Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM- YENİ BAŞLANGIÇLAR YENİ KURTULUŞLAR

@durutaskulakk_

Canlar selam!

ÖBB'nin yeni 5.Bölümüyle sizlerleyim...

Yıldıza basarak satır arası yorumlarınızı bana sunmayı unutmayın :)))

Sosyal medyam: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall

Keyifli okumalar!

5.BÖLÜM YENİ BAŞLANGIÇLAR YENİ KURTULUŞLAR

 

20 Temmuz 2018

Dün duyduğum kadın sesi gene aynı şeyleri haykırmaya devam ediyor. Odaya birileri gelmediği taktirde belirli zaman aralıkları ile haykırıyor.

Dünkü düşüşümle burkulan kollarım sızlamaya devam ediyordu. Boynumu bir sağa bir sola kırıp kütlettiğimde odanın kapısı hızla açıldı.

“Vay vay vay, yavru ceylana bak sen.”

Ağzını yay yaya konuşması ile gene aynı kişi olduğunu düşünmem gerekirdi ama bu sefer odaya gelen bir başkasıydı sanki.

“Ne haber?” dedi yanıma doğru adımlayarak.

Yanıma gelmiyordu. Sanki onu tutan bir şey varmışçasına uzakta duruyor, bir ileriye bir geriye adımlıyordu.

Boş gözlerle yüzüne bakmam garibine gitmiş olmalı ki çatık kaşlarla yüzüme baktı.

Ellerini arkasında bağlayarak bana doğru yürümeye başladı. Aramızda beş, altı adımlık bir boşluk bırakacak şekilde durdu.

“Güzelce sohbet edebilirdik bence, ben çok sıkılıyorum da içeride.”

Elalarımı odanın içerisinde gezdirmeye başladım. İki dakika boyunca sadece benimle sohbet etmek için uğraşmıştı. Daha önce gelen veya gelenlerden farklı birisi olduğunu anlamak iki dakikalık hareketlerini inceleyince çok da zor olmamıştı. İçeriye kim gelirse gelsin, sohbet etmek için uğraşmazdı, aklına o an için ne geliyorsa yapar ve çekip giderdi.

Ellerini başının etrafına sarıp yere doğru çömeldi. Gözleri hızla yüzümü taradığında, “Buraya neden geldiğini biliyor musun?” dedi bir sırdan bahseder gibi.

Hiçbir tepki vermeden yüzüne bakmaya devam ettiğimde bir şey çözmüş gibi kaşları havalandı. “Aa aa, bilmiyorsun.” Çömeldiği yerden ayaklandı. Dudaklarını büzerek odanın içerisinde gezinmeye başladığında bayıkça hareketlerini izlemeye devam ettim. Aradan geçen on, on beş dakikalık zaman zarfında kısa kısa şeyler sormuş, cevap alamayınca odadaki gezintisine devam etmişti.

Dışarıdan gelen bağırış sesleri ile bir şeyler olduğunu anladım.

Fransızca küfürler, bağırışlar ve ikili diyaloglar kulaklarıma ilişirken her zamanki gibi etrafı izlemeyi sürdürdüm. Başka bir şey yapamıyordum, malum.

İki farklı kişi birbirleri ile konuşuyorlardı. Bu konuşmadan ziyade bir kavgayı andırsa da her zaman yaptığım gibi sandalyemde oturmakla yetindim. Konuşma Fransızcaydı, ilk bağırarak konuşmaya başlayan adam neler olduğunu sormuştu. Hemen ardından bir diğer adam ise karşılık vermiş içeriye birinin girdiğini belirtmişti. Konuşma burada sonlandığında, içeriye girenin kim olduklarını çözemediklerinden olsa gerek, girip bakmaya karar vermişlerdi.

Sandalyenin arkasına sıkıca bağladıkları kollarımı yavaşça oynatıp ovuşturdum. Bazen o kadar çok sıkıyorlardı ki ellerim buz gibi oluyor, kan akışı zor sağlanıyordu. Bir ay boyunca bir şeyler yapmayıp son dört gündür yapacakları gelmişti herhalde. Kimin kafasına ne eserse geliyor, vuruyor istediğini yapıp gidiyordu.

Kapının hızla açılması ile içeriye yabancı dillerde küfürler yağdıran beş adamın girmesi bir olmuştu. İçerdeki adam odaya girenleri görünce bir anlık paniklemiş ardından odadaki yürüyüşü sonlandırarak ciddi bir hâle bürünmüştü.

Fransızca bir cümle savurarak içeri giren adama kısa bir bakış attım. İçlerinden bir tanesi en önde duruyor ve odadaki ruh hastasına saydırıyor, diğer dörtlü ise öndekinin sağında ve solunda barikat oluşturmuş gibi onu koruyorlardı.

“Burada ne yapıyorsun?” bozuk aksanlı Fransızcasıyla sorduğu cümle karşısında odadaki ilk defa gördüğüm adam tepkisiz kalmayı tercih etti.

Öndekinin bağırarak tekrarladığı cümleyi sakin bir ses tonuyla yanıtladı.

“Hiç,” derin bir nefes alarak gözlerini üzerimde çevirdi. “Sohbeti sarıyor muymuş ona baktım sadece.” Benden bir yanıt bekler gibi bana baktığında, “Öyle değil mi?” dedi diğerlerine nazaran Türkçe konuşarak.

“Benimle Fransızca konuş. Bu seni ilk ve son uyarışım, Lucas.” Odanın içerisinde büyük bir gürültüye sebep olan sert sesi karşısındaki adamı pek de etkilemişe benzemiyordu.

Adının Lucas olduğunu öğrendiğim adama değişik bir ifade ile baktım. Aksanı oldukça düzgündü, bir Fransız olduğunu düşünmek en son düşüneceğim şeylerden birisi olurdu. Türk olduğuna adımın Armin olduğu kadar emindim.

“Niye? Türkçe bilmiyor musun Sem-“ son kelimesini yarıda kesen ses içeriye girenlerin art arta bağırması ile son buldu.

“Sesini kessen iyi edersin Lucas!”

“Buradan ölünü çıkartırım adi şey!”

“O kelimeyi tamamlarsan, ölüm defterini tamamlarım!” son sözü söyleyen adam her kim ise oldukça ürpertici bir ses tonuna sahipti.

Adamların ani verdiği tepki ile Lucas olduğu yerden birkaç adım gerileyip ellerini iki yana kaldırdı.

“Hé, hé, hé. OK calme toi. ce n'était qu'un petit jeu.”

Hey hey hey. Tamam sakin ol sadece küçük bir oyundu.

Lucas’ın son cümlesinin üzerine her şey karambole gerçekleşmişti. İçeri giren beş adam aniden Lucas’ın üzerine atladığında ellerine o an için ne geçtiyse Lucas’a savurmaya başlamışlardı. En öndeki adam onlardan tamamen uzaklaştığında köşede duvara monte edilmiş metal dolabın en üzerindeki bölmeden aldığı jop ile açılarak Lucas’a doğru savurdu. Lucas aldığı darbeden kaynaklı acıyla inleyerek yere doğru devrildi. O hengâme de durup, “Burada dövmeyin onu korkutacaksınız.” Demesiyle adamların ani duraksaması bir oldu.

“Bu seni ne kadar ilgilendiriyor?” diye söylendi ele başları olduğunu düşündüğüm adam.

Adamlar ani afallama sonrası Lucas ile ilgilenmeye devam etmişlerdi.

“Gitmesine izin vermeyin. Onu da alın ve dışarıda işinize bakın!”

Beşinci günümdeyim. Bir ay artı beş gün.

İlk başlarda zaman zaman bayıldığım anlar olmuştu. Uyandığımda ise kolumda bir serumla yerde uzanır bir vaziyette olurdum. Artık buna bünyem alıştı mı denir, tepki veremiyorum mu denir bilmiyorum.

Beni bulmak bu kadar zor muydu acaba? Aynı şekilde kendi timimden bir devrem kaçırıldığında gözüme gram uyku girmez, onu bulana kadar asla durmazdım. Acaba benim içinde aynı şekilde çabalayanlar var mıydı? Daha geleli çok olmamıştı evet, ama ben karşılık vermeksizin sandalyede oturmaktan sıkılmıştım şahsen.

Kapı aralandı.

Geliyordu şeytan.

Kapıyı arkasından kapatıp bana doğru adımlamaya başladı. Ben az önce düşüncelere dalarken Lucas’ı gözümün önünde döverek dışarı çıkarmışlardı. Kısa bir süre içerisinde ise tekrardan yanıma gelmişti.

Tam önümde durdu. Önümde durması ile tavandan aşağıya doğru bir anda patlayan kuvvetli ışık, benim oturduğum yerde küçük bir çember şeklinde alanı aydınlatmaya başlamıştı.

“Ne konuştu seninle?” diye sordu her zamanki gibi nefret kusan sesiyle. Ama bu sefer sesinde bir duygu daha vardı sanki… Emin olamasam da içimdeki ses hissettiğimin doğru olduğunu söylüyordu.

Kıskançlık?

Geldiğimden beri hiç konuşmamıştım. Tek olduğum zaman konuşmayı unutmayım diye mırıldanmalarımı saymazsak…

Boş bakışlarım ile gözlerine bakmam gene sinir olmasını sağlamama yardımcı olmuştu.

“Bir şey yaptı mı sana? Cevap ver!”

Aniden bağırması odada yankı uyandıracak cinstendi. Her ne kadar dört duvarın köşelerinde eşya olsa da bu kadar geniş ve ferah bir oda için yetersizdi.

“Ulan!” ellerini hızla başına götürdüğünde amacının elini saçları arasından geçirmek olduğunu anladım, ama başındaki maske buna engel oluyordu.

Artık bir şey açıklık kazanmıştı. Odaya giren kişi çoğunlukla bu adamdı. Sadece gözlerini görmem beni yanıltmaya sürüklemişti. Bugün Lucas’ı bulduğunda bağırdığı için sesini duymuştum, ayrıyeten diğer adamların da seslerini duymuştum. Odaya tek geldiğinde ise Lucas’a saldırdıklarında ele başları olduğunu düşündüğüm adam her gün yanıma gelen kişiyle aynıydı. Maskeden dolayı sesleri boğuk çıkardı ama şu an anlamıştım.

Eli hızla çenemi kavradı. Maskeli yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığında sert bir sesle fısıldadı. “Sana sorduğum sorulara cevap vereceksin!”

‘Öyle mi?’ dermişçesine kaşımı kaldırıp yüzüne bakmam onu keyiflendirmişe benziyordu.

“Vay, vay, vay. Bak sen şuna, demek ki neymiş? İsteyince tepki verebiliyormuşsun.” Dedi yüzünü biraz uzaklaştırarak.

Elini çenemden ayırması ile hızla boğazıma yapışması bir oldu. Boğazımı var gücüyle sıkması çenemdeki ve boynumdaki damarların seğirmesine neden olmuştu. Kendi çok fazla hırpalamayıp yavaşça aldığım son nefesi tuttum. Boğazıma diğer elini de sardığında ağzım açılmış bir anda dişlerim birbirine kenetlenmişti. Kendimi sıktığım için kızaran yüzümü gördüğünde açık mavi gözleri yavaşça kısıldı.

“Sana soru sorduğumda cevap vereceksin! Duydun değil mi beni?”

Ellerini boğazımdan çektiğinde ciğerlerimi derin bir nefes alarak hava ile doldurdum. Sık aldığım nefesler ile sinirlenmiş gibi bir homurtu çıkardı.

Kolunu hızla geri doğru açıp bana yaklaştırdığında elmacık kemiklere inen yumruk ile başım hafifçe geriye kaydı. Sandalye olduğum yerden geriye doğru sürüklendiğinde yüzündeki sadist gülümseme geri gelmişti. Yüzünü tam göremiyordum ama dudakları maskenin dışında kaldığı için gülümsemeyi etrafa yayılıyordu.

“Seninle biraz eğlenelim.”

