Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM- AJANLAR & BORDOLAR

@durutaskulakk_

Canlarım ÖBB'nin 8.Bölümü ile sizlerleyim...

Bölüme başlamadan hemen önce bölümü oylamayı ve güzel yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin lütfen.

Yazdığım müziklerin bazıları 2020 senesinden sonra yayınlandı. Şu an 2024 senesinde olduğumuz için yeni çıkan canlı performansları da sizlerle paylaşmak istedim.

Bu bölüm biraz uzun, düğünde çalan şarkılar ile oynayış aşamalarını da yazdığım için uzayan bir bölüm oldu. Düğünleri seven okurlarım bu bölüme bayılacaktır.

Düğün sahnesinde çalan müzikleri dinlemek isteyen, Ankaralı hemşerilerim için listeyi aşağıya yazıyorum. Dinleyerek okuması çok zevkli oluyor, hemen listenizi hazırlayıp gelmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Sosyal medyam: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall

Seni Yazdım (Müslüm Gürses)

Taa Uzak Yollardan (Nilüfer)

Daha Gidecek Yolumuz Var (Leman Sam) JoyTurk Akustik

Derinlerde (Mark Eliyahu & Cem Adrian)

Son Arzum (Nilüfer)

Nazende Sevgilim (Figen Genç)

Erik Dalı & Ölem Ben & Huriyem (Ömer Faruk Bostan)

HÜDAYDA & ATIM ARAP (Ömer Faruk Bostan) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

KERİMAN (Ömer Faruk Bostan) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

Apcamın oğlu / Tiki tak / Misket (Ömer Faruk Bostan) Aşk prodüksiyon 2019

BAGA GEL BOSTANA GEL & GEL YANIMA (Özgür Can Çoban) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

FIRARI & KESİK ÇAYIR & GULUSUN GULDEN GUZEL (Özgür Can Çoban) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

SARI KIZ & AYAŞ YOLLARI (Mustafa Taş) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

Bölüm içerisinde adı geçen -çalsa bile çok olduğu için yazamadığım- oyun havaları yukarıda yazanlardır.

Keyifli dinlemeler, tatlı okumalar :)))

8.BÖLÜM AJANLAR & BORDOLAR

23 Temmuz 2018

Bir türlü uyuyamamıştım.

Karnımdaki sızı bir yana, kadının sert ve tok sesi odada yankılanmaya devam ediyordu.

Durmadan aynı şeyleri haykırması, sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Kısa bir süre susuyor olsa dahi sessi beynim de yankılanmaya devam ediyordu.

İçerisi aydınlanmaya başlamıştı. Bir günü daha devirdiğimin kanıtı olan şey, içeriye sızan çok cılız bir ışıktı.

Doğrulmaya çalıştığımda, kasıklarıma giren sancı ile hırıltılı bir nefes verdim. Kolumdaki serumu yavaşça çıkardığımda, temkinli hareketler ile ayaklanıp etrafıma bakındım. Geldiğimden beri odayı gezme fırsatım olmamıştı çünkü ellerim ve ayaklarım her zaman için bağlı oluyordu.

Son birkaç gündür getirmiş oldukları yatak ile ellerimi bağlamayı bırakmışlardı. Yaralarım olduğu için ayaklanamayacağımı düşünüyorlardı. Bu, sadece bir düşünceydi tabii.

Füsun geldiğinde beni götürmüş olduğu tuvaletin kapısını bir aydır fark edememiştim çünkü kapı resmen duvarla aynıydı. Tuvalete doğru yaklaştığımda, duvara bakınmaya başladım.

Tuvaletin yerini bilen biri iseniz, dikkatlice baktığınızda kapının hafif çıkıntısını görürdünüz. Yanımda anahtar olmadığından tuvaleti es geçerek duvarı incelemeye devam ettim. Füsun gelir gelmez ondan anahtarı istemeliydim.

Tuvaletin kapısının hemen yanında bir kapı daha vardı. Bunu tuvaletin anahtar boşluğunun aynı hizasını takip ettiğimde fark etmiştim. Kulağımı duvar görünümlü odaya yasladığımda hiçbir sesin gelmediğini anladım. Muhtemelen boştu.

Duvarları dikkatlice incelediğimde, odanın içerisinde tuvalet dahil olmak üzere dört tane başka odaya açılan kapı vardı.

Kapıları incelemeyi bıraktığımda, metal dolapların yanına gelmiştim. Raflara bakındığımda bir sürü kesici-delici aletlerin olduğunu gördüm. Öteki metal dolaba gitmek için yürümeye başladığımda ağrım git gide şiddetlenmeye başlamıştı.

Elim kasıklarımda, yarama dikkat ederek rafların yanına geldiğimde gördüğüm şeyler ile yüzümde pis bir sırıtış meydana geldi.

Burada küçükten büyüğe bir sürü çakı vardı.

Bu arkadaşlar ya çok zekiydi ya da çok salak. Bunun bir tuzak olup olmadığı o kadar belliydi ki aslında, çakılardan birini alsam fark etmezlerdi bile.

Eğer ki benim çakılardan birini alıp almadığımı merak etseler, bu çakılar üst üste fırlatılmış, karışık bir şekilde durmaz, nizami ve sıralı dururdu.

Çakılardan beş adet aldığımda, raftan uzaklaşarak diğer tarafa gittim. Burada demirler vardı. Isıtıp ısıtıp üzerime basılmak için bekleyen demirler…

Ağrım iyice şiddetlenmeye başladığında, yavaş adımlarla yatağa yaklaştım. Sırt üstü uzandığımda aklımda dönen tek bir şey vardı. Bu çakıları nereye koyabilirdim?

Yatağa koymam mantıklı olmazdı çünkü olası bir ihtimale karşı yatağımı alıp götürebilirlerdi.

En mantıklı iki seçenek, odada kolay erişebileceğim bir yere saklamak veya üzerimde taşımaktı. Şu anlık üzerimde durması en mantıklısı olabilirdi.

Üç çakıyı üzerime sıkı sıkıya sabitlediğimde, kalan iki çakının birini gene de yatağa koymuştum. Uyku arasında yaşanan bir saldırı olasılığına karşı… Diğerini her geldiklerinde sandalyeye bağladıkları için odanın ortasına doğru yere sokmuştum.

Aralanan kapı ile içeriye sızan ışık, odayı aydınlatmıştı. Kafasını uzatan kişinin Füsun olduğunu görmemle rahatladım.

“Ne yapıyorsun?” dediğinde bir arkasına bir bana bakıyordu. Odanın içerisine tam anlamıyla girmemişti.

“Asıl sen ne yapıyorsun orada? Gelsene yanıma.” Dediğimde başını iki yana salladı. Eliyle yanına gelmem için işaret verdi. “Gel buraya, acele et.”

Anlamsız bir ifade ile yüzüne bakındığım esnada temkinli hareketler ile yataktan kalktım. Kapıya yaklaştığımda gözlerim hızlıca etrafı taradı. “Ne yapıyorsun sen biri gelecek şimdi,” dediğimde beni susturarak dışarı çıkardı.

Etrafın aydınlığı uzun süredir karanlıkta kaldığım için garip gelmişti.

“Etrafa bak.” Dedi Füsun.

Etrafıma bakındığımda çıktığım odayı ardımızda bırakmış, uzun koridorda yürüyorduk.

Mağarayı andıran girişe geldiğimizde aşağı baktım. Burası resmen bir uçurumun çıkışıydı. Etraf yeşilliklerle donanmış, ayaklarımın altına serilmişti.

“Tanıdık geliyor mu?” diye Füsun’un sesini duyduğumda dikkatlice etrafı süzmeye başladım.

Buraya daha önce gelmiş olma ihtimalim var mıydı? Bir umut Füsun’a döndüğümde, “Yanında telefonun var mı?” dedim.

Başını iki yana salladı. “Yok. Olsa bile buradan çekmez zaten.”

Sinirle ofladığımda etrafı süzmeye devam ettim. Ormanlık alana girdiğin an itibariyle, her yer her yere benzerdi. Ayrımı yapmak çok zor bir şeydi.

Merakla, “Sen nasıl çıkardın beni? Kimse yok mu içeride?” diye sorarken buldum kendimi.

Dudağını öne doğru büzerek, omuzlarını kaldırıp indirdi. “Şu mavi gözlü ruh hastası var ya, ona bir telefon geldi. Apar topar çıktı hepsi. Kızım sen bunların ahkam kestiğine bakma, geri zekâlı hepsi.” Dediğinde kıkırdadım. “O belli zaten,” dediğimde bana bakmayı sürdürdü. “Ne yapacağız şimdi? Buradan çıkabiliriz ama çıksak nereye gideceğiz? Hiçbir yeri bilmiyoruz ki.” Dedi.

Ayakta durduğum için ağrım başlamıştı. “Sen bunların yüzlerini falan gördün mü hiç? Ya da beni neden burada tuttuklarına dair bir bilgin var mı?” diye sordum ağrımı göz ardı ederek.

Elini başına götürdüğünde bir müddet düşündü. “Mavili dışında çoğunun yüzünü gördüm. Yüzlerini gördüklerim şu mavili ruh hastasının korumaları zaten. Senin niye burada olduğuna gelirsek, benim düşüncem şu. Bir kadın var, bu kadın oldukça güçlü biri olmalı ki bir kelimeyle bile oldukları yerden titremlerine sebep oluyor, bugün olduğu gibi. Birkaç kez masalarına yemek götürürken duymuşluğum oldu. Bu kadın her kim ise, seninle bir derdi var. Sürekli Fransızca konuşuyorlar bu yüzden bazı şeyleri anlayamıyorum. Her ne kadar Fransızca bilsem de kendi aralarında kullandıkları bazı şifreler olmalı.”

Koridorun diğer ucundan gelen adım sesleri ile, Füsun anlık panikledi. “Ay geliyorlar, çabuk git odana. Görmesinler seni böyle dışarıda, bir şey yaparlar gene. Hadi kızım çabuk.” Dediğinde onu kırmamak ve bir müddet düşünmek için odaya doğru ilerlemeye başladım. Füsun ise bana baka baka, temkinli bir şekilde başka bir odaya girmişti.

Beni tuttukları odaya geldiğimde kapının yalnıza dışarıdan açıldığını gördüm.

Odaya girdiğimde kapıyı ardımdan kapatarak, yatağa uzandım. Yürüdükçe yaram sızlamaya başlamıştı ve yorulmuştum.

Buradan kaçamaz mıydım? Elbette ki kaçardım.

Şu an için tek sorunumuz yeteri kadar bilgiye sahip olmamamdı. Eğer ki odaya gelen mavili ruh hastasına çakıyı takıp öldürsem, dışarıda kaç adamın beni beklediğini bilemezdim.

Aldığım darbeler beni çok fazla uyumaya itekliyordu. Aynı zamanda düşünmemi engelliyordu.

Gözlerimi yumduğum esnada, kapı yavaşça aralandı. İçeriye giren maskesiz adam, bana bakınıyordu ve adamın yüzü apaçık ortadaydı!

Bu, Lucas isimli adamdı. Geçen günlerde odaya girip, benimle sohbet etmek isteyince dayak yiyen kişiydi.

Bana doğru yaklaşıp saçlarımı elleri arasına aldığında, fısıltıyla konuştu. “Seni buradan çıkarmayı ne kadar istediğimi tahmin edemezsin.”

Tepki vermemek için kendimi zor tuttuğum esnada konuşmaya devam etti. “Zamanı geldiğinde buradan çıkmana bizzat ben yardım edeceğim.”

Yanımdan kalkarak kapıya doğru ilerledi, dışarı çıktığında kapıyı çekerek beni tekrardan karanlık ile baş başa bırakmıştı.

Ben buradan elbet çıkardım. Tek soru işareti ne zaman olacağıydı? İçeride bana yardım edecek kişiler -hainler- vardı elbette, Füsun ve Lucas gibi…

 

Aklımda dönen tilkiler, yüzümde bir gülümsemeye yol açmış, Hüseyin’in dedikleri ise yüzümdeki tebessümü büyütmüştü.

Önümdeki levrekten bir çatal aldığımda, tabağın yanında duran kadehi avucumun arasına aldım. Kadehimi havaya doğru kaldırmamla saniyesinde dört kadeh daha havalanmıştı. Kadehleri bir araya getirerek çarpıştırdığımızda, Hüseyin’in sesi kadehlerin arasında kaldı. “Kavuşmamızın şerefine.”

Kadehi dudaklarımın arasına yaklaştırdığımda, kırmızı şarabın sert, tok tadı ağzımın içerisinde yayılmıştı.

Hem tabağımdaki yemeğimi yemeye devam ediyor, hem de sohbete dahil oluyordum.

“Yeni tim nasıl? Alışabildin mi?” diyen Burak’a bakındım.

“Valla iyiler ya, çabuk kaynaştık. Eskileri aramıyorum desem yeridir aslında.” Dedim. Yalan yoktu, Kurtuluş ile çalışmak benim için güzeldi, eski zamanlardan bile güzel gelen anlar olmuyor değildi…

“Bir ara tanıştırırsın artık, hazır meslekler yakın.” Dediğinde kahkaha atmıştı.

Ajanlar ve Bordolar…

Aklıma gelen cümle ile gülmeye başladığımda, hepsi bana katıldı.

“Yani, tanıştırırım tabii ki ama anlaşamayacağınız kişiler olabilir.” Dediğimde kast ettiğim ikili kesinlikle, Âhi Alphan ve Ertuğrul Duman ikilisiydi.

“Olsun be ne olacak sanki, dayak yiyecek halimiz yok ya.” Dediğinde şen bir kahkaha patlattım.

Açıkçası bunun garantisini veremezdim. Kalender sakin ve yerine göre davranan bir adamdı. Tekin de aynı şekilde yerine göre davranıyordu. Yıldırım ise ikiliye nazaran bizim yanımızda cıvıl cıvıl başkalarının yanında ciddi ve nerede ne konuşacağını iyi bilen bir adamdı ama Âhi ve Ertuğrul bu üçlüye göre biraz fevriydi.

“Bu gülüş bana hiç harı alamet gelmedi.” Diyen Çağrıydı. Çağrıya dönerek şirince sırıttım.

