Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26. Bölüm: Sorgu

@duslerkutuphanem

Araçtan indim. Aracın kapısını açtım ve kızların bağlı olduğu ipleri çözdüm. Silahı onlara doğrulttum.

"Hadi inin araçtan."

Araçtan indiler.

"İlerleyin."

Kulübeye girdik. Onları bir odaya kapattım ve Mert'i beklemeye başladım. Yarım saat sonra siyah bir araç kulübenin önünde durdu. Aracın içinden Mert indi.

Mert, " Acar, kız nerede?"

Donuk bir yüz ifadesiyle sorusunu yanıtladım.

"Kulübede"

Mert, "O zaman buraya getir. Şimdi!"

Bana emir vermesi onun yüzüne yumruk atma isteği oluşturuyordu benim için ama şimdilik buna katlanacaktım.

Kulübeye yöneldim. Ağır adımlarla içeri girdim. Kızların kilitli olduğu kapının kilidini yavaşça açtım. Profesörün kızının iplerini çözerken bir taraftan onları tehtid ediyordum.

"Beni iyi dinleyin. Daha fazla başıma iş açmayacaksınız. Ağzındaki bandı alacağım ama gerekmedikçe, sana soru sorulmadıkça konuşmayacaksın."

Diğer kıza döndüm.

"Sende ses çıkarmayacak beni burada uslu uslu bekleyeceksin."

Profesörün kızına silahı doğrulttum ve dışarı çıkması için işaret verdim. O ise arkadaşına bakıyordu.

"Hadi neyi bekliyorsun?"

Arkadaşı konuşabilmek için kendini zorluyordu.

Arkamı döndüm, "Dediğimi anlamadın galiba, sessiz ol yoksa işin biter."

Bu sırada duvara yansıyan gölgeyi fark ettim. Gölgenin elinde bir nesne vardı. Duvarda adım adım bana doğru yaklaşıyordu.

Arkamı döndüğüm anda profesörün kızıyla karşı karşıya kalmıştım. Elinde sıkıca kavradığı odunu sırtıma indireceği sırada odunu elinden aldım.

"Boşuna kendini tehlikeye atma istersen."

Başına silahı dayadım.

"Düş önüme."

Kulübeden çıktık ve profesörün kızını Mert'in yanına getirