Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25.BÖLÜM- İSTİHBARATA İLK ADIM

@durutaskulakk_

Ballarım, canlarım ben geldim!

ÖBB için zor kararlar alınan ve beni biraz yoran bir bölümle sizlerleyim…

Gelecek bölümlerle ilgili spoiler ve diğer kurgularımdan haberdar olmanız açısından sosyal medyada buluşalım!

Kitap hesabı: olumlebasbasaofficall

Kendi hesabım: durukurtk

Bölüme başlamadan yıldıza basmayı ve satır arası yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin lütfen ballarım.

Keyifli okumalar!

 

Bölüm Şarkısı: Cihan Mertüzaoğlu- Bir Beyaz Orkide

 

25.BÖLÜM İSTİHBARATA İLK ADIM

Sabahtan beri koşmaktan bacaklarımı hissetmeyecek raddeye gelmiştim artık.

Yiğitler timine gelen görev, istihbarat üzerine çalıştığım için artık benim sorumluluğumdaydı. Ben yalnızca Kurtuluş’un görevleriyle ilgileneceğim sanırken bütün tugayın görevlerinde başı çekeceğimi birkaç saat önce öğrenmiştim.

İstihbarata ilk adımımı da an itibariyle atmış bulunuyordum.

Elimdeki dosyaları sıkıca kavrayarak merdivenleri koşarak çıktım. Yiğitler timinin odasına geldiğimde kapıyı hızlıca açarak içeride oturmuş pür dikkat Göktürk’ü izleyen adamların dikkatini bozmuş bulundum. “Devrem kolay gelsin.” Aynı rütbede olmanın verdiği keyif tarif edilemezdi…

Göktürk bunu anlamış gibi gülerken, “Sağ ol devrem asıl sana kolay gelsin hayırdır?” diyerek kan ter içimde kalmış halimi ve dosyaları işaret etti.

Dosyaları sallayarak yanına yaklaştığımda en üstteki dosyanın kapağını açıp önüne bıraktım. “Kadının ismi Şîyar. İsminin anlamı gibi oldukça da uyanık birisi. Kampın ele başlarından olan adamın bir numaralı göz bebeği. Yani demek istediğim o ki, görevimiz oldukça uzun sürecek…”

Bakışlarım yalnızca soy ismini öğrendiğim adama kaydığında, “Sezer.” Diyerek imayla gülümsedim. Timdeki yakışıklılığıyla göze çarpan tek adam bir kadın gözüyle bakacak olursam kesinlikle oydu. Sezer yapacağı şeyi anlamış gibi bana yüzünü buruştururken, “Komutanım.” Dedi ama bu deyiş bir sızlanmayla eş değerdi.

Sızlanması şen bir kahkaha atmama neden olurken, “Kadın böyle bir adama baktıysa,” diyerek elebaşının saçı sakalı birbirine girmiş pis bir fotoğrafını ona tuttum. “Seni görünce dibi düşer herhalde.”

Sezer ağlarcasına bir ses çıkararak yüzünü elleriyle kapattığında Göktürk ile eş zamanlı bir kahkaha attık. Göktürk, “Tamamdır o işi hallederiz senin demek istediğin başka bir şey var mı?” dediğinde dosyaları karıştırdım demem gereken başka bir şey var mı diye.

Son kez, “Sadece adamı değil kadını da getirmelisiniz. Araştırdıklarıma göre kadın tamı tamına dört senedir onlarla beraber çalışıyormuş ve olayın asıl kara kutusu kesinlikle o. İkisini de almayı becerirseniz ki çok güzel olur, ki bu işin büyük bir kısmı Sezer’e düşüyor…” dediğimde bütün timden keyifli bir kahkaha döküldü. Sezer hariç…

Göktürk derin bir nefes alarak kahkahasını durdurduğunda, “Tamamdır Yüzbaşım görev esnasında da topladığımız her bilgiyi saniyesinde sizinle paylaşacağız aklınız kalmasın.” Dedi sakince.

Başımı sallayarak dediğini onayladığımda, “O zaman kolay gelsin beyler!” diyerek odadan çıktım.

Sabahki randevudan sonra görev için Erdem tarafından bir telefon almıştım ve apar topar tugaya dönmüştük. Geldiğim andan beri örgütün daha önce yaptığı işler, içlerinde kimlerin yaşadığı gibi detaylar baş istihbarat sorumlusu olarak bana kalmıştı.

Alnımdaki terleri silerek beremi başımdan çıkardığımda omuzumun üzerine asarak dinlenme odasına girdim. Barkın ve Emiri dinleyen benim kadro oldukça keyifli gözüküyorlardı. Onlara kısaca bakarak kendimi Yıldırım’ın boş kalan yanına attığımda hafif üzerine devrildiğimde için beni ilk fark eden Yıldırım olmuştu. “Komutanım hoş geldiniz.”

İç çekerek ağrıyan başımı ovduğumda, “Hoş bulduk çaylak.” Diyerek mırıldandım.

Bakışlarım Barkınla kesiştiğinde başını yavaşça eğerek bacaklarının üzerinde kenetlediği ellerine bakmaya başladı.

Kapattığım gözlerimin ardından, “Anlaşabiliyor musunuz ciğerlerim?” dedim mırıldanarak.

Boğazını temizleyen Tekin’i duyduğumda, “Anlaşıyoruz Komutanım gayet iyiyiz.” Dedi.

Timin en memnuniyetsizine sormak daha mantıklıydı bence. “Ertuğrul sence?”

Ertuğrul neden ona sorduğumu anlamış gibi erkeksi bir gülüş sergiledi. “İyiyiz Komutanım gayet güzel anlaştık arkadaşlarla.”

Yattığım yerde iyice kaydığım için başım Yıldırım’ın karnına denk geliyordu. Pek umursamadım çünkü oldukça yorgun hissediyordum kendimi. “Emir!” gür sesimle bağırdığımda solumdan gelen postal sesi dudaklarımdaki gülümsemenin temelini oluşturdu. “Emredin Komutanım!”

Alnımda kapalı duran elimi gözlerimin üzerine indirdim. “Hadi bize bir kahve yap da içelim.”

Barkının bu konuya itiraz etmesini bekliyordum ve beklediğim şey saliseler içerisinde gerçekleşti. “Ben yaparım!”

Yüksek sesle attığım kahkaha Barkını şaşırtmış gibi yüzüme bakakalırken elimi dudaklarımın üzerine örttüm. “Emir yapsın yavrum otur sen.” İnatla yüzüne baktığım adam, “O zaman bana yapma ben içmek istemiyorum kardeşim.” Diyerek mırıldandı.

Aklıma gelen anı yüzümdeki gülümsemeyi genişletirken az da olsa mutlu hissettiğim anlar gözümün önüne serildi.

 

Yıkımla olan anlardan,

Koltukta boylu boyunca uzadığım yerde çatlamak üzere olan başım yüzünden sinirle ofladım.

“Neyin var?” Barkının meraklı sesini duyduğumda ileri uzattığım bacaklarımın havalandığını ve saniyeler içerisinde geri eski haline geldiğini hissettim.

Gözlerimi yarım yamalak açarak yanıma oturan adama baktığımda, “Başım ağrıyor.” Diyerek mırıldandım.

Emir mutfaktan, “Kahve içelim geçer. Yapayım mı?” diyerek bağırdığında Barkın benden önce, “Yap ama şekerli olsun az.” Dedi sakince.

Emir Barkını onaylayarak bir şeyler yapmaya başladığında yattığım yerden kalkmak dahi istemiyordum.

Kapalı gözlerim beni uykuya sürüklerken Emir’in kahveleri getirmesi üzerine gözlerimi açarak oturduğum yerden dikleştim. Avuç içime aldığım kahve fincanına burnumu yaklaştırdığımda nefesime karışan kahve kokusu ile dudaklarımdan hoş mırıltılar döküldü.

