Yeni Üyelik
40.
Bölüm

10. Bölüm: Beyaz Esaret

@duslerkutuphanem

Işıl'ın gözünden…

Pelin, "Işıl!"

Pelin'in ses tonundaki tedirginlik beni endişelendirdi.

Pelin, "Işıl, ben..."

Kısık bir ses duyuyorum. Çok derinlerden geliyor. Pelin'in sesi!

Işıl, "Pelin, sakin ol! İyi misin?"

Pelin bana cevap vermedi ama araya başka birinin sesi girdi.

Ercan, "Demek profesörün küçük bir kızı varmış. Sende bizimle geliyorsun."

Ardından bir patırtı koptu.

Pelin, "Bırakın beni!"

Işıl, "Pelin orada başka biri mi var? Pelin!"

Telefon kulağımda donup kaldım. Zaman daha yavaş akıyordu sanki.

Pelin için endişelenmiştim ve ses tonum düştü.

Işıl, "Pelin."

Kısa bir sessizlikten sonra tekrar telefondan kısık bir ses duydum.

Ercan, "Abi, yolda aracın önünü kesmişler. Profesörü aldılar."

Vedat, "Profesörü elimizden kaçırdık abi."

Patron, "Ne demek elimizden kaçırdık?"

Ercan, "Alp olaya dahil olmuş. Şu an Acar oraya gidiyor. Profesörü aramaya devam ediyoruz.”

Duyduğumu algılamaya çalışıyordum. Ses çok uzaktan geliyormuş gibi kafamın içinde bir uğultu, yüreğimde bir sızı oluştu. Bu esnada çakan şimşekler hatların kesilmesine neden oldu. Şöminenin yanına çöktüm.

Kalp atışlarım giderek hızlanıyor, gözlerimden dökülen yaşlar telefonumu ıslatıyordu.

Gözümün önünden kare kare bir anı geçti.

***

Rüya <7 yaşında>

Acar, "Abini mi bekliyorsun?"

Rüya, "Evet."

Acar, "Ne kadar zamandan beri buradasın?"

Rüya, "Güneş battığı sırada buraya geldim."

Acar, "Yalnız mı geldin?"

Rüya, "Hayır. Annemle geldim."

Acar, "Peki, annen nerede?"

Rüya, "Abim beni almaya geleceği için gitti."

Acar, "Ben abinin nerede olduğunu biliyorum. Seni götürebilirim."

Rüya, "Abim bana pamuk şeker almaya gitti. Az sonra dönecek."

Acar, "Onun yanına gidip sürpriz yapmak istemez misin?"

Rüya, "Annem tanımadığım insanları takip etmememi söyledi."

Acar, "Ama ben abinin arkadaşıyım. 1 yıl önce abinle buraya gelmiştim. Beni hatırlamıyor musun?"

Rüya, "Hatırlamıyorum."

Acar, “Sorun değil.”

Elini omzuma attı ve sırtıma bir silah dayadı.

Babamın sakın dokunma dediği bu nesne ile temas halindeydim.

Acar, “Hadi benimle gel. Seni abinin yanına götüreceğim.”

Silah sırtıma değdiği andan itibaren aldığım nefes'i geri verebilmiş değildim.

Sırtımda hissettiğim baskıdan ötürü istemsizce bir iki adım attım.

Bu durumdan kurtulmak istiyorum.

Arkamızdan koştura koştura gelen birinin düzensiz nefes alışverişlerini duydum.

Arkamı döndüm. Elleri dizlerinin üzerinde eğilmiş nefes nefese kalmış olan abim...

Aras, "Bırak hemen kardeşimi!"

Abim yanımda bittiğinde Acar iki adım geri sıçradı. Silahı belindeki kemere taktı.

Acar, "Demek geldin. Beklediğimden kısa sürdü."

***

Işıl'ın gözünden…

Sakinleşmem lazım. Yoksa kötü senaryolar üşüşmeye başlayacak.

Gözyaşlarımı elimin tersiyle siliyorum.

Hatlar kesildiği için kimseyi arayamıyor, yardım isteyemiyorum.

