Yeni Üyelik
17.
Bölüm

BÖLÜM 15: DÜNYA'YI KORUMAK

@duskusu_mona

 

 

BÖLÜM 15: DÜNYA’YI KORUMAK

 

Büyük çanlar muhafızların sallamasıyla çalarken bütün bir kalabalığın ağzından zafer çığlıkları çıkıyordu. Günün rahatsız edici güneşi üzerimizde geziniyor, bitkiler yeni bir bahar gününe gülümsüyordu. Gökyüzü hiç olmadığı kadar açıktı. Bütün bekçiler coşkuyla Kral'ın gelmesini bekliyordu. Bahçe tamamen bekçilerle dolmuştu. Halktan bekçilerle. Ben ise bütün bu güzel anı, odamdaki balkonumdan izliyordum. Yanımda beni korumakla mükellef iki muhafız bekçiyle etrafım herhangi bir saldırıya karşı çevrelenmişti. Üzerimdeki elbise rahatsız edince hafifçe çekiştirdim. Tam o esnada kalabalığın arasından çıkan çığlıklar sebebiyle elbiseyi çekiştirmeyi bıraktım ve aşağıya baktım. Kral saraydan büyük bir ihtişamla çıkarak bahçenin ortasındaki tahtına ilerlemeye başladı. Erkek kardeşlerim hemen arkasından ilerliyordu. Onları izlerken iç çektim.

Bugün bazı bekçilerin eğitimlerini başarıyla tamamladığı gündü. Bugün o bekçilerin yüzüklerine kavuşacağı gündü. Bugünden sonra isimleri değişecek ve namlarıyla anılacaklardı. Bu bekçilerin arasında Marlon da vardı. Onun için bu yüzük törenini kaçırmamıştım.

Gözlerim merakla Kral ve kardeşlerimin üzerinde gezindi. Kral büyük bir ihtişamla tahtına serilerek otururken erkek kardeşlerim iki yanına dağıldılar. Her birinin elinde bir kutu duruyordu. Yüzük kutusu. Hemen ardından görüş açıma bir başka isim girdi. Drach... Başbekçi. Namıdiğer Kor Alevin Bekçisi.

Kumral saçları güneş ışığında sarı rengini andırıyordu. Üzerindeki koyu mavi zırhla birlikte ağır ve ritimli adımlarla Kral'a doğru yürümeye başladı. Yüzünde oldukça ciddi bir tavır vardı fakat bu ciddi tavrın herhangi bir küçümseyici tarafı yoktu. Zira bu gibi yüksek mertebelerde olan bekçiler birbirlerine üstünlük bildirmeyi görev haline getirirlerdi. Fakat Drach'te bunu görememiştim. İşini layığıyla yerine getirdiği gibi adildi, anlayışlıydı, gözü farklı mertebelerdeki insanların üzerinde değildi. Onun bu özelliğini seviyordum.

Adımlarını Kral'ın önünde durdurduktan sonra saygıyla başını eğdi. Kulaklarımı ardına kadar açıp işitmeye çalıştım.

"Majesteleri... Güzel sabahlar dilerim..."

"Seni dinliyorum Başbekçi’m..." dedi Kral keyifle. Başbekçi elleri arasında tuttuğu parşömen kâğıdını krala uzattı. Mühürlü parşömeni alan Kral mührü alıp kâğıdı aralarken Başbekçi söze girdi.

"Bu mertebeye terfi eden bekçilerin isimleridir Majesteleri. Onlarla ilgili tespit ettiğim özelliklerini, isimlerinin yanlarına not ettim. Bunları dikkate alarak karar vermeniz hem onlar için hem de halkımız için en iyisi olacaktır. Zira uyum sağlayamadıkları bir yaratığa bekçilik etmeleri bize de kendilerine de zarar verir."

Etkilenmiş bir şekilde kaşlarımı kaldırdım. Kral da tıpkı benim gibi ona etkilenmiş gözlerle bakıyordu. İşinin eri bir bekçi olduğunu en iyi şekilde kanıtlıyordu.

Sıradan Başbekçiler, bekçileri yüzüklere bekçilik etmek için eğitirdi. Onları gözlerlerdi. Başka da hiçbir şey yapmazlardı. Oysa bu Başbekçi işini oldukça temiz bir şekilde yapıyordu. Bekçilerine ne kadar önem verdiği görünüyordu. Kendi elleriyle eğittiği bekçileri tamamen kralın insafına bırakmıyor kendi eklemelerine de yer veriyordu. Bekçilerini en iyi şekilde bu mertebede görmek istiyordu. Kendilerine uygun olmayan bir yaratığa bekçilik etmenin ne denli bir yıkıma yol açtığı tarihin tozlu sayfalarında yer alıyordu.

Bir yaratığa sahip olmak için hayatınızı adamanız gerekirdi. O yüzük için onca savaş, onca eğitim, sınav... En sonunda bir yüzüğe sahip olduğunuzda ise başınızdaki kişi her kimse buna en iyi şekilde karar vermeliydi. Zira sizin ruhunuza ters düşen bir yaratıkla başa çıkamazsınız. O yüzük günden güne sizi öldürebilirdi. Yüzüklerin böyle bir kötü yanı vardı. Bunu bile bile bunca bekçi bunun için savaşıyordu. Bu büyük bir yıkıma bile yol açabilirdi. Kontrolü dışında olan bir yaratığın yarattığı kaos kimsenin aklına sığamazdı.

Bir bekçi varmış büyük atam Kral Anders' Finch’in döneminde. Rivayete göre bu bekçi oldukça çılgınmış. Mağlup edemediği tek bir bekçi bile yokmuş o dönemin topraklarında. Kendisine Deli Kılıç diyenler bile olmuş. En sonunda büyük an gelmiş. Kral Anders Finch, bu bekçiye tıpkı onun gibi güçlü olan bir yüzüğü uygun görmüş. Boğa yüzüğünü...

Boğa yaratığı, toprak elementinin soyundan gelen bir yüzüktü. Yeteneği ise oldukça büyük bir güçtü. İradelere hükmedebilen bir yaratıktı ve taşıması belki de en zor olan yüzüklerden biriydi. Onu taşımak için çok sağlıklı bir zihne ihtiyaç vardı. Sağlıklı olduğu kadar temkinli, sınırları bilen, kendini ve onu kontrol edebilecek bir güce sahip olmak gerekirdi.

Kral Anders, bu yüzüğü o bekçiye takdim etmiş. Bekçinin o günden sonra adı İradebozan olarak değişmiş. Yüzüğünün namını alan bekçi, yüzük taşıyıcılığının dördüncü gününde söylenene göre kendi parmağını keserek kendini ateşlerin içine atmış. Ailesinin söylediğine göre ise bu yüzük ona çok ağır gelmişti. Zira yüzük ve bekçi arasında bir denge olmalıydı. Her ikisi de gözü kara ve inat oldukları için en sonunda bu mükafat İradebozan’ın cezası olmuştu.

Yüzük mükafatı, Kralların ellerinde olan bir şeydi. Buna ancak Krallar kendileri karar verebilirlerdi. Bütün sorumluluk ve yük onların ellerindeydi.

Ancak Başbekçi Drach Farrighton, bütün bu yükü Krala dayatmak istemiyordu. Zira kendi yetiştirdiği bekçilerine en uygun yüzüğün seçilmesi için çabalıyordu. Ona olan saygım ve sempatimin arttığını hissettim. Yüzümde ufak bir gülümseme oluşurken Kral minnetle başını salladı.

"İyi düşünmüşsün Sevgili Başbekçi’m. Zira sen onları benden daha iyi tanıyorsun. Senin görüşlerini dikkate almak benim için bir minnettir."

