Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21.BÖLÜM- SESSİZ HAYKIRIŞLAR BİR GÜN ÖLÜMLE SON BULUR

@durutaskulakk_

Canlarım, ballı sütlerim, bebiklerim!!!

ÖLÜMLE BAŞ BAŞA'NIN asıl hikayesinin başladığı o bölüme hoş geldiniz!

Geçen seneden beri bu bölümle devam etmek için çok can attım. En sonunda işte buradayız!

Ölümle Baş Başa'ya destek olmak ve ilerleyen bölümler ile ilgili teori edinmek için sosyal medya hesaplarımıza bekleriz.

Kitap hesabı: olumlebasbasaofficiall

Kendi hesabım: durukurtk

Yıldıza basarak satır arası yorumlarınızı atmayı unutmayın lütfen...

Çok uzatmak istemiyorum, keyifli okumalar :)))

Bölüm Şarkısı: Dedüblüman &Mavzer Tabancas- Rüya Gibi

 

21.BÖLÜM SESSİZ HAYKIRIŞLAR BİR GÜN ÖLÜMLE SON BULUR

 

Pıt, pıt, pıt.

Damlama sesini andıran o hafif ses saatlerdir kulaklarımdaydı.

Gözlerim beyaz tavandan bir an olsun ayrılmazken kaburgalarımın nefes aldıkça battığını hissediyordum. Yüzümdeki patlak ve yarıklar acıyı unutmamı bir an olsun sağlamazken en ufak hareketimde kramplara mahkûm kalan kasıklarım da ayrıyeten canımı sıkan bir diğer konuydu.

“Hayat,” demişti Mine bundan saatler önce. “Bazen çok acımasız olabiliyor. Acını iliklerine kadar yaşamadan o acımasızlığın duvarlarını aşamazsın. Hayatı yaşamak istiyorsan önce o acımasızlığın hissini tadacaksın. Sonra da aştığın duvardan aşağı atlayarak yeni hayatına yepyeni adımlarla yol açacaksın.” Gözlerime acıyla bakmıştı. Herkesin bana döndüğünde ilk yaptığı şey gibi…

“Dik durmak,” diyerek de cümlesine eklemede bulunmuştu. “Eğer ki o duvarları aşmak istiyorsan ya dik duracaksın ya da omuzlarını düşürüp sırtını o duvarın en aşağı yüzeyine yaslayarak kendini gerçeklere kapatacaksın. Bunca zorlukla başa çıkmış bir kadın omuzlarını düşüremez Armin.”

Tek kaşım havalandığında alayla sormuştum. “Peki sen benim yaşanılan zorluklarla başa çıkıp çıkmadığımı nereden biliyorsun Mine?” sorumu bekliyormuş gibi burukça gülümsemiş, bakışlarıyla konuşmuştu.

Ayaklanarak montunu üzerine geçirdiği anda, “Bu kadar sivri dilli olmanın yalnızca kendine zarar verdiğini idrak etmen senin için çok güzel bir bakış açısı olur Armin. O zaman madem ki başa çıkıp çıkmadığını bilmiyorum, sana kolay gelsin.” Kapıyı ardından kapatarak çıktığında arkasında soru işaretlerini yok etmeye çalışan bir kadın bıraktığından haberi var mıydı tartışılabilecek bir diğer konu da buydu.

Gözümün önünde canlanan an ile gözlerimi kapatarak başımı yana devirdiğimde almış olduğum sakinleştiricilerin etkisiyle pamuk gibi hissediyordum.

Aniden açılan kapı ve kulağıma dolan yabancı küfürler ile dudaklarım aralandı. Olmaması için dua ettiğim gerçek ile gözlerim yavaşça aralandığında kapının yanında dikilen ve bana sinirle bakan kadınla göz göze geldim.

Dudaklarını oynatarak Fransızca bir küfür savurduğunda büyük adımlarıyla yanımda bitti. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” sinirle bana bakmayı sürdürürken oflayarak gözlerimi kapattım. “Kaç gündür sana ulaşmaya çalışıyorum, Kalender aramasa haberim olmayacak. Tam sopalıksın!”

“Anne uzatma.” Sus dercesine söylediğime karşılık kaşları havalandı. “Hareketlere bak görende düştü de uzanıyor sanacak, ne acayipsin Armin kendine gel artık!”

Yüksek desibeldeki sesi içimi titretirken gözlerim sıkıca kapandı. “Konuşmak istemiyorum neden kimse beni anlamıyor?” derdimi anlayabilecek birisi olduğunu düşünmüyordum.

“Emin ol herkes seni anlıyor Armin ama sen nankörlük yaparak yanına gelenleri tek tek kovduğun için kimse ne yapması gerektiğini bilmiyor. Seni bu hale getiren onlar değil, nankörlük etme.” Yanıma gelerek sandalyeyi yatağın başına çektiğinde gözü seruma takıldı. Ayaklanarak serumun yanına geldiğinde bir süre serumu inceleyerek geri yerine oturdu.

“Eve gitsene sen.” Mırıldanarak söylediğim cümle ile gözlerim kapandı. Üzerime çöken ağırlık beni yeteri kadar boğarken başkalarının sorularıyla sık boğaz olmak istemiyordum.

“Bence sen artık bir sesini kes, milleti azarlayıp durmaktan da vazgeç. İnsanlar senin iyiliğini düşündükleri için yanında durmaya çalışıyor ama sen hepsini elinin teriyle itiyorsun.” Susmak bilmeyen kadın dinen baş ağrımı yerine getirmeyi başarmıştı.

“Susar mısın biraz başım çatlıyor.” Ellerimi gözlerimin üzerine kapatarak ovuşturduğumda sızlayan elmacık kemiklerim ile inledim.

Kapı yavaşça açıldığında içeriye giren hemşire bana bakarak gülümsedi. “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Armin Hanım?” Uykulu gözlerle yüzüne baktığımda, “İyi olma ihtimalim var mı sizce?” diyerek sordum.

Kadın her ters cevabıma verdiği tepkiyi kullanarak gülümsedi. “Pansuman ve ağrı kesici için geldim.” Malzemeleri ayarlayarak Füsun’u dışarı çıkardığında üzerimdeki hasta elbisesini tamamen çıkardı.

Günlerdir görmekte işkence çektiğim bedenim ile tekrardan baş başa kaldığımda gözlerim morluklarda gezindi. Kaburgalarım mosmordu ve oldukça korkunç gözüküyordu. Ama kaburgalarımdan ziyade kasıklarımın üzerindeki darbeler çok daha feci durumdaydı.

Hemşire malzemelerini ayarlayarak yanıma yaklaştığında eldivenli elini kasıklarımın üzerine belirli hamlelerle bastırdı. Acıyla inleyerek bedenimi kastığımda yüzüm buruştu.

“Armin Hanım jinekoloğunuzdan bir randevu almanız lazım, ciddi bir sorun olabilir.” Beş gündür aralıksız tekrarladığı cümle ile bıkkın bir nefes verdim. “Tamam, tamam birazdan randevu alacağım.” Tedavim askeri hastanede devam ettiği için burada kadın doğum gibi özel bölümler yoktu. Atalay ile konuşup en kısa sürede bir sorun var mı görünmem gerekiyordu.

Hemşire işini bitirerek giyinmemde yardımcı olduğunda telefonumu aldım. Atalay’ı bularak telefonu kulağıma götürdüğümde birkaç çalış sonucu telefon açıldı. “Armin?” sorgularcasına çıkan sesi ile boğazımı temizledim. “Atalay benim acil sana görünmem lazım, sana atacağım hastanede beni muayene etmek için gelebilir misin?”

Karşı tarafta kısa bir sessizlik oluştuğunda, “Tamam gelirim, bugün çok yoğun değilim senin için bugün uygun mu?” diyerek sorusunu yöneltti. Görebilecekmiş gibi başımı salladığımda, “Olur olur sen ne zaman müsait olursan gelebilirsin ben konumu şimdi yolluyorum.” Dedim hızlıca.

Kısaca birkaç cümle daha kurduğumda telefonu kapattım.

Kapı ağır bir hareketle sonuna kadar açıldığında başımı kapıya çevirdim. Elinde büyük bir nergis buketi ile içeriye giren adamı gördüm. Doldurduğum gözlerimle yüzünü seyrederken bana doğru yaklaştı. “Kovma lütfen, söz bu sefer konuşman için uğraşmayacağım biraz yanında durmak istiyorum yalnızca.” Kalender yanımda olan sandalyeye kurulduğunda çiçeği nazikçe yanımdaki komidine bıraktı. Her gelişinde elinde farklı bir buket oluyordu. Beş günde odanın içerisi botanik bahçesine dönmüştü resmen. Kalender’i o gün Âhi’nin cenaze töreninde geçirdiğim kriz ile endişeye kaptırmıştım. Herkesin yaptığı gibi bana yardım etmeye çalışıyordu ama içimden konuşmak, derdimi anlatmak gelmiyordu işte. Sanki anlatsam o anları canlı canlı yaşayacakmışım hissini duyuyordum. Acıydı benim için. Bir annenin kendi öz kızını saçlarından tutup yerlerde savuşturması kadar acıydı. Her şeyin kendi başının altından çıkmasına rağmen sanki tek suçlu benmişim gibi senelerce bana kin beslemesi çok kötü bir histi. Kendime bile zor itiraf etsem de her zaman için ona hayran bir çocuktum. Giyinişi, parlak saçları, uzun boyu, kavisli kaşları… bana her bağırışında karşısında git gide ezilirken uzaktan hüzünle izlerdim o güzel yüzünü. Beni hiçbir zaman görmemişti. Beni bırak kendi öz çocuğu olarak görmeyi, hiçbir zaman insan yerine koymamıştı.