Ayağa kalktım. Odanın içinde dört dönüyorum. Ellerimi sıktım. Şu an hızlanan kalp atışlarımın sesini duyabiliyorum. Fevri bir karar alacağımın farkındayım.

Derin derin nefes alıp veriyorum. Etrafıma bakınıyorum. Şömineden süzülen ışık sayesinde gözüme ilişen feneri aldım.

Tipinin etkisiyle şiddetlenen rüzgârdan ötürü evin kapısı açılıyor ve şöminenin ateşini dalgalandırıyor. Kıvılcım giderek küçülüyordu.

Yüzüme esen rüzgâr dışarının soğuğunu iliklerime kadar hissetmeme neden oluyor.

Kafamın içindeki düşünceler birbirini kovalıyordu.

Tüm cesaretimi topladım. Sırt çantamı aldım ve içine birkaç ilk yardım malzemesi, biraz yiyecek ve bir su şişesi koydum. Askıdaki montumu alıp atkımı boynuma sardım.

Dışarıya ilk adımımı atıyorum. Zorda olsa evin kapısını kapatıyorum. Atkıyı ağzımı kapatacak şekilde yüzüme çekiyorum.

İlerledikçe ayak izlerimi kar kapatıyor. Sis yüzünden görüş mesafesi iyice daraldı.

Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyormuş gibi hissediyorum.

Ağaç dallarının karla kaplandığı bu alana nasıl yolum düştü? Bu ağacın çevresine kaç kez turladım acaba?

Yanından defalarca kez geçtiğim ağacı elimi dayadım.

***

Işıl'ın gözünden…

Birkaç saat sonra...

Aradan saatler geçmiş olmalı. Bütün bedenimin ağırlığını ayaklarımda hissediyorum.

Yürüyüşüm iyice yavaşladı. Eldiveni içimdeki buz tutmuş ellerimi ovuşturuyordum.

Yüzüme vuran kar taneleri nefes almakta güçlük çekmeme neden oluyordu.

Sert esen rüzgâr yüzünden gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Ağırlaşan göz kapaklarımı tekrar araladığımda biraz uzağımda bir mağara olduğunu fark ettim.

Eğer oraya ulaşabilirsem…

Kendimde bulduğum son güçle ilerlemeye devam ediyorum.

Mağara girişinin önüne geldiğimde, içeriye ilk adımımı atıyorum.

Geniş tavanı olan bir mağaranın içindeyim. Duvarına yaslanıyorum. Dışarıya oranla burası daha sıcak.

Fırtına dindiğinde buradan ayrılacak ve evden ne kadar uzaklaştığımı anlamaya çalışacağım. İlk önceliğim bu ormanlık alandan çıkmak olmalı.

Mağaranın derinliklerinden gelen sesle bu düşüncelerden sıyrılarak ayağa kalkıyorum.

Mağara sessizliğe büründüğü zaman temkinli bir şekilde mağaranın girişine yöneliyorum.

Dışarı çıktığımda yüzüme vuran esinti titrememe neden oluyor. Fırtına dinmiş. Güneş batmak üzere. Etraf çok kararmadan bu huzursuz alandan çıkmak istiyorum.

Çantamı almak için geri döndüğüm sırada yüzüme tutulan ışıkla irkiliyorum.

Elimle ışığı engellemeye çalışırken mağaranın içindeki silüeti görüyorum.

Silüetin hareket ettiğini fark ettiğim an geri çekiliyorum.

"Senin burada ne işin var?"

Bu soğuk sesin burada bulunmamdan memnun olmadığını açıkça ortada.

"Sana soruyorum, burada ne yapıyorsun?"

Sırt çantamın askılığını sıkıca kavradım. Tek kelimeyle "Panikledim".

Yüzüme gelen ışığı engellemek için montumun şapkasını yüzümü kapatmak istercesine çekiyorum. Başımı başka bir yöne çeviriyorum.

Feneri kapatıyor. Ses tonu sakinleşiyor.

"Burası senin gibi küçük bir çocuk için çok tehlikeli. Burada olmaman gerekiyordu."

Neyin özgüveni bilmesemde, özgüven dolu bir sesle soruyorum.