Beni arkasında bırakıp kapıya doğru gitti. Dışarıya çıktığında kısa bir süre içerisinde elinde bir kova ile geri dönmüştü.

Köşedeki metal dolaplardan birine doğru ilerleyip bir yerlerden küçük bir masa çıkarttı. Masanın üzerinde delici malzemeler vardı. Masayı biraz yanımda kalacak şekilde bıraktığında dudaklarını yavaşça yaladı.

Masanın üzerinden aldığı küçük bıçağı bana doğru tuttu. “Bak bir, nasıl duruyor? Acaba keskin mi? Bak merak ettim şimdi. Çok meraklı bir insanım be yavru ceylan.” Sanki üzülmüş bir ifadeyle gözlerimin içine bakıp bıçağı hızla koluma doğru savurdu. Kesilen yerden sızan kanlar üzerimdeki bluza bulaşmaya başlamıştı. Yaptığı hamleye karşılık ilk başta irkilsem de belli etmeyip gözlerine bakmaya devam ettim.

“Bu keskinmiş. Peki ya şu?” Gözleriyle masadaki satırı işaret ettiğinde gözlerimden ilk inanılmazlık hemen ardından boşluk geçti.

Satırı eline aldığında karşında ona saldıran biri varmış gibi bir sağa bir sola elindeki satırı sallamaya başladı. Yaptığı değişik hareketlere ek olarak ağzından daha da değişik, saçma sapan sesler çıkarıyordu.

“Bak bak, keskin satır testi geliyor!” Üst dudağım yukarı doğru kalktı. Yüzümde iğrenir bir ifadeyle ona bakmaya başladım.

Kesinlikle ruh sağlığı yerinde değildi. Psikopat, ruh hastası, sadist…

Satırı yüzüme doğru yaklaştırdığında nefeslerimin şiddeti artmaya başlamıştı. Sandalyeyi geriye doğru ittiğimde hızla yere doğru devrildim. Dün ki devrilmenin etkisi ile ezilen bileklerim tekrardan sızlamaya başlamıştı.

Elindeki satır ile bana bakmaya devam ediyordu.

“Eee tamam, tamam. Bu biraz korkutucuydu evet haklısın yavru ceylan.”

Deli deli hareketlerine devam ediyordu. Masanın köşesindeki şeyi eline aldığında gözlerimi sıkıca yumdum. Bu gerçekten can yakıcıydı çünkü…

Diğer eline satırdan biraz önce bıraktığı bıçağı tekrar aldı. “Bak bu güzel. Bununla az daha çalışabiliriz.” Elindeki bıçağı yüzüne yaklaştırıp gözlerini kısarak döndürmeye başladı. Bana doğru yaklaştığında bıçağı ve diğer şeyi bir elinde toplayıp tek eliyle sandalyeyi düzeltti.

Bıçağı üzerimde doğru savurduğunda kollarımda bir sürü kesikler oluşmaya başlamıştı. Üzerimdeki bluzu biraz aşağı çekip boynumu gün yüzüne çıkardığında bıçağı boynumun hemen bitimine bastırdı. Kendimi her ne kadar çok fazla kasmamaya çalışsam da kasmıştım. Kasılmam ile bıçak biraz daha derine kaymıştı. Bıçağı aşağı doğru çapraz bir şekilde indirdiğinde boyun bitimimden göğsüm ve omzum arasında bir kesik oluşmuştu.

Kanlı bıçağı masanın üzerine doğru gelişigüzel bir şekilde fırlattı. Elinde tuttuğu tuzluğun kapağını açtığında boştaki eli ile kesik kolumu kavradı.

“Ay, şuna bak. Kapağı mı açık kalmış? Dökülüyor mu ki?”

Yüzünü meraklı bir ifadeye sokmuş, canımın yanıp yanmamasına bakmak için can atıyordu. Tuzluğu aniden ters çevirdiğinde içerisindeki tuzun yarısı çoktan koluma dökülmüştü. Yüzüm acı bir ifade ile kasıldığına yüzünde bunun hoşuna gittiğine dair bir sırıtış belirdi. Tam bir sadistti.

Tuzun döküldüğü yerler yanmaya başladığında kendimi tepki vermemek için kasıyordum. Yüzüm kızardığında aldığım derin derin nefesler sakin kalmama pek de yardımcı olmuyordu.

Aradan geçen yirmi dakika, yarım saat gibi bir zaman diliminde yere oturmuş ve yüzümü izlemişti. Acı çekmem o kadar hoşuna gidiyordu ki…

Yerinden kalktığında dağıttığı eşyaları teker teker topladı. En sonunda mavi gözlerini üzerime çevirip, “Birazdan birini yollayacağım, usluca dur sesini çıkartma.” Dedi sanki biraz evvel hiçbir şey yapmamış gibi. Her yeri topladığından emin olduktan sonra dışarıya çıkıp kapıyı sert bir şekilde kapattı.

Gözlerim acıdan geriye kaymaya başladığında bilincimin yavaş yavaş kapanmaya başladığını hissediyordum. Aradan geçen zaman diliminde gözlerim ara ara açılıyordu. İçeriye bir kadın ve iri yarı bir adam girdiğinde konuşmalarına kulak kesildim.

“Ne gerekiyorsa yap. Çok çeneniz açılmasın zaten kapının önünde olacağım.” Dedi adam huysuzca.

Kapının ardından içeriye doğru bir şey sürüklediğini yerden etrafa yayılan cızırdama sesinden anlamıştım. Gözlerimi yavaşça araladığımda içeriye bir yatak sürüklediğini gördüm. Yatağı duvar kenarlarından birine dayadığında bana doğru yaklaşıp önce ayaklarımı hemen ardından kollarımı çözdü. Bedenim kolları arasına girdiğinde sıcak vücuduna zıt buz gibi olan vücudum bunu garipsemiş olacak ki tüylerim ürpermişti.

Kısa bir süre içerisinde beni yatağın üzerine bırakıp odayı terk ederek gelen kadın ile yalnız kalmamı sağlamıştı. Kadın yüzünü bana çevirdiğinde gördüğü manzara hoşuna gitmemiş olacak ki yüzü acı bir hâl aldı. Elleri ile yüzümü avuçladığında, “Oy bebeğim benim, neler yapmışlar sana…” diyerek ağlamaklı bir tavır takındı.

Vücudum bir aydır sadece bir sandalyeye bağlı kalmaya alışık olmadığından çok yorgun ve halsiz düşmüştüm.

“Gel buraya.” Kollarımın altından tutup beni yavaşça kaldırdığında yüzüm acı bir hâl aldı. “Tamam, tamam. Özür dilerim, yavaş olmalıydım.” Yavaş hareketler ile beni odanın bir köşesine yürütmeye başladığında duvarın önünde durduk, cebinden bir anahtar çıkardığında anahtarı duvarın içerisine doğru itti. Duvar görünümlü kapı açıldığında içerisinin bir tuvalet olduğunu gördüm. Buraya geldiğimden beri neden hiç tuvalete gitmediğimi, o kadar uzun bir süre idrarımı tuttuğumu bende bilmiyordum. Sabah uyandığımda hiç tuvaletim gelmiyordu ki…

“Merak etme, onlar değil ben götürdüm seni hep tuvalete. Geceleri sen uyurken geliyorum, sen genelde uyku sersemi oluyorsun, belki de vücudunu uyuşturan bir madde veriyorlardır. Bu yüzden de geldiğimi hiç anlamamış olabilirsin.” Bana yaptığı açıklama karşısında oldukça şaşırmıştım. Uykum hiçbir zaman ağır olmamıştı. En ufak sesi duyar, uyanırdım.

Tuvalette gerekli işlerimi görmeme yardım ettiğinde beni duşakabine doğru ilerletti. “Gel, hemen yıkayalım şu kollarını sonra pansuman yapacağım.” Beni hızla duşa kabine soktuğunda çoktan üzerimdeki kıyafetlerden kurtulmuştum. Sırtımı küvete yasladığımda kadın arkamda kalacak şekildeydi. Yavaş ama bir o kadar hızlı hareketlerle kollarımdaki tuzu arındırdığında ilk anki kadar bir yanma hissetmiyordum artık. Saçlarımı özenle yıkadığında sıra vücuduma gelmişti, vücudumu naif hareketler ile yıkadığında açtığı su ile bütün köpüğü üzerimden arındırdı.

Tuvaletin içerisindeki dolaplardan birinden bir havlu çıkarıp vücuduma sardı. Hemen ardından çıkardığı kurutma makinesi ile saçlarımı kurutmaya başladığında vücudum yavaştan mayışmaya başlamıştı. Üstümü ve saçlarımı kurulayıp nereden çıkardığına anlam veremediğim temiz kıyafetleri üzerime giydirdi.

“Tertemiz oldun, oh mis gibi kokuyorsun.”

Kadın o kadar samimi ve içten konuşuyordu ki, her ne kadar ona güvenmemem gerekse de tatlı gözüktüğünü inkar edemezdim.

“Gel hadi içeriye geçelim.” Beni tuvaletten çıkardığında kapıyı geri kilitleyip anahtarı cebine attı. İçeriye koydukları yatağa doğru adımlayıp beni yatağa yerleştirdiğinde, kenara bırakılmış küçük çantası ile yanıma geldi. Çantanın içerisinden tentürdiyodu kopardığı küçük parça pamuğa döktüğünde kolumu alıp yaralarımın üzerine uygulamaya başladı. Boynumun altından başlayan çiziğe geldiğinde gözleri büyüdü. Sol elini ağzına götürdüğünde, ”Ayyy, çok derin kesmişler. Acıyor mu yavrum, ah canını yaka yaka gözlerinin ruhunu kaçırmışlar.” Dedi şoke olmuş bir sesle.

Şokunu bir kenara bırakmaya çalışarak yarama pansuman yapmaya devam etti. Tentürdiyot ile işi bittiğinde yaralarımı sarmaya başladı. Yaralarımın üzerini sargı bandı ile sardığında kendimi geldiğim günden bu yana ilk defa temiz hissediyordum.

Yatağa doğru uzanmamı istediğinde kesik olan kolumu es geçip sol koluma yöneldi. Sol kolumun katlanma bölgesine sürdüğü şeyin kolonya olduğunu etrafa yayılan kokudan anlamıştım.

Kolumu güzelce temizlediğinde elindeki paketi parçalayıp içerisinden ince bir iğne ucu çıkarmıştı. İğneyi koluma yaklaştırıp bir şeyler yaptı. Bir yerden serum çıkardığında hareketlerini izlemeye devam ettim. Serumu duvara çakılmış bir çiviye tutturduğunda ayar makarasını biraz ortaya gelecek şekilde ayarladı. Yılların yorgunluğunu yüzüne yansıyan acı tebessümden anlayabiliyordum.

Bana bakarken konuşmaya başladı. “Hemşireyim ben. Yani hemşireydim buraya gelene kadar, burada da işte yemek olur temizlik olur kendi aralarında ettikleri kavgalar sonucu yaraları olursa beni kullanıyorlar. Sen nasıl oldu da buraya düştün be güzel kızım?” dedi meraklı bir ifadeyle.

Bir de ben bilseydim keşke...

Sadece gözlerine bakmam ile ne demek istediğimi anlamıştı. “Demek sende bilmiyorsun. Belki bir gün öğrenirim, aralarında konuşuyorlar bazen bende kulak misafiri oluyorum.” Son dediği şey hoşuna gitmiş gibi onu gülümsemeye yetmişti. Onun bu halini görmemle bende hafifçe tebessüm ettim.

“Gülmek sana yakışıyor, benden korkma veya çekinme. Bende keyfi bir şekilde burada değilim emin ol. Sana yardım etmeyi çok isterim yavrum.” Yüzündeki kederli gülüş bana çok tanıdık geliyordu.