Canım yanıyordu.

Sevgisizlikten…

Ben fiziksel şiddete çocukluğumdan alışıktım. Karanlıklara, rutubetli mahzenlere, tekmelere tokatlara, saçlarımın kökünden yolunmasına… Fiziksel şiddet onun için bir zevkti. Vurdukça hırsını dindiriyor gibiydi. Her attığı tekmede zevk alıyor, her attığı yumrukta hırsını söndürüyordu.

Ellerim hızla boğazıma kaydığında nefes almaya çalıştım. “Hayır, hayır!” başımı iki yana salladığımda nefesimin kesildiğini hissettim. Sanki birisi boğazımı sıkıyor, nefesimin son bulması adına uğraşıyordu. “Yardım edin!” yardım istiyordum, neden kimse bana ulaşamıyordu? Şu yaşıma kadar birden çok kez yardım istemiştim ama hepsi hüsranla sonuçlanmıştı. Gene mi aynısı olacaktı?

 

Armin 14 yaşında -Hâkim bakış açısı-

Armin poşetlerden çıkardığı elbiseleri yatağının üzerine dikkatlice sermiş, hayranlıkla kumaşların üzerine işlenen motiflere bakıyordu. Armin ilk defa bu kadar mutluydu. Gözlerinin içinin parlamasına ramak kalmıştı. Arman bugün dışarıya çıkmış, alışveriş yaparken ikizini de unutmamıştı. Armin, Arman’ın kendisini unutmayarak almış olduğu elbiselere mutlulukla bakıyordu.

“Çok güzeller.” Diyerek fısıldayan kız ellerini elbisenin üzerinde gezdirirken sertçe açılan kapı ile telaşla kendini geriye attı. Üzerine doğru yürüyen kadın ile ela hareleri genişledi.

“Ne yapıyorsun sen?” Afil bir elini beline yerleştirerek Armin’in karşısında dikilmeye başladı.

Armin lâl olmuşçasına annesine bakmayı sürdürürken, “Elbiselerime bakıyordum.” Diyerek hafif bir sesle mırıldandı.

Afil gür bir kahkaha patlattığında boşta kalan eliyle yatağın üzerindeki elbiseleri gösterdi. “Bunlara mı?” kahkahasına son vererek Armin’e yaklaştığında Armin hızla kenara kaydı. “Onları bakarken tam olarak ne düşündün sana yakışacaklarını mı?”

Uzun bacaklarını kullanarak kısa bir sürede Armin’in yanında bittiğinde kolunu sıkıca kavrayarak keskin bir dille konuştu. “İncecik cılız bedenine bunların yakışacağını mı düşündün?” Armin cevap vermezse daha çok üzerine geleceğini bildiğinden çekingence mırıldandı. “Beyaz rengi hoşuma gittiği için Mihar almış.” Afil gözlerini yerden kaldırmayan kıza alayla baktı. “Sen benim oğlumu boş işlerle mi uğraştırıyorsun Mihri?” odaya geldiğinden beri ilk kez Mihri diye hitap etmişti kendisine. Bu da pek hayırlı bir hitap değildi Armin için…

“O oğlunsa bende kızınım neden bunu kabullenmiyorsun ki?” Armin başını dikleştirerek inatla annesine bakmaya başladığında Afil’in kavisli kaşları şaşkınlıkla havalandı. “Ne dedin sen?”

Armin, annesinin az önce yaptığı gibi alayla ela harelerini yüzünde gezdirmeye başladı. “Neden bilip de bilmemezlikten geliyorsun ki? Basit bir soru sordum. Mihar oğlunsa bende kızınım. Sen bunu kabullenmemekte neden bu kadar ısrarcısın? Ben sana tam olarak ne yaptım, söylesene!” sonlara doğru yükselmeye başlayan sesi ile Afil’in öfkesi harmanlanırken Armin’in kolunu sıkıca kavrayarak kendisine nazaran cılız kalan bedenine yaklaştı. “Ben sana bana karşılık verme dedikçe sen ne yapıyorsun Mihri? Hadi buna da bir laf yetiştir, hadi!”

Armin lafını asla önemsemeyen kadına burukça baktı. Başını iki yana sallayıp yere eğdiğinde dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu.

Bedenini sürüklenmeye başladığını hissetmesiyle gözleri hızla etrafı taramaya başladı. Galiba düşündüğü şey gerçekleşiyordu. Annesinin bedenini sürüklemesine karşı çıkmazken zihninde dolanan tek soru, kendisinin bunları yaşarken ev halkının tam olarak ne işle meşgul olduğuydu?

Bedeni sertçe ileriye doğru fırlatıldığında burnuna o keskin koku doluştu.

Rutubet.

Karanlık mahzenin içini aydınlatan mumlar yetersiz kalırken, keskin koku etrafı sarmış, duvarlar evin eskiliğinden kararıp sararmaya yüz tutmuştu. Bir metalin zemine sürtüldüğünü işitti Armin. Artık alışmıştı bu saçmalıklara. Annesinin bipolar olduğundan şüphelenmiyor değildi…

“Otur hemen şuraya!” sandalyeyi Armin’in önüne doğru ittirerek inatla yüzüne bakmaya başladığında Armin düştüğü yerden kalkarak sandalyeye oturdu. Üzerindeki beyaz elbisesi yerin pisliğinden hafifçe kararmış, dizlerinin olduğu kısım birazcık aşınmıştı.

Karnımın hizasından sardığı kalın ipi sandalyenin sırtına doğru sıkıca düğümledi. “Sen ne zaman akıllanacaksın?” sinirle sorduğu soruya karşılık Armin rahatça cevap verdi. “Sen ne zaman kabulleneceksin?”

Afil dayanamıyordu. Kızının bu denli sivri dilli olmasına, gerçekleri yüzüne vurmasına dayanamıyordu. Afil hırsla Armin ağzına doğru sert bir yumruk attığında kızdan gelen inleme sesi ile dudaklarında tehlikeli bir kıvrım oluştu. Afil’in şen kahkahası mahzenin içerisinde yankılanırken Armin önüne düşen saçlarının arasından annesinin keyif akan yüzüne baktı. “Annen nerede?” Afil duymayı asla beklediği soru karşısında kahkahasını keserek hırsla Armin’e döndü. “Ne diyorsun sen gene?!”

Armin patlayan dudağına inat genişçe gülümsediğinde, “Annen diyorum, nerede? Senin gibi bir kadını yetiştirmek zor olmalı, neden böyle olduğunu ona sormak isterdim şahsen?” diyerek sivri bir dille söylediği söz karşısında annesine baktı.

Armin acımasızdı. En az annesi kadar…

Armin artık bu olaylara alışmıştı. Alıştığı olaya karşılık işi dalgaya vuruyor, annesiyle kedinin fare ile oynadığı gibi oynamaktan zevk alıyordu. Yaşı küçüktü. Henüz on dört idi yaşı. Gerçi Afil için bu bir şey ifade etmiyordu ama Armin on dört yaşındayken annesinden olgun düşünüyor olması can sıkıcı bir durumdu.

“Sen böyle cesur konuşmayı kimden öğrendin? Biraz götün kalkmış sanırım.” Annesinin terbiyesiz hallerini yakın arkadaşlarından birisi görse bütün havası sönerdi diye düşünmeden edemedi Armin. Armin’e karşı aldığı gard oldukça saçma ve yersizken, terbiyesizliğinden de asla ödün vermiyordu.

Armin yavaşça yutkundu. “Benim kalkan bir yerim yok ama senin biraz kaşıntın var sanırsam. Bence artık kabullen, yoksa tek dellenen taraf sen olacaksın.” Armin acımıyordu. Laflarını çat çat annesinin yüzüne yapıştırarak iyice delirtmeye yeminliydi muhtemelen.

Afil’i çıldırtan son cümle ise bu olmuştu.

Her zaman olduğu gibi Armin’in kasıklarına çalıştı. Armin’den ölesiye nefret ediyordu. “Geber artık lanet olası şey, geber!” kasıklarının üzerine attığı yumruklar ile Armin’in yüzü bozguna uğrarken dudaklarının arasından acı bir kahkaha firar etti. “Bu dünyada senden bir tane daha olmamalı. Olmayacakta. İğrenç bir varlıksın geber artık!”

