@duskusu_mona
|
GİRİŞ:
(Günümüzden 14 sene önce...)
"Anastasia mı?" Bekçiler krallığının yegâne sahibi Kral Alaric Finch, ailesiyle birlikte çıktığı bir gezide güzel bir bayırda durmuş ve ailesiyle vakit geçirme kararı almıştı. Konunun ne zaman Anastasia'ya geldiğini anlayamamıştı bile. İki varisinin de gözlerinin içindeki merak duygusuna baktı. Kraliçe Amara'nın korku dolu hali, onu anlatmamak için zorlasa da Kral Alaric Finch bu gerçeği bir şekilde öğreneceklerini bildiği için şimdiden anlatma gereği duydu. "Evet. Anastasia..." Prens Chris Finch merakla oturuşunu düzeltip babasının gözlerinin içine baktı. "Anastasia ne yaptı Majesteleri? Kimse onu neden sevmiyor?" Prens Caleb Finch, "O gerçekten kötü biri miydi?" dedi. Prens Chris Finch, ağabeysine döndü ve bilmişçe konuşmaya başladı. "Saraydakileri duymuyor musun Caleb? Onun geri dönmesi halinde ne yapacaklarını konuşuyorlardı. Demek ki iyi biri değil." Kraliçe Amara, bu durumu çocukların duymasına şaşırmıştı. Hemen küçük oğlu Chris'i kucağına aldı. "O artık geri gelmeyecek çocuklar. Endişe etmeyin." Bu söylediğinden daha kendi bile emin değildi. Onun nasıl biri olduğunu görmemişti ama söylentiler ve onun hakkındaki efsaneler onun ne kadar korkunç biri olduğunu göstermeye yetmişti. Korkuyla oğlunun saçlarına bir öpücük konduran Kraliçe'nin endişesini gören Kral Alaric Finch, karısının bu durumdan ne kadar çok etkilendiğini görebilmişti. Fakat bütün yaşananları doğrusuyla bir şekilde çocuklara anlatmak zorundaydı. Yoksa kulaktan doğma bilgilerle çocukların cesaretini kazanamayacaktı. "Anastasia'nın tam olarak kim olduğunu öğrenmek ister misiniz?" Prens Chris ve Prens Caleb heyecanla birbirlerine baktılar. Prens Chris, annesinin kucağından atlayıp babasının karşısında heyecanla oturup masal dinleyen çocuklar gibi babasını dinlemeye başladı. Kardeşi Prens Caleb da ona eşlik etti. Kral Alaric Finch, çocuklarının gözlerinin içine bakarak anlatmaya başladı. "O bir canavar." dedi. Prens Chris ve Prens Caleb birbirlerine bakıp bu kez korkularını dile getirirken Kraliçe Amara araya girdi. "Majesteleri, lütfen..." diyebildi. Sesi endişe doluydu. Onun adını duymak bile tüylerini ürpertiyordu. Kral Alaric, "Yaklaşık bir asır kadar yıl önce yaşadı. Başlarda kendisini bir Bekçi olarak tanıttı. Birçok kuralımızı çiğnedi." dedi. "Masum birini mi öldürdü?" diye sordu hemen Prens Caleb. "Bence efsanevi yüzüklerden birini çaldı." dedi Prens Chris. Kral Alaric, Prens Chris'e dönüp başını olumlu anlamda salladı. "Kural kitabımızı okuyup yegâne atamız olan Kral Birinci Ethan'ın karışımının formülünü çaldı." "Ne?" dedi ikisi de aynı anda. Gözleri kocaman olmuştu. Kural kitabının kraliyet soyu haricinde halktan birisinin okumasının yasak olduğunu her ikisi de biliyordu. Başbekçi onlara bunu öğretmişti. Üstüne üstlük yüzüklerin nasıl yapıldığı ile ilgili olan formülü de çalmıştı. Bir kadın bütün bunları nasıl yapabilmişti? Üstelik halktan bir kadın... "Onu zindana atmadınız mı?" diye sordu Prens Caleb masumane bir soruyla. Kral Alaric yüzündeki ciddi ifadeyi bozmadan başını iki zıt yöne salladı ve devam etti. "O formülü kullanarak kâinattaki en güçlü ve en tehlikeli