Yeni Üyelik
1.
Bölüm

TANITIM

@duskusu_mona

 

 

TANITIM:

 

 

Anastasia için Dünya bir oyundu. İnsanlar ise onun kuklalarıydı...

 

Kötülük hayatın içine hapsolmuş bir mahkûmdur özünde... Her geçen gün iyiliği biraz daha yok eden ama kendini her seferinde bir şekilde var eden bir mahkûmdur...

 

Peki güç nedir? Var ederek mi elde edilir yoksa yakıp yıkarak mı? Gücün yegâne sahibi içimizden biridir elbet. Fakat kimdir o şanslı varlık?

 

Ardena... Dünya'nın unuttuğu bir yaşam mücadelesinin tam ortası... İki mutlak gücün yıllardır sürdürdüğü hayat savaşı. İki farklı taht. O tahtların ikisine de sahip olmak isteyen iki hırslı krallık...

 

Bir tarafta doğuştan güçle beslenen Elçiler diğer tarafta ise ömürleri boyunca gücü arayan ve son anda bulan fakat kullanmayı bilemeyen Bekçiler...

 

Her defasında gözleri doymayan ama esas gücün daim sahibi olan Elçiler... Doğdukları an kendilerine has güçleri olan ve kullanmaktan çekinmeyen Elçilerin, hayatları boyunca tek bir gayesi vardı. O da iki krallığa da hükmedebilmek... Bunun için gerekli güçleri vardı fakat bu zamana kadar başarılı olamamışlardı. Bekçiler onları her seferinde geri savurmuştu.

 

Elçilerin yaptıklarına dayanamayan ve neredeyse her geçen gün saldırıya uğradıkları için artık dayanacak güçleri kalmayan bir krallık... Bekçiler... Kendileri sıradan bir insandan farksızlardı. İnsanlardan onları ayıran tek özellikleri fiziki güçleri ve de beş duyularının da keskin olmalarıydı. Bir ağacı rahatlıkla yere serip, bir yer kabuğunu tek hamleyle çatlatabilmeleri ve birkaç kilometre öteden cılız bir sesi bile duyabilmeleri gibi daha birçok mucizevi güç... Ancak bunlar yeterli değildi. Elçiler her geçen gün güçleniyorlardı ve artık savunma konusunda epey zedelenmişlerdi. En sonunda aralarından biri, Bekçilerin umut ışığı olmuştu...

 

İkinci Kral Chris'in oğlu Prens Ethan, yeryüzünün görüp görebileceği en mucizevi şeyi başardı. Elçilerin zulmüne katlanamayan ve babasının her geçen gün tahtı kaybetme korkusuyla boğuştuğunu gören Prens Ethan, kendisine serpilen öfke tohumlarını bir gecede filizlendirdi. Öyle ki bir gecede onlarca güç yarattı...

 

Hırsına yenik düşerek bütün büyüleri bir anda deneyen Prens Ethan, bir gecede birbirinden güçlü ve kuvvetli kırk sekiz tane yüzük yaratacağını nereden bilebilirdi? O gün Bekçilerin miladıydı. O an bütün Bekçilerin, Elçilerin zulmüne son verip kendi devirlerini yeniden başlattıkları gündü. Prens Ethan tahta geçtiğinde bu yüzükleri belirli mertebelerde olan askerlerine dağıtacak ve Elçilerin sonunu getirecekti...

 

Artık Elçilerden tahtı korumak zorunda kalmayacaklardı. Artık diğer krallığın tahtını da alma ihtimalleri doğacaktı... Elçilik Krallığının tahtını...

 

"İçerisinde adaletten yoksun bir krallığı ne taht ile ne de taç ile hükmetmek mümkündür..."

 

 

 

(Günümüzden 97 yıl önce...)

 

"Merhamet ve hırsın aynı anda var olmasıyla dikkat çekiyorsun sevgili Leo. Açık ve güneşli bir hava gibi sıcak ve bir kasırga gibi hırçın... Bu durumda sana Hava Elementinden bir yüzüğü uygun görüyorum. O yüzden sana Işığın Bekçisi olan Beyaz Geyiği takdim ediyorum..."