“Ne zamandır Hakkâri’desin?” diyen ise Hamza’ydı.

Dudaklarım büzüldü, hesapladığımda daha beş gün olduğunu anladım. “Daha bir haftam bile dolmadı,” gülümsedim. “Beş gündür buradayım.”

Ne kadar da fazla gelmişti bu beş gün bana… Beş günde olsa, bu koca şehri sevmiş ve benimsemiştim.

“Ohoo daha çok yeni gelmişsin kızım sende.” Diyen Burak bana bakarak gülümsedi.

Hafifçe tebessüm ettiğimde Hüseyin araya girdi. “Cevaplarını bildiğiniz soruları sormayı ne zaman bırakırsınız tahmini?”

“Mesleki deformasyon.” Dedi Hamza ve Çağrı aynı anda.

Yanımda oturan Hüseyin masaya oturduğumuzdan beri kemerini çekiştirip duruyordu.

Gözlerimi üzerine çevirdiğimde kısık bir sesle sordum. “Ne yapıyorsun? Bir sorun mu var?” Sinirle ofladığında benim gibi kısık bir sesle konuşmaya başladı. “Beylik tabancasının kılıfını unutmuşum acele edeyim derken, sırtım acıdı namlusu batıyor.” Dediğinde kıkırdadım. “Dikkatsiz bebe.” Dediğimde kısık sesle kahkaha attı. “Tamam Ankaralıyız, bu kadar belli etme.” Omuzuna ufak bir yumruk attığımda önümdeki levrek ve salatamdan bir çatal aldım.

Güzelce yemeğimi yediğimde önümdeki şaraptan ufak ufak yudumlar alıyordum.

Aklıma gelen şeyle yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. “Pişt,” dedim masaya doğru. Hepsinin bakışları üzerimde toplandığında, “Sizi yarın düğüne götüreyim mi?” dediğimde tam anlamıyla pişmiş kelle gibi sırıtıyordum çünkü hayır demeyeceklerini çok iyi biliyordum.

Burak’ın dudaklarından alay edercesine bir gülüş kaçtı. “Bu da sorumu? Sen konumu yolla.” Masadan kahkaha sesleri yükselmeye başladığında keyfim yerine gelmişti.

Kadehime çarpan kadeh ile gözlerim havalanan kırmızı şaraba kaydı. Hüseyin bana bakarak göz kırptığında şarabından büyük bir yudum aldı.

Şarabımdan bir yudum aldığımda aklıma gelen soruyu ortaya attım. “Siz ne ara geldiniz buraya? Ne yapıyorsunuz?” dediğimde Hüseyin bana döndü. “İş.” Dedi sırıtarak. Kaşlarım havalandı. “Emin miyiz iş olduğuna?” başını iki yana salladığında sırıtması asla değişmemişti. “Değiliz.”

Belliydi zaten, bu kadarı da tesadüf de olmazdı herhalde.

Şarabımın son yudumunu da içtiğimde gözlerim kapanmak için direniyordu adeta. Görevden geldiğimden beri asla uyuyamamıştım. Kollarımı göğsümde topladığımda, boş bakışlarım masada gezindi.

Sırtım çok fazla oturmaktan ağrımaya başlamıştı. Yüzüm ağrıyla buruştuğunda, Hüseyin’in radarına yakalandım. Üzerini başını toparlayıp ayaklandığında, sandalyemin arkasındaki paltoyu alarak elini bana doğru uzattı. Ayaklandığımda paltomu giydirerek masaya döndü. “Hadi size iyi geceler. Yarın düğünde görüşürüz, şimşirleri unutmayın.” Dediğinde masadan uzaklaşmış kapıya yönelmiştik.

Anlık duraksadığımda, “Hesabı ödeseydim.” Demem, Hüseyin’in boş bakışları ile sonuçlanmıştı.

“Dört tane adamın arasında sana hesap mı bırakırlar Armin? Burak öder boş ver.” Dediğinde dışarıya yönelmiştik.

Arabamın önüne geldiğimde, sürücü koltuğuna binerek arabayı çalıştırdım. Yanıma binen Hüseyin ile bakışlarımı üzerine çevirdim. “Sen nereye paşam?”

Omuzlarını indirip kaldırdı. “Bilmem, öyle bir geleyim dedim. Müsaide varsa tabii.”

Başımı ağır hareketlerle salladığımda yavaşça gülümsedim. Restorandan yavaş yavaş ayrılmaya başladığımızda ana yola girmiştim bile. Arabada oluşan sessizliği açılan radyo bozdu. Hüseyin radyonun sesini kıstığında, kısık bir ses ile şarkı arabanın içerisine sızmaya devam ediyordu.

Işıl ışıl yanan bir sokağa girdiğimde Hüseyin konuşmaya başladı. “Sağa çeksene bir.”

Anlamsız bir şekilde yüzüne baktığımda, ısrarla konuşmaya başladı. “Ya kızım çekiver iki dakika işte.”

Sinirle ofladığımda dörtlüleri yakarak kenara çektim. Arabadan indiğinde etrafa bakınmaya başladım. Aklıma gelen şeyle telefonumu elime almıştım bile.

Yalçın Jandarma

“Buyurun.” Diyen sesini duyduğumda konuşmaya başladım.

“Yalçın merhaba Armin ben. Bu saatte rahatsız ediyorum kusura bakma.” Dediğimde gülerek konuştu. “Estağfurullah komutanım. Ne için aramıştınız?”

“Ben yarın ki düğüne dört arkadaşımı da getirebilir miyim? Eğer ki yer sınırlıysa hiç sorun değil. Sana sormadan gelmek istemedim çünkü.” Dediğimde tekrardan güldüğünü duydum. “Yok komutanım ne sınırı, mekân benim çevrem sayesinde yeteri kadar büyük zaten. Sizin yakın gördüğünüz kim varsa gelebilir hiç sorun değil.”

Dudaklarım hafifçe kıvrıldı. “Tamam Yalçın, teşekkür ederim. Yarın görüşmek üzere.”

Aklına bir şey gelmiş gibi değişik bir ses çıkardı. “Komutanım timinizde gelsin. Ben davetiyeyi sizin adınıza yollamıştım Tugaya ama hepiniz davetlisiniz, söyleyin onlarda lütfen.”

Sanki görebilecekmiş gibi başımı salladığımda, konuşmaya başladım. “Davetiye bugün geldi zaten, yanlarında açtım. Yarında işimiz yok, geleceğiz Allah’ın izniyle.”

“Bekliyorum komutanım.” Dediğinde kısa bir vedanın ardından kapatmıştım telefonu.

Hüseyin bir süre sonra elinde siyah bir poşet ile arabaya bindiğinde, yüzüne boş bir şekilde bakmaya başladım. Homurdanarak, “Bakıp durma şöyle, Allah Allah!” dediğinde gözlerimi torbadan ayırarak eve doğru sürmeye başladım.

Renkli sokaktan ayrılıp ana yola girdiğimizde, kısa bir süre içerisinde bir hovardanın bana doğru makas atarak geldiğini gördüm. Ani bir hareketle direksiyonu kırdığımda, yanımdan son sürat geçerek makas atmaya devam ettiğini gördüm.

Hüseyin hızlı bir hareketle dörtlüleri yaktığında, çatık kaşlarım ile yola bakmaya devam ettim. “Geri zekâlı, puşt!” diyerek sinirle söylendiğimde, Hüseyin bana döndü. “Hiç yakışıyor mu?”

Derin bir nefes alarak dörtlüleri kapattığımda yola devam ettim. “Kes sesini!”

Dudakları o şekli aldığında kendi kendine söylenmeye başladı. “Ooo haşin kız, severiz.” Diyerek pisçe sırıtmasıyla, direksiyon hakimiyetini elimden bırakmayarak yüzüne attığım yumruk onu susturmaya yetmişti.

“Kızım hayvan mısın? Yüzüm acıdı ya.” Diyerek söylendiğinde, düz bakışlarımı bozmayarak yola bakındım.

Yarım saati aşkın sürede eve varabildiğimizde arabadan inerek apartmana yöneldim. Merdivenlere geldiğimde hastası olduğum topuk sesleri apartmanın içinde yankılanmaya başladı.

Merdivenleri bitirip eve geldiğimizde, ayağımdaki stilettoları rastgele kenara fırlattım. Odama giderek üzerime rahat bir şeyler aldım. Yüzümdeki makyajı çıkardığımda, saçlarımı saçma sapan bir topuz yaparak kıyafetlerimi giyip odadan ayrıldım.

Hüseyin rakısını açmış bardağına doldurarak yudumlamaya başlamıştı bile.

“Rahat ol ya.” Dediğimde boş bakışlarımı yüzünde gezdirdim.

Üzerimi süzüp, “Oy ponçik, tipe bak ne güzel olmuş.” Diyerek güldüğünde onu takmayarak koltuğa uzandım. Dediğim kadar vardı gerçekten, tam çatlaktı.

Rakı içmek için bir hamle yapmamıştım, Hüseyin’de teklif etmemişti zaten.

Sırt üstü uzandığım koltukta tavanla bakışmaktan başka hiçbir şey yapmıyordum. Ara ara masaya bırakılan rakı bardağının dolma sesi kulaklarıma varıyor, sonrası ise sessizlik devralıyordu.

“Dikkatli bir insan mısındır Armin?” uzun süreli sessizliği bozan taraf o olmuştu.

“Geçen iki sene için sorarsan, ki o iki seneyi kast ettiğini biliyorum. Dikkatsizdim. Genel olarak bakarsak, dikkatli bir insan olduğumu düşünüyorum.” Dedim fikrimi ortaya koyarak.

“Öyle, dikkatlisin. Özellikle çevrendekilere karşı daha da bir dikkatlisin.” Dediğinde ona bakmak yerine tavanı izlemeye devam ediyordum. “Sen zaten ben hariç herkese dikkat ederdin Armin!” sesi sinirli çıkmaya başlamıştı. “Sesinin volümüne dikkat et Hayalet!” diyerek bağırdığımda afallaması yüzünden anlaşılıyordu.

Ben salak bir kadın değildim. Uzun süredir görüşmediğim insanların yanına gitmeden araştırmayacak kadar salaklaşan bir kadın hiç değildim.

 

“Samet işim düştü.” Dediğimde kahkahası telefondan dışarıya çıkarak odada bile duyulmuştu. “He söyle bakayım, kimi didikleyeceksin gene?”

“Sana verdiğim isimlerin bilgilerini bana yollaman için yalnızca on dakikan var. Hüseyin Balaban, Burak Dağ, Çağrı Diker, Hamza Gezer. Bu dört adamı araştırıp bana yolla hemen, ailelerine de bak. Eğer ki bir sorun çıkarsa ara beni hemen.”

“Kapat.” Dediğinde telefonu kapatarak kendime verdiğim beş dakikalık yatma hakkının bitmesini bekledim.

Üzerimi giyindiğim esnada gelen bildirim sesi ile bakışlarım yatağın üzerindeki telefona kaydı.

 

Samet Öz: Tüm bilgiler burada, ben bir sorun göremedim. Özellikle terörle bir bağlantıları var mı diyerek baktım ama sorun yok. (19.19)

Samet Öz: Bilgilere ulaşmak baya zor oldu, anladığım kadarıyla özel meslek… Dikkat et, bir şey olursa ara hemen gelirim. (19.21)

Attığı dosyayı açarak okumaya başladım.

 

Hüseyin Balaban;

Anne sağ.

Baba sağ.

1990 doğumlu, 30 yaşında.

Meslek bilgisi; Özel sektör, teşkilatın özel ajanlarından, özel saha görevlerine tek başına çıkıyor. Teşkilatın üst yetkililerinden yalnızca bir tanesi.

Saha görevlerindeki kod adı: Hayalet.

 

Burak Dağ;

Anne sağ.

Baba sağ.

Kendinden iki yaş küçük kız kardeşi var; Emek Dağ, 28 yaşında. 1992 doğumlu olan Emek Dağ, başarıları ile anılan Komando Tim Komutanıdır.

1990 doğumlu, 30 yaşında. (Burak Dağ)

Meslek bilgisi; Özel sektör; teşkilatın sayılı özel ajanlarından. Üst yetkililerden yalnızca bir tanesi.

 

Çağrı Diker;

Anne sağ.

Baba şehit. (Şehit Tuğgeneral, Çağrı Diker)

1993 doğumlu, 27 yaşında.

Meslek bilgisi; teşkilatın sayılı özel ajanlarından. Üst yetkililerden yalnızca bir tanesi.

 

Hamza Gezer;

Anne sağ.

Baba sağ.

1993 doğumlu, 27 yaşında.

Meslek bilgisi; teşkilatın sayılı özel ajanlarından. Üst yetkililerden yalnızca bir tanesi.

 

Okuduklarım yüzümde bir tebessüm uyandırmıştı. Meslekler yakındı yani…

Samet’e attığım teşekkür mesajı eşliğinde makyajımı yapmaya başlamıştım.

 

Samet ile olan konuşmamız aklıma geldiğinde, yüzümde kimsenin anlayamayacağı pis bir tebessüm oluştu.

Rakısına fondip yaptığı esnada yüzündeki afallama az da olsa gitmişti. “Ne o, karşında salak mı var sandın?” diyerek güldüğümde yutkundu. İki senemi kaybetmiş olmam beni salak yapmazdı.

“Kızım cin gibisin hâlâ.” Dediğinde aynı anda kahkaha atmıştık.

Hüseyin’i severdim. Çatlak deli dolu bir şeydi eskiden, şimdide çok normal sayılmazdı. Çatlaklığına rağmen, mesleğinin verdiği bir olgunluk da vardı üzerinde. Yerine göre…

“Demek hep bir adım arkamdaydın ha?” Bu soruyu sormamın sebebi hatırlayamıyor ve fark etmemiş oluşumdan kaynaklıydı.

Başını ağır bir şekilde sallayarak sek rakısından büyük bir yudum alarak bardağı yarılamıştı. “Öyleydi, en azından izini kaybetmeyene kadar.”

Bakışlarım donuklaştı, izlediğim tavan beni bunaltmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım. “Hani demiştin ya, Hayatının merkezinde daha kimler kimler var bir bilsen… bu ne demekti?”