Tam kahveyi dudaklarıma yaklaştırdığım esnada yandan gelen püskürtme ve öğürme sesleri birbirine karıştı. Şok içerisinde ağzını kapatan Barkına baktığımda apar topar lavaboya gittiğini gördüm. “Ne oldu be!” arkasından bağırdım ama herhangi bir karşılık alamadım.

Emir kahveyi içerek yüzünü buruşturduğunda, “Galiba şekerle tuz karışmış.” Diyerek gergince gülümsedi.

Yumruk yaptığım elimi dudaklarımın üzerine kapattığımda gülmemek için kendimi zor tuttum.

Tuvaletten, “Emir!” diye bir kükreyiş duyduğumda kahkahamı tutamayarak keyifle gülmeye başladım.

Barkın tuzlu şeylerden nefret ederdi. Ne zaman tuzu fazla bir yemek veya başka bir şey yese midesi psikolojik bir şekilde ağrımaya başlar, hiç çekilmez bir adam olurdu…

 

“Emirciğim zaten sadece şekerimiz var istiyorsan Tekin sana nasıl ayırt edeceğini anlatabilir.” Diyerek Emir’e baktığımda Emir’in yüzü bozulurken, Barkan yavaşça gülmeye başladı. “Bence Emir yapmasın Komutanım.” Barkın kendini tutmaya çalışmasına rağmen bıyık altından gülüyordu.

Kaşlarım havalanırken, “Zorba olma Barkan! Bak ne güzel kahve içeceğiz işte…” diyerek histerik bir şekilde konuştum.

Barkan daha fazla bir şey demeden eski yerine oturduğunda, küçük çocuklar gibi çiçek olarak çattığı kaşlarıyla Emir’e bakmaya devam etti. Emir sakince küçük tezgâha yöneldiğinde eline aldığı cezveye suları koymaya başlamıştı bile.

Kalender, “Göreve ne zaman çıkacaklar?” diyerek bana doğru sorduğunda hızlıca cevap verdim. “Bu gece sabaha karşı gidecekler diye konuşmuştuk en son.”

Ertuğrul oturduğu yerden öne doğru kaydığında kollarını bacaklarına yaslayarak eğildi. “Şimdi sen dakika başı onları mı izleyeceksin? Ben pek anlamadım bu işi.”

“Başlarındaki kasklarda dıştan belli olmayan ama etrafı net gören kameralar yerleştirdik. Yani istediğim anlarda, eğer ki onlara ulaşamazsam neler yapabildiklerini görüyor olacağım. Onun haricinde merkezle iletişime geçtiklerinde gereken yönlendirmeleri yapacağım bu kadar.” Dedim olanı kısaca anlatırken.

Yıldırım başını yüzüme doğru eğdiğinde merakla, “Yani bundan sonra saha görevi yok?” dedi üzgünce sorarken.

Başımı yana yatırdığımda üzgünce cevap verdim. “Yok.”

Yıldırım alt dudağını sarkıtarak başını geriye attığında üzüldüğünü biliyordum ama kendimi zorladıkça daha da yıpratarak kaybediyordum. Bunun farkında olduğum halde devam etmek yalnızca ölüme sürüklenmekti.

“Kahve yaptım!” Emir’in heyecanlı sesiyle gülerek ortadaki masaya bıraktığı tepsiye baktığımda Ertuğrul, “Görevden inek güttü sanacak tamam kardeş en kahveci sensin.” Diyerek güldü.

Emir Ertuğrul’a bir günde alışmış gibi burun kıvırdığında kahvesini alarak bacak bacak üstüne attı. Yıldırım ikisi arasındaki değişik samimiyeti komik bulmuş gibi gülerken telefonu çalan Tekin koşarak odadan çıktı. Kaşlarım çatılırken, “Buna ne oluyor be?” dedim merakla.

Kalender, “Bir haltlar karıştırıyor da neyse.” Diyerek mırıldandı.

Yıldırım’ın elini tutarak hafifçe kalktığımda Kalender’e baktım. Çatık kaşlarıyla elindeki kahvenin köpüğüne bakıyordu. Ağzım beş karış aralanırken Yıldırım’a bakarak olayı anlayıp anlamadığını ölçtüm. Bana salak olan anlar moduyla bakan adama göz devirdiğimde sessizce gülmeye başladım.

Tekin Bey’in Kalender Bey’in kız kardeşi yani görümcemle bir meselesi vardı anlaşılan…

Geçen içtimada söylediğim ufak yalandan en çok etkilenen kişi Kalender ve Tekin olmuştu. Tekin’in telaşını Kalender’i sevip saymasına verecektim ama sonradan sonraya aklıma gelenler Tekin ve Mine arasında bir şeyler olduğunu düşünmeme neden oluyordu.

Yattığım yerden doğrularak kahvemi elime aldığımda bakışlarım elindeki kahve haricinde içenleri izleyen Barkına kaydı. Göz göze geldiğimizde seslice içtiğim kahve oldukça başarılı olduğundan gözlerimi kapatarak dudaklarımı yaladım.

Barkınla uğraşmayı bıraktığımda masada tek kalan Tekin’in kahvesini gördüm. Tekin’in kahvesini alarak odadan çıktığımda hızlıca tugayın kapısına yöneldim. Kapıdan etrafa baktığımda sürekli oturduğum çardakta tek başına oturan adam dikkatimi çekti. Sakin adımlarımın hedefi Tekin’ken hedefimden şaşmayarak soluğu yanında aldım. Kahveyi önüne bırakarak karşısına oturduğumda, “Ne o? Bir şeyler olmuş, dökül.” Diyerek kahvemden bir yudum aldım.

Elindeki telefonu tuş kilidi yaparak masaya bıraktığında kahvesini eline aldı. “Kafam karıştı.” Sesi sanki titriyor muydu bana mı öyle gelmişti?

Kaşlarım çatılırken yavaşça güldüm. “Kim diye sormayacağım çünkü çok belli ediyorsun. Ne olduğunu anlat bari.”

Kahvesini içerek derin bir nefes bıraktı ortaya. “Galiba olmaması gereken bir his besliyorum içimde.” Başını iki yana sallayarak uzağa daldırdı açık buz mavisi gözlerini. “Artık arkamda duracak bir ailemin olmaması gerçeği yüzüme daha net çarpıyor Komutanım. Bir yokuş var, insem ayrı dert dursam ayrı…” Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Emin olmak ve hata yapmamak adına oluşturduğu o ince ip üzerinde dengede kalmaya çalışıyordu.

Kollarını göğsünde bağlayarak sırtını çardağın tahta yüzeyine yasladığında geniş omuzları kollarını sıkmasının üzerine daha da gerginleşti. “Biz ölümle son nefeslerimizi oynuyoruz Komutanım. Attığımız her mermi bir rüzgârın esiş yönüyle dahi bize dönebilir. Çok riskli… Onu böylesine bir tehlikenin içine kendi ellerimle sürükleyemem. Evet belki ağabeyinden dolayı alışık ama ağabeyi onun hayat arkadaşı değil. O, kendi hayatını adayacağı adamın yolunu gözlemek zorunda değil Komutanım. Galiba o yokuşu hiç inmeden geri dönmek en mantıklısı.” Kararını vermişti ama bu kararın onu ne kadar üzdüğünü çözülmeye başlayan o buz kütlesinde görmüştüm. Buzun açık maviliğini andıran gözlerinin içindeki o şehvetten erimeye başladığına şahit olmuştum.