 

Kral üçüncü Rowan, yeni bir yüzük seremonisinde sağ kolu olan Leo'ya bu zamana kadar güzel eğitilmesi sonucunda ona hak ettiğini veriyordu. Bütün halkı, bu seremoni için sarayının bahçesine toplamış ve herkesin gözü önünde onu onurlandırmayı kendine borç bilmişti. Tahtından kalkıp ağır adımlarla atalarından kalan sandığı açtı. İçindeki onlarca yüzüğe göz gezdirdi. Sonunda Beyaz Geyiğin yüzüğünü görünce onu sandığından çıkardı ve önünde boyun eğen sağ kolu olan Leo'ya uzattı.

 

Leo heyecanından yeminini bile etmeyi unutmuştu. Bu yüzden hızla Kral Rowan’ın eline uzandığında Kral, uzattığı yüzüğü bir hamleyle geri çekmiş ve Leo ne olduğunu anlamamışçasına Kralın yüzüne bakakalmıştı.

 

"Önce yemin et sevgili Leo."

 

Kral Rowan'ın, bu nazikçe teklifi üzerine Leo, önce Kralından af diledi ve sonra da herkesin gözü önünde yeminini etti.

 

"Kralım ve Kraliçemin beni onurlandırdığı bu seremonide, bu yüzüğü sadece barış için taşıyacağıma, masum bir kan dökmeyeceğime ve her daim Kralımın emrinden çıkmayacağıma sizlerin karşısında yemin ederim. En ufak itaatsizliğimde parmaklarımı kesmenizi arz ederim."

 

Kral Rowan, gururla karşısındaki sağ kolunu izlerken doğru bir karar verdiğine bir kez daha emin olmuştu. Geri çektiği yüzüğü tekrardan Leo'ya uzattı. Leo bu sefer önce Kralıyla göz göze gelip unuttuğu bir şey olup olmadığını teyit etti. Kral, Leo'nun üzerindeki heyecanı sevecen bir tavırla karşılıyordu. Leo bir sorun olmadığını anladığında Kralın elindeki yüzüğe uzandı.

 

Gökyüzü gibi bembeyaz ve üzerinde hafif mavi tonların gezdiği yüzüğüne baktı. Artık bu yüzük onundu. Hava elementinin yüzüğü... Beyaz Geyik...

 

Kral Rowan ellerini Leo'ya uzattı ve halkına, "Işığın Bekçisi'yle tanışın. Beyaz Geyiğin yeni sahibine..."

 

Halk, Işığın Elçisi Leo'yu büyük bir coşkuyla alkışlamaya başladı. Neşeyle artan bu alkışların arasında bir karanlık yer ediyordu. Herkesin kolayca fark edebildiği bir karanlıktı bu...

 

"İyi misiniz?" diye sordu bu karanlığın yanı başında duran sevecen bir kadın. Doğrudan yanında duran upuzun simsiyah saçları olan ve saçlarının karanlık renginin aksine gözleri bir okyanus gibi koyu mavi olan bir kız çocuğuydu bu... Teni herkesten daha beyaz, kendisi de bir o kadar kapkaranlıktı. Baştan aşağı simsiyah kıyafetler giyiyordu. Öfkeli bakışları ise Kral Rowan ve Kraliçe Marry'den başkasını görmüyordu. Dimdik onlara bakan koyu mavi gözlerini bir kez olsun üzerlerinden çekmeden yanında duran kadına cevabını geciktirmedi.

 

"İyiyim." Kadın bu küçücük kız çocuğunun ses tonundan rahatsız olmuştu. Sanki içinde patlamayı bekleyen bir fırtına yer ediyordu. Dışarıdan ise masum sevimli ve kapkaranlık bir çocuğu beliriyordu. Şaşkın bakışlarının ürkekçe kızın üzerinden çekti ve onun baktığı yöne doğru bakmaya başladı. Kral Rowan ve Kraliçe Marry'ye...