"Peki, sizin burada ne işiniz var?"

Karanlığın içindeki silüet sessizliğe bürünüyor. Mağaranın çıkışına yöneldiğim sırada sesleniyor.

"Dur bir dakika."

Yavaşça arkamı dönüyorum. Başım önüme eğik bir şekilde ne yapmam gerektiğini düşünüyorum.

Başımı kaldıracağım sırada çalan telefonun sesi mağara duvarlarında yankılanıyor. Ses tonu yine değişiyor. Açtığı aramaya karşılık daha ciddi konuşuyor, sesi daha kısık bir hal alıyor.

Durumu fırsat bilerek mağaradan hızlı bir şekilde çıkıyorum.

Karla kaplı yolu yarıladığımda bir an geri dönüp dönmemeyi düşünüyorum. Onun telefonunu kullanabilirdim.

Nerede olduğumu anlayıp buradan uzaklaşabildiğim kadar çok uzaklaşmalıyım.

***

Işıl’ın gözünden…

Fırtınada, gitmem gereken yoldan çok uzaklaşmış olmalıyım. Bu koruluktan çıkabilmek için nerede olduğumu anlamalıyım. Yüksek bir konumdan bulunduğum alanı daha iyi gözlemleyebilirim.

Ayağımın birini ağaca dik bir şekilde konumlandırıyorum ve sağ elimle en alttaki dala tutunarak kendimi yukarı çekiyorum. Sol elimle bir üstteki dala uzanıyorum. Yukarı çıktıkça etrafımı daha net gözlemleyebiliyorum.

Fırtına dinmiş olsa da şimdi önümde yeni bir engel var. Bu koruluktan çıkmak istiyorsam öncelikle bulunduğum ağacın az ilerisinde olan derenin karşısına geçmem gerekiyor. Biraz daha yükseğe çıkabilirsem belki koruluğun sonunu daha rahat görebilirim.

Yukarılara çıktıkça dalların sıklığı azalıyor. Sağ elimle bir üstteki dala tutunduğum sırada ayağımın altındaki dalın kırılması bir oluyor. Havada asılı kalıyorum. Elim yavaş yavaş kayıyor.

Sakin ol, sakin ol. Ayağımı koyabileceğim bir çıkıntı bulabilirsem...

Aşağıya bakmam durumumu daha da kötüleştirmişti. Yer bulunduğum konumdan yakınlaşıp uzaklaşıyor gibi görünüyordu.

Zorlanarak çıkan sesim durumumun sesli ifadesi adeta.

“Elim kayıyor.”

Güçsüz hissediyorum ve bu hissi yaşadığım an piskolojik olarak savaşımı kaybettiğimin farkındayım.

Dala tutunabilmek için çok fazla efor sarf ediyorum. Sol elimden destek alma çabalarım sonuçsuz kalıyor.

Yakınımda bir tane bile dal olmaması ise acı bir gülümsemeye neden oluyor benim için.

Elim yavaş yavaş tutunduğum daldan kayıyor.

Kendimi boşlukta bulduğum an sertçe çakılacağımın endişesini yaşarken gözlerimi sıkıca yumuyorum.

Ve ilk darbeyi aldığım an, hissettiğim geri tepki beni şaşırtıyor. Çünkü ardı arkası kesilmiyor.

Düşerken çarptığım dallar düşüşümü yavaşlatıyor. En sonunda kendimi karın üstünde buluyorum.

Sıkıca yumduğum gözlerimi yavaşça aralıyorum. Nefes alışverişlerimi sessizce, bu beyazlığın içinde dinliyorum.

Yaşıyorum...

Kendimi zorlayarak düştüğüm ağaca yaslanıyorum. Ayağa kalkmaya çalışıyorum ama ayağımın acısı nedeniyle yere basmakta zorlanıyorum. Ayağımı incitmiş olabilirim. Daha kötüsünü düşünmek bile istemiyorum.

Çantamdan çıkardığım bandajla ayağımı sarıyorum. Biraz dinlendikten sonra ağaca dayanarak yeniden ayağa kalkıyorum. Ayağımı hafifçe yere vurarak bandajın sağlamlığını kontrol ediyorum.