Başbekçi, hiçbir tepki göstermeden Kral'ın yanından boyun eğerek ayrıldı. Arkasını döner dönmez gözleri balkonuma çevrildi. Bana.

Görebilmesi için ona gurur dolu bir bakış attım ve gülümsedim. Alt dudağının kenarı yavaşça yukarı kıvrıldı.

Başbekçi son kez göz ucuyla bana baktıktan sonra yönünü Kral'a döndürdü ve duruşunu düzelterek beklemeye başladı. O an kalbimin hızlandığını hissediyordum. Marlon'ın sonunda bir yüzüğü oluyordu... Tek dileğim istediği yüzüğüne kavuşmasıydı. Bunun için bütün bir hayatını adamıştı, tıpkı diğer bekçiler gibi... Onun mutlu olmasını istiyordum.

"Jay River." dedi Kral elindeki parşömeni okumaya başlayarak. Elim kalbime gitti heyecanla. Kral'ın hemen sağında kalan eğitim askerleri olan bir grup bekçinin arasından esmer bir çocuk çıktı. Oldukça uzun ve yapılıydı. Adımları kendinden emindi. Kral'ın tam karşısına geldi ve saygıyla boyun eğip karşısında beklemeye başladı. Kral ona başıyla selam verdikten sonra elindeki parşömene bakmaya devam etti. "Zane Grayson." dediğinde kalabalıktan yine bir hareketlenme meydana geldi. Kalabalığın arasından bir başka iri bekçi geldi. Bakışlarındaki güveni fark etmiştim o an. Kendine bir hayli güveniyordu. Kralın önünde tıpkı az önceki bekçi gibi başıyla selam verdi. Kral memnuniyetle gülümseyip bir isim daha söyledi. "Edgar Grey." Heyecanlı gözlerim Marlon'ı arıyordu. Kalabalığın arasından onu görebilmeyi umut ediyordum. Fakat kalabalık sürekli bir hareket halindeydi ve bu nedenle onu göremiyordum. "Luca Small." dedi hemen ardından Kral. Adının Edgar olduğunu öğrendiğim bekçi başını eğip diğer bekleyen bekçilerin yanına ilerledi. Luca ise Kral'ın önünde selamını verip ona eşlik etti. Kral yeni bir isim daha söyledi. "Marlon Ryder."

Ellerimi kalbimin üzerine götürüp derin bir nefes aldım. Gözlerim kalabalığın arasında gezinirken nihayetinde Marlon kalabalığın arasından yüzünde kocaman bir gülümsemeyle çıktı. Gözleri direkt benim olduğum yere, yukarı çevrildi. Sanki o an benden destek istiyordu. Uzunca gözlerimi yumdum güvende hissetmesi için. Hemen ardından kocaman gülümsedim. Marlon üzerindeki şövalye kıyafetiyle Kral'ın önüne geldi ve boyun eğdi. Gururla onu izliyordum. Uzun zamandır bu anı bekliyordu. Sonunda hak ettiği yerde onu görebilmek beni onurlandırmıştı.

Beş bekçi de Kral'ın hemen yanında dizilmiş onu bekliyorlardı. Kral yerinden doğruldu ve tahtından kalkıp bekçilerin önünde gezmeye başladı. Tam karşılarında durdu ve her birinin gözlerinin içine baktı. Ellerim hâlâ kalbimdeydi. Marlon'ın kendine uygun bir yüzük alabilmesi için dua ediyordum. Onu hırpalayacak bir yüzüğe bekçilik etmemesi için dilekler tutuyordum.

Kral, Başbekçi'nin verdiği parşömeni okumaya başladı. Yüzündeki ifadelerden yüzükler ve bekçileri eşleştirdiğini anlıyordum. Ellerimi dudaklarımın üzerine götürüp beklettim dua eder gibi. O sırada kendi yüzüğümle göz göze geldim. Saf Karanlığımla...

Gözlerim onun üzerinde dolaştığı her an içim titriyordu. Onu incelerken bazı şeylerin farkına varıyordum. Onun gibi güçlü bir yüzüğe bekçilik etmeye yeni başlamıştım. İlk günler hep en zor günlerdir. Yaratık sizin ruhunuza alışmaya çalışır. Alışamadığında sizden kurtulabilmek için sizin dengenizle oynamaya başlar. Sizi kolunuzu kesecek kadar hakimiyeti içine alır. Ben Ares'i daha yeni kullanmaya başlamıştım. Fakat henüz bir hakimiyet söz konusu değildi. Anlaşılması güç bir şekilde Ares bana çok kolay adapte olmuştu. Beni zorlamıyordu. Akıl sağlığımı henüz bozmamıştı diğer bozulan bekçiler gibi. Ki her yüzüğün bekçisi çok kısa bir süre de olsa dengesini kaybederdi. Bu herkesin yaşayacağı normal bir şeydi. Herkesin öleceği gerçeği gibi bu da bir gerçekti.

Fakat Ares bana o fısıltılar haricinde zarar vermemişti.

Belki de ileride verecekti...

O bana çok hızlı bir şekilde alışmıştı. Tek sorun benim ona alışamamış olmamdı.

"Sen Sevgili Edgar," Kral söze girdiği an ellerimi dudaklarımdan indirip onu pür dikkat dinlemeye başladım. "İnsanların seni fark edememesinden şikayetçisin."

Edgar'ın gözleri irileşti. "Majeste-"

"Lütfen..." dedi Kral kibarca. "İzin ver bitireyim." Edgar yanlış anlaşılacağını düşünmüştü. Fakat Kral kızmış gibi görünmüyordu aksine yüzündeki gülümsemesiyle sıcak bir ses tonu eşliğinde söze girdi. "İnsanların seni görememesinden rahatsızsın. Belki de kördür o insanlar?" dediğinde Kralın bir kez daha işinde ne kadar iyi olduğunu fark etmiştim. Yüzümde oluşan gülümsemeyle bakışlarımı Krala çevirdim. Hangi yüzüğü vereceğini anlamıştım. "Belki de yıllardır süregelen bu etken senin esas gücündür. Şahin'i getirin." dediğinde Caleb elindeki yüzük kutusuyla birlikte Kral'ın yanına geldi. Kral başıyla bekçiyi işaret ettiğinde Caleb kutusundan yüzüğü çıkardı. Bekçi'nin gözleri parladı. Kral onu beklerken Bekçi heyecandan yemin etmeyi bile unutmuştu. Yanındaki arkadaşı onu dürttüğünde bekçi kendine geldi ve dudaklarını araladı.

"Kralım ve Kraliçemin beni onurlandırdığı bu seremonide, bu yüzüğü sadece barış için taşıyacağıma, masum bir kan dökmeyeceğime ve her daim Kralımın emrinden çıkmayacağıma sizlerin karşısında yemin ederim. En ufak itaatsizliğimde parmaklarımı kesmenizi arz ederim."

Caleb yemini işittikten sonra yüzüğü özenle bekçinin işaret parmağına taktı. Kral devam etti.

"Aramıza hoş geldin Körsalan." dediğinde bekçi, lakabını işittiği an gururla başını kaldırdı. Kral, "Soğukkanlı kişiliğinle sana Hava Elementini uygun gördüm sevgili bekçim. İnsanların sana olan tavırlarında aslında senin sahip olmayı beklediğin o gücün ta kendisiydi. Yaratığının yeteneği kısa süreliğine kör edebilme yeteneğidir. Bunu uygun yerlerde kullanmanı umarım. Hava Elementiyle birleşen bu gücü en iyi şekilde taşıyacağına karşı olan inancım tam."