 

"Yaşın kaç senin? Ne zaman savaşmaya başlayacaksın bakalım?" Kadın bu küçük kızın gözlerinde parlayan ateşin sebebini bilmek ve elinden geldiği kadarıyla bunu çözmek istemişti fakat küçük kız bu numaralara gelmeyecek kadar zekiydi. Ancak bu seferliğine bunu bozmamaya çalıştı.

 

"Dokuz." dedi sadece. Kadın hayretle kaşlarını havaya kaldırdı.

 

"O hâlde senin şu an savaşmayı öğrenmeye başlaman gerekir. Bak yaşıtların orada kılıç sallamaya başlamışlar bile. Ülkemizi korumak bizim boynumuzun borcudur ufaklık. Görüyorsun, Elçiler her geçen gün daha da güçleniyorlar. Onları durdurmak için biz kadın savaşçıların her daim eli kılıç tutması gerekir."

 

Küçük kız ilk defa bakışlarını bu saf ve masum kadına çevirdi. Kadın küçük kızın mavi gözleriyle karşılaşınca çekingen bir tavırla gözlerini kaçırdı. "Öyle ya. Bizim tek görevimiz kılıç tutmak ve düşmanın üzerine koşmak, fazlası değil. Ne de olsa ne sen ne ben ne de diğer savaşmayı dövüşmeyi öğrenen kadınlar bir yüzük sahibi olamayız."

 

Kadın, küçük kızın neye öfkeli olduğunu şimdi anlayabilmişti. Efsanevi Yüzüklerin yaratıcısı Kral birinci Ethan, yüzükleri yarattıktan sonra onları kadınların kullanmasını yasaklamıştı. Dediğine göre kadınların duygusal kararlar verebildiğini ve bu tür yüzükleri taşıyacak kadar psikolojik güçlerinin olmadığını da belirtmişti. Bu sebeple yıllardır küçük kız çocukları sekiz ila dokuz yaşlarına basar basmaz onlara savaşmayı, dövüşmeyi ve silah kullanmayı öğretirlerdi. Bu kural Kral birinci Ethan'ın ağzından çıktığından bu zamana kadar böyle devam etmişti.

 

Kadın hüzünle küçük kıza baktı. Bu yüzüklere sahip olmak istediği gözlerindeki öfkeye yansıyordu. Fakat o da biliyordu ki bunun için yapabilecek hiçbir şey yoktu.

 

"Üzülme. Elbet bizim bir yüzüğümüz yok. Fakat biz onlardan daha cesuruz. Az önce kendin söyledin. Biz düşmanın üzerlerine yürürken onlar arka cephede savaşıyorlar. Üstelik onlar bile savaşmıyorlar. Yalnızca parmaklarındaki yüzükle efsanevi yaratıkları yönetiyorlar. Sence de bu herkesten daha güçlü ve cesur olduğumuzu kanıtlamaz mı?"

 

Küçük kız, kadının söylediklerini kısa süre gözden geçirdi. Haklıydı. Hem de sonuna kadar haklıydı. Fakat bu yine de içindeki haksızlık duygusuna söz geçirememişti. İçinde hâlâ bu kuralın bir haksızlıktan ibaret olduğunu bas bas bağıran o canavar besleniyordu.

 

Küçük kız, bu sevecen kadını sevmişti. Onu üzmek istememişti. Bu yüzden konuyu daha fazla uzatmak yerine kadının içi rahatlasın diye konuyu kapatmıştı.

 

"Haklısın, biz daha güçlüyüz."

 

Bakışlarını yeniden Kral Rowan ve Kraliçe Marry'ye çevirdi. O an aklında bir fikir parladı. Az önce bir Bekçi kadın ile aynı fikirde olmasını gözden geçirdi. Sonra gözleri ihtişamlı bir şekilde tahtında oturan Kraliçe Marry'ye kaydı. Belki o da bu kadın gibi aynı fikirde olabilirdi. Bu kuralı halktan birinin değiştirmesi zordu fakat kraliyet soyundan birinin değiştirmesine kimse laf edemezdi. Gözleri bu ihtimalle parladığında yerinde durmak yerine Kraliçe Marry'nin yanına koşup ona bu fikri teklif etmek istedi.

