Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22.BÖLÜM- SAHAYA MEN

@durutaskulakk_

Canlar selam ben geldim!

Benim için oldukça zor kararlar verdiğim bir bölüme daha hoş geldiniz...

İlerleyen bölümler ve yeni kurgularımdan erken haberdar olmak adına sosyal medyada buluşalım.

Kitap hesabı: olumlebasbasaofficall

Kendi hesabım: durukurtk

Bölüme başlamadan yıldıza basarak satır arası yorumlarınızı atmayı ihmal etmeyin lütfen :)

Keyifli okumalar!!!

 

Bölüm Şarkıları:

Sezen Aksu-Küçüğüm

Cem Kısmet, Pilli Bebek-Kızım

22.BÖLÜM SAHAYA MEN

 

Bazı gerçekler çok can yakarmış… Evet bir kez daha hatırlatmak gerekirse, Armin Tan kahrolmaya mahkumdu.

Birkaç gün geçmişti galiba, artık günleri pek ayırt edemiyordum. Kalender o gün yanımdan ayrıldıktan sonra Atalay hastaneye gelmiş ve muayenemi uzun uzun yapmıştı.

Ben en çok anne olmak nasıl bir his onu merak etmiştim. Acaba anne olursam annem gibi kendi öz çocuğumdan bu denli nefret edebilir miyim bilmiyordum. İşte bu bilinmezliği bir sonuca ulaştırmak benim için önemliydi. Ama her zamanki gibi hayat bana iğrenç kahkahalar atıyordu. Aldığı darbelerden dolayı morarmış kasıklarımın üzerinde gezinen ultrason başlığı ve neredeyse bir saate yakın geçmek bilmeyen zaman bana işkencelerden daha çok acı vermişti.

Atalay dudaklarını zar zor araladığında, “Kistlerin boyutları oldukça genişlemiş, aldığın darbeler de üzerine eklenince tablo pek iç açıcı gözükmüyor. Üzülerek söylüyorum ki ameliyat ile kistleri almamız lazım.” Diyerek mırıldanmıştı.

Cümlesi biter bitmez içimde yeşermek için bekleyen cılız tohuma tutunmaya çalışarak, “Tamam o zaman ameliyat olayım.” Demiştim titrek bir sesle.

Atalay bana hiç olmadığı kadar hüzünle bakmıştı. “Kistler ilk zamanki hali gibi kalsaydı hiçbir sorunumuz olmazdı ama hem kist tek bir tane değil hem de ameliyat bu denli büyük kistler için riskli.” Ağzından çıkaramadığı bakla ile sinirle yüzüne bakmam canını daha da sıkmış gibiydi.

“Ameliyat olursan, ki olmak zorundasın… ameliyat olursan rahminde büyük bir zarar meydana gelebilir Armin.”

Günlerdir zihnimde dönen cümle beni oldukça sarsmıştı. Birkaç günde yanıma nerdeyse herkes uğramıştı. Emek ve Komando timi, Yiğitler Timi, Hüseyinler, Samet, Erdem ve birçok er, Kurtuluş timinden geriye kalanlar, Füsun, Mine… Liste uzuyordu ama ben gelenlerle konuşmayı pek tercih etmiyordum. Baştan sona her şeyi anlatsam onların acı dolu bakışları canımı daha çok sıkacaktı. Bilen bildiğiyle kalsa daha iyi olurdu bence…

Bir elim kasıklarımın üzerinde gezinirken bedenimi kastığımı hissettim. Kendimi rahatlatmak istiyordum ama kulaklarıma Afil’in iğrenç şen kahkahaları geldikçe istemsizce bedenim kasılıyordu. İlk anlara nazaran daha iyiydim. En azından ayakta durabilecek gücüm vardı.

Kapı aralandığında içeriye giren hemşire ile göz göze geldim. Hemşire bana bakarak gülümsediğinde, “Daha iyi gözüküyorsunuz Üsteğmenim, peki ya nasıl hissediyorsunuz?” diyerek naif bir sesle sordu.

Dudaklarım büzüldüğünde, “Daha iyiyim sadece çok düşünmek beni yoruyor.” Gerçekleri söylediğimde bana bakarak gülümsemesini büyüttü. “O zaman zihnini meşgul edeceğin bir haberim var.” Neşeli bir şekilde söyledikleri ile kaşlarım çatıldı. “Neymiş o haber?”

Ellerini arkasında bağlayarak küçük çocuklar gibi iki yana sallanmaya başladığında, “Birazdan taburcu olacaksınız! Tabii ki çatlaklarınız için korse takmaya devam edeceksiniz ve hareketlerinize biraz daha çeki düzen vermeniz lazım… çıkmadan önce tekrar konuşuruz ama en önemlileri bunlardı.” Diyerek verdiği haberin güzelliği ile ağzının kulaklarına varmasına neden oldu. Duyduklarım benim için büyük bir kurtuluş gibiydi. Geldiğim günden beri ilk defa bu kadar içten bir şekilde gülümsemiştim. “Çok mutlu oldum şu anda! Hemen gereken işlemleri halledebilir miyiz?”

“Serumunuz bitene kadar biraz daha dinlenin ben o sırada işlemleri halledeceğim. Tekrardan çok geçmiş olsun, bir daha burada, bu şekilde görüşmemek üzere!” son dedikleri ile dudaklarımdan şen bir kahkaha çıktığında bana son kez tebessüm ederek odadan ayrıldı.

Komidinin üzerinde duran telefondan her zaman ki gibi kaçışlarımın iş birlikçisini aramaya başladım. “Komutanım bir sorun mu var normalde bu şekilde aramazdınız siz.” Yavaşça güldüğümde, “Erdem şimdi işini hemen bırakıp buraya geliyorsun. Tabii gelirken kimseye haber vermeden üniformamı da getiriyorsun.” Diyerek mırıldandım.

Erdem alışmış gibi derin bir nefes verdiğinde, “Komutanım daha taburcu olmanıza çok var, maalesef bu sefer gelemem Albay’dan cezalıyım geçen sefer yüzünden.” Dedi sıkıtıyla.

Duyduklarım sıkıcı bir halde oflamama neden olurken, “Erdem bugün taburcu oluyorum sen uzatmada buraya gel ben hallederim.” Dedim.

“Komutanım vallahi bu sefer de ceza alırsam bir daha telefonlarınızı görev harici açmam haberiniz olsun.” Tehdit edercesine söyledikleri ile çenem kasıldı. “Bana bak Erdem, emrediyorum beş dakika içerisinde burada oluyorsun! Acele et asker!”

Bitmek üzere olan seruma baktığımda gözlerim sürekli olarak bakıştığım tavana kaydı.

Aralardan geçen dakikalarda hemşire gerekli evrakları bana imzalatarak serumu kolumdan çıkarmıştı. Damardan verdiği bir ilacı ayarlamak için köşede oyalanırken kapı çaldı. “Gel!” gür bir sesle bağırdığımda kapı yavaşça aralandı.

“Komutanım ben geldim.” Erdem sakince bana doğru gelmeye başladığında yanımda gördüğü hemşire ile yüzü sinirle gerildi. Bakışlarını hızla ondan çekip bana çevirdiğinde, “Üniformayı nereye bırakayım Komutanım?” diyerek sordu.

“Üsteğmenim kolunuzu bana uzatır mısınız?” hemşirenin gergin sesini duyduğumda bakışlarım ikili arasında gezindi.

“Komutanım üniformayı bıraktım ben gidiyorum.” Erdem sandalyenin sırtına astığı üniformayı hızlıca bırakarak geri çekildiğinde hemşirenin sert sesini duydum. “Üsteğmenim acele eder misiniz bakmam gereken hastalarım var.”