Kahvemin telvesi fincanın zeminine yayılırken fincanı hafifçe dairesel hareketlerle çevirdim. Bakışlarım telveden bir an olsun ayrılmazken sessizlikten kopan mırıltıyla, “Konu hakkında nasıl bir yorum yapsam kafanın daha çok karışacağını düşünüyorum. Hayatımda hiç âşık olmadım Tekin, o yüzden âşık olan bir insan mantığını yitirir mi bilmiyorum. Eğer ki mantığını yitiriyorsan bile o yokuşu indiğinde karşına çıkabilecek yeni kapıları düşün. Mantık ve düşünmek arasında bir uçurum var. Mantığını yitiriyorsan bile düşünmek zorundasın. Düşüncen mantıksız olsa dahi… Eğer ki onu üzeceğini ve her çıktığın görevde ardında telaşla bekleyeceğini düşünüp durmak istemiyorsan daha başlamadan bitmesi en mantıklı olur. Tabii bir de Mine’den dinlemek lazım bu durumu.” Dedim usulca.

Başımı kaldırır kaldırmaz gözlerimiz kesiştiğinde durgun bir ifadeyle başını salladı. Ona düşünmesi adına zaman vermek istediğim için cebimden bir dal sigara çıkarıp yaktım. İçime çektiğim zehri birkaç saniye içerisinde kasvetli havaya savuruyordum.

Samet’ten boşanma kağıtlarını istemem gerekiyordu. Üniformanın cebindeki telefonumu alarak mesajları açtığımda ilk sıralarda olan adama olayı özetleyen bir mesaj yazdım.

Armin Tan: Samet en baştan hazırladığımız boşanma kağıtlarını müsait olduğun bir zaman senden almam lazım. Daha fazla uzatmaya gerek yok olayları biliyorsun zaten. (18.07)

İşleri bitince geri dönüş yapacağı için telefonu kapatarak cebime koydum. Sigaramın külü vurarak düşürdüğümde bitmek için çırpınan son zehri içime çekerek kül kısmı ahşap yüzeye bastırdım. Çöpe fırlattığım izmarit istediğim yere düşerken Tekin’e baktım. Dalgındı. Dalgınlıktan ziyade mutsuz gibi…

İki adım atarak yanına yaklaştığımda omuzlarını sıkarak bir sorunda benimle konuşabileceğini aşıladım. Karla karışık yağan yağmur gerilmeme neden olurken kasvetli hava içimi daraltmıştı.

Görev hakkında bilgi edinmek adına Yiğitler timinin çalışma odasına geldiğimde kapıyı yavaşça araladım. İçeride kopan şen kahkaha ile kaşlarım çatılırken dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirdi. “Hayırdır beyler ne bu neşe?”

Bakışlarım masada oturan keyifli adamlara kaydığında tek bir ses doldurdu kulaklarımı. “Komutanım dalga geçiyorlar bir şey söyleyin ya!” Olayı az çok anladığımda Sezer’e bakarak gülüşümü gizlemeye çalıştım. Sezer gülüşüme bakarak, “Siz de mi Komutanım?” dediğinde dayanamayarak gür bir kahkaha attım.

Göktürk, “Beyefendi halinden pek bir huzursuz.” Diyerek önündeki dosyalardan sayfa çevirmeye başladı. Odanın bir diğer ucunda duran fazladan sandalyeyi Göktürk’ün sol çaprazında kalan Sezer’in yanına çektim.

Kapının üzerinden sarkan beyaz perdedeki görüntü araziye aitken, “Son planınız nedir dinlemek için geldim.” Diyerek mırıldandım.

Göktürk karşıdaki görüntüyü değiştirerek kampın konumu açtığında bakışların kuş bakışı bir şekilde dönen yapıya odaklandı. “İlk olarak Sezer’i içeri yollayacağız. Eğer ki olumlu bir dönüş alabilirsek ki bu süreç ne kadar uzar bizde bilmiyoruz ama elimizden geldiği kadar hızlı olmaya çalışacağız. Sezer’den gelen bilgileri topladıkça sana yollamayı düşünüyorum, bilgilerin çoğunluğu elimize ulaştıktan sonra yavaş yavaş içeriyi yıkmaya başlayacağız. Genel olarak bu şekilde, aksi bir durum yaşanırsa zaten direkt haberin olacak.” Başımı sallayarak araziye bakmaya devam ederken, “Çok zor bir görev değil ama gene de dikkat istiyor. Sezer’e alışmaları ne kadar sürer bilmiyorum ama eğer ki adam, kadının Sezer’e yöneldiğini anlarsa nasıl bir tepki verir onu kestiremiyorum. Acaba Sezer değil de,” bakışlarımı odada gezdirdiğimde aralarında yaşça büyük olan ve yüz olarak normal gözüken adama diktim. Soy ismini göğsünün üzerindeki kısımdan öğrenerek, “Ural mı girse içeriye?” dediğimde dudaklarım gergin bir vaziyette gelecek tepkiyi bekledi.

Göktürk’e baktığımda, “Aslında olabilir çünkü dediğin gibi adamın vereceği tepkiyi de düşünmemiz gerekiyor. Sanki en mantıklısı Ural’ın girmesi gibi…” diyerek gözlerini yere daldırdı.

Sezer yanımda rahat bir nefes verdiğinde karşımda kalan Ural iğrenircesine masaya bakıyordu. Galiba pek de memnun olmamıştı bu durumdan… Ellerimi hızlıca birbirine çarparak ayaklandım. “O zaman kalkın ve hazırlanın beyler! Malum gece yola çıkacaksınız uyumaya fırsatınız olur o sırada.”

Hepsi beni onayladığında yanlarına tekrar uğrayacağımı belirterek odadan çıktım.

 

KURTULUŞ

Çalan kapının sesi beni uykumdan çekerek aldığında gözlerim yavaşça aralandı. Hızlıca yattığım yerden toparlandığımda postallarımı ayağıma geçirerek kalktım. Kapıyı yavaşça araladığımda karşımda duran Yıldırım’a yavaşça tebessüm ettim. “Gitmedin mi sen daha?”

Yıldırım bana benim gibi tebessüm ederek baktı. “Hiçbirimiz gitmedik Komutanım. Saat yaklaşıyor Yiğitlere bakacaksanız hızlanın diye uyandırdım.”

Beni düşünüyorlardı. Benimle beraber yorulup benimle beraber dinleniyorlardı. Artık bir aile sayılır mıydık bilmiyordum ama ben bu hayatta asla tatmadığım o aile sevgisini onlarda hissetmiştim.

Yıldırım’ı omuzlarından kendime doğru çekerek sırtını sertçe sıvazladığımda, “Bu aralar durumlar karışık biliyorsun… Seni unuttuğumu düşünme elbet bir gün dertleşeceğiz Çaylak!” diyerek geri çekildim yavaşça.

Ellerim omuzlarının üzerinde durmaya devam ederken bana ilk günlere nazaran ruhsuz gözlerle baktı. Yaşanılanlar o sempatik adamı sömürmüş gibiydi bizden…

Başını salladı ağırca. “Konuşuruz Komutanım… Elbet bir gün biz de dertleşiriz.”

Ellerini omuzlarından yavaşça aşağı indirerek kollarına doğru vurdum severcesine. “Hadi sen dinlenme odasına geç bende Yiğitlere bakıp geleyim aslanım.” Beni onaylayarak merdivenlere yöneldiğinde bizim teçhizat odamızın yanında kalan odaya yöneldim. Kapıyı tıklattığımda hızlıca aralanan boşluktan içeriye baktım kısaca. “Beyler hazır mıyız?”

Göktürk yerdeki çanta yığınını kapının yanına sürüklediğinde yüzüme yandan bir bakış attı. “Hazırız Albayı bekliyoruz.”

Başımı sallayarak gözlerimi üzerinden çektiğimde bakışlarım Ural da çakıştı. “Ural herhangi bir sorun yok değil mi aslanım?” diyerek sert bir sesle konuştuğumda çatık kaşlarının ardından olumsuzca başını salladı. “Yok Komutanım, her şey yolunda.”