Bardağını tekrar doldurduğunda, şişeyi neredeyse yarılamıştı. Hızlı gidiyordu. “Sen esir düştükten sonra neler olduğunu hatırlıyor musun? Bana tam olarak nereyi hatırlamadığını söyle.”

Düşünmeye başladım, işkence zamanlarını hatırlıyordum. Uzun süre üzerimde uyguladıkları yöntemleri de hatırlıyordum. Hafızamın yetmediği nokta, benim oradan nasıl çıkarıldığım ve çıkarıldıktan sonra neler olduğuydu.

“Beni oradan kim kurtardı?” diye sorarken buldum kendimi.

“Kim mi?” dudaklarından acı bir gülüş kaçtı. “Seni bulmak için bütün ülke seferber oldu resmen. Şimdi merak edeceksin, bu kadar insan varken bir sene boyunca ne yaptınız diye. Başaramadık Armin. Ele başları her kimse hâlâ bulmak için uğraşıyoruz ama hiçbir sonuç yok.” Rakısından bir yudum aldığında yüzü buruştu. “Sen orada kim bilir ne işkencelere mahsur kalırken, biz kendimi parçaladık resmen. Olmadı yapamadık.” Yüzünde yavaşça bir tebessüm belirdi. “Bir gün bir şey oldu.” Yutkundu. Konuşmak için zorlanıyordu. Rakısından bir yudum alarak saniyelik kaçış sağladı. “Bir kadının verdiği istihbarat üzerine seni bulmak için haftalarca, hatta bir aya yakın yerini aradık. En sonunda bulduk.” Bakışları yere daldı. Gözleri dolmaya başladığında, başı eğik olduğunda yaşları rakı bardağının içine düşmeye başladı. Beyazlamaya başlayan rakıya, gözyaşları yardım etti.

Yattığım yerden kalkıp yanına oturduğumda, omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. “Bu sefer içeriye girmek için büyük çaba sarf ettik. Uzun sürdü, çok uzun.” Başını iki yana salladığında elindeki bardağı yere fırlattı. Kırılan bardağın parçaları etrafa saçılarak dağıldığında gözleri cam parçalarında takılı kaldı. “İki, üç haftaya yakın içeriye nasıl girip seni sağ salim alabiliriz onun planını yaptık biz. Her şey hazırlandığında bir tim vardı. Timde de o zaman için rütbesi Üstçavuş olan bir adam vardı. Çok yardımcı oldu, Allah ondan razı olsun.” Dedi minnet duyan sesi eşliğinde. “İçeriye giren tim seni buldukları anı anlattı bize, biz o sırada dışarıda tetikte bekliyorduk seni göremedik çünkü.”

Durgunlaşan ağlaması bir anda şiddetlendi. Onun halini gördükçe benimde gözlerim doluyordu. “Üstün başın yırtılmış, yüzün gözün yara bere içindeymiş. Etraf hep kanmış, kanın kokusu odanın içerisine sinmiş resmen. Odanın dört bir yanı metal dolaplar ve dolapların raflarında bulunan kesici aletler ile doluymuş. İçeride bir yatak, bir de tam odanın ortasında kalan kan içinde bir sandalye…” aklına geldikçe sarsılmaları artıyordu, onun ağladığını görmek ve yaşadıklarımı başkasının ağzından dinlemek bana göre işkencelerin en büyüğüydü. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladığında, omuzlarımda eş zamanlı sarsılmaya başlamıştı.

“Seni bulup, odadan çıkardıklarında hemen Ankara’ya sevk ederek hastaneye yatışını gerçekleştirdik. Bu seferki hastane tamamen askeri özel hastaneydi. Yani kaçırılman imkansızdı.” Masanın üzerinde duran büyük rakı şişesine elini uzattığında, şişeyi başına dikerek içmeye başlamıştı. Yüzü kızarmaya başladığında bileğinden tutarak, rakı şişesini dudaklarından ayırdım.

“Hastaneye geldiğin zaman, uzun bir süre uyanamadın. Miralay sağ olsun, odaya girecek kişileri bile kendi gözüyle görmeden girmelerine izin vermiyordu. Nerden baksan iki, üç hafta uyanmadın. Gözlerini araladığında,” dudaklarının arasından acı bir haykırış koptu. “Hatırlamıyordun Armin! Sen kendinin kim olduğunu bile hatırlamıyordun! Siktiğimin bilgileri resetlenmişti resmen beyninden!”

Rakıyı su içeri gibi içmeye başladığında, gözyaşlarımın ardı arkası kesilmiyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

“Biz uyandığına mı sevinsek, hatırlayamayışına mı üzülsek bilemedik. Doktor hatırlar dedi. Bu kadar işkenceye dayanan kadın, bilgilerinin zihnine yerleşmesine de dayanır dedi. Aradan zaman geçti, nereden baksan iki hafta belki üç kim bilir?” önümüzdeki masaya tekme atması ile masa ileri kaydı.

“Hatırladın!” bana bakarak haykırdığında, hatırlamamamın iyi şeylere sebep olmadığını anladım. “Sen öyle şeyler hatırladın ki, beynin hatırladıklarına dayanamadı! Çok,” ellerini yüzüne kapayarak başını iki yana salladı. “Çok büyük krizler geçirdin Armin! İlk iki, üç kriz bize sorun yaratmadı ama sonrası…”

Kendi hayatımı başkalarının ağzından öğrenmek ne kadar da acı bir histi böyle… Yaşanılanlar bu denli mi zor gelirdi insana?

Rakıyı başına tekrar diktiğinde kısa bir süre sonra öksürmeye başladı. Biten şişeyi ileriye fırlattığında, duvara çarparak parçalar halinde etrafa yayılan camların sesi odayı doldurdu.

“Sen bedeninin kaldıramayacağı şiddette krizler geçirmeye devam ettin. Krizlerin ardı arkası kesilmedi. Günde üst üste geçirdiğin üç kriz bizim için çok büyük sorunlara yol açıyordu. Seni sakinleştirmek çok güçtü, hiçbir şekilde sakinleşemiyordun. Sakinleştiricilerin dozunu en yüksekte de vurdursak vücudun sakinleştiricileri kabul etmiyordu.”

Masanın üzerinde duran sigara paketine uzandığımda, çakmağı çakarak yüzüme vuran sıcaklığı ince dalla buluşturdum.

Derin bir nefes alarak, dumanı ileriye üflediğimde oda kısa bir süre içinde duman altı olmuştu.

“Krizlerin ardı arkası kesilmedi, bir gün öyle bir kriz geçirdin ki… Bir günde geçirdiğin üç krizi de aşmıştı bu kriz.” Başını iki yana sallayarak benim gibi bir sigarayı da o yaktı.

Üflediğimiz dumanlar odanın içerisinde yayılırken, bir müddet sonra göz gözü görmez hale gelmişti içerisi. “Biz senin hatırlamanı isterken sen hatırladıkların sonucu yüzlerce kriz geçirip komaya girdin Armin!” dediğinde elleri arasındaki sigaranın külü yere düşmüştü.

Koma. Öğrendiğim gerçek ile omuzlarım sarsıldı. “Komaya mı girdim?” dediğimde sesimi kendim bile zor duymuştum.

Elimdeki sigarayı alarak sigaraları zeminde söndürdüğünde, bana döndü. “Komaya girdin.” Fısıltı eşliğinde söylediği cümle içimde depremlere yol açacak kadar sarsıcıydı.

Olduğum yerde donmuş bir vaziyette boşluğa bakıyordum.

Kenarda duran torbadan bir adet bira çıkardığında kapağını açmak için yöneldi. Elimi bileğine sararak birayı alıp yere bıraktım. “Yeter içme artık.”

Başımı koltuğun ucuna yasladığımda, her zamanki gibi tavanla bakışıyorduk.

“Toparlanman çok uzun sürdü, çok…” Gözleri boşluğa daldı.

“Tek mi kaldım.” Diyerek fısıldadım acıyla.

Yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Gözleri dolduğunda, “Hayır.” Diyerek fısıldadı.

Ağzım aralanmış bir halde yattığım yerden doğrulduğumda, “Kim?” dedim aynı fısıltılı ses tonuyla.

Gülümsemesi büyüdü. Dolu gözlerine inat onu ayakta tutacak bir gülümsemeydi bu. “Biz yani teşkilat üyeleri ve büyük timler olayın aslını çözmek için uğraşıyorduk. Miralay o gün seni kucağında çıkarıp hastaneye gelene kadar bir an olsun kucağından indirmeyen askeri bulmuş. Zaten çok da uğraşmamış olsa gerek, adam kapıdan bir an olsun ayrılamadı. Adam yıllık izninin tamamını kullanmış neredeyse… Miralay da yarım etmiş haliyle, bir anda o kadar izin alması için. Bu adam her kimse Miralay çok güveniyor adama. Sen komaya girdiğinde biz olayın aslını arıyorduk dediğim gibi. Seninle aylarca ilgilenen adam, bir kez olsun sesini çıkarmadı.”

Gözleri boşluktan kayıp bana döndü. “Senin bütün ihtiyaçlarınla ilgilendi. Ziyaretlerine geldiğimizde hep başında seninle ilgilenirken bulurduk onu. Sana bebeği gibi baktı sen komadan çıkana kadar.”

Gözyaşlarım sel oldu derler ya hani… Öylesine güçlü bir seldi benim selim.

“Eğer ki o kadın bize ulaşıp yerini söylemeseydi…” dediğinde haykırmıştı resmen. Sesi duman altı olan odadan yankılar eşliğinde duyulmuştu. “Seni hâlâ bulamamış olabilirdik!”

Kadın? Hangi kadın? Kendimi düşünmeye zorladığım esnada zihnim bulanmaya başlamıştı. Yaşadıklarım gözlerimin önünden jet hızıyla kaymaya başladığında, çok düşünmekten başım ağrımaya başlamıştı.

Yere koyduğum biranın kapağını açarak büyük bir yudum aldım. Başıma giren krampları yok sayarak düşünmeye devam ettim. Görüntüler gözlerimin önüne serilmeye başladığında dudaklarımın arasından büyük bir inilti yükseldi. Elime geçen şeyleri duvarlara fırlatmaya başladığımda, bir yandan deli gibi haykırıyor diğer yandan görüntüler yüzümdeki acıyı bine katlıyordu.

Elimdeki bira şişesini duvara fırlattığımda, yarısı dolu olan şişeden sızmaya başlayan alkol duvara yayıldı. “Allah kahretmesin!” elime geçirebileceğim bir şey kalmadığından olsa gerek parmaklarım saçlarıma dolanmıştı. Deli gibi ağlıyor, ellerimin arasına dolanan saçlarımı koparırcasına çekiştiriyordum.

Görüntüler zihnimde çapan yıldırımları harlıyordu. Ellerim saçlarımın arasında, gözlerim dalmış bir şekilde yere kaydığımda yanımda duran Hüseyin’i yeni fark etmiştim resmen.

Ellerini ellerimin arasına almaya çalışarak, benimle konuşuyordu. “Armin bırak saçlarını. Hadi bak bana, ağlama artık dur.” Saçlarımdaki ellerime zincir vurulmuştu adeta. Açmak istesem bile ellerim sımsıkı bir şekilde kapanmıştı. “Armin bırak saçlarını! Armin! Bana bak!”

Hüseyin art arda bağırmaya devam ediyordu. Ben ise kilitlenmiş bir şekilde karşıya bakıyordum.

“Güzelim saçlarını bırakır mısın?” sakince söylediği cümleler zihnime yarım saniye sonra ulaşıyordu. “Armin ellerini aç!” bir anda bağırmasıyla transtan çıkmış gibi ellerim saçlarımdan ayrıldığında derin bir nefes verdim.

“Hatırladım.” Diye fısıldadım Hüseyin’e doğru. “Ne hatırladın güzelim bana da söyle hadi.” Dediğinde yutkunuşum etrafa yayılmıştı.

Füsun’um… Benim güzel melek annem… Anneciğim… Bak bana anne kızın ne hallerde, sen nerelerde ne yapıyorsun bensiz?

“Annem, Füsun’um…” diyerek fısıldadığımda gözlerime bakakaldı.

“Füsun kim güzelim?”

Derin bir nefes aldığımda art arda öksürme ihtiyacında bulundum. “Size haber veren kadın. Füsun, Füsun Akçay.”

O şartlar altında nasıl da güzel bakmıştı bana melek annem…

“Bul bana onu!” diye bağırarak ağlamama kaldığım yerden devam etmem ile bedenimi sıkıca sarmalaması bir oldu. “Tamam güzelim tamam. Bulacağım sana Füsun’unu.” Dediğinde yüzümde büyük bir gülümseme oluştu. Gözyaşları sel olurken, gülümsemeyi beceren birinin gülümsemesi.

Ayağa kalktığında beni de kucaklayarak koltuğa oturttu. “Şimdi hemen sakinleşiyorsun, birkaç telefon görüşmesi yapayım. Sonra tekrardan konuşacağız.” Titreyen sesini düzeltmeye çalışarak birkaç kez boğazını temizledi.

Telefonunu eline aldığında elinin tersiyle yüzünü sildi. Kendimi koltuğa yaydığımda sırt üstü uzanmış Hüseyin’in hareketlerini inceliyordum.

Aldığı derin nefesler onu az da olsa sakinleştirmişe benziyordu. Telefonu eline alarak bir şeylere tıkladığında aradığı şeyi bulmuş gibi telefonu kulağına yasladı. “Kardeşim iyi geceler. Bu saatte rahatsız ediyorum kusura bakma, bana acilen bir kadını araştırman lazım. Her ince ayrıntısına kadar bulmanı istiyorum.” Bir müddet karşıdan gelen sesi dinlediğinde başını salladı. “Evet, tamam o da olur. Kadının ismi Füsun,” bana dönerek bir süre baktı. Akçay diyerek dudaklarımı oynattığımda, “Füsun Akçay. 2018-2019 seneleri arasında olası bir kaçırılma durumuna karşılık bir şeyler ile karşılaşırsan doğru yoldasın demektir.” Dedi.

Gözleri gözlerim ile çarpıştığında, “Kadın Ankara da özel bir hastanenin baş hemşiresiydi, en azından o dönem için. Ekstra olarak intihar eden bir oğlu var. Bu bilgilerden bulabilirler belki.” Dediğimde aynılarını karşıya iletti.