"Lütfettiniz Majesteleri." dedi Edgar ve minnetle başını eğdi. Kral ona son kez gülümsedi ve hemen yanındaki bekçiye doğru ilerledi. Onun tam önünde durdu ve elindeki parşömene baktı yeniden. Okuduktan sonra göz ucuyla bekçiye baktı. Bu kez az önceki gibi çok bekletmeden kararını vermişti.

"Sen sevgili Luca," diye söze girdiğinde herkes merakla Kral'ı dinliyordu. "İyiyi ve kötüyü dengeleyerek kendini gösteriyorsun. Yeri geldiğinde dostlarına acıyıp yardım ediyor yeri geldiğinde onları yere seriyorsun." dedi ve Chris'e dönüp elindeki kutuyu işaret etti. Chris elindeki kırmızı, siyah kutuyla gelirken kalbimin atışı hızlanmıştı. Ateş Elementinden bir yüzük verecekti. "Sana bu dengenden dolayı İkiz Kurtları uygun gördüm. Kendileri Ateş Elementine ait. Siyah olan kurt zehirleme, beyaz olan kurt iyileştirme gücüyle tanınır. Her ikisine de tek yüzükle bekçilik edeceğine inancım tam."

Gözlerim irileşti. Bu yüzük güçlü bir yüzüktü. Zira tek yüzükte iki yaratık yer alırdı. İki farklı yaratığa da hükmetmek güçlü bir akıl sağlığı istiyordu. Anlaşılan bu bekçi buna uyum sağlıyordu. O an Chris'in üzüldüğünü görebiliyordum. Zira bu yüzük onun istediği yüzüktü ve şimdi kendi elleriyle bir başkasına veriyordu.

"Kralım ve Kraliçemin beni onurlandırdığı bu seremonide, bu yüzüğü sadece barış için taşıyacağıma, masum bir kan dökmeyeceğime ve her daim Kralımın emrinden çıkmayacağıma sizlerin karşısında yemin ederim. En ufak itaatsizliğimde parmaklarımı kesmenizi arz ederim."

Chris bozuk bir suratla yüzüğü yerinden çıkardı ve bekçinin işaret parmağına yerleştirdi. Kral, "Aramıza hoş geldin Ölümün ve Yaşamın Bekçisi." dedi lakabını kullanarak. Chris bunu duyar duymaz çenesi gerildi.

Bekçi minnetle başını eğdi ve bir adım geri çekildi. Kral bu kez de Marlon'ın önünde durdu. İşte o an nefesim kesilmişti. Heyecandan balkonun korkuluklarına yaslandım ve izlemeye başladım. Marlon'un da heyecanlandığına adım gibi emindim.

"Sen sevgili Marlon," diye söze girdi Kral. Merakla babamı izliyordum. "Arkadaşlarına garip illüzyon numaraları yaparak tanınıyormuşsun." Marlon'un yüzü düştüğünde elimde olmadan gülmeye başladım. Onun bu şaka ve alaycı hallerinin böyle bir şeye yol açacağı kesindi. Hangi yüzüğü alacağını o da ben de çok iyi anlamıştık. Tek farkımız onun yüzü düşerken benim gülüyor olmamdı. Marlon hafifçe başını kaldırarak benim olduğum yere bakınca elimle ağzımı kapattım. Tanrım! Bunca yıl sonra alacağı yüzük daha birkaç gün evvel alay ettiği o sincap olamazdı!

"Sakin bir kişiliğinin olmasıyla sana Toprak Elementinden bir yüzüğü uygun görüyorum sevgili bekçim. İnsanları mutlu etmek için olan bu güzel enerjiyle de seni Sincap Yüzüğüne uygun görüyorum. Sincap yüzüğünün özel yeteneği insanları illüzyon ile kandırmaktır. Düşmanlarımızı kandıracağına adım gibi eminim. Sana inancım tam."

Marlon'ın omuzları hayal kırıklığıyla düştü. Başını yerden kaldırmadan duygusuz bir şekilde yeminini etti.

"Kralım ve Kraliçemin beni onurlandırdığı bu seremonide, bu yüzüğü sadece barış için taşıyacağıma, masum bir kan dökmeyeceğime ve her daim Kralımın emrinden çıkmayacağıma sizlerin karşısında yemin ederim. En ufak itaatsizliğimde parmaklarımı kesmenizi arz ederim."

Dean elindeki siyah ve yeşilin renkleriyle donatılan kutuyu getirdi ve yüzüğü Marlon'ın işaret parmağına yerleştirdi. Marlon önce yüzüğe sonra da Kral'a baktı. Kral ise mutlu bir şekilde söze girdi. "Aramıza hoş geldin İllüzyoncu." dedi yeni lakabıyla.

Marlon lakabını işittikten sonra sanki içinde bulunduğu durumdan biraz da olsa keyif almış gibiydi. Gözlerindeki özgüvenin yerine geldiğini hissetmiştim. Her ne kadar bu yüzüğü istemese de lakabıyla bile kendini yüzüğe ait hissettiğini görebiliyordum. Hiçbir gölge ilk görünüşte büyük değildir. Yakınlaştıkça küçülürler. Küçümsediğimiz şeyler bazen bizi yansıtan şeylerden ibarettir. Her gölge büyük ve ihtişamlı olmak zorunda değildir. Bazıları küçük ve masumdur. Çünkü gölgelerimiz bizi yansıtır. Onlardan kaçmak ya da saklanmak faydasızdır. Gölge ortaya çıktığında peşinden gelmesine izin vermek zorunda kalırız. Marlon ortaya çıkan yüzüğünün peşinden gelmesine izin vermek zorundaydı. Zira o yüzük, kendisini yansıtıyordu.

Marlon memnun bir gülümsemeyle Kralın önünde son kez boyun eğdi ve yerine geçti. Kral hiç beklemeden diğer bekçinin önüne geçerken bakışlarımı Marlon'dan ayırmıyordum. Gözleriyle hüzünle yüzüğüne bakıyordu. O an içimdeki üzülme duygusuyla baş başa kalmıştım. Gerçekten üzülmüştü. Beklentilerinin daha yüksek olduğunu biliyordum.

"Sen sevgili Jay River..." Kral'ın gür sesiyle dikkatimi ona çevirdim. Kral gözleriyle Evan'a işaret yapınca Evan harekete geçti. Elindeki kırmızı ve siyah renklerindeki kutuyla birlikte Kral'ın yanında durdu. Ateş elementinden bir yüzüktü yine. "Korkusuz ve cesursun. Korkusuzluğunun insanların korkuna hükmedebilecek boyuta ulaşabileceğine inanıyorum. Bu yüzden sana Kitsune'yi uygun görüyorum. Ateş elementine ait olan Kitsune'nin, insanları korkularıyla yüzleştiren yeteneği ile seni baş başa bırakıyorum. Bu konuda sana inancım tam."

Merakla gözlerim irileşmişti. Bu yaratık belki de bütün yaratıkların arasında en güzel görünenlerden biriydi. Bembeyaz tüylerinin arasına karışan kırmızı renkler daha ismini duyar duymaz gözlerimin önünde canlanmıştı. Turuncu renk kısık gözleri ise gözümde canlandığında içimi titretmişti. Asil olduğu gibi güçlü de bir yaratıktı. Bekçisi vefat ettiğinden bu yana ona bekçilik edebilen biri çıkmamıştı. Belki de iki yıl gibi bir süredir sahipsizdi. İki yıldan sonra onu yeniden görebilmek için heyecanlanmıştım.

"Kralım ve Kraliçemin beni onurlandırdığı bu seremonide, bu yüzüğü sadece barış için taşıyacağıma, masum bir kan dökmeyeceğime ve her daim Kralımın emrinden çıkmayacağıma sizlerin karşısında yemin ederim. En ufak itaatsizliğimde parmaklarımı kesmenizi arz ederim."