“Olası bir durumda konuşamayacak gibi olursanız veya bana bir şey göstermek isterseniz kasklarınızdaki kameraları aktifleştirin. Onun dışında zaten telsizlerinize her zaman ulaşmak istiyorum.” Bu ilk istihbarat üzerine çalışışım değildi ama ilkinden bu yana yıllar geçmişti. İster istemez heyecanlanıyordum.

Sezer bana dönerek, “Komutanım biz görevden dönene kadar siz hep mi başımızda duracaksınız?” dediğinde başımı iki yana salladım. “Hayır, bazı arkadaşlarla dönüşümlü çalışacağız ama elimden geldiğince sizinle olmaya çalışacağım.”

Son birkaç soru ve plan hakkında genel konuşmamızı yaptığımızda onları yalnız bırakarak odadan ayrıldım. Merdivenlerden hızlı adımlarla indiğimde aynı hızla odaya daldım. Hepsi ayaklanarak bana baktığında göz devirerek, “Oturun oğlum ya!” diyerek söylendim.

Boş kalan yere kendimi attığımda, “Niye gitmediniz siz?” dedim Kalender’e bakarak genelleme yaparken.

Kalender, “İstihbarat üzerine uzun zaman sonra ilk görevin olduğundan bekleyelim dedik.” Diyerek mırıldandı yorgunca. Anladım dercesine başımı salladığımda Tekin elindeki kupa dolu tepsiyi ortaya bıraktı. “İçin Komutanım içiniz ısınsın.”

Gülerek, “Sağ ol Tekin, eline sağlık.” Dedim ortadan bir kupa alarak. Görev olduğu için biraz uyumak istemiştim ve uyanana kadar saat gece yarısına dayanmıştı bile… Şu anda pek ayılamadığım için gözlerim bulanık görüyor ve halsiz hissediyordum.

Kupayı dudaklarıma yaklaştırarak içerisine hafifçe üflediğimde ufak bir yudum aldım. Kahve beklediğim içeceğin farklı çıkması beni şaşırtırken kaşlarım yavaşça havalandı. “Salep yapmışsın…” Tekin’e bakarak gülümsediğinde başını yarasın der gibi salladı.

Çapraz solumda, U koltuğun uç köşesinde oturan Emir elindeki bardağı bacağının üzerine yasladığında kaçamak bakışlarını üzerimde dolandırdı. “Komutanım siz şimdi kiminle evlisiniz tam olarak?” sorusunu sorar sormaz Barkın ve Emirin bakışları aynı anda yüzük parmağıma odaklandı.

Tekin bıyık altından gülerken Kalender arkasındaki yastığı kafasına fırlattı. “Kes Tekin!”

Tekin gülmesini tutmaya çalışarak Kalender’e bakarken, “Emredersiniz Komutanım.” Diyerek usluca arkasına yaslandı.

Emirin kaşları hafifçe çatılırken Yıldırım gülerek, “Kalender ve Armin Komutanlarım birbirlerine süper aşık ikili olarak anılıyorlar Tugayda. Zamanla sizde alışırsınız zaten, tabii ki Kalender komutanımla evlenecek sizde yani.” Diyerek çocuğunu över modlu teyzeler gibi Kalender’i övmeye başlayan adama şaşkınlıkla baktım.

Aynı anda Kalenderle birbirimize bakarak ukalaca güldüğümüzde bu adamla çok daha erken tanışsak daha da bomba bir ikili olacağımıza tam anlamıyla emin olmuştum. Sağ elim kupanın kulpunu kavrarken sol elimi yumruk yaparak solumda kalan Kalender’e uzattım. Aynı şekilde sol elini yumruk yaptığında yüzüklerimizin çarpıştığını duydum.

Emir, “O kadar şaşırdım ki…” diyerek mırıldanırken alaycı bakışlarımı üzerine çevirdim. “Ne o evde kalırım diye mi korktun ciğerim?”

Emirin kaşları şaşkınlıkla havalanırken Barkının yavaşça güldüğünü duydum.

O anlardı benim esprilerimi o bilirdi benim neyle dalga geçip geçmeyeceğimi…

Aklıma gelen soruyla hızlıca Emire baktım. “Emir,” diyerek mırıldandığımda hızla, “Emredin Komutanım.” Dedi.

Yavaşça yutkunarak, “Emel teyze… Görüştün mü onunla?” dedim umutlu bir haber gelmesi adına.

Emirin bakışları zemine düştüğünde gözlerini kırpıştırdı birkaç kere. “Görüştüm, görüştüm.” Üzgün çıkan sesi kalbimi tekletirken yattığım yerde dikleşip telaşla, “Yaşıyor… Yaşıyor değil mi?” dedim yüzüne pür dikkat bakarken.

Gözleri saniyesinden kızaran adam, “Keşke ölseydim dedi bana.” Diyerek mırıldandı zar zor. Yavaşça yutkunduğunda sanki nefes almak bile ona zor gelmişti. “Meme kanseri olmuş Komutanım. Saçları, kaşları, kirpikleri, tırnakları… Karşısına çıktığımda sanki gelmemi bekliyormuş gibi hiç tepki vermeden kollarını açtı iki yana. Sanki baştan beri yaşadığımı bilir gibi… Normalde onun ağlaması benim onu teselli etmem biraz daha mantıklı olabilirdi. Onu öyle görünce kendimi iki yaşında bebek gibi hissettim. Kanser olmuş Komutanım. O güzel kadın yokluğumda yalnızca erimiş.”

Ağzım açık bir vaziyette Emire bakakalırken Barkının Emiri kendine çekerek sıkıca sarıldığını gördüm yalnızca.

O gün evde son kez dolaştığımda görmüştüm. Hatta kendi kendime anmıştım kadını… Ne de güzel kadındı öyle…

“Peki durumu nasılmış?” çekingendi sesim. Bir o kadar ürkek bir o kadar tedirgin…

Emirin sesini duydum. Titreyen sesini. “Tedavisinin bitmesine çok kalmamış aslında ama son zamanlarda hastalığı tetiklenmiş ve doktorlar pek de iyi şeyler söylemiyormuş.” Barkının kollarından çıkarak başını ellerini arasına aldığında, “İzin alabilirsem Ankara’ya dönüp doktoruyla konuşacağım. Ben yokken çok şey değişmiş Komutanım, nasıl düzelir bilmiyorum.” Dedi sinir ve hüznü harmanlayan sesiyle.

Ellerim buz kesmişti. Kanımın çekildiğini hissettim. Ellerimi yüzüme kapatarak derin bir nefes aldığımda bir çarpma sesi duydum. Ellerimi yüzümden çekerek Emire baktığımda başını arasındaki koltuğun sert kısmına çarptığını gördüm. “Lan oğlum dur!” hızla yerimden kalkarak Emire koştuğumda yanında oturan Tekin, Emirin başını sıkıca tutarak kendini yere çekti. Yere düşen ikiliye bakakaldığımda Emirin ellerini başına vurduğunu gördüm.

Ertuğrul hızla Emirin ellerini tuttuğunda geri kalanlar ise odada ayaklanmış ve panik havasını ateşlendirmişti.

Yere eğilerek Emirin yüzünü ellerimin arasına aldığımda, “İyileşecek oğlum! İyileştireceğiz. Önce bir öğrenelim sonrasında elimizden gelenin en iyisini yaparız. İyileşecek ulan!” diyerek yüzüne bağırdığımda derin nefesler aldığını gördüm. Sakinleşmesi adına, “Hiçbir şey olmayacak.” Diyerek fısıldadım yüzüne. “Hiçbir şey…”

Anneler bu hayatın en gözde parçalarıydı. Anneler her zaman için gülmeli ve sağlıklı olmaları lazımdı. Onlara bir şey olmamalıydı. En azından gerçek sevgiyi kalbinde besleyebilenler için…

Emiri kendime çekerek sıkıca sarıldığımda kulağına doğru fısıldadım. “Elimizden gelenin en iyisini yapacağız Emir. İyileşecek.”