Armin kahkaha atmaya devam ederken dudaklarından zar zor şu kelimeler döküldü. “Keşke hiç doğurmasaymışsın… bu kadar nefret edeceksen keşke bana attığın yumrukları kendine indirseymişsin Afil!” Afil duymuyordu. Afil annesi tarafından evlatlıktan reddedilmiş bir kadındı ve Armin bu kozu öğrendiği ilk andan beri annesine karşı kullanmak için bekliyordu. Armin’in kasıklarına inen yumruklar için Afil’in tek amacı vardı. Dünyaya Armin gibi bir bireyin gelmemesi…

“Senden bir tane daha olmayacak Mihri! Eğer ki kazara yanılıp yenilip rahmine bir embriyo kabul edersen onu kendi ellerimle sökerim! Senden bir tane daha olmayacak Mihri, buna asla izin vermeyeceğim!” Afil iç cebinden çıkardığı muştayı sertçe Armin’in bedenine vurmaya başladığında Armin hırsla sarsıcı bir çığlık attı. “Yardım edin!”

Armin’in en imkânsız hayallerinden birisi annesinin yanından kurtularak kendine güzel bir hayat kurmaktı ama şu an, görünen manzara için bu oldukça imkânsız görünüyordu. “Hayır, hayır! Yeter artık bırak beni! Birisi yardım etsin! İmdat!” ağzı vardıkça attığı çığlıklar ve yardım cümleleri duvarlara çarparak gene kendisine dönüyordu.

Sıkı sıkıya bağlanan ellerini hareket ettirmek istedi ama ellerini bile hissedemiyordu. Sıkıca bağlanan ellerinin kan akışı sağlanamadığından morardığına adı kadar emindi Armin.

“Yapma artık! Kabullen şu gerçeği geri zekalı kadın! Beni dövdükçe keyfin yerine mi geliyor? Rahat bırak beni!” oturduğu sandalyede çırpınmaya başladığında sandalye hem yumruklardan hem de Armin’in çırpınışlarından yan devrilmişti.

Afil bacağını geriye doğru açarak Armin’e savurduğunda sert bir kemik sesi kulakları doldurdu. Galiba Armin’in yüzü artık pek de nizami değildi.

 

Kalender Çiler’den

Cenazeler kimisi için yalnızca acı kimisi için tamamen yıkım demekti.

Üzerine toprak attığım adam ile az çok diyaloğumuz olması bir şey ifade etmiyordu. Ben bu adama güvenip canımı emanet etmiştim. Aynı şekilde o da bizlere güvenerek canını emanet etmişti ama görünen o ki biz onun güvenini kırmış, paramparça etmiştik.

Arkamdan gelen bağırış sesleri yalnızca birisine değil onlarca kişiye aitti biliyordum ama kulaklarıma en yatkın tek ses onun sesiydi. Armin şu anda arkamda kriz geçiriyor, insanlar onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Son toprağı atarak geriye çekildiğimde nemli toprağın üzerine tuzlu yaşım karıştı. Burnumu sertçe çekerek geriye döndüğümde yerde kendinden geçen kadın ile elim ayağıma dolaştı. “Armin bana bak!” insanlar kime üzüleceğini bilmezmiş gibi etrafımızda toplanırken Tekin’in insanları uzaklaştırmaya çalıştığını duydum.

Armin sakinleşmesi için dediklerimi duymuyor gibiydi. Kollarını bacaklarının etrafına sararak kendi kendine mırıldanmaya devam ettiğinde, “Kan var.” Diyerek mırıldandığını duydum. Bakışları ayaklarının hemen ucunda bir noktada kenetlenmiş, durmadan aynı şeyi tekrarlıyordu. İnsanların mezar başında toplanmaya çalışmasını engellediğimiz için Armin’i hızla sarmalayarak mezarlıktan çıkardım. “Armin bana bakar mısın lütfen?” sesim ona ulaşmıyordu. Şu anda şoktaydı ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

“Kalender!” bağırış sesleri kulaklarıma doluşurken hızla arkamı döndüm. Yıldırım önde olmak üzere hepsi bana doğru koşuyordu. Hız kesmeden soluğu yanımda aldığında, “Albay geri dönmemizi istiyor, Armin’in izni iki günlükmüş durumu daha da kötüye gitmeden getirin dedi.” dedi buruk bir sesle. Hiçbirinin Âhi ile tam vedalaşamadığını biliyordum ama yapacak bir şeyimiz yoktu. Kendimi bırakmamak adına sertçe dudaklarımı birbirine kenetlediğimde başımı sallayarak hepsine arkamı döndüm.

Bakışlarım kucağımda titreyen kadına döndüğünde canının bu denli yanarken soluğu cenazede almasının verdiği adlandırmadığım hissi tattım. Çok güçlüydü. Çok güçlüydü ama bir o kadar kırıktı.

KURTULUŞ

Onu toprağın altına uğurlayıp kendi hayatımıza dönmemiz gerektiği gerçeği ile şu anda yüzleşiyordum.

Sigaranın dumanı esen rüzgârdan dolayı yüzüme vururken derince iç çektim. Armin şu anda gözetim altındaydı ve gereken müdahaleler yapılıyordu. Cenazenin üzerinden geçen dört, beş günlük zaman diliminde ne zaman yanında durmaya kalkışsam büyük bir kavga ile kovulmaktan beter ediliyordum.

Kalan Kurtuluş üyelerine gelecek olursak, Yıldırım zaten günlerdir sakinleştiriciyle duruyordu ama sakinleştiricinin tek sebebi Âhi değil geçmişinde yaşadığı ilişki sorunlarıydı. Görevden döndükten kısa bir zaman sonra ismini yanlış hatırlamıyorsam Sanem, Yıldırım’a telefon açmış hâlâ bir umut olup olmadığını sormuştu. Yıldırım bunu duyar duymaz deliye dönmüş, parmağında başka bir adamın yüzüğü var diyerek öfkeyle haykırmıştı. O andan beri sakinleşmek için haplar kullanıyor, soluğu tugayın arkasındaki askeri hastanede alıyordu.

Ertuğrul ise apayrı bir dünyadaydı. Âhi’nin acısı ona farklı hisler tattırmış olacak ki, yıllık izninden bir gün kullanarak soluğu Ankara da almıştı. Gittiği yerden adım kadar emindim. Saatlerini annesinin mezarının başında sessiz gözyaşlarını dökerek acısını içinden atmak istemişti. Döner dönmez sanki benim hâlâ olayların şokunda kaldığımı anlamış gibi kendini işe odaklamış, bütün timin yükünü sırtına almıştı.

Tekin zaten o sırada yaralı bir halde hastanede yatıyordu…

Sigaramı dudaklarımın arasına sabitleyerek telefonumu çıkardığımda Mineden gelen mesajları okumaya başladım.

Bir tanem: Armin’in yanında duracak kimse yoksa gelebilirim. (15.32)

Bir tanem: Herhangi bir sorun yok değil mi? (15.36)

Bir tanem: Mesajlarıma bakar mısın lütfen merak ediyorum. (15.44)

Kalender Çiler: Anca fırsat bulabildim, şu an yanında kalacak bir kadın refakatçisi yok. Bir iki saate burada olabilirsen güzel olur. (15.47)

 

Mine cenazede bizimleydi. Armin’e elinden geldiğince destek olmaya çalışmış ama Armin’in geçirdiği kriz ileri seviyede olduğu için elinden pek de bir şey gelmemişti.

“Kalender Teğmenim.” Cılız gelen kadın sesi ile sigaramı söndürüp çöpe fırlattım. Arkamı döndüğümde haftalardır görmeye alışık olduğum hemşire ile göz göze geldim. “Armin Hanım’ın durumu şu anlık stabil ama ilerleyen saatlerde uyandığında kriz geçirme ihtimali bizi tedirginleştiriyor. Uyandığında onu sakinleştirebilecek bir yakını var mı? Bu konuda bize yardımcı olabilir misiniz acaba?” Hemşirenin dedikleriyle kısa bir süre düşünürken aklıma gelen isim ile gözlerimin parladığını hissettim. “Ona yardımcı olabilecek bir yakını var ben şimdi kendisiyle konuşurum, haber verdiğiniz için teşekkür ederim.” Kadından uzaklaşarak telefonu elime geçirdim.

Erdem’den öğrenmeye çalıştığım bilgi, Armin’in nikahtan önce annemler ile tanışırken bana laf arasında bahsettiği kadın Füsun Akçay’ın numarasını öğrenmekti. Anladığım kadarıyla Armin, Füsun ile çok zor bir dönemde tanışmıştı. O dönemde her ne olduysa tutunacak tek dalını Füsun olarak görmüş ve kadını annesi yerine koymuştu.