Kral memnuniyetle gülümsedikten sonra Evan'a döndü. Evan yüzüğü kutusundan çıkardıktan sonra dikkatle yüzüğü bekçinin parmakları arasına yerleştirdi. Kral keyifle bekçiye döndü. "Aramıza hoş geldin Korkuların Bekçisi."

Bekçi oldukça soğukkanlı bir ifadeyle başını eğip bir adım geri çekilip eski yerine döndü. Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorlardı anlayamıyordum. Bütün bekçilerin gözü önünde böyle bir törene nail olsaydım heyecandan yerimde duramazdım.

Kral son bekçinin tam önünde durdu bu kez. "Sen sevgili Zone Grayson..." dedi son kez. "Doğayla pek haşır neşir olduğunu işittim. Üstelik içinde göstermeye çekindiğin bir merhamet duygun var. Bu saf ve duru özelliğinle sana Su Elementinden bir yüzüğü uygun görüyorum. Doğa'nın kalbi olan bir yaratığı sana veriyorum. Ceylan yüzüğü... Doğadaki canlıları kontrol edebilme yeteneği bana seni anımsattı. Bu yaratık sayesinde doğadaki bütün canlılar sana biat edecek ve ne zaman yardıma ihtiyacın olursa sana yardıma gelecekler." dediğinde Dean elindeki yeşil ve siyah renklerin olduğu kutuyu anında getirdi ve kapağını açtı. Bekçi mutluluktan kocaman gülümsedi.

"Kralım ve Kraliçemin beni onurlandırdığı bu seremonide, bu yüzüğü sadece barış için taşıyacağıma, masum bir kan dökmeyeceğime ve her daim Kralımın emrinden çıkmayacağıma sizlerin karşısında yemin ederim. En ufak itaatsizliğimde parmaklarımı kesmenizi arz ederim."

Yeminini ettikten sonra heyecanla parmağını öne doğru uzattı. Dean yavaşça yüzüğü parmağından geçirdiğinde bekçi hala kocaman gülümsüyordu. O an Kral'ın anlattıklarının ne kadar doğru olduğunu fark ettim. Hayat dolu ve masum bir gülümsemeyle bile bu yüzüğe ait olduğunu hissettirmişti.

Kral, yüzükleri bekçilerine takdim ettikten sonra tahtına doğru ilerliyordu ki o an Başbekçi'nin saraydan çıktığını ve doğrudan Kral'ın yanına ilerlediğini gördüm. Şaşkınlıkla kaşlarım çatıldı. Başbekçi daha az önce bahçede diğer bekçilerin yanında değil miydi? Ne zaman saraya girmişti de şimdi çıkıyordu? O an gözlerim bir yere takılı kalmıştı. Ellerinde tuttuğu kırmızı ve siyah kutuya. Şok içinde balkona doğru biraz daha yaklaştım ve olanı biteni çözmeye çalıştım.

Başbekçi, elindeki kutuyla Kralın önünde durdu. Kral hiç bozuntuya vermeden başıyla Başbekçi'ye izin verdiğinde neler olduğunu anlamıyordum. Bugün beş bekçi için düzenlenmemiş miydi bu tören? Bu son yüzük kime aitti? Ne yüzüğüydü? Ateş Elementinden olduğu kutusundan belli oluyordu. Kral birden bütün bir halkına dönüp gururla göğsünü gererek konuşmaya başladı.

"Aslına bakarsanız bugün bu yüzük takma töreni için bir bekçim daha bize eşlik edecek sevgili bekçilerim..." dediğinde ellerimi balkonun korkuluğuna yaslayarak öne atıldım. Kimdi bu sürpriz bekçi? Tören duyurusu verilirken adı dahi geçmemişti. Önemli biri miydi? "Sevgili oğlum Prens Chris için sizler de uygun görürseniz Panter Yüzüğünü takdim etmek isterim sevgili bekçilerim."

Kalbimin teklediğini hissettim. Omuzlarım yavaş yavaş düşerken kafam hala karmakarışıktı. Kaşlarımı çatmaktan başım bile ağrımıştı. Chris şok içinde Kral'a döndüğünde o an onun da bundan bihaber olduğunu öğrenmiştim.

Chris bir yüzüğe sahip oluyordu...

Chris Panter Yüzüğüne sahip oluyordu...

Panter yüzüğünün yeteneği taklitti. Herhangi bir şeyi taklit ederek onun kılığına geçebilirdi. Bu yüzük çok önemli ve değerli bir yüzüktü. Özellikle de savaş için... Savaş stratejimiz için oldukça büyük önem arz eden bir yüzüktü. Ve şu an Chris'in ellerine geçecekti.

Bunun hiç iyi bir fikir olduğunu düşünmüyordum. Chris gibi savaş ile işi olmayan, tek isteği taht olan biri için bu çok fazlaydı. Fazla olmasından da Chris'in hiçbir çaba gösterisi göstermeden bu yüzüğe sahip olmasıydı. Kralın oğlu olduğu için bir yüzüğe sahip olmuştu. Bu haksızlıktı. Bu sarayın bahçesinde eğitimlerini tamamlamak için canını dişine takarak çalışan bekçiler bile şu an bir yüzük sahibi olamamışken, Chris'in hiçbir eğitime katılmadan bir çaba göstermeden bir yüzük kazanması bana doğru gelmemişti. O ava bile yalnızca gitmek için giderdi. Kılıç tutmasını beceremez ve hemen yaralanırdı. Daha birkaç ay önce Kral onu yaralandığı için saraya geri göndermişti.

Bunları onu küçük görerek söylemiyordum. Bu Chris'in ta kendisiydi. O böyleydi. Onun için sadece tahta geçmek ve emir vermek cazip geliyordu. Krallığa iyi gözükerek onun tahta giden yoluna meşale yakmalarını istiyordu. Düşüncesizdi, keyfine düşkündü, gözü aniden dönebilen birisiydi. Bir yüzük için henüz olgun olduğunu düşünmüyordum. Onun yüzük almasını istememezlik yapmıyordum. Ben yalnızca biraz daha kendini geliştirmesini ve o şekilde bir yüzüğe sahip olmasını istiyordum. Henüz olgunlaşmamış kafasıyla elindeki yüzüğü bir felakete dönüştürebilirdi. Doğru zaman her şeyden daha önemliydi.

Kralın oğlu olduğu için herkesten bir üstünlüğü vardı. Hiçbir şey yapmadan bir yüzüğe sahip oluyordu ve her zamanki gibi halk ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Haksızlığa yine boyun eğiyorlar ve alkış tutuyorlardı.

Chris şaşkınlıkla birkaç adım öne attıktan sonra Başbekçi onun önüne geçti ve kutunun kapağını açtı. Chris yüzük ile karşılaşınca gözlerindeki renk değişti sanki. Işıl ışıl parlıyordu gözleri. Kral hiçbir açıklama yapmadı. Onun bu yüzüğe uygun gördüğü noktaları anlatmadı çünkü böyle bir nokta yoktu. O son birkaç yıldır eğitimleri aksatmıştı ve kurallar gereği de idmandan atılan bir bekçi gibi görünüyordu.

"Kralım ve Kraliçemin beni onurlandırdığı bu seremonide, bu yüzüğü sadece barış için taşıyacağıma, masum bir kan dökmeyeceğime ve her daim Kralımın emrinden çıkmayacağıma sizlerin karşısında yemin ederim. En ufak itaatsizliğimde parmaklarımı kesmenizi arz ederim."