“İyileşsin Komutanım başka kimim var?” omuzlarını kaldırıp indiren adama baktım geri çekilerek. En az onun kadar bende üzgündüm. Emel teyzeyle pek görüşme imkânımız olmasa bile çok tatlı bir kadın olduğunu biliyordum.

İyileşecekti. Olması gereken de bu değil miydi zaten?

 

KURTULUŞ

Karşımda pervaneleri son hız dönen helikoptere zar zor bakarak Yiğitlere döndüm. “Gider gitmez merkezle iletişime geçmenizi istiyorum, en ufak sorunda elimizden geldiğince size yardımcı olacağız.”

Göktürk başını sallayarak beni onayladığında Ural’a bakarak hazır olup olmadığını test ettim. Bana hazırım dercesine bir bakış attığında arkamızdan gelen adım seslerinin kime ait olduğunu anlayarak istemsizce hazır ola geçtim.

“Rahat asker!”

“Sağ ol!”

Miralay yanımdan geçerek Göktürk ile kısa bir konuşma yaptığında daha fazla oyalanmalarını istemediği için tüm timi helikoptere gönderdi. Helikopterin pervanelerinin meydana getirdiği şiddetli rüzgâr saçlarımı dağıtacağı anı beklerken hareket dahi etmeden pervanelere bakmaya devam ettim. Helikopter alandan havalanarak karanlığa yükseldiğinde kısa bir süre daha olduğum yerde dikilmeye devam ettim.

“Komutanım!” Tekin’in sesini duymamla hızlıca arkama döndüm. Bana koşan adama anlamsızca bakarak, “Bir sorun mu var?” dedim endişeyle.

Başını iki yana sallayarak, “Ertuğrul yemek almış Yiğitler alana gitmeden yiyelim isterseniz.” Diyerek yanıma geldi.

Yavaşa tebessüm ederek, “Çok acıkmıştım zaten hadi yiyelim.” Dediğimde Tekin’in koluna girerek ormanlık alandan bahçeye doğru yürümeye başladık.

Postallarımızın altında ezilen ince dal parçaları çıtırdayarak tatlı bir sesi kulaklarımıza ulaştırdığında yavaşça kıkırdadım. Gülmem Tekin’i mutlu etmiş gibi yavaşça gülümseyerek bana döndü. “Hoşunuza mı gitti Komutanım?”

Küçük bir çocuk gibi gülerek başımı salladığımda benim gibi gülümseyerek kolumu bıraktı. Ne yaptığını anlamak istercesine yüzüne bakarken yere eğilen adamın hareketlerini izlemeye başladım. Yerdeki ince dal parçalarını avcunun içerisine toplarken oldukça ciddi gözüküyordu.

Kısa bir süre içerisinde iki avcundan taşan ince dallarla yanıma geldiğinde dal parçalarını yavaşça postallarımın önüne bıraktı. Eğildiği yerden kalkarak bana baktığında iki elini ellerimi vermem adına bana uzattı. Anlamsızca yüzüne bakmaya devam etmeme rağmen ellerimi ellerine bıraktığımda yavaşça mırıldandı. “Basın hadi.”

Hafif bir kahkaha atarak yerdeki dal parçalarına baktığımda hevesle üzerlerine bastım. Kırılan dal parçalarının sesini duyduğumda istemsiz bir şekilde güldüm. “Çok tatlı bir ses değil mi?” gülerek sorduğum soruya karşılık, “Öyle Komutanım.” Diyerek gülümsedi.

Olduğum yerde birkaç kere daha postallarımı gezdirdiğimde ufalan dal parçaları ile yavaşça tebessüm ettim. Tekin mutlu olmama sevinmiş gibi bana bakarken, “Arada tekrarlarız Komutanım.” Diyerek gülmeye başladı.

Soğuktan buz kesmiş ellerimi onun da elini üşütmemek adına çektiğimde yavaşça omzuna vurdum gülerek. “Tekrarlayalım bakalım Asteğmenim.”

Güle oynaya ormanlık araziden çıktığımızda Tugayın çatı hizasına takılan iki şiddetli ışık bahçeyi aydınlattığından gözlerim kısıldı. Karanlığa alışmıştım tabii…

Oyalanmadan içeri girdiğimizde hızlıca sola saparak dinlenme odasına girdim. Ortadaki masaya kurulmuş kutulara bakarak kaşlarımı kaldırdığımda, “Ne yaptın Üsteğmenim sen ya?” diyerek Ertuğrul’a baktım.

Ertuğrul Kalender’in yanını işaret ederek, “Komutanım oturun da başlayalım isterseniz.” Diyerek aç olduğunu belirtti.

Ortama hızlıca ayak uydurduğumda masadan bir lahmacun alarak içerisine yeşillik doldurdum. Hızlıca sardığım lahmacundan bir ısırık aldığımda gerçekten de ne kadar acıkmış olduğumu daha iyi anlamıştım.

Etrafta sessizlik hakimken tek çıkan ses lahmacunun sarılma sesi olabilirdi…

“Komutanım Yiğitler çıktı mı yola?” soru Yıldırım’dan gelmişti.

Ağzımdaki lokmayı yutarak Yıldırım’a döndüğümde, “Az önce gittiler. İki, üç saate kalmaz ulaşırlar.” Dedim tahmini düşündüğüm bilgiyi söyleyerek.

“En az altı saat.” Mırıldanana Barkına kaşlarımı çatarak baktığımda, “Ne?” diyerek mırıldandım.

Ayranını içerek yavaşça yutkundu. “Hakkâri sınırına gitmiyorlar Komutanım. Tunceli civarlarına gidiyorlar yani nereden baksanız en erken altı, yedi saate orada olurlar.”

Kafam bugün oldukça karışıktı. Barkın doğru söylüyordu ama anlık bir karmaşayla konumlarını karıştırmıştım. “Doğru. Bugün biraz kafam karışık unuttum bir anlık.”

Barkın bana bakarak göz kırptığında yanımda oturan Kalender ikimize garip bakışlar atarak lahmacununun son parçasını ağzına attı.

Emir ikimize bakarak, “Komutanım ne zaman evlendiniz?” dedi merakla.

Âhi olsaydı bu soruya karşılık, fazla merak… diyerek başlardı cümlesine. Aklıma gelen yüzü ile içime bir sıkıntı oturduğunda araya girip ortamı neşeye boğan ses elbette ki Yıldırım’a aitti. “Çok olmadı aslında, iki ay falan herhalde…” düşünür gibi yüzünü hafifçe buruşturduğunda, “Ay siz onu bunu boş verin, çok yakışmıyorlar mı?” diyip gülerek bize baktı.

Kalender ellerini ıslak mendille silip arkasına yaslanırken kollarını göğsünde kavuşturdu. “Asıl onu bunu boş versek de senin bu boş boğazlığını ne yapacağımızı mı konuşsak? Hazır Yiğitlerin varmasına çok varken bir içtima mı yapsak? Sana ayrı, özel bir şeyler falan…”

Yıldırım bana bakarak onu kurtarmam adına bakışlar attığında kendime ikinci lahmacunumu sararak yemeye başladım.

“Komutanım vallahi Emir Komutanım sordu diye söyledim yoksa biliyorsunuz karışmam öyle şeylere…” sonlara doğru içine kaçana sesiyle Kalender’in eğlendiğine dair çıkardığı mırıltı günyüzüne çıktı.

Kalender ayaklanarak üniformasını düzelttiğinde, “Hadi kalk.” Diyerek Yıldırım’ın tepesine dikildi. Yıldırım elindeki çeyreği kalmış lahmacunu masaya bıraktığında yavaşça yutkunarak alttan alttan Kalender’e baktı.