Armin’e verdiğim sözler doğrultusunda birbirimizin özel hayatını kısaca konuşma fırsatımız olmuştu. Armin bana -anne kavramı benim için yok, anne sevgisi nedir bilmem- dediğinde içimin sızladığını hissetmiştim. Çünkü ben her zaman sıcak bir ailede doğup büyümüş bir bireydim. O yüzden onu anlamak en azından bu konu için çok zordu. Bana -anne sevgisi nedir bilmem- dedikten kısa bir süre sonra aklına birisi gelmiş gibi hevesle konuşmaya başladığını görmüştüm. -Füsunla tanışmak beni çok değiştirdi- demişti. Füsun’u anlatırken içinde oluşan heves çocukken annesinden hiç göremediği sevgi kırıntılarını tatmasından kaynaklanıyordu.

Erdem uzun uğraşlar sonunda Füsun’un numarasını bulduğunda numarayı kaydederek çaldırdım. Telefon uzun çalışlar sonunda açıldığında, “Merhabalar Füsun Akçay ile mi görüşüyorum?” diyerek sordum.

Karşıda oluşan sessizlik ile telefonu kapatacağını düşünürken o tok ses kulaklarıma vardı. “Evet buyurun, siz kimsiniz?”

“Ben Armin’in timinden Kalender Çiler-“ cümlemi bitirmeme zaman vermeden, “Armin nerede? Onu arıyorum ama asla ulaşamıyorum! Bana onun iyi olduğunu söyle çocuk!” dedi adeta inlercesine. Garip bir aksanı vardı. Kaşlarım çatılırken nefes almaya çalıştım. “Füsun Hanım Armin çıktığımız görevde yaralandı, endişe edilecek bir durum yok. Ben sadece eğer ki Hakkâri’deyseniz hastaneye gelip gelemeyeceğinizi sormak için aramıştım.”

Cebime attığım sigara paketini çıkararak içinden bir dal çektiğimde ince dalı hızla dudaklarıma kıstırdım. Çakmağı ateşleyerek sigaranın ucunu yaktığımda tutuşan tütün ile derince nefesimi çektim.

“Konum at birkaç saate orada olacağım.” Yüzüme kapanan telefon ile dudaklarım büzüldüğünde hastanenin konumu yollayarak telefonu kapattım.

Sanki her şey günlük gülistanlıkmış gibi çatlayan başım beni iyice delillendirmeye yetiyordu. Sigaramı bitirerek içeriye geçtiğimde görmekten gına gelen hastane koltuklarına kuruldum. Zaman başka zaman su gibi akıp geçerken şimdi yelkovan ve akrep kırılmış gibiydi.

KURTULUŞ

Mine gelmişti. Tam onunla konuşurken Armin uyanmış ortalığı birbirine katmasına vakit kalmadan içeriye Mineyi yollamıştım ve şu anda ne yaptıkları hakkında bir fikrim yoktu.

Parayı kadına uzatarak büyük buketi kollarımın arasına aldığımda göze çarpan güzel nergisler ile dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştu. Umarım beğenirdi. Armin’in çiçek sevip sevmediğini bilemiyordum çünkü o her şeye o stabil bir yüz ifadesiyle bakıyordu. Sanki ona yapılan şeyler adına tiksiniyormuş gibiydi. Garipti, bir insan nasıl olur da onun için yapılan en ufak jestten bile tiksinebilirdi? Günlerdir yanına gittiğimde bana içinden sövüyormuş gibi bakıyor, bazen de kendini tutamayarak küfürlerini yüzüme haykırıp herkese yaptığı gibi beni de odadan kovuyordu. Benim amacım onu sıkıştırmak, yaşadığı şeyleri yeninden hissettirmek değildi. Yalnızca onu bu bataklıktan kurtarıp rahat bir nefes almasında yardımcı olmaktı.

Hastaneye girdiğimde Armin’in odasına doğru yöneldim. Koridorun diğer ucundan gelen kadın beni dikkatlice süzerken tanımadığım için pek göz teması kurmayarak kapıya yöneldim. “Hey! Dur orada sen kimsin?!” adımlarını sıklaştırarak yanımda bittiğinde kaldırdığı kaşı ve sorgulayan yüzüyle dikkatle beni inceliyordu.

Kadının Füsun olduğunu şimdi daha iyi anlamıştım. “Kalender ben Füsun Hanım telefonda görüşmüştük.” Buketi biraz aşağı indirerek kadının yüzünü gördüğümde kıstığı gözleri ile bana bakmaya devam etti. “Ne diye sessiz sessiz girmeye çalışıyorsun odaya?” Bıkkın bir nefes alarak gülümseye çalıştım. “Günlerdir bu odaya girip çıkıyorum hanımefendi, siz yokken ben vardım zaten neden sorguluyorsunuz bu kadar?” amacım saygısızlık etmek değildi ama Mine’yi de görmemenin vermiş olduğu, Armin’in içeride tek kaldığı düşüncesi beni rahatsız ediyordu. Boşa vakit kaybediyormuş gibi hissediyordum şu anda…

“Seni pek gözüm tutmadı gibi, kızımla bir konuşayım sonra tekrar tanışırız Kalender.” İsmimi değişik bir şekilde telaffuz ederek vurguladığında çattığım kaşlarım ile kadına son kez bakarak kapıyı araladım.

Yatakta boylu boyunca uzanan kadını gördüğümde içimin acıdığını hissettim. Kapıyı ardımda kapatarak sessizce yanındaki sandalyeye doğru yaklaştığımda bakışları beni buldu. “Kovma lütfen, söz bu sefer konuşman için uğraşmayacağım biraz yanında durmak istiyorum yalnızca.” Kırık bir sesle mırıldandığımda gözlerinin hafif dolu olduğunu gördüm.

Nergis buketini komidinin üzerine bırakarak sandalyeye oturduğumda gözlerim halsiz yüzünde dolaştı. Kötü gözüküyordu. Morarmış elmacık kemikleri, kırılmış gibi duran burnu ve patlamış dudağı günden güne toparlanmaya başlasa da bas bas acıyor diye haykırıyordu.

Bakışları belirli bir noktada kitlendiğinde kaşlarım çatıldı. Onu konuşturmaya çalıştırmayacağımı söylemiştim ama bakışları şu anda oldukça ürkütücü gözüküyordu. Ela gözleri sanki daha da silikleşebilecekmiş gibi açılırken derin bir nefes almaya çalıştı.

Oturduğum yerden hafifçe dikleştiğimde ne yaptığını anlamaya çalıştım.

Bir eli yavaşça boğazına sarıldığında dudakları şaşkınlıkla aralandı. “Hayır, hayır!” başını hızla iki yana salladığında dudaklarından kesik mırıltılar döküldü. Nefes almasını engelleyen bir şey varmış gibi nefes alıp vermeyi kestiğinde, “Yardım edin!” diyerek gür bir çığlık attı.

Hızlıca ayaklanıp boğazına sardığı elini avcumun içerisine sardığımda gözleri ilk andan beri takılı kaldığı noktadaydı. Ellerini benden kurtarmaya çalışırken gür bir sesle bağırmaya devam ediyordu. “Bırak beni artık! Yardım edin!” dudakları titremeye başladığında bakışlarımı hızla kitlendiği noktaya çevirdim. Odanın bir yarısı dışarıyı net bir şekilde görürken diğer yarısı hastanede koridorunu gösteren cama aitti. Armin’in bakışları dışarıyı gösteren pencerede takılı kaldığında neden bu hale geldiğine anlam veremedim. “Ben sana hiçbir şey yapmadım bırak beni!” çığlıkları susmak bilmezken, “O çocuğunsa bende çocuğundum!” diyerek bağırdı.

Bakışlarım hızla üzerine döndüğünde gözlerinin dolduğunu gördüm. Gözleri doluydu ama baktığı nokta asla değişmemişti.

Dışarıda şiddetli bir kar yağışı vardı.

Kar yağıyordu.

Kaşlarım şiddetle çatıldığında göreve gitmeden önce Armin’le konuşmak için dışarıya çıkacakken karı görür görmez gerilediğini hatırladım. Aynı şekilde Âhi’yi şehit verdiğimiz gün, iri bedeninin üzerine düşen beyazlardan oldukça rahatsız olmuş, sanki onu tetikleyen bir şey varmış gibi acıyla havaya bakmıştı.

“Armin!” bağırarak yüzüne doğru eğildiğimde bakış açısını değiştirmedi. Bakışları pencereden önünde olduğum için göğsüme denk gelirken şokla açılmış gözleri olduğu gibi kaldı. “Bana bak Armin!” bir elim yanağını bulduğunda onun için çok sert sayılmayacak bir tokadı hafifçe yanağına geçirdim. “Bana odaklan, sakinleş.” Yatıştırıcı bir sesle kulağına doğru fısıldadığımda öksürmeye başladı. Öksürüğünün şiddeti git gide artarken yattığı yerden doğrulması için kolumu sırtına sardım.

