Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24.BÖLÜM- YAŞARKEN ÖLENLER

@durutaskulakk_

Canlar selam ben geldim!

Vatan millet aşkımın en ağır bastığı o bölüme hoş geldiniz...

İlerleyen bölümler ve diğer kurgularımdan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarında buluşalım...

Kitap hesabı: olumlebasbasaofficall

Kendi hesabım: durukurtk

Yıldıza basarak satır arası yorumlarınızı atmayı unutmazsanız çok sevinirim.

Keyifli okumalar bol şanslar!

 

Bölüm Şarkıları: (Sırayla baştan sona hepsini dinleyebilirsiniz, şarkıların herhangi bir yeri yok canlar:)

Duman- Kolay Değildir

Haluk Levent- İzmir Marşı

Mehter Marşı

Engin Arslan- Çakal Çökerten Zeybeği

Mustafa Yılmazdoğan- Şehitler Ölmez

Mustafa Yılmazdoğan- Ölürüm Türkiye'm

Mustafa Yılmazdoğan- Ne Mutlu Türk'üm Diyene

Ayten Alpman- Memleketim

Cvrtoon- Vatan Sağolsun

Grup Volkan- Şahlanış Marşı

Atilla Yılmaz- Gündoğdu Marşı

Ozan Ethem- Altaylar'dan Tuna'ya

 

24.BÖLÜM YAŞARKEN ÖLENLER

Üniformamın kılıfını çekerek yatağımın üzerine bıraktığımda telaşla bağırdım. “Hazır mısınız? Geç kalacağız!”

Kılıfı omuzuma atarak telaşla salona koştuğumda hepsinin toparlandığını gördüm. “Armin biraz sakin olur musun? Saat şu an gecenin dördü ve bizi bu saatte ayağa diktin. Ayrıca tören saat dokuz da sakin ol artık.” Kalender uykulu gözlerle bana bakarken Ertuğrul hevesle, “Kadın doğru söylüyor az biraz hızlansanız mı acaba?” diyerek sitem etti.

Yılbaşı gecesinden sonraki gün tugayda evrak işlerini halletmiş bütün timi topladığım gibi eve getirmiştim. Şu anda ise oluşan kargaşanın sebebi birkaç saat sonra yapılacak rütbe töreni içindi. Kalender ve Tekin ikilisi rahatlığı korurken Yıldırım’ın hafif heyecanı yüzündeki kırık tebessümden belli oluyor, Ertuğrul’un evden çıkmak için hepsinin başının etini yemesi ise yeni rütbesine ulaşmak adına verdiği telaş ve heyecandan anlaşılıyordu.

Oflayarak elimi yüzüme vurduğumda, “Kahvaltıya gidelim o zaman oradan geçeriz olmaz mı?” dedim sakince.

Kalender bana sen ciddi misin dercesine bakarken Tekin tok bir kahkaha attı. “Adamlar da gecenin bir köründe gelsinler de kahvaltı yapsak diye bekliyorlar çünkü.” Tekin keyifle gülmeye devam ederken sinirle, “O zaman siz uykunuza kaldığınız yerden devam edin ben gidiyorum.” Dedim. Salondan çıkarak ayakkabılıktan postallarımı aldığımda hızlıca giyinerek kapıyı açtım. Paltomu da üzerime geçirerek kuşağını bağladığımda arkamdan koşan Ertuğrul’u gördüm. Ertuğrul da bana ayak uydurduğunda kapıyı sertçe çekerek dışarı çıktım. Hiç kimsenin keyfini bekleyemeyecektim.

Bugün benim için oldukça zor bir gündü. Timimizin yeni üyelerini binlerce kişi önünde açıklayacak olmanın verdiği endişe ve stres dünden beri içimi kemiren fareyi hissetmeme neden oluyordu. Yeni gelen kişiyi bilen tek kişi Boz olurken, diğer üstlerden bilen var mıydı bilmiyordum. İşin daha da garip kısmı time gelecek kişilerin de bundan haberleri olmamasıydı. Her şey tören anında gerçekleşecekti.

Arabaya binmek için yöneldiğimde Ertuğrul elimdeki üniformayı alarak arka kapıyı açtı. Kendi üniformasını ve benim üniformamı kapıların üzerinde yer alan çıkıntılara takarak yanıma bindi. Hızlıca evin önünden ayrıldığımda ana yola saparak gecenin karanlığıyla harmanlanan boş yolları hızlıca ardımda bıraktım. Sağ tarafımda oluşan ağaçlar yol boyu bana eşlik ederken gecenin karanlık ormanı daha da ürkünç bir hale getirmişti. Farlar önümü aydınlatırken bakışlarım oldukça keskindi. Bünyem bir kaza daha kaldıramayacaktı.

KURTULUŞ

Kapıdaki erler arabanın farlarını görür görmez tüfeklerini arabanın camına doğrulttuğunda selektör yaparak herhangi bir sorun olmadığını belirtmeye çalıştım. Camı açarak bağırdığımda, “Üsteğmen Tan, aç oğlum kapıyı!” dememle sürgülü kapının yana kayması saniyeler içerisinde gerçekleşti.

İçeri geçerek arabamı her zamanki yere park ettiğimde arabadan indim. Kendi tarafımda asılı olan üniformayı alarak kapıyı kapattığımda Ertuğrul’unda aynı hareketi tekrarladığını gördüm. Arabayı kilitleyerek tugayın bahçesine doğru ilerlemeye başladığımda alanda bir hengâme olduğu gözle görülür cinstendi.

Tugayın girişinin, bana göre sağ yani ormanlık alan tarafına doğru yüksek bir platform yerleştirilmiş, platformun üzerine ise uzun bir kürsü konulmuştu. Çardakların olduğu hizayı sökmeye çalışan erlere bakarak yavaşça gülümsedim.

Vakit kaybetmeden içeriye geçtiğimde Ertuğrul ile ayrıldık. Kendi odamın olduğu kata yönelerek merdivenleri ağır ağır çıkarken, “Komutanım.” Diyerek bana seslenen Erdem’in sesini duydum. Merdivenlerin yarısında durarak Erdem’e döndüğümde Erdem bir şey dememe fırsat vermeden aceleyle, “Komutanım Boz sizi odasında görmek istiyor baksanız iyi olur.” dedi.

Başımı sallayarak, “Tamam aslanım sen geç ben gidiyorum şimdi.” Dedim kısaca. Merdivenleri çıkarak hızlıca odama geldiğimde üniformamı özenle yatağın üzerine bıraktım.

Odadan ayrıldığımda bir kat üste çıkarak Boz’un odasının önüne geldim. Üzerimdeki normal günlerde giydiğim üniformayı düzelttiğimde kapıyı yavaşça çaldım. İçeriden gür bir şekilde, “Gel!” diye bağıran sesi işittiğimde kapıyı yavaşça açtım.

İçeri geçerek kapıyı çektiğimde, “Üsteğmen Tan beni emretmişsiniz Komutanım!” diyerek başım dik bir vaziyette karşısında dikildim.

Normal günlerde giymediği yalnızca özel günlere mahsus üzerinde olan üniforması ile karşımda dimdik bir halde dikiliyordu. Omuz kısmını süsleyen çift kılıçlı çeleğinin yanında yer alan bir yıldızı ile göz kamaştırıcı görünüyordu. “Her şey tam değil mi Üsteğmenim? Time alacağınız kişiler konusunda bir sorun yok?” sorar gibi yüzümü izleyen adama başımı sallayarak karşılık verdim. “Herhangi bir sorun yok, her şey tamamdır Komutanım.”

Boz çatık kaşlarının ardından, “Törende saha görevlerinden ayrıldığına dair bir konuşma yapmanı istiyorum. Öncesinde ben kısa bir teşekkür konuşması yapacağım sen sonrasında kendi adına konuşursun. Konuşmandan sonra da timine gelecek kişileri kendin kürsüye çağıracaksın. Kurtuluş timine özel rütbe plaketlerini ve tim üyelerinin şahsi isimlerine hazırlanmış başarı belgelerini de senin taktim etmeni istiyorum. Ona göre kendini hazırla Tan, çıkabilirsin!” diyerek kapıyı işaret ettiğinde baş selamı vererek odadan ayrıldım. Time yeni gelecek kişileri bizzat benim söyleyecek olmam pek de hoşuma gitmemişti. Zaten yeterince gergindim bu da üzerine binmişti.

Kol saatime baktığımda saatin yalnızca altıya yaklaştığını görmemle sıkıntı eşliğinde ofladım. Odaya girerek yatağın üzerindeki üniformanın fermuarını çektiğimde gözlerimin önündeki madalyalar duygulanmama neden oldu. Bir elim yavaşça madalyalarımın üzerinde gezindiğinde gözlerimden firar eden yaşa karşı çıkmadım. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdığımda her aldığım başarının altında binlerce darbenin yattığı gerçeği yüzüme bir tokat misali çarpmıştı. Artık yirmi yedi yaşındaydım. Şu yaşıma kadar yalnızca iki timim olmuştu ve iki timinde bendeki değeri çok yüksekti. Onlardan gelen ihanet, annemin sevgisizliğinden bile daha fazla koymuştu. Ben zaten onu öyle kabul etmiştim. Onun yerini doldurabilecek potansiyelde olanlardan yediğim tekmeler bedenimde hiç geçmeyecek hasarlara neden olmuştu.

Akan burnumu çekerek başımı acıyla eğdiğimde gözümün önünde boynunu bir yılan misali sararak morartan ipin görüntüsü canlandı. Çok üzgündüm. Bu üzüntü onun ihanet ettiği gerçeğini değiştirmiyordu ama çok üzgündüm. Ateş benim hayatıma Mihar’ın yerine gönderilen bir mucize gibiydi. Sevgi kırıntılarını onunla tatmış, belki kardeş değil ama abla olmanın ne olduğunu onunda öğrenmiştim. Belki o ihaneti yapmak istemese de bu işe karışanların arasında onun da ismi vardı. Ama her ne olursa olsun bu şekilde canice katledilmeye hakkı yoktu.

Durdukça aklıma başka şeyler geliyordu. Gerçekler üzerimde tepinen bir fil gibi beni köşeye sıkıştırıyor, nefes alacak gücü kendimde bulmamı zorlaştırıyordu.

Ben ne yaşamıştım sahiden?

Hayatım engebeli yollarla doluydu bundan hemfikirdim ama şu son iki ayda yaşadığım olaylar tüylerimi ürpertmeye yetiyordu.

Alphan ile çok kısa bir süreliğine tanışma fırsatı bulmuştuk ama o kısacık süre bana oldukça şeyler katmıştı. Öyle bir zamana denk gelmişti ki… Kendimi en savunmasız, en kimsesiz, en bitkin hissettiğim zaman… Sanki tutunacak dalım kalmamış gibi ona sığınmak istemiştim. Ama şimdi bakınca yaşanılanların tamamı büyük bir minnet duygusuna çıkıyordu.

Ne zaman bu kadar kendimi kaptırdığımı anlamamıştım. Ellerimi yıkamışım gibi bir görüntü sunan gözyaşlarım etrafı bulanıklaştırıyordu.

Ben bu hayatta yalnızca birilerine güvenmek istemiştim. İnsanların kötülüğe kör olmayı seçerek…

Acıyordu. Acımıyor dersem yalan olurdu çünkü canım çok acıyordu. Bazen kendime sormadan edemiyordum. Sahiden bu denli nefret edilecek bir insan mıydım? Bu denli iğrenilecek, acınacak, öfke kusulacak bir insan mıydım?

Burnumu çekerek yüzümü buruşturduğumda başımı tavana doğru kaldırdım. Ağlamamam gerekiyordu. Neydi? Ağlayınca geçer. Hayır, ağlayınca falan geçmiyordu. Bak ağlıyordum işte, hani geçecekti? Geçmiyordu. O içimdeki sevgisiz Mihri’nin haykırışları, genç Armin’in ihanet darbeleri, dik durmaya çalışan ama her zaman için tökezleyen Tan’ın yardım çığlıkları…

Galiba yaşarken ölmenin ne demek olduğunu anlamıştım.