Chris yeminini ettikten sonra Başbekçi herkesin gözü önünde Chris'e yüzüğünü taktı. Chris büyük bir hevesle yüzüğünü incelerken Kral büyük bir keyifle Chris'in yanına geldi ve omzunu sevecenlikle sıvazladı.

"Aramıza hoş geldin Taklitçi." dedi yeni lakabıyla.

"Çok teşekkür ederim Majesteleri." dedi Chris büyük bir mutlulukla. Kral son kez omzunu sıvazladı ve Chris'in yanından ayrıldı. Chris bir kez olsun gözlerini çekmedi yüzüğünün üzerinden.

"Bugünkü yüzük törenine geldiğiniz için hepinize minnettarım sevgili bekçilerim. Umuyorum ki doğru seçimler yapmışımdır ve doğru yüzükleri doğru bekçilere vermişimdir. Yeni bekçilerimin bir kusurunu işitir ve yahut görürseniz Başbekçi'me söylemeniz yeterlidir. Cezasını vermekten büyük bir zevk duyarız." dedi. Bekçiler, Kralı coşkuyla alkışlarken ben bir Chris'e bir de Marlon'a bakıyordum. O an Marlon ile olan günler önceki konuşmamızı anımsadım. Panter yüzüğünü istediğini söylemişti bana. Kalbim kırık bir şekilde Marlon'a baktım. Marlon hüzünle Chris'in parmağındaki yüzüğe bakıyordu. O an aklımda bir ihtimal canlandı.

Chris bir başkasının hakkıyla oynamış olabilir miydi? Belki de sahip olduğu yüzük bu beş bekçiden birine gidecekti fakat Chris son dakika ortaya çıktığı için bu beş kişiden birine rastgele bir yüzük verilmişti. Ya da ben Chris'in fazla sorumsuz olduğunu düşündüğüm için kafamda kuruyordum.

Kral, halkının arasından birkaç bekçi ile sohbete dalınca bulunduğum yerden hâlâ üzerimden atamadığım şaşkınlıkla ayrıldım. Arkamdaki muhafızlar hareketlenmemle peşime takıldılar. Adımlarım odamın içine girdiği gibi odamın kapısından dışarı çıktı. Koridorlardan bir bir geçmeye başladım arkamdaki muhafızlarımla. Marlon'un yanına gitmek istiyordum. Belki o sırada Chris ile de konuşabilirdim.

Adımlarım tam sarayın büyük kapısına ilerlerken ağlayarak odadan çıkan bir kızla karşılaştım. Ağlıyordu ve aynı zamanda kendinde değil gibiydi. Elleriyle duvarları tutarak yürürken telaşla onun yanına ilerledim ve kolundan tutarak onu kendine getirmeye çalıştım. Kız oldukça gençti ve güzeldi. Karamel gibi gözleri vardı ve ağlamaktan kızarmıştı. Bitkin gözleri benim gözlerime değince endişelenmemesi için gülümsemeye çalıştım.

"Hey hey hey..." dedim ve kolundan tutarken bir yandan da kolunu sıvazlamaya başladım. "Pek iyi görmedim seni sevgili bekçim. Bir şifacı çağırmamı ister misin?"

Kız önümde tir tir titriyordu. Bir şeyden ürktüğü belliydi. Endişeyle muhafızlardan birine içeriyi işaret ettim. Çıktığı odada ne olmuştu da bu denli korkmuştu? Muhafız işaretimle odaya girdiğinde diğer muhafızım elinde bir bardak suyla yanımıza geldi. Ona minnettarca gülümsedim ve uzattığı suyu elime alıp kıza içirmeye çalıştım. Burada ters giden birçok şey vardı fakat hiçbir şeye anlam veremiyordum.

Kız birkaç yudum aldı. Bir kez daha güvende hissetmesi için gülümsedim. "İstersen seni odama götüreyim." dedim güvende hissedebilmesi için. "Orada şifacı seni tedavi etsin. İyi görünmüyorsun."

"Hayır prenses..." diye mırıldandı. Dudaklarındaki kuruluk içtiği suyla biraz olsun düzeldi. Gözleri ağlamaktan yere akacak gibiydi. "Teşekkür ederim. İyiyim." dediğinde az önce odayı kontrol etmesi için gönderdiğim muhafız yanında iki kız bekçiyle odadan çıktı. Kız bekçiler, kollarımdaki kızı gördükleri an koşarak yanımıza geldiler. Yavaşça kızdan uzaklaştım ve bir adım geri çıktım. Diğer iki bekçi, ağlayan kızı kolları arasına alıp bir şeyler söylerken arkamdan Chris'in sesini duydum.

"Neler oluyor orada?" diyerek yanıma gelen Chris'e çaresizce kızı gösterdim.

"İyi görünmüyor." dedim kızlara döndüm. Ağlayan kız başını kaldırıp önce bana sonra da Chris'e baktı uzun uzun. Yanındaki kızlar başlarını kaldırmadan kıza destek oluyorlardı. "Hekim çağırmayı teklif ettim fakat kabul etmedi."

"Bizi ilgilendirmiyor Rose." dedi Chris birden üstün bir tavırla. Şaşkınlıkla ona döndüğümde gözlerini kızlardan ayırmadan devam etti. "Onlarla ilgilenmeni istemiyorum."

"Sebep?" diye sordum. Gözleri beni buldu.

"Seni öldürmek için bu sarayda gezen bekçilere böyle davranamazsın." dedi Chris. Yutkunarak önüme döndüm. Haklıydı. Belki de beni öldürmek isteyen bekçilerden birisiydi. Ama şu an kötü görünüyordu ve onu böyle görmek beni tepkisiz bırakamazdı. Chris bir adımda tam yanımda bitti. Kızların da duyması için sesli bir şekilde konuşmaya başladı. "Bir daha böyle bekçilerle muhatap olmanı istemiyorum. Sana suikast düzenlendiğinde kapılarını dahi kapatan bu vicdansızlar için merhametini esirgeyeceksin. Onların timsah gözyaşları senin yaralarını kanatacak kadar zehirli."

Bu kadar ağır konuşmasını beklememiştim. Çaresizce kızlara döndüm. Diğer iki kızın da bu sözlerle gözleri dolmaya başladığında içimin acıdığını hissettim. Chris fazla ileri gidiyordu. Haklı mıydı haksız mıydı bunu bilmiyordum fakat bu tavrı şu an için doğru gelmiyordu.

"Yardıma ihtiyacı vardı." dedim üsteleyerek. Chris yukarıdan bana baktı.

"Senin de yardıma ihtiyacın vardı Rose. Lütfen artık cellatlarına merhamet etme. Onlar birer katil. Bir cinayetin karşısında susup hiçbir şey yapmamak da katilliktir."

"İleri gidiyorsun." dedim titreyen sesimle. Bu söyledikleri bana bile ağır gelmişti. Chris ise kendinden oldukça emin ve kararlıydı. O geceden sonra gözleri kararmıştı adeta.

Kızlar burunlarını çekerek yanımızdan ağır adımlarla uzaklaşırken arkalarından dolu gözlerle onları seyrettim. Maruz kaldıkları bu iğrenç itham canımı sıkmıştı. Belki de o gece her şeyden habersizce uyuyorlardı. Nasıl bu denli emin olabiliyor ve karşısındakileri böyle suçlayabiliyordu?

Kızlar koridordan uzaklaşıp ilerideki bir odaya girdiklerinde içimdeki suçluluk duygusuyla Chris'e döndüm. Muhafızlar hemen yanımızda bizi dinliyorlardı. Gözlerim çok kısa bir süre onların da üzerinde gezdi. Sonra dikkatimi tamamen Chris'e çevirdim.