Oturduğu yerden kalkıp ayaklandı. “Her neyse, ben artık gideyim. Daha yemek yapacağım, serumun sabaha karşı biter, bende gelip çıkartırım zaten. Onlar sana bir şey yapmadığı sürece kendine zarar verme, kendine dikkat et.” Dedi sıcacık bir gülümsemeyle.

Arkasını dönüp kapıya adımladığında tam çıkmak için kapıya vuracakken sorduğum soru ile duraksadı.

“İsminiz neydi?” dedim uzun süredir konuşmamanın verdiği dalgalı ses ile.

“Füsun, Füsun ben güzel kızım.” Yüzünden bir an olsun ayrılmayan gülümsemesi ile karşılık vermişti.

Füsun.

Büyü.

Neydi bu sıcak kanlılık?

 

Dudaklarımdan dökülen fısıltıyla hepsi bir ağızdan şiddetle bağırdı.

“Gazamız mübarek olsun Kurtuluş!”

Ellerimizde görev esnasında kullanacağımız silahlarımız, olası durumlara karşılık hazırladığımız erzak çantamız ve sıhhiye çantalarımız ile Komando timine yardım için alana ilerliyorduk.

Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes odaklanmış bir şekilde etrafı tarıyor, ani bir atağa karşılık hazırda bekliyordu.

Attığımız hızlı adımlar bizi alana yaklaştırmış olacak ki silah sesleri oldukça yakınımızdan geliyordu.

Yanıma yaklaşan Âhi hızla konuşmaya başladı. “Komutanım, bir dakikaya yakın bir süre sonra alana varmış bulunmaktayız. Mevzilerimiz nasıl olacak?”

Sorusunu es geçip, “Telsizim kimde?” dedim elimi öne uzatarak.

Kalender telsizimi elime vermeden hemen önce ayarlarını yaparak hazırlamıştı. Telsize baktığımda telsiz üzerinde üç tane hat vardı. Hatlardan ilki merkez, ikincisi Komando timine ait özel ulaşım frekansı, üçüncüsü ise tim ile haberleşeceğimiz genel frekanstı.

Merkeze alana geldiğimize dair bilgi verdiğimde elimden geldiğince hızlı bir şekilde Komando timine ulaşım sağladım.

“Kurtuluş’tan Komandoya, sesimizi duyuyor musunuz?”

Onlardan ses gelene kadar biz çoktan alana varmıştık. Ağaçların yoğunluklu olduğu yerde görünmediğimize emin olduktan sonra time dönüp konuşmaya başladım.

“Adran, sen olası bir bomba olayına karşı tetikte duracaksın. Kendine bir yer bul ve çabucak mevzilen.”

Ertuğrul kafasını salladığında çoktan yanımızdan ayılmıştı.

“Çevik ve Berkin kendinize dikkat edin çünkü Komando timinden yaralımız var. Size ihtiyaçları olabilir, sakın ha sakın yaralanmıyorsunuz. Gözünüzü kulağınızı dört açın.”

Gözlerim hem etrafta dolanıyor hem de gereken açıklamayı yapıyordum. Kalender ve Tekin de cümlem biter bitmez gözden kaybolmuştu.

“Arman, görünmeyeceğine emin olduğun bir yere mevzilen.”

Âhi gözlerime sertçe baktığında koşar adımlarla yanımdan uzaklaştı.

“Denge, sana güvenim sonsuz. Bir bakışın bize yeter de artar, git mevzilen indir onları!”

Yıldırımı da yolladığımda hızla ağaçların arasından geçip kendime mevzilenecek bir yer bulmuştum. Bedenimi yere bıraktığımda etrafa bakınmaya başladım. Kurtuluştan kimse etrafta görünmüyordu. Zaten gece yarısı olduğundan görünseler bile onlar fark edemezlerdi. Biz attığımız adımı yerde bırakmayan, vatan kahramanlarıydık.

Telsizden gelen ses ile hızla oraya kulak verdim. “Komandodan Kurtuluşa, ben Komando timinin Komutanı Emek Dağ. Pusuya düştük. Mermilerimiz, erzaklarımız tükendi. Tam olarak konum belirtin.” Dedi yorgun ama bir o kadar sert çıkan sesiyle.

“Arsen’den Emeğe. Devrem ortadaki su kuyusunun kırk beş derece doğusuna mevzilendik. Sizleri göremiyoruz, yaralımız için sıhhiyecilerimden birisini yanınıza yönlendirebilirim hemen. Konum belirtin.” Dedim.

“Emek’ten Arsen’e, sizin konumlandığınız yerin yirmi beş derece kadar sağında kalıyoruz. Sıhhiyecilerinizden boşta olan varsa yollarsanız çok iyi olur.”

Tam olarak konumlarını öğrendiğimde timin frekansına girip Kalender ve Tekin için seslendim.

“Çevik ve Berkin, sesimi duyuyor musunuz?”

“Evet Komutanım.”

“Emredin Komutanım!” ikiliden aynı anda ses geldiğinde yüzümde memnun bir ifade oluştu.

“Komando Timinin sıhhiye ihtiyacı var. İkinizden birisi kuyunun yetmiş derece doğusuna gitsin, dikkat edin yaralı istemiyorum!” dudaklarım konuşmanın etkisi ile yüzümdeki kamuflaj peçeyi kaydırdığında peçemi düzelterek yanıt bekledim.

“Komutanım ben yardıma gidiyorum Berkin kalsın yerinde.”

Kalender mevzilendiği yerden çıktığında birkaç saniyelik de olsa yerini ifşalamıştı. İçeriden ateş etmeye hazırlanan bir it gördüğümde hızla silahımı oraya doğrultup nişan aldım. Sarsılarak geriye doğru düştüğünde yerlerini anlamış olmuştuk. İti almak için yanına gelen adamları tek tek vurduğumda evi andıran barınaklarının çatısında sürüyü andıran tonla kişi çıkmıştı.

Ben bana yakın olan taraftan vurmaya başladığımda diğer taraftan ise timden birisi bana yardım ediyordu. Çatışma hırsla büyürken arkamdan uzakta olsa bana geldiğine emin olduğum adımların varlığını hissettim.

Mevzimi bozarak saldırı pozisyonuna geçtiğimde telsizden bir bağırış yükseldi. “Arsen arkandan geliyorlar dikkat et!”

Ertuğrul uyarana kadar ben çoktan yanıma yaklaşan adım seslerinden anlamıştım.

Karın boşluğuma doğru yediğim dirsek ile hırıltılı bir ses çıkartıp hızlıca diz kapağına bir tekme savurdum. Öne doğru düştüğünde tam kalkacaktı ki, yüzüne attığım yumruk ile sersemledi. Yakasından tutup sarstığımda sert bir sesle konuşmaya başladım. “Hayırdır? Öldürüp bir kenara atabileceğini mi sandın lan it?1” Yüzüne attığım yumruklar her tarafını kan içine almıştı. İç cebimden çıkardığım bıçağı hızla boğazına yasladığımda, bıçağı boğazının derinlerine doğru kaydırıp kesmem bir oldu. Etrafa sıçrayan kana bakıp yüzümü buruşturduğumda bıçağı başındaki bandana vari kumaşa silip temizledim.

Eski yerimden uzaklaşıp Komando timine yakın bir yerlere mevzilendiğimde hedefim çatıydı. Çatıdakilere doğru ateş etmeye başladığımda, önüme çıkan her kimde acımadan vuruyor, yere düşüp çatıdan yuvarlanmalarını zevkle izliyordum.

Bakışlarım saniyelik bir şekilde çatıdan ayrılıp su kuyusunun yanına düştüğünde kuyuya doğru koşan Tekin ile kaşlarım sertçe çatıldı.

Hızlı hareketlerle telsize sarıldığımda, “Berkin hemen yerine dön! Bu bir emirdir! Derhal yerine dön!” diyerek bağırdım.

Bir yandan koşuyor diğer yandan telsizden bana cevap veriyordu. “Emredersiniz komutanım!”

Sinirden çenem seğirmeye başladığında telsize doğru resmen haykırmak istiyordum. Sesimin tonuna dikkat edip Tekin ile konuşmayı sürdürdüm. “Yerine git ve mevzilen! Yukarıdan da halledebiliriz, bu seni son uyarışım Berkin! Döndüğümüzde sonuçları hiç iyi olmaz! Derhal yerine!”

Tekin ani bir afallama sonucu ağaçlık alana doğru koştuğunda, su kuyusuna doğru kolunu boynuna sardığı ve başına silah dayadığı çocuk ile ortaya geçen adam görüş alanıma girdi.

“Berkin, en yakın sensin. Adamı vuruyorum ve kızı alıp saklanıyorsun.” Dememle karşılık verdi. “Emredersiniz Komutanım!”

Hızla adama ateş ettiğimde kafasında oluşan oyuktan kanlar fışkırmaya başlamıştı. Kız çığlık atıp koşmaya başladığı esnada Tekin ağaçların arasından çıkıp kızı kolları arasına aldı. Kısa bir süre içerisinde gözden kaybolduğunda çatıya doğru nişan almaya devam ettim.

Etraf birkaç dakika içerisinde sessizleştiğinde telsizden bir ses yükseldi. “Arsen iznin varsa bombayı içeriye yerleştirmek istiyorum.”

Ertuğrul çoktan bombasını hazırlamış, etrafı temizlediğimizden emin olduktan sonra içeriye bırakmak için izin istiyordu.

“Önce inip içeriyi kontrol etmemiz lazım. Sende benimle gel, içeriyi temizlediğimizden emin olduktan sonra bombayı bırakırız.”

Ertuğrul anladığına dair ses çıkardığında Kurtuluş ve Komando timinin duyabileceği ortak bir frekanstan konuşmaya başladım.

“Tüm timlerin dikkatine! On beş dakika içerisinde su kuyusundan en az iki yüz metre uzaklaşıyorsunuz. Patlama sesini ciddiye almanıza gerek yok. Patlama bizzat bizim tarafımızdan gerçekleşecek, on beş dakika içerisinde patlama sesi duymazsanız yardıma gelin. Şimdi derhal uzaklaşmaya başlayın! Süreniz başladı.”

İçeride birilerinin kalma ihtimaline karşılık on dakikayı çatışmaya ayırmıştım. Bombanın aktif edildikten sonra patlama süresi ise bizim kullandığımız bombada beş dakikaydı. Az evvel ded dediğim gibi toplam on beş dakikamız vardı. Gizlendiğim yerden çıkıp koşmaya başladığımda hem etrafa bakıyor hem de olası bir duruma karşı elim tetik de koşuyordum. Sol taraflardan bir yerlerden çıkan Ertuğrul ile hızla evin içerisine girdik.

Önümüze çıkan kapıya tekme attığımda, tahta kapı kırılarak yere düştü. Silahımı göz hizamda tutuyor, odalara girmeden kendimden önce silahımı öne doğrultuyordum. Ben sağ taraftaki tüm odalara baktığımda, Adran da sol taraftaki odalar ile ilgileniyordu.

İkimizde eş zamanlı son odalardan çıktığımızda aynı anda konuştuk.

“Sağ taraf temiz.” Dedim.

“Sol taraf temiz.” Dedi.

Elimle acele etmesine dair bir işarette bulunduğunda silahını sırtına attı. Eline hazırladığı bombayı aldığında evin ortasına bırakıp hızla aktif hâle getirdi.

Bombanın aktifleşmesiyle evden çıkıp var gücümüzle koşmaya başladık. Kendimizi ağaçların arasına attığımızda telsizden sesler yükseliyordu. İyi olup olmadığımızı sorguluyorlar, yanımıza gelmek istiyorlardı.

Telsizle uğraşacak zamanımız olmadığından var gücümüzle koşmaya devam ettik. İlerde oluşan kalabalıkta timlerin bir arada olduğunu görmemle yükselen patlama sesini işitmem aynı anda gerçekleşti.

Çıkartabildiğim en yüksek sesle bağırdım. “Merkeze haber verin! Çabucak helikopter göndersinler. Birazdan önümüzü göremeyeceğiz!”