yüzüğü yarattı." Çocukların gözleri daha da büyürken artık gözlerinde merak değil, korkunun ta kendisi duruyordu. Prens Caleb, "Bu korkunç..." diye mırıldandı ve dehşet içinde annesinin gözlerinin içine baktı. Bütün bunlar gerçek olabilir miydi? Kral Alaric, acımasızca devam etti. "Bir aslan... Simsiyah ve kapkaranlık bir aslan yarattı. Bu aslan bizim yüzüklerimizin aksine simsiyahtı. Bizim yüzüklerimizdeki efsanevi varlıklar hangi elementi sembolize ediyorsa yüzükleri o renk olur. Fakat bu yüzük öylesine siyah bir yüzüktü ki, parmağında öylece durması bile insanın nefesini kesiyordu." "Parmağı kesilmedi mi?" diye atıldı Prens Chris. Bekçilerin yegâne atasının yarattığı yüzükleri kötüye kullanan ya da çalan, kısacası yüzüklerle ilgili olan kuralları çiğneyen her bir bekçinin ceza olarak işaret parmağı kesilirdi. Her iki elinde de işaret parmağı kesilir, bu sayede bir daha efsanevi yüzük kullanılmamak üzere ona en ağır ceza verilmiş olurdu. Ne de olsa efsanevi yüzük yalnızca işaret parmağa takıldığına aktive olurdu. "Evet." dedi Kral Alaric. Çocukların korkuları giderek artıyordu fakat Kral Alaric durmuyordu. "Fakat yalnızca sağ elindeki işaret parmağı kesildi. Çünkü kaçtı." Prens Caleb, Başbekçiden öğrendiği bilgileri kullanmak için hemen babasına bir soru yöneltti. "Fakat bu imkânsız majesteleri. Eğer yanlış bilmiyorsam, bir bekçinin parmağı kesilecek olursa kollarını ve bacaklarını bizim kıramadığımız o maddeden yapılan zincirlere vurulur. Elleri o tahtaya yerleştirilir ve teker teker kesilir. Kısacası kaçması mümkün değil." Kral Alaric, oğlunun giderek bilgilenmesine sevinirken yönelttiği soruyla yüzünü astı. Prens Chris, kardeşinin bu kadar şey bilmesine öfkelenmişti. O da bütün bunları öğrenmek istiyordu. Saraya döndüğünde bütün bir haftayı Başbekçi’nin yanında geçireceğine emin olmuştu. Kraliçe Amara, "Bu kadar yeterli majesteleri... Saraya dönelim." dedi. Prens Chris, "Fakat Kraliçem, en heyecanlı yerindeyiz. Gün daha batmadı ya. Gideriz birazdan." dedi. O zincirlerden nasıl kaçtığını merak ediyordu. Anastasia denen kadının gücüne hayran kalmıştı. Onun gibi güçlü bir hükümdar olmak istiyordu. Kral Alaric, "Kaçtı, çünkü Anastasia bir Bekçi değildi." dedi. Prens Chris ve Prens Caleb kaskatı kesildi. Bu söylenen şeyler ve duydukları her yeni bilgide kafaları karışıyordu. Anastasia denen kadından korkmaya başlamışlardı. "Affedin Majesteleri ama bu söyledikleriniz çok karmaşık." diye itiraf etti Prens Caleb. "Bence bunlar doğru değil. Hepsi bir efsaneden ibaret. Çünkü çok fazla mantık hatası var." Prens Chris, ağabeysinin söylediği şeyleri gözden geçirince birden aklına bir fikir geldi. Bu fikirle parlayan gözlerini babasına çevirdi. Ağabeysini bir konuda geçebileceğinden emin bir şekilde konuşmaya başladı. "Hayır sevgili kardeşim. Anlatılanlar gerçek ve karmaşık değil. Anastasia bir Bekçi değil, bir Elçi'ydi. Değil mi Majesteleri?" Kral Alaric, etkilenmiş gözlerle oğlunun gözlerine baktı. Prens Chris bu hayranlığı kazanabildiği için kardeşine bakarak onu küçümser bir tavırla gülümsedi. İlk defa onu bir konuda alt etmişti. Kral Alaric, "Zekisin Chris." dedi ve ekledi. "Yaklaştın. Anastasia