ayrılmama engel olmazken bedenim sertçe geriye çekildi.

“Komutanım biraz sakin olun konuşmayacağı belliydi, en azından birkaç bilgi elimize ulaştı. Sakinleşin lütfen.” Kulağımın dibinde fısıldayan Erdem derin derin nefesler almama vesile olurken masadan destek alarak hafifçe eğildim. Oda kısa bir süre içerisinde boşalırken, ellerim masanın iki yanına sarılı gözlerim ise kapalıydı.

Kapı aniden açıldığında içeriye dolan hışırtılar ve polisin sert davranışları kulaklarıma vardı. Solumda kalan sandalye dolduğunda hangisinin oturduğuna bakmadım.

Bakamadım.

Saniyeler dakikalara devrildi. Kapı kapandı, oturan kişinin düzensiz nefes sesleri odanın içerisini doldurdu. Gözlerimi yavaşa açtığımda beni karşılayan ilk şey, masanın ahşap yüzeyi oldu. Masanın tam üzerindeki lamba belirli bir alanı aydınlatırken başımı sola doğru çevirdim. Gördüğüm gözler görmek istemezcesine kapanırken ellerimi sertçe masaya geçirdim. İrkildiğini sandalyeye sürtünen bedeninden gelen sesle anladığımda olduğum yerden tam karşısına geçecek şekilde mevzilendim.

Çenem sinirle seğirirken, gözlerim gitgide kısıldı. “Kimin için çalışıyorsun?”

Yavaşça yutkunduğunda gözlerini birçok kez kırpıştırdı. “Kobra.”

Duyduğum isim beni bir kez olsun yanıltmazken masanın üzerindeki soruşturmayla alakalı dosyalardan birini açtım. “Ateş Vural yaş yirmi beş, aile bilgisi bilinmiyor, yalnızca kız kardeşinin vefat ettiği biliniyor. Eski meslek özel kuvvet askeri, rütbe Onbaşı. Eski tim ismi Yıkım.” Hızlı hızlı konuşarak bildiğim bilgileri tekrar dillendirdim.

“Kobra.” Dedim başımı sallayarak. “Amaçları neydi?” tek kaşım kalktığında dikkatle yüzünü inceledim. Alnında biriken terler şakaklarından dökülürken oldukça gergin gözüküyordu. “Ben bilerek yapmadım abla-“ avuç içlerimi sertçe masaya geçirdiğimde ses odanın içinde yankılanarak geri döndü. “Kes lan daha abla diyor! Soruma cevap ver Ateş Vural, Kobranın amacı neydi?”

Ellerini masanın üzerinden çekmeye çalışırken ona engel olan şey kelepçelerdi. Kelepçelerin birbirine sürtünme sesi onu git gide gererken masanın üzerinden yüzüne doğru eğildim. “Konuş.” tehlikeli bir fısıldanmaydı bu.

“Amaçlarını bilmiyorum ben sadece-“

Geniş avuç içim sertçe yanağıyla bütünleşirken tok bir ses ulaştı kulaklarıma. “Bana yalan söyleme Ateş Vural.”

Gözlerimi kırpmadan baktım seneler sonu değişime uğrayan simasına. Bebek gibi olan yüzünü sarmış sakallar ona hiç yakışmazken, bazı yerlerdeki seyreklikler dikkatimden kaçmamıştı. Bıçak izine benzeyen ve çok derin olmayan kesikler sakallarının çıkmasına engel olurken onu olduğundan çok daha farklı görünmesine neden oluyordu.

Ürkek bir nefes alıp konuşmaya başladığında dikkatle onu dinledim. “Yavuz ve Giray öldü sandığım kız kardeşimin aslında ölmediğini, onlarla iş birliği yaparsam bana onu getireceklerini söylediler. İlk başta inanmadım. Böyle bir şeyin olması imkansızdı çünkü… sonradan sonraya bana videolar, fotoğraflar göstermeye başladıklarında inanmamam ve yapmamam gereken bir şey yapıp onlara uydum. Geceleri planlar yaptılar, o zamanki Yıkım timinden kurtulmak ve bir anda ortadan kaybolmak için. En basiti bir görev esnasında şehit düşmekti çünkü-“

“Basit mi! Ulan ben sizi parçalarım şerefsiz köpekler!” yüzüne attığım sert yumruk ile sandalyesinin iki ayağı havalandığında yüz geriye savruldu. Şehitlik kadar özel bir mertebe karşısında kurduğu cümleler kalbimde ve sırtımda oluşan binlerce bıçak darbesinin aynı anda geri batırılmasına eş değerdi.

“Özür dilerim, özür dilerim, özür diler-“ yüzüne peş peşe attığım yumruklar içimdeki öfkeyi harmanlarken konuşacağını bildiğim için geri çekildim. “Devam et!”