"Gözlerinle görüp, kulaklarınla işitmediğin bir konu hakkında nasıl bu kadar emin olabiliyorsun sevgili kardeşim?"

"Ben o gece herkesi gördüm, herkesi işittim sevgili kardeşim." diye karşılık verdi Chris şişirdiği göğsünü indirmeden. Alnımı kırıştırarak ona baktım. "O gece ne yaşadığımı sadece ben biliyorum. Lütfen daha fazla uzatma bu konuyu."

Çenesi gerildi. Alnındaki bir damarın kendini gösterdiğini görünce o an ne kadar ciddi olduğuna tanık oldum. O gece her ne yaşadıysa gerçekten fazlasıyla yıpranmıştı. Daha fazla üstelemem onun asabını daha da bozacaktı. Beni korumak için yapıyordu. Beni korumaya çalışıyordu fakat bunu çok yanlış bir yolla yapıyordu. Yaptığı yanlışı ona açıklamaya çalışsam bile anlamayacağı için üstelemek istedim. Konu değiştirmek daha iyi olacaktı.

Gözlerimi, parmakları arasındaki yüzüğüne çevirdim. Yüzüğünü görünce sahte bir şaşkınlıkla bakışlarımı kaldırıp Chris'in gözlerine baktım. "Tebrik ederim sevgili kardeşim." diye mırıldandım sessizce. "Nihayet istediğin şeye kavuşmuşsun."

Chris'in yüzündeki gerginlik yavaşça eridi. Yüzünde ufak bir gururla birlikte gülümseyerek bana baktı. "Öyle... Bana da sürpriz oldu."

"Haberin yoktu yani?" diye sordum. Chris onaylayarak başını salladı. Sarayın arasındaki seslerimiz yankılanıyordu. Konuşmalarımız birinin kulağında dolaşıyor olmalıydı. Dikkatli olmalı ve yanlış bir şey söylememeliydim.

"Kralımız beni günden güne şaşırtıyor." dedi kendi gururunu överek. Gülerek onu izliyordum. Kendini kralın vazgeçilmesi sanmaya başlamıştı çoktan. "Sen mutlu olmadın mı?"

Başımı iki yana sallayarak omuzlarımı kaldırdım. "Burada beni mutlu edebilecek bir konu yok."

"Kardeşin adına da mı mutlu olmadın?" diye sordu şansını deneyerek. Yüzümdeki gülümseme soldu. Ona oldukça ciddi bir şekilde bakmaya başladım.

"Olmadım." dedim tek nefeste. Chris şaşkınlıkla kaşlarını çatmaya başladı. Gözlerindeki mutluluk çok uzun sürmemişti. "Çünkü senin buna hazır olduğunu düşünmüyorum."

"Ne?" dedi Chris oldukça hayret ettiğini belli ederek. Kararımdan dönmediğimi belli ederek ona dümdüz bakmaya devam ettiğimde Chris'in göğsü hızlanmaya başladı. Öfkelenmişti.

"Onca bekçi bütün bir hayatlarını bu ana adıyorlar." dedim birden açıklamaya başlayarak. "Bunun için canlarını dişlerine takarak idmanlarını aksatmadan her gün o bahçede ter döküyorlar. Fakat sen..." dediğimde Chris merakla ne söyleyeceğimi bekliyordu. "Sen bu yüzük için hiçbir şey yapmadın."

"Yapmadım öyle mi?" dedi Chris öfkesini bastırarak. Beni manipüle etmesine izin vermeden emin bir şekilde başımı salladım.

"Chris son birkaç yıldır eğitimlere katılmıyorsun bile. Kral ile ava gitme bahanesiyle eğitimlerden kaçıyorsun. Avda savaşmıyorsun da." Chris'in öfkeden yüzü kızarmaya başladı. "Avda yalnızca yüzükleri olan bekçiler savaşıyor. Sen oraya gitmek için gidiyorsun."

"Yeter artık Rose." dedi Chris sabırlı bir ses tonuyla. Sustum ve tepkilerini incelemeye başladım. Üzerinde söylediklerimin hazımsızlığı vardı. Bütün bu söylediklerimi onun iyiliği için söylesem de o bunu anlamıyordu. Kendini geliştirmediği sürece o yüzük onun ölüm sebebi bile olabilirdi. Daha bir yüzük için oldukça erken bir dönemdeydi. Kralın nasıl böyle bir karar verebildiğini hâlâ anlayamıyordum.

"Bu haksızlık Chris." dedim devam ederek. Chris kızarmış gözleriyle bana baktığında ondan çekinmeden devam ettim. "Sen kralın oğlu olduğun için bir yüzüğe sahip olurken diğerlerinin verdiği emekleri görmemeleri çok büyük bir haksızlık." dedim çaresizce. Oysa Chris bunu anlamak yerine yine kıskançlık yapmaya başladı.

"Ama Caleb için öyle değil. Değil mi sevgili kardeşim?"

Alınmıştı. O an Caleb'ın yüzüğe sahip olduğu anı hatırlamıştım. Çok büyük bir coşkuyla kutladığımı hatırlıyordum. Onun aksine Chris'in yüzük törenini kutlamayı bırak ona bunun bir haksızlık olduğunu dillendiriyordum. Bu elbette benim de canımı acıtmıştı. Fakat arada çok büyük bir fark vardı. Caleb o yüzüğü hak etmişti. Eğitimlere sürekli en iyi şekilde hazırlanmıştı. Güçlü bir savaşçı olabilmek için çok çabalamıştı. Kral da bunu fark edip onu yanına almıştı. Chris'te durumlar bambaşkaydı. Chris, Kralın oğlu olma özelliğini kullanmıştı. Herhangi tamamladığı bir idmanı yoktu. Akıl sağlığı konusunda da aynıydı. Ben onun zarar görmesini istemiyordum. O yüzükle aklını yitirmesini istemiyordum. Elindeki yüzük oldukça güçlü bir yüzüktü. Taklit yeteneğini kullanabilmesi için onu yeterli göremiyordum.

"O ayrı." dedim sadece. Chris bunu duyunca daha da öfkelendi ve sinir bozukluğuyla güldü.

"O hep ayrıydı zaten." diye mırıldandı sessizce. Bunu duymuştum. Gözlerimin içine bakarak öfkeyle soludu. "Taraf tutmak için erken değil mi sevgili kardeşim?"

Şok içinde ona baktığımda o, bu söylediğinden oldukça emin bir şekilde konuşuyordu. Söylediği şey şaşkınlığımın süzgecinden geçtikten sonra yerine öfkeyi bırakmıştı. "Sen..." diye mırıldandım öfkeden titreyen dudaklarımla. "Sen beni neyle itham ediyorsun?"

"Taraf tutuyorsun. Bu çok açık." dedi Chris soluk soluğa. Kendi öfkesi onu boğmak üzereydi. Sinirden gözlerim titremeye başladı onun üzerinde. "Caleb'ın tahta çıkması için elinden gelen her şeyi yapıyorsun."

"Kes sesini." dedim öfkeden titreyen sesimle. Haddini giderek aşıyordu. Her şeyi anlamak istediği gibi anlıyor ve bunun cezasını bana kesiyordu. "Sen Kral hayattayken böyle konuşmaya utanmıyor musun?" dedim taşmak üzere olan öfkemle. Chris yanıma yaklaştı ve yüzüme doğru eğilip keskin bir fısıltıyla konuşmaya başladı.

"Sen bunun hesaplarını yapıyorsun anlaşılan." dediğinde ona saldırmamak için kendimi tuttum. Bedenim başımdan aşağıya doğru titriyordu. Dişlerimi sıkarak onun yaptığı gibi ona yaklaştım.