hem bir Elçi'ydi hem de bir Bekçi..." Prens Chris, yükseldiği yerden sertçe yere çakılmıştı. Prens Caleb ise bunun nasıl mümkün olabileceğini sorguluyordu. Kral Alaric, çocuklarının kafalarının daha fazla karışmamaları için buna bir açıklık getirdi. "Evet biliyorum ve biliyorsunuz. Bir melezin yaşaması bir suç. Bu zamana kadar doğan bütün melez çocuklar öldürüldü. Fakat Anastasia bir şekilde hayatta kalan tek melezdi. Melezler bu kâinat ve iki krallık için de büyük bir tehdittir. Neticede iki düşman krallığın kendilerine öz güçlerine sahip olan tek varlıklardır. İki düşman krallığın birleşen güçleri ise bu Dünya'ya yalnızca bir tehdittir. Bu yüzden doğan bütün melezler öldürülür." "Ama o yaşadı." dedi Prens Chris. "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye mırıldandı. Prens Caleb, "Hem bir melez hem de kural kitabımızı okuyan ve formülü çalan bir suçlu. Üstelik bu formülü uygulayıp kâinatın en tehlikeli yüzüğünü yaratan biri." dedi çıkarım yapar gibi. Ardından babasının gözlerinin içine baktı. "Anlayamıyorum Majesteleri, nasıl oluyor da tüm bunları yapabiliyor? Biz nasıl engel olamıyoruz?" Kral Alaric gülümsedi. "Çok güzel bir soru Caleb. Beni şaşırtıyorsun." Prens Chris yine o imrenir bakışlarını ağabeysine çevirdi. Bu zamana kadar büyük olduğu ve tahtın en büyük varisi olduğu için sürekli ona ilgi gösteriyorlardı. Prens Chris bundan şikâyetçiydi. En ufak bir övgüde öfkeden kabarıyordu. Kral Alaric devam etti. "Anastasia bildiğiniz gibi biri değildi çocuklar. O çok zeki bir kadındı. Hepimizden ve herkesten. Kâinat onun kadar zeki ve güçlü birini görmemişti. Zira kendisi bir Kraliçe'yi herkesin gözü önünde tacını yere fırlatıp, Kral hayattayken ve hüküm gücü ondayken her iki krallığın da itaatini kazanan tek kişi. Tıpkı bir Kraliçeyi ve kızını herkesin gözü önünde öldürebilecek güce sahip olduğu gibi." Kral Alaric'in ağzından çıkan her bir söz ile Prens Chris ve Prens Caleb'in korkusu artıyordu. Prens Caleb, "B-bir Kraliçeyi mi öldürdü?" diye sordu kekeleyerek. Prens Chris, "Her iki krallığa da hüküm mü etti? İyi de kraliyet soyundan bile değilken?" diye devam etti isyanıyla. Bu akıllarına ve mantıklarına uymuyordu. Bu kadın bütün kuralları nasıl çiğnemiş olabilirdi. Kraliyet soyundan olan birisini öldürmek idam suçuydu. Üstelik iki krallığa hükmetmek gibi bir konu da söz konusu olamazdı. Bir hükümdar hayattayken halktan biri olduğu halde halkın ona itaatini sağlamak da akıl dışıydı. Bu kadın bütün bunları nasıl yapabilmişti... Kral Alaric, "Anastasia bir mahlûkattı çocuklar. Kara bir delikti. Yörüngesine giren herkesi karanlığına hapseder ve kara deliğinin içindeki yangınlara zindan ederdi. Çok fazla masum can aldı. Hem Elçilerin hem de Bekçilerin en büyük korkusu oldu. Birçok kuralı çiğnedi. Ardena'yı yok etti. Krallıkları da... Bekçiler krallığından bir Kraliçeyi öldürdü. Kraliçe Marry'i öldürdü. Üstelik o, Kral hayattayken bütün bir krallığın Kral'a değil, kendisine itaat etmesini sağladı. Kâinatın en tehlikeli ve en güçlü yüzüğünü yarattı. Baştan aşağı bir suçtu." Bütün bu anlatılan gerçek olabilir miydi? Bir kadın... Bir kadın bütün bunların hepsini yapıp efsanelere konu