“Ay ne oluyor be susun artık!” ikisine bakarak sertçe bağırdığımda, “Erdem sen iki dakika bekle, hemşire hanım sizde yapın iğneyi.” Diyerek gergince konuştum.

Hemşire kolumu pamukla sildiğinde derime işleyen iğrenin hafif sızısını hissettim. Kısa bir süre içerisinde iğne ile işi bittiğinde üzerinde sıkı bir baskı hissettim. Pamuğu tutarak bastırmaya devam ettiğimde, “Geçmiş olsun Üsteğmenim.” Diyerek mırıldandı. Neşesi kaybolan sesi ile kaşlarım çatıldığında tepsiyi toplayarak hızlı adımlarla odadan ayrılmayı hedefledi.

Erdem hemşireye bakarak çenesini kastığında hemşire tam Erdem’in yanında durarak kinayeli bir ses tonuyla, “Arıyorum, mesaj atıyorum dönüş yapan yok. Hayırdır ne oluyor?” dediğinde Erdem duyduklarına inanamamış gibi kaşlarını havalandırdı. Dudaklarından sinirli bir tebessüm yükseldiğinde, “Engellersen tabii dönüş yapamam Şeyma! Asıl ben sorayım, hayırdır ne oluyor?” dedi kendini zar zor dizginlemeye çalışırken.

Adının Şeyma olduğunu öğrendiğim hemşire, “İyi de ben engellemedim ki.” Diyerek garipçe Erdeme baktı.

Aklıma gelen olayla dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. İkili kendi aralarında kısa bir tartışmaya girdiğinde, “Arkadaşlar bölüyorum kusura bakmayın ama Erdem’i yanlışlıkla ben engelledim galiba.” Dedim çekingen bir sesle.

Erdem ve Şeyma bakışlarını saniyesinde üzerime döndürdüğünde, “Nasıl yani?” diye soran kişi Şeyma olmuştu.

Şeyma’ya bakarak, “Telefonunu kullandığımda Erdem’den bir isteğim olmuştu. Konuşma bittikten sonra numarayı silip engelledim ama galiba teknik bir arıza oluştu.” Diyerek mırıldandım. Şeyma bir bana bir Erdem’e baktığında araya girdim. “Özür dilerim arkadaşlar kusura bakmayın lütfen.”

İkili kısa bir konuşma sonunda olayı tatlıya bağladıklarında Erdem’e bakarak imalı bir şekilde gülümsedim. Erdem bakışlarını kaçırarak kapının önünce bekleyeceğini söyleyip odayı hızlıca terk etmişti.

“Şeyma hemşire bana yardımcı olabilir misin acaba?” sakin bir sesle sorduğum soru ile aynı sakinlikte başını sallayarak cevap verdi.

Nerdeyse üzerimde yılan bağlayacak ince hastane elbisesini üzerimden ayırdığımda Şeyma, Füsun’un önceki gelişinde benim için getirdiği temiz iç çamaşırlarını giymemde yardımcı oldu. Kısa bir süre içerisinde üzerimde jilet gibi görünen üniformam ile ayaklandığımda dudaklarımda gururlu bir tebessüm oluştu.

Şeyma bana bakarak hoş bir mırıldanmada bulundu. “Çok yakıştı Üsteğmenim.”

Ona bakarak gülümsediğimde, “Sağ ol Şeyma.” Diyerek mırıldandım.

Boylarımız arasında oldukça bir fark olduğu için boynumu bükerek aşağıya bakındım. Şeyma bu boy farkını komik bulmuş gibi kahkaha attığında omzuna birkaç kez vurarak aynı şekilde şen bir kahkaha attım. “Bu süreçte bana yardımcı olduğun içinde ayrıyeten teşekkür ederim hemşire hanım.” Naif bir sesle mırıldanmamı sevmiş gibi zarifçe tebessüm etti. “Rica ederim Üsteğmenim, bir daha bu şekilde görüşmezsek daha mutlu olurum.” Duyduklarım ile son bir tebessümü odaya bıraktığımda kapıya yöneldim.

Kapıda beni bekleyen Erdem beni görür görmez koluma girdiğinde ona ayak uydurarak yavaş adımlarla hastanenin çıkışına yürümeye başladık. “Komutanım nasıl hissediyorsunuz?”

Başımdaki bordo beremi düzelterek, “Ağrım sızım çok yok ama canım sıkkın tabii ki.” Dedim.

Erdem yandan bir bakış atarak üzüntüme ortak olduğunda dışarıya çıkmıştık bile… alanda koşturan erler, içtima yapan timler gözlerimin önüne serildiğinde içimdeki özlem duygusunun ağır bastığını hissettim.

“Komutanım aklımdayken size vereyim.” Erdem cebinden çıkardığı kimliği bana uzattığında kaşlarım çatıldı.

Kimliği elime alarak üzerini okuduğumda soy ismimin yenilendiğini gördüm. “Komutanım normalde nikahın ertesi günü kimliğiniz yenilenmişti ama koşturmadan ve görev telaşından arada kaynadı.” Başımı sallayarak kimliği üniformanın ön cebine attığımda tam tugaya girecekken adımlarım geriledi.

Bakışlarımın gezindiği cepheye bakmaya devam ederken kaşlarımın git gide çatılmaya başladı. “Tugayın bayrağı nerede asker!” sesim askeriyenin içerisinde yankılanırken bütün bakışları üzerime toplamıştım. “Getirin ulan bayrağı şehidimiz var şehidimiz!” sinirden kızaran yüzüm sıcaklamama neden olmuştu.

Alanda sesli bir koşuşturma meydana geldiğinde olduğum yerde dikilmeye devam ettim. Kısa bir süre içerisinde erlerden birisi kollarına zor sığdırdığı büyük bayrak ile yanıma yaklaştı. Ayarladıkları merdiven ile bayrağı yukarı kata uzattıklarında sıkıca gererek binanın önünü öttüler.

Yanıma yaklaşan kişi her kimse, “Komutanım bayrak girişi kapladı biraz kenara mı çeksek acaba?” diyerek sordu.

Çatık kaşlarım ile ölümcül bir sessizlik eşliğinde geriye baktım. “İstersen sürünerek gir paşam! Bu bayrak bir milim bile kıpramayacak, duydun mu beni?!”

Adam bana gergince bakarak geriye doğru adımladığında sinirle içeriye girdim. Boz’un olduğu kata geldiğimde odasının önünde duraksayarak üzerimi düzelttim. Kapıyı çalarak aldığım onay doğrultusunda içeriye girdim. “Üsteğmen Armin Tan Ankara emredin Komutanım!”

“Ooo Üsteğmenim ayaklanmışsınız, hoş geldiniz.” Boz sakin bir sesle bana yöneldiğinde elim aldığımda ayaklarım birbirine yapışık bir vaziyette beklemeye devam ettim. “Sağ ol!” gür sesim odada dolaşarak bana ulaştığında Boz başıyla masada tek boş kalan sandalyeyi işaret etti. “Gelin Üsteğmenim bizim de sizinle konuşacak bir konumuz vardı.”

Olmasından korktuğum şey ile gözlerim kısa bir süreliğine kapandı. Kendimi hızlıca toparlayarak boşta kalan yere oturdum. Bütün dikkatim Boz’a yönelikken masada oturanlara son bir bakış atıp dudaklarını araladı. “Üsteğmenim dün elimize geçen sağlık raporlarınız sonucunda doktorunuz ile bir görüşme yaptık. Sağlık sorununuz sizin açınızdan ne kadar önemli bilmiyorum ama bizim için oldukça önemli.” Duyduklarım ile kalbime bir ağrı saplandığında derin bir nefes almak için çabaladım.