Nefesi kesilir gibi olduğunda sırtını sıvazlayarak rahatlamasını umdum. “Sakinleş, geçti.” Yaralı bedenini özenle kollarımın arasına sarmaladığımda çenemi başının üzerine yasladım. “Kendine gel Armin.” Bıkmadan usanmadan tamı tamına on iki dakika boyunca onun rahatlaması adına sarf ettiğim sözler şoktan çıkmasını sağlamıştı.

Doktor veya hemşire çağırmak istememiştim çünkü bu durum karşısında yapacakları tek şey sakinleştirici verip uyumasını sağlamaktı. Uyumak bazen çoğu sorunu kökten çözmüş gibi hissettirebilirdi ama bu tamamen insanın kendini avutmak için söylendiği bir şeydi. Uyumak hiçbir sorunu kökten çözmezdi, yalnızca sorunun üstünün kısa bir süreliğine kapanmasında yardımcı olurdu.

Kollarımın arasında titreyen kadından güzel bir ses beklerden içimden geçenleri duymuş gibi, “Neden her şey birbiriyle bağlantılı?” diyerek mırıldandı. “Hayatım yalanmış, her attığım adım beni tuzağa çekerken ben temiz bir hayat kurabileceğime inanmışım.” Kurduğu cümleyi söylemek onun için çok zor olsa gerek, sesi hiç duymadığım kadar titrekti.

“Bana nasıl hissettiğini anlatmak ister misin?” diyerek uysalca mırıldandığımda bedenini bana iyice yaslayarak derin bir iç çekti. “Çok kötü hissediyorum. Her olayın peş peşe gelmesi bile benim için bir uyarıyken nasıl olur da bu kadar dikkatsiz olurum.” İnlercesine söylediği cümle ile daha ne olduğunu anlamadan ellerini sıkıca saçlarına sardı. Saçlarını çekiştirip yüzünü acıyla kastığında, “Ben bunların hiçbirini hak etmedim!” diyerek net bir dille bağırdı.

Ellerini saçından çekmesi adında sertçe kavradığımda dudakları arasından bir inleme döküldü. “Özür dilerim!” ne yapmam gerektiğini bilemez bir halde bağırırken ağladığını gördüm. “Ağlama Armin ağlama!” ağlayan insana dayanamazdım.

“Beni almaya geldiğinizde etrafta kim vardı?” soluk soluğa sorduğu soru ile kaşlarım çatıldı. O anın verdiği panikle pek dikkat edememiştim ama genel olarak bina boştu. “İçeriye çok rahat girdik herhangi bir insan topluluğu yoktu.” Bana kıstığı gözleriyle bakarken, “Üstünden başından şatafat akan bir kadın görmedin mi yani? Odada tek miydim yani?” dedi şüpheyle.

Yüzüm kasıldığında emin bir sesle yanıtladım. “Kimse yoktu. Odada tektin, bina resmen gidin ve alın dercesine bomboştu. Elimizi kolumuzu sallayarak girdik desem daha doğru olur.” Duydukları onu şaşırtmışa benziyordu. Dudakları yarım aralık, gözleri yatağın zemininde takılı kalırken, “Neden benimle oynamaya devam ediyor.” Diyerek fısıldadığını duydum. Kaşlarım çatıldı. “Kim?” merak akan sesimi duyunca bakışlarını bana çevirdi. “Annem.” Duyduğum kelime ile beynimden vurulmuşa dönerken, “Ne.” Diyerek kısa bir kelime dudaklarımın arasından döküldü.

Ben anne sevgisi nedir bilmem dediğinde aklımda hiç de böyle şeyler canlanmamıştı şahsen.

Anlamak istercesine yüzüne baktığımda yatakta hafifçe geriye kaydım. “Bir saniye bir saniye. Şimdi sana bunların hepsini yaşatan kişi annen mi? Doğru mu anladım?” anlamamak adına verdiğim savaşı dudaklarının arasından dökülen tek bir kelime sonlandırdı. “Evet.”

Zihnimin bulandığını hissettim. Annem bana sesini daha yükseltmeye kıyamazken insanların anneleri bu kadar canileşmiş miydi yani? Bu nasıl olabilirdi? Aklım almıyordu. Bakışlarım Armin’in yüzünden gezindiğinde moraran ve patlayan eti ile gerçeği bilmenin verdiği his içimi yaktı. Şu ana dek mahkemelik olduğu olay ile bir alakası olduğunu düşünmüştüm ama gerçek oldukça sarsıcıydı.

Ellerimi çok uzun olmayan kıvırcık saçlarımın arasından geçirdiğinde nefesimin göğsüme battığını, nefes alırken zorlandığımı hissetim. “Sen nasıl dayandın Armin?” dedim sessizliği andıran bir sesle.

Bana baktı. Gözlerimin tam içine baktığında acıyla gülümsedi. Gözleri doluyordu. Gülümsemesi büyürken, yaşlar gözlerinin tamamını ele geçirmiş vaziyetteydi. “İnsanı bazen fiziksel şiddet değil, sevgisizlik öldürür Kalender. Sevgisizlik en büyük ölümdür.” Bana yaklaşarak fısıldadığı cümle karşısında ezildiğimi hissettim.

Bana resmen kimse tarafından gerçek bir sevgiyi tatmadığını fısıldıyordu. Dudakları arasından histerik bir kıkırdama döküldüğünde nasıl dayandığını sorguluyordum. Karşımda bu denli yaralı bir kadın olduğunu daha yeni fark ediyordum.

“Armin.” Dedim acıyla.

Bana bakarak genişçe tebessüm ettiğinde sol gözünden düşen yaş gerdanına aktı. “Bana son göreve çıkmadan ne dedi biliyor musun?” anlamadım dercesine yüzüne baktığımda, “Sana sarılabilir miyim Armin dedi. O kadar masum sordu ki… içimdeki öfke daha ağır bastı Kalender. Bilsem, yemin ederim ki bilsem onu sahaya indirmeyi bırak direkt tugaya geri yollardım. Gözlerime acıyla baktı. Sanki hissetmiş gibi… Kollarımı açacağımı düşünmüş gibi bakışları kolumda gezindi. Öfkem ağır bastı! Görevdeyiz kendine gel dedim, kovmaktan beter ettim onu! Sanki normalce reddetsem o kadar yanmayacaktı canı. Bana öyle bir baktı ki Kalender… Vedalaşmak için gözlerime bakmış resmen! Nasıl anlamadım Kalender?! Nasıl anlayamadım?!” ellerini başına sertçe geçirerek bağırması gözlerimin önünde erimesi gibi bir şeydi. “Nasıl anlayamadım?!” dudaklarının arasından bir çığlık firar ettiğinde onun artık olayları kabullendiğini ve sorgulamaya başladığını anladım. Yavaş yavaş kendine gelecekti. Bu belki senelerini alacaktı ama kendine gelecekti.

“Yapma.” Acıyla fısıldadım. Kendine bunu yapması yaşanılanları geri almayacaktı. “Kendine zarar vermen o ana dönmeni sağlamayacak Armin. Tek yapman gereken bunu kabullenmen.” Kollarımı kendine zarar vermemesi adına sıkıca bedenine sardım. Yıkılmıştı. Kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştı.

“Çok yoruldum!” kulağımın dibinde haykırarak acısını bastırmaya çalışıyordu. “Biliyorum. Biliyorum Armin ama kendine toparlamaya çalışmazsan sana yardım edemem.” Saçlarını yavaşça okşayarak sakinleşmesi adına medet umdum.

“Sadece sarılmak istemişti.” Mırıltısı yüzünü boyun girintime bastırdığı için boğuk çıkmıştı. “Onun sakladığı gerçekler de senin canını çok yakmıştı Armin. Belki de güvenmeye çalıştığın adamdan öğrendiğin gerçek bir daha kimseye azıcık bile olsa güven sağlayamamana neden olacak. Biraz da kendini düşünür müsün? O üzüldüyse sen onun üzüldüğü olayın elli misli beterini yaşadın. Evet bu durumda onun gözünden bakarsak üzücü bir olay yaşanmış olabilir ama biraz da kendine odaklanmayı dene.” Avcumu sırtında gezdirirken fısıldadığım cümleler ona biraz da olsun mantıklı gelmiş olmalıydı.

“Neden bana yardım ediyorsun?” Geri çekilerek yüzüme baktı. Gerçekten de merak ediyordu.

Kollarımı omuzlarının iki yanına yasladığımda burukça tebessüm ettim. “Sen benden o gün yardım istediğinde ben sana ne söz verdim?” dediklerim karşısında çenesi kasıldı. Hatırlamıştı. “Ne olursa olsun sana verdiğim yardım sözünü tutacağım Armin. Bunu ister bir arkadaş iyiliği ister bir sırtını yaslayabileceğin dağ iyiliği olarak gör. Beni kabullendiğin sürece her zaman arkanda değil yanında olacağım Armin. Kendine gelmen için elimden gelenin en iyisini yapacağım. Bunun için tek gereken şey, bu senin için çok zor biliyorum ama bana güvenmen olacak Armin. Bana tamamen güvenmene gerek yok yalnızca yardım konusunda güven kırıntısının bir parçasını bana belli etmen yeterli olacaktır.” Bana anlamlandıramadığım bir duyguyla baktı. “Teşekkür ederim.”

Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı ağır bir hamleyle salladım. Bir söz verdiysem tutmak için elimden geleni yapardım. O, benim verdiğim söze güvenerek hayata tutunmaya çalışıyorsa bana da verdiğim sözü tutmak düşerdi.

Kollarını halsizce iki yana açtığında sarılmasına karşılık vermeden hemen önce gözlerinin altındaki ıslaklıkların başparmaklarım eşliğinde yok ettim. Bedeninde oluşan yaralara dikkat ederek güzelce sarıldığımda, “Bu sarılmayı ya da yardımı sakın sana karşı başka hislerim olduğu için düşünme sakın. Sen beni nasıl görüyorsan ben de seni öyle görüyordum Armin, bundan şüphen olmasın. Eğer ki bu düşünceye kapılarak benden yardım istemezsen kendimi çok suçlu hissederim. O yüzden sana yardım etmem adına tek istediğim bana bu konuda izin vermen olacak.” Kollarını sıkıca belime doğru sardı. Sanki güvendiği birinden hiç kopmak istemiyormuş gibi… Bu his benim içimde büyük bir mutluluğa neden olurken sırtını sıvazladım. “Çiçekler için de çok teşekkür ederim. Ayrıyeten ilk günler biraz ters davrandım kusura bakma lütfen özür dilerim…” sonra doğru sesi içine kaçmış gibiydi. Onu güldürmek adına, “Biraz mı? Kızım bir sövmediğin kaldı zaten!” kahkaha atarak bedenini sıktığımda geri çekilerek omzuma sert bir yumruk attı. Yaralı olması pek de bir şey değiştirmiyordu anlaşılan. Eli hâlâ ağırdı. “Kes sesini be konuşmak istemiyorum dedikçe beni zorlayan sizdiniz!” kulağımı sağır edercesine bağırdığında yüzüm buruştu. “Biraz tonajını düşürsen mi acaba?” soruma karşılık omuz silkerek kendini yatağa bıraktı. “Âhi için buket yaptırmıştım onu da bırakamadım mezarına…” gözlerini kapatarak sessizce mırıldandığında kalbimdeki dinmek bilmeyen sızıyı keskin bir biçimde hissettim.

“Sen biraz toparlan ben seni tekrardan götürürüm Âhi’ye.” Acıyla fısıldadığımda dudaklarının titremesine şahit oldum. “Of Kalender! Çok ani oldu hâlâ bir kâbusun içerisindeymiş gibi hissediyorum!” ellerini yüzünün üzerine kapatarak mırıldandığında haline hüzünle baktım. Elimi alnıma götürerek sertçe sıvazladığımda, “Armin yapma böyle. Bu yaptığın yalnızca her şeyi birbirine karıştırarak kendine zarar vermene yol açacak.” Diye sızlandım.

Kulaklarıma ağlarcasına bir mırıltı dolduğunda ayaklandım. Sanki kalktığımı anlamış gibi hızla gözlerini araladığında kısık bir sesle sordu. “Nereye?” Çenem kasıldı. “Biraz işlerim var, sonra tekrardan geleceğim yanına.” Başını sallayarak beni onayladığında hızlıca hastaneden çıktım. Tugaya yöneldiğimde karşımda çıkan Erdem’e, “Benimkileri gördün mü Erdem?” dedim hızlıca. Erdem başını elindeki dosyalardan kaldırmadan, “Dinlenme odasındalar.” Diyerek hızla yanımda geçti. Erdem de bu aralar biraz sıkıntılar yaşıyordu. En az bizim kadar yaşanılan kayıp için o da çok üzülmüştü.

Dinlenme odasına girdiğimde her zamanki gibi dalgın ve ruhsuz gözüken üç adamla karşılaştım. Odanın atmosferi kasvet burada diyerek bağırırken kendimi yavaşça koltuğa bıraktım. “Olmadı böyle ağabey! Ben kendimi çok eksik hissediyorum Allah kahretmesin!” Yıldırım sinirle bağırdığında bir elim bacağımın üzerine diğer elim alnıma kapandı.

“Sessiz sakin şu köşede oturmasına bile o kadar alışmışım ki…” Tekin benim yanımda kalan boşluğu işaret ederek çenesini kastığında dudaklarını sertçe birbirine bastırdım. İçimiz yanıyordu. Evet bu çok acı bir olaydı ama daha acı bir şey varsa o da bu yangının asla dinmeyecek olmasıydı.

“Onu öyle görünce gözümün önüne annem geldi. Daha onun annem olduğunu bile bilmeden kaybettiğim an… kendimi bir kayıp için daha hazırlayamam demiştim o günden sonra… o kanlar, çakı, Armin’in feryatlarını… hiçbir anı bu kadar tanıyormuş gibi hissetmemiştim. Ben o anı resmen tanıyordum.” Ertuğ günler sonra belki de ilk defa konuşmuştu. O hâlâ şoktaydı. Âhi’yi o şekilde gördüğü an, Tugaya dönmek için toparlandığımız an, şehit haberini Hatay’a götürdüğümüz an, koca bedeninin üzerine atılan onca toprağa rağmen zar zor kapattığımız an… Her an şok içerisindeydi ve asla tepki vermiyordu.

Kendi düşüncelerim arasında boğulduğumu hissederken üniformamın yakasını çekiştirerek soluklandım.

Tam ortada duran masaya beyaz bir tepsi bırakıldığında tepsiyi bırakanın Yıldırım olduğunu gördüm. Kendisine bir bardak alarak eski yerine oturduğunda sırtımı yastıktan ayırıp bardakların içerisindeki sıvının ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Merakımı gideren ses, “Ballı süt.” Diyerek mırıldandığında hareketlerim dondu.

Timle birbirimizi daha yakından tanımak için çıktığımız yemek akşama doğru kayınca Armin’in evinde hep beraber bir tanışma fırsatı bulmuştuk. O gün Âhi adına en dikkatimi çeken hareketi, herkesin kahve isterken Âhi’nin süt isteyerek sessizliğe gömülmesi olmuştu. Ne zaman sinirlense ya da kafasına bir şey taksa, sakinleşmek adına ballı süt içtiğine tanıklık etmiştim. Ballı sütün bir hikayesi var mıydı bilmiyordum ama bu saatten sonra bizim açımızdan oldukça derin bir yara izi olarak kalacağını net bir şekilde benimsemiştim.

Bardağı elime aldığımda etrafını sıkıca kavradım. Sıcak sütten buharlar yükselerek havaya karışırken avuç içim çoktan ısı değişimine uğramıştı. Dudaklarım sanki açılmayı reddediyormuş gibiydi. Çenem oldukça gergin bir vaziyetteyken kendimi hiç kasmadığım kadar kasmıştım. Bir bardak ballı süt ne kadar can yakabilirdi ki? Birkaç ay önce, bir ballı süte bakıp ağlamamak için kendini zor tutacaksın deseler güler geçer, pek üzerinde durmazdım. Şu an elimde tuttuğum bardağı kaldırmaya mecalim yoktu.

Dalgın bakışlarım bardağın içindeki beyazlıkta kilitlendiğinde, bir damlanın bardağın içerisine firar ederek durgun zemini oynattığına tanıklık ettim. Aynı hareket iki, üç… bilmem kaç kez tekrarlandığında gözlerim acıyla kapandı. Omuzlarımın sarsıldığını hissettim. Gözlerimi sıkıca kapatmıştım ama yaşlar kapalı gözlerimin arasından firar ediyordu. Neden?

“Ağlamayın amına koyayım!” ağzından ilk kez argo duyduğum Yıldırım bile beni kendime getiremezdi şu anda… Boynumdaki damarlar geriliyordu. Kendimi o kadar sıkıyordum ki bir ara damarlarımın patlayacağını hissettim.

“Yeter! Yeter ulan bıktım artık! Sürekli birilerini kaybetmekten bıktım, bıktım! Kime güvenirsem güveneyim ellerimin arasından kayıyor! Yeter ulan yeter!” şiddetli bir devrilme sesi kulaklarıma dolduğunda Tekin’in öfke ve acıyla haykırdığı cümleler canımı yaktı. “Annemle babamdan sonra başka hiçbir kayıp canımı yakamaz derken kardeşimi kaybettim lan! Ben onu kardeşim bellemiştim! Ellerimin arasından kaydı gitti ve hiçbir şey yapamadım!” o kadar kuvvetli bir sesle bağırıyordu ki odalarda ses yalıtımı olmasa bütün tugay başımıza toplanabilirdi. “Bu kadar kolay mıydı yani?” bir yumruk sesi duydum. “Bir bıçak darbesi mi aldı onu bizden? Nasıl ulan nasıl?! Kayıplara dayanamıyorum yeter!” gür sesi içimi titretirken yalnızca kapalı gözlerimin ardından yaşlar akıttım. Ne durması adına bir cümle sarf ettim ne de acımı dilime döktüm…

Kalender Çiler her zamanki gibi acısını içinde yaşadı ve sessizce akıttığı gözyaşlarını.