olabilmiş miydi? Söylenen her şey doğru muydu? Prens Chris, Anastasia'nın gücüne hayran kalmıştı. Öyle ki kadınların tahta geçmesinin yasak olduğu bir krallıkta bütün kuralları bir bir çiğnemiş ve kendine yeni bir taht yaratıp onda her iki krallığa da hüküm sürmüştü. Bu inanılmazdı. Prens Chris bu güce sahip olmak istiyordu. "Peki ne oldu ona?" diye sordu Prens Chris ve ekledi. "Yüzüğü nerede?" O yüzüğe sahip olmak istiyordu. Bu büyüleyici güce o da sahip olmak istiyor ve her iki krallığı da yönetmek istiyordu. Kral Alaric, "Söylenenlere göre, Anastasia kendisini yine bir büyüyle siyah bir güle çevirmiş. Ardena'nın bir köşesinde siyah bir gül olarak yaşıyormuş. Eğer bir gün biri o gülü koparırsa Anastasia yeniden hayata dönecekmiş. Ne kadar doğru bilemiyoruz. Bu efsanelerden sonra her iki krallık da Ardena'yı karış karış gezdiler fakat siyah bir gül bulamadılar." Prens Caleb ise kardeşinin aksine korkmuştu. Bu kadın gerçekten de bir tehlikeydi. Bir suçtu... Şu an her neredeyse onun, ailesine zarar vereceğinden korkuyordu. Ailesini korumak için elinden geleni yapacaktı. Bütün hayatını çalışmaya adayacaktı. Sürekli çalışacak ve günü geldiğinde, tahta çıktığında hem ailesini hem krallığı hem de Elçilerin krallığını koruyacaktı. Onlarla düşman olabilirlerdi. Fakat Anastasia'nın geri dönmesi halinde onlar da zarar görecekti. Caleb kimsenin zarar görmesini istemiyordu. "Peki ya yüzük?" diye sordu Prens Chris hevesle. Kraliçe Amara rahatsız olmuştu. Öfkeyle ayağa kalktı ve Chris'in kolundan tutup onu çekiştirdi. "Anastasia gitti. Bir daha geri dönmeyecek. Yüzüğü de onunla birlikte gitti." dedi öfkeyle. Kral Alaric ona kaşları çatık bir şekilde bakarken Kraliçe Amara, Kralın yüzüne yalvarırcasına baktı. "Artık gidelim mi Majesteleri?" diye sordu titrek sesiyle. Kral Alaric, karısının bu hikâyeden her defasında etkilendiğini görebiliyordu. Onu bu kadar korkutan şey neydi onu bile bilemiyordu. Kral Alaric, usulca başını salladı ve eliyle gidebilmeleri için izin tanıdı. Prens Chris ise ağabeysine öfkeliydi. "Kraliçem. Niçin bu kadar endişelendiniz anlamıyorum! Gerçekleri er ya da geç öğrenecektik!" dedi annesine. Kraliçe, Prens Chris'in kolundan tutarak onu uzaklaştırdı. Bir kenara çektiğinde konuşmaya başladı. "Henüz çok küçüksünüz. Bu korkunç şeyleri öğrenip zarar görmenizi ya da korkmanızı istemiyorum. Bütün bunların bahsi bile içimi ürpertiyor." dedi. Prens Chris, tam annesine çıkışacakken annesinin titreyen ellerini gördü ve durdu. Kaşlarını çatarak gözlerini annesine çevirdiğinde gerçekten mahvolduğunu anlamıştı. Onun böyle korkmasına dayanamadı ve naifçe annesinin titreyen ellerini küçücük elleriyle sarmaladı. Bir elini annesinin yüzüne koydu. "Korkma anne..." dedi. "Ben hepinizi koruyacağım. Seni, babamı, kardeşlerimi..." Kraliçe Amara'nın gözünden bir yaş süzülüp gitti. Oğlunun yüzünde dolaşan elini alıp dudaklarına götürdü ve bir öpücük kondurdu. "Biliyorum oğlum. Sen hepimizi koruyacaksın." dedi duygulu sesiyle. Prens Chris ona güven verircesine baktığında ikisinin de bakışları Kral Alaric ile Prens Caleb'ın ayaklanmalarına kaydı. Kraliçe Amara, oğluna gözleriyle bayırı işaret etti. "Hadi