“Evet, evet Ankara da özel bir hastanede baş hemşireymiş, intihar eden oğlu hakkında bilgiler varsa onları da yolla.” Karşı tarafın sesini dinlediğinde mutlu olmuş gibi bir ifade vardı suratında. “Çok iyi olur, siz bulun bana yeter.”

Telefonu kapattığında bana döndü. Yüzümden akan teşekkür gülümsemesine bakarak iç çekti. Bu halim onu mutlu etmiyordu çünkü…

Kısa süreli sessizlik sonucu konuşmaya başladı. “Sakin miyiz?” usulca başımı salladığımda gözlerim odanın içerisinde gezindi. Oda gerçekten de berbat gözüküyordu. Gözlerim telefonun açık kalan ekranındaki saate kaydığında saatin ilerlemiş olduğunu gördüm.

Rahatlamış hissediyordum açıkçası, Miralaydan komadan çıkıp hayata atıldığımdan beri bilgi dileniyordum resmen. Açıkçası Hüseyin’in bu kadar hayatımın merkezinde olması ve bilgileri bana verenin o olması bana da sürpriz olmuş, şaşırtmıştı.

Ayaklandığımda Hüseyin de benimle beraber kalktı. Tam ileriye doğru bir adım atmıştım ki belimden çektiği gibi havalanmıştım. “Ne yapıyorsun ya? İndir beni, hemen.”

Oflayarak gözlerini devirdi. “Bir de ayağını kes sonra senle uğraşalım.” Dediğinde karın boşluğuna geçirdiğim dirsek ile öne eğilmişti. Fırsattan istifade ederek, yere saçılan camlara bakına bakına odadan çıkmıştım.

Evim 2+1 olduğundan bir odam boşta kalıyordu. Hüseyin’e orayı açabilirdim. Odaya girdiğimde hiç dokunulmamış jilet gibi çarşaflar ile karşılaştım. Açmama gerek kalmamıştı anlaşılan.

Salona doğru, “Hüseyin buraya gel, yatağın hazır!” dedim bağırarak.

İçeriden gelen sesler ile salona gittiğimde, toparlanmış bir salon beklemiyordum açıkçası. Daha iki dakika önce ayrılmıştım çünkü. “Ne yapıyorsun? Toplardık sabah.” Diye söylendiğimde son kalan cam parçalarını da topladığında camları açtı. “Sabah kim uğraşacak, yorgunsun zaten öğlene anca uyanırsın sen.” Duyduklarım kahkaha atmama sebep olmuştu. Beni tanıyan herkes uykuya olan düşkünlüğümü bilirdi çünkü.

“Tamam hadi bırak, sabah süpürürüz gitmeden.” Dememle ayaklandı. Eline aldığı telefonla mesajlaştığını anladım. Kendi odama gitmek için hareketlendiğimde arkamdan seslendi. “Armin, ne giyiyoruz?” Diye sorduğunda dudaklarım yavaşça kıvrıldı. “Siyah.” Dediğimde mesajlaşma sesleri kulaklarımı tırmaladı.

Ne zaman bir düğüne gitsek uyumlu giyinirdik. Her zamanki gibi onlar da baştan aşağı siyah olacaktı.

Odanın kapısını açtığımda ardıma son kez bakarak, “İyi geceler.” Dedim.

Aynı şekilde karşılık verdiğinde kapıyı kapatmak üzereyken aklıma gelen soruyu sordum. “Hüseyin. Komadayken bana bakan adam… Kimdi o adam?”

Hüseyin derin bir nefes alarak yanıma geldi. Kapıyı serbest bıraktığımda, ellerini omuzlarıma dostane bir biçimde bastırdı. İçten bir sesle konuşmaya başladığında, “Armin,” diyerek fısıldadı. “Bul o adamı.” Omuzlarımı serbest bırakarak yan tarafta bulunan kendi odasına girdiğinde bakışlarım yere daldı. Kimdi o adam?

Makyaj masasının küçük pufuna oturduğumda, aynadan yüzümü izlemeye başladım. Ağladığım için göz altlarım hafif şişmiş, gözlerimin akı kızarmıştı. Yüzümün geneli ise oldukça kızarmış, kızarıklık boynuma kadar ilerlemişti.

Oturduğum yerden kalkarak banyoya girdim. Yüzüme çarptığım su beni oldukça rahatlatmıştı. Soğuk suyu gözlerimin altına doğru tutarak yanma hissini az da olsa kaybetmiştim. Her ne kadar duşa girmek istesem de içtimadan sonra güzelce bir duş aldığım için gerek yoktu bence. Sabah girebilirdim.

Yüzümü güzelce kurulayıp banyodan ayrıldığımda tekrardan pufuma oturarak aynaya döndüm. Masanın üzerine özenle dizdiğim cilt bakım kremlerinden bir tanesini elime alarak, yüzüme sürmeye başladım. Kremin güzel kokusu burnuma doluşmaya başladığında hafif bir tebessümle yüzümü izledim. Ben kendimi seven bir kadındım, asker olmam benim kadın olduğum gerçeğini hiçbir zamanda değiştirmezdi. Asker olmak ve kadın olmak… İkisi arasındaki ince çizgiyi hiçbir zaman kaçırmamıştım.

Kremimi yüzümden boynuma doğru kaydırdığımda her tarafım güzelce nemlenmişti. Hızlıca üzerimdeki tişörtü çıkardığımda, üzerimde yalnızca koyu yeşil dantel işlemeli bir büstiyer kalmıştı. Aynadan vücudumu süzdüğümde omzumun tam ortasındaki kurşun izi ve boynumun bitiminde başlayan bıçak izi bakıştım. Kurşun izinin darbesi bıçak izine nazaran daha belliydi, bıçak izi o zaman için çok iz kalmasın diyerek sürülen kremler sayesinde hafiflemişti.

Kenarda sepetin içerisinde duran kantaron yağını aldığımda elime belli bir miktar aldım. Yağlı elimi kurşun yarasının üzerinde dolaştırmaya başladığımda, omzum yağın rengini alarak hafifçe kırmızılaştı. Elimi omzumdan çekerek gezindirdiğimde çok yakınında olan bıçak yarasına yağımı güzelce yedirdim. Altımdaki eşofmanı çıkardığımda büstiyerim ile aynı renk olan dantel işlemeli iç çamaşırım ile kalmıştım.

Bacaklarımdaki yaralara baktığımda dudaklarım büzüldü. Her ne kadar kremler ile hafiflemiş olsa dahi yaranın yerini bildiğim için yerlerinde büyük oyuklar varmış gibi hissediyordum.

Yağ ile yaralarımın üzerinden güzelce gezindiğimde kapağını kapatarak sepete koydum.

Kenarda duran güzel kokulu vücut losyonumu alarak vücudumda gezdirmeye başladım. Losyonun güzel kokusu etrafa yayılmaya başladığında yüzümde oluşan memnun gülümseme keyfimi yerine getirmeye başlamıştı. Saate baktığımda on ikiyi çoktan geçmiş olduğunu gördüm.

Kıyafetlerimi yatağın yanındaki komidine koyduğumda, silahımın emniyetini de kapatarak baş ucuma koydum.

Kendimi yatağa bıraktığımda gözkapaklarımın uykuya düşmesi sonucu etraf karanlıklaştı.

KURTULUŞ

Gözlerim içeriden gelen sesler ile aralandığında bir süre sesleri dinledim. Önemli bir şey olmadığını düşündüğüm için gözlerim açık yatmaya devam ettim. Yüzümün uykudan dolayı şiştiğini hissediyordum. Elimi komidinin üzerine attığımda elime gelen telefon ile gözlerim saate kaydı.

12.49

Bakışlarım büyüdüğünde elimi yüzüme vurarak başımı yastığa gömdüm. Ben böyleydim işte, işim olmadığı veya izinli olduğum günlerin büyük çoğunluğunu uyuyarak geçiriyordum.

Üzerimdeki yorganı ittirdiğimde bakışlarım vücuduma kaydı. İç çamaşırlarım ile yatmama rağmen sıcak basmıştı.

İçeriye bodoslama dalan Hüseyin, “Ya kızım uyansan mı artık, geç kalacağız!” bağırdığı esnada bakışları bana düştü.

Bayık bakışlarımı üzerine çevirdiğimde, bir elim kasıklarıma kaymıştı.

Hüseyin afallayarak üzerime baktığında gözlerini saniyesinde başka yöne çevirdi. “Ben uyanmadın diye girmiştim, kusura bakma bilmiyordum böyle yattığını.”

Derin bir nefes aldığımda, “Tamam sorun yok, gelirim birazdan.” Dedim. Sonuçta hata benimdi, Hüseyin’in evde olduğunu bildiğim halde önlemimi almamıştım. Hızlıca odadan çıktığında bir süremi daha yatarak geçirmiştim. Görevden sonra az da olsa iyi gelmişti.

Yatağımı toparlayıp dün gece krem sürmek için çıkardığım kıyafetlerimi geri giydim. Odadan çıktığımda tuvalete ilerleyerek elimi, yüzümü yıkamak için yola koyuldum. İşlerim bittiğinde salonu toparlamak için yöneldiğimde, her tarafın tertemiz olduğunu gördüm. Hüseyin erken kalkıp toplamış olmalıydı.

Mutfağa geldiğimde arkası bana dönük kalan Hüseyin Bey’e bakındım. Tezgâhın önünde durmuş bir şeyler hazırlıyordu. Yanına ilerleyip ellerimi tezgâhın üzerine dayadım.

Ne yaptığına bakmak için tezgâhın üzerine baktığımda, doğranıp kaplara yerleştirilmiş olan biber ve domates ile menemen yaptığını anladım.

“Yardım gerekiyor mu şefim?” dediğimde bana dönerek bir kolunu kaldırdı. Kolunun altına girdiğimde kollarım eşliğinde belini sıkıca sarmıştım. Başımın üzerine küçük bir öpücük kondurduğunda, “Ben hallediyorum, sen geç otur. Ben hazırlayana kadar dinlenirsin.” Dedi.

Masaya yöneldiğimde üstünün baya kalabalık olduğunu gördüm. Sandalyemi çekerek oturduğumda, kendi evimin mutfağını neredeyse ilk defa inceleme fırsatını yakalamıştım. Siyah ve gri ağırlıklı mutfak oldukça şıktı. Mutfağın balkonu olduğunu ama balkonun kırılarak mutfağa dahil edildiğini tavanları incelerken fark etmiştim. Oldukça güzel bir mutfaktı.

Fark ettiğim şey ile yüzümde bir tebessüm oluştu. Tavanın köşelerinden dolandırılmış olan ledler vardı. Akşamları loş ışıkta oturmayı seviyordum. Özellikle çay ve kahve içerken.

Telefona bakınmaya başladığım esnada gelen mesajları fark etmediğimi gördüm.

 

EFSANELER ALTI KİŞİDEN OLUŞUR grubundan +1 mesaj

Tekin Akar: Komutanım dün giderken saati sormayı unutmuşuz. Düğün kaçta başlıyor? (11.34)

 

Tekin’in mesajı ile düğünün kaçta başladığını söylemediğimi fark ettim. Odama giderek Yalçın’ın davetiyesine baktığımda bulamamıştım.

“Hüseyin! Etrafı toplarken düğün davetiyesi gördün mü hiç?”

Elindeki bez eşliğinde yanıma geldiğinde salonu işaret etti. “Masanın üzerinde Armin.”

Dudaklarım gerildiğinde salona girdim. Bakarkör olmuştum herhalde… Davetiyeyi incelediğimde kız almanın saat altı gibi başlayacağını gördüm.

Armin Tan: Söylemeyi unutmuşum, saat altı gibi kız almaya gideceklermiş. Altı gibi çıksak anca denk gelir zaten. (13.01)

Mesajı yolladığımda Hüseyin’de kahvaltıyı hazırlamıştı.

Masaya geçtiğimizde Hüseyin’in üzerini inceledim. Aradan geçen senelerde gerçekten de değişti. Kısa saçları uzamış ve omuzlarına dökülüyordu, şu an için dışarıya çıkmadığından bağlamamış saçlarının omuzlarına yayılmasına izin vermişti. Çok karışık olmayan top sakalı ve saçları gerçekten muntazam görünüyordu. Aslında tam yaşını gösteriyor diyebilirdim. Otuz yaşında bir adam için dinçliğini koruyordu. Sarı uzun saçları, apaçık maviş gözleri ile çok yakışıklıydı.

Kahvaltımızı yarıladığımızda ikimizde sessizdik. Sessizliği bozan taraf ben olmuştum. “Haber var mı?”

Kast ettiğim şeyi anlamıştı tabii ki. “Şu anlık yok ama en kısa sürede sana sevdiklerini geri vereceğim güzelim.” Bana karşı sesi çok yumuşaktı. Bu hallerini gerçekten seviyordum.

“Teşekkür ederim.”

“Etme benim görevimdi bu zaten. Her zaman arkandayım demek kolay değil, bunu derken gerçekten de yapmam gerekirdi. İki kere ellerimin arasından kaydın, bir daha tutamayabilirdim.”

Üzüntüsü her konu açıldığında ortaya çıkıyordu. Hüseyin’in beni bu kadar önemsediğini bilmiyordum. Bu kadar sene nasıl fark etmediğime de akıl sır erdiremiyordum.

Önümdeki her şeyi bitirdiğimde çayımdan küçük yudumlar alarak dışarıyı izliyordum. Balkonu içeriye dahil etmeleri iyi olmuştu bence, salonda oldukça büyük bir balkon vardı çünkü.

Evin bir tarafı ormanı görürken diğer tarafı ana yolu görüyordu. Son sürat giden arabaların sesi etrafı dolduruyordu. Çay bardağını iki elimin arasına aldığımda, hafif aralık pencereden içeriye sızan rüzgâr bedenimi titretmeye yetmişti. Her ne kadar Ankara’nın soğuk bir iklimi olsa da şehir değişikliğinden olsa gerek bu soğukluğu yadırgıyordum.

Çayımdan son yudumumu aldığımda bardağımı masaya bıraktım. Mutfağı beraber topladığımızda ben hâlâ çok yorgun hissediyordum. Salona geçip koltuğa uzandığımda gözlerim kendiliğinden kapanır hale gelmişti.