Bağırışımı duyan Âhi’nin konuşması bir oldu. “Helikopter geldi Komutanım, ben haber verdim. Biraz ileride bizi bekliyorlar.” Diyerek karşılık verdi.

“Tamam öyleyse, hızlanın.”

Hızlanmak istemem çok doğaldı. Her ne kadar bombadan uzaklaşmış olsak da yakın bir süre içerisinde toz bulutu etrafımızı esir alacak, önümüzü görmemizi zorlaştıracaktı.

Helikopterin hızla dönen pervane sesine doğru ilerlediğimizde, kısa bir süre içerisinde helikoptere varmayı başarmıştık.

Helikoptere bindiğimizde derin bir nefes alarak şükrettim. Derin nefesler almaya başladığımda aradan geçen zamanda kimseden hiçbir ses seda çıkmamıştı. Nefeslerim düzelmeye başladığında başımı kaldırarak etrafa baktım. Bu bakışta, ilk kez yanımdakileri incelemeye fırsat buldum.

Tam karşımda dizilmiş, altı kişi vardı. Kurtuluş benim yanıma Komando ise tam karşıma oturmuştu.

Tam karşımda oturan kadın ile göz göze geldiğimde, o da bu anı bekliyormuş gibi konuşmaya başladı. “Devrem ben Kıdemli Üsteğmen Emek Dağ, Komando timinin komutanıyım. Tanışmaya vakit olmadı.” Dedi içten sesiyle.

Başımı salladım. “Bende Üsteğmen Armin Tan, Kurtuluş timinin komutanıyım. Tanıştığıma memnun oldum.” Dedim en az Emek kadar içten bir sesle.

Boğazımı temizleyip başımı Kurtuluş’a çevirdim. “Kurtuluş rütbe sırasına göre kendini tanıt!”

Hepsi bir ağızdan bağırdı. “Emredersiniz Komutanım!”

Sırasıyla Ertuğrul, Kalender, Tekin, Âhi ve Yıldırım önce rütbelerini hemen ardından isim, soy isimlerini söyleyerek kendilerini tanıttılar.

Gözlerim Komandoya kaydığında Emeğe dönerek sordum. “Yaralı askerimiz ne durumda?”

Hemen yanında oturan adamdan ses geldi.

“İyiyim Komutanım. Devrem sağ olsun,” Kalender’i gösterdi. “Bilincim kapanmak üzereydi, kendimden geçmiştim. Hızır gibi yetişti vallahi. Canı sağ olsun, çok teşekkür ederim kardeşim.” Dedi yüzündeki gülümsemeyle.

Her ne kadar iyi gibi durmaya çalışsa da yüzü solgundu. Çok kan kaybettiğinden dolayı beti benzi atmıştı.

Kalender hafif bir tebessümle karşılık verdi. “Görevimiz devrem.”

Gözlerimi Kalenderin yanında oturan Tekin’e kaydığında göz göze gelmemizle bakışlarını kaçırdı. Yanımda oturan Ertuğrul ve Kalenderin üzerlerinden sarkıp Tekin’e yaklaşarak sessizce fısıldadım. “Seninle gidince görüşeceğiz Tekin.”

Anladığına dair kafasını salladı. “Emredersiniz Komutanım.”

Kendi yerime kayıp dikleştiğimde rehin alınan kızı göremeyince tekrardan Tekin’e döndüm. “Rehin alınan kız nerede Tekin?” diye sordum ciddiyetle.

Tekin’den önce beni cevaplayan Kalender, “Onu karakola götürecekleri için merkeze haber verdik. Bizden önce onun için bir helikopter geldi Komutanım. Herhangi bir sorun yok.”

Kaşlarım çatıldı. “Neden haber vermediniz? Emin misiniz kızı karakola götürmek için geldiklerine Teğmenim?” dedim sorarcasına.

“Öncelikle Komutanım, siz yanımızda olmadığından en üst rütbeli olarak araya girmek durumunda kaldım. Ve evet, eminim. Tugaya varınca bizzat ilgilenip size raporları teslim edeceğim.”

Çatık kaşlarım bozulmadan dışarıyı izlemeye başladım. Aradan geçen on beş dakikada hâlâ bir iniş gerçekleşmediğinde pilota döndüm. “Kaptan, tahmini ne zamana varmış oluruz?”

“Komutanım sizi tugaya bırakmayacağım. Tugaya biraz arası olan bir yere iniş yapacağız hem sizi hem de Komando timi için zırhlı araçlarımız ineceğimiz yerde sizi bekliyorlar. Siz araçlara geçtiğinizde bende tekrardan kalkışa geçeceğim. Yirmi dakikaya yakın bir süre içerisinde iniş yapacağız.” Diyerek beni yanıtladı.

Aldığım yanıtla önüme dönüp, her ne kadar gece karanlığından etraf görünmese de dışarıyı izlemeye başladım.

Aniden nefesim daralmaya başladığında art arda birkaç kez öksürdüm. Yanımda oturan Ertuğrul sırtıma vurup, “Helal.” Dedi.

Elimi kaldırıp iyi olduğumu belirttim. Elimle göğüs kafesimi ovmaya başladığımda nefesim git gide kesiliyordu sanki, her nefes almaya çalıştığımda soluk borumdan hırıltılı bir ses çıkıyordu.

Kalender önümde diz çöktüğünde bana bakmaya başladı. “Komutanım iyi misiniz?”

“Çocuklar bir su verin hemen.” Emeğin sesini duyduğumda yanımda hareketlenme hissettim.

Gözlerimi kapatıp yüzümü ovuşturduğumda derin derin nefesler almaya başladım. Kalender su dolu plastik bardağı peçemi alttan hafifçe aralayarak dudaklarıma doğru yaklaştırdığında gözlerimi aralayıp suyu içirmesinde yardımcı oldum. Suyu içtiğimde nefesim biraz olsun düzelmişti.

Ellerimi kaldırıp yanımdan ayrılmalarına dair bir işaret yaptım. “Tamam iyiyim ben, oturun yerinize.”

Kalender emin olmak ister gibi yüzüme baktığımda, “İyiyim diyorum değil mi? Geç otur yerine.” Dedim rahatlatıcı bir sesle.

“Peki Komutanım.” Yüzünden pek hoşnut olmadığını her ne kadar anlasam da şu an için yapabileceğim bir şey yoktu. Psikolojik veya sigara kullandığım için nefes daralması yaşamam normaldi. Sanırım sigarayı bir an önce bırakmam lazımdı.

“Komutanım, birazdan inişe geçeceğiz hazırlanın yavaştan.” Pilotun sesini duyduğumuzda herkes kendi silahlarını aldı. Tekin sıhhiye çantasını Yıldırım ise erzak çantasını alıp önlerine koyduklarında hazır görünüyorduk.

Helikopter kısa bir sürede yere yaklaşmaya başladığında durması ile kapı açıldı. Bizi getiren pilotumuza teşekkür edip vedalaştığımızda sonunda geri gelmiştik.

Emek ve timine döndüğümde Emek vedalaşmak için elini uzatmıştı. Elini sıkıca kavradığımda hoşnut bir tavırla gözlerine baktım. “Vallahi her gece her gece sizi kurtarmaya gelmeyiz, başınızın çaresine bakın.” Beni hafifçe ittiğinde yüzüme burun kıvırır gibi baktı.

Biz Emekle kenarda konuşurken timler de kendi aralarında konuşuyorlardı.

“Emek Üsteğmenim,” dedim vücudumu ondan ayırdığımda. “Hakkâri’ye yeni geldim. Timde aynı şekilde yeni kuruldu. Buralarda öyle tanıdığım hiç kimse de yok haliyle. Görevlerden vakit kalırsa tanışmak isterim.” dedim umut barındıran sesimle.

Gerçekten bir arkadaşa ihtiyacım vardı. Kadın bir arkadaş. Şu an için çevremde tanıdığım tek bir kadın bile yoktu çünkü…

İç ceplerimden birinden küçük bir kâğıt ve kalem çıkartıp numaramı yazarak Emeğe uzattım. Aynı şekilde Emek de numarasını yazdığında başımı salladım memnuniyetle.

“Meslek sayesinde hiç kadın tanıdığım olmamıştı. Seni gökte ararken yerde buldum Üsteğmenim ikimizin de müsait olduğu bir zamanda buluşup tanışmayı çok isterim.” Dedi kibarca.

“Lafa daldık ayak üstü, siz gidin artık yaralınız vardı. Çok kan kaybetmiş gibi duruyor, acele edelim.” Dedim hafif panikli çıkan sesimle.

Yanaklarını şişirip geri indirdi. “Ben artık bıktım bundan ya, her görevde atlayıveriyor kurşuna. Dövüyorum, dövüyorum akıllanmıyor da. Bırak, alışık o bir şey olmaz ona.” Dedi yılmış sesiyle.

Aramızda kısa bir konuşma geçtiğinde ikimizde timlerin başlarına geçmiştik.

“Kurtuluş araca bin!”

“Komando araca geç!”

Aynı anda kurduğumuzda cümleyle gözlerimiz saniyelik çakıştı.

“Allah’a emanet olun Üsteğmenim ve Komando Timi.” Dedim içten çıkan sesimle.

Aynı şekilde timce karşılık verdiklerinde çoktan araca binmişlerdi. Bizim için gelen zırhlı araca döndüğümde çoktan bütün timin içeride olduğunu gördüm. Aracın içine geçtiğimde Yıldırım kalkıp kapıyı kapatarak yerine geri oturdu.

Tüfeğimi iki bacağımın arasına dayadığımda başımı geriye atıp gözlerimi kapattım. O kadar yorgun hissediyordum ki…

Bu çıktığımız görevle alakalı değildi aslında, eve geldiğimde evi toparlayıp oyalandığım içindi. Çok az bir vakit uyuyabilmiştim. Tugaya gidip raporları teslim ettikten sonra hemen eve gidip uyumak istiyordum.

Bilincim yavaş yavaş kapanmaya başladığında, çevremde duyduğum küçük fısıltılar kulağımı tırmalıyordu.

“Niye izin almadan atladın ortaya?” dedi Kalender.

Birinin oflama sesini duydum. Bu Tekin olmalıydı. “Kızı görünce bir anda atlayıverdim işte, beynim durdu. Yapmamam gerekiyordu, daha ilk görevden hem de…” Dedi Tekin kendi adına sinir barınan sesiyle.

Sert bir tekme sesi duyduğumda Âhi ciddi bir sesle konuşmaya başladı. “Rahat dursana oğlum! Arabadayız. Hele bir tugaya gidelim duvarlara atarsın yumruğunu.”

“Susabilir misiniz?” dedi Tekin umutla.

“Asıl sen sus.” diye aralarına girdi Kalender. “Önce Armin Komutanım seninle medenice bir konuşma yapsın, sonra sıra bize de gelecek nasıl olsa.” Dedi Kalender tehditvari sesiyle.

“Tamam uzatmayın. Yaptı bir hata-“

Ertuğrul’un sözünü kesen kişi ben olmuştum.

“Yapamaz Teğmenim! Bu tim öyle sıradan bir şekilde kurulmadı. Herkesin eğitimleri, çıktığı görevler, yaptığı atış talimleri… Daha nice şey incelenilerek kuruldu. Madem bu kadar iyisiniz, o zaman ona göre davranacaksınız! Senin hata yapmak gibi bir seçeneğin yok Tekin! Duyuyorsun değil mi beni?” sorduğum soruyla yavaşça başını salladı.