Bana her zamanki gibi ürkekçe baktı. “O son görevde yapılan patlama bizzat Kobra, Kobranın ekipleri, Yavuz ve Giray’ın planı ile gerçekleşti. O görevde Barkın ve Emir komutanım gerçekten yaralanırken, sonrasında her ne olduysa hiç birinizin ismi haberlerde anılmadı. Asıl amaç Yavuz ve Giray’ı şehit göstermek olsa da bütün Yıkım timi tarihten silinmişti adeta. Aradan seneler geçti, geçen zamanda bir an olsun boş durmadılar. Senin kaçıldığın zaman, kaçıran kişilerin de Kobra ve emir veren kişiyle alakası vardı elbette.” Ellerimi havaya kaldırarak yüzümü buruşturdum. “Bir saniye, o kişi kim?” Başını gerçek bir tavırla iki yana salladı. “Gerçekten bilmiyorum ama emir hep ondan geliyordu. Bunca olayın olması yalnızca ve yalnızca onun başının altından çıktı. Karşına herhangi bir kötülük çıktıysa sebebi yalnızca oydu. Seni istiyor, tek amacı seni alt etmek. Her neyse, kaçırıldığın dönemde onunla alakalıydı.”

Kaşlarım çatıldı. “Herhangi bir bilgin yok mu emir veren kişi hakkında?”

Başını tekrardan iki yana salladı. “Sadece kadın olduğuna dair bir iddia var ama kesin bir bilgi değil bu.”

“Yani bunca insanın tek amacı beni alt etmek miydi Ateş Vural?” dedim kıstığım gözlerim eşliğinde.

Başını hüzünle salladı. “Evet.”

Aklıma bir anda gelen soru ile dikleştim. “Kobrayı bizzat biz ele geçirdik, peki ya üçünüz?” gözlerim masanın üzerinde dolaştı. “Siz nasıl ifşalandınız?”

Sırtı kamburlaştığında omuzları yenilgiyle çöktü. “Ben söyledim.”

Duyduklarım ile bakışlarım donuklaştı. Ellerim sertçe masaya geçtiğinde öfkeyle bağırdım. “O zaman neden onlara katıldın Ateş! Söyle bana cevap ver, neden bu alçak planlar için vatanını sattın! Madem başından beri endişelerin vardı ve katılmak istemiyordun o zaman neden yaptın lan neden!” sinirle bağırırken kendi sesimden başım o kadar şiddetli ağrıyordu ki tarif edilemez bir ağrıydı bu.

Dolu gözlerini kaçırarak gözlerimi sıkıca yumdu. “İsteyerek katılmadım onlara, zorladırlar beni. Kız kardeşim benim tek dalımdı onunla vurdular beni. Yaşıyor sandım, hâlâ bir yerlerde nefes alıyor sandım! Bilerek yapmadım, böyle bir hatanın affı olmaz ama istemedim komutanım. Benim senelerce orada isteyerek durduğumu mu düşünüyorsunuz? Beni getir götürdü gibi kullandılar her zaman için. Kaçmak veya onları açığa çıkarmak için yaptığım en ufak harekette günlerce işkencelere mağdur edildim. Aradan aylar, yıllar geçti. Belki de o zamanlarda kendimde haber uçuracak gücü bulamadığım için sana istemeden çok kötülüğüm dokundu ama yapamadım. Anca sesimi duyurabildim özür dilerim.” Duyduklarım bedenimin yığılıp kalmasına sebep olacak cinsten olsa dahi dük durmam lazımdı. Öyle de yaptım. Omuzlarımı dikleştirdim, yüzümü ciddi bir ifade içerisine soktum. Arkamdaki cama doğru yönelerek cama tıkladığımda, “Arkadaşı götürün diğerleri gelsin.” Diyerek söylendim.

Gözlerimi camdan çekerek Ateş’e çevirdiğimde o kadar pişman ve yıkılmış gözüküyordu ki… ama inanması gereken bir gerçek vardı, pişman olması benim hiç umurumda bile değildi.

Kollarım göğsümün altında kastığım çenemle odanın ortasında dikilirken kapı açıldı. Bakışlarım yana döndüğünde oturan kişiye baktım. Yavuz Tüten.

Kısa bir süre içerisinde sorguya hazır hale geldiğinde tam karşısında yerimi aldım. “Kimin için çalışıyorsun?”

“Çoktan ölmen lazımdı.” Fısıltısı karşısında göz devirerek alayla konuştum. “Valla ölmem lazım ama öldürebilen yok. O yüzden boş lafı kes, soruma cevap ver!” Uzunca bir süre gözlerimi izledi. “Hiç anlamadın değil mi?” Soruma cevap haricinde türü türlü sarf ettiği cümleler ila karşısındaki sandalyeyi çekerek oturdum. “Anlamam gereken nedir Yavuz Tüten!”

Kelepçeleri ellerini hafifçe oynatarak parmaklarını birbirine kenetledi. “Bir bordo bereli asker nasıl bu kadar dikkatsiz olabilir? Yaptığım sosları çok seviyor muydun bari?” Duyduklarım içimden bir fırtına misali savrulup geçerken yüzüm ifadesiz kaldı. “Bayılarak yediğimi söylemiş miydim?” dedim onun aksine alay ve tehlike barındıran bir sesle.