Boz duraksayarak bana baktığında, “Kurul ile yaptığımız toplantı sonucu sizin gibi üstün başarılar elde etmiş bir askerimize veda etmek istemediğimizi fark ettim. Tabii durumun seyri buna göre şekil almayacak ama elimizden geleni yapmak da boynumuzun borcu. Sağlık probleminiz görevlerin gidişatını etkileyebileceğinden, kurul ile ortak verdiğimiz karar doğrultusunda saha görevlerinden men edilmenizin en doğru karar olduğunu düşünüyoruz. Bu karar hem sizin sağlınız hem de diğer ekip arkadaşlarınız canı için en doğrusu olacaktır Üsteğmenim.” Dedi zar zor. Sanki cümleleri toplamakta zorlanıyor gibiydi.

Duyduklarım beynimden vurulmuş gibi hissetmeme neden olurken ellerimin yumruk olduğunu yeni fark edebilmiştim. Ellerimin yüzeyi beyazlamaya yüz tutmuş, avuç içlerim buz kesmişti. “Komutanım.” Sesim zoraki bir biçimde Boz’a ulaştığında sanki bu haberi verirken acı çekiyormuş gibi benimle olan göz temasını kesti.

“Birkaç gün içerisinde düzenleyeceğimiz rütbe töreninde sizin de yükselmenizi uygun gördük. Son çıktığınız görev bizim için paha biçilemez. O yüzden bu başarınızdan ötürü sizi ve timinizi de yeni rütbeler için sahnede görmek istiyoruz. Men edilmeniz sadece saha görevleri için geçerli… eğer ki sizde bizimle çalışmaya devam etmek isterseniz Kurtuluş timinin baş istihbarat sorumlusu olarak onları yönetmenizi istiyoruz.” Boz cümlesini bitirir bitirmez sakin kalmaya çalışken araya giren Miralay ile sinirlerim gerildi. “Ayrıyeten, verdiğimiz şehit ve sizin de saha görevinden men edilmeniz sonucunda Kurtuluş’un kadrosundan oldukça ciddi bir açık oluştu. Rütbe törenine kadar zamanınız var Üsteğmenim, ister siz seçip yeni kadronuzu bize sunun ya da biz direkt olarak boş kalan yerleri dolduralım.” Miralay’ın duymak bile istemediğim sesi kısa bir süre içerisinde kesildiğinde Boz konuştu. “Şimdi çıkabilirsiniz Üsteğmenim.” Kolunu havalandırarak işaret parmağını kapıya yönelttiğinde kalbimin sızısını hissettim.

Odadan çıkmadan son defa Boz ile göz göze geldiğimde dudaklarımı birbirine sertçe bastırarak kendimi dışarı attım. Böyle bir durumla karşılaşacağımı Atalay ile konuştuğumuz an anlamıştım. Anlamıştım anlamasına ama gene de gerçekleri duymak her zamanki gibi canımı yakmıştı.

Yüzümdeki buruk ifadeyi çar çabuk düzelterek adımlarımı Kurtuluş’un dinlenme odasına yönelttim. Hiç vakit kaybetmeden kapıyı açtığımda, “Millet ben geldim!” diyerek odaya hızlı bir giriş yaptım.

Sessiz sakin oturan adamlar beni görür görmez şaşkınlıkla ayaklandığında en yakınımda olan sahte kocama sıkıca sarıldım. “Hoş geldin Armin.” Diyerek mırıldandığında geriye çekilerek gülümsedim.

Yıldırım koşarak bana geldiğinde ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Dudaklarımın arasından kısa çaplı bir çığlık firar ettiğinde, “Ya dur!” diyerek bağırdım.

“Çok özledik Komutanım, hoş geldiniz!” gür sesi kulak zarımı patlatacakmış gibi hissettirirken sırtını yumruklayarak yere inmeyi başardım.

Tekin bana özlemle bakarken vakit kaybetmeden ona da sarıldım. “Yaran iyileşti değil mi?” sakince sorduğum soruya arkadan yetişen Ertuğrul, “İyileşti canım iyileşmez olur mu hiç? Hatta baya dinamik masa falan kaldırabiliyor.” Dedi.

Duyduğum cümleden hiçbir şey anlamazken sakince geri çekildim. Geriye son kalan Ertuğrul’a sıkı sıkıya sarıldığımda aylardır görmediğim odaya bakındım. Odanın içerisi gözüme eksik gelirken kaşlarım çatıldı. “Odada bir şeyler mi eksik bana mı öyle geldi?” Yıldırım sorumu havaya kaynaştırırken koluma girerek oturmam için bedenimi koltuğa çekti. “Yok her şey yerli yerinde gelin oturun siz.”

Sinsi bir şekilde Yıldırım’a baktığımda yavaşça tebessüm etti. “Hadi Tekin bize bir kahve yapsın. Demi Tekin?” Yıldırım Tekin’e laf sokar gibi mırıldanırken Tekin vakit kaybetmeden hızla mutfağın küçük tezgahına yöneldi. Raflarda olması gereken bardakların yerini boşluk devralmıştı. Kaşlarım çatıldı. “Bardaklar nerede?”

“Tekin alıp gelir şimdi boş verin. Nasıl hissediyorsunuz?” Ertuğrul ortamın huzursuzluğunu dağıtmak istercesine sorusunu bana yönelttiğinde, “Yaralarım daha iyi mental olarak yorgun hissediyorum yalnızca.” Dedim.

Haftalar geçmesine rağmen o cani haykırışları, tekmeleri, tokatları ve yumruklarını asla unutamıyordum. Dalıp gittiğin her an zihnime sızan acı görüntüler bedenimdeki yaraların tam üzerlerine kramp girmesine neden oluyordu.

Atalay’ın dedikleri kulaklarımla can bulmaya devam ediyordu. Dediğim gibi şu hayatta merak ettiğim en büyük şey, bir çocuğum olursa ona annem gibi bir annelik yapıp yapmayacağımdı. Bir çocuğum olsaydı onu gerçekten el bebek gül bebek büyütürdüm diye düşünüyordum. Onu gözümden bile sakınırdım diye düşünüyordum… Bazen düşünceler yalnızca zihnimizde kurgulanan oyunlara dönüşürdü. İçimde oluşan o ufak tohumun asla filizlenmeyecek olacağını bilmek can yakıcıydı.

“Kahve?” düşüncelerimden sıyrılarak önümde duraksayan tepsiden bir bardak aldığımda koltukta rahat bir pozisyona gelerek kupamı kavradım. Zihnimde dönen düşünceler dudaklarımın arasından firar ederken, “Yakında bir rütbe töreni gerçekleşecekmiş haberiniz olsun.” Dedim net bir sesle.

Kalender herhangi bir tepki vermezken Ertuğrul ve Tekin aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı.

Kahvemi sakince içmeye devam ederken aklımda birkaç düşünce vardı. Benim ve Âhi’nin yerine saha görevlerine çıkacak iki kişiye ihtiyacım vardı. Bu fikri ilk duyduğum saniyede elbette ki zihnimde yerimizi kaba taslak doldurabilecek kişiler canlanmıştı. Şu anda o kişilerin isimlerini açıklamak pek içimden gelmese de rütbe töreninde herkesin önünde söylemek benim için daha mantıklı bir fikir gibiydi.

Titreyen telefonum ile oturduğum yerden hafifçe kalçamı kaldırdığımda telefonumu cebimden çıkararak ekranı açtım.

ANNEM: Hastaneye geldim yoksun? (13.23)

Yazışından anlaşılan tavrı günlerdir geçmiyordu. Ona haber vermeden bir şeyler yapmamdan nefret ediyor olacak ki yanıma geldiği her an laf sokmaktan asla gocunmuyordu.