“Duyuyormuşsun güzel. Ya adam fark etseydi de vurulsaydın? Sen vurulunca ne olacak? Ben sana söyleyeyim ne olacağını. Kalender sana bakmak için alana inecek, aynı zamanda diğer timdeki yaralı askerimiz diğer tarafa bir bakıp geri dönecek. Kalender yanına geldiğinde, dört kişi yüzlerce adama karşı ikinizi korumaya çalışacağız, kim bilir gücümüz yetmeyecek Kalender de vurulacak. Kalender de vurulunca ikinizi almaya kim gelecek? Yıldırım yerinden oynayamaz, tek keskin nişancımız-“

Sözümü kesen bizim olduğumuz tarafa doğru atılan art arda yumruk sesi ile cümlem bölündü. Geldiğimize dair bir işaretti bu. Gözlerim Tekin’e döndüğünde, “Albayla konuştuktan sonra seninle de konuşacağız bu konuyu konuşmamız burada bitmedi.” Diyerek tehditvari bir sesle konuştum.

Aracın kapısını açtığımda ilk inen ben olmuştum. Hemen ardımdan bütün tim aşağı indiğinde Tugayın koca bahçesinin en orta yerinde duruyorduk.

Albay ve hemen ardında duran Erdem ile göz göze geldik. İki adım öne çıktığımda, timin geri kalanı ise arkamdalardı.

Gür bir sesle konuşmaya başladım. “Kurtuluş Timi bir Üsteğmen, iki Teğmen, bir Astsubay Başçavuş, bir Astsubay Kıdemli Üstçavuş, bir Astsubay Çavuş ile verilen görevden sağ salim bir şekilde dönmüş, yeni emir ve görüşleriniz için hazırdır komutanım!” deyip hazırda beklediğimizde çatılan kaşları ile konuşmaya başladı.

“Rahat asker!” derin bir nefes aldı. “Size verilen bu görevi sağ salim yerine getirdiğiniz için sizlerle gurur duyuyorum! Biz bu timi boşuna kurmadık, sizlere verdiğimiz her bir görev için bu başarıların devamını görmek ve duymak istiyorum Kurtuluş Timi. Adınız dağlarda anıldığında her bir teröristin tüylerinin diken diken olduğu, korkudan yerlerinde tir tir titrediklerini bizzat görmek istiyorum! Tekrardan söylüyorum sizlerle gurur duyuyorum.” Erdeme dönüp bir baş işareti yaptı. Erdem hızla koşup içeriye girdiğinde çoktan gözden kaybolmuştu.

“Şimdi içeriye geçin. İster dinlenin ister burada kalın. Ne yapmak istiyorsanız yapın ama ondan önce bana rapor vermeniz lazım, Üsteğmenim istiyorsan timle beraber gelin ya da tek gel fark etmez. Raporu hemen verin ki evrak işleri ertesi günlere sarkmasın.” Diyerek arkasını dönüp gözden kayboldu.

Hızlı adımlarla teçhizat odasına girdiğimde tüfeğimi benim için ayrılan özel dolaba bıraktım. Göreve çıkmadan önce dolaba kilitlediğim eşyalarımı almaya başladım. Arabanın anahtarını almayı aklıma koyduğumda; beylik tabancamı, telefonumu, askeri kimliğimi, sigara paketimi ve evin anahtarını elime aldığım esnada tim içeriye girmişti. Hiçbiriyle göz teması kurmadan odadan çıktığımda hızlı adımlarım sayesinde çabucak Miralayın odasına gelmiştim.

Kapıyı çalıp, tekmil verip otur emrini aldıktan sonra hiç uzatmadan lafa girdim.

“Komando Timi gayet iyi, yalnızca bir yaralımız var. Yaralımıza sıhhiyecilerimiz yardım etti, durumu en son gördüğüm kadarıyla iyiydi. En azından bilinci açık sohbet edecek kadar… Teröristleri elimizden geldiğinin en iyisi ile yok etmeye gayret gösterdik Komutanım. İnlerini, çevredeki tüm teröristleri öldürdüğümüze emin olduktan sonra kendi el yapımı bombamız ile patlattık ama bundan önce bir terörist on bir, on iki yaşlarındaki kız çocuğuyla kızın başına silah dayalı bir şekilde ortaya çıktığında, Astsubay Başçavuşum Tekin Akar, görev saatleri içerisinde benden herhangi bir izin almadan ortaya atladı Komutanım. Görür görmez hızla uyarıp yerine geçmesi gerektiğini söylediğimde yeni bir konum alıp mevzilendi Komutanım. Uyarmasam yaptığı görev ihlali bize çok büyük sorunlar yaratabilirdi. Yarın sabah içtimadan sonra sizin konuşmanızı istiyorum. Ben birazdan gereken konuşmayı kendisi ile yapacağım zaten, sizden ricam resmiyete döküldüğünde Tekin ile kısa bir konuşma yapmanız Komutanım.” Dedim ve soluklandım.

“Bence senin konuşman yeter Üsteğmenim,” Dedi kısa bir bakışma sonucu. “Ve ek olarak, yarın öğleye doğru gelebilirsiniz. Biraz dinlenin, gece görevine çıktınız.”

“Estağfurullah Komutanım, tamamdır.” Dedim kısaca. “Komutanım, siz evrakları yürürlülüğe koyun ben yarın okuyup imzalarım. İyi geceler.”

Ayağa kalktığımda aramızda çok kısa bir konuşma daha geçmişti. Bahçeye çıktığımda çardaklara doğru ilerleyerek oturdum. Etraf çok sessizdi ve gecenin yarısında nöbete duran askerler dışında kimse dışarıda değildi.

Yanıma gelen asker tepsiden bir çayı önüme bıraktı. “İçin Komutanım, içiniz ısınsın. Hava soğuk.”

Çaya bakarak ağırca başımı salladım. “Sağ ol, aslanım.”

 

Hızla bir baş selamı vererek yanımdan ayrıldı.

Sıcak çaydan çıkan dumanlar görüş açımdaydı. Yanıma aldığım sigara paketini çıkardığımda içerisinden bir dal aldım. İnce dalı dudaklarımın arsına sıkıştırdığımda diğer elimdeki çakmak ile dalı ateşlendirdim.

Yanan sigaradan büyük bir nefesi içime davet ettiğimde kısa bir süre sonra dumanı dışarıya üfleyerek havayla karışmasını izledim. Çayımdan yudumlar alarak sigaramı kısa bir süre içerisinde bitirmiştim. Çok içmemem gerekiyordu, ara ara yaşadığım nefes darlıkları artarsa hiç de hoş olmayacaktı.

Sigaramı kenara söndürüp, ilerideki çöp kutusuna fırlattım. Paketi iç ceplerimden birine koyduğumda çayımı içmeye devam ettim.

Bahçenin başından gelen adım sesleri ile bakışlarım o yöne doğru kaydı. Kurtuluş oturduğum çardağa doğru geliyordu.

Çardağın önüne gelip durduklarında Ertuğrul konuşmaya başladı. “Üsteğmenim müsaade var mıdır?”

Başımı sallamakla yetindim.

Timdeki herkes çardağa yerleştiğinde ileride elinde tepsiyle giden askere seslendim. “Aslanım, bize altı tane çay getir.”

Selama durup karşıladı. “Hemen getiriyorum komutanım.”

Kendi önümde duran çeyrek kalmış çayı kafama diktiğimde karşımda oturan Tekin ile göz göze geldim. “Ne yaptığının farkındasın değil mi?”

Varla yok arası bir hareketle başını salladı. “Farkındayım Komutanım.”

“Güzel,” derin bir nefes alarak etrafıma bakındım. “Yaralandın, Kalender yarana bakmaya alana indi. İkinizde biz o kadar adama karşılık verene kadar aşağıda mahsur kaldınız. Kim gelecek yardıma? Tek keskin nişancımız Yıldırım olduğuna göre Yıldırımı baştan ele… Yardım için Âhi’yi yanınıza yollasam? Öyle de olmaz.” Yüzüm düşünür gibi bir hâl aldı. “Ee ben gelsem? Emir komuta bende. Ertuğrul gitse, gene bir fayda etmez. Yani sen orda kızı kurtaracağım diye kaç kişinin canını tehlikeye attığının farkında mısın?” dedim hiddetle.

Ben konuşurken çaylar da gelmişti. Çayımdan bir yudum alıp ateş eden gözlerle yüzünü inceledim.

“Farkındayım Komutanım, kız ortada öylece kalınca panik yaptım.” Diyerek karşılık verdi.

“Lan senin panik yapma, ileriyi düşünmeden hareket etme, bizim canımızı tehlikeye atma gibi bir şansın yok! Yok anlıyor musun yok!” Derin bir nefes alarak sakinleşmek adına gözlerimi kapattım. “Bak, karşımda çocuk varmışçasına bağırmak asla hoşuma gitmiyor ama bu yaptığının kaç kişinin canına mâl olabileceğini çok iyi biliyorsun.” Çayımdan bir yudum aldığımda yanımdakilere baktım. Herkes pür dikkat yüzüme bakıyor, verdiğim tepkileri inceliyordu.

“Şehit olmanın bizim için ne kadar gurur verici bir mevzi olduğunu biliyorsun ama bu şekilde değil. Emir ihlali sonucu bütün timimi kaybedemem Tekin. Özenle kurulmuş bu timi, bir ihlal uğruna kaybedemem. Anla beni,” başımı diğerlerine çevirdim. “Anlayın beni. Olmaz, yapamam arkadaşlar. Tekin bu seni ilk ve aynı zamanda son uyarışım. Bu uyarı Tekin ile birlikte hepiniz adına yaptığım bir uyarı.” Art arda birkaç kez öksürdüm. Boğazım yumuşasın diye önümdeki çaydan bir yuduma aldım.

“Emir komuta kimde olursa olsun, çıktığımız hiçbir görevde emir ihlali yapılmasını istemiyorum. Eğer ki bu yaptığım uyarıya rağmen görev ihlali yapan olursa, dilekçesini bizzat kendi ellerim ile imzalarım ve bu timden gönderilmesi için elimden ne geliyorsa yaparım. Anlaşıldı mı asker!” sonlara doğru bağırmam ile gaza gelmişlerdi.

“Her zaman için anlaşıldı Komutanım!” diyerek topluca bağırdıklarında nöbetteki askerler bile dönüp bizim olduğumuz çardağa bakmışlardı.

Bugün, 1 Ekim 2020 Benim Kurtuluşun varlığını kabul ettiğim gündü.

Uzun süreli sessizliği bozan Ertuğrul’un, “Dinlenme odasına geçelim, hava soğumaya başladı bir şeyler içeriz.” Demesiyle karanlığı hafif aralanmış gökyüzünü ardımızda bırakıp dinlenme odamıza gelmiştik.

Tekin hızla çay demleyerek bütün herkesin önüne bir bardak bırakmış, hemen ardından koltuğun en dip köşesine oturup süt dökmüş kedi gibi etrafı izlemeye başlamıştı.

Kolumdaki saate baktığımda, saatin neredeyse beşe geldiğini gördüm. Aklıma gelen plan ile yüzümde değişik bir ifade ev sahipliği yaptı.

Çay bardağımı elime alıp odadan çıktığımda arkamdan seslendiklerini duysam da cevap vermedim. Erdemi gördüğümde seslendim.

“Pişt, Erdem.” Dedim çok yüksek olmayan bir ses tonuyla.

“Albay postası Erdem Diyar, Tokat emredin Komutanım.”

“Erdem, Kurtuluş bu odadan dışarıya çıkmayacak. Gitmek isteyen olursa yollamıyorsun. Beş dakikaya dönerim hemen.” Diyerek yanından uzaklaştım. Kapının önüne bıraktığım çay bardağı ile üzerimi düzelttim.

Miralay’ın kapısını tıklatarak içeri girdiğimde hızlıca tekmil verdim. “Üsteğmen Armin Tan!”

Beni görmesi ile kaşları çatıldı. “Niye hâlâ buradasınız Üsteğmenim?” diye sordu ciddi ifadesi ile.

Yavaşça yutkunarak aklımdaki şeyi direkt sordum. “Komutanım Tekin ile konuştum zaman biraz ilerledi. Her neyse, biraz gürültü yapsak sizin için sorun olur mu?” dememle dudakları hafif aralandı.

“Gecenin bu saatinde?” dedi sorarcasına.