“Üstçavuşum kalk.” Kalender’in tehditvari sesi Yıldırım’ın içine işlediğinde hızlıca ayaklanıp önden ilerleyen Kalender’in peşine takıldı. Kalender içeriye son kez bakarak kapıdan çıktığında Yıldırım bana döndü. “Komutanım yardım edin lütfen…”

Lahmacunumun içerisinde ortada kalan yeşillikleri doldurduğumda tekrardan sararak ağzıma götürdüm. Dibi gören ayranımı hafifçe döndürerek içtiğimde Yıldırım umutsuzca odayı terk etti.

“Sadece merak ettim yani yoksa biliyorsunuz Komu-“ Emirin cümlesini yarıda keserek, “Kalender Komutanının yanına bir uğra Teğmenim. Tek kişiyi çalıştırmak sıkar onu, Yıldırım’ın yanında seni de test eder.” Diyerek kapıyı işaret ettim çık dercesine.

Emir şaşkınlıkla bana bakarken yanında oturan Barkın Emiri kolundan iterek ayağa dikti. “Hadi git lan hepsini yedin zaten hayvan!” Barkın Emirin yarım kalan lahmacununu yemeye başlayarak keyifle güldü.

Emir hızlı adımlarla odayı terk ettiğinde ortada kalan lahmacunları Barkınla beraber aylardır aç kalan hayvan misali yemeye başlamıştık.

 

KURTULUŞ

Adımları hızlandırarak zemin katta duran spor salonuna girdiğimde karşımda kalan çeşitli aletlere kısaca baktım. Tam karşımda kalan deri kaplamalı kapıya bakarak hızlıca koştuğumda beklemeden içeriye girdim. Geniş oda şaşırmama vesile olurken dört uzun masanın üzerinde duran bilgisayarlar tam karşıdaki geniş ekrana sırtlarını dönmüş vaziyettelerdi.

“Armin Yüzbaşı?” sert çıkan ses bakışlarımı sesin geldiği noktaya çevirirken karşıma çıkan kadın ile bakışlarım donuklaştı. Bu kadını ilk defa görüyordum.

“Üsteğmen Çağla Ermen ben, Hakkâri istihbarat sorumlusuyum. Namınızı çok duydum ama tanışmak bugüne kısmetmiş.” Elini uzatan kadına aynı şekilde karşılık vererek başımı eğdim yavaşça.

“O zaman başlayalım.” Hızlıca dev ekranın önüne geldiğimde bilgisayarların başında oturan beş kişilik ekibe baktım. “Yiğitlerin frekansını ayarlayın istihbarat halinde olmak istiyorum.” Ciddiyetle oturanlar baktığımda içlerinden birisi kısa bir süre içerisinde bir bağlantı oluşturmuştu.

“Merkez dinlemede, Yiğitler durum bildir.” Sert bir sesle giriş yaptığımda kollarım ardımda bağlı vaziyette karanlık odanın tek ışık kaynağı olan dev ekrana baktığımda odayı dolduran ses Göktürk’e aitti. “Alana giriş yaptık, her şey konuştuğumuz gibi. Birazdan içeriye yollayacağız.”

Çok detay vermeyen adama karşılık, “Kameranızı aktif edin Yüzbaşım.” Diyerek çatık kaşlarım eşliğinde ekrana baktım. Birkaç saniye içerisinde ekrana yansıyan görüntü karlı bir araziye aitti. Göktürk başını oynatarak etrafı kısaca bana gösterdiğinde, “İçerideki durum hakkında bilgimiz var mı?” dedim merakla.

“Şu anlık sakin duruyor. Güzel bir haberim var, Şîyar’ı ilk dakikada gördük ve işimiz kolay gözüküyor.” Başını dağlık arazinin en ucunda duran kullanışlı kampa çevirdiğinde arkamı dönerek, “Açıyı yakınlaştırın.” Dedim.

Kamera kampa doğru yaklaştığında dağdan aşağı inen kadına baktım dikkatlice. Hareketlerinde bir gariplik yoktu, orada nasıl yaşanılabilirse aynen o şekilde yaşıyordu. Karla kaplanmış arazide zemini görememenin verdiği sıkıntıyla sinirle etrafa baktı.

Fırsattan istiare, “Ural! Hemen aşağı inip Şîyar’a yardım ediyorsun. Üzerindekiler ve tüfeğin hazır mı diye sormadığımı var sayıyorum.” Diyerek ekrana doğru konuştuğumda ekran hızlıca ikiye bölündü. Yeni eklenen görüntü Ural’a aitken Göktürk’ün kamerasına yansıyan görüntü Ural’ın üzerindeydi.

Üzerindeki eski kıyafetler içerideki adamların üstlerini andırırken elindeki tüfek teröristlerin kullandığı kendi yapımları olan değişik bir tüfekti.

Ural apar topar aşağı indiğinde Göktürk kalan tim üyelerini alarak kayalara mevzilenmişti.

Göktürk’ün görüntüsünü ekrandan alarak Ural’ın hareketlerini izlemeye başladığımızda Şîyar’a git gide yaklaşan adamı gördüm. Soluğu hızla kadının dibinde alan adam akıcı bir Kürtçeyle konuşmaya başladı. Şîyar’a dönerek, “Siz kimsiniz?” diyen adama cevap Kürtçe bir şekilde gelmişti. “Asıl sen kimsin?” kadının sert ve inatçı sesi ile Ural, “İş çıkmayınca dolaşayım demiştim ama görünen o ki yeni bir işim oldu.” Dedi keyifle.

Şîyar peçesinin tek açık bölümü olan gözlerini kıstı. “Kimlerdensin?”

Ural ezbere giden konuşmayı teröristler arasında Kobra olarak anılan ve onların korkulu rüyası olan adamın ismini söyledi sessizce. “Kobra.”

Şîyar alay edercesine güldüğünde, “Bende Ejder. Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diyerek sinirle Ural’a yaklaştı.

Kobranın elimizde olduğundan haberi olduğunu biliyorduk elbette… Ural bunu daha önce konuştuklarını bildiğinden, “Patlayan kampın bir intikamı olacağını da tahmin etmen gerekirdi.” Diyerek tam da can damarlarının üzerinde gezindi.

Şîyar Ural’a bakarak, “Biz zaten bunu tahmin ederek harekete geçtik, sen sıkma canını. Hadi ikile!” dedi arkasını dönüp ilerleyerek.

Göktürk’ün sinirle küfreden sesini duyduğumda Ural’dan bir hamle gelmişti. “Birilerinin ayağında dolaşmak mı yoksa kendi ayaklarının etrafında başkalarını süründürmek mi?”

Şîyar olduğu yerde duraksayarak arkasını döndüğünde, “Ne diyorsun sen be?” diyerek sinirle sordu.

Ural gülerek Şîyar’a bakmayı sürdüğünde, “Neden onlara hizmet ediyorsun? Bırak onlar sana hizmet etsin diyorum.” Diyerek bir adım attı ileriye doğru.

Yakınlaşan ikiliyi izlerken Şîyar sakin bir sesle, “Nasıl olacakmış o?” dedi merakla.

Ural omuz silkerek, “Madem amaçlarımız ortak, o zaman bana ayak uydur.” Dedi gizemli bir ses tonuyla.

Şîyar peçesini aşağı çekerek yüzünü tam kameranın olduğu kısma çevirdi. Sanki göz göze gelmişiz gibi içimi saran his beni huzursuz etmişti. Pür dikkat ekrana bakmaya devam ederken Şîyar’dan gelen hamleyi hiçbirimiz tahmin etmemiştik.

Yakınlaşan ikili beni dumura uğratırken duyduğumuz sesler ile gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Arkamda duran Çağlaya bakakaldığımda onunda en az benim kadar şaşkın olduğunu gördüm.

“Ural sakın ani bir tepki verme, dikkat çekmesin.” Göktürk fısıldayarak Ural’a ulaşmaya çalıştığında ikili arasındaki yakınlık birkaç saniye içerisinde son bulmuştu.