Ben yaşarken ölenlerdendim.

Gözyaşlarımı silmeye çalıştım. Saniye başı yenileri eklenen yaşlar üst üste bindiği için kısa bir süre sonunda pes etmiştim. Cebimden aldığım peçeteyi ellerimin arasında oynatıp dururken bakışlarım bacaklarımın üzerinde duran ellerimdeydi.

Kendimi doğduğumdan beri savunmasız hissediyordum. Bu his asla geçmeyecek gibiydi. Bazen düşündükçe delireceğimi hissediyordum. Düşünceler zihnimi ele geçirerek saniye saniye büyürken başımdaki ağrı şiddetleniyor, sinir krizi geçirecek raddeye sürüklenmeme neden oluyordu. O anlarda içimden geçen kırıp dökme isteği bedenimi ele geçiriyor, elime gelen ne varsa sağa sola fırlatmak istiyordum. Bu anlarda zihnimde dönen tek bir soru oluyordu, neden ben merak ediyordum, neden ben?

Peçete ellerimin arasında titrerken asıl titreyenin peçete değil ellerim olduğunu anladım. Bedenim artık olaylara karşı farklı tepkiler vermeye başlamıştı. Kendimi tutamayacak olmamdan çok korkuyordum. Bedenimin yaşanılanları kaldırmayacağından da büyük bir endişe duyuyordum.

Peçeteyi açarak iki gözümün üzerine yavaşça bastırdığımda içimden gelen daha fazla ağlama dürtüsü ile mücadele etmeye çalıştım. Peçeteyi gözlerimden çekerek aşağı indirdiğimde bıkkın bir tonla ofladım. Ellerim üşümeye başlamıştı. Zaten pek de ısınmıyordu… Gözyaşlarımı silerek ayaklandığımda odadan çıktım. Hemşirenin hastanede olmasını ümit ederek merdivenleri hızlıca indiğimde bahçedeki koşuşturma ve uğultu seslerini işittim.

Soğuk hava yeteri kadar üşüyen bedenimi daha da üşütürken adımlarımı çabuk tutarak hastaneye doğru yürümeye başladım. Hava daha aydınlanmamıştı bile. Etrafı esir alan karanlık dağılmaya meyilli dururken kar yağışının habercisi olan kuru soğuk bedenimi titretti.

Hastanenin önüne geldiğimde koşarak içeri girdim. Koridorun sonunda elindeki pansuman tepsisi ile yürüyen Şeyma hemşireyi gördüğümde, “Hemşire Hanım!” diyerek bağırdım. Hemşire bu anı bekliyormuş gibi gözlerini bana diktiğinde kaşları hayret edercesine havalandı. “Üsteğmenim?” bir sorun mu var der gibi yüzüme baktığında yanına yaklaşarak, “Muayene için gelmiştim…” diyerek mırıldandım.

Olduğu yerde durarak bakışlarını koridorda gezdirdiğinde, “Şu odaya geçin ben geliyorum.” Dedi sağında kalan odayı işaret ederek. Başımı sallayarak oyalanmadan odaya girdiğimde sedyeye oturarak gelmesini bekledim.

Aradan geçen birkaç dakika sonunda odanın kapısı açıldığında elindeki tepsi ile bana yaklaştı. Tepsiyi sedyenin boş kalan tarafına bırakarak bana döndüğünde, “Korseyi çıkartıp bir sorun olup olmadığına bakalım…” diyerek üniformayı çıkarmamı işaret ettiğinde üniformanın çıtçıtlarını yavaşça açarak üzerimden ayırdım. İçimde kalan hâkî yeşili kısa kollu tişörtü de üzerimden sıyırdığımda üzerimde yalnızca sütyen ve korse kalmıştı. Korse sütyenimin altından sarıldığı için çıkarmadan hemşirenin hareketlerini izlemeye başladım.

Hemşire eldivenli elleriyle korsenin belirli yerden baskı uygulamaya başladığında herhangi bir acı hissi duymuyordum. “Ağrı varsa söyleyin lütfen.” Baskıları daha da şiddetlenmesine rağmen bir ağrı veya sızlama hissi yoktu.

Uzun bir süre baskılarına devam ettiğinde herhangi bir sorun olmadığını düşünmüş olacak ki, “Korseyi açabiliriz.” Diyerek dediğini uygulamaya başladı. Korse bedenimden kısa sürede ayrılırken rahatladığımı hissettim. Derin bir nefes aldığımda nefesim kaburgalarıma batmış gibi garip bir his sezdim. Yüzüm buruşurken hemşire, “Arada sızlamalarınız olacaktır. Geçen sefer dediğim gibi çok ani hareketlerde bulunmamalısınız. Hareketlerinize dikkat ederseniz herhangi bir sorun olmayacaktır.” Dedi elini kaburgalarımdan çekip burnuma yöneltirken. Burnumun üzerini sıkar gibi değişik baskılar uygularken, “Burnunuzdaki sorun pek önemli değil. Çatlak kısa bir süre içerisinde daha da iyileşir şu anlık bir sorunumuz yok geçmiş olsun Üsteğmenim.” Dedi gülümseyerek.

Yavaşça tebessüm ederek, “Teşekkür ederim.” Dedim sakin bir sesle.

Üzerimi giyinerek apar topar hastaneden çıktığımda tugaya girerek odama çıktım. Hava aydınlanmaya başlamış, alan neredeyse hazırdı. Üzerimdeki üniformayı tekrardan çıkarttığımda törende giyeceğim üniformamı üzerime geçirdim. Çıtçıtlarını özenle birbirlerinin üzerine geçirdiğimde altımdakinden de kurtularak yenilerini giydim. Aynanın önüne geçerek kendime baktığımda derin bir iç çektim. Bu mesleğe aşıktım.

Saçımı tarayarak sıkı bir vaziyette topladığımda topladığım kısmı döndürerek ensemde ufak bir topuz haline getirdim. Beremi yan yatırarak başıma taktığımda sanki üniformayı ilk kez üzerimde görmüşüm gibi gözlerim doldu.

Göğsümün üzerinde yan yana sıralanmış madalyaları büyük bir özenle düzelttiğimde kapım tıkladı. Kaşlarım çatılırken, “Gel!” diyerek kapıya doğru bağırdım.

Kapı yavaşça aralandığında başını içeri uzatan adam ile göz devirerek aynaya döndüm. Üzerimi düzeltmeye devam ederken kapı kapandı. “Trip mi yiyorum yoksa genel olarak mı sinirlisin?” mırıltısı bir kediyi andırırken gülmemek adına zor durarak, “Sen gidip dinlenme odasında otursana ne diye geldin ki zaten?” dediğimde yüzümü yüzüne döndüm. Üzerindeki nefes kesen üniforması ve özenle hazırlamış olduğu kıvırcık saçları ile oldukça büyüleyici gözüküyordu.

Kendimi bozmadan yüzüne bakmaya devam ederken yavaşça gülümseyip, “Tamam haklısın ama saat çok erkendi o yüzden demiştim. Yoksa lafını ikiletmeyeceğimi benden daha iyi biliyorsun.” Dediğinde buzlarımı eritmemek adına zor bir savaş verdim.

Gözlerimi devirerek ofladığımda bana doğru yaklaştığını gördüm. Kollarını iki yana açarak bedenimi sardığında, “Çok güzel gözüküyorsunuz Üsteğmenim.” Diyerek mırıldandı. Gardımı düşürerek kollarımı sırtına doladığımda, “Sende eh işte yani.” Dedim yarım ağız.

Gülerek geri çekildiğinde siniri bozulmuş gibi bana baktı. Bakışlarına aldırış etmeden, “Diğer uyuzlar nerede?” dedim sorarak.

Başıyla kapıyı işaret ettiğinde, “Hepsi hazırlandı dinlenme odasında seni bekliyor. Hadi gel gidelim.” Diyerek kolunu kapıya doğru kaldırarak bana baktı.

Bağladığım saçımı bozuntuya vermeden savurur gibi yaptığımda yanından son hız geçerek odadan çıktım. Arkamdan gelen kahkaha sesine kulak vermeden merdivenlerden inmeye başladığımda arkamdan geldiği tok postal seslerinden anlayabiliyordum.

Merdivenler bittiğinde merdivenin hafif sol çaprazında kalan odaya doğru bir bakış attım. Kapıyı açarak içeri girdiğimde hiç beklemediğim bir manzara ile karşılaştım. “Kurtuluş timi emir ve görüşlerinize hazırdır Komutanım!” Tekin, Yıldırım ve Ertuğrul yan yana dizilmiş yüzlerindeki kamuflaj maskeleri ile çatık kaşlarını ileriye dikmiş bir vaziyetteydiler. Ellerindeki tüfekler çapraz tutuşta, üzerlerindeki nefesimi kesen üniformalarıyla jilet gibi gözüküyorlardı.

“Emret Komutanım!” hepsi aynı anda aynı gürlükle bağırdığımda yüzümdeki ciddiyet arttı.

Yavaşça yutkunarak, “Günaydın asker!” dediğimde tam da beklediğim bir karşılık aldım.

“Sağ ol!”

“Nasılsın asker?”

“Sağ ol!”

Kollarımı arkamda bağlayarak, “Rahat!” diyerek esip gürlediğimde hepsi tüfeklerini yere indirerek sağ ellerini tüfeğin başına sardılar.

Yanımda duran Kalender’e yandan bakışlarımı yolladığımda bana bakarak yavaşça gülümsedi. Odaya girerken aklımda hiç canlanmayan bir görüntüyü beklemediğim için oldukça şaşırmıştım. Bir anda aklıma gelen şeyle Kalender’e tekrar döndüğümde gözlerim kısıldı. “Sen ne dikiliyorsun lan geçsene!” kalçasına doğru bir tekme attığımda hiç beklemiyor gibi kaşları havalandı. Koltuğa yasladığı tüfeğini alarak üçünün yanına geçtiğinde tekrarladım. “Günaydın asker!”

“Sağ ol!”

“Nasılsın asker!”

“Sağ ol!”

Başımı sallayarak, “Siz de sağ olun.” Diyerek mırıldandım. “Rahat!” gür sesim odada inlerken postallardan çıkan sesler de oldukça gürdü.

Oyuncağımı bulmuş gibi aynı hareketleri elli defa yaptırırken keyifim oldukça yerindeydi.

KURTULUŞ

Bütün tugay bahçedeydi.

Kurtuluş timi için bırakılan boşluk birazdan dolacaktı.

Sanki ilk defa törene katılacakmışım gibi içim içime sığmıyordu. Heyecandan ve stresten ellerim buz kesmişti. Karşımdaki kabalığı oluşturan özel timlere ve erlere baktıkça heyecanım büyüyordu.

“Kurtuluş toparlan!” dinlenme odasının önünde neredeyse on dakikadır dikiliyordum ve bu dikilişime ortaklık edenler ise biricik tim arkadaşlarımdı. Daha fazla oyalanmadan beş adımlık mesafeyi aştığımda bütün bakışlar üzerimizde toplandı. Çatık kaşlarım ve dik omuzlarım ile kendime özgün bir imaj verirken duruşumu bozmadan timime özel ayrılan sıranın en başına geçtim.

Bizim geçmemizle etrafta oluşan sessizlik törenin başladığının habercisiydi.

Bizim görev esnasında gelen yeni yarbay ağır adımlarla ortadaki kürsüye çıktığında bakışlarını toplulukta gezdirdi. “Merhaba asker!”

Tek bir ses. “Sağ ol!”

Bütün herkesin aynı anda bağırmasının verdiği şiddet tugayı inletecek raddedeydi.

Yarbay inerek kenara çıktığında tugaydan çıkan Miralay’ı gördüm. Kürsüye çıkarak, “Merhaba asker!” dediğinde hiç karşılık vermek istemememe rağmen ilişkimi bozmadım.

“Sağ ol!”