Zil sesi ile aralanan gözlerim hızlıca etrafı taradı. Üzerime örtülmüş pike ve başımın altındaki yastık tebessüm etmeme neden oldu. Ayaklandığımda kapının önünden gelen sesler ilgi odağımdaydı.

“Valla her şeyi topladık geldik.” Diyenin Hamza olduğunu anlamıştım.

Burak, Hamza’nın hemen ardından, “Bizde burada giyiniriz hep beraber geçeriz diye düşündük.” Dediğinde araya girdim. “İyi yapmışsınız, her zamanki gibi hep beraber gireceğiz içeriye.”

Hüseyin kapıdan uzaklaşıp yanıma geldi. “Ooo güzellik uyanmışsın.” Gülümseyerek kolunun altına girdiğimde sıkıca sarıldık.

İkimizi yana ittiren bir el aramıza girdiğinde, “Ayrılın! Ayrılın! Benimle böyle sarılmıyorsun Armin bana ne ayrılın!” diyerek bağırdı. Bakışlarım Burak’ın kıskanç sesine kaydığında kollarını iki yana açmış bana bakıyordu.

Büyük bir kahkahayı ortaya koyduğumda sıkıca sarıldım. “Oy oy oy şuna bak.” Bir yandan söyleniyor diğer yandan sıkı sıkıya sarılıyordu.Hepsiyle baştan sona sıkıca sarıldığımızda salona geçmiştik.

Çağrı mutfağa gidip kahveleri yapmıştı. Gitmeden önce elime tutuşturduğu dört takım ile bakışıyorduk. Takımları geniş masanın üzerine yan yana dizdiğimde, hepsinin içini açarak getirdikleri takımlara bakmıştım.

Kahvelerimizi içmeye başladığımızda Burak’ın huzursuz sesi aramızı doldurdu. “Dünde gittiniz zaten hızlıca ne bir sohbet edebildik ne de bir şey yapabildik.”

Hüseyin Burak’ı ittirdiğinde, “Sana ne lan, kıskanma.” Dedi.

Kahvemden yudumlar alarak dışarıya bakınıyordum. Aynı zamanda içeride dönen kavgayı dinliyordum.

“Düğün ne zaman başlıyor?” dedi Hamza.

“Altı gibi kız almaya gidecekler, bizde altı da çıkarsak anca denk geliriz.” Dedim.

Saate baktığımda iki saate yakın uyduğumu anladım.

15.42

Kahvem bittiğinde Hamza’yı kenara ittirerek koltuğa uzandım. Üzerimde bir halsizlik vardı.

Âhi Alphan: Komutanım ben ne giyeceğime karar veremedim, gündelik gelsem olmaz ne giyebilirim sizce? (15.47)

Gelen mesajla yerimde dikleşip boğazımı temizlediğimde bakışlar üzerime çevrildi. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde bakışlar beni rahatsız etmişti. Koşar adımlarla odama geldiğimde yatağımın üzerine oturarak mesaj yazmaya başladım.

Armin Tan: Takım elbisen varsa takım giyebilirsin bence, hatta boğazlı kazağın varsa onu giy. Üzerine ceketini alırsın, altına da kumaş pantolon bulursan güzel olabilir. Zaten çok yakın değiliz, abartmaya gerek yok. (15.50)

Âhi Alphan: Tamam komutanım, teşekkür ederim. (15.50)

Armin Tan: Rica ederim ne demek. (15.51)

Konuşma bittiğinde nefesimi tuttuğumu fark ettim. Nefesimi niye tutmuştum ki ben?

İçeriye geçtiğimde sohbet sohbeti açmış, eski anılarımızı çekiştirmiş kahkaha ve eğlenceli dakikalar geçirmiştik. Saat ilerlemeye başladığında benim hazırlığım biraz daha uzun sürdüğünden odama geçmiştim.

Ellerime baktığımda uzun süredir oje sürmediğimi fark ettim. Önce kombinimi hazırlamam lazımdı, ona göre ojemi de sürerdim. Dolabın orta bölümünü açtığımda kılıflarında duran takımlarıma bakarak gözüme yatanı çıkarıp, dolabın kulpuna asmıştım.

Hepsi siyahsa bende onlara ayak uydurabilirdim ama öyle değil mi? Tek fark biraz renk katmak olacaktı.

Oje sepetinden bordo ojeyi elime aldığımda özenle tırnaklarımı süslemeye başladım. Ojelerimi sürüp kurutmak bir süre sonra ızdırap olmuştu resmen. Ojenin kokusu beynime kadar ulaşmış, midemi bulandırmıştı.

Makyajımı yapmak için tekrardan pufuma oturduğumda yüzüme kapatıcı değerinde hiçbir şey uygulamamıştım. Göz makyajından başlamak istediğim için elime aldığım far paletinden istediğim renkleri bulduğumda fırçamı palet ile buluşturdum.

Göz makyajımı koyu farlar eşliğinde yapmıştım. Elime aldığım eyeliner ile jilet gibi bir şölen yaratmıştım. Yanaklarımı allık ile renklendirdiğimde hafifçe kızardım. Belirli bölgelerime highlighter sürerek ışıltı verdiğimde, kendimi inceledim. Güzel gidiyordu bence.

Saçlarımı ensemde dağınık bir topuz haline getirdiğimde açıkta kalan boynum çok da güzel görünüyordu.

Son dokunuşumu kıyafetten sonraya sakladığımda ayaklandım. Kılıfında duran takımımı çıkardığımda yüzümde beğeni dolu bir ifade belirdi.

Hepsinden siyah giymelerini istediğimde aklımda az çok bir kombin oluşmuştu.

Bordoya aşık bir kadın olarak; bordo ceketimi ve bordo pantolonumu çoktan üzerime geçirmiştim bile. Üzerime ekibimle uyumlu olması için siyah dantel işlemeli, kalp yaka bir büstiyer giydiğimde, kemerimi takmam ile kombinim tamamlanmıştı.

Takı kutumdan aldığım çok kalın olmayan altın zincir kolyemi boynumdan geçirdim. Dolabın altlarına dizdiğim topuklu ayakkabılarımdan siyah; uzun, ince topuk stilettomu giydiğimde bir hayli uzamıştım.

Son dokunuşu yapmak üzere makyaj masamın yanına geldiğimde, elim rujların dolu olduğu sepete kaydı. Mat bordo rujun kapağını açıp, asansörünü yukarı çevirdiğimde dudaklarım ile buluşturdum. Dudaklarımdaki ruju birbirine yedirdiğimde hazırdım.

Boy aynasına ilerleyip kendime baktığımda beğeni dolu bakışlarım üzerimde dolaştı. Çantamı dolaptan çıkardığımda içerisine göz ağrılarımı koymaya başladım. Küçük bir çakı, yedek şarjör, askeri kimliğim, cüzdanım, takacağım altınım, rujum ve ihtiyacım olabilecek birkaç eşyamı daha koyduğumda fermuarı kapattım.

Odadan çıktığımda gelen sesler ile hepsinin salonda beni beklediğini duydum.

Odadan çıkıp iki adım attığımda etrafa yayılan topuk sesleri ile içeride oluşan gürültü sessizliğe çevrildi. Kapının tam önünde durduğumda, dudaklarımdaki büyük tebessüm ile içeriye bakındım.

Islık çalan Hamza’ya döndüğümde kocaman bir tebessüm ederek karşılık verdim. “Of of of afete bak!” Burak’ın sesi kahkaha atmama neden olmuştu.

“Ay Allah’ım! Şu kızın hazırlanmasını bile özlemişim ya.” Diyerek hayıflanan Çağrı’ya döndüğümde bana dönerek tebessüm etti.

Tam karşımda duran Hüseyin’e doğru adımladığımda başımı omzumun üzerine doğru eğdim. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. “Çok güzel olmuşsun güzelim.”

Ellerim yakalarına gittiğinde, üzerindeki siyah gömleği düzettim. “O senin maviş gözlerinin güzelliği.” Dediğimde herkesin dudaklarından kıkırtılar çıkmıştı.

Bakışlarımı üzerlerinde gezdirdiğimde hepsi de efsane görünüyordu. Siyah gömleklerinin üstten üç düğmesi açık bırakılmış, altlarındaki siyah kumaş pantolonların içlerine gömleklerin uçlarını sıkıştırmışlardı. Hepsinin kollarında ben pahalıyım diyerek haykıran saatler ve kol düğmeleri vardı. Kol düğmelerinde hepsinin isim ve soy isimlerinin baş harfleri yer alıyordu. Üzerlerinde duran siyah ceketleri kombinlerini tamamlamaya yetmişti.

“Hepiniz çok iyi gözüküyorsunuz beyler!” diyerek gülümsediğimde aynı şekilde karşılık aldım.

Burak yanıma gelerek elimi tuttu. Hızla etrafımda döndüğümde etraftan gelen kahkaha sesleri yüzümdeki tebessümü çoğaltıyordu.

Beylik tabancamı güzelce saklamıştım. Üzerimde taşıdığımı fark etmeleri için biraz üzerimi incelemeleri lazımdı açıkçası. Hepsinin bellerine bakındığımda silahlarının takılı olduğunu gördüm. “Keşke düzgünce saklasaymışsınız silahlarınızı.” Diyerek hayıflandığımda hepsinin eli beline doğru kaydı.

On dakika sonunda hepimiz tam anlamıyla hazır olduğumuzca kapının önüne geldik. Kapıyı çekip güzelce kilitlediğimde aşağı inmeye başladım. Topuk sesleri apartmanın içerisinde yankılanmaya başladığında yüzümde güzel bir tebessüm ortaya çıktı. Bayılıyordum bu sese.

Aşağı indiğimde arabamın yanında duran üç araba ile bakışlarımı ekibe çevirdim. “Nasıl gidelim?”

Hüseyin, “Vallahi herkes kendi arabası ile gitsin. Dönüşte eve dönersek falan karışıklık olmasın. Arabalarla uğraşmayız sonra.” Dedi.

Ben kendi arabama geçtiğimde Hüseyin’de yanıma binmişti.

Mekânın konumu açıp ana yola çıktığımda, yolların boş olmasından yararlanarak güzelce sürmeye başladım.

“Çok güzel olmuşsun.” Bakışlarım saniyelik bir zaman diliminde yoldan ayrıldığında, “Teşekkür ederim. Her zamanki halim.” Diyerek güldüm.

Aynı şekilde gülerek karşılık verdiğinde, “Çok da mütevazisin maşallah.” Dedi ağzının içinde homurdanarak. Kaşlarım yavaşça çatıldı. “Homurdanmada direkt söyle uyuz!”

Gözlerini benden çekip radyoyu açtığında müzik sesi aramıza yayılmaya başladı. Konum yarım saat gösteriyordu. Navigasyonun yol bilgilerini takip ederek gidiyordum. Arkamdan gelen üç araba Burak, Hamza ve Çağrıya aitti. Beni takip ediyorlardı.

Ara ara sohbet ederek sonlandırdığımız yol ile tebessüm ettim. Aşağıya indiğimde arabayı kilitleyerek arkamda kalan ekibe bakındım. Arabadan iniyorlardı.

Bakışlarım mekâna kaydığında şık ve lüks bir yer olduğunu gördüm. İnsanlar içeriye girmeye başlamış, mekân yavaş yavaş dolmaya başlamıştı gördüğüm kadarıyla.

Hepsi arabadan indiğinde yanıma gelmiş, üzerlerindeki ceketi düzeltiyorlardı. Hepsi hazır olduğuna dair bir işaret verdiğinde öne geçtim.

Mekâna girişimiz her zamanki gibi olacaktı. En önden ben; solumda Burak sağımda Hüseyin, en arkada ise Burak’ın arkasında Hamza, Hüseyin’in arkasında Çağrı.

Merdivenlerden inmeye başladığımda mekânın içerisini görünmeye başlamıştı. Etrafta anlık bir sessizlik oluştu. Bakışlar merdivenden inenlere, yani bize kaydığında tam karşıya bakarak merdivenlerden emin adımlarla inmeye başladım.

Hemen ardımdan gelen dörtlü ile güzel bir görüntü yakalamıştık. Her zamanki gibi. Bakışlarım sahnenin yanında kalan boş masaya kaydığında, oturacağımız yeri bulmuştum bile.

Elalarım hemen yanındaki masada oturan adamlara yoğunlaştığında, dikkatle inceledim. Kurtuluş, masaya kurulmuş etrafı inceliyordu. Tekin’in Kalender’i dürtüp merdivenleri göstermesi üzerine masadaki ekibimin tamamının bakışları merdivenlerden inenlere kaymıştı. Yüzümdeki sert ve donuk ifade ile merdivenleri inmeyi tamamladığımda Kurtuluş’a doğru adımladım. Kısa bir süre içerisinde masaya geldiğimde hepsi ayaklandı.

Üzerlerini süzmeye başladığımda tek kaşım havalandı. Hepsi enfes görünüyordu…

Kalender, Tekin ve Ertuğrul üçlüsü beyaz gömlek ve siyah takım elbisesiyle çok şıklardı. Bakışlarım Yıldırım ve Âhi ikilisine çevrildiğinde ikisinin de siyah boğazlı kazak ve takım ile olduğunu gördüm.

Âhi ile göz göze geldiğimizde yüzümde çok güzel bir gülümseme ortaya çıkmıştı. Hepsinin anlık afallaması yüzümdeki gülümsemeyi kahkahaya çevirmişti. Gülümsememi beklemiyorlardı.

Kalender beyefendiliği ile, “Armin ne kadar güzel olmuşsun.” Dediğinde yüzümdeki gülümsememi bozmayarak karşılık verdim. “Teşekkür ederim Kalender. Hepiniz çok yakışıklı olmuşsunuz.”

Gülümsememin karşılığını Kalender’den aldığımda şoklarını atlatan ilk kişi Yıldırım oldu. “Komutanım siz az önce güldünüz mü?” başını iki yana salladı. “Ne güzel gülüyorsunuz siz öyle!” Âhi’yi kenara ittirerek yanıma geldiğinde, bedenime sıkıca sarıldı.