Şîyar, “Neden olmasın.” Diyerek peçesini geri yüzüne çektiğinde indiği yolu Ural’ın yardımıyla dikkatlice çıktı. Tam kampın yanında durarak Ural’ı köşeye çektiğinde, “O zaman yeni geldiğini kimseye belli etmiyorsun ve kısa bir süre içerisinde aklında ne varsa benimle paylaşıyorsun.” Diyerek mırıldandı.

Çok hızlı olmuştu ama başarılı bir operasyon olma yolunda ilerliyordu.

Ural, Şîyar ile konuşmaya devam ederken sadece Göktürk’ün dinleme cihazına, “Siz kendinize güvenli bir yer bulun ve olası bir durum karşılık tetikte kalın. Ural içeride bilgi toplayana ve Şîyar’a iyice güven verene kadar bu şekilde devam edeceğiz.” Dedim sakince.

Göktürk sesimi duymuş olacak ki, “Sen daha fazla bekleme içtima saati yaklaşıyor Kurtuluş’un yanına geç. Önemli bir şey olursa zaten irtibat halinde oluruz, zamanımız çok.” Diyerek bana konuştu.

Göktürk’ü onayladığımda kamera ve sesi kapattırarak Çağlaya döndüm. “Önemli bir şey olursa bana haber vermeyi unutmayın o halde. Şimdi çıkıyorum içtimaya yetişmem lazım… Biter bitmez geleceğim.”

Çağla önüne düşen saçını geriye itekleyerek beni onaylarcasına başını eğdi. Tam kapıya yöneldiğim sırada içeriye bodoslama dalan Erdem ile burun buruna geldik. Hızla geri çekildiğimde nefes nefese kalmış Erdem’e şaşkınlıkla baktım. “Senin ne işin var burada?”

Erdem kaşlarını havalandırarak, “Bende istihbarat üzerine çalışıyorum ama görünen o ki yetişememişim Komutanım.” Diyerek içeriye baktı ümitsizce. Yeni öğrendiğim bilgiyle kaşlarım havalandığında olayı es geçerek sordum. “Kurtuluş geldi mi?”

Erdem başını sallayarak, “Yeni geldiler. Hepsi bahçede bekliyor şu anda.” Diyerek mırıldandı.

Odadan çıktığımda spor salonuna kısaca bakarak oyalanmadan dışarı çıktım. Kar lapa lapa yağarken yüzümü buruşturarak etrafa bakındım. Neredelerdi?

“Komutanım!” Tekin’in sesiyle aynı anda bakışlarımı ileride bekleyen adamlara çevirdiğimde hızlıca yanlarına yürümeye başladım.

“Günaydın asker!”

“Sağ ol!”

“Nasılsın asker?!”

“Sağ ol!”

Tam karşımda rütbe sırasına göre dizilen adamlara baktığımda herkesin burada olduğunu gördüm. İçimde hafif bir heyecan vardı çünkü bu içtima Barkın ve Emirle seneler sonra yapacağımız ilk içtimaydı.

Barkın ne hissettiğimi anlar gibi dudağını hafifçe kıvırdığında göz devirerek içtimanın gidişatını düşünmeye başladım. Çok ağır bir içtima yapıp yormak istemiyordum kendilerini çünkü Yiğitler görevdeydi ve olası bir duruma karşı desteğe gidebilecek bir time ihtiyaç vardı.

“Altmış tur koşuyla başlıyoruz sonrasına bakacağım, hadi beyler marş!” gür bir sesle bağırdığımda Barkına bakarak önden başlamasını işaret ettim. Özlemiş bir halde gülerek koşmaya başladığında arkasından takip eden yavru ördeklerime baktım.

Seviyordum şebekleri.

 

KURTULUŞ

Dünkü koşudan sonrası biraz felakete dönüşmüş, havuzu açtırarak lapa lapa yağan kar eşliğinde nefes içtimasını da normal içtimaya karıştırmıştım. Barkın ve Emir her ne kadar havuz aşkımı bilseler de aradan geçen zaman zarfında ufaktan bir hamlama yaşamışlardı.

Kalender sağ olsun deli hallerime alışmış gibi ben demeden parkuru hazırlatmış, sırayla herkes görevini bildiğinden havuza geçmişlerdi.

Şu anda ise var gücümle koşuyordum çünkü Yiğitlerden haber vardı. Dün bütün gün boyunca neler olduğu hakkında Çağla ile birlikte bilgi toplamış ve sorun olmadığına kanaat getirince ayrılmıştık.

Arabadan inerek anahtarı gördüğüm ilk ere fırlattığımda hızlıca içeri girerek zemin kata koştum. Spor salonunun parlayan sahası postal sesleri ile cızlarken karşımdaki deri kapıyı açarak içeri girdim. Çağla ekranın önünde Yiğitler ile konuşuyordu.

“Göktürk! Ural’dan haber var mı?” Kapının önünden bağırarak ekrana yaklaştığımda Çağla bana kısa bir baş selamı vererek ekrana geri döndü.

Göktürk sesimi duymuş olacak ki hızla cevap verdi. “Dün gece irtibata geçtik, Şîyar ile samimiyeti hafiften arttırmışlar. İçerideki adamlardan Ural’ı fark eden yokmuş çünkü oldukça kalabalık olduğundan artık birbirlerini tanıyamıyorlarmış. Ural kampın köşelerine dört tane bomba yerleştirmeyi becermiş ama devamı da gelecek. Genel olarak sorunumuz yok.”

Çağlaya dönerek derin bir nefes verdiğimde bana bakarak yavaşça gülümsedi. Çağla kollarını göğsünde kavuşturduğunda üzerindeki üniformanın kol kısımları gerildi. “Ural’a sorun, tahmini ne zamana çatışabilecek duruma gelirmiş?” Göktürk, Çağla konuştuğundan sesi yadırgamış gibi bir mırıltı çıkardığında boğazını temizledi. “Şu anda nöbette duruyor çok dikkat çeker o yüzden yalnızca kulaklığa konuşabilirim.”

Göktürk Ural’ın kulağındaki özel yapım kulaklığa, “Ural tahmini ne zaman çatışma başlar sence koçum? Bir hafta içinde hallederiz diyorsan gözünü kırp.” Diyerek mırıldandığında komiğime gittiğinde gülmemi saklamaya çalıştım.

Çağla yandan bana bakarak halime güldüğünde, ekrana Ural’ın görüntüsü yansımıştı. Ural üzerindeki puşi ve eskimiş kıyafetleriyle tam onlar gibi gözüküyordu. Görüntü Göktürk’ün kamerasından yansıdığı için aralarındaki mesafe bulanık bir görüntü sağlıyordu. Ural nerede olduğunu bildiği timine yavaşça dönerek gözlerini yumduğunda ellerim yumruk haline geldi.

Başarılı bir operasyon olacağına şüphem yoktu.

“Ural’ın yanında kaç bomba var?” bunu merak ediyordum işte. Elinde o kamp yerle bir edecek türden bomba olması lazımdı ki işimiz uzamasın…

Göktürk, “Dört tane geniş çaplı bomba, altı tanede orta boy yıkıcı bombalar var elinde. Dördünü zaten yerleştirmiş, geri kalan altı bombayı da can alıcı noktaları bularak yerleştirdiğinde işimiz daha da kolaylaşacaktır.” Dedi soğuktan ve yüzündeki maskeden boğuk çıkan sesiyle.

Çağla herhangi bir sorunda bizlerle irtibat halinde olmaları gerektiğini bir kere daha hatırlattığında iletişimimizi sonlandırmıştık.

“Başarılı bir operasyon olacağını düşünüyorum Komutanım.” Çağla bana dönerek sinsi bir tavırla dudak kıvırdığında tek kaşımı kaldırarak baktım yüzüne. “Umudum o yönde.”