Armin Tan: Yeni taburcu oldum, tugaydayım. (13.24)

ANNEM: Yanıma gel hastanenin önünde bekliyorum. (13.24)

Telefonu kapatarak sinirle ofladığımda kupamı da yanıma alarak ayaklandım. Kalenderin sorgulayıcı bakışları adına, “Füsun gelmiş bakıp geliyorum hemen.” Diyerek mırıldandım.

Hızlı adımlarla dışarıya çıktığımda gökten yağan taneler yüzüme savruldu. Yüzüm acıyla kasıldığında dişlerimi sıkarak inleme tarzı bir ses çıkardım. Olduğum yerde tepinmek istesem de sakin kalmayı becererek tugayın ardındaki hastaneye doğru ilerledim. Füsun elindeki sigarasını dudaklarına yaklaştırırken kaşlarım havalandı. “Que fais-tu?” Ne yapıyordu sahiden?

Beni gördüğünde kaşları hızla havalandı. “Salu mon bébé!” gülümseyerek inatla sigarasını içmeye devam ettiğinde adımlarımı sıklaştırarak soluğu yanında aldım. Sigarayı zarif parmaklarının arasından çekerek aldığımda kendi dudaklarımın arasına sıkıştırarak birkaç adım geriledim.

“Gene laf sokmaya başlayacaksan hiç beklemeden git Füsun.” Keskin bir tavırla sarf ettiğim cümleler onu şaşırtmışa benzemiyordu. Artık alışması gerekiyordu zaten.

Arkasında kalan banka oturarak ellerini paltosunun cebine soktu. “Madem taburcu oldun artık seninle daha yakın olmamızda bir sakınca yoktur diye düşünüyorum. Öyle değil mi?” Sigaramdan derin bir nefes alarak yüz ifademi bozmadım. “Değil. Tam da seninle konuşmak istediğim bir konu vardı.”

Duyduklarına şaşırmamış gibi, “O çocukla aranda ne var?” diyerek söylendi. Kalender ile ilk tanıştıkları an aralarında nasıl bir sohbet geçtiyse o günden beri Kalender’i gözünün tutmadığını söyleyip duruyordu. “O çocuk dediğin ve gözünün asla tutmadığı kişi benim kocam oluyor. Yorum yaparken biraz daha dikkatli konuş lütfen.”

Sigarayı postalımın yanına atarak yerde ezdiğimde kahvemden bir yudum aldım. Karşımda bana şokla bakan kadına dudak büzdüğümde gözleri sinirle kısıldı. “Ne dedin sen?”

Omuz silkerek, “Duydun.” Dedim.

“Ne zaman oldu bu saçmalık?” sinirle oturduğu yerden kalkarak karşımda dikildiğinde yavaşça yutkunarak sarı kıvırcık saçlarına gözlerimi daldırdım. “Bir buçuk ay önce falan, her neyse kendisiyle konuşurken biraz daha sakin olursan sevinirim.” Kaşları çatıldı. Burnundan sert bir nefes verdiğinde, “Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bir evladımı daha kaybedemem dedikçe yangına körükle gittiğinin farkında mısın? Adamı ne zaman tanıdın da evlenme kararı aldın Armin? Aklını başına alman gereken yaşı geçtiğini düşünüyordum!” dedi yükselerek.

İnsanların en büyük hatalarından birisi, birisiyle konuşurken önünü arkasını düşünmeden gerçek veya sallamalar adına sitemde bulunmalarıydı. Bir cümlenin altında ne kadar ezilebileceğini asla tahmin etmiyorlardı. Karşıma geçerek -aklını başına alman gereken yaşı çoktan geçtin- diye bağırdığında benim içimde ukde kalan o çocuk Mihri’nin ne kadar yıkıldığını tahmin etmiyordu. Ben anne sevgisi görmemiş bir çocuktum, nerde ne konuşacağımı, hangi konuda nasıl bir karar vereceğimi nasıl bilebilirdim ki? Annemden görmediğim şeyleri çevremde dolaşan insanlardan öğrenmeye çalışmak ne kadar zordu onun bundan haberi var mıydı acaba?

“Aklımı başıma almam gereken yaş, yer ve zaman neresi bilmiyorum. Bu saatten sonra da öğrenmek adına çabalayacağım kişileri de çevremde göremiyorum. Senin evladını kaybettiğin falan yok! Ben ne zaman istersen buradayım. Sen kendini ve cümlelerini toparlamayı ne zaman becerirsen o zaman konuşmaya devam ederiz. Bu günlük benden bu kadar.” Arkamı dönerek hızlı adımlarla hastanenin geniş bahçesinden ayrıldığımda koşuşturan erle görüş açıma girdi. “Komutanım çay?” Mert elindeki çay tepsisiyle bana koştuğunda yüzümde haylaz bir gülümseme oluştu. “Getir aslanım içeyim bir bardak, özledik!”

Mert çay bardağının altlığından dikkatlice tutarak bana uzattığında buharı üstünde çayı yavaşça elinden aldım. “Komutanım nasılsınız, daha iyi misiniz?”

Bakışlarımı çaydan alarak yüzüne çevirdiğimde, “İyiyim Mert sağ olasın. Sende durumlar nasıl, var mı bir sorun falan?” diyerek mırıldandım. Mert çay tepsisini dikkatle tutmaya devam ederken, “Yok Komutanım, şehit haberi herkesi sarstı ama genel olarak idare ediyoruz.” Dedi sessizce. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırarak omuzunu birkaç kere pat patladığımda yanından sakince ayrılarak aylardır gitmediğim çardağa adımladım. Çardağa ilerlerken cebimden çıkardığım sigara ve çakmağı avcuma sıkıştırarak adımlarımı sıklaştırdım.

Yağmaya devam eden kar yerleri beyazlatmaya başlamış, bu durum şahit olmak ise git gide sinirimi bozmuştu.

Çardağa oturduğumda elimdekileri masaya bırakarak arkama yaslandım. Titreyen telefonum ile ekrana bir arama düştüğünü gördüm. Arayan kişi yüzümde hafif bir tebessüm bırakırken aramayı yanıtladım.

Emek Dağ

“Armin! Çıkmışsın hastaneden iyi misin?” bir çırpıda sorduğu sorunun altında endişe ve heyecan yatıyordu.

“Biraz daha iyiyim, senin nerden haberin oldu çıktığımdan?” daha çıkalı bir saat bile olmamıştı ama maşallah herkesin haberi olmuştu.

Telefonum titremeye başladığında aramanın üzerine binen aramaya baktım. Hüseyin ve Burak grup araması yapıyordu. Kendi kendime edindiğim bilginin üzerine ek, “Az önce Burak ile konuştum Hüseyin Kalender’den duyunca Burak’a söylemiş oradan da ben duymuş oldum işte her neyse! Ne zaman müsaitsin onu söyle hemen görmem lazım seni.” Dedi hızlıca.

Derince bir nefes aldığımda oturduğum yere iyice kuruldum. “Akşama doğru müsait olurum, istersen yemeğe gidelim ya da eve gel rahat rahat oturalım.”

“Ben bugün tam gün izinliyim zaten benim için sorun yok. Sende daha yeni çıktın zaten eve geleyim rahatça otururuz. Sakın bir şeyler hazırlayıp yorma kendini ben getiririm.” Sesinden akan özlem ve heyecan içimde kıpırtılar meydana getirmeye yeterken yavaşça gülümsedim. “Kendimi iyi hissediyorum, hem bir şeyler hazırlamazsam içim rahat etmez. Tamam sende getir ama ben gene de hazırlarım.” Karşıdan hafif bir gülme sesi geldiğinde, “Tamam o zaman akşam yedi buçuk, sekiz iyi mi senin için?” diyerek sorusunu yöneltti.

Görebilecekmiş gibi başımı sallarken, “İyi, iyi ben sana konumu atarım birazdan.” Dedim. Emeği daha önce hiç evime davet etmemiştim. Zaten bir kere buluşabilmiştik o da dışarıda kısıtlı birkaç saat içerisinde gerçekleşmişti.