Kollarımı boynuna doladığımda sarılışına karşılık verdim. “Çok da yakışıklı olmuşsun.” Dedim üzerini beğeni dolu bakışlar ile süzerken. Bedenimi kendinden uzaklaştırdığında üzerimi süzdü. “Maşallah çok güzelsiniz komutanım.” Küçük bir kahkaha attığımda bedenlerimiz ayrılmıştı.

Bakışlarım Yıldırım’ın arkasında kalan Âhi de kaldığında dediklerimi giymiş olması beni mutlu etmişti.

Biraz daha sohbet ettiğimizde masada yalnızca bir sandalye olduğunu ve fazlada sandalye koyacak yer olmadığını gördüm.

Bakışlarım Hüseyin’e çevrildiğinde ciddi bir ifade ile yere baktığını gördüm. Ne olmuştu buna iki dakikada?

Burak’a bakındığımda Kurtuluş’un hemen yanında kalan boş masayı işaret ettim. Hep beraber masaya geçip oturduğumuzda hem Kurtuluş hem de ekip ile yan yana olmak beni sevindirmişti.

Burak ile sohbete daldığımızda ayağa kalkan Hüseyin ile bakışlarım üzerine daldı. “Nereye?” Bakışları etrafta dolandı. “Geliyorum hemen siz devam edin.”

Kaşlarım çatıldığında Burak bana seslendi. “Bırak boş ver gelir birazdan.”

Mekân açıktı. Oldukça şık ve sade düzenlenen masalar ile etraf daha da güzel hale gelmişti. Gözlerim saate kaydığında, düğünün birazdan başlayacağını gördüm. Yanımdan çekilen sandalye ile bakışlarım oturduğu yere yerleşen Hüseyin’e kaydı.

Kaşlarım hafifçe havalandı. “Nereye gittin?” Bakışları biraz donuktu. “Hiç, öyle etrafa bakındım biraz.” Gözlerimi devirerek başka bir yöne baktım. Sanki benim beden dili okuyabildiğimi bilmiyordu salak.

Etraf sessizleşmiş, ışıklar sönmüş, alttan gür bir sesle çalan şarkı eşliğinde gelin ve damadımız mekâna girişini yapmıştı. Büyük bir alkış tufanı koptuğunda, hepimiz buna ayak uydurarak alkışlamaya başladık.

Gelin ve damadımız ilk dansını etmeye başladıklarında, kameralar dans eden çiftimizi çekiyordu.

Kısa bir süre sonra müziğin sesi kısılmış hoparlörlerin yanında duran adam, “Çiftimizin bu mutlu gününde onları yalnız bırakmayalım. Sıradaki müzikler güzel çiftlerimiz için geliyor efendim herkesi sahneye bekliyoruz.” Diyerek anons yapmıştı. Ceketimi çıkartıp arkamdaki sandalyeye astım.

Müzik bir anda değiştiğinde, Müslüm Gürses’den Seni Yazdım çalmaya başlamıştı.

Yanımdan uzatılan el ile bakışlarım elin sahibi olan ela gözlere kaydı. Yüzümde oluşan gülümseme ile elini tutarak ayaklandım. El ele sahneye geldiğimizde sözler başlamıştı.

Solmadan gel artık aşkımın gülü

Olsa da konuşsa kalbimin dili

Sözler kulaklarımı tırmalamaya başladığında bir elim Âhi’nin omuzuna diğer elim ise büyük avuç içinde yerini almıştı. “Çok yakışıklı olmuşsunuz Beyefendi!” diyerek yüzüne doğru bağırdığımda kahkaha attı. Kaşları havalandığında üzerimi süzdü. “O sizin güzelliğiniz Hanımefendi. Gözlerim kamaştı resmen.” Dediğinde naifçe gülümseyerek yüzüne baktım.

Küçücük dünyamda bir bilsem seni

Görünmez yazıyla yazdım kalbime…

Müziğe göre hareket etmeye başladığımızda ağzım kulaklarıma varıyordu resmen. Kendimi çok mutlu hissediyordum. Gözleri anlık bir şekilde omuzuma kaydığında gözlerine hüzün çöktü. Avucunun içerisinde duran elimi yüzüne yasladığımda, “Eski bir yara, üzülme. Şu an mutlu olman lazım, bana bak ben bile gülüyorum.” Dediğimde gözleri yüzümü taradı.

Şarkının yarısına geldiğimizde nakarat bir anda patlamıştı. Beni iri bedenine doğru çektiğinde bakışlarım yüzüne kaydı. Âhi’nin de gözlerini üzerime çevirdiğinde şarkıyı mırıldanmaya başladı.

Böyle bir aşk görülmemiş dünyada

Aynı şekilde devamı getirdiğimde ikimizde şarkıyı söylüyorduk.

Ne geçmişte ne de bundan sonra da…

Arasalar bulamazlar rüyada

Göremezler seni yazdım kalbime…

Şarkının ritmine göre hareketlerimiz devam ediyordu. Bir elini belimden ayırıp beni kendi etrafımda döndürdüğünde yüzümde oluşan tebessüme baktı.

Sevgilim seninle buluşmam yakın

Unuttum desem de inanma sakın

Anılarla yazdım seni kalbime

Şarkıyı gözlerime bakarak söylemeye devam ediyordu.

İçimde oluşan kıpırtılar gözlerimi gözlerinden kaçırmama neden olmuştu. Gözlerime çok derin bakıyor, tebessüm etmem ile bana bakarak gülümsüyordu. Beni arkaya doğru yatırdığında, hızla kendine doğru çekti.

Yanımıza gelen fotoğrafçı hızla konuşmaya başladı. “Bir poz alabilir miyiz lütfen?”

Başımı omuzuna yaslayıp elimi diğer omuzunun hizasına koyduğumda iki elini de sırtıma doğru sararak bana eğildi. Sıcak nefesini yüzümde hissettiğimde yüzümde güzel bir gülümseme oluşmuş, gözlerim kapanmıştı.

Yüzümüze doğru patlayan flaş ile yanımızdan ayrıldığında, şarkının sonlarına yaklaşıyorduk.

Yanımıza gelen Hüseyin ile Âhi’nin eli yavaşça ellerim arasından kaydı. Âhi’nin yüzüne bakıp tebessüm ettiğimde aynı şekilde karşılık almıştım.

(Nilüfer- Ta Uzak Yollardan)

Yüzümde pis bir sırıtış ile Hüseyin’e baktım. “Bakıyorum da hemen yetiştin paşam.”

Gözlerini ben hariç her tarafta gezdirerek konuştu. “İlk dans bana ait olmalıydı, koştu yetişti hemen.” Diyerek homurdandığında göğsüne hafif bir yumruk attım. “Kes sesini be!”

Şarkı başladığında yavaş yavaş sallanmaya başlamıştık.

Ta uzak yollardan

Koştum geldim senin kollarına

İçimde yanan hasretinle ben

Baktım durdum senin yollarına

Sensizlik bir ölüm sanki…

Şarkıya eşlik ederek dansımıza devam ettiğimizde ‘Yalnız sensin yüzümü güldüren’ kısmında yüzlerimiz yavaşça yakınlaşmış hemen ardından birbirimize gülümseyerek, beni kendi etrafımda döndürdüğünde kendine çekmişti. Yanımıza gelen fotoğrafçıya pozumuzu vererek devam etmiştik.

Hüseyin aniden benden uzaklaştığında Hüseyin’i ittiren kişinin Burak olduğunu gördüm.

Haykırsam göklere

Artık yanımda beni benden çok seven

Dünyalar benim olsa yine de istemem

Yalnız sensin benim yüzümü güldüren

Hızlıca beni sarmaladığında şarkıya eşlik ederek dansıma ayak uydurdu.

“Adam uyuz ya! Her yere yetişiyor pis!” sesini bana duydurmak için yavaşça bağırdığında kahkaha attım. Hüseyin ile aramızdaki bağı kıskanan ilk numarada Burak yer alıyordu.

Nilüferin sesi bitmek bilmezken Çağrı ve Hamza ile de dansımı etmiş, fotoğrafçıya pozlarımızı vermiştik.

Hamza ile dansımız, şarkının bitmesi ile sona ermişti. Tam sahneden ineceğim esnada elimi avuçlayan kişi ile bakışlarım üzerine kaydı.

“Bide biz kaçıralım komutanımızı.” Diyen Kalender’e baktığımda yüzümde tebessüm oluştu. Bugün çok gülmüştüm, gerçekten.

Leman Sam- Daha Gidecek Yolumuz Var

Bir elim geniş omuzlarına kaydığında diğer elimi de avucunun içerisine bırakmıştım. Bu şarkıyı bir ayrı severdim.

Bir salkım söğüdün altında

Sen bana ben sana kavuşalım

Bedenimi ruhumu al, al ki kurtulsun bu can

Benliğimi, her şeyimi al ki kurtulsun aşk

Bir ileriye bir geriye sallana sallana dans ettiğimizde Yalçın ile göz göze geldik.

Kalender’e işaret ettiğimde ikimizde aynı anda çiftimize güzel bir tebessüm yolladık.

Dağlar dağların ardında

Ağlama su yüzlü sevdiceğim

Yüreğimi aşkımı al, al ki kurtulsun bu can

Ellerimi, gözlerimi al ki kurtulsun aşk

Şarkıya eşlik ede ede dansımızı ediyorduk. Kalender belimden destek alarak beni geriye doğru yatırdığında üzerimize patlayan flaş ile tebessüm ettim. Bu poz çok güzel çıkmıştı, bundan emindim.

Şarkı sona erdiğinde bu sefer yanımıza gelen kişi Yıldırım’dı.

Kalender’i ittirerek iri kollarını hızlıca belime sararak beni etrafımda döndürdü. Kulağıma doğru fısıldadığında, “O kadar güzel olmuşsunuz ki, herkes size bakıyor.” Diyerek etrafı gösterdiğine kahkaham etrafa yayıldı.

(Mark Eliyahu & Cem Adrian- Derinlerde)

Şarkı sakin bir ritim ile etrafa yayılmaya başladığında başımı Yıldırım’ın omzuna yasladım. Kollarım boynuna sarılı şekildeydi, aynı şekilde Yıldırım da kollarını belime sarmıştı. Topuklular onun boyuna yetişmeme neden olduğu için, dans ederken çok zorlanmıyordum.

Bana düşlerimi geri ver

Gerisi hep sende kalsın

Bana son kez öyle gülüver

Yüreğimde sende kalsın

Bana hatıradır ateşin

Yanarım, yanarım

Naif hareketlerle sallandığımızda kulağımın dibinde şarkıya eşlik ediyordu.

Seni başka kimse bulamaz

Kayıbım, derinlerde

Sesinin güzel olduğunu an itibariyle anlamıştım.

Fotoğrafçı yüzümün hizasına geldiğinde flaş patlamıştı. Gözlerimi kapatarak sallanmaya devam ettiğimde şarkıya eşlik ettim.

Ezberimde yüzün

Silmek öyle kolay mı?

Kaderimde bir düğüm

Çözmek öyle kolay mı?

Şarkı yavaşladığında sarılışımızı bozan iri beden Tekin’e aitti.

(Nilüfer- Son Arzum)

Elimi omuzuna attığımda kalbinin az üzerine denk geldiğini anladım. Arkadaş biraz uzundu da…

Normal bir düğünde bu kadar fazla dans parçası çalınmazdı ama anladığım kadarıyla gelin hanımın birden fazla abisi vardı. Hepsiyle tek tek dans ediyor, şarkı değiştikçe partnerleri de değişiyordu.

Naif bir müzik etrafa yayıldığında şu sözler ortaya çıkmıştı.

Gelse bile son günüm

Koluna alsa ölüm

Gözlerimin önünde

Seninle geçen günüm

Dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştuğunda şarkıya eşlik etmeye başladım.

Son arzum nedir diye

Gelip de bana sorsalar

Gözlerime bakıp da

Her şeyi anlasalar

Tekin dans konusunda oldukça iyiydi. Ayaklarını ustaca hareket ettiriyor arada bana yön veriyordu.

Belimi geriye doğru eğdiğinde, tekrardan patlayan flaş ile kahkaha attım. Kadın çok iyi pozlarımızı yakalıyordu. Ayaklandığımda kendi etrafımda dönerek iri bedenine yaklaştım. Sağa, sola, ileriye, geriye yavaş adımlarla adımlıyor olduğumuz yerde durarak hareketleniyorduk.

Son arzum nedir diye

Gelip de bana sorsalar

Gözlerine bakıp da her şeyi anlasalar

La la la la la laa

Tekin’in benden uzaklaşması ile yanıma gelen Ertuğrul’la bakıştık. Hepsiyle dans etsem de yorulmamıştım. Bundan keyif alıyordum. Uzun süre sonra kalabalığa karışmak ve güzelce eğlenmek beni çok mutlu etmişti. Yorulsam bile umursayacağımı sanmıyordum. Ertuğrul’un omuzuna elimi koyduğumda müziğin ritmi ile dans etmeye başlamıştık.

(Figen Genç-Nazende Sevgilim)

Pist git gide kalabalıklaşmaya başlamıştı.

Değdi saçlarıma bahar küleği

Nazende sevdiğim yadıma düştü

Her erin bahtına bir güzel düşer

Beni hızlıca etrafımda döndürdüğünde kendine çekerek dansımıza kaldığı yerden devam etti.

Sen de tek menim yadıma düştün

Nazende sevdiğim yadıma düştün

Naif ses kulaklarımı tırmalıyor, olduğum yerde hareketlenmemi sağlıyordu.

Bes niye yalgısın sordular eller

Öyle bir üzgünüm yadıma düştün

“Teğmenim çok karizmatik olmuşsunuz!” diyerek yüzüne doğru bağırdığımda kahkaha atarak bana baktı. “Çok sağ olun komutanım. O sizin bakışlarınızın güzelliği.”

Yüzümüze patlayan flaş ile dansımızı asla bozmayıp devam etmiştik.

Şarkı sonlara yaklaştığında pistten ayrıldık. Ekibin olduğu masaya giderek yerime oturduğumda, pistten inenlere bakınmaya başladım. Burak bana dönerek konuştuğunda bakışlarım üzerine çevrildi. “Maşallah seninkiler de baya kalabalıkmış.” Dediğinde yan masayı işaret etmişti.