Odadan çıkarak dinlenme odasına geçtiğimde henüz gelen kimse yoktu çünkü saat beşe anca geliyordu. Havanın karanlık olması değil zifiri karanlık olmasından kaynaklanan sıkıntım benimkiler gelince geçerdi muhtemelen.

U koltuğa yavaşça kurulduğumda sırtın hızla rahat yastıklarla buluştu. Doğru düzgün uyuyamamıştım bile… Dün sabah Kurtuluş’a içtimayı yaptırır yaptırmaz hepsini kendi hallerine bırakmış ve Çağla ile beraber operasyon hakkında konuşmuştuk. Sonrasında Kalender sağ olsun dosyaları halletmiş benim imzalamam gerekenleri de bana getirmişti. Zaten öyle böyle derken akşam olmuş, Kurtuluş evlere dağılmış bizde Göktürkler ile birlikte durum değerlendirmesi yapmıştık. Şimdi ise durum değerlendirmesini yapıp eve uyumak için gittiğin bir saat sonunda geri tugaya gelmiştim.

Mükemmel iki gün!

Kolumu gözlerimin üzerine siper ederek dinlemeye çalışırken, az daha böyle durursam uyuyacağımı hissediyordum gerçekten.

“Komutanım?” duyduğum sesle kolumu hafifçe kaldırarak gözlerimi araladım. Tekin kapının dibinde beni görmeyi beklemiyormuş gibi bana bakıyordu. “Gel Tekin gel.” Yorgunca mırıldanarak yanımda kalan boş yeri gösterdiğimde kapıyı kapatarak bana yaklaştı.

Derin bir nefes alarak mırıldandığımda Tekin, “Komutanım size bir kahve yapayım mı ben? Yorgunluğunuzu alır.” Dedi elinden ne geleceğini sorar gibi…

Başımı sallayarak açık mavi gözlerine baktığımda, “Kendine de yap içelim karşılıklı.” Diyerek mırıldandım.

Tekin yanımdan çekilerek ufak tezgâha yöneldiğinde aldığı iki kupayı kenara ayırarak su ısıtmaya başladı. Ufak yastıklardan birini alarak kollarımın arasına sardığımda başımı da hafifçe yaslayarak Tekin’i izlemeye başladım. Onu izlediğimi anlayan adam kalçasını tezgâha yaslayarak bana döndü. Kollarını göğsünde kavuşturarak, “Kalenderle ne yapmayı düşünüyorsunuz gerçekten? Çok belli etmeye başladınız ve amacınız her neyse yolunuzdan şaşıyorsunuz.” Dedi sakince mırıldanarak.

Yastığa temas eden yanağım buruştuğunda sesim boğuk çıkıyordu ama umursamadım. “Amacımız bundan birkaç ay öncesine kadar çok farklıydı ama sonradan anladım ki böyle bir işe kalkışmanın bir manası yokmuş.”

Boğazını yavaşça temizleyerek tam gözlerimin içine baktı. “Özel değilse ya da anlatmak istersen… Sorun ne Armin?” tezgâhtan destek alarak kendini ileri ittiğinde koltuğa yaklaşarak U model koltuğun ucuna oturdu. Karşı karşıya kaldığımız adama boşça baktım.

Yavaşça yutkunduğumda tükürüğüm zehir olmuştu adeta. “Ben ailesi tarafından pek sevilen bir çocuk olmadım. Pek değil hiç. Annem… Her zaman için benden ölesiye nefret eden kadın profilineydi. Sevmiyordu işte… Doğum günümdü. Her şey o doğum gününden sonra sarpa sarmıştı zaten…Her neyse, o gün hem onun hem benim hayatımda büyük bir emare bırakacak bir olay yaşandı. O beni suçladı ben ise onu… Suçluydu. Kabullenmesi gerekirken gerçeklerden kaçan bir suçlu. Aradan seneler geçti. Ben kendimi kendim büyüttüm. Hiçbir zamanda çocuk olmadım. Tutunduğum tek daldı bu meslek. Zaten yeteri kadar engebe dolu yola yeni çakıl taşları döken kişi de o kadındı. Görevde kaçırıldım ya…” diyerek gözlerine baktığımda mavilerinde hırçın bir denizin dalgalarını gördüm. Hatırlıyordu elbette…

“Oydu. Yılların yersiz intikamını almak için beni alıkoyan oydu. Belki soy ismim değişirse beni bulamaz sandım. Salaklık işte. Hâlâ tehlikesinin farkına varamamıştım. Ya da vardığım halde bunu kabullenmek istememiştim. Beni bulamaz benden uzaklaşır sandıkça her attığım adımın arkasından o da bir adım atıyormuş yeni tutunmaya çalıştığım hayatıma… Bu olayları bilen kişi Miralaydı. Bilgilerimizin gizli tutulduğu sistemde bir sorun çıkınca bana iki seçenek sundu. Ya sen, ya o. Senin yaralı olduğun belliydi Tekin. Bu bataklığa seni sürükleyemezdim. Bir umut Kalender’e anlatmak istedim. Kabul etti. Bana yardım edeceği adına bir söz verdi ve aylardır bu söze sığınarak yanımda duruyor. Öyle işte. Saçma ve gereksiz hayatıma birini daha sürüklemiştim ama ters tepti. Zaten yerimi yurdumu bilen kadından kaçabileceğimi sanırken en büyük hatayı yapmışım…”

Tekin bana baktı. Öyle bir baktı ki bakışına anlam veremedim. Anlıyordu sanki… Beni.

Yerinden bir hışımla kalktı. Ne olduğuna anlam veremeden hızlıca yanıma geldiğinde kol altlarımdan tutarak dik bir konuma getirdi bedenimi. Kaslı kolları sırtıma sarılırken çenesini omzumda hissettim.

Kollarımı yavaşça sırtına doladığımda boğuk çıkan sesi kulaklarıma doldu. “İstediğin yardım olsun… Her an, her saniye seninleyiz, seninleyim. Bırakmaya da niyetim yok… Tutunacak başka bir şeyim kalmamışken sizi bulmak bana büyük bir armağandı. Kimsesi olmayanların kimseleriyiz biz Armin. Anlatmaktan asla çekinme.”

Hafifçe geri çekildim. Gözlerim yorgunluktan zaten yeteri kadar kızarıkken Tekin sağ olsun iyice kızartmaya yemin etmişti herhalde…

Sadece gözlerine baktım. Beni anladığı her halinden belli olan gözlerine.

Sarılmaya ihtiyacım vardı. Bu saatten sonra da kim istese itiraz edemezdim herhalde… Sarılmaların son sarılmalar olduğunu tahmin etmek imkansızdı ne de olsa…

Ne kadar zaman geçti bilinmez uzun bir evvel o şekilde kaldık. Ne ben çekildim ne o… Bazı sarılmalar yazılan bir ilaçtan daha etkili olabiliyordu. Bunu da an itibariyle aile sıcaklığı aldığım adamlarsan biriyle anlamıştım.

 

Evet dolu dolu bir bölüm geçirdik…

Göktürk ve Armin’in aynı rütbede olması?

Armin’in ilk istihbarat çalışması?

Sizce tim Barkın ve Emir’i benimsedi mi?

Geçmişten bir kahve anısı okuduk…

Tekin ve Mine arasında bir aşk mı başlayacak dersiniz???

Tekin’in çekingesi sizce normal mi?

Kalender in tehditvari tavırları?

Yıldırım ve Emir’in sürekli atışması?

İstihbaratçı Çağla Ermen… Sizce nasıl bir karakter?

Emir’in annesinin yaşadıkları?

Tekin ve Armin dertleşmesi…

Sizce genel olarak bölüm nasıldı? Bölümün duyguları size geçti mi?

26.Bölümde görüşmek üzere…

Yıldıza basalım mı?

 

13.09.2024

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Loading...
0%