 

"Dur! Nereye?" diye seslendi ardında kalan kadın. Küçük kız yanıtladı.

 

"Haksızlığı sona erdirmeye."

 

Kadın duyduğu şeyle şok içinde küçük kızın peşine takılmaya başladı. "Bir delilik etme. Ne yapacaksın?"

 

Küçük kız peşinden gelen kadını dinlemeksizin yürümeye devam ediyordu. En sonunda kalabalığın arasından çıktı. Kraliçe'nin önüne geldiğinde önce biraz çekindi. Şu an karşısında yalnızca Kraliçe Marry duruyordu. Kral Rowan, çalışan Bekçi kızların olduğu alana gitmişti. Yalnızca Kraliçe Marry ve halktan insanlar sarayın önündeydiler.

 

Kraliçe Marry, yanında duran kızı Prenses Edith ile sohbet ederken karşısındaki onu herkesten ayıran siyah ve uzun saçları, koyu mavi gözleri olan simsiyah giyinen küçük kızla göz göze geldi. Kız dikkatini çok çabuk çekmişti. Öyle ki verdiği ve ortama yaydığı enerji bile onu hayrete düşürmüştü. Küçücük bir kız olmasına rağmen düşürmediği dik duruşu ile gözlerini parlatmıştı.

 

Küçük kız derin bir nefes alarak bir adım daha attı ve Kraliçe ile Prensesin önünde eğildi.

 

"İzniniz olursa size bir şey danışmak isterim majesteleri." dedi net sesiyle. Kraliçe Marry merakla tek kaşını havaya kaldırdı ve eliyle izin verdiğini belirten bir hareket yaptı. Küçük kız doğruldu ve korkusuzca Kraliçe'nin gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı.

 

"Ben size yüzükler hakkında bir şey söylemek istiyorum." Kraliçe her geçen saniye daha da şaşırırken Küçük kız gardını indirmeden devam etti. "Her defasında bizim niçin yüzük sahibi olmadığımızı düşünmüşümdür ve affedin ama bunun bir haksızlık olduğu sonucuna varmışımdır."

 

"Fakat kuralları biliyorsun." dedi Kraliçe Marry rahat bir tavırla.

 

"Ben de tam bundan bahsediyordum." Bütün soğukkanlılığı ile ekledi, "Bu benim haddime midir bilemem ama sadece belirtmek ve sizin de ilgilenmenizi istediğim bir konu. Biz kadınlar her defasında ön cephede kılıçlarımızla ve krallığımıza duyduğumuz sevgi ile savaşıyoruz. Fakat erkekler arka cephede parmaklarındaki yüzüklerine güvenerek savaşıyorlar. Diyeceğim o ki, biz onlardan cesaret ve savaşmak konusunda daha üstünken niçin böyle bir şerefe nail tutmuyorsunuz bizleri?"

Prenses Edith karşısında duran küçük kızın söylediklerinden etkilenir bir şekilde gözükse de Kraliçe Marry bu söylenenlere epey kızmıştı. Sinirini yansıtmadan küçük kızı dinlemeye devam etti.

 

"Sizden ricam bunu düşünmeniz. Elbet halktan biri bu kuralı kaldıramaz fakat kraliyet soyundan birinin bunu yapabileceğine eminim."

 

Prenses Edith, bu etkili konuşmanın yaratabileceği yeni düzeni aklından geçirmeye başladı. Ne de güzel olurdu parmağında bir yüzük ile Elçilere haddini bildirmek... Elbette kılıç tutmak güzeldi fakat yepyeni bir güçle savaşmak daha cezbediciydi. Beklentili gözlerine annesine çevirdiğinde gözlerindeki ışığın sönüşüne şahit oldu.