Gülümseyerek başımı salladım. “Öyledirler.”

Masanın üzerinde duran koladan bardağıma aldığımda, sakince içmeye başladım. Hava soğuk değildi yalnızca arada bir esiyordu o kadar.

Gelinimizin dansları sona ermiş Yalçın’ın yanına giderek dert yanıyordu. Bu yüzündeki ifadeden nerden bakarsan bak anlaşılıyordu.

Masaya baktığımda Çağrıyı göremedim. “Çağrı nerde?” diye ortaya sorduğumda Hüseyin sorumu cevaplamıştı. “İstek parça alıyorlarmış, bizim kâğıdı götürdü.”

Daha önce duymadığım parçalar eşliğinde oynamaya çıkan kişiler oldukça eğlenir vaziyetteydi. Yan masalardan kulak misafiri olduğum kadarıyla, gelin Ankara da okumuş ve okulunu bitirdiğinde ailesinin yanına gelmiş. Yalçının da görev yeri Hakkâri olunca burada tanışmışlar.

Anladığım kadarı ile iki aile de Kürt değildi ama burada yaşayıp, düğün sahipleri ile komşu olan misafirler için özel Kürtçe halay açmışlardı. Kısa bir süre sonra oyun havaları bizim oraların tarzında çalmaya başladığında gelin sahneye çıkmış güzelce oynamaya başlamıştı.

Uzun bir süre Yalçın ve gelini izlediğimizde Burak arkama doğru bakarak ayaklandı. Bakışlarım merdiven tarafına kaydığında gördüğüm yüz ile kaşlarım havalandı. Emek buradaydı. Pusuya düştüklerinde destek için gittiğimiz Komando Timi ve kendisi merdivenlerden aşağı inerek etrafı tarıyordu. Çok ama çok güzel görünüyordu. O gün üzerini başını incelemeye fırsat kalmadığı için yeni fark ediyordum. Sarı, platin küt saçlarını soluna yatırmış, üzerindeki gri takım ile mükemmel görünüyordu.

Burak, Emeğin yanına giderek sarıldığında bir şeyler konuştular. İkisinin kardeş olduğunu, Samet’in attığı dosyayı okurken öğrenmiştim.

Emek oturduğum masaya baktığında ayağa kalkarak Kurtuluş’un oturduğu masaya geldim. “Emek, bu ne güzel bir karşılaşma böyle.” Dediğimde yüzümde güzel bir gülümseme vardı.

Kollarını iki yana açtığında, “Bende sizleri görmeyi beklemiyorum. Çok şaşırdım.” Dedi.

Sıkıca sarıldığımızda Komando Timi için yanımıza bir masa çekmişlerdi. On beş, yirmi dakikaya yakın sohbet ettiğimizde gelen anons ile bakışlarım sahneye kaydı. “İstek parçalarımızdan devam ediyoruz. Şimdi sıra Ankaralılar için.” Gözlerimi sahneden ayırıp dörtlüye çevirdiğimde hepsi ayaklanmış, ceketlerini sandalyelerin arkalarına asmışlardı. Gömleklerinin kollarını kıvırdıklarında, Çağrı neresinden çıkardığına anlam vermediğim şimşirleri ellerimize verdi.

Tahta kaşıkların uç kısımlarında herkesin ismi yazıyordu. Benim kaşığımı hâlâ saklıyor oluşları, beni hem mutlu etmiş hem de duygulandırmıştı.

Erik Dalı & Ölem Ben & Huriyem (Ömer Faruk Bostan)

Şarkıyı başlattıklarında pist boşalmış, herkes merakla bize bakıyordu. Çağrı Yalçın’ın yanına giderek oynamamızda bir sorun olup olmadığını sormuş, Yalçından onay alınca da listeyi vermişti. Sonuçta aramızda çok büyük bir samimiyet yoktu, kendi düğününde beş kişinin çıkıp ortada oynamasını hoş görmeyebilirdi.

Müziğin sesi etrafa yayılmaya başladığında, herkes yerini almıştı. Karşımdaki Hüseyin’e bakarak bir baş işareti yapmış, herkesin kaşıklarını oynatmasına vesile olmuştum.

Çağrı’nın karşısı boş kalmış, kendisine damat beyi ayarlayarak onu da karşısına almıştı.

Amanın oynasın eller diller kaynasın diller, eller ne dersene desinler o dillerini yesinler…

Kaşıkları vura vura oynamaya başladığımızda ortamda kaşık sesleri yayılmaya başlamıştı. Birbirimize yaklaşarak iç içe geçtiğimizde, kısa bir süre sonra şarkının ritmine göre açılmış kaşıkları çalmaya devam etmiştik.

Erik Dalı bir anda değiştiğinde yerini Ölem ben almış, şarkının ritmi kaymıştı. Bu geçişi çok seviyordum…

Hüseyin’e doğru adımladığımda aynı şekilde karşılık vererek bana yaklaştı. Yakınlaştığımızda kaşıklarımızı aynı hizada tutmuş, iki bir ritmiyle hareket ettiriyorduk.

Gide gelen bir söğüde dayandım ben dayandım

Aramıza giren bağlama sesleri bizi daha da keyiflendiriyordu.

Aramızdaki boşluk açıldığında şarkının sevdiğim yerlerinden biri daha gelmişti. Hüseyin’e doğru yürümeye başladığımda şarkıyı yüzüne baka baka söylüyordum.

Ölem ben, ölem ben

Kurban olam ağzındaki dile ben, yârim dile ben

Uzaklaşarak kaşıklarım ile ritim tuttuğumda herkesin aynı anda oynadığını gördüm.

Ben o yâre dağlar kadar güvendim, güvendim

Yanımda oynayan Burak’a doğru eğilerek kaşıklarıma vurmaya başladığımda sırtımı göğsüne gelecek şekilde konumlamış kaşıklarını başımın üzerinden doğru vuruyordu.

Ömer Faruk Bostan’ın sesi şarkının arasından sızdığında, “Haydi efeler beraber hep bir ağızdan, ses istiyorum. Ey çek!” dediğinde müzik kısa süreliğine durmuş, duran müziğin arasına bizim sesimiz girmişti.

Sağ elimi havaya doğru kaldırıp savurduğumda dudaklarımın arasından, “Eeeeyyyy!” sesi firar etti.

HÜDAYDA & ATIM ARAP (Ömer Faruk Bostan) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

Müzik değiştiğinde kaşıkların sesi artmaya başlamıştı.

“Haydi bakalım!”

Bulguru kaynatırlar, aman bulguru kaynatırlar

Kaşık sesleri birbirine giriyordu.

Şarkıyı seslendiren kişilerin arada kendi kendine söyledikleri söylere eşlik ediyorduk. “Hobba!”

Bizde adet

Böyledir…

Aman bizde adet böyledir

“Efe, koç!”

Efeyi oynatırlar, Ömer’i seyredirler

Hüdayda da Angaranın hüdayda

Hüseyin’e yaklaşa yaklaşa oynuyor, arada Burak’a kayarak üzerine eğiliyordum. Herkes birbirine ayak uyduruyor etrafa keyifli görüntüler saçıyorduk.

Sağ ayağımı öne atıp geri çekiyor sol ayağımla da aynı hareketi tekrarlıyordum. Ritme göre hafif eğilerek oynuyor, geri yavaşça ayaklanıyorum.

Angaraya varınca aman aman

Aman selam söyle, dostlara vay vay ‘hoppa’

Yüzümdeki gülümseye kahkahaya dönüşüyor, Hüseyin’e baka baka oynamaya devam ediyordum. Adımlarım ilerlemeye başladığında Hüseyin de bana yaklaştı. Kollarımı açarak yukarıya kaldırdığımda, iki kulağının yanında duran şimşirleri ustaca harekete ettiriyordum.

Şarkı aninden değişti.

KERİMAN (Ömer Faruk Bostan) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

“Gelsin eller havaya!”

Bu şarkı diğerlerine göre biraz daha ağır olduğu için birbirimize yaklaştık, herkes eşiyle dip dibe hale geldiğinde kaşıklar eşliğinde şarkıyı hep bir ağızdan söylüyorduk.

Şarkılar eskir de sözler eskir de

Bir sen eskimedin aha bu gönülde

Cümleyi söylediğimde kalbime vurarak Hüseyin’e baktığımda aynı anda kahkaha attık.

Ne aşk ne sevdalar kaldı bu geride

Bir sen eskimedin bir sen Keriman

Şarkıyı hep bir ağızdan söylediğimiz için hoparlörden daha çok bizim sesimiz etrafa yayılıyordu.

Güle güle, kahkaha ata ata şarkıyı bitirdiğimizde yeni bir şarkı daha başlamıştı.

Apcamın oğlu / Tiki tak / Misket (Ömer Faruk Bostan) Aşk prodüksiyon 2019

Çağrı yanımıza gelerek zillerimizi ellerimize bıraktığında, kaşık ve zilleri aynı anda çalmaya başladık.

Pist çok büyük olmadığı için insanlar masaların yanında çalan parçalarımız ile oynuyor, bir yandan da bizi izliyordu. Burak kolunu omzuma attığında boşta kalan elini havaya kaldırarak Hüseyin’e baktığında şarkıyı söylemeye başladı.

‘Aman apcamın oğlan’ diye bağırdı Burak.

‘Söyle apcamın oğlu’ diyerek karşılık verdi Hüseyin.

Haydi apcamın oğlan

Söyle apcamın oğlu

Elini omuzundan çekerek geriye doğru adımladığında kollarını genişçe iki yana açarak kaşıklarını çalmaya başladı.

Öptüm kaşıklarını, göreyim seni

Öptüm kaşıklarını da, göreyim seni

Sırtımı Burak’ın göğsüne yaslayarak eğildiğimde, kaşıklarımı yüzüne doğru çalmaya başladım.

‘Aman apcamın kızı’ diyerek beni karşılamıştı Burak. Kahkaha atarak doğrulduğumda aynı şekilde karşılık verdim. ‘Söyle apcamın oğlu’

Araya giren ey çekme sesleri ile onlara ayak uydurarak söylemeye ve oynamaya devam ediyorduk.

Öptüm kaşıklarını göreyim seni

Öptüm kaşıklarını da, göreyim seni

Çaprazımda kalan Hamza’ya döndüğümde ona bakarak oynamaya başladım.

“Ey çek!” Diyerek araya giren Ömer Faruk Bostan’ın sesine uyarak karşılık verdik.

“Eeeeyyyy!” elimi havaya kaldırarak sallandığımda sesim etrafa yayılmıştı.

Şarkının sonlarına yaklaştığımızı anladığımda sahneden inerek Kurtuluş’a adımlamaya başladım. Masaya geldiğimde hem Komando Timi hem de Kurtuluş şaşkınca bana bakıyordu. Soluk soluğa masaya geldiğimde ortaya sordum. “Kaşık oynamayı biliyor musunuz?” Hepsinden onaylar mırıltılar çıktığında yan masada duran, isimlerini sohbet arasında Çağrıya söylediğim timimin kaşıklarını, üzerlerinde yazan isimlerine göre dağıttım.

Şarkıyı değiştirmesi için hoparlörün başında duran adama işaret verdiğimde Hüseyinler sahneden inmiş alanı bizim için boş bırakmıştı.

BAGA GEL BOSTANA GEL & GEL YANIMA (Özgür Can Çoban) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

“Hadi yürüyün, sıra bizde.” Diyerek sahneyi işaret ettiğimde hepsi anlık afallamış, lafımı ikiletmeden benimle gelmişlerdi. Şarkı başladığında koştur koştur yerimi almıştım. Karşıma geçen Ertuğrul ile kahkaha attım. Hemşerimle kaşık havası…

Ertuğrul bana bakarak sırıttığında ritmi anlasın diyerek kaşıklarımı oynattım. Hepsi olayı çözdüğünde şarkının gür sesi alanda yayılmaya başladı.

Ayaklarımı öne ata ata oynamaya başladığımda hepsinin bana uyarak oynadığını gördüm.

Bağa gel bostana gel, vay vay vay vay vay vay vay vay vay vay yavrum

Gülleri destele gel leylim, leylim, leylim

İleriye doğru atılıp Ertuğrul’a yaklaştığımda sırtımı dönerek omuzumu silke silke kaşıklarımı çalmaya devam ettim.

Ertuğrul kollarını iki yanımdan öne uzattığında, yüzümün hizasında kaşıklarını çalmaya başladı. Şarkının en sevdiğim yeri geldiğinde Ertuğrul’a döndüm.

Bağ ayrı bostan ayrı

Nakaratın başını duymam ile sağ dizimi kırarak yere eğildim.

Olamam dosttan ayrı

Aynı hareketi sol dizimi kırarak yere eğildiğimde dizlerimi sahnenin zeminine yasladım. Yanıma eğilen beden ile bakışlarım Ertuğrul’a çevrildiğinde omuzunu omuzuma yaslayarak kaşıklarını çalmaya başladı. Üzerine doğru eğildiğimde omuzlarım ritme göre sallanıyor, şimşirlerin sesi etrafı dolduruyordu.

Bağ ayrı bostan ayrı

Sağ dizimi yavaşça kaldırdığımda,

Olamam dosttan ayrı

Sol dizimi de şarkının sözüyle kaldırarak ayaklandım.

İnsanoğlu nasıl yaşar vay vay, vay vay, vay vay, vay vay, vay vay, vay vay yandım

Ertuğrul’dan uzaklaşarak geri geri oynayarak yerime geldiğimde yanımda duran Yıldırım’a bulaşarak, omuzlarımı silke silke yaklaştım.

Kalsa nefesten ayrı leylim, leylim, leylim, leylim

Belimi kırarak geriye doğru eğildiğimde, Yıldırım kollarını kaldırmış üzerime doğru kaşıklarını çalıyordu.

Bağlar narsız olur mu?

Dikeldiğimde Yıldırım’a bakarak sözleri tekrarlamaya başladım.

Gönül yarsız olur mu?

Bana bakarak kahkaha attığında, benim gibi tekrarladı.

Bağlar narsız olur mu?

Gönül yarsız olur mu?