“Komutanım düzeylerine bakmak istiyorum zaten şunun şurasında bir saat sonra toplanmaya başlarlar. Biraz erken başlasak ne olur? Hem o ihlalin bir sonucu tabii ki olacak. Onları bir iki koşturup, şınav, mekik çektirince eğitim yaptırdım sandılar. Ben daha eğitimime başlamaya fırsat bulamadım. Daha çok testim var, hepsini üzerlerinde uygulamam lazım. Tabii sizin de müsaadenizle” Dedim.

Bitkin bir ifadeyle sordu. “Bitti mi?”

Dudaklarımı yalayarak cevapladım. “Bitti komutanım.”

“Tamam istediğini yapabilirsin Üsteğmenim. Bugünkü açılış da Kurtuluştan olsun.” Duyduğum cümle ile bacağımın yanında kalan elimi seri bir hamle ile alnıma dayayıp geri indirdim. Dışarıya çıktığımda yere bıraktığım çayı alarak dinlenme odasına doğru yürümeye başladım. Kulaklarıma dolan konuşma sesleri ile kaşlarım çatılırken adımlarımı hızlandırdım.

“Erdem Teğmenim kenara geçsen de biz çıksak olmaz mı?” diyen kişi Kalenderdi.

“Çok uykum var Erdem komutanım, Armin komutanım da gitti biz çıkalım artık.” diye Erdeme dil döken kişi ise Yıldırımdı.

“Tamam Erdem Teğmenim uzatmayın, çekilin de gidelim artık geç oldu zaten.” Ertuğrul araya girdiğinde Erdem ciddiyetinden ödün vermeyerek konuştu.

“Olmaz dedim, ikinciyi tekrar etmeyeceğim.”

Erdemin hâl ve hareketlerini gördüğümde yüzümde bir sırıtış belirdi.

“Neden çıkamıyoruz peki?” diyen Kalender’in sorusu havada kalmıştı.

Erdemin cevap vermeyip kapının önünden bir adım atmadığını gördüklerinde, Ertuğrul Erdemin koluna elini sardı.

Erdem hafifçe yana kaydığında araya girip boşta olan elim ile Ertuğrul’u odaya doğru itekledim. Yanımda kalan Erdem’in eline çay bardağını tutuşturduğumda Ertuğrul’a döndüm.

Havalanan kaşlarım eşliğinde “Ne oluyor Teğmenim?” dedim.

“Ne oluyor Üsteğmenim?” dedi Ertuğrul da aynı şekilde karşılık vererek.

Elini hızla sıkıp geriye doğru büktüğümde yüzünde hafif bir oynama oldu. “Bundan sonra görevlendirdiğim bir devreme yaptığın en ufak yanlışta timden atılman için elimden gelenin en iyisi yaparım Teğmenim.”

Elini elimden kurtardığında Erdeme döndü. “Devrem kusura bakma, gece gece biraz-“

“Önemi yok. Armin Komutanım görevlendirdi diye karşılık vermedim, yaptığın hareketi tekrarlarsan,” gülümsedi. “Bence iyi olmaz.”

Arkasını dönüp Miralayın katına ilerlediğinde gözden kaybolmuştu.

Dinlenme odasındaki koltuklara kurulduklarını gördüğümde şiddetle bağırdım. “Kurtuluş, iki dakika içerisinde içtima alanına in ve beni bekle!”

Tam beşte başlayacaktım.

Koşar adımlarla teçhizat odasının önüne geldiğimde, parmağımı kapının yanında bulunan özel sektöre okuttum. Hem anahtar hem de parmak izi sistemi aktif olarak kullanılıyordu.

Kendi dolabımdan eskiden eğitimlerde kullandığım birkaç lazım gereci aldığımda aşağı indim. Hepsi alanda rütbe sırasında göre sıralanmış bekliyorlardı.

Elimdeki malzemeleri bir kenara atıp bahçede çay tepsisiyle dolaşan askere seslendim. Yanıma geldiğinde, “Aslanım bana spor salonundan on iki, on dört tane lastik getir.” Dediğimde koşmaya başladı. Arkasından bağırdım, “Üç dakikan var!”

Tam önlerindeki banka oturup bir bacağımı diğer bacağımın üstüne attım. Aradan biraz vakit geçtiğinde kol saatime baktım ve bir buçuk dakikası kaldığını gördüm.

Yedi er ellerinde iki koca lastikle alana girdiklerinde yanıma bırakmaları için bir baş işareti verdim. Parkuru kısa bir sürede anlattığımda o kadar hızlı bir şekilde hazırlamışlardı ki…

Parkurun amacı aslına bakarsak bir güç gösterisiydi.

Getirttiğim lastikler zırhlı araçlarımızdan sökülmüş, eskiyen lastiklerdi.

Parkurun en başından sonuna kadar olan mesafe nereden bakarsak bakalım, beş kilometreye yakındı.

Parkurun başından başlayan kişiler iki ellerinde araçlardan sökülmüş lastikler ile koşmaya başlıyor. Aralara konulan engellere takılmaksızın üzerlerinden, altlarından sürünerek, atlayarak geçip parkurun sonuna geldiklerinde barfiklere geçiyorlardı. Barfikse geçtiklerinde ellerindeki lastikleri omuzlarına doğru kaydırıp lastiklerle beraber en az otuz şınavla başlayıp attırarak devam edecektik.

Parkuru onlara anlattığımda ilk başta böyle bir eğitim yaptırmayacağımı düşündüklerinden olsa gerek, biraz şaşırmış hemen ardından kendilerini toplamışlardı.

Tugayın geniş kapısı açıldığında içeriye giren en az on beş kişilik er grubunu yanıma çağırdım. Hepsi arkama geçip dikildiklerinde, bakışlarımı Ertuğrul ve Kalendere diktim.

“Adran ve Çevik siz ikiniz başlıyorsunuz. En fazla on dakika içerisinde bu parkur bitmiş olacak. Anlaşıldı mı!”

Gür bir sesle bağırdığımda aynı şekilde karşılık aldım.

“Anlaşıldı Komutanım!”

Ertuğrul ve Kalender parkurun en başına gittiklerinde, arkamdaki erlerden iki kişi ikilinin yanına gidip lastikleri vermişlerdi.

Tüm erler arkama doluştuğunda onların yüzünü görecek bir şekilde yüzümü onlara döndüm. “Arkadaşlar, kim çıkarsa çıksın hiç fark etmez. Dikkatlerini dağıtmak için elinizden geleni yapacaksınız. Laf atın, başaramayacaklarına dair sözler sarf edin. Bakın şuradaki torbada,” yere attığım torbayı işaret ettim. “Bir sürü tenis topu var. Engellerden çıktıklarında koşacakları alana doğru fırlatabilirsiniz. Sizden istediğim tek şey, ikisine de aynı şeyleri uygulamanız. Anlaşıldı mı!”

“Anlaşıldı Komutanım!”

Kenara attığım torbadan düdüğümü çıkardığımda önce bağırarak seslendim. “Adran ve Çevik on saniye içerisinde, dikkat!” geçen saniyeler sonucu düdüğümü öttürdüğümde ikisi de hızla koşmaya başladı.

Otuz saniyede düz alanı koştuklarında engellere gelmişlerdi. İlk dört engel atlama, sonraki iki engel sürünme.

Sürünmede dışardan bakıldığında belli olmasa da, kendilerini yere attıklarında içerisine düşecekleri bir çamur havuzu vardı.

İki çamur havuzunun ardından atlama, sürünme, düz alanda koşma. Sonrasında ise döndü halinde devam ediyordu. Sonlara doğru sadece koşmaları için bıraktığımız alan bitince barfikse başlayacaklardı.

Ertuğrul’un bacağı anlık topalladığında Kalender çoktan ikinci engele atlamıştı.

“Çok kötüsün Adran!”

“Öne geçtin diye sevinme Çevik!”

“Adran, seni bu topallamayla fizik tedaviye bile almazlar!”

Erler art arda bağırmaya devam ediyor, dikkatlerini dağıtmak için ellerinden gelenleri yapıyorlardı.

Ertuğrul çoktan açığı kapatmıştı.

Bende ikisiyle birlikte koşuyor, nerelerde hata yaptıklarını, nerelerde iyi olduklarına bakıyordum. İlk dört engel bittiğinde arada biraz koşma mesafesi vardı. Sürünmeye yaklaştıklarında, “Lastikleri engelin ardına atın!” diyerek ne yapmaları gerektiklerini bağırarak açıkladım.

İkisi de aynı anda geldiklerinde ilk lastikleri fırlattılar, ikinciye geçtiklerinde Kalenderin lastiğinin yana doğru gitmesiyle Kalender hızla lastiği tutup ileri fırlattı.

“Çevik, lakabına göre fazla hantalsın!”

“Adran, lastik patladı Adran!”

“Çevik senin lastik aldı başını gidiyor kardeş!”

Erler dediklerimi harfiyen uyguluyorlardı.

Ertuğrul ve Kalender neredeyse aynı saliselerde sürünme için eğildiklerinde saniyesinde gözden kayboldular.

“Adran, öldün mü kardeşim?”

“Lan Çevik nereye kayboldun?”

Yıldırım ve Tekin’in peş peşe gelen soruları üstleri başları çamur içinde çıkan ikili ile aydınlandı.

İkisi de gözleri kapalı bir şekilde ileriye atıldıklarında, lastikleri attıkları yerden alıp ilerideki engellerden atlayıp tekrar sürünme bölümüne geldiler.

Saate baktığımda dört buçuk dakika geçtiğini gördüm.

Kalender lastiklerini başarılı bir şekilde attığında Ertuğrul’un lastikleri, erlerin sesinden dikkati dağıldığı için yana kaçmıştı.

“Lan! Adran, Çevik! Önünüzde engel var yavaş!”

Erin bağırması üzerine dikkati dağılıp lastiğini kaçıran Ertuğrul, lastikleri almak için gözlerini aralamaya çalışsa da yüzündeki çamurdan gözleri açılmamıştı. Elleriyle araya araya lastiklerini bulduğunda ileriye fırlatıp çamurun içerisine kendini bırakmıştı.

Kalender önündeki dört engelden atladığında, Ertuğrul ile aralarındaki fark ciddi bir oranda açılmıştı. Ertuğrul sürünmeden çıktığında Kalender engelleri bitirmiş boş alanda koşmaya başlamıştı.

Erler hızla Kalenderin olduğu tarafa ve Ertuğrul’un olduğu tarafa iki şekilde ayrılmışlardı.

Kalender erlerin koşma sesleriyle yavaşlamış, temkinli adımlar atarak hafif tempolu yürümeye başlamıştı.

Dikkatliydi.

Ertuğrul, Kalenderin önde olmasının gazıyla koşarak gelmişti. Erler tenis toplarını hızla yerlere saçtıklarında, Ertuğrul koşmanın verdiği hızla yavaşlayamamış, sırt üstü yere düşmüştü ve büyük lastikler, vücudunun üzerinde kalmıştı.

Kalender çoktan barfiks çekmek için hazırlanmıştı. Lastikleri omuzlarına kaydırdığında yukarıya doğru zıpladı.

Kalenderin gözleri hâlâ kapalıydı. Vücudunu yukarı doğru her çektiğinde yüksek sesle sayıyordu. Ertuğrul neredeyse Kalendere yetişmiş durumdaydı. Barfiks çubuğuna doğru atıldığında hızla kendini yukarıya çekmeye başladı.

İkisinin barfiksleri başa baş ilerlese de Kalender Ertuğrul’a göre yirmi dört saniye erken bitirmişti. Kalender parkuru sekiz dakika otuz altı saniyede, Ertuğrul ise sekiz dakika elli saniyede bitirmişti. Erler alkışlamaya başladığında ikisi de kendini barfiks çubuğundan aşağı doğru bırakmıştı.

“Beyler ilk turun kazananı yirmi dört saniye fark ile Çevik oldu!”

Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu.