 

Kraliçe Marry birden oturduğu tahtından kalktı ve küçük kızın üzerine doğru yürümeye başladı. Oysa bu küçük kızı bir adım bile geriye götürmemişti. Korkusuz oluşu Kraliçe Marry'yi daha da öfkelendirirken sakinliğini koruyarak ona bir soru yöneltti.

 

"Sen benden atalarımızın, Yüce Atamız Kral Birinci Ethan'ın koyduğu kuralı kaldırmamı mı talep ediyorsun ufaklık?"

 

"Aynen öyle." dedi korkusuzca küçük kız. Cesareti ağızları açık bırakıyordu.

 

Kraliçe her saniye daha da öfkeleniyordu. Elinde olsa herkesin gözü önünde bu kızın idamını verecekti. Öyle ki gözleri sinirden kızarmış elleri ise titremeye başlamıştı. Histerik bir gülümse yayıldı yüzüne.

 

"Burada, bu kadar insanın için tek zeki sen misin? Bunu zaten herkes istiyor. Kimse haddine düşmediği için bunu dile getirmezken sen bana teklifle geliyorsun."

 

Küçük Kız alaycı gülümsemeyle Kraliçe'nin gözlerinin içine baktı. "Ben size olanı söyledim majesteleri. Emin olun o yüzüklerden birine siz de en az bizim kadar sahip olmak istiyorsunuz. Nedir sizi durduran?"

 

"Ne cüret!" diye bağırdı Kraliçe. Küçük kız böyle bir tepki beklemiyordu. Kraliçenin de yüzüklerden birine sahip olmak istediğini düşünüyordu. Fakat şimdi öğrenmişti. Kraliçe de en az bu kraliyet soyu gibi güçsüzlüğün ta kendisiydi.

 

İnsanlar, Kraliçe'nin bağırışları üzerine dikkatlerini sarayın önüne çevirdiğinde Kraliçe'nin ufak bir kız çocuğuna bağırmasına anlam verememişlerdi. Kraliçe bunu fark eder etmez kendisini düşündüğü için bütün insanların gözü önünde küçük kıza hayatında bile unutamayacağı bir rezilliği yaşatmıştı.

 

"Duyuyor musunuz? Bana yüzüklerle ilgili olan en önemli kuralı kaldırmamı talep eden bir kız çocuğu tam karşımda duruyor. Utanmadan huzuruma gelip böyle bir teklifi bana sunacak kadar ne yaşadın sen? Bilmiyor musun Yüce Atamızın emirlerini? Onları ne hadle kaldırabilirim?"

 

Küçük kız şok olmuş bir hâlde kendisine nefretle bakan insanlara döndü. Kraliçe resmen onu halkın önüne atmıştı. Kraliçe'nin verdiği bu tepkiye inanamamıştı. Gözleri yerinden çıkacak kadar açıldığında ise Prenses Edith öfkeden çıldıran annesini durdurmaya çalışıyordu.

 

"Anne. Dur yalvarırım. O sadece sana fikrini söylemeye gelmiş. Niçin onun fikrini tüm insanların duymasını sağlıyorsun istemediğin her şartta onu kovabiliyorken?" Prenses kovma ihtimalini dile getirirken vicdanından gözlerini sıkı sıkı kapatmıştı. İstediği kovması da değildi ama çıldıran annesini durdurabilmenin tek yolunun bu olduğunu düşünmüştü.

 

Kraliçe öfkesini dindirmeden küçük kızın üzerine haykırdı. "Hak etmediği yerde olan her insan, gün geldiğinde o barındığı yerden bizzat yine kendisi tarafından ayrılır. Üstünlük mühimdir. Sen bir başkasına boyun eğer ve diz çökersen o üstünlük karşındakine geçer. O vakit ne anlamı kalır o yüzüğü takmanın? Bir başkasına boyun eğiyorsan ne anlamı kalır o yüzükle savaşmanın? Herkes hak ettiği yerde olacak. Kimse layık olmadığı bir mertebede barınmayacak. Bu böyleydi böyle de devam edecek!"