Miralay koskoca topluluktan yalnızca tek birine odaklanmış gibi bana baktığında sert ifadem daha da sertleşebilecekmiş gibi sertleşti. Gözlerimden alev fışkıracak raddedeydim. Onunla o günden beri tek bir polemikte bulunmamıştım. Göreve gitmeden önce imalı laflarını bana sokmaktan çekinmezken bu saatten sonra görev harici tek lafına karşılık vermezdim.

Miralay bakışlarını benden çekerek kürsüden indiğinde Boz bütün heybetiyle kürsüye doğru yürümeye başladı. Gözlerindeki gurur elle tutulur cinstendi. Kürsüye gelerek, “Merhaba asker!” dediğinde aynı şekilde gür bir karşılık verdik.

“Sağ ol!”

Boz bakışlarını herkesin üzerinde gezdirebilecekmiş gibi tek tek askerlerini süzerken aradan geçen dakikalar sonunda, “Yakın zamanda verdiğimiz kayıplar için saygı duruşu!” diyerek gürlediğinde kulakları sağır edecek bir siren sesi bedenimi titretti.

Bakışlarım tugayın büyük kapısını kapatan bayraktayken nefes almayı bile bırakmış vaziyetteydim. Kanlı görüntüler zihnimi ele geçirirken yaramın ilk günkü gibi taze kalacağını bir kez daha anladım.

Saniyeler birbirini kovalarken siren sesi son buldu. Tüylerim ilk anki gibi kabarık vaziyetteydi, hissediyordum.

Siren sesine ek İstiklâl marşımız çalmaya başladığında gür bir sesle eşlik ettim. Son iki mısradaki anlam içimi titretecek güçlükteydi.

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl.

Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.

İstiklâl marşı bittikten sonra Boz mikrofona yaklaşarak konuşmaya başladı. “Hepinizle acı tatlı günlerimiz oldu. Çıktığınız görevden yaptığınız içtimaya kadar her zaman yanınızdaydık ama bazen karşı koyamadığımız olaylar olabiliyor. Bu vatan için şehit olan binlerce evlat hiçbir zaman unutmayacaktır. O yüzden,” bizden bekler gibi yüzümüze baktığında gür bir sesle bağırdım ve bağırmama eklenen o gür erkek sesleri ile tugay inledi.

“ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ!”

Tamı tamına üç kere tekrarladığımız cümle bu mesleğe attığım ilk adımdan bu yana her zaman benimle can bulacaktı.

“Bu aziz meslek bizlerden sonra sizlerle hayat bulacaktır. İşini layığıyla yapan her asker mertebelerin en yükseğine layıktır! Şimdi, ne kadar bir yanları buruk olsa da son çıktıkları görev ile üstün başarı sağlayan Kurtuluş’u ama ondan önce tim komutanları Tan’ı kürsüye davet ediyorum!” bakışları tam bende kitlenirken sert adımlarla kürsüye ilerledim.

Yüksek platformu bir çırpıda aşarak Boz’un bir adım arkasına geçtiğimde kürsünün üzerine yığılmış belgelerden en üsttekini alarak gelmemi işaret etti. Kürsünün yanına geçerek elindeki belgeyi tam ortamızda tuttuğunda karşımızda fotoğrafımızı çeken Erdem’e sert bir poz verdi. Kameraya çatık kaşlarımla bakarken birkaç saniye sonunda pozunu bozarak bana döndü. Belgeyi ellerime uzattığında sol elimle belgeyi kavrayıp sağ elimi hızla alnıma vurdum. “Sağ ol!”

Başını sallayarak geriye çekildiğinde, “Kendi timinin başarı belgelerini taktim et Tan!” diyerek bağırdı. “Önce saha konuşmanı yap.” Sona doğru yarım ağız mırıldandığı şey ile kısaca gözlerimi yumdum.

Başımı hafif bir hamle ile eğdiğimde, “Emredersiniz Komutanım!” dedim onun gibi bağırarak.

Kürsüye yaklaşarak mikrofonu dudaklarıma yaklaştırdığımda bütün bakışlar üzerimdeydi. Sakin kalmaya özen göstererek derin bir nefes aldığımda, “Kurtuluş Tim Komutanı Armin Tan. Öncelikle böylesine bir timle yollarımın kesiştiğine çok mutluyum bu yüzden her bir askerime teşekkürlerimi iletiyorum… Son çıktığımız görevde yalnızca timimi değil bütün meslektaşlarımı derinden etkileyen yaralar açtı, bunun da farkındayım. Aramızdan ayrılan askerim Kıdemli Üstçavuş Âhi Alphan, en yüksek mertebeye ulaşmış olduğuna ve bizleri huzurla izlediğine inanıyoruz. Tek tutunduğum dalım, dalımız bu. Konuşmayı çok uzatmak istemiyorum, yalnızca onu asla unutmayacağımı ve unutturmayacağımızı hatırlatmak istedim. Son çıktığımız görev bizden canımızın yarısını götürürken işlerin pek de yolunda olmadığını hepimize göstermiş oldu. Şu andan itibaren Kurtuluş Timinin saha görevlerinden affımı istiyor, ardımda kalan askerlerime başarılar diliyorum. Belki sahada sizlere yardımcı olmayacağım lakin her zaman istihbarat açısından yanınızda olacağım, bundan şüpheniz olmasın.” Sesimin titremesine engel olamayarak kurduğum son iki cümle biter bitmez dudaklarımı sıkıca birbirine kenetledim. Bakışlarımın Kurtuluş üyelerinde dolanırken hiçbirinin bu haberi beklemediğini gözlerindeki şaşkınlık ve burukluktan anladım. Bu haberi Boz’dan ilk duyduğumda önce kendim hazmetmek istemiştim ve kimseyle paylaşmamıştım.

Kendimi biraz olsun toparladığımda yavaşça yutkundum. “Benimde saha görevinden zoraki ayrılmam üzerine timimde oluşan büyük bir boşluk var. Evet belki aziz şehidimin yerini hiç kimse dolduramayacak ama gene de yapmak zorunda olduğum şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.”

İsimleri açıklamadan önce Boz’a son bir bakış attığımda gözlerinden aldığım onay doğrultusunda kalbimin teklemesine engel olamadım. “Aziz şehidim ve kendim adıma oluşan boşluğa birazdan açıklayacağım isimlerin yerleşmesini temenni ediyorum. Kendi adıma timimde görmekten onur duyduğum isim daha önce de beraber çalışma fırsatı bulduğum Üsteğmenim, Barkın Koç! Aziz şehidimin yerine gelmesinden onur duyduğum bir diğer çatışma arkadaşım Kıdemli Teğmenim, Emir Yıldız! İkinizi de aramızda görmekten şeref ve onur duyuyoruz!” gözlerimin dolmasına engel olamazken bakışlarım Kalender ile kesişti. Hiçbir sorun olmadığına ve sakin kalmama dair gözlerini sıkıca açıp kapadığında çenem kasıldı.

Bakışlarım hemen yanlarında kalan Barkın ve Emir ikilisine kayarken Emir’in asla beklemediğine dair şok içinde kalmış yüzüyle karşı karşıya geldim. Barkın her zamanki gibi kömür karası kısa saçları ve kara gözleriyle düz bakışlarını korurken onunda şok olduğunu titrettiği sağ bacağından anlamıştım. Her ne zaman stres olsa ya da heyecanlansa sağ dizini titretirdi. Eski dostumdan bana kalan sırlar ve bilgiler ilk günkü tazeliğini koruyordu.

Bakışlarımın bacağında olduğunu fark eder etmez hızlıca titrettiği bacağının titremesini durdurdu.

Ellerimi sıkı bir yumruk haline getirerek, “Şimdi yeni rütbelerini taktim etmek için tüm Kurtuluş Timini kürsüye davet ediyorum!” dediğimde hepsinin koşar adımlarla bana yaklaştığını gördüm.

Kalender ile Ertuğrul sağımda ve solumda yerlerini aldıklarında Kalender’in yanına Tekin, Ertuğrul’un yanına ise Yıldırım geçti. Kırmızı kadife kutuların içinde yerlerini alan yıldızlar ile yavaşça gülümsedim.

Boz en üstteki açık kırmızı kadife kutuyu eline aldığında ona doğru bir adım atarak kutunun altından ve arkasından tuttum. Erdem’e bakarak yüzümdeki gururlu ifadeyi şahlandırdığımda Boz, “Aramıza hoş geldiniz Yüzbaşım!” diyerek kalbimi tekletti.

“Sağ ol!” sol elimdeki kutuyu sıkıca kavrayarak sağ elimi alnıma vurduğumda gururla gülümsedi.

Kutuyu kürsünün üzerine koyduğumda benden sonraki kutuyu alarak en heyecanlı üyeme, Ertuğrul’a döndüm. Ertuğrul hevesle bana yaklaştığında kutuyu sıkıca kavrayarak Erdem’e döndü. Flaş üzerimize patlarken kutuyu Ertuğrul’a vererek omuzuna birkaç kez vurdum. “Aramızca hoş geldiniz Üsteğmenim!”

Gururla gözlerime baktığında selama durup, “Sağ ol!” diyerek kükredi.

Ertuğrul yerine geçerken yeni aldığım kutudan gördüğüm rütbe ile Kalender’e baktım. Kalender bir adımda yanımda bittiğinde kutuyu yarı yarıya tutarak Erdem’e döndük. Erdem pozlarımızı alırken Kalender’e kutuyu verip, “Aramıza hoş geldiniz Üsteğmenim!” diyerek gururla bağırdım.

Selama durarak, “Sağ ol!” dediğinde başımı sallayarak yeni kutuyu aldım. Kutuda gördüğüm simge bir, Astsubay Üstçavuşa aitken yavaşça Yıldırım’a döndüm.

Yıldırım heyecanla yanıma geldiğinde kutuyu tutarak Erdem’e döndü. Yüzündeki gurur kalbimin sızlamasına neden olurken aynı heyecanla kameraya baktım. Kutuyu Yıldırım’a bıraktığımda, “Aramıza hoş geldiniz Üstçavuşum!” diyerek bağırdım.

Hafif dolan gözlerine inat burukça gülümseyerek selama durdu. “Sağ ol!”

Kürsüde son kalan kutuyu aldığımda kimin kaldığına bakmama gerek yoktu. Tekin uzun boyuyla yanında minicik kalmama sebebiyet verirken bozuntuya vermeden Erdem’e döndüm. Pozlar alındığında, “Aramıza hoş geldiniz Asteğmenim!” diyerek gururla baktım mavilerine.

Kendini zor tutan adam hızlı hareketlerle selama durup, “Sağ ol!” diye kükrediğinde geri eski yerine döndü.

Kendi kutumu ellerimin arasına alarak sıkıcı tutarken bakışlarım eski sırdaşımın üzerinde kitlendi. “Huzurlarınızda yeni tim üyelerimizi aramızda görmek istiyoruz. Üsteğmen Koç ve Kıdemli Teğmen Yıldız!”

Barkın ve Emir koşarak kürsüye geldiklerinde platforma çıkarak bir adım arkama geçtiler. Etraftan gür bir alkış tufanı yükselirken durmaları için elimi kaldırdım. Boz kürsüde kalan başarı belgelerini eline alarak en önce bana verdi. Olay kısır döngü şeklinde yer alırken pozlar verildi herkes başarı belgesini aldı.

Platformda Barkın ve Emir’in de aramıza katılmalarının verdiği doluluk ile kımıldayacak yer kalmamıştı. Kısa bir süre içerisinde son kez teşekkür konuşmamı yaptığımda hep beraber aşağı indik.

Titreyen bacaklarım yürümeme engel olurken etrafım saniyeler içerisinde çevrildi. Tekin en öne geçerek beni gizlemiş Ertuğrul ve Yıldırım arkamda kalmış, Barkın ve Emir Tekin’in sağ ve solundaki boşlukları kapatmıştı. Kalender elimi sıkarak yanımda olduğuna dair bir desteği bana hissettirdiğinde ufacık bir jeste dahi dolan gözlerime küfrettim. Buz kesen ellerim Kalender’in sıcak elleri arasında ılımaya başladığında, “Yanlış bir şey yapmadım değil mi?” dedim bıkkınca.