Hüseyin ve Burak’ın aramasına dönüş sağladığımda nasıl olduğuma dair birkaç soruyu yanıtlayarak telefonu kapattım. Emek ve Hüseyinler ile konuşmamızı sonlandırdığımızda telefonu masanın üzerine bırakarak yüzümü sıvazladım.

Elmacık kemiklerim ilk güne nazaran oldukça toparlanmış, yalnızca hafif yeşil tabaka görünümünü günyüzüne çıkarmıştı. Burnumun kırıldığını anlamak zaten pek de zor olmamıştı. Görünüm olarak benim için çok bir fark yoktu. Hastanede olduğum süreç içerisinde gereken müdahale yapıldığından ağrım ve dış görünüşünde bir farklılık yoktu. Gözlerim bu süreçte beni en çok zorlayan şey olmuş olabilirdi. O gün yaşadıklarımın acısını ağlayarak çıkarmayı denediğimden kaynaklı göz pınarlarımdan bir süre sonra yaş değil kan gelmeye başlamıştı. Kendimi çok zorladığım için gözlerimde ilk günler ağrılar ve yanmalar oluşmuş, sonradan sonraya yanmalar geçmiş geriye yalnızca bulanık bir görüntü kalmıştı. Düzenli kullanacağım damlalar ile bu olayın da son bulacağını inanıyordum. Göğüs kafesimde oluşan çatlaklar neden oluşmuştu pek hatırlayamıyordum. Aldığım darbelerin çoğunluğu yüzüm ve kasıklarımın hizasında dolaştığı için devamını pek hissedememiştim açıkçası. Elim yavaşça kasıklarımın üzerine kaydığında dudaklarımın titrediğini hissettim. Her şeyin suçlusunun ben olduğunu haykıranlar, bunun da suçlusunun ben olduğunu söyleyebilirlerdi bence.

Cümleye neden bilmiyorum diye başlamayacağım, çünkü sebebini bu sefer gerçekten de biliyorum. Afil Tan dünya için büyük bir zararsa o zarardan en fazla nasiplenende bendim. Her attığım adımın altında büyük bir mayın yatıyordu. Ben kendime güvenerek girdiğim her yoldan bir harabeyle ayrılmak zorundaymışım gibi altüst oluyordum. Düşündükçe kafayı yiyecek raddeye geliyordum. Bu mesleğe tutunmak benim en büyük başarımken, altında yatan bombalardan bihaberdim.

“Daha iyi görünüyorsun. En azından dıştan gördüğüm kadarıyla.” Duyduğum ses irkilemem neden olurken gözlerimi sıkı sıkıya kapatarak nefeslendim.

Masanın üzerinde duran sigara paketinden bir dal sigara alarak dudaklarının arasına sıkıştırdığında çakmağı yaklaştırdığı tütün hızla yanmaya başladı. Sigarayı dudaklarından ayırarak bana yaklaştığında dudaklarıma değen ince tütünü yavaşça kavradım.

Bir sigara daha yakıp kendine ayırdığında, “Benim aklıma takılan bazı sorular var Armin.” Diyerek konuşmaya girdi. Dudaklarımda alaycı bir gülüş oluştuğunda, “Yirmi yedi senedir aklımda takılı kalanları sana sormaya başlasam nefesin kesilir Kalender. Ama tabii sorabilirsin, buyur.” Diyerek sigaramdan derin bir nefesi içime buyur ettim.

Bana bakarak sigarasını içmeye devam ederken kısa bir süreliğine duraksadı. “Seni almaya geldiğimizde sanki alın ve gidin dercesine bir sakinlik etrafı esir almıştı. Bunun sebebini anlayabiliyor musun?”

Boğazımı temizledim. “Alın ve gidin demek istemiştir belki de. Olamaz mı?”

Kalender bana çattığı kaşlarının ardından bakarken hiçbir şey anlamamış gibi gözüküyordu. “Neden öyle bakıyorsun, odanın içerisini görmedin mi? Böylesine bir vahşeti gerçekleştirebilecek birisi istediğini yapmaktan asla çekinmez. O an için canı bırakmak istemiştir ve bırakmıştır. Onun işine akıl sır ermez Kalender. Başka bir şey merak ediyorsan sor ona cevap vereyim.”

Kalender’in bakışları görevden döndüğümüzden beri susmuyordu. Kopkoyu kahveleri acı doluydu. Başını iki yana sallayarak çenesini sıvazladığında ona bakarak sigaramdan bir nefes daha aldım.

“Kim o Armin?” sordu. Sanki sorunun cevabını biliyormuş gibiydi. Gibi değil, sorunun cevabını biliyordu. Ben hastanedeyken daha birkaç gün önce onunda bu konu hakkında konuşmuştuk. “O kim ki böylesine bir vahşeti elini kolunu sallayarak ortaya çıkarabiliyor? Senden ne istediğini biliyor musun?”

Bakışlarımın koyulaştığını hissettim. Aklıma gelen her bir vahşet içimdeki intikam duygusunu yüzüme vuruyordu. “Benden çok şey istiyor Kalender. Her şeyin ucu kendisinin yaptığı bir hataya dokunuyor ama bütün olanların suçlusunu benmişim gibi göstermekten çekinmiyor. Bir insan kendi evladından nasıl bu denli nefret edebilir bilmiyorum. Bazen sadece içimdeki hesap dürtüsünü hissediyorum. Ona sormak için içimde ukde kalan sorularla baş başa kalıyorum. Bu saatten sonra da kime nasıl güveneceğim hiç bilmiyorum. Çok yoruldum kısacası.”

Kalender karşımdan kalkarak çardağın arkasına dolandığında yavaşça yanıma oturdu. Sigarasının sonunu çekerek masanın köşesine söndürdüğünde ilerideki çöp kutusuna izmariti fırlattı. “Armin seninle konuşmak istediğim bir konu var.” İlk defa duyduğum ses tonu kalbimi tekletirken kaşlarım yavaş yavaş çatılmaya başladı. “Seni dinliyorum.” Sigaramı söndürerek çöpe fırlattığımda bedenimi Kalender’e çevirerek bakışlarımı koyu kahvelerine kenetledim.

Bir eli yavaşça ensesine kaydığında ilk defa gördüğüm hareketlerinden birini gerçekleştirerek tedirgince etrafı süzdü. “Sana bir söz verdim.” Hatırlamamı istercesine yüzüme baktığında hatırlıyorum dercesine başımı salladım. “Verdiğim sözü tutmak için senin de yardımına ihtiyacım var. Son zamanlarda yaşadığın olaylar olsun, geçmişinde yaşamak zorunda kaldığın acılar olsun, bunlar adına sana az da olsa bir el uzatmak istiyorum.” Duyduklarım yavaşça yutkunmama neden olurken çatık kaşlarımın bir an olsun bozulmadı. “Nasıl yani? Seni anlamıyorum Kalender, benimle açık konuş.”

Kalender derin bir nefes verdiğinde hafifçe bana doğru kayarak ellerimi avuç içinde topladı. Güç vermek istercesine ellerimi sıktığında birleşen ellerimize bakarak yavaşça gülümsedi. “Ben sana tek başıma yardım edemem. Ederim ama bu senin yaralarının tamamını sarmamda yardımcı olmaz. Geçmişinden bu yana yaşadıklarını tam anlamıyla bilmiyorum. Ama ruh halinden pek de sağlıklı bir psikolojiye sahip olmadığını görebiliyorum. Eğer ki sende kabul edersen, iyi bir psikolog var.” Hafifçe soluklandığında bakışlarını ellerimizden çekerek elalarıma çevirdi. “Kendisiyle görüştüm. Özellikle Hakkâri’ye gelmek istemiş. Askerilerin psikolojileri hakkında yüzlerce tezi ve makalesi var. Kendisi bu konu üzerinde çalışmalarını yürütürken diğer yandan da askerler, eşleri ve çocuklarına özel destek veriyor. Eğer sende kabul edersen, bu çok iyi bir fırsat olabilir Armin. Gel bir konuşalım, kendisiyle tanış eğer istemezsen bir daha gitmeyiz ama yeter ki bana yardımcı ol. Sen tamam dersen, elimden gelenin en iyisini yapacağıma emin olabilirsin. İster biraz düşün ister hemen karar ver. Konuşmak istediğin her saniye bana ulaşabilirsin, buradayım.”