Erlerden birine dönüp küçük bir defter ve kalem istediğimde kısa bir süre içerisinde getirdi.

 

01/10/2020 Ağırlıklı Parkur Analizi

Çevik: Dikkatli ve temkinli.

-Çevresindeki seslere karşı açık hem dinleyip hem uygulamasını iyi biliyor.

Kalender Çiler yapılan ağırlıklı parkurdan başarı ile geçmiştir.

 

Adran: Dikkatsiz, dikkat problemi var.

-Çevresindeki seslere kulak veriyor ancak dikkati hızlı bozluyor, çabuk toparlansa da dikkat sorunu var.

-Sol diz kapağında bir sorun var gibi, koşu esnasında hafif tökezleme var. (Muayene için randevu alınacak.)

-Kol kası çalışması lazım. Bir süre sonra nefes alışverişleri hızlanmaya başladı. (Nefes dersleri uygulanacak.)

 

Elimdeki pet şişe ile yanlarına gittiğimde önce Kalender’in yanına çömeldim. “Teğmenim, maşallah tazı gibiydin.”

Burun kıvırır gibi yapıp dalgaya vurdu. “E şimdi Komutanım, bizimde bir şeklimiz, tarzımız var yani.” Dedi gülerek.

Elimdeki pet şişedeki suyu avucuma döküp Kalender’in yüzüne yaklaştırdım. Göz çevrelerini güzelce temizlemeye başladığımda cebimden çıkardığım peçeteyle yüzünü güzelce çamurdan arındırdım.

Önemli olan yüzüydü sonuçta…

Devamı beni ilgilendirmezdi. Ben eğitimimi yapar, hatalarını tespit eder, kenarda otururdum.

Aynı şekilde Ertuğrul’un yüzünü de temizlediğimde erler parkuru toparlamış ve engellerin yerlerini değiştirmişlerdi. Ben yapın demesem de yaptıkları hoşuma gitmedi desem yalan olurdu.

Sıra Tekin ve Âhi’deydi.

“Berkin ve Arman sıra sizde! Parkurun başına geçini hadi, çabuk daha çok şey yapacağız!” diye bağırdığım da aynı anda koşarak parkurun başına geçtiler.

Erlere döndüğümde, “Şimdi, az önceki gibi devam ediyorsunuz, dikkatlerini dağıtmak için elinizden geleni ardına koymayın. Sonda attığınız tenis toplarını tekrardan ortaya atabilirsiniz, poşette bilyelerde vardı. İstediğinizi ortaya atabilirsiniz. Dikkatlerini bozmak, morallerini düşürmek için aklınıza gelen ne varsa yapabilirsiniz.” Dedim değişen parkuru inceleyerek.

Bu sefer düz koşma ile başlayıp direkt sürünmeyle devam eden bir parkur vardı.

Baştan görmeyerek devam etmeleri işime gelirdi çünkü en merak ettiğim ikili Âhi ve Tekin ikilisiydi. Bakalım cüsselerinin göründükleri kadar var mıydılar?

Yükselttiğim sesimle konuşmaya başladım. “Berkin, Arman on saniye içerisinde başlıyorsunuz. Bu parkur en geç on dakikada bitecek anlaşıldı mı!” dedim.

Parkurun en ucundan tugayı inletecek sesleri duyuldu. “Her zaman için anlaşıldı Komutanım!”

Bağırmaları ile, düdüğü dudaklarıma yaklaştırıp nefesimi üflediğimde, etrafa yayılan sesle ikisi de hızla öne atıldı.

Düz koşuyu yirmi iki saniyede bitirdiklerinde sürünme görünümlü alana sakladığımız havuza girmek için önce ellerindeki lastikleri ileriye fırlattılar. Hemen ardından aynı hızla havuza atladıklarında, başlarını yukarıya kaldırıp yüzlerine çamur bulaşmasını engellediler.

Oldukça zeki bir hamleydi.

Haksızlık yoktu, Ertuğrul ve Kalender parkura dikkat etmedikleri için havuzu görmemişlerdi. Tekin ve Âhi parkur kurulduğu esnada erlere çaktırmadan da olsa dikkatli bir şekilde parkuru incelemiş, kuruluş aşamalarını bakmışlardı.

Havuzdan çıktıklarında üzerlerinden damlayan çamurlar eşliğinde yerdeki lastiklerini aldılar. Üzerleri ağırlaştığı için tempoları az da olsa düşmüştü. Erler arkalarından bağırmaya devam ediyor, dikkatlerini dağıtmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Atlama engellerine geldiklerinde, uzun bacaklarını konuşturup hızla engelleri aşmışlardı. Düz alana geçip koşmaya başladıklarında, erler ellerindeki bilye ve tenis toplarını yerlere saçtılar.

Gözleri açık olsa dahi, pinpon toplarını geçip bilyelere takılmışlardı. Bilyelerden çabucak kurtularak dikkatli bir şekilde koşmaya devam ettiler. İkinci sürünme engeline geldiklerinde lastikleri ileriye atıp gene aynı şekilde temkinli hareketlerle havuza girdiler ama dikkat etmedikleri bir detay vardı. İkinci havuz ilk havuza oranla daha derindi. Ne kadar yavaş olsalar da bu sefer çamura bulanmışlardı.

“Bakarken dikkatli baksaydınız keşke arkadaşlar.” İçlerinden bir erin dediği cümleyle tüm erler gülmeye başlamıştı.

Ciddiyetimi bozmadan hem dakikaya hem de havuzdan çıkışlarını izliyordum.

Âhi ve Tekin nerdeyse baş başa havuzdan çıktıklarında, üzerlerinde ilk girdikleri havuzda kurumaya yüz tutan çamur şimdi yeniden havuza girmeleriyle yeniden ıslanmış ve üzerlerindeki üniformalar çamurdan gözükmüyordu.

İkisi de anlaşmış gibi yürümeye başladıklarında, erler yeniden bilye tenis toplarını ayaklarının altlarına sermişlerdi. Bu sefer yavaş geldikleri için herhangi bir takılma durumu olmamıştı.

Engelleri atlayıp barfikse geldiklerinde lastikleri omuzlarının üstüne doğru ittirip kendilerini yukarıya çektiler.

İri yarı vücutları gerçekten de göründüğü gibi vardı.

Ertuğrul ve Kalender bu kadar hızlı bitirememişlerdi.

Otuz barfiks çekip kendilerini yere attıklarında, sırt üstü yere uzanmışlardı. Saate baktığımda yüzümde kimsenin anlayamadığı ama benim gurur tebessümüm olan bir çizgi, dudaklarımın yanında çıkmıştı.

Âhi altı dakika otuz altı saniyede, Tekin de altı dakika otuz altı saniyede bitirmişti. İkisi de o kadar hızlı, o kadar profesyonel bir şekilde parkuru bitirmişlerdi ki…

Arkamdaki erler alkışlamaya başladıklarında, Ertuğrul’un yüzü asılmıştı. Ertuğrul’un aksine Kalenderin yüzü gülüyor, gurur duyan bir ifade ile yerde uzanan ikiliye bakıyordu.

Yerde duran pek şişeye elimi attığım esnada yanımda duran ere döndüm. “Aslanım sen bana beş tane, beş litrelik su bidonu getir. Kop hadi, hadi.” Dedim.

Sorgulayan bir ifade ile yüzüme baktı. “Dolu mu olsun komutanım?” demesiyle bakışlarım boş ifadesini geri taktı.

“Yok boş getir. Boş bidonla ne yapayım lan?!” ani yükselmem ile yüzü ciddileşti.

“Emredersiniz komutanım!” dediği anda yanına aldığı bir erle birlikte gözden kaybolmuştu.

Elime aldığım küçük su şişesi ile parkurun sonuna, yanlarına ilerlemeye başladım. İkisi de hâlâ yerde uzanıyor, sık sık aldıkları derin nefesler ile bekliyorlardı.

Bana şu an için daha yakında duran Âhi ile yere doğru çömeldim. Dizimi kırıp, başını dizime yasladım. Şişenin kapağını açıp avucuma döktüğümde, suyu Âhi’nin yüzüyle buluştu. Yüzünü güzelce yıkadığımda cebimdeki minik peçeteyi tekrardan çıkartıp yüzünü sildim. Tabii bu esnada Âhi ile neredeyse mücadele vermiştim.

“Ya Komutanım, Allah aşkına bırakın beni. Ben kendim yıkarım yüzümü durun.” Dedi karamsar bir ses tonuyla.

İnat etmişti İnat etmiştim.

“Bir sussana sen, temizliyorum ben işte!” dedim inatçı çıkan sesimle. Yüzüne tekrar su döktüğümde gene konuşmaya başladı. “Ama Komutanım…”

“Sussan oğlum! Parkura çıkan herkesin yüzünü temizliyorum zaten, sen kendin temizle Âhi falan mı diyeceğim? Saçmalama da dur.” Dedim hafif yüksek sesimle.

Konuşup durduğu için yüzüne su döktüğümde dudaklarına akmıştı. Suyu hızla dudaklarına döktüğümde, çamur akmıştı.

“Komutanım tamam aktı, gideyim ben,” dedi gözlerini kaçırarak.

“Âhi…” dedim son harfi hafifçe uzatarak.

“Komutanım vallahi ayıp oldu, tamam ben kalkayım artık.” Dedi utandığını belli eden ses tonuyla.

Peçeteyi cebimden çıkartıp yüzünü güzelce kuruladım. Dudaklarından akan suyu da yavaşça sildiğimde, Âhi’nin yutkunuşu ikimiz arasında kaldı.

Yanından ayrılıp Tekin’in yattığı yere doğru çömeldim. Başını dizime yaslayıp suyu yüzüne akıttım. Elimle yüzündeki çamuru güzelce ovuşturduğumda peçete ile kurulayarak yanlarından ayrıldım.

Defteri açtığımda yazmaya başladım.

 

01/10/2020 Ağırlıklı Parkur Analizi

Berkin: Dikkatli.

-Etraftaki seslere açık, olanları dinliyor ve mantıklı olana göre hareket ediyor.

Tekin Akar yapılan ağırlıklı parkurdan başarı ile geçmiştir.

 

Arman: Dikkatli ve başarılı.

-Kas gücü oldukça iyi, verilen ağırlıklarla o kadar engelden geçip başarılı bir şekilde parkuru bitirdi.

-Nefes kontrolünü en iyi sağlayanlarda bir numara, nefesini nasıl kullanacağını iyi biliyor.

Âhi Alphan yapılan ağırlıklı parkurdan başarı ile geçmiştir.

 

Erler yanıma geldiğinde su bidonlarını getirmişlerdi.

“Komutanım getirdik suları.” Dedi bana hitaben.

“Senin adın ne koçum?” dedim merakla.

Kaşları hafifçe çatıldı. “Mert Ceylan, bir sorun mu var komutanım?” diye sorgu dolu, meraklı gözleri eşliğinde.

“İsminle hitap etmek için sordum paşam, bir sorun yok. Sağ ol sular için.” Dedim.

Sert sesimi normal anlarda kırmayı, başarmaya başlamıştım. Sert bir ses tonuyla konuşmaya başlayınca insanlar benden çekiniyordu çünkü.

“Rica ederim komutanım.”

Parkura baktığımda değişiklikler yapılmıştı. Ama Yıldırım için istediğim daha farklı şeyler vardı.

“Mert! Gel buraya.”

“Şu kim?” dedim parkurun başındaki eri göstererek.

“Ömer Coşkun, komutanım.” Diyerek yanıtladı sorumu.

“Ömer! Aslanım sen gel buraya.” Elimi sallayarak yanıma gelmesini söyledim.

Kısa bir sürede koşarak yanıma geldiğinde, selama durdu. Dikkatlice yüzünü inceleyerek, “Parkur gene güzel olmuş ama bu sefer farklı bir şeyler istiyorum.” Dedim.

İlgiyle beni dinlediğinde, “Nasıl bir şeyler olsun komutanım?” diyerek atıldı.