Anlaşılan Bu bandaj beni bir süre idare edecek. Şimdi ise geçmem gereken dereyi bulmalıyım.

Ben dereyi bulduğumda hava kararıyordu. Dereden geçmeye çalışırken kaygan taşlarda zorlandım. Son taşın üzerinden geçerken az kalsın dereye düşüyordum.

Saatler içinde yeniden başlayan fırtına ilerlememi engelliyor. Bileğimdeki bandaj acısını artık gizleyemiyordu. Yalpalamaya başladım. Çevremde tutunabileceğim bir şeyler arar oluyor gözlerim.

Elimle başımı tuttum. Bir an gözlerim kararır gibi oldu. Dengemi kaybettim. Yüz üstü karların üstüne düştüm.

Çok soğuk olduğunu düşündüğüm bu beyazlığı neredeyse hissedemez oldum.

Zaman geçtikçe göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Gözlerim kapanmadan önce kafamda yankılanan son ses onun sesiydi.

"Kızı ve profesörü bulacağım."

***

Pelin’in gözünden…

Yoğun bir fırtınaya açtım gözlerimi.

Pelin, "Neredeyim?"

Sorduğum soruyla havaya karışan nefesim buhar buhar olup kayboluyordu. Buz gibi soğuk iliklerime işliyordu. Buraya nasıl düştüğüm hakkında bir fikrim yoktu. Saatler ilerliyor, ancak bir çıkış yolu bulamıyordum.

Her yer birbirini andırıyor. Etrafı sis kapladığından beri hiç bir şey göremez oldum…

Sis dağıldığı zaman bir kez daha etrafı taramaya başladı gözlerim. Belki bir umut, gideceğim yöne karar verirdim en azından.

Gözlerimi kıstım. Beyaz, beyaz ve daha fazla beyazlık… Sonunda, çok uzakta bir mağara gözüme ilişti. Oraya gidersem biraz dinlenebilirim.

Mağaraya yöneleceğim sırada birinin mağaradan uzaklaştığını gördüm.

Etrafımı kaplayan bu soğuk atmosferin içinde bir kız montuna sıkı sıkıya sarılmış yolunu bulmaya çalışıyordu.

Yürüyüşü yavaşlıyor, yalpalamaya başlıyor. Düşmek üzereyken onu tutuyorum. Kolumu tutuyor ve bana dönüyor.

Ela gözlerindeki ışıltı sönmüş. Güçlükle kıpırdattığı dudaklarından dökülen sözler kalbimi sızlatıyor.

"Artık, çok geç."

Gözleri kapanıyor. Kolumu tutan eli düşüyor.

Pelin, "Işıl ne oldu? Kendine gel!"

Işıl ile karşılaşmayı beklemiyordum. Bu şekilde istemedim. Ben böyle olsun istemedim.

Gözyaşlarım Işıl’ın solgun yüzünü ıslatırken sanki zaman benim için durmuş ve kulaklarım uğulduyordu. Ben bunu istemedim…

Pelin, "Işıl uyan! Aç gözlerini!"

Işıl'ı sarsıyorum ama tepkisiz kalan bedeni canımı yakıyor. Sıkıca sarıldığım bedeni buz gibi.

Pelin, "Geç olamaz, hayır. Buradayım, yanında. Aç gözlerini. Uyumamalısın. Hadi aç gözlerini."

Uyumamalı, uyursa...

Sözler giderek boğuk bir şekilde çıkıyor yüreğimden. Nabzını kontrol etmek için uzattığım elim titriyor.

Nabzı yavaşlamış. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor, esaretin ortasında sesimi duyurmaya çalışıyorum.

Ne boş bir çaba…

Pelin, "Yardım edin! Yardım edin!"

Ne kadar bağırırsam bağırayım, bu hiçliğin ortasında bizi duyabilecek hiç kimse yok.

Pelin, "Işıl, ne olursun uyan."

Pelin, "Uyumamalısın."

Pelin, "Işıl!"

Artık gözyaşlarından gözlerim etrafı göremez oldum.

Pelin, "Işıl, aç gözlerini."