"Gözün öyle dönmüş ki ağzından neler çıktığını duyamayacak bir hâle gelmişsin." dedim ve ekledim. "Ben kardeşlerim arasında hiçbir şekilde taraf tutmuyorum. Asla böyle bir şey yapmam. Ben sadece haksızlığa ses çıkarıyorum."

"Caleb'ın yüzük takması haksızlık değil ama benim yüzük takmam haksızlık öyle mi?" dediğinde öfkeyle soludum. Anlamıyordu.

"Ben seni düşünüyorum Chris." dedim baskın bir sesle. "Senin iyiliğini düşünüyorum. Aynı zamanda bekçilerimin haklarını."

"Bekçilerinin?" dedi imalı bir tınıyla. Benden yavaşça uzaklaştı ve tepeden bana baktı. Baştan aşağı süzdü beni. Dudakları yine aynı imayla yukarı doğru kıvrıldı. "Tabii ya..." dedi bir şeyler çözüyormuş gibi. "Sen kendin tahta çıkamadığın için yapıyorsun bunları değil mi?" diye sorduğunda merakla kaşlarımı çattım. "Tahta geçmek için bu haksızlık oyunlarını oynuyorsun."

"Giderek saçmalamaya başladın." dediğimde Chris alaycı bir gülümsemeyle bana baktı.

"Sen gerçekten tahta geçebileceğini mi düşündün?"

Sinir harbiyle bir şeyler yapmamak adına gözlerimi yumdum ve derin nefesler almaya başladım. Az önceki ithamı yetmiyormuş gibi şimdi de çocukluğumuzda yaptığı gibi beni olmayan imkânlarımdan vurmaya başlamıştı. Bana sürekli sahip olamadığım şeyleri hatırlatarak kendini üstünleştirmek onun için nefes almak gibiydi. Oldukça olağandı. Bunca yıl buna maruz kalan biri olarak bu beni oldukça rahatsız eden bir durumdu. Bunun bahsi bile içimdeki kanın akışını değiştiriyordu.

"Niye?" dedim birden tepki göstererek. Ne yapıyorsun Rose? Böyle bir amacımız yok. Ezilen gururun karşısına şu an susmalısın. Oysa susmuyordum. "Niye tahta geçemeyeceğimi düşündün?"

Chris önce bir süre suratıma baktı. Gözleri başımdan aşağı bir kez daha dolandı ve ardından bütün sarayda yankılanacak kadar güçlü bir kahkaha attı. Onun karşısında öfkeden delirsem de bunu belli etmemeye çalışıyordum. Chris kendini kaybetmiş gibi gülerken arasındaki muhafızlar şaşkınca bizi izliyordu. Chris en sonunda kendine gelerek bana döndü. Gülmekten gözleri dolmuştu.

"Sen gerçekten bunu düşündün mü?" dedi bir kez daha. Öfkemi yansıtmadan ona imalı bir gülümsemeyle baktım. Durdu. Birkaç adımla yanıma yaklaştı ve az önceki gibi eğildi. "Sen Yüce Atamız Kral Ethan'ın koyduğu kuralı unuttun herhalde." dedi kulağıma doğru. Göğsüm kabardığında o devam etti. "Bahsettiğimiz tahtta sen ancak önünde boyun eğerek yer alabilirsin. Başkası mümkün değil."

Sinirle gözlerimi kapayıp ellerimi yumruk yaptım. Parmaklarım arasındaki yüzük avucuma değince irkildim. Parmaklarımın arasındaki varlığı bile beni ürpertiyordu. Aynı zamanda onun orada durması bir şekilde bana cesaret veriyordu. O tahta çıkmam imkânsızdı. Fakat Ares'in parmaklarımdaki varlığı aklıma gelince bir ihtimal yer alıyordu zihnimin bir köşelerinde. Bir ihtimal ışıltısı. Her ne kadar imkânsız gibi gözükse de sırf o olduğu için mümkün gibi duruyordu ve bu yüzden Chris'in ortaya attığı iddiaya karşı gelebiliyordum.

Chris devam etti.

"Dünya toza bile dönüşse sen o tahta geçemezsin sevgili kardeşim. Varis sayısının fazla olmasını bırak, sen her şeyden önce bir prensessin. Ve daha önce bu tahta hiçbir prenses sahip olmadı, kurallara aykırı bir kere."

Üst dişlerimle alt dudağımı ısırarak gülmeye başladım. Chris şaşkın bir şekilde benden ayrılınca sessizce güldüm ve ona bakarak tıpkı onun yaptığı gibi küçümseyerek baktım ona. "O tahta kendini mi layık görüyorsun Chris? Bırak eline bir yüzük vermeyi, eline bir kılıç versem onu bile kullanamazsın sen. Bir de tahta mı geçmeyi düşünüyorsun?"

"Silah kullanacağımı kim söyledi sana?" diye karşılık verdi hemen. Gülümsemeyi bırakıp dişlerimi sıkarak ona bakmaya devam ettiğimde Chris yine o haline bürünmüştü. Her şeyde kendini üstün gören o yaratığa dönüşmüştü yıllar sonra. "Unuttun mu? Ben artık bir yüzük taşıyıcısıyım. Benim en büyük silahım bundan sonra parmağımdaki yüzüğümdür. Silahla savaşmak siz kadınların görevi."

"Küstahsın Chris." dediğimde Chris tek kaşını havalandırarak bana baktı.

"Ne o?" dedi gözleriyle beni işaret ederek. "Bir yüzüğe sahip olacak kadar iddialı değilsin herhalde? Bir taht için az önce kendinden geçerken bir yüzük için şu çabayı göremem beni üzdü. O kadar iyi biliyorsun ki bir yüzüğe sahip olamayacağını. Umarım bir gün taht için de aynısı olur."

İmalı bir gülümseme yayıldı yüzüme. Ardından gözlerim istemsizce parmağımdaki yüzüğe gitti. Karanlığın Yüzüğüne... Neye sahip olduğumdan ve artık ne olduğumdan bihaber olarak kurduğu bütün cümleler beni gülmeye itti ama sustum. Susmak zorundaydım. İleride konuşabilmek için bugün susmak zorundaydım. Eline herhangi bir koz vermektense onun elindeki kozlar bitene kadar buna göz yummak zorundaydım. Chris'i tanıyordum. Konu hanedan ve taht olunca canımı acıtmak için ağır sözler söylemekten çekinmezdi. Onunla bu konuda benziyorduk. Ortak noktalarımızdan biriydi bu. Öfkelenince kulaklarımız duymazdı. Fakat Chris benim aksime bu söylediği ağır sözlerden sonra pişman olmaz ve hayatına devam ederdi. Ben ise o söylediklerim için defalarca kez pişman olurdum.

"Kendini böyle mi değerli hissettiriyorsun?" dedim yine anlık bir öfkeyle ağzımdan çıkanları duymayarak. "Sana sunulan imkânları her fırsatta dile getirip kendi gururunu okşamak için mi?"

"Kadın olarak Dünya'ya gelmediğim için çok mutluyum." dedi pişkin bir tavırla. Gözlerim irileşirken o devam etti. "Yoksa yüksek ihtimalle ben de senin gibi bana sunulamayan imkânları böylece düşünüp başkalarına yakınırdım."

Son sözleriyle öfkeden gözüm seyirdi. Bir anda sert bir şekilde uzanıp kolunu tuttum ve sıkmaya başladım. Gözlerim gözlerinden bir an olsun ayrılmadı. Büyük bir öfkeyle ona bakarken Chris tuttuğum kolundaki eline baktı.