“Atlama engelleri, sürünme ve havuzlar dursun. En son alandaki barfiksi kaldırın, onun yerine atış yapmasını sağlayacağı bir şeyler poligon bulun. Yıldırım timdeki tek keskin nişancımız, ona göre oldukça iddialı ve seveceği bir şeyler bulursanız mükemmel olur.” dedim keskin bakışlarım eşliğinde.

“Halloldu bilin Komutanım!” yanına aldığı erler ile koşarak içeri girdi. Çok uzaklaşmadan arkasından bağırdım. “Bulup, kurmak için sadece on dakikanız var. Acele edin!”

Yanımdaki banka oturduğumda neler yaptıklarına baktım. Ertuğrul yere oturmuş etrafını izliyordu. Kalender ve Yıldırım, Âhi ile Tekin’in yanında sohbet ediyorlardı.

Ertuğrul’u yavaş yavaş çözmeye başlamıştım. Başarısız olmayı sevmiyordu. En başarılı ben olacağım diyen tiplerdendi Ertuğrul. Bunu zamanı geldiğinde güzelce konuşmalı, başarının bir hırsa dönüşmesini engellemeliydik. Nedenini bilmiyordum ama bana göre kendini ispatlamaya çalışan bir havası vardı. Tökezlediği ve dikkati dağıldığı için gözümde başarısız göründüğünü düşünüyordu muhtemelen.

Eğitim bittikten sonra hepsiyle teker teker konuşurdum. Hatalarının nerelerde olduğunu söyler, beraber çözüm üretir ve güzel bir sonuca varırdık.

On dakikaya aşkın bir sürede Yıldırım için parkur kurulmuştu. Yıldırım’a doğru seslenerek yanıma gelmesini istedim. “Yıldırım! Yanıma gel hemen.”

Başını kaldırıp göz göze geldiğimizde, “Geldim komutanım!” dedi hızla koşmaya başlayarak.

Koşar adımlarla dibimde bittiğinde konuşmaya başladım. “Yıldırım, şimdi hızlıca teçhizat odasına gidip görevde kullandığın tüfeğini alıp geliyorsun.” Dedim.

Yerime oturduğumda; bana çay getirdiklerini, elime verilen çay ile anladım. Buharı üstünde tüten çayı elime alıp sardığımda, yavaş bir yudum aldım.

Gün ağarmaya başlamış, tan vakti gelmişti.

Sırtımı banka yaslayıp, yerimde iyice yayıldığımda karşımdaki eşsiz manzaraya karşı, çayımı yudumlamaya başladım.

Ömer ve Mert parkuru düzenlemeye devam ediyorlardı. Parkuru bahçeye değil ağaçlık alana doğru kurmalarını istemiştim. İçtima saati yaklaştığında gelen timler için parkuru toparlaması zor olurdu.

Gün ağarmaya başladığından hava hafif hafif esmeye başlamıştı.

Yıldırım çoktan gelmişti, şu anda parkuru kuran erleri bekliyorduk.

Yıldırım’a bakıp, “Denge! Yanıma gel.” Diyerek seslendim biraz ötemde, ayakta dikilen adama.

Elindeki tüfeği çapraz tutuşa alıp, sert adımlarla yanıma gelerek, “Emredin komutanım!” dedi gür sesiyle.

Elimle parkuru işaret ederek anlatmaya başladım. “Bak aslanım, en baştaki engelleri nasıl geçeceğini biliyorsun zaten. Devamında tüm engeller bitip, düz koşu alanına geldiğinde hızını kesmeden Tugaya girip, çatı katına çıkacaksın, ama ondan önce bozduğumuz tüfeğini kuracaksın. Çatı katına çıkıp istediğin yere mevzilendiğinde, senin için hazırladıkları hedeflere nişan alacaksın. Tüm hedefleri vurduğunda, parkuru bitirmiş sayılacak, sürene bakacağım.” Omuzuna iki kere vurup. “Sana güveniyorum Yıldırım.” Dedim.

Yüzündeki ciddiliği bozmadan başını sallayıp cevapladı. “Sağ olun komutanım!”

Ömer ve Mert parkuru düzenlemeyi bitirdiklerinde, Yıldırım’ı parkurun başına yollamıştım.

Süresini başlatmadan parkurun sonuna doğru koşarak gittim. Elimdeki tüfeğin ana parçalarını parçalayarak, yere dağıttığımda eğildiğim yerden kalkarak eski yerime geçtim.

“Çevik, başlamak için son on saniye!” bağırdığımda Yıldırım sağ elini havaya kaldırarak tamamdır işareti yaptı.

Parkurun ortasına koştuğumda Yıldırım’ı izleyebileceğim bir konuma geçtim. Boynuma asılı düdüğü dudaklarımın arasına yaklaştırıp nefesimi vermemle alana yayılan ses Yıldırım’ı harekete geçirmişti. İlk alanı Yıldırım’a özel sürünme yapmıştım.

Havuza temkinli bir şekilde girip, başını çamura bulaştırmamıştı. Çıktığında lastiklerini eline alıp, engellerden hızla atlamaya başladı. Engeller bittiğinde, koşu alanını çok hızlı bitirmişti.

Yıldırım da fark ettiğim şey, hızını çok iyi ayarlayabiliyordu. Alanın başından, geldiği alana kadar çok düzenli bir şekilde gelmişti. Nefes kontrolu, kas çalışmaları oldukça iyiydi. Havuz, engeller ve düz koşuyu tekrarlayıp bitirdiğinde, ellerini yere sürterek az da olsa çamurdan arındırdı. Silahını kurmaya başladığında ilgimi çeken bir şey daha olmuştu.

Narindi. Karakter olarak değil. Silahına karşı narindi.

Silahını kurmaya başladığında, parçaları çok sert hareketler ile değil narin hareketler ile yerine takıyordu. Silahına bebeği gibi bakan bir adam olduğunu anlamak zor olmasa gerekti.

Parkurun sonuna, yanına geldiğimde silahını kuruşuna baktım.

Oldukça hızlı ve başarılı bir şekilde silahını kurduğunda hızını kaybetmeden Tugay’ın içerisine koşmaya başladı. Sohbet ede ede gelen erleri gördüğümde yüksek sesle bağırdım. “Açılın! Koridordaki tüm erlerin dikkatine, herkes kenara çıksın!” bağırmam üzerine kenara çekilen erler, neler olduğunu anlamak ister gibi etraflarına bakınıyorlardı.

Yıldırım ben konuşmaya başladığım an itibariyle, ortadan çoktan kaybolmuştu bile.

Tamı tamına kırk dört saniyede Tugayda yankılanan atış sesi ile geldiğini anladım. Başımı yukarı kaldırıp Yıldırım’a bakmak istediğimde, ortada göremedim. Tüfeğin namlusunu görmek umuduyla bakınmaya devam ettiğimde gene hiçbir şey görememiştim.

Art arda gelen atış sesleri ile gözlerimi hedeflere çevirdim. Şu ana dek vurduğu hedeflerin hepsi tam on ikiden vurulmuştu. Tamı tamına yirmi hedef vardı. Atışlara devam ettiğinde, her yaptığı atış başına Tugayın içerisinde yankılanan gür sesler, tüm erlerin merakını harlamıştı.

Atışların hepsi hedeflerin tam ortası ile buluştuğunda yüzümde gurur duyduğuma dair uyanan ifadeyi yeni gelen er gurubu görmüş, kendi aralarında fısıldaşmaya başlamıştı.

Atışların kesilmesi ile kol saatime baktım. Tamı tamına, yedi dakika yirmi saniye.

Silahını baştan kurması, tugaya girip çatı katına kadar çıkması ve yirmi hedefi tam on ikiden vurması…

Bu yaptırdıklarımın aynısını Ertuğrul ve Kalendere yaptırmış olsaydım on dakikayı aşkın bir süre sonunda bitirmiş olurlardı muhtemelen.

Defterimi alarak Yıldırım’a özel notlarımı almaya başladım.

 

01/10/2020 Ağırlıklı Parkur Analizi

Denge: Nefes kontrolu başarılı.

-Kaslar gelişmiş, ağırlıkları zorlanmadan kullanıyor.

-Alana koyulan hedeflerin hepsini tam on ikiden vurarak, keskin nişancı olmanın hakkını vermiştir.

Yıldırım Kıran yapılan ağırlıklı ve hedefli parkurdan başarı ile geçmiştir.

 

Sert gelen adım sesleri ile başımı defterden kaldırıp, Tugayın büyük bahçesine doğru baktım.

Yıldırım geliyordu.

Tam yanıma gelip sol ayağını hızla sağ ayağının yanına çekti. Tüfeğini almak için elimi öne uzattığımda, tüfeği hızla elime verdi.

Tüfeği iki bacak arama sıkıştırdığımda, sürekli alıp yere fırlattığım su şişesini tekrardan elime aldım. Avucuma döktüğüm suyu yüzüyle buluşturduğumda, yüzünü güzelce yıkayıp kuruladık.

Her ne kadar çamura bulanamamış olsa da toz toprak yüzüyle buluşmuştu.

Yıldırım da diğerlerinin yanına gittiğinde elimdeki tüfek ile aramda anlamsız bir bakışma geçti. Ne diye almıştım ki ben bunu şimdi?

“Yıldırım! Oğlum gel lan buraya!”

Bağırmamla koşarak yanıma geldi. “Emredin komutanım!”

Elimdeki tüfeği gösterip anlamsız bakışlar attım. “Ben niye aldım bunu?” dedim boş bir ifade ile.

Dudakları öne doğru büzüldü. “Ben nerden bileyim komutanım? Elimden alan sizdiniz.” Dedi.

Sol kaşım havaya kalktı. “Derken?” dedim sorarcasına.

Elimdeki tüfeği öne uzatarak, kabzasıyla karın boşluğuna vurdum. Tüfeği elimden alarak tekrardan Tugaya koşmaya başladı.

Tugayın bahçesinin bitimi ormanlık alanla birleştirilmiş, eğitim için oldukça büyük bir alan yaratılmıştı. Bahçeyi gelecek timler için ayırarak, ormanlık alanı kullanmak istemiştim. Bize göre en iyisi dağ, bahçe, bayır olurdu.

Yıldırım geldiğinde sol elime üç, sağ elime iki bidon suyu aldığımda yanlarına doğru yürümeye başladım. Beni gördüklerinde yan yana dizilerek selama durdular.

“Rahat!”

Hepsinin önüne bir bidon olacak şekilde suları bıraktığımda en başta duran Ertuğrul’un yanına geldim. Bidonu alıp kapağını açtığımda Ertuğrul’a üstünü işaret ettim. “Ovuştur.” Dediğim kelimeyle garip garip yüzüme bakmaya başladı. Boş bakışlarım ile başının üzerinden döktüğüm su ile vücudu titredi. Üzerindeki çamurları ovmaya başladığında, kurumaya başlamış çamurlar ıslanarak üzerinden arınıyordu.

Âhi’ye geldiğimde yüzüme bakmıyor; üzerindeki çamurlar dışında, etraf ile ilgilenmiyordu. Suyu üzerine yavaş yavaş boşaltmaya başladığımda, güzelce ovarak elinden geldiğince üzerindeki çamurları arındırdı.

Sırasıyla Kalender, Tekin ve Yıldırımın üzerine sularını döktüğümde hepsi daha iyi durumdaydı.

Tir tir titremelerini saymazsak.

 

Evet canlar, bir bölümü daha bitirdik...

Armin'in Kurtuluş'u kabullenmesi?

Tim üyeleri,

Armin?

Kalender?

Ertuğrul?

Tekin?

Âhi?

Yıldırım?

Komando timinin yardım çağrısı?

Emek Komutan?

Tekin'in hatası?

Yıldırım ve Armin ikilisi?

Bölümü oylayıp, ilerleyen bölümler hakkındaki düşüncelerinizi yazmayı unutmayın lütfen...

 

08.09.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Loading...
0%