Kalender ağır adımlarla yanımda ilerlerken, “Asla.” Diye mırıldandı. “Şu hayatta gördüğüm en güçlü kadınsın sen Armin. Bunu aklından bile geçirme. Sen ne yaptıysan doğru olan odur tamam mı?” elini yanağıma koyarak yanağımı okşadığında yerimize geldiğimiz için Kalender’den ayrıldım.

Bizden sonra kürsüyü devralan tim Yiğitler timi olurken büyük bir ilgiyle Göktürk’ü dinlemiş başarı belgelerinin takdim edilmesini izlemiştik. Artık Göktürk ile aynı rütbedeydik. Bir yanım gururluyken diğer yanım yaşanan olaylar yüzünden buruktu.

KURTULUŞ

Tören yeni rütbeler, başarılar derken git gide uzamıştı. Şu an itibariyle törenimiz son bulmuş, herkes heyecanla bir şeyler konuşuyordu.

Kalender’e dönerek, “Dinlenme odasına geçiyoruz.” Dediğimde Kalender köşede konuşan Yıldırım ve Ertuğrul ikilisine seslendi. Herkes saniyeler içerisinde bana ayak uydururken zaten girişte olan dinlenme odasına hızlıca giriş yaptım.

Herkes yerini biliyormuş gibi oturduğunda Barkın rahat bir şekilde boş kalan yerlerden birine geçmiş Emir ise çekingen tavrını bırakamamış kapıyı kapatıp kapatmama arasında kalmış gibi kapının önünde dikiliyordu. Sinirle, “Geç içeri asker!” dediğimde hızlıca içeri geçip kapıyı kapattı. Barkının yanında boş kalan yere oturduğunda elimdeki kadife kutuyu açarak iki yıldızımın yanına eklenen üçüncü yıldıza baktım gururla. “Kalender şuna bak!” dudağımı ıstırmış mutluluktan gözlerim kısılmış bir vaziyette kutunun içindeki yıldıza bakarken Kalender gülerek, “Hadi takalım.” Dedi.

Ellerim dudaklarımın üzerine kapandığında Kalender yıldızı özenle kutudan çıkararak omuzun hizasına getirdi. Son kez göz göze geldiğimizde iki yıldızımın yanında kalan boşluğa üçüncü yıldızımı taktı. Yüzümdeki gurur tarif edilemezken ağzım kulaklarıma varacak gibi gözüktüğüme emindim.

Sırayla Kalender, Tekin ve Yıldırım’ın yeni rütbelerini omuzlarına taktığımda Ertuğrul heyecanla bana bakıyordu. “Sendeki şu heyecanın çeyreği benim hayatımda yok be adam!” söylenerek yıldızları yerinden çıkardığımda, “Öyle demeyin Komutanım içim içime sığmıyor çatlayacağım şimdi.” Dedi sızlanarak.

Kafasına yavaşça vurarak yıldızı yerine oturttuğumda elini hevesle omzunda gezdirdi. Bakışlarım Ertuğrul’un çaprazında oturan ikiliye kısaca değdiğinde Kalender’e bakarak, “Hadi siz bize bir bardak alın da gelin.” Diyerek mırıldandım yanında oturan üçlüyü göstererek.

Tekin’in kaşları çatılırken, “Çaylak alır işte niye hep beraber gidiyoruz?” dedi ifadesiz bir sesle.

Yavaşça yutkunarak, “Bilmem keyfim ve kahyası en önde Tekin ile birlikte herkesin, bir bardak alıp gelmesini istiyor. Kalk lan!” diyerek sonda bağırdığımda apar topar yerinden fırlayan adamla çatılan kaşlarım daha da çatıldı. “Kalkın lan sizde! Götür şunları hadi!” Yıldırım ve Ertuğrul’a bakarak bağırdığımda tepki vermeyen adamlar yüzünden olay gene Kalender’e kalmıştı.

Kalender Yıldırım ve Ertuğrul ikilisini yakalarında tutarak dışarı attığında bana gülümseyerek kapıyı çekti.

“Evlenmişsin.”

Barkının yıllardır hasret olduğum sesini tekrardan duymak içimi sızlatırken arkam ona dönük bir vaziyette başımı salladım. Yüzümü Barkına dönmeden odadan birisi hızla ayrıldığında Emir’in bizi yalnız bıraktığını anladım.

“Afil.” Dudaklarımın arasından yalnızca bir isim dökülürken yüzüm Barkına döndü. Barkan şok olmuş bir vaziyette düz yüzünü en sonunda bozduğunda hızla ayağa kalktı. “Ne Afil? Ne istiyor o şerefsiz?”

Dudaklarımın titremesine engel olamazken, “Beni.” Dedim mırıldanarak.

Beni istiyor Barkın. Benden yaşamadığım çocukluğumun hıncını istiyor. Yıkmak, kırmak, dökmek istiyor.

Barkın benim çocukluğumu bilen ilk ve tek insandı. Kendimi açabildiğim ilk insanın seneler sonra karşımda dikiliyor olması düşüp bayılacakmışım gibi hissettiriyordu.

“Sen,” mırıldanarak şoke olmuş bir ifadeyle bana yaklaştığında, “Seni görevde o kadın mı kaçırttı? Geldiğindeki o mosmor kan revan içindeki halini o kadın mı yaptı?!” diyerek bağırdığında, “Bağırma!” diyerek bağırdım.

Barkın iğrenir gibi dudaklarını büzdüğünde, “Bana cevap ver Armin o kadını öldürtme bana, cevap ver!” dediğinde gözyaşlarım kilidini açmış gibi yavaşça süzülmeye başladı. Gözlerimi sıkıca kapattığımda omuzlarım şiddetle sarsıldı. “Ağlama!” adım sesleri saniyesinde dibimde son bulduğunda hasretinden kendimi yırttığım günlerin acısını çıkarmak istercesine sarıldım bedenine. “Barkın!” sesimin ona ulaşması için yüzünü gömdüğüm göğsünden yüksek sesle bağırdığımda, “Çok özledim Beyaz.” Diyerek mırıldandığını duydum.

Derin bir nefes almaya çalıştığımda burnuma dolan koku ile sendeledim.

Arkamı dönüp masasının üstüne baktım. İlgimi çeken iki şey vardı.

Parfüm ve bileklik.

Parfümü kırıktı, daha doğrusu yer düşmüş ve halıya yayılmıştı. Koku o kadar keskin geliyordu ki yeni düşmüş olmalıydı. Evin anahtarı altı kişide vardı.

Ateş, Emir, Yavuz, Giray, Barkın ve ben.

Evi aldığımız gün altı anahtar yaptırmıştık. Bizden başka giren olmamalıydı ama parfüm nasıl düşmüştü?’

İlk günler kendi zihnimi toplamaya güç bulamazken yaşadığım olay şu anda aydınlanmaya kavuşmuştu. Geriye çekilerek kara gözlerine bakakaldığımda, “Başından beri orada mıydın?” dedim saçma bir cümle kurarak. Barkın bu saçmalamalarıma alışık gibi yavaşça güldüğünde yanakları çukurlaşan adama buruklukla baktım. Her şeyini bildiğim adama hasret kalmanın ne denli acıttığını da şu an anlamıştım.

“Başından beri orada değildim. Hadi gel biraz oturalım.” Ellerimden tutarak beni koltuğa çektiğinde yanına doğru düştüm. Bedenimi toplayarak ona döndüğümde yavaşça yutkundu. “Bölme dinle tamam mı?” başımı hızla salladığımda derin bir nefes aldı. “O patlama gerçekti. En azından Emir ve benim için… Giray ve Yavuz’un yaptığı o sahte patlamada gerçekten ikimiz de yara aldık. O görevden bir gün önce Miralay’dan bir gizli görev emri aldım. Görev için şehit süsü verilecek sonrasında ise görevi tamamladığımda geri gelecektim. Ama işler beklediğimizin aksine gerçek bir yaralanma olayı ile karışınca birkaç hafta hastanede gözetim altında kaldım. Sonrasında iyileştiğim an çarçabuk toparlanarak görev için çıktım gittim. Aynı olayları Emir de yaşamış ama ikimizin de birbirimizden haberi yoktu. Aradan aylar geçti. Görevi yavaş yavaş tamamlarken bir şey dikkatimi çekti.” Duyarsam kalbimi sızlatacak olayı biliyor gibi elimi sıktığında, “Füsun, yardım istiyordu. Beni gördüğü için kaçış noktam yoktu. Eğer gitseydim birisine bu durumdan bahsedeceğine adım kadar emindim. Konumu Miralay’a ilettiğimde kısa bir süre sonra destek timleri geldi. Sonra ne oldu bilmem… senin kurtulmanın üzerine ben göreve devam ettim.” Yapbozun parçaları Barkın ile birleşmeye devam ederken alt dudağımı dişledim.

Barkın oturduğu yerden bana doğru dönerek ellerimi sıkıca kavradı. “Görev seni bulduktan kısa bir süre sonra bitti sanıyorsan yanılıyorsun. Senin hastaneye kaldırıldığını duydum. Ondan aylar sonra ise yani senin iyileşip buraya geldiğin zamanlar görevin sonuna yaklaşmıştım. Öyle böyle derken görev bitti ama hiç tahmin etmediğim bir şey oldu. Atama emrim buraya, Hakkâri’ye çıktı. Doğuya geleceğimi biliyordum ama senin atandığın, yeni bir hayat kurmaya çalıştığın yerin bu şehir olduğunu bilmiyordum. O gün, tugaya geldiğimizde tam karşımda seni görünce o görevden önceki son günün verdiği kopukluğu hissettim Armin.” Hatırla der gibi gözlerime bakarken zihnim çoktan o güne gitmişti.

 

Armin’in Yıkım ile olduğu zamanlar -Yaralandığı hafta-

Bıkkınlıkla oflayarak elimi yaralanan bölgenin üzerinde gezdirirken kapı yavaşça aralandı. Bana yaklaşan Barkına boş bir bakış attım. Son zamanlar aramız pek iyi değildi. Giray, Yavuz ve Ateş üçlüsünün gizemleri aramızın açılmasına vesile olmuştu.

“Neden geldin?” sesim de en az hareketlerim kadar soğuktu.

Barkın soğuk yapmamın sebebini bildiği için, “Sana bakmaya geldim.” Dedi ifadesiz sesiyle.

Omuz silkerek, “İyi baktın işte, git şimdi.” Dediğimde gözlerime değişik bir ifadeyle baktı. Bakışlarının anlamını çözemezken kaşlarım daha da çatıldı. “Ne bekliyorsun Barkın git!” sinirle bağırmama karşılık oturduğu yerden hızlıca kalktığında, “Asla konuşturma Armin tamam mı? Asla konuşturma!” dedi benim gibi yüksek bir sesle.

Bundan bir gün önce yattığım yerden kulaklarıma dolan sesler gizemli üçlünün tartışması olmuştu. Tartışmayı beni geçiştirerek kapatmışlar, hızlıca kahvaltı faslına geçmişlerdi. Kahvaltıdan sonra ise içtimalarını yaptırmak için hepsiyle beraber bende çıkmıştım. Dün bu yaşanılanlar Barkının dikkatini çektiği için akşam benimle büyük bir kavga etmiş, onlara çok yüz verdiğimi söyleyerek çıkıp gitmişti. Barkın böyleydi işte. Kafasına o an ne gelirse bağırır çağırır sonrasında köpek gibi pişman olsa da iş işten geçerdi.

Bu gereksizlerin işleri benim de dengemi bozarken en yakın sırdaşımla aramıza giren yüksek katlar üzülmeme neden oluyordu.