Dudaklarında bir kıvrılma meydana gelirken, “Yeterli dozu verememişiz demek ki.” Diyerek güldü.

“İşte ilahi adalet.” Dudaklarımı büzerek başımı yana yatırdığımda gözlerimi yumdum kısa bir süreliğine. “Neyse konuyu dağıtma da cevap ver. Kimin için çalışıyorsun?”

“Kobra diyelim de şaşırma bari.” Duyduklarım duymak istediğim kelimeler olunca dudaklarımda boş bir gülümseme oluştu. Peçe git gide nefes almamı zorlaştırırken daraldığımı hissediyordum.

“Amacınız neydi?”

Omuz silkerek, “Biz yalnızca birer kuklaydık Tan.” Diyerek mırıldandı. Sandalyeden sertçe kalkarak ardımdaki cama vurduğumda, “Alın!” diyerek bağırdım. Kısır döndü devam ederken yeni oturan kişi Giray Buluttu.

“Kimin için çalışıyorsunuz?”

Bana alayla baktı. İlk göz göze geldiğimiz andaki gibi… “Belli değil mi sence de?”

“Sorduğum soruya cevap ver!” ellerimi masaya vurarak üzerine eğildiğimde gözlerimiz arasında oldukça az bir mesafe kalmıştı.

“Kobra.”

Başımı salladım sinirle. “İyi aferin size. Amacınız neydi, Kobra kimin için çalışıyordu?” alnına sertçe vurarak geriye kaymasını sağladığımda sandalyeme oturarak bacak bacak üstüne attım.

“Amacımız seni alt etmek gibi bir şeydi. Kobranın kimin için çalıştığına gelirsek bizi bırak Kobra bile bilmiyordur bunu.”

İki elimi de alnıma sardığımda derin bir nefes aldım. “Koskoca üç askerin vatanı bu denli kolayca satması ne denli mantıklı sence?” içimdeki sinir geçmiyordu. Bana karşı aldıkları gardı geç vatana yapılan ihanet aklıma geldikçe içimdeki öfkeyi harmanlıyordu.

“Para ve teklif cazip geldi evet. Sonuçta evde, okulda, işte rahatça oturan insanlar için kendi canımı hiçe sayamazdım, öyle değil mi?” duyduklarım ile yüzüne sert bir yumruk attığımda bedeni geriye savruldu. “Sesini kes, kesmek zorunda kalmayayım!”

“Çok ama çok dikkatli olman lazım, özellikle şu dönem ve sonrasında.” Duyduklarım sinirden titrememe neden olurken gür bir sesle bağırdım. “Götürün şunu!”

Masadaki soruşturma dosyalarını toplayarak odadan bir hışımla çıktığımda başkomiserin odasına geçtim. “Başkomiserim sorguyu tamamlamış bulunmaktayım. Kayıtları inceleyerek dosyaları yenilerseniz sevinirim. Ben istediğim bilgileri aldım gerisi sizde, biz gidiyoruz.” Genç adam başını sallayarak hafifçe tebessüm ettiğinde, “Ayaklarınıza sağlık Üsteğmenim, teşekkürler.” Odadan çıkarak dışarı yöneldiğimde Erdem’de yanımdaydı.

Yüzüme vuran soğuk hava ve kar burun kıvırmama neden olurken koşarak arabaya bindim. Erdem de bana ayak uydurarak yanıma bindiğinde bacağım sinirden titriyordu.

Vatana yapılan bir ihanet yüreğe sığar mıydı? Peki ya kendi ellerinle eğittiğin adamların yüzüne alayla bakarak yaptıkları ihaneti anlatması? Hüngür hüngür ağlamak geliyordu içimden, her zaman ki gibi… Dik durmak oldukça asil gözükürken, içeride kopan fırtınalar asla görülmezdi. Şu anda kalbimdeki hançerin sızısı bedenime yayılırken dik durmak için kendimle savaş veriyordum. İhanet miydi bu denli yürek sızlatan yoksa gerçekler miydi? ikisi de aynı kapıya çıkıyordu bunu biliyordum ama gerçeklerim bu denli bir yıkıma yol açacağını tahmin etmiyordum.

Gerçekler yıkımdı.

İhanetin yol açtığı hançer darbesi gibi.

 

Derin bir oh çekelim.

Tugay koşuşturması?

Barkın ve Emir?

Hainler?

Sizce Âhi anlatmamakta haklı mıydı?

Arminin üçlüyü dövmesi?

Barkın ve Emir sizce nasıl karşılanmalıydı? (Arminin tepkisi doğru muydu)

Sorgu?

Arminin öğrendiklerine rağmen dik durmaya çalışması?

Füsun geliyor...

Gerçekleri okumak nasıl hissettirdi?

19.Bölümde bizi büyük bir görev bekliyor... Haftaya Cumartesi görüşmek üzere.

Yıldıza basalım gülümseyelim:)

 

13.09.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

Loading...
0%