"Kendini vazgeçilmez sanma Chris." dedim dişlerimin arasından. Öfkem dizginleyemeyeceğim bir noktadaydı. "Neticede söylediğin gibi varisler bir hayli fazla. Ağabeyim Caleb'ın ömrü o kadar uzun sürecek ki sen her gece o taht için dua ederek uyuyacak ve her sabah hayal kırıklığıyla uyanacaksın."

Canının acıdığı noktaya bastığımda gözlerindeki o alaycı ifade kaybolup gitti. Caleb'ın ön planda durması onun canını yakıyordu. Ona yağan övgüler ve serenatlardan hep rahatsız olmuştu. Benim canımı acıtmak için söylediği her bir sözü ancak böyle aforoz edebilirdim. Onun da canını yakarak.

Söylediklerimde hiç samimi değildim. Ağabeyim Caleb'ı hiçbir zaman tutmamıştım. Ben kardeşlerim arasında hiçbir zaman taraf tutmamıştım. Caleb'a karşı bir düşkünlüğüm olduğunu biliyordum. Bunun sebebi onun çok küçük yaşlarda aramızdan ayrılıp Kral ile savaş işlerine karışmasıydı. Bu yüzden içimde bir yerlerde hep onun eksikliğini hissetmiştim. Hep onun hasretiyle yaşamıştım ve ona doyamamıştım. Bu yüzden onu her gördüğümde gözlerimin içi gülerdi. Yaşayamadığımız kardeşliğimizin özlemiyle... Chris ise bunu hep yanlış anladı.

"O hâlde o çok desteklediğin varisinin canına dikkat et." dedi Chris gerilen çenesiyle. "Çünkü kendisi büyük tehlikede olabilir. Halkın onu seven bir kesimi olduğu gibi ondan nefret eden bir kesimi daha var ve onlar onun tahta geçmemesi için elinden geleni yapacaktır."

"O hainler her kim olursa olsun..." dedim karanlık dolu kararlı sesimle. "Kanımdan dahi olsa öyle büyük bir suikaste kalkıştığı an gözümü bile kırpmadan alırım onun canını. O yüzden bu konuda hiç endişen olmasın sevgili kardeşim." Muhafızların bize karşı olan bakışları değişti. Fakat biz durmuyor ve birbirimize karşı olan öfkelerimizi kusmaya devam ediyorduk.

"Ya o cellat kendi kanından olursa ve o celladı tıpkı söylediğin gibi öldürürsen?" diye sordu merakla. "O zaman bunun cezası olarak ülkeden sürgün edilmek zorunda kalırsın. Çünkü hanedandan birini öldürmüş olursun."

Sinir bozukluğunun oluşturduğu bir gülümsemeyle ona karşılık verdim. Buradan bir anlam çıkarmamı beklemediğini umuyordum. İma ettiği şeyi anlamak istemiyordum ama diğer yandan da cevabını vermek istiyordum.

"Eğer kanımdan biri bir diğer kanımdan birini öldürüp tahta geçmeye kalkarsa..." dedim oldukça emin bir ses tonuyla. "... ona o taht hayatını yaşatmak yerine sürgün edilmeyi yeğlerim." diyerek sıkıca tuttuğum kolunu birden sertçe bıraktım. Chris afallayarak yüzüme baktı. Hiçbir şey söyleyemeden bakışları öylece üzerimde gezerken ona son kez öfkeyle gülümsedim ve arkamı dönüp yanından geçip gittim. O arkamda kaldı ben ise yoluma devam ettim.

Taht bir savaş alanıydı özünde. Herkesin sahip olduğu zaman zafer diye nitelendirdikleri bir madalyondu kimine göre. Kimine göre ise içinde bulunduğu ve doğru olmayan düzeni değiştirebilmek için bir fırsattı.

Gün doğduğu zaman herkesin yüzü Güneş'in ışığıyla fark edilirdi. Gecenin pususu indiği zaman ise maskeler yeniden takılır ve o sinsi planlar hayata geçerdi. Chris'te bunu görüyordum. Gerçek yüzünü yalnızca gece saklayabiliyordu. Gündüzken savunmasız ve korkak birine dönüşüyordu. Aydınlığı her gören onun kollarına koşmazmış, bazıları kendi benliklerini gizlemek adına kaçarmış.

Çok fazla Kral hüküm sürdü o tahtta... On dokuz hükümdar gelip geçti. Her birinin gözünde farklı emeller parladı ve günün sonunda içlerinde bambaşka emellerin var olduğu şekillerde toprağa gömüldü. Güç bir bağımlılıktı. Bir kez tadını aldıktan sonra her geçen gün daha fazlasını isterdi. Tek gayem bu diye tahta geçen her hükümdar farklı gaye düşleriyle Ardena'nın tozuna toprağına karıştı. Hiçbiri memnun olamadı. Hep daha fazlasını istedikleri ve kendilerini düşündükleri için hiçbiri istediğine sahip olamadı.

Tahtı kendilerine göre bir kurtuluş zannediyorlardı. Oysa bilmiyorlardı. Bu yalnızca bir kurtuluş değildi.

 

İnsanlar kendilerini düşündükleri zaman Dünya'sını, başkalarını düşükleri zaman Dünya'yı kurtarır.

 

Bu tahtta herkes kendini düşünmüştü. Kendi özbeöz erkek kardeşim de dahildi. Eğer bir gün... Bir gün biri... Bir hükümdar gerçekten büyük bir sadakat ile halkını düşünürse işte o vakit içinde bulunduğumuz tüm savaşlar son bulacaktı. Buna inanıyordum.

Bu hükümdarın ne zaman geleceğini bilmiyorum. Fakat bu yine yüzyıllar sürecekti bunu biliyordum. Zira... Kardeşlerimin bunu yapabileceğine karşı bir inancım yoktu. Kardeşlerim de tıpkı ataları gibi kendilerini düşünecek ve bu savaşın ateşini harlayacaklardı.

Sarayın bahçesine çıktım. Güneş ışığı başımdan aşağı süzülürken önce parmaklarımdaki yüzüğe baktım hüzünle. Gün ışığı benim de maskemi indirir miydi? Benim de asıl yüzümü aydınlatır mıydı Güneş? Gözlerimi kapatarak teslim olmuş gibi başımı göğe çevirdim. Güneş yumduğum gözlerimden beni incelerken yüzümde bir gülümseme belirdi. O an aklımdan tek bir şey geçiyordu. Anastasia...

Anastasia için Dünya bir oyun, insanlar onun kuklaları derlerdi.

Dünya bir oyuna çevrilmişse insanlar hali hazırda birer kukla sayılmaz mıydı? İnsanlar kuklaya dönüştüğü için Dünya bir oyun haline gelmiş olamaz mıydı?

Belki gece bu gerçeğe bir maske örmüştü.

Fakat şimdi gün ışığı bunu aydınlatmaya çalışıyordu.

Ne de olsa...

Biz doğmaz mıydık gün batarken?

 

 

YAZARDAN NOT:

Bölümleri belirli bir düzende atmaya karar verdim. Diğer bölümleri daha rahat yazabilmem için böyle bir uygulamayı uygun gördüm o yüzden her Cuma saat 18.00'da burada buluşalım mı? Hikâyeyi beğendiyseniz bol bol yorum atarak bunu belli edebilirsiniz... Gözünüze takılan bir şey olduğunda da gönlünüzce saygı çerçevesi içinde eleştirebilirsiniz, eleştirilere açığım. Hikâyenin gidişatı hakkında tahminler de yapabilirsiniz... Beğeniden çok yorum atmanız beni daha çok mutlu ediyor. O anki ruh halinizi okumak çok keyifli oluyor... Bugünlük benden bu kadar kendinize iyi bakınız <3

Loading...
0%