Kulaklarıma dolan bağırış sesleri ile Barkının üçünden biriyle kavga ettiğini anlamıştım. Böyleydi işte, gerici ve yorucu bir hafta…

 

“Neden söylemedin?” kırıldığım her halimden belli olurken Barkın üzgünce yüzüme baktı. Başını iki yana sallayarak, “Yapamadım Armin.” Dediğinde yanaklarımın içini ısırdım kendimi salmamak adına.

Ellerimi ellerinden çekerek göğsümün hizasında bağladığımda sakin kalmaya çalışarak konuşmaya başladım. “Her zaman bu fevri hareketlerin, bağırmaların, öfkene hâkim olamamanın verdiği sorunlar yüzünden kaybettiğini artık anlayabiliyor musun? Seninle ne zaman bir gariplik olduğunu konuşmak istesem bana bağırıp çağırıp onları pohpohladığımı söyledin! Ben ilk ve tek sırdaşımı onlar değil, senin yüzünden kaybettim Barkın! Sen bana kendini kaybettirdin. İçimdeki öfke o kadar büyük ki ağzınla burnunun yerini değiştirmek istiyorum.” Derin bir nefes alarak ellerimi yüzüme kapattığımda kalıma gelenlerle hırsla Barkına döndüm. “Birini suçlayarak, senin yüzünden diye onu kırmanın en sevmediğim şey olduğunu benden daha iyi biliyorsun ama doğruları söylemem lazım Barkın. Eğer ki o zamanlar öfkene hâkim olabilip beni dinleseydin, aralarında karıştırdıkları o iğrenç ihaneti pek de güzel bulurduk! Beni suçlamayı bırakıp düzgün bir dille bunları yüzüme vursaydın gıkım çıkmazdı ama sen bunu şiddetli geçimsizliğe bağlayıp öfkeni onlara değil bana kustuğun için de bir bok beceremedik! Al bak! Bak bak! Adamlar bize değil vatan ihanet etmiş ulan senin aklın alıyor mu?! Barkın düşündükçe çıldıracak raddeye geliyorum bana hiç yardımcı olmuyorsun. O günlerde olmadığın gibi şimdi de yardımcı olmuyorsun! Bencilce davranmaya devam ettiğin sürece benimle iletişimini kes, aksi taktirde timimde bir daha yerin olmaz, bu sana verdiğim son şans olur.”

İçimdeki öfke ona karşı o kadar kuvvetliydi ki… O zaman yaşanılan ve içimde kalan ne varsa yüzüne haykırmak istiyordum. Bağırmak, çağırmak, kırıp dökmek istiyordum…

Barkının sert bakışları yumuşamış hatasının farkında olan süt dökmüş bir kedi imajıyla bana bakıyordu. “Şöyle bakmayı kes!” sinirle hırladığımda bakışlarını benden çekti ama değiştirmedi.

Dirseklerini bacaklarına yaslayarak öne eğildiğinde buruk bir sesle konuşmaya başladı. “Ankara da ki son zamanlarında eve uğradığın gün… O gün görevden bir günlüğüne Ankara’ya dönmüş elimde durması riskli olan belgeleri üstlere ulaştırmıştım. Tekrar dönmeden son kez o evdeki ambiyansı görmek istedim Armin. Eve girdiğimde burnuma tek bir koku doldu. Senin kokun… Evin içinde gezerken kendi yaptığım oyukları, kırılan eşyaları gördüm. O gün yalnızca üç oda gezdim. Senin, Emirin ve benim odamı. Diğerleri önemsizdi… Diğerlerinden gelen kokular ihanetin çağrışımlarını andırıyordu… En son soluğu kendi odamda alırken kapının kilit sesi geldi. O kadar panikledim ki… Odalarda gezdiğini adım seslerinden anlayabiliyordum… Panikten elim ayağıma dolaşmış bir vaziyette odadan çıkacakken kolum parfüm şişesine çarptı. Halıya yayılan parfümün dikkatini çekeceğini bilsem de hızlıca evden ayrıldım. O gün beni o şekilde görseydin ikimiz içinde ama en çok senin için iyi olmazdı Armin. O kadar olayların şokunda kalmışsın ki… Evden çıkışımı, parfümün yeni döküldüm diye bağıran o keskin kokusunun üzerine düşmedin bile… Öyle ya da böyle, bak işte buradayım. Bunu derken utanıyorum. Evet ben utanıyorum… Ama böyle olması lazımdı Armin. Söz konusu vatanken karşılık vermez yakışık almazdı.”

Yanımdan kalkarak son bir kez bana baktığında omuzumu yavaşça sıvazladı. “Biraz da Emir anlatsın, ben gideyim.”

Kapının açılış ve kapanış sesini duydum.

Barkının bendeki yeri ayrıydı. Mihar’ın ölümünü anlattığım, içimdeki Mihri’nin sevgisizliğini paylaştığım tek insan oydu. Evet belki öfkesine hâkim olamıyordu belki sinirlendiği bir olay olunca düşünmeden kararlar veriyordu ama gene de ne olursa olsun geçmişimi bir çırpıda yıkıp atamıyordum.

Sadece Barkın değil, onlar bana isimlerinin hakkını vererek Yıkımı en dibine kadar yaşatmışlardı.

Kapı yavaşça aralanırken ezbere bildiğim adımlarını bana yöneltti. “Bir kere sarılalım Armin. Allah aşkına bir kere…” bu cümle bana çok tanıdık geliyordu. En son reddetmemden sonra kim sorsa kabul edebilme ihtimalimin yükseldiği bir cümleydi bu…

Düşüncelerim beraberinde gözyaşlarımı da getirmişti haliyle… Yüzümü buruşturarak ayağa kalktığımda sarılmadan önce gözlerine uzunca baktım. O da benim gibiydi, dolu gözleri ve sıktığı dudaklarıyla ağlamamak için zor duruyor gibi…

Üzerine atlar gibi sıkıca bedenine sarıldığımda, “Emir…” diye sızlandım. “İkinize de o kadar kırık ve sinir doluyum ki anlatamam. Gene de çok özledim Emir.”

Başımı geri atarak gözlerine baktığımda ondan akan bir damla yaş yanağıma düştü. “Ne olursa olsun hiç olmayan kardeşim dediğim insan hep sen olacaksın Armin. Özlemin tarifi olmaz. Ben senin yanındayken de özlem duyardım, ayrılınca da özlem duyardım… ama illa ki söylememiz gerekiyorsa, ben daha çok özledim Beyaz’ım.”

Ağlayacağımı bildiğim için yüzümü göğsüne gömdüğümde o tanıdık ferah koku burnuma doldu. Şokla geri çekildiğimde, “Değiştirmemişsin.” Dedim.

Emir kızaran gözlerine inat gülümsediğinde, “O kokunun değeri çok yüksek. Değiştirmek yakışık almazdı.” Diyerek mırıldandı başımın üzerine minik bir öpücük kondurduğu esnada.

Seviyordum işte. Ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın bu adamların bana olan yaklaşımlarını seviyordum.

KURTULUŞ

Barkın ve Emir hariç tüm kadro çardakta oturuyorduk. İçim o kadar bunalmıştı ki…

“İç al iç!” Kalender’in sızlanan sesi dudaklarımın arasına sıkıştırılan sigara ile sonlandığında yandan sinir dolu bir bakış attım.

“Artık bizimleler he?” Yıldırım üzgünce mırıldanırken sigaramdan bir nefes alarak, “Ne olursa olsun Âhi’nin bizdeki yeri her zaman boş kalacak ama görevde de dört kişi organize olamazdınız Yıldırım.” Dedim üzgünce.

Yıldırım buruk gözlerini bana çevirdiğinde, “Sizde yoksunuz Komutanım… Ne yapacağız tek başımıza?” dedi sıkkın bir tonda.

Burukça gülümseyerek sigaramı içmeye devam ettiğimde, “Böyle olması gerekiyordu Yıldırım. Sizden daha çok benim içim kan ağlıyor ama olmadı işte… Başınızdan gideceğimi falan düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, hâlâ komutanınız benim. Yalnızca saha da yokum onda da zaten istihbarat halinde olacağımız için yokluğumu aramazsınız.” Dedim sonlara doğru gülerek.

Yıldırım ayaklandığında sigaramı Kalenderin parmaklarına sıkıştırıp ayaklandım. Kollarımı açarak Yıldırım’a yaklaştığımda vakit kaybetmeden sıkıca sarıldı. “Bırakmayın Komutanım, alıştık, sizde bırakmayın…”

Sırtını sıvazlayarak, “Bırakmam aslanım hep beraber olacağız, bırakmam.” Dedim burukça.

Tekin Yıldırım’ı çekerek kenara ittiğinde, “Ne çok sarıldın be yılışık!” dedi sinirle. Tekin de Yıldırım gibi sıkıca sarılırken yavaşça kıkırdadım. “Daha ölmedim arkadaşlar sarılacak vaktimiz var sakin olun.”

Ertuğrul arkadan, “Tövbe deyin Komutanım! Tövbe estağfurullah!” diyerek bağırdığında hızlıca yanıma geldi. Bana sarılırken yandan gelen Kalender hepsini ittirerek, “Bir de boğun tam olsun, yeter oğlum açılın az!” diyerek bağırdığında üçlü Kalender’e inat hep beraber bana sarıldı. Boğulur gibi nefessiz kalırken son saniye şen bir kahkaha attım.

İyi ki dediğim nadir insan sıralamalarının başını çekiyorlardı.

İyi ki tanımıştım.

Kurtuluş benim Kurtuluş’um olmuştu.

KURTULUŞ

Yorgun hissediyordum. Yattığım yatak ile bütünleşmeme ramak kalmıştı çünkü Kalender’in bağırışları, alarmın dördüncüye ertelenmesi pek de bünyeme etki etmemişti. Kalender dün biraz kötü hissettiğim için benimle kalmış, sabah randevum olduğu içinde ikimiz adına yarım gün izin yazdırmıştı.

“Artık kalk yoksa bacaklarından sürükleyeceğim az kaldı!” mutfaktan bağıran adama karşılık vermeyerek yüzümü yastığa gömdüğümde gözlerim yavaşça kapanmaya başladı. “Ya Armin kalksana be!” işine gelmeyince çirkefleşen adama şaşkınlık dolu bir nida ile karşılık verdim.

Üzerimdeki ince pikeyi yere attığımda iç çamaşırlarıma kısaca bakarak dolaba yöneldim. Yeni uyanmanın verdiği sersemlik bacaklarıma işlemiş olsa gerek uyuşmuşlardı.

Dolabımı açtığımda gözüme çarpan sade kıyafetleri eleyerek askılarda duran gömlekler ve gömleklere uygun takımlar gözüme çarptı.

Sebebi bilinmez canım şık giyinmek istiyordu ve istediğimi yapacaktım. Elime aldığım takıma baktığımda vakit kaybetmeden giyinmeye başladım. Üzerimdeki ince askılı göğüs aralarıma doğru V inen siyah saten bir kumaş vardı. Altımda ise saten kumaşın bitiminden belimi bir yılan misali kavrayan belimden aşağısında bollaşan kumaş bir pantolon vardı. Baştan aşağı simsiyahtım ve oldukça şık gözüküyordum.

Üşümemek için üzerime belimin üzerinde biten kısa bir ceket giydiğimde makyaj masama oturarak saçlarımı taramaya başladım. Taradığım saçlarımı sıkıca ensemde toplayarak topuz haline getirdim. Koştur koştur yüzümü yıkayarak geri geldiğimde randevudan sonra tugaya geçeceğim için sadece dudaklarıma nemlendirici sürerek ayaklandım.

Mutfağa geçtiğimde bütün hünerlerini sergileyen adama, “Helal be kimin çakma kocası!” diyerek vurduğumda Kalender sinir dolu bakışlarını üzerimde gezdirdi. “Hayır yani tam iki buçuk saattir uyanmanı beklediğim yetmezmiş gibi dalga geçiyorsun ya pes doğrusu!” yanımdan geçerek yumurta piyazını masaya bıraktığında rahatça sandalyeme oturdum.