Bedenim kıvrılmaya devam ediyor, şimşirleri bir an bile elimden bırakmayarak oynamaya devam ediyordum. Şarkı sözleri kesildiğinde, sözlerin yerini bağlama ve arkadan gelen sesler devraldı.

Başımı Yıldırım’ın göğsüne dayadığımda ellerimi havaya kaldırarak olduğum yerden oynamaya başladım. Kısa bir süre sonra tüm Kurtuluş başıma toplandığında hepsinin yanlarına gidip oynamaya devam ettim.

“Oynaaa!” Özgür Can Çoban’ın sesi ile ortalık hareketlendiğinde kahkahalar yüzümden bir an olsun bile ayrılmıyordu.

Şarkı bağlamanın birleşme sesi ile başka bir parçaya atlamıştı.

O şirin sözlerine

Hayranım gözlerine

Bakmayın sözlerine

Gel yanıma gel gel gel

Kenarda ağır ağır oynayan Âhi görüş hizama girdiğinde, yanına yaklaşarak çalan şarkıya eşlik etmeye başladım.

Gel yanıma gel

Gel yanıma gel gel gel

Gel yanıma gel

Omuzlarımı öne arkaya sallaya sallaya şarkıya eşlik ederek oynamam onu çok eğlendirmiş olacak ki yüzüme bakarak kahkaha atmıştı. Kahkahası benim neşemi iyice yerine getirirken kollarımı genişçe aralayıp şimşirlerin seslerinin etrafa yayılmasını sağladım.

Aman eller duymasın

Sakın eller görmesin

Aman eller duymasın

Sakın eller görmesin

Gel yanıma gel gel gel

Bana eşlik ederek şarkıyı söylediğinde yanına yaklaşarak sırtımı göğsüne verdim. Başımı omuzuma doğru yatırdığımda, yandan gülen yüzünü görebiliyordum. Kollarını öne uzatarak yüzüme yaklaştırdığında kaşıkları ustaca hareket ettirdi.

FIRARI & KESİK ÇAYIR & GULUSUN GULDEN GUZEL (Özgür Can Çoban) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

Şarkı değiştiğinde Âhi’den ayrılarak Tekin’in karşısında oynayan Kalender’i gördüm. Hızla koluna girip karşıma aldığımda bana gülümseyerek baktı.

Firariyim firari

Unutmam eski yâri

Firariyim firari

Unutmam eski yâri

Kalender şarkıya eşlik ettiğinde ağır adımlarla ritme ayak uyduruyordu. Bugün yüzümden eksilmeyen gülümsemem ile yüzüne baktığımda, kocaman sırıttı. Birbirimize bakarak şarkıya eşlik etmeye başladığımızda ellerimizdeki şimşirler ustaca oynuyordu.

Rinna rinna rin narin yârim

Gel benim kâhrıbarım

Olduğum yerde sallana sallayan oynadığımda yanımda kalan Tekin’e doğru omuzumu kırdım. Aynı şekilde karşılık verdiğinde gülerek önüme döndüm.

Sahneden koşar adım indiğimde masada oturmuş sırıtışıyla bizi izleyen Emeğin yanına geldim. Kolundan tuttuğumda hızla konuştum. “Kalk, kalk, kalk. Öyle sırıtarak izlemesi değil, geç karşıma.” Dediğimde yan masanın üzerinde fazladan duran şimşirlerden birini alarak eline tutuşturdum.

SARI KIZ & AYAŞ YOLLARI (Mustafa Taş) Şarkılar Bizi Söyler- Canlı

Şarkı ağır ağır çalmaya başladığında Kurtuluş ve Hüseyinler hızlıca bir halka oluşturmuş dönmeye başlamışlardı. Emek şaşkın şaşkın etrafa baktığı esnada, kolundan tutup halkanın arasına itekledim. Kendim de başta duran Hüseyin’in arkasına geçerek dönmeye dahil olduğumda başlamıştık.

Belli bir süre sonra yavaşça açıldığımızda ağır ağır olduğumuz yerde oynamaya başladık. Bir ayağımın ucuyla yere basıyor diğer ayağımı tam basarak olduğum yerde oynuyordum.

Yandım anam anam sarı gız

Öldüm anam anam sarı gız

Aman aman, yar yandım aman aman aman eyyy

Halka şeklinde durduğumuzda herkes karşısında kalana bakarak oynuyordu. Kollarımı aheste aheste sallayarak oynadığımda tüm ekip birbirine ayak uyduruyordu.

Sana yandım sarı sarı gız

Şarkının sözünü duyduğumuzda hızla yere çömelerek kaşıkların saplarını birbirine vurmaya başladık. Gözlerim Emeğe kaydığında çevredekilere ayak uydurmaya çalıştığını gördüm. Belli bir süre kaşıkların saplarını birbirine vurarak oynadığımızda, yavaşça ayaklanarak açıldık.

Sırtımı yanımda duran Hüseyin’e verdiğimde aynı şekilde sırtını bana dönerek ellerini havaya kaldırdı. Kaşıkları aynı hizaya geldiğinde, iki bir olacak şekilde ritmini uydurarak vurmaya başladık.

Müzik bittiğinde sahneden inmiştik. Masaların yanlarına geldiğimizde bu sefer Kurtuluş’un tek boş kalan sandalyesine oturarak soluklandım. Önümde kalan şişelerin birini açarak bardağıma belli bir miktar su aldım.

Suyu tek dikişte içtiğimde bakışlarım yan masaya kendini resmen fırlatan Emeğe kaydı. Kahkaha atarak yüzüne baktığımda sinirle konuşmaya başladı. “Bu enerji nereden geliyor arkadaş! Öldüm resmen beş dakikada.”

Kahkaham durduğunda gülerek konuşmaya başladım. “Biz Ankaralıyız kızım, doğuştan geliyor oynama isteği. Ben iki saattir pistteyim hiç sesim çıktımı bir bak.” diyerek kendimi gösterdiğimde göz devirdi.

“Komutanım o nasıl bir oynamaktır, izlerken ben yoruldum.” Diyen Tekin’e baktığımda omuz silktim. “Ne var? Çok keyifli bir şey, ben oynarken yorulmam ki.” Dediğimde Yıldırım konuşmaya başladı. “Onu anladık zaten, kendinizden geçtiniz resmen.”

Omuzlarıma bırakılan ceket ile bakışlarım yukarı kaydı. “Terlemişsindir ceketini al.”

Hüseyin yerine geri oturduğunda ceketi omuzlarıma çektim.

Sahneye baktığımda gelinin abileri ile oynadığını gördüm. Bakışlarım tekrardan Emeğe kaydığında, timden bir adamın doldurduğu suyu Emeğe uzattığını gördüm. “Emek biraz iç, iyi gelir.”

Adamın elinden suyu aldığında teşekkür ederek bana döndü. Pis pis sırıtmama dayanamamış olacak ki başını masaya yasladı. “Tamam daha yeni başladık, birazdan gene çıkarız üzülme.” Diyerek alay ettiğimde alttan alttan bir bakış attı.

Masanın üzerine bırakılan yemekler ile güzelce sandalyeme yerleştim. Tabaktaki yemekleri yemeye başladığımda Kurtuluş da benimle beraber yemeğe başlamıştı. Yemeği yarıladığımızda Tekin bana dönerek elindeki şimşirleri yüzüme doğru salladı. “Bunları ne ara yaptırdınız?”

Omuz silktiğim esnada dudaklarım büzüldü. “Bilmem, Çağrı yaptırdı.” Diyerek arkasında yemek yiyen adamı gösterdiğimde başını salladı.

Yemeklerimizi yedikten sonra çalan şarkılar ile oynamaya devam etmiş, şu an ise yapılan takı törenini izliyorduk. Çantamdan çıkardığım altın kesesini açarak, kırmızı kurdeleli altını içerisinde çıkardım. Ayağa kalktığımda Kurtuluş’a bakarak, “Takı takacak olan benimle gelsin takalım hep beraber.”

Hepsi ayaklandığımda kaşlarım havalandı. Hay maşallah. Ayak üstü Yalçın’ı zengin edip gidecektik herhalde.

“Komutanım takıyı kime takmamız lazım bizim?” Diyen Âhi’ye döndüğümde, “Geline takalım, erkek tarafı olarak geldik çünkü.” Dedim sakince.

Hepimiz sahneye çıktığımızda kolumda hissettiğim el ile ardıma baktım. “Siz bizim yerimize taksanız olur mu? Geline takacağız ya, biz takmayalım.” Âhi elinde topladığı altınları avucuma bıraktığında gözlerine bakakaldım. Nasıl da güzel bir düşünceydi bu…

Ben en önde Kurtuluş üyeleri de arkamda olacak şekilde gelin ve damadın yanına geldiğimizde geline dönerek konuştum. “Hayırlı uğurlu olsun. Bunlar da bizim hediyelerimiz, bütün herkes adına takıyorum.” Dediğimde gelin mahcup bir ifadeyle konuşmaya başladı. “Ne gerek vardı Armin, gelmeniz yeterdi.” Dediğinde ismimi nerden bildiğini bende bilmiyordum. Yalçın söylemiş olmalıydı.

Altı adet altını kırmızı kurdeleye iğnelediğimde Yalçın’a döndüm. “Tebrik ederim Yalçın.”

Yüzümde büyük bir gülümseme oluştuğunda, “Buraya gelmekle beni ne kadar mutlu ettiğinizi bilemezsiniz komutanım.” Gözlerini eşinin üzerine çevirdiğinde, “Sana bahsettiğim tim buydu hayatım, en üstleri de Armin komutan oluyor.” Diyerek bizi birbirimize tanıttığında kısa bir süre daha sohbet ederek yanlarından ayrıldık.

Masaya geldiğimde Komando Timinin de ayaklanmış olduğunu gördüm. Takılarını takmaya gidiyor olmalılardı. Önümüze bırakılan pastalara kısa bir bakış attığımda, elime aldığım çatal eşliğinde pastayı yemeğe başladım.

Takı merasimi kısa bir süre sonra bitmiş, hoparlörlerin başında duran adamın yaptığı anons ile bazı masalardaki kadınlar ayaklanarak sahneye koşmaya başlamıştı.

“Tüm genç hanımların dikkatine, güzel gelinimiz çiçeğini atmak için bütün genç bekar arkadaşlarını sahneye davet ediyor!” diyerek bağırdığında arkadan çalan şarkı ile çiçeğini sallaya sallaya gelen gelin hanımı gördüm.

Emek ayaklandığında kaşlarım havalandı. Önümde döndüğüm esnada kolumda hissettiğim el ile bakışlarım oraya yoğunlaştı. “Evettt!” diyerek ellerini çırpıştırdı. “Şimdi sıra bende, kalk kalk kalk öyle oturması değil! bizde gidiyoruz.” Dediğinde dudaklarım yavaşça aralandı.

“Ay yok!” dediğimde adamın sesi aramıza karıştı. “Bütün bekarları sahneye bekliyoruz! Gelin hanımın özel isteği üzerine, erkek kadın fark etmeksizin herkesi bekliyoruz!”

Başımı iki yana salladım. “Yok, yok olmaz. Ben evlenmek istemiyorum kızım. Tutup ne yapacağım çiçekle!” dediğimde kolumdan çekerek ayağa kaldırması bir oldu. “Sormadım zaten, kalkıyorsun. Hadi hadi.” Sırtımdan iteklediği gibi sahneye gelmiştik.

Boş bakışlarım ile etrafı süzerken gelin elindeki çiçeği bir sağa bir sola sallamaya başladı. Önümdeki kızlar deli gibi şarkıya eşlik edip, oldukları yerde süzülürlerken ben arkada dümdüz durmuş ileriye bakınıyordum.

Şarkı yarılandığında gelin çiçeği önüne götürerek hızla geriye doğru savurdu. Kızlar almak için birbirlerinin üzerine atlarken, kollarımın arasına düşen çiçek ile Emeğe döndüm. Emek kahkaha atmamak için zor dururken boş bakışlarım eşliğinde çiçeği süzdüm.

Hemen ardından gelen gülme isteğiyle elimdeki çiçeği havaya kaldırarak salladığımda koşar adımlarla gelinin yanına giderek güzelce sarıldım. Kenarda duran fotoğrafçı önümüze geldiğinde sol elimdeki çiçeği havaya kaldırarak boşta kalan elimi de gelinin beline sarmıştım.

İkimizde pişmiş kelle gibi sırıtırken yüzümüze patlayan flaş ile kahkaha attım. Kızlar sahneyi boşaltmış yalnız gelin ve ben vardım. Gelinden ayrıldığımda hoplaya zıplaya aşağı inerek masaya geldim. Elimdeki çiçeği sallayıp durmam hepsine komik gelmiş olacak ki, üç masadan da kahkaha sesleri yükseldi.

Çiçeğe bakarak başımı omuzuma eğdim. “Bir gün olursa evlenirsem bekar arkadaşlara seni atacağım yavrum.”

Kahkaha sesleri git gide artarken, yüzümde ki gülümseme gün boyu olduğu gibi asla silinmemişti.

 

Evet 8.Bölümü de bitirdik...

Geçmişte yaşanılanlar?

Füsun ve Armin arasında oluşmaya başlayan bağ?

Lucas'ın hareketleri?

Hüseyin Balaban?

Hüseyin'in anlattıkları?

Armin'in araştırması için Hüseyin'e verdiği bilgiler?

Sizce Füsun ve Lucas şu anda nerede?

Hüseyin, Burak, Çağrı ve Hamza dörtlüsü?

Yalçın'ın düğünü?

Armin'in herkesle dans etmesi?

Armin'in bölüm boyu yüzünde kalan gülümsemesi?

Emeğin zorla kaşık oynaması?

Armin'in tuttuğu çiçek? (Bu çiçeği unutmayalım dostlar :)

Kurtuluş üyelerinin artık karakteristik özellik bakımından oturduğunu düşünüyorum, sizce?

Armin?

Kalender?

Ertuğrul?

Tekin?

Âhi?

Yıldırım?

Geçen bölümde kurtarılan Komando Timi?

Emek?

Ben bu bölümü yazarken çok eğlendim, umarım sizler de okurken eğlenmişsinizdir :)

Gelecek bölümde görmek istediğiniz sahneler varsa buraya not düşebilirsiniz.

 

08.09.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Loading...
0%