 

Küçük kız duyduğu her bir sözü aklına kazıdı. Kraliçe'nin aşağılayıcı tavırları onu rencide etmekle kalmamış içindeki öfkeyi harmanlamıştı. Ardına baktığında bütün insanların ondan nefret eden suratlarıyla karşılaştı. Önüne döndüğünde ise kendini kaybetmiş bir Kraliçe ile...

 

Prenses bile bu sözler karşısında ne yapacağını bilememişti. Annesi öfkeyle gürlemiş ve bütün insanların önünde küçük bir kızı rencide etmişti. Elleri kolları zincirli bir mahkûmdan farksızdı.

 

Küçük kız tek kelime etmeden ona diz bile çökmeden Kraliçe'nin huzurundan ayrılmıştı. Kraliçe verdiği bu tepkinin yerinde olduğunu bilirmişçesine halkına döndü. Halk ise onu coşkuyla alkışlayıp hak verdi. Haksızlığa hak vermişlerdi...

 

Küçük kız o gün kendisine bir söz verdi. Bugün yaşadığı ve duyduğu her bir sözü sahibine hediye edecekti. Fakat bu hediye pek çok şeye mal olacaktı...

 

Canaysa cana, kanaysa kana...

 

Her ne yolla olursa olsun o yüzüklerden birine sahip olacak ve Kraliçe'yi tahttan indirecekti. Eğer o yüzüklerden birine sahip olamazsa da o zaman geriye kalan son ve en tehlikeli yolu seçecekti. Büyük bir suç olan yolu seçecekti...

 

Tarihi tekerrür ettirecekti. Fakat bu kez kendi lehine...

*** 

Ay ışığı daha önce hiç bu kadar öfkeli olmamıştı. Deniz bu kadar hırçınlaşmamış, ağaçlar bu denli kızmamış ve etrafa savrulmamışlardı. Sanki o an her şey bir anlığına da olsa barındıkları yere nefret kusuyorlardı. Ardena, içinde nefret barındıran bir yer olmuş gibiydi kısa süreliğine de olsa...

 

Herkesin gitmeye çekindiği karanlık ormanın ötesinde yer alan küçük bir uçurum parçasına yer edinmişti Rosaline... O uçurum parçasının üzerinde oturmuş, öfkeli ay ışığının yansıttığı iki krallığa bakıyordu. Arkasında kalan ağaçların rüzgârla oluşturduğu yaprak sesleri ve karşında duran; iki krallığı da birbirinden ayıran büyük denizin hırçın dalgalarını seyrediyordu.

 

Kendisini iki krallığa da ait hissetmiyordu. Onun yeri tıpkı burası gibiydi. İki krallığın ortasında kalan karanlık bir orman ve onun Hırçın Denizi... Başka nereye ait olabilirdi ki...

 

Bekçiler Krallığının adil olmayan tavırları ve Elçiler Krallığının bitmek bilmeyen kazanma arzusu içindeki bütün benliğini bir kenara fırlatıyordu. Bu kadar önemli miydi diye geçirdi o masum ama bir o kadar da karanlık olan zihninden. Tahtlar bu kadar önemli miydi?

 

O an aklından iki tahta da sahip olduğun hayal etti. İki krallığında ona itaat ettiğini düşündü. Fena bir fikir sayılmazdı. Fakat ne bir kraliyet soyuna aitti ne de olağanüstü güçlere... Olağanüstü güçlere sahip olmak istese de Bekçiler buna izin vermiyorlardı. Kadınların yüzük kullanması yasaktı. Bir diğer saçmalık ve Rosaline'i sinir eden kısım da tam olarak buydu işte.