Çayımı önüme bıraktığında, “Düğün var da haberimiz mi yok?” diyerek merakla sordu sandalyesine oturduğu esnada. Üzerindeki üniforması ile baya zıt gözüktüğümüzün farkındaydım ama canım keyfim süslenmek istemişti. “Keyfim ve kahyası süslenmek istediği için kıramadım.” Göz devirerek tabağına masadakilerden almaya başladığında, “Şu zamana kadar mahkemelik bir işim olmadığı için avukatım yok, Samet ile konuşabilme imkânın varsa bu konu hakkında bir konuş. Zaten sözleşmeyi de o hazırlamıştı diye hatırlıyorum kağıtları imzalayıp bana verirsin.” Dedi gözlerini yüzümde gezdirirken.

Elimdeki salatalık batırılmış çatal havada kalırken söylemesini hiç beklemediğim konu doğrultusunda ufak bir şok olmuştum.

Kalender bakışlarımı görür görmez kaşlarını çattığında, “Ben ortalık duruldu gibi hissettiğimden söyledim yoksa benlik bir sorun yok biliyorsun.” Diyerek çayından bir yudum aldı.

Başımı iki yana sallayarak, “Yok hayır şu anda söyleyeceğini beklemediğim için şaşırdım sadece. Samet ile konuşurum, zaten boşanma kağıtları ondaydı müsait olunca getirir.” Dediğimde salatalığımı ağzıma atarak kahvaltıma başladım.

Kalender ile evli olmak ya da boşanmak benim için bir anlam ifade etmiyordu. Karakter olarak Kalender’i çok beğeniyordum hatta oldukça da yakışıklıydı ama kalbimi sızlatacak birisi değildi. Eğer öyle olsaydı ilk anda bunu hissederdim. Ama ne olursa olsun en büyük destekçim Kalender’di.

KURTULUŞ

Hastaneye gelmiştik. Kalender’in arabayı park etmesiyle arabadan inerken Kalender’i beklemeye başladım. Kalender arka koltuktan aldığı paltosunu giyerek kapıları kapattığında arabayı kilitleyerek yanıma geldi. Oyalanmadan hastaneye girdiğimizde geçen gelişimizden oluşan tecrübe sonucu koridorları ezbere yürümeye başladık.

Danışmanın yanından geçerken kadına kısaca selam vererek yürümeye devam ettim. Odanın önüne geldiğimizde içeriden çıkan kadın oldukça şen bir kahkaha atarak adamın kolunu kavradı. “Çok iyi geldi Göktuğ’cuğum haftaya görüşürüz dikkat et lütfen.” Adam rahatsız olmuş gibi kolunu nazikçe geri çekmeye çalışırken kadın diğer elini de diğer koluna yerleştirerek cilveli bir şekilde gülümsedi.

Kalender, “Çok kötü bir hareketti.” Diyerek şok olmuş bir vaziyette kendi kendine mırıldanırken şaşkın bakışlarımı yüzüne çevirdim. “Yorum yok.”

Kadın yanımızdan geçerken bana alaycı bir bakış attığında kaşlarım çatıldı. “Pardon?” kendime hâkim olamayarak sorduğumda kadın omuzlarının üzerine attığı paltosunu yanlardan tutarak bana döndü. “Pardon?” benim gibi karşılık verirken kendimi bozmadan, “O bakışınızın sebebini öğrenebilir miyim?” dedim tehditvari bir sesle.

Bana doğru bir adım attığında ayağındaki on ikili topuklulara rağmen omuzumun altında kalmıştı. Başımı eğerek yüzüne baktığımda gülmemek için yanağımın içini dişliyordum.

Derin bir nefes alarak üzerimi süzdüğünde, “Genel olarak bir bakayım dedim neden sorma ihtiyacı duydunuz?” dediğinde kibirli bakan gözlerini alıp başka taraflarına sokma isteği ile boğuştum. Gözlerimi kapatarak, “Bence ilerle hayatım.” Diye mırıldandığımda, “Ağzımı yormama değmez hayatım haklısın.” Dedi geriye doğru bir adım atarken.

Alttan soktuğu laflar ile ona karşı oldukça büyük bir çirkeflik yapıp ağzını yüzünü de kırabilirdim ama kendi karakterimden ödün vermeyerek gülümsemekle yetindim.

Kalender’e döndüğümde işte bu diye haykıran gözlerini gördüm. Gülerek yüzüne baktığımda elimi sıkarak daha önce de olduğu gibi destek verdi. “Bir sorun olursa buradayım, biliyorsun.” Gülümseyerek elimi çektiğimde kapıya döndüm. Adam kapının önünden bir giden kadına bir bana bakıyordu.

Kapıya doğru adımladığımda, “Merhaba.” Diyerek elimi uzattım.

Adam bakışlarını üzerime çevirdiğinde, “Merhaba Armin Hanım hoş geldiniz buyurun.” Diyerek elimi sıktı.

İçeriye geçtiğimde oturmadan önce adamın üzerine gezinen bakışlarıma engel olamadım. Üzerindeki koyu lacivert takımı ve takımın içindeki beyaz gömleği ile geçen seferki gibi özel bir görünüme sahipti.

“Görüşmeyeli nasılsınız?” merakla gözlerime bakarken dudaklarım büzüldü. “Her zamanki gibi.” Yanımda kalan koltuğa yavaşça oturduğumda bacak bacak üstüne attım.

Kaşları hafifçe çatılan adam, “Her zamankinden kastınız nedir? Sanki çok boş bir mevzuymuş gibi konuştunuz.” Dediğinde yavaşça güldüm. “Genel olarak işler pek yolunda gitmediği için her zamanki gibi diyorum. Hayat bana istediğim şartlara sahip olmama rağmen mutluluğumu vermiyor maalesef.”

Oturduğu yerden bir şeyler yazmaya başladığında bakışlarım camdan dışarıya kaydı. Kasvetli hava yüzünden öğlen saatlerinde olmamıza rağmen etraf karanlıktı.

“En son nerede kaldığımı hatırlamıyorum.” Karışan kafam eşliğinde bakışlarım havdayken konuştuğumda, “Komaya girdiğinizi ve size bakan adamın varlığını iki ay öncesinde öğrendiğini paylaşmıştınız benimle. İsterseniz buradan devam edebiliriz ya da başka bir şeyler anlatmak isterseniz oraya yönelebiliriz.” Diyerek karşılık verdi.

Kaşlarım hatırladığını düşünmediğim için hafif bir şaşkınlıkla havalandı. “Kaldığım yerden devam etsem daha iyi olur sanki…”

Başını sallayarak beni onaylarken, “Bu arada bölüyorum kusura bakmayın.” Der demez önemli değil der gibi başımı sağa sola salladım. Ellerinde kalemi döndürürken, “Dediğim şeyleri düşündünüz mü? Yani yaşadıklarını kabullenerek rastgele anlarda bu yaşantıları düşündünüz mü?” dedi gözlerime merakla bakarken.

Dudaklarımı ıslatarak derin bir nefes aldım. “Açıkçası ara ara düşündüğüm olaylar oldu ama her gün ben bunları yaşadım diye kendime tekrarlamadım.” Doğruyu söyleyerek yüzüne baktığımda başını salladığını gördüm.

Kalemi özenle kağıtlarının yanına bıraktığında, “Peki bu düşünceler sizin duygularınızı nasıl yönlendiriyor?” dedi merakla.

Bakışlarım yere düştüğünde, “Çok üzülüyorum. Durduk yere sürekli ağlayasım geliyor, ki ağlıyorum da. Aklıma geldikçe soruyorum kendime, ben bunları hak edecek ne yaptım? Ben bunları yaşayacak kadar iğrenç ve kötü bir insan mıydım? Üzülüyorum kısacası. Çünkü bunlar benim yaşamayı hak ettiğim travmalar değildi.” Dedim başımı üzüntüyle iki yana sallayarak.

Beni onaylar gibi başını eğdi yavaşça. “Haklısınız. Haklısınız ama en önemli bulgumuz neydi?” cevabı benden duymak ister gibi umutla yüzüme bakan adama hafifçe kıkırdayarak, “Kabullenmek.” Dedim.

Zor soruyu çözen öğrencisine sevinen öğretmen misali genişçe tebessüm ettiğinde dudaklarının yanında oluşan çizgiler büyüdü. “Süper! Çok iyi bir öğrenci oldunuz Armin Hanım.” Dediklerine karşılık güldüğümde hafifçe ciddileşerek sordu. “O zaman anlatmaya devam etmek ister misiniz?”

Başımı evet dercesine aşağı yukarı salladım. “Komadan uyandığım günleri pek hatırlamıyorum. Soracağım kişi de artık benimle değil… Komadan sonra düzenli takipler, ilaçlar derken kendime gelmişim muhtemelen ama o dönem benim için çok kötüydü. Gözlerimi kendimi kendim gibi hissettiğim ilk gün Ankara da ki evimde açtım. Özel kuvvetlere girmemdeki en büyük şans eserim bana büyük bir destek sağladı ama ne olursa olsun o günkü karmaşayı unutamıyorum… Timimi bir patlamada kaybettiğim düşüncesi beni boğarken, sonrasında neler oldu aklım ermiyor! Çok ama çok kötüydü… O günden sonra yeni tayinimin çıktığı yer, yani buraya çağrıldım. O kadar büyük tereddütlerim var ki anlatamam… Yeni insanlara nasıl güveneceğim? Onları güvenmeyi geç canımı nasıl emanet edeceğim? Sonuçta ilk kez bir timi bırakıp başka bir timde çalışacaktım… Her neyse, öyle böyle derken onca tereddütte rağmen geldim. İlk tanışacağımız gün kendi halimde çardaklarda oturuyordum. Bahçedeki o boğuk konuşma sesleri başımı ağrıtırken düşüncelerim beni nefessiz bırakıyordu. Sonra bir ses duydum…” o ilk gün gözümün önünde canlanırken yavaşça gülümsedim. İlk duyduğum ses Ertuğrul Bey’e aitti. İlk halleri şu an için bakınca gülmeme neden olurken karşımdaki adam mutluluğum adına yavaşça tebessüm etti.

Ellerini birbirine kenetleyerek tebessümünü bozmadan, “Galibe tereddütlerinizi yenmenizde yardımcı olan birileriyle tanışmışsınız…” diyerek mırıldandı.

Aklıma gelen komik anlarla şen bir kahkaha attığımda, “Öyle.” Diyerek başımı salladım. “Yanıma gelen kadro şu anki kişilerle kıyaslarsak yalnızca bir kişi eksikti. Ay neyse! Oturdular, tanıştık ama tanıştık dediğim ben pek konuşmak kendimi açmak istemediğim için genelde kendi aralarında tanıştılar gibi bir şey oldu. Sonrasında biri daha aramıza katıldı ve şu anki timim tam anlamıyla karşımdaydı. Sonrasında yeni kurulan tim üyeleri belirlendi ve şans eseri hepsiyle aynı time düştük. İlk başlarda o kadar çekingen ve tereddütlerim yüksekti ki… Sonradan sonraya neredeyse hepsinin benim gibi yaraları olduğunu anladım. Benim gibi ihanetlere uğrayan benim gibi tereddütler yaşayan… Aslında yapbozun arkadaş ve kardeşlik adına boş kalan parçalarının asıl sahiplerinin onlar olduğunu anladım. Çok olmadı nereden baksak dört ay anca olmuştur ama bendeki yerleri çok büyük. Onlarla yemek yemek, dolaşmak, hatta ve hatta dövüşmek bile çok zevkli!” sona doğru kendimi tutamayarak kahkaha attığımda adam bir şey fark etmiş gibi duraksadı.

Kol saatini düzelterek yüzünü bana çevirdiğinde, “Geçen gelişinizden bu yana keyifle anlattığınız tek konu bu… Onlarda sizi mutlu eden ve kalbinizin yarım kalan boşluklarını tamamlayan özellikler var. Onlarla tanıştığınız için çok şanslısınız bence.” Dedi naif bir sesle.