Ancak o bulanıklığın arasından Işıl'ın gözlerini hafif aralandığını fark ettim. Tepkisizce beni izliyordu.

Ağlamaklı sesimle konuşuyorum.

Pelin, "Tamam, iyi olacaksın. Bir şekilde buradan kurtulacağız. Isınman lazım."

Montumu onun üzerine örtüyorum.

Işıl'ın ağzı kıpırdıyor. Çok derinden gelen kısık sesiyle kesik kesik konuşuyor.

Işıl, "Kaç- kaçman gerekiyor."

Pelin, "Kaçmam mı gerekiyor?"

Yutkundu.

Işıl, "Senin peşindeler."

Peşimde birileri mi var?

Pelin, “Seni bırakamam.”

Işıl, "Artık-"

Işıl, "Artık çok geç."

Işıl'ın sesi güçlükle çıkıyordu.

Işıl, "Kan kaybediyorum."

Tekrar yutkundu.

Işıl, “Gitmelisin.”

Acı çekiyordu. Işıl'a baktım. Montumun üstüne bulaşan kızıllık giderek büyüyordu. Vurulmuş muydu?

Gözleri kapandı. Tekrardan hıçkırıklara boğuldum. Acı içinde haykırıyordum...

Pelin, "Işıl!"

***

Pelin’in gözünden…

Uyandığımda ağladığımı fark ettim. Bomboş bir odada açtığım gözlerimi bir ışık kamaştırıyordu. Nerede olduğumu yeniden sorguluyordum.

Bütün olan biten kare kare gözümün önünden geçiyordu.

Pelin, “Işıl iyi olmalı?”

Bir sandalyeye bağlı bir halde buldum kendimi.

Aradan 5 dakika geçmişti ki bir adam elindeki silahla içeri girdi. Silahı bana doğrultarak konuştu.

Mesut, "Ne bağırıyorsun?"

Yüzünden duygusuzluk okunan bu ağzımı açıp tek kelime etmedim. Bağlı olduğum sandalyedeki ipleri çözdü.

Mesut, "Hadi kalk, dışarı çıkıyoruz."

Beni kulübeden çıkardı. Bahçede babamın başında 2 koruma bekliyordu.

Babamın yüzünden kızgınlık ve endişe okunuyordu. Ona doğru koştum ve boynuna sarıldım.

Pelin, "Baba!"

Profesör, "Kızım!"

Bir koruma beni çekiştirerek babamdan uzaklaştırdı.

Vedat, "Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

Pelin, "Bırakın beni!"

Profesör, "Korkma kızım. Buradan kurtulacağız."

Mesut, "Kızı getirdim, patron."

"Patron" dedikleri kişi babama dönerek konuşmaya başladı.

Patron, "Evet nerede kalmıştık? Buradan kurtuluş biletinin konuşmandan geçtiğini biliyor olmalısın."

Vurgulayarak konuşmaya devam etti.

Patron, "Sonuçta kızının yaşamı bir kurşun uzaklıkta."

Yüzüne takındığı sinsice gülüşüyle babama doğru eğildi.

Patron, "Dosya nerede?"

Babam cevap vermiyordu. Babamın sessizliğine siniri bozulan patron, "Demek söylediklerim sana pek inandırıcı gelmiyor. Belki de bu durum fikrini değiştirir."

Belindeki silahı eline aldı ve başıma doğrulttu.

Patron, "Tek yapmam gereken söylediklerimi uygulamaya dökmek sanırım. Bana cevap vermek için 3 saniyen var."

Namluyu başıma dayadı. Nutkum tutulmuştu. Göz bebeklerim büyüdü.

Patron, "Babana veda et, küçük kız."

Annemi bir daha göremeyecek miyim? Işıl'ı...

Gözlerimden süzülen yaşlara engel olamıyorum. Yavaş ama vurgulaya vurgulaya sayıyor. Sadece 3 saniye! Bu kısacık sürede...

"3"

Dolan gözlerle babama bakıyorum.

"2"

O da bu gerçekliğin farkında olmalı.

"1"

Ve babamın sesine karışan kurşun sesi...

 

 

Loading...
0%