 

Rosaline öfkeyle başını göğe kaldırdı. Kara bulutlar gökyüzünü ele geçirmiş ve ay ışığını engellemişti. Gözlerini sıkıca kapatıp sıkıntılı bir nefes bıraktı havaya. Keşke adil olabilmek varken bu kadar savaşa maruz kalmasaydı insanlar. O aptal kuralları bir çırpıda yıkıp yok edebilseydi keşke. Her iki krallığında bütün kurallarını yok edip kendine yepyeni bir Ardena yaratabilseydi...

 

Bütün bunları düşündükten sonra mantığı devreye girdi. Bütün bunların imkânsız ve büyük bir zaman kaybı olduğunu söyledi Rosaline'e. Rosaline, hayal ettiği Dünya'nın bir hayal olduğunu o an sezebilmişti. Kafasını sağa sola sallayıp bütün bu uçuk düşüncelerden çıkmaya çalıştı. Kendine geldiği an ise yüzünü yeniden göğe çevirdi. Baktı... Yine baktı... Gözüne takılan bir şey vardı. Daha doğrusu gözüne değen bir şey... Bir silüet... Belki de bir yüz... Bir aslan yüzü...

 

Kaşlarını merakla çatıp göğü incelemeye devam etti. Ay ışığının yansıttığı bulutlar sanki bir aslan yüzü oluşturuyordu. Rosaline, başını omzuna yatırarak ve gözlerini hafifçe kısarak bu yüze baktı. Giderek rüzgârla savrulan bu yüzü uzun uzun inceledi. Karanlık bir aslan yüzü... İçindeki karanlığı uyandıran bir aslan yüzü...

 

Yüz, giderek dağılırken az önceki düşüncelerinin aslında o kadar da mantıksız gelmediğini düşündü. Bu farkındalık ile sertçe yutkundu. Düşündü... Yeri göğü inleten bir aslan...

 

Bunu düşünmesiyle hem rüzgâr kuvvetlendi hem de deniz daha da hırçınlaştı. Rosaline korkunç bir şekilde gülümsedikten sonra tekrardan düşündü. Herkesi hayrete düşürecek ve gücüyle herkesi bir bir yok edecek bir aslan düşündü...

 

Bunu düşünmesiyle ağaçların yaprakları birer birer rüzgârın kuvvetiyle koptu ve denize savruldu. O kadar çok yaprak dalından ayrılmıştı ki... Rosaline bile buna şaşıp kalmıştı.

 

O an kendinden emin bir gülümsemeyle son kez artık dağılmış olan aslanın yüzüne çevirdi bakışlarını. Birkaç adım uçuruma doğru ilerledi. Tam aşağısında kalan denizin dalgalarına bakarken gülümsemesini yüzünden düşünmüyordu. "Yeni bir Dünya..." dedi bir fısıltı gibi.

 

Bu fısıltı karanlık ormanın içinde bütün kuşları ağaçlardan ayrılıp gökyüzüne fışkırtacak kadar korkunçtu. Kanat çırpışları çoğalırken Rosaline yeniden düşündü. Her şey bir anlığına çok mantıklı ve yapılır kılan bir hâle dönüştüğüne artık kendisinden bile beklemeyeceği bir şekilde acımasız bir hâle büründü. Belki de bunlar bugün yaşadığı o iğrenç muamele yüzündendi... Belki de iki krallığın da yıllardır amacı olmayan sadece bir tutkudan meydana gelen savaşlarından yıldığı içindi...

 

Son kez o kara bulutlara çevirdi bakışlarını. Ve o an bütün bu öfkesine, nefretine, imkânsızlığına, çaresizliğine ve de sahip olacağı güce bir isim verdi. Aslanın yüzüne doğru bu ismi zikretti.

 

"Saf Karanlık." dedi sanki Dünya'nın sonu gibi. Kendi bile bu isimle ürpermişti. Tüyleri diken diken olsa da o kara bulutlar artık onun gözlerini kaplamıştı. Gözü karanlıktan başka bir şey göremez olmuştu. Sıra onun sırasıydı. Artık yalnızca ve ebediyen onun sırası gelmişti...

 

Saf Karanlığın...

Loading...
0%