Gülüşüm aklıma gelenlerle dudaklarımda donduğunda, “Öyleydi.” Dedim geçmişi kast ederek.

Kaşları yavaşça çatıldı ve şaşırmış bir nidayla masaya eğildi. “Neden geçmiş zaman kipi?”

Ellerimi başımın iki yanına yaslayarak bacaklarıma yasladığım dirseklerime doğru eğildiğimde, “Hani demiştim ya, komada benimle ilgilenen adam…” dedim kısık bir sesle.

Bir sandalyenin itilme sesini duydum. Sandalyenin ayakları zorla sürüklenen bir eşya misali çığlık atarken sesi ikileyen kişi bana doğru yaklaştı. Sandalyesini bana doğru çekmiş merakla yüzüme bakıyordu. “O kişiyle aynı time mi seçildiniz?” Adam bu işi biliyordu! Beklediğim soru gelirken dolan gözlerimi tavana çevirerek başımı salladım. Güldüm ama bu gülümseme o gün karların bordoya evrimin ikinci halindeki acı gülümsemeydi. “Bundan bir ay öncesinde bir görev için son hazırlıklarımızı yaparken Âhi koştur koştur soluğu yanımda aldı. O kadar paniklemiş ve tedirgin gözüküyordu ki o sessiz sakin adama ne olduğunu anlamadım. O gün bana benimle ilgili bir geçmişi olduğunu ağlayarak anlatırken ben hayatımın bilmem kaçıncı şokunun onunla beraber yaşadım. Ağladım. Sanki koskoca Komutan gitmiş artık dayanamıyorum diyerek annesine ağlayan bir çocuk gelmişti… Çok üzüldüm. Onunla bir geçmişim olduğunu ve o geçmişteki yerinin bu denli özel olduğunu aylar sonra öğrenmek çok canımı yaktı. Sonra,” başımı vay be dercesine salladığımda gözümün önünde canlanan Miralay’ın o umursamaz tavrı canlandı. “Miralay, yani bu mesleğe iyice tutunmamı sağlayan adamın aslında bu gerçeği benden saklayan kişi olduğunu öğrendim. Yani kısacası Âhi beni ilk gördüğü gün bana bu gerçeği anlatmak isterken Miralay Âhi’yi mesleği ile tehdit ederek gerçeği saklamayı tercih etmiş. En canımı yakan benim Miralay’a olan kırgınlığımı yüzüne kusamamam oldu. Canım o denli yandı ki hiçbir şey olmamış gibi bana bakan adamın önünde dik durmak zorunda kalırken... Bu meslekte ilk defa bir zorluk hissettim onun yüzünden. Alt üst ilişkisini iliklerime kadar o gün yaşadım.”

Sulanan gözlerimin içine doğru parmaklarımı bastırdığımda derin bir nefes alarak omuzlarımı kaldırıp aşağı çektim. “O gün Tugayda büyük bir koşuşturma vardı. Ben onun telaşındayken bu olayı öğrendiğimde pek kendime gelemedim açıkçası. Arkadaşların desteğiyle dışarı, kalabalığın arasına karıştığımda bir şok daha yaşadım.”

Adam şaşkınlığını gizlemeye çalışarak bana bakarken güldüm. “Şaşırdığını gizlemeye çalışmayın lütfen, beden dilinizden ne hissettiğinizi anlayabiliyorum.” Karşısındakinin bir bordo bereli olduğundan haberi yoktu tabii…

Burnumu sıkarak gözlerimi kısa süreliğine kapattım. “Tam karşımda dimdik bir şekilde tekmil veren iki adam, ilk güvenip sırtımı yasladığım ve öldüklerini zannederek mezarları başında ağladığım adamlardı. Barkın ve Emir. Biri sırdaşım diğeri kardeşim… Onları görünce hayatımın şokunu yaşadım ama elbette ki bitmemişti. Bitti zannetmek benim için büyük bir alay konusu… Onların yaşadığına inanamazken bir araç bahçeye giriş yaptı. Araçtan indirilen üç yüz ise…” ellerimi yumruk haline getirerek koltuğun başına geçirdiğimde dişlerimi sıkmaktan kırılmalarına ramak kalmıştı. “O üçü ise bana değil vatanına ihanet eden kardeşim yerine koyduğum üç köpekti! O gün var ya… Keşke dedim içimden, keşke karşımdakilerden ya da benden canımı alsan Allah’ım dedim. Dayanıyorum diye kendimi yırtmak istedim. Bak! Bak bak!” titreyen ellerimi göğüs hizamda tutarak kendimi gösterdiğimde yüzüm acıyla kasıldı. “Kendi ellerimle yetiştirdiğim adamlara ihanetin ne demek olduğunu öğretememişim. Bana yapsalardı, o namluyu bana doğrultsalardı canım bu kadar acımazdı. Kendi eğittiğim, asker dediğim adamlar benim askerime doğrulmuş namluyu! Bile isteye havaya uçurmak istemişler adamlarımı!”

Kendi ellerimle eğittiğim adamlar bana ihanet etmişti. Bana ettikleri ihanet az gelmiş olmalı ki, vatana ihanet etmişlerdi.

Çıldırdığımı hissettim. Ellerim saçlarıma dolanırken sıktığım dişlerimin arasından boğuk bir inleme firar etti. Ellerimi açarak başıma sert darbeler geçirdiğimde gözlerimden akan yaşlara değil direkt olarak bedenime hâkim olamıyordum.

“Armin Hanım derin nefes alın bakın ben buradayım ve sizinle dertleşmek için varım. Sakince saçlarını bırakarak gözlerime bakar mısınız?” Adam ayaklanmış bir vaziyette bana doğru eğilmişken gözlerimin önünde gözlerime gram pişmanlık duygusuyla bakamayan benden iğrendikleri her hallerinden belli adamlar geldi. Görüntüleri midemi bulanırken sıkıca kavradığım ellerimi gücüm kalmışçasına daha da sıktım.

“Armin Hanım ellerinizi açın lütfen.” Sesi hafifçe yükselen adamı uzaklarda duyuyor gibiydim. Onların ihaneti bana değil vatanaydı! Olamazdı. Yapamazlardı. Böylesine kutsal bir mesleği o şerefsiz piçlere tercih edemezlerdi!

“Yapmamaları lazımdı! Bana değil vatanlarına ihanet ettiler! Ben nasıl adamlar yetiştirmişim böyle?!” Kendi kendime deli gibi bağırırken bedenimin titrediğini hissettim. Ellerimin üzerine kapanan eller sıkıca avcumun açılmasını sağlarken titremem o kadar şiddetlenmişti ki kendimi çok kötü hissediyordum.

“Armin! Bana bak canım benim bana bak!” tTnıdık ses ağlamamı şiddetlendirirken gözlerimin önündeki yaşlardan ileriyi göremiyordum. Sıkı kolların bedenime sarıldığını hissettim. Titrememin başka bir bedene geçtiğini ve kulağıma dolan mırıltıların beni hafiflettiğini hissettim. Burnuma dolan tanıdık koku ile yanımdakinin kim olduğunu anladığımda ismi dudaklarımdan ağıt yakar gibi büyük bir feryatla döküldü. “Kalender!”

“Şştt bak buradayım sakinleş hadi… Hiçbir şey olmayacak, bak seni seven insanlar var, sana değer kişiler var…” Kalender beni rahatlatmak ister gibi sıkı sıkıya sarılırken kollarımı biraz daha sakinleştiğimi hissettiğim ilk an boynuna doladım. “Onlar bana değil vatanlarına ihanet ettiler! Nasıl yaptılar bunu? Nasıl, nasıl?!”

Ağlamam gürdü. Ağlamam o kadar şiddetliydi ki boynumdaki ve alnımdaki damarların günyüzüne çıktığını hissedebiliyordum.

“Hayır, hayır, hayır. Sakinleşip derin bir nefes alır mısın Armin? Bak bana buradayım, söz verdiğim gibi de her zaman yanında olacağım. Onlar sana değil vatanlarına ihanet ettiler evet ama bak cezalarını çekmeye çoktan başladılar bile… Hepsi hak ettikleri o iğrenç rutubette ömürlerinin sonuna kadar çürüyecekler!” eli boynuma kaydığında boynumu yavaşça okşayarak kızardığını anladığım yerlere baktı üzüntüyle. “Gitmek istiyorsan hemen şimdi götürürüm seni buradan.” Beklentiyle yüzüme bakan adama kısa bir süre cevap vermek istemediğim için yüzümü boynuna gömdüm. Sırtımı sıvazlayarak beni motive edecek cümleler kurduğunda ilk ana nazaran daha iyi hissediyordum.

Geri çekildiğimde burnumu çekerek, “İyiyim, biraz daha konuşayım geleceğim tamam mı?” dediğimde gözlerime baktı doğruları anlamak adına. Dediklerimle uyuşan gözlerime kanarak ayaklandığında ellerimi sıkıca sıkarak tebessüm etti. Bu, her zaman yanındayım demekti, artık anlamıştım.

Kapıyı kapattığında kapının yanında kolları göğsüne bağlı adamla göz göze geldim. “Bu bir ilk olduğu için beyefendiden yardım almak istedim. Nasıl hissediyorsunuz, daha iyi misiniz?”

Koltuğun üzerinde duran peçetelikten bir peçete alarak yüzümü sildiğimde, “Biraz daha iyiyim, sağ olun.” Dedim.

Benim dibimde olan koltuğuna oturarak yüzüme dikkatle baktığında, “Devamını anlatmak istemezseniz sonra devam edebiliriz.” Dedi.

Başımı iki yana salladım. “Hayır devam etmek istiyorum. Her ne kadar ağlasam, bağırsam, çağırsam da bunu yapmak beni rahatlatıyor.”

“Sizce sizi bu denli sarsan ihanet mi yoksa başka bir şey mi?” sorusu oldukça derindi. Aynı bakışları gibi…

Burnumu yavaşça silerek, “Aslında ihanet değil. Yani elbette ki bu ihanet beni oldukça sarstı ama o gün bana öyle bir baktılar ki… Sanki iğrenç bir insanmışım, benden ölesiye nefret ediyorlarmış gibi… O bakışlar canımı çok yaktı. Ayrıyeten kendi ellerimle silahın nasıl düzgün tutulacağını, nasıl daha dikkatli nişan alınacağını öğrettiğim kişiler kardeşim yerine koyduğum adamlardı. Benim öğrettiğim kozları bana kullanmaları beni en çok yıkan şey oldu.” Dedim kırık sesim eşliğinde mırıldanarak.

Çenesini sıvazlayarak, “İnsanlara bu denli kolay güvendiğiniz için kendinizi suçluyorsunuz?” dedi sorarcasına.

Burukça gülümseyerek başımı salladım. “Aynen öyle.”

“Güven problemi onlar yüzünden sizin hayatınızda büyük bir yer edinmiş-“ derken sözünü hızla keserek, “Onlar veya senin yüzünden gibi kelimeleri kullanmamaya özen gösterir misiniz?” dedim hızlıca. Evet bu olay onlar yüzündendi ama hiçbir insana senin yüzünden diye haykıracak gücü kendimde bulamıyordum son yaşanılanlardan sonra.

Renklerine asla karar veremediğim gözleri kısılırken, “Pekâlâ ama bu konuyu da bir ara konuşalım mutlaka… Güven problemi o anlattığınız bireyler tarafından büyük bir yara bırakmış sizde ve bu yüzden aslında yeni timinize gelirken bile büyük bir tedirginlikle gelmişsiniz. Bu ihaneti bilmeden… Yani, sizde oluşan bu güven problemi gerçekten sırtımı yaslayacağım insanı buldum diyeceğiniz ana kadar devam eder. Evet bu isteyeceğim zor olabilir ama kendinize güveneceğiniz insanlar bulmalısınız. Böylelikle ilk anki kadar olmasa da insanlara olan güven duygunuz daha da kuvvetlenecek. Dediğimi uygulamaya çalışırsanız bir nebze de olsun rahatlarsınız.” Dedi çözemediğim bir duyguyla yüzüme bakarken.