Konuşmasının bitimine kadar titrediğimi fark edememiştim. İlk defa birisi benim iyiliğim için her zaman yanımda olacağına dair bir açık çeki bana uzatıyordu. Sanki yıllardır beklediğim fırsat buymuş gibi kendimden bile asla beklemeyeceğim bir sesle, “Olur! Kabul ediyorum!” diyerek bağırdım. Kalender bana şok olmuş gibi bakakalırken anlık gelen heyecan ile hızla kollarını açarak bedenimi kendine çekti. “Armin çok teşekkür ederim.”

“Her şey için teşekkür ederim Kalender!” ikimizde aynı anda yüksek ses ile bağırdığımız için anlık gelen gafletle seri bir hamleyle geri çekildik.

Duraksayarak gülmeye başladığımda bana bakarak tebessüm etti. “Ne zaman gitmek istersin?” Omuzlarımı kaldırarak, “Yarın olur.” diyerek mırıldandım. Tebessümü büyüdüğünde aklına bir şeyler gelmiş gibi ayaklanarak elini bana uzattı. “Hadi gel o zaman dosya okuyalım.” Yüzüm saniyesinde düştüğünde somurtarak gözlerine baktım.

Tam elimi tutmak için atılırken duraksayarak elini cebine attı. Cebinden çıkardığı yüzükleri bana uzattığında, “Takmak istemezsen bile sende kalsın, yanımda taşıdıkça büyük bir yük edinmiş gibi hissediyorum.” Diyerek avucumun içerisine yüzüklerimi bıraktı.

Yüzükleri bir an olsun düşünmeden parmağıma geçirdiğimde, “Tekrardan, her şey için teşekkür ederim Kalender. Şu yaşıma kadar birçok dostum oldu ama hiçbiri benim için bu kadar çabalamamıştı. Bu davranışların ve beni düşünmen çok hoş.” Dedim mırıldanarak.

Yüzükleri takmamla elimi tutarak ayaklanmamda yardımcı oldu. Masanın üzerindeki sigara paketinin içerisine çakmağı yerleştirdiğinde paketi cebime atarak önden ilerlemeye başladı. Arkasından uzun uzuna baktığım adam, yirmi yedi sene sonunda ilk defa bir olayı başarabilmişim gibi hissetmeme neden oluyordu.

Daha fazla oyalanmadan tugaya ilerlemeye başladığımda zihnimdeki olayları susturarak işime odaklanmaya karar kıldım. Seri adımlarla kendimi çalışma odasına attığımda Kalender’in masama bazı dosyaları bıraktığını gördüm. “Çok mu?” keyifsizce sorduğum soruya yavaşça gülerek karşılık verdi. “Ertuğ bizim yokluğumuzda kendini dosyalara verdiği için bize yalnızca onaylamak düşüyor, gel hadi.” Ertuğrul’a ilk defa bu şekilde seslendiğini duymak garibime gitse de tepki vermedim.

Hafifçe tebessüm ederek masama yaklaştığımda, bakışlarım tam yanımda boş kalan masaya takıldı. Katlığında hoş bir yazıyla yazan soy ismi gözüme çarparken tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Avcum boğazıma sarıldığında sakince ovarak derin bir nefes almaya çalıştım.

“Kabullenmek, her başlangıcın temelidir Armin. Hadi gel, yanıma.” Kalender koltuğuma vurarak bana baktığında burukça yerime kuruldum.

En üstte duran dosyayı açarak kısaca bir göz gezdirdiğimde yeni kurulacak timler adına genel bir dosya olduğunu gördüm. Ertuğrul’un onayladığı dosyaya güvenerek alt kısımda bana ayrılan yere imzamı attım.

KURTULUŞ

Aradan geçen saatlerde Kalender ile ortak dosyalarımız hakkında konuşmuş, gereken incelemeleri yapmış ve en sonunda tüm dosyaları bitirmiştik. İyice kurulduğum sandalyemde gözlerim kapalı vaziyette yatmaya devam ederken açılan kapı ile gözlerim araladı.

“Komutanım yardıma ihtiyaç var mı?” Yıldırım ikimizin üzerinde gözlerini gezdirirken Kalender konuşmaya mecalim olmadığını anlamış gibi, “Yok aslanım bitti zaten geliyoruz yanınıza.” Diyerek ayaklandı.

Üzerini çırparak yanıma geldiğinde sandalyenin ayağına doğru yavaş bir tekme attı. Sandalye yana kaydığında sinirim bozulmuş gibi gülmeye başladım. “Ne yapıyorsun sen ya?”

“Hadi hadi kalk, az biraz sohbet edelim bizimkilerle.” Sandalyeyi geri yerine çekerek beni kaldırdığında kapıda bekleyen Yıldırım’ın yanından geçerek dinlenme odasına yürümeye başladım. Bir anda aklıma odada hiçbir şeyin kalmadığı gerçeği gelince rotamı değiştirerek üst kata çıkmaya başladım.

Yemekhanenin olduğu kata geldiğimde mutfak bölümüne yönelerek boşta olan temiz bardaklardan altı tane alarak cebime de sıkıştığı kadarıyla kahve kutusunu sığdırmaya çalıştım. Paytak paytak merdivenleri inmeye başladığımda kısa bir süre sonra dinlenme odasına gelebilmiştim. Dolan kollarımdan kapıyı açmaya yer kalmayınca kapıyı tekmeleyerek açılmasını bekledim.

Ertuğrul, “Komutanım?” diyerek merakla mırıldandığında bakışlarını kollarımdan taşan bardak ve cebimden ha düştü ha düşecek olan kahve kutusuna baktı. Hızlıca elimdeki bardakları aldığında kahve kutusunu cebimden çekerek içeri geçtim.

“Komutanım hoş geldiniz.” Tekin yavaşça gülümseyerek başını eğdiğinde aynı şekilde karşılık vererek devam ettim. “Tekin koçum hadi bir kahve yap da içelim.” Tekin buruk tebessümünü bozmadan ayaklandığında mutfağın ufak tezgahına yöneldi.

Anladığım bir şey varsa o da Kurtuluş’un tebessümlerinin bu saatten hep buruk kalacağıydı.

“Yıldırım, sen Samet ile konuştun mu hiç?” Normal hayatlarımız çok günlük gülistanlıkmış gibi üzerimize binen yükleri nasıl aralayacağımızı bilmiyordum gerçekten.

Yıldırım aklına gelmiş gibi yüzünü ekşittiğinde, “Konuştum bizim dostluğumuz adına bir sorun yok. Araya giren yüzsüzler yüzünden güvendiğim az saylı insanları da elimin tersiyle itemem.” Dedi keskin bir dille. Başımı sallayarak dediklerini onayladığımda, “Güzel. Peki ya şu amcanlar? Bu aralar hiç aradılar mı?” dedim merakla.

Uzun süredir aklına gelmemiş gibi kaşları havalandığında başını yavaşça iki yana salladı. “Yok hayır. Zaten son konuşmamızda gereken cevabı verdiğimi düşünüyorum, daha fazla uzatmaya gerek yok.”