“Benim hiç kardeşim olmamıştı.” Duyduğum fısıltı Tekin’in bağırışlarını bastırmaya yetmese dahi kulaklarıma varmıştı. “Ben bir insanın sessizliğini kan bağı olarak görmeyi öğrenmiştim ondan…” hiç bu denli acı bir cümle duyduğumu hatırlamıyordum. Ertuğ mırıldanmaya devam ederken odadan gelen devrilme ve kırılma sesleri bitmek bilmedi.

“Hiçbir şey olmamış gibi devam etmemi istediler! Albay gözlerimin içine bakarak -verdiğiniz kayıp için üzgünüm Tekin ama hemen kendine gelmen lazım, bizim mesleğimiz de böyle toleranslar yok-dedi. Sizin aklınız eriyor mu bu cümleye? Siktiğimin albayı! Bu meslekten nefret edeceğim bir olay varsa o da üstlerin bu denli vurdum duymaz olması. Ne yani? Bizden olgunlar diye verdikleri kayıplara mı alıştılar lan?! Biri cevap versin!” Tekin öfkeyle saydırmaya devam ederken hiç kimse onu durdurmak adına bir hamlede bulunmadı.

Bacağımın yanına sertçe fırlatılan bardak olduğunu düşündüğüm cisim ile irkildim. Cam kırıkları üzerime sıçrarken dakikalardır sıkı sıkıya tuttuğum bardağı bir an olsun bırakmadım.

“Öldü ulan! Tek bir çakı darbesi onu bizden aldı!”

Yıldırım dayanamamış gibi, “Pezevenk şah damarının dibine saplamış çakıyı çünkü!” diyerek bağırdığında Tekin’den acı bir nefes sesi duydum.

“Belki de gitmek istemiştir.” Olaya yorumu ilk ve son defa katarak ortalığı elli altıya çevirdiğimde kulaklarıma ağır küfüler ilişti. Onu yerde boylu boyunca uzanarak gördüğüm an bize veda etmek istediğini anlamıştım. Çünkü eğer ki gitmek istemese hayata tutunacak dalı elbette bulurdu. Biz zor anlarda saliseler içerisinde yapacağımız en ufak hareket ile yaşama tutunmayı öğrenmiştik.

Ben yavaş yavaş emin olmaya başlamıştım. Emin olmaya başladığım konu, eğer ki bizden gitmek istemeseydi, o boynundaki çakıyı çıkarıp karşısındaki adamın şah damarına saplar biz gelene kadar da direnirdi. Ben onu gördüğümde direkt teslim olduğunu gözlerindeki ifadede görmüştüm. İlk yaptığı şey şehadet getirmek, ikinci yaptığı şey ise Armin’den özür dilemek olmuştu. O gideceğini bizlere o saniyede aşılamıştı. O bu yola gideceğini bilerek adımını atmış ve gitmişti… Gitmek isteyen her türlü giderdi. Gitmek isteyen birisini zorla yanında tutamazdın. Sen tutsan bile o gitmeyeceğinin verdiği hissi sana aşılar, senin alıştığını anladığını saniye arkasına bile bakmadan çekip giderdi. Hayat böyleydi işte, acıların tatlı tebessümüne kanarak mutlu olmaya çalışsan da o üstü örtük acının ardından bakınarak kahkahayı en beklemediğin anda patlatırdı.

Gözlerim aralandığında önümün buğulandığını hissettim. Sol elimi yüzümde kısa bir süreliğine gezdirdiğimde bakış açım saniyeler içerisinde değişmişti. Zemin cam kırıklarına ev sahipliği yaparken, ortadaki masanın iki ayağı kırılmış, masa direkt ters dönüp duvara dayanmıştı. Mutfak tarafındaki bütün bardak ve cam maddeler yerlerdeydi. Tekin hırsını giderememiş gibi kalan son bardakları koltuğun ardında kalan küçük boşluğa fırlatırken yapma demedim. Dur demedim. İçindeki bütün öfkeyi günyüzüne çıkarmasına göz yumdum.

Ellerimin titrediğini dudaklarıma yaklaştırdığım bardağın şiddetli sarsılması sonucu üniformama dökülen süt ile idrak edebilmiştim. Dudaklarıma yaslanan bardaktan ağzıma dökülen sütü yutmak, işkenceyle ölmekten daha ağır gelmişti bir anlığına… Yutkundum. Sütün boğazımda kalarak bana bıraktığı o huzursuzlukla öksürdüm. Bir elim boğazıma sarılırken diğer elim bardağı sıkıca kavramış, bırakmaya niyeti yok gibiydi. Öksürüklerim kısa bir süre sonunda bana veda ettiğinde o sütü son damlasına kadar içtim. O süt, yeri geldi dudaklarımın arasından zeminle buluştu, yeri geldi midemden yükselen acıyla karıştı, yeri geldi yutkunamadım ama ne olursa olsun son damlasına kadar bitirdim…

Bardağı yavaşça cam kırıklarının yanına bıraktığımda sersemce ayaklandım. Elim kapı kulpuna sarıldığında ardımda bıraktığım enkaza sırtımı çevirdim. Adımlarım bedenimi dışarıya yönelttiğinde gözüme bir çardağa ilişti. Bu çardak, Armin’in ilk gün oturduğu ve hepimizin birbirimizi tanıma fırsatı edindiğimiz çardaktı.

Adımlarım bedenimi hareketlendirdiğinde kendimi tam çardağın dibinde buldum. Bakışlarım ilk günün verdiği gözlem hissi ile gözümde bir sahnenin canlanmasına vesile oldu. Kendini tanıtmakta zorlanmış gibiydi ve ayrıyeten, sanki kimseyle irtibata geçmek istemiyor gibi uzak ve netti. İlk gün değil, haftalar boyunca çekingen tavrını gizlemeye çalışsa da becerememişti. Çok iletişimde bulunmuyor, herkesi gözetim altında tutuyordu. O ilk zamanlar anlamıştım aslında… Onda kim nasıl bir darbe bırakmışsa oldukça kırık ve yıkılmış vaziyetteydi. Bazen konuşmak yetersiz kalırdı. Bir kişiyle kurduğunuz göz teması size bütün gerçeği yansıtırken sadece bakışarak darbelere ortak olmana neden olurdu.

“Komutanım.” Ardımdan gelen ses ile irkildiğimde bakışlarım hızla geriye döndü. “Koçum, hayırdır?” derin bir nefes alarak bedenimi tamamen içtimalardan tanıdığım er Mert’e çevirdim.

“Komutanım çay demledik, içiniz ısınır size de vereyim mi?” çay tepsisini bana doğru gösterdiğinde hızlıca bardağı alarak masaya bıraktım. “Sağ ol koçum.” Mert sanki bir sorun olduğunu anlamış gibi bana bakındı. “Komutanım iyi misiniz?”

Titrediğimi hissettim. Hayır hayır, soğuktan değil. Anlamlandıramadığım bir hisle titrediğimi hissettim.

“Yalan olmasın, iyi değilim.” Dudaklarımı birbirine bastırarak Mert’e bakındığımda aynı şekilde karşılık verdi. “Komutanım tekrardan başınız sağ olsun. Biz duyunca çok üzüldük, nasıl bir his bilmiyorum ama tahmin etmek zor olmasa gerek… elimden ne gelir bilmiyorum. Siz bir ihtiyacınız olursa çekinmeyin, seslenmeniz yeterli.” Bana burukça baktığında yüzümde bir ıslaklık hissettim. Mert bana son kez bakarak arkasını döndüğünde elim hızla yüzüme kapandı. Ağlamışım diye geçirdim içimden… Ne ara ağlamaya başlamıştım sahiden?

Kendimi masaya atarcasına bıraktığımda gözlerim yorgunlukla kapandı. Cebimdeki sigara paketini çıkardığımda içerisinden aldığım dalı hızlıca dudaklarımın arasına sıkıştırıp yaktım. Zehri içime davet ederken kendimi ilk defa bu kadar karmaşa içerisinde hissettiğimi fark ettim. Düşüncelerimi bozan arama ile gördüğüm isim hızlıca yanıtlamama neden oldu. “Efendim?”

“Ne yaptın bebeğim?” naif sesi kulaklarımı doldurdu.

Sigaramı içmeye devam ederken çayımdan ufak bir yudum aldım. “Armin ile konuşma fırsatı buldum.” Kısaca mırıldandığımda karşıdan hayret dolu bir ses işittim. “Nasıl yani? Seninle terslemeden, laf sokmadan bir diyalog mu kurdu?” Mine şaşkınlıkla sordu.