Başımı sallayarak dediklerini onayladığımda, “Biraz daha devam edeyim çünkü az önce anlattıklarımla bağlantılı bir olay daha var.” Dedim üzgünce.

En üst mertebe Alphan’ın!

Hatırlatmak adına, “Bundan bir ay önce bir görevdeydik ve görev bizi oldukça zorladı. Son işlerimizi hallederken artık yorgunluk ve ne desem tarih edemeyeceğim hisler bedenimizi ele geçirmişti. Aramızda bir adam vardı. İlk günden beri ilgi odağıma takılan, sessiz ve sakin bir adam. Âhi Alphan… Görevin son zamanlarında,” oflayarak yüzümü kapattığımda görevle ilgili detay vermemin yasak olmasından kaynaklı kelimelerimi özenle seçmeye çalışıyordum ve buda konuyu anlatmamda pek de yardımcı olmuyordu. “Çok detay veremem ama kısacası almamız gereken adam olarak hayal edin birazdan anlatacağım kişiyi… Alphan’ı o adamı alması için yolladım ve o sırada herkes artık bitti der gibi toparlanmaya başlamıştı. Buna bende dahil olmak üzere…” anlatmak zoruma gidiyordu. O anları daha doğru düzgün kabullenememiştim bile.

Sanki hırçın dalgalarla sarsılan bir denizde iyice dibe çekiliyormuşum gibi hissediyordum.

“Aradan birkaç dakika geçti ama ondan ses yoktu. Benimle konuşması için cümleler sarf ettim ama karşılık veren olmayınca hep beraber gidip bakmak istedik. Zar zor aşağı indiğimizde yerde yatan adamın görüntüsü gün geçtikçe silikleşmesi gerekirken daha da bir netleşiyor… Yanında almamız gereken adam yere serilmiş, Alphan’ın boynuna saplı bıçaktan etrafa kanlar yayılmış… o gün kar yağıyordu.”

Bunu beklemeği her halinden belli olan adam kaşlarını yavaşça havalandırdı. “Onu görünce ne hissettiniz?”

Buz kesmiş ellerimi birbirine bastırdığımda bacaklarımın arasına sıkıştırarak ileri geri sallanmaya başladım. “Aklımı kaçırdığımı hissettim. Yüzünü ellerimin arasına aldığımda gözlerime bakarak son nefesinde bile benden özür diledi. Affetmemi dilercesine baktı gözlerime. O, o kadar pişman olmuştu ki bu olayı benden sakladığı için… Son nefesinde bile…” devamını getiremeden omuzlarımın sarsıntısına kapılarak ağlamaya devam ettim.

Aklıma gelen şeyle dudaklarımdan derin bir nefes çıktı. “Bana o son adamı almadan önce dinlemek için oturduğumuz zaman dedi ki; ‘Armin bir kere sarılabilir miyiz?’ ‘Sadece bir kere istemezsem bir daha sohbet bile etmem ama lütfen şimdi sarılmama izin ver Armin.’ Bu cümle aklımdan çıkmıyor. Ona karşı sinirliydim. Benden nasıl böyle bir olayı sakladığını anlayamadım. Ne olursa olsun sinirliydim ve görevde olduğumuzun farkına varmasını sağlayarak dediklerini reddettim. Belki de içimde ukde kalan tek şey, o son sarılmamızın gerçekleşmemesiydi. İçimde ona karşı olan minnet tarif edilemezdi. Beni aylarca yalnız bırakmayan adam özenle ilgilenmişti benimle… Tam time alışmışken verdiğimiz kayıp hepimizi o kadar sarstı ki normal sohbet ederken bile dalıp gidiyoruz. Aklımız hep o anda, hep o sessizlikte, hep o sakinlikte…”

“Kabullendiniz mi?” dedi başını ağırca sallayarak.

Hayır der gibi salladım başımı. “Onun üzerine yaşanılanlar canımı kurtarmak adına savaştığım zamanla harmanlandığı için yaşanılanlar hâlâ oyunmuş gibi geliyor.”

Elini bacağının üzerine yavaşça vurarak hareket ettirdiğinde, “Çünkü daha önce kaybettim sandığınız insanları karşınızda canlı bir halde gördüğünüzden inanmak gelmiyor içinizden.” Dedi. Hemen ardından, “Peki size şunu sorayım… Bir önceki timinize nasıl hitap ediyordunuz? Yani bir ismi var mıydı?” dedi. Hızlıca, “Yıkım.” Dediğimde yavaşça gülümseyerek başını salladı. “Yıkımın o patlamadan sonraki cenazesine katıldınız mı?”

Sorunun güzelliği der susarım… İçimden kendi kendime mırıldanmayı bırakıp beklediğim soruya cevap verdim. “Hayır.”

“İşte tam da bu yüzden kabullenmek sizi zorluyor. Yıkımın gerçekten şehit olup olmadığı gerçeğiyle boğuşurken üzerine yaşadığınız bir diğer kaybın gerçekliğinden endişeleniyorsunuz.”

Doğruydu.

Eğildiği yerden hafifçe dikleşerek sırtını koltuğa yasladı. “Ama Alphan’ın cenazesi…” katıldınız mı der gibi bakıyordu.

Başımı salladım.

Benim gibi başını salladı. “Bakın katılmışsınız. Ayrıyeten onun defin işlemleri sırasında da her şeye canlı tanık olmuşsunuz. Evet kabullenmek çok zor sizi çok iyi anlıyorum ama kendi gözlerinizle gördünüz… Maalesef çok acı, gerçekler çoğu zaman acıtıyor lakin kabullenmemiz her zaman için ilk adımımızdır.”

Kabullenmek her zaman için ilk adımımızdır.

“Onun acısını herhangi bir şeyin dindirebileceğini hissediyor musunuz?”

Oldukça güzel bir soruydu. Daha önce hiç düşünmemiştim o yüzden belli bir süre baktığım gibi kaldım. “Onun acısı her zaman taze kalacak çünkü daha çok ama çok erken tanışmıştık ve doğru dürüst sohbet etme şansımız bile olmamıştı. O yüzden dindirilebilecek bir acı olduğunu düşünmüyorum.”

“Peki ya sonrası…”

İşte en bomba bölüm buydu sanırım.

Dudaklarım büzüldüğünde nereden başlayabileceğimi kestiremedim. “Aslında çocukluktan gelen kötü travmaların yıllar sonra yüzüme vurulmasıydı sonrası…”

Kaşları havalandığında, “Sahiden… Aileniz ile ilgili hiçbir durumdan bahsetmediniz, eğer bugün anlatmak isterseniz biraz geçmişe dönebiliriz…” dedi sakince.

Geçmiş…

Her şey tamamdı ama geçmişe dönmek… İhanetler ve onlara karşı verdiğim savaşlar artık kabullendiğim şeylerdi ama canımın yarısının benden çocuk yaşta koparıldığı gerçeğini nasıl kabullenirdim?

“Bir sonraki seansımızda anlatsam daha iyi olacak gibi, bugün biraz yoruldum açıkçası.” Doğruları mırıldandığımda kalbimin ağrısı beni ayaklandırdı. Ayağa kalkmış bir vaziyette yüzüne baktım.

Koyu kumral hafif dalgalı saçlarından rastgele tutamlar alnına dökülmüş, renkleri unutturan gözleri ise saçlarının alnına düşmesinden rahatsız bir tavırla belirli aralıklara kısılıyordu.

İnceleme esnasına ayağa kalktığında geçen kine nazaran boylarımız arasındaki farkı daha net gördüm. Kısa bir kadın değildim. Ortalamanın da oldukça üstündeydim lakin adamın boyu Tekin’i bile geçiyordu. Yalnız boyunun uzun olması yapılı olduğu anlamına gelmiyordu. Vücudu elbette ki iri gözüküyordu ama bir Tekin veya Alphan’ın omuzlarının genişliğiyle yarışamazdı bile.

“Armin Hanım.” Bana doğru eğilmiş yüzüme bakan adamla kaşlarım havalandığında, “Ah pardon.” Diyerek mırıldandım.

Kendime geldiğimi gördüğünde masasına yönelerek takvimine baktı. “Eğer ki işiniz olmazsa sizi daha yakın bir tarihte üç gün sonra yani çarşamba günü görmek istiyorum. Geçmişinizin şimdiki yaşantınızı nasıl etkilediği merak uyandırıcı o yüzden bir an önce dinlemek isterim, eğer size de uyarsa tabii.”

Kısa bir süre düşündüğümde, “İşim olmazsa burada olurum ama pek kesin konuşmayın gene de…” dedim tereddütle.

Elini ensesine attığında üzerindeki takım şişkin kol kasları yüzünden gerildi. “O zaman size numaramı vereyim bir sorun çıkarsa arayıp söylersiniz.”

Başımı onaylarcasına salladım. “Tabii söyleyin kaydedeyim o zaman.”

Telefonunu eline alarak numarayı bana okumaya başladığında hızlıca tuşlara basarak numarayı isim soy isim şeklinde kaydettim.

“O zaman görüşmek üzere Psikolog Bey.” Diyerek bana uzattığı elini sıktığımda, “Görüşmek üzere Armin Hanım, kendinize dikkat edin.” Diyerek benden önce kapıya ilerledi. Geçen seferki gibi kapıyı açarak başını ileri uzattığında kapının önünü denetler gibi belirli bir süre izledi. Görmek istediği şey veya beklediği olaya ulaşmış gibi geri çekildiğinde geçmem için kapıyı araladı.

Son kez başımla selamlayarak kendimi dışarı attığımda Kalender hızla bana yaklaştı. Gözlerime derin bir anlamla bakarken amacının iyi olup olmadığını anlamak üzerine olduğunu biliyordum. “İyiyim.” Diyerek mırıldandığımda omuzlarımın yanlarına koyduğu ellerini yavaşça sıktı. “Çok endişelendim ama şükürler olsun iyisin.” Derin bir nefes aldığında başımın arkasından tutarak yüzümü göğsüne gömdü. Sıkıca bedenine sarıldığımda Kalender’in gerçekten sözünün eri bir adam olduğunu artık daha ne anlamıştım.

Yaşadıklarımı birine anlatmak, karşımdakinin yorumlarının kalbime dokunması artık çok daha iyi hissetmeme neden oluyordu. Evet belki üzüntüm geçmiyordu ama en azından beni yargılamadan dinleyen biriyle dertleşiyordum. Bunları yaşamamdaki en büyük etken Kalenderken içimdeki tarif edilemez huzur yüzümdeki geniş gülümsemeyi peydahlıyordu.

 

NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!

Evet benim için en vatan millet sevdamın ağır bastığı bölüm bu bölüm oldu...

Yeni rütbeler yeni yoldaşlar...

Ertuğrul'un rütbe almak için can atması?

Sabah çıkan ufak atışma?

Kurtuluş'u ilk defa tam tekmil görmemiz?

Armin konuşması?

Armin'in sahadan men edildiğini yeni öğrenen Kurtuluş'un ne olursa olsun Armin'in yanında olmaları?

Yeni askerlerimiz? Sizce Armin Barkın ve Emir'i seçmekte iyi mi yaptı, siz olsaydınız kimi seçerdiniz?

Emir ve Armin?

Barkın ve Armin'in geçmişte kalan sırdaşlığı?

Barkın ve Armin'den ne olur sizce?

Sizce Kurtuluş Barkın ve Emir'e alışabilecek mi?

Kalender ve Armin boşanıyor mu? Ne düşünüyorsunuz?

Psikoloğumuza asılan kadın?

Armin'in kadına verdiği tepki?

Armin'in anlattıkları?

Psikoloğumuzun beyefendiliği?

Sizce Armin için bu tedavi iyi gelecek mi yoksa olmasa da olur mu dersiniz?

Yıldıza basalım mı?

25.Bölümde görüşmek üzere canlar!

13.09.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

Loading...
0%