Başımı sallayarak önüme eğdiğimde aklıma gelen şeyle Ertuğrul’a döndüm. “Sen ilaçlarını alıyor musun?” Ertuğrul sanki tek derdimiz buydu der gibi yüzüme baktığımda sert bir nefes verip, “Kendine randevu alıyorsun. Gerekirse kendim götürürüm Ertuğrul, kendine bakman lazım olmaz böyle.” Dediğimde bana bakarak başını sallamakla yetindi.

Tekin konuşmamızın bitmesini beklemiş gibi elindeki tepsiyle bize yöneldiğinde ortada herhangi bir masanın olmamasını verdiği boşlukla kupamı elime aldım. “Eline sağlık koçum.” Sakince mırıldandığımda çenesini sıvazlayarak geri çekildi.

Kahveden çıkan buhar bana ilk günleri anımsatırken gözlerim koltukta oluşan boşluğa takıldı. İlk günkü garip bakışlarının altında yatanları şimdi daha iyi anlıyordum. O elaların ardına sakladığı, saklamak zorunda kaldığı gerçekleri öğrenmek benim içinde oldukça büyük bir yıkımdı. Eğer ki baştan bilseydim Âhi ile nasıl bir ilişkimiz olurdu bilmiyordum ama sonumuzun da bu denli buruk kalmayacağına dair inançlarım olabilirdi.

Kayıplar, çoğu zaman gerçekleşmesi kesin hükümlü olan kayıplar. Acı ama gerçek dediklerinden… her gerçeğin altında da bir acı yatmaz mıydı zaten?

Gerçekler her zaman can yakar mıydı?

KURTULUŞ

Fırının alarmı evin içini doldururken topuz haline getirdiğim saçıma lastiğimi geçirerek mutfağa koştum. Elime aldığım ufak mutfak beziyle fırının içerisindeki tepsiyi sıkıca tuttuğumda, mermerin üzerine bıraktığım tahtaya buharı üzerinde tüten sebze ve tavuğu yerleştirdim. Soğuması için kenara ittiğim tepsi mermer taşın üzerinde dururken arkamdaki masaya çatal, kaşık ve bıçakları yerleştirerek sandalyeme oturdum.

Ormanlık alan ve ana yol akşamın karanlığında pek i açıcı gözükmezken yolu aydınlatan sokak lambalarının ışıkları mutfağı dolduran davlumbaz ışığı ile harmanlandı.

Telefonun ekranını açarak saate baktığımda sözleştiğimiz saatin geldiğini gördüm. Ekranı kapatarak sırtımı sandalyeye yasladığım sırada kulaklarıma bir ses ilişti. Çalan zil ile ayaklanarak mutfaktan çıktığımda vakit kaybetmeden kapıyı araladım. Her zamanki gibi güzelliği ile göz alan kadına hayranlıkla baktım. Genişçe gülümseyerek kapıyı sonuna kadar araladığımda hiç beklemeden üzerime atlayarak bedenime sıkı sıkıya sarıldı.

“Çok özlemişim bebeğim!” kulağımın dibinde bağıran kadınla kahkaha attım. Kollarımı sırtına sıkıca doladığımda, “Bende çok özledim Emek.” Diyerek mırıldandım. Geriye çekildiğimde, “Gel hadi yemek hazırladım bize.” Dedim mutfağı göstererek. Bana sahte bir kızgınlıkla baktığında yüzü saniyeler içerisinde değişerek gülümser hale büründü. Elindeki şişeyi yüzüme tuttuğunda, “Bende bize şarap getirdim.” Dedi.

Gülerek omzuna vurduğumda mutfağa geçerek Emeğin tabağını aldım. Hazırladığım pilavdan belli bir miktar koyduğumda, boş kalan yerlere garnitür ve ana yemeğimi koydum.

Yanımdaki çekmece açıldığında bakışlarım paltosunu çıkarıp gelen kadına kaydı. “Ne arıyorsun?”

Çekmeye bakarken aradığı şeyi bulmuş gibi elini içeri soktu. “Tirbuşon arıyordum… buldum!” Eline aldığı tirbuşonu şişenin üzerine geçirerek döndürmeye başladığında doldurduğum tabağı yerine bırakarak aynı tabaktan kendime de hazırladım.

Emek şişeyi açtığında, “Hayatım kadehin var mı?” dedi bir yandan dolapları karıştırırken. Hızlı ve enerjik tavırlarına bakarak güldüğümde seri bir hamleyle bana döndü. “Güleceğine söylesene be!” Hafif kıkırdamam kahkahaya döndüğünde elimle başının üzerindeki dolabı işaret ettim. “Yukarıdaki dolapta.”

Dolabı açarak iki kadeh çıkardığında beyaz şarabı yavaşça iki kadehe paylaştırdı. Şişenin üzerine dolaplardan bulduğu çay bardağının altlığını ters çevirerek kapattığında kadehlerden birisini önüme bırakarak tam karşıma geçti.

Sallanırcasına bir hareketle bacak bacak üzerine attığında, “Afiyet olsun hayatım, hadi anlat bakalım!” dedi heyecan dolu bir sesle.

Şen bir kahkaha atarak tavuğumda bir parça aldım. Şarabı burnuma yaklaştırarak keskin kokusunu hissettiğimde yavaş bir yudumla içtim.

Emek gibi bacak bacak üzerine attığımda, “Nerede kalmıştık?” diyerek kadeh kaldırdım.

Bana bakarak güldüğünde kadehini kadehime tokuşturarak bir yudum aldı. “Çok eskilerde…”

KURTULUŞ

En son özel harekatçılar arasında büyük yankı oluşturan operasyondan bu yana yaşadıklarımı en ince detaylarına kadar Emeğe anlattığımda karşımda büyük bir şok geçiren kadına kahkaha atarak baktım. “Ne o ağır mı geldi?” kadehimde kalan son şarabı da içtiğimde önümde boşalan tabağım ve kadehime üzgünce bakındım.

Emek şoktan çıkmak ister gibi tabaklarımızı ve kadehlerimizi yenilediğinde, “Sen iyi misin bebeğim?” diyerek sormadan kendini alamadı. Yavaşça kıkırdadığımda şarabın verdiği sakinlikle, “Genel olarak hayır ama bak yaşıyorum.” Dedim kollarımı iki yana açarak.

Emek bana garip bakışlarını atarken yemeğini yemeye başladı. “Âhi için çok üzgünüm.” Yavaşça tebessüm ettiğimde tavuğumdan bir parça alarak, “Bende, inan hâlâ inanamıyorum. Çok ama çok ani oldu Emek…” diyerek başımı iki yana salladım.

Emek ile göz göze geldiğimde göz akının hafiften kızarmaya başladığını gördüm. Aynı durumu bende yaşıyormuşum gibi bana baktığında nemlenen burnumu çekerek bakışlarımı karanlıktan nasiplenen ormanlık alana çevirdim.

Derin bir iç çektiğinde, “Bu kadar olaya karşılık ne yapmayı düşünüyorsun peki?” dedi merakla.

Omuz silktiğimde, “Zihnim çok bulanık, düşüncelerim birbirine giriyor Emek…” diyerek mırıldandım.

Emek çatalını ve bıçağını tabağın iki yanına bıraktığında kollarını masanın üzerine toplayarak bana baktı. “O gün, haberi alınca hepimiz çok telaşlandık ama Kalender bir ayrıydı Armin…” cümlesini tamamlamadan yüzüme baktığında ima ettiği olayı anladım ama karşılık vermedim.

Sanki bana Kalender’i kaybetme Armin dercesine bakıyordu…

Omuz silktiğinde, “Günlerce hastanede o buz kesmiş koridorda oturdu Armin… Bana söylememe sebebin eğer ki pek yakın olmamamız ise anlıyorum ama dertleşmek istersen her zaman buradayım.” Diyerek masanın üzerindeki elimin üzerini başparmağı ile okşadı.