Gözlerim sıkıntıyla kapanırken sigaramı parmaklarımın arasına sıkıştırarak avucumu alnıma kapatarak sıktım. “Evet Mine! Biraz mantıklı düşünür müsün ağabeyim? Kadının yaşadıklarının çeyreğini bile bilmiyoruz. Biz bildiklerimizle yıkılırken o bunların hepsini yaşadı farkında mısın? Psikolojisinin pek de sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Sende lütfen bunu göz önünde bulundurarak yorum yap yavrum.” Sakin kalmaya çalışsam da yaşanılanlar beni oldukça germişti.

Mine’nin tarafından derin bir nefes sesi duydum. “Bende tam olarak bunun için aramıştım. Armin ile kısa bir konuşma faslımız oldu ama insanların yorumlarına oldukça kapalı. Özellikle şu son olayda tam olarak neler yaşanmışsa konuşmayı reddediyor. Ben Armin’in özel bir destek alması taraftarıyım. Eğer o da isterse alanında uzman iyi bir psikolog bulabiliriz. Tabii senin de yardım etmen lazım.” Mine’nin düşünceleri Armin’i kanlar içerisindeki o odada gördüğüm an zihnime sızmıştı.

Sigaramı kenara söndürerek çöpe fırlattığımda çayımı hızlıca bitirerek Mine’ye odaklandım. “Aynı fikri bende düşündüm. Armin biraz daha kendine geldiğinde isteyip istemediğini öğrenirim. Ben biraz arayış içerisinde olacağım eğer senin de arkadaşlarından yardımcı olabilecek birisi varsa danış ve bana bildir.” Mine dediklerimi onayladığında uzun uzun bu konu hakkında yorum yaparak elimizden ne geleceği hakkında konuştuk.

O gün kaç sigara bitirip fırlattım saymamıştım bile. Alandaki erler olayın farkına varmış sessizce önümdeki bardağı hiç gocunmadan onlarca kez götürüp getirmişti. Düşündüm. Onun hayatının düzelmesinde az da olsa katkı sağlamak adına düşündüm. Eğer ki kabul ederse her zaman yanında duracağım bir plan zihnimi işkal ediyordu.

Hayatınıza hiç beklemediğiniz anda aldığınız insanlar zamana göre iyi zaman göre kötü darbeleri üzerinde bırakırdı. Armin benim hayatıma bir dost ve sırdaş olarak bomba etkisi yaratacak şekilde düşmüştü. Ona karşı başta hiç tahmin edemeyeceğim kadar büyük bir sevgi barındırıyordum. Bu sevgiyi aşk olarak nitelendirmek oldukça yanlış bir tabir olurdu. Ben ona karşı saf bir sevgi duyuyordum. Onu büyük bir dost ve sırdaş olarak benimsemiştim. Hani bazı dostlarınızla ilk tanıştığınız an sanki yıllarca tanıyormuş gibi hissederdiniz ya… Armin’i ilk gördüğümde ondan sezdiğim acı bedenime işlemişti. Bakışları çekingendi. Daha önce hiçbir insanda görmediğim o iki duygu her bir hücresine işlemiş gibiydi. Acı ve dik başlılık. O, yaşadığı acılara rağmen tavrından ve duruşundan asla ödün vermemişti. Çok güçlü bir kadındı. Çok ama çok… Çocukluğun ne demek olduğunu bilmiyor gibiydi. Sanki onun için öyle bir tabir yoktu. Bana bahsederken anne kavramı nedir bilmem demişti. Kim bilir belki de yalnızca anne kavramını değil, genel olarak çocuk olmak nedir bilmiyordu.

Tutunduğu direğin mesleği olduğunu anlamak pek de zor değildi. Onu daha önceki haftalarda şu an kurulduğum çardakta tel başına sigara paketini içli içli içerken çok görmüştüm. Sigarasını içerken etrafta içtima yapan timleri, erlerin keyifli hallerini ve alanda yaşanan koşuşturmayı dudaklarında oluşan hafif tebessüm ile izlediğine şahit olmuştum. Bu mesleği seviyordu. Ne olursa olsun ne yaşarsa yaşasın tutunduğu tek direk bu meslekti. Elbette ki kayıplar vermek kolay değildi. Kalbindeki odacıklarda ağırladığın insanların son nefesini gözlerinin önünde verdiğine tanıklık etmek daha da zordu.

Aradan geçen günler domino taşı misali haftalara devrilmişti ama değişmeyen şeyler vardı. Elim üniformanın iç cebindeki eskimiş zarfa gitti. Zarfı yavaşça masanın hizasında tuttuğumda üzerinin sararmış ve bazı yerlerinin tahminimce gözyaşından dolayı buruşarak şekil aldığını gördüm. Zarfı o gün zar zor almış ve ilerleyen günlerde ise hiç açmamıştım. Armin’e bu zarfı kendine geldiğinde ulaştırmam lazımdı. Aksi taktirde içerisinde yazanlar onda büyük bir hasar bırakabilirdi.

Zarftan büyük bir yaşanmışlık akıyordu. İçerisinde yazanları her ne kadar bilmesem de Armin o gün o perişan haliyle zarfı almam için zar zor kelimeleri ardına dizmişti. Tabii yalnızca zarf değildi bir süreliğine saklamam gereken şey… Bir de elbise vardı.

Elbiseyi Armin’i buraya ulaştırır ulaştırmaz güzel bir kutuya yerleştirmiştim. O sırada ise elbisenin üzerindeki kanları görmüştüm. O kan lekeleri kime aitse Armin’i boşluğa sürüklemeye yetmiş olmalıydı. Gerekirse beraber sürüklenirdik. Gerekirse beraber yıkılırdık ama bunların sonunda ise onun dimdik durmasında en büyük yardımcı ben olurdum. Belki o elbise ve zarfı aldığında kendini kaybedecekti. Belki de bazı darbelere yaptığı gibi bomboş bakmakla yetinecekti… Her ne olursa olsun benim ona vermiş olduğum sözler varken tek bildiğim şey, son nefesime kadar verdiğim sözleri tutmak için çaba sarf edecek olmamdı. Kalender sözü demiştim son gücüne kadar benimle olmaya çalıştığı saniyede… Bir söz verdiysem nefes aldığım her saniye o söz için tutunurdum.

Telefonumdan gelen bildirim sesiyle saatlerdir donup kaldığım o çardaktan büyük bir irkilme ile kendime geldim. Mesajı açarak okumaya başladığımda kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

Bir tanem: Bebeğim! (18.34)

Bir tanem: Ben psikoloğu buldum, alanında oldukça iyiymiş ve üstüne üstlük Hakkâri’ye asker ve asker yakınlarının bir desteğe ihtiyacı olduğunu düşündüğü için gitmiş. Yani bu Armin için büyük bir fırsat, en kısa sürede psikolog ile görüşüp Armin’i ikna etmen lazım. Her şey çok güzel olacak, seni seviyorum… (18.36)

Okuduklarım günler sonunda sevinmeme vesile olurken dudaklarımda geniş bir tebessüm ortaya çıkmıştı. Hiç vakit kaybetmeden Mine’yi aradığımda psikoloğun numarası, hastanenin konumu gibi bilgileri bana ulaştırmasını istemiştim. Artık beklemenin bir mantığı yoktu. Onun için en iyisini yapacaktım. Çünkü günden güne içine attığı sessiz haykırışlar bu şekilde devam ederse bir gün ölümle son bulacaktı.

Sessiz haykırışlar bir gün ölümle son bulurmuş…

Benim için mecazi bir cümle de olsa haykırışlarının sessiz değil içinden geldiği gibi, özgürce sesli olmasını istiyordum ve bunun içinde en iyisini yapacaktım.

Dediğim gibi, Kalender sözü.

 

Kalender sözü...

Evet canlar ağlamalı dertleşmesi garip bir bölümdü.

Armin'in güçlü kadınım...

Mine'nin dedikleri?

Atalay'ın muayene sonrası dedikleri?

Füsun Hanım ve gerginliği?

Afil'in Armin'e karşı bu denli öfkeli olması?

Armin'in 14 yaşında olasına rağmen Afil'e karşı sarf ettiği sözler?

Timin kendi aralarında geçirdiği sinir krizi?

Tekin'in bu denli içinde biriktirdiği öfkenin dışa vurması?

Kalender'in ağzından bölüm okumak hoşunuza gitti mi?

Kalender ve Armin ilişkisi? (Sizce nasıl ilerlemeliler ya da böyle kalmalılar mı?)

Armin'in içinde kalan o son sarılma? (Siz Armin'in yerinde olsaydınız Âhi'ye sarılır mıydınız?)

Mine ve Kalender'in Armin'i toparlama çabası?

Kalender'de kalan çiçekli elbise ve zarf...

Genel olarak bölüm nasıldı?

Yıldıza basın ballar, seviliyorsunuz!

13.09.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

 

Loading...
0%