Rosemarry'i de bul ve gel. Saraya dönüyoruz." "Tamam Majesteleri." Prens Chris, annesinin yanından ayrılır ayrılmaz bayırda koşmaya başladı. Küçük kız kardeşini arıyordu fakat yoktu. Aptal kız diye geçirdi içinden. Ne diye burada gezmesine izin vermişlerdi ki... "Rose!" diye bağırdı bayır boyunca. Ses yoktu. "Rose. Hadi dönüyoruz!" Ses gelmiyordu. Chris endişeyle koşturmayı bıraktı ve yerinde durup soluklandı. Ardından etrafına bakmaya başladı. Hiçbir yerde yoktu. Nereye kaybolmuştu? İşte şimdi içinde öfke yerine endişe vardı. "Rose?" dedi bu kez endişe dolu bir ses ile. Kocaman bir kaya görünce adımlarını kayaya çevirdi. Kız kardeşinin bu kocaman kayanın arkasında olmasını ümit etti. Yavaş ama bir o kadar da korkak adımları kayaya her yaklaştığında içi kıpırdadı. Az önce duyduğu şeyler gerçekti. O kadın ve yaptıkları... Bütün bunlar aklında gezerken nasıl her adımında korkmayabilirdi ki? Eli kıyafetinin iç cebindeki hançere gitti. Hançeri kavradığı gibi kayaya sırtını verdi ve bir süre dinledi. Güçlerini kullanarak dikkatle dinleyeceği yere odaklandı. Kulaklarına dolan sesle rahat bir nefes vermişti. "Ne de değişik bir çiçeksin sen öyle? Üstelik hediye dağıtan bir çiçek!" Chris, kayanın arkasından çıktı ve kayanın diğer tarafına adımlayıp kız kardeşine baktı. Çiçek topluyordu. Onun için endişelenmişken o burada çiçek topluyordu! "Rose!" diye seslendi Prens Chris. Prenses Rosemarry hemen bakışlarını arkasına çevirdi ve ağabeysi ile göz göze geldi. Ağabeysini görünce heyecanla paytak adımlarla koşarak yanına gitti ve elbisesini çekiştirmeye başladı. Prens Chris buna göz devirdi. "Chris! Burada çok değişik bir çiçek var baksana." "Rose..." Prens Chris sıkıntılı bir nefes verdi. Ardından kıyafetini çekiştiren elleri tutup havaya kaldırdı. "Saraya dönüyoruz. Şu kulaklarını biraz iyi aç. Bütün bayırda seni aradım." "Ama çiçekler..." dedi Prenses Rosemarry ve yeşil hüzünlü bakışlarını ağabeysine dikti. Prens Chris kız kardeşinin kolundan tuttu ve çekiştirmeye başladı. Prenses Rosemarry ise kalmak için direniyordu. "O çiçeği koparıp anneme götüreceğim." "Rose!" diye bağırdı en sonunda Prens Chris. Prenses Rosemarry, ağabeysinin bağırmasından sonra avuçlarını sıkı sıkı yumdu. Şu an kızgındı ve elinde tuttuğu bu küçük hediyeyi ağabeysine şimdi vermek hiç de iyi bir fikir gibi görünmüyordu. Prens Chris, kardeşini korkuttuğu için pişman oldu ve önünde diz çöküp sarı uzun saçlarını okşadı. "Burası tehlikeli Rose. Gitmeliyiz. Kral ve Kraliçemiz bizi bekliyor." Prenses Rosemarry'nin gözleri irileşti. "Tehlikeli mi?" dedi korku dolu sesiyle. Prens Chris kız kardeşinin alnını öptü. "Evet ama korkma. Ben senin yanındayım. Seni koruyacağım." Prenses Rosmarry, kardeşinin söylediklerine gülümsedi ve avuçlarındaki ağabeysine vermek istediği küçük hediyeyi elbisesinin cebine koydu. Prens Chris'in ellerini tuttu ve ona zorluk çıkartmadan anne ile babalarının yanına ilerlediler. Anastasia, kâinat için bir tehditti. Anastasia, bir katildi. Anastasia, suçluydu. Anastasia, herkesin en büyük korkusuydu. Peki kimdi Anastasia? Bütün bunları niçin yapmıştı? Anastasia için Dünya bir oyundu. İnsanlar ise onun kuklalarıydı... |
0% |