Bir anda aklıma gelen olaylar kısık sesli bir küfür savurduğumda Emeğin bakışlarının alyansım ve Tektaş’ımın üzerinde olduğunu gördüm. “Çok ama çok ani oldu gerçekten…” ne diyeceğimi bilemez gibi elalarım etrafta turladığında son durak olan Emeğin apaçık mavilerinde durdu. “Öyle olması gerekiyordu ve oldu. Seni yakın görmediğimi düşünme sakın, mesleği en az benim kadar sende biliyorsun… o kadar koşturma ve acı arasında çok fazla şey unutuyoru-“ Emek bana gülerek baktığında sandalyesini yanıma çekti. “Armin! Tamam hayatım sakin ol, olabilir tabii ki insanlık hali… Seni suçlamıyorum, yalnızca neden söylemediğini merak etmiştim cevabımı da aldım. Tamam?” sorarcasına yüzüme baktığında başımı sallayarak gülümsedim.

Kollarımı hızlıca Emeğe sardığımda kulağına doğru fısıldadım. “Son görevde benden yalnızca ona sarılmamı istemişti Emek.”

Emek duydukları ile hızlıca geri çekildiğinde ellerimi tuttu. “Nasıl yani?”

Aklıma gelen an gözlerimi doldurmaya yeterken o sarılmanın her zaman içimde bir ukde olarak kalacağını anlayabiliyordum. “Son görevde dinlendiğimiz sırada dedi ki, “Armin bir kez sarılabilir miyiz?” Karşı çıkacağımı biliyormuş gibi hızlıca devam etti. “Sadece bir kere istemezsem bir daha sohbet bile etmem ama lütfen şimdi sarılmama izin ver Armin.” o sözleri aklımdan çıkmıyor Emek. Hiçbir sarılmanın bu denli içimde kalacağını bilemezdim.” Başımı iki yana salladığımda dudaklarım acıyla büzüldü.

Emek kollarını sıkıca bana sardığında göğüs kafesimi saran korsenin nefesimi kestiğini hissettim. “Bilemezdin hayatım hem kendin dedin, o görevden önce sana seni sevdiğini söylemiş. Ondan öncesinde de bir seneni dolduran kişinin o olduğunu… Bebeğim inan ki bilemezdin, bilsen bile kalbin gene o manipüle edici öfke hissi ile harmanlanacaktı. Senin ona verdiğin tepki bana göre oldukça yerinde olmuş, hatta ben olsam daha sert bir tepki bile gösterebilirdim.” Bedenimden ayrılarak ellerimi sıkıca kavradığında açık mavilerinin ruhsuzlaştığını gördüm. “Bak şöyle düşün, sana bu denli değer veren bir adam, mesleği de söz konusu olsa, canı da söz konusu olsa ne olursa olsun sana gerçeği söylerdi. Düşünsene aylar boyunca sana bakıyor sonra gelen emir ile yanında ayrılıp işine dönüyor ve şansa bak, aynı timdesiniz! O seni ilk gördüğü an erken olduğunu düşünse bile senin timini ilk benimsediğin an sana gerçekleri söylemeliydi. Her ne kadar onu kaybetmek çok acı da olsa bu durum onun yaptığı hatayı telafi etmiyor. Biliyorum çok üzgünsün ama gerçekler düşününce olay daha da sağlamlaşıyor Armin, amacım seni üzmek değil beni sakın yanlış anlama. Yalnızca gözlerimin önünde aynı çerçeve üzerinden olayı döndürüp durmana katlanamıyorum.”

Duyduklarım ile gülümsedim. Her zamanki gibi acı emareleri taşıyan bir gülümsemeyi karşımdakine sundum…

Emekle kısa bir süre daha bu konu hakkında konuştuğumuzda içimin rahatladığını hissettim. Elbette ki kalbimin bir yanı buruktu ama genel olarak bedenimin üzerinden bir yük kalkmış gibi hissediyordum.

Önümdeki boşalan tabağı hafifçe ileri iteklediğimde kadehi avcumun içerisine aldım. Emek de aynı hareketi tekrarladığında, “Bu arada hatırlıyor musun seninle dışarda buluştuğumuzda bir konu konuşmuştuk.” Diyerek kist olayı hakkında imada bulundum. Emek hatırlamış gibi başını salladığında hiç uzatmadan, “Saha görevlerinden ayrılıyorum. Bundan sonra yalnızca Kurtuluş’un baş istihbarat sorumlusu olacağım.” Dedim.

Emek şok olmuş gibi bana bakakalırken kadehimi hafifçe havaya kaldırıp hemen ardından dudaklarıma yaklaştırdım. Şaraptan bir yudum dahi alamadan, “Ne!” diye bağıran kadına gülmekle yetindim. Omuz silkerek, “Duydun.” Dediğimde bana sen delirdin mi dercesine baktı.

“Kistlerin durumunda oldukça büyük bir ilerleme var, bu durum gün geçtikçe daha da artıyor. Ameliyat olduğum taktirde ani hareketlerden kaçınmam lazım, yoksa her şey başa saracak. Zaten taburcu olduğum ilk an üstlerle konuşmak istiyordum ama cesaret edemedim. Gerçi benim dememe kalmadan sahadan men edildim ama olsun. Zaten artık pek dayanabileceğimi düşünmüyordum.”

Acıydı, en geniş dalım, tutunmak için kendimden büyük kayıplar verdiğim sığınağım, en güvende hissettiğim alanımdan ayrılmak acıydı. İçimde kalan her şeyi mesleğime sahip olabildiğim seneler içerisinde yapmıştım. Gönül isterdi ki daha büyük başarılara imza atmak… nasip değilmiş, bazen bazı vedaların gerçekleşmesi gerektiği gibi bunun da olması lazımmış.

Tamamen men edilseydim eğer yaşamak için pek de bir amacım kalmazdı.

Bu mesleğe girerken ki tek amacım şehitlerimin gözü yaşlı bir şekilde artlarında bıraktıkları yuvalarıydı, yuva bizim için çok geniş bir tabirdi. Biyolojik ailelerinden kayıplar verenler bile mesleğe girdiği an timini ailesi bellerdi. Timler, üstler, erler… liste günden güne uzarken, tek başımayım dediğin dünyada hayal dünyana bile sığamayacak genişlikte bir aileye sahip olurdun…

Her bir çocuğun göz yaşı için, her bir eşin buz kesmiş elleri için, her bir annenin geçirdiği sinir krizleri için, her bir babanın dik durmaya çalıştığı anlar için alınacak çok intikam vardı. Belki bu saatten sonra o intikamlarda bir katkım olmayacaktı ama gözümün de arkamda kalacağını hiç sanmıyordum.

 

Kalender'in ne olursa olsun Armin'in yanında durması?

Mine'nin Armin'e dedikleri?

Atalay'ın muayene sonrası söyledikleri?

Armin'in Ben en çok anne olmak nasıl bir his onu merak etmiştim sözü...

Boz'un Armin'e dedikleri?

Armin'in saha görevlerinden meni...

Füsun'un Kalender'e karşı olan yaklaşımı?

Armin ve Kalender dertleşmesi?

Kalender'in Armin daha iyi olsun diye elinden geleni yapması?

Armin'in destek almayı kabul etmesi?

Emek ve Armin?

Emek'in karakterini nasıl buluyorsunuz?

Genel olarak bölüm ve bölüm duygusu nasıldı? Bölümün duygusu size geçti mi?

Armin'in psikolojisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yıldıza basalım mı?

23.Bölümde görüşmek üzere canlarım...

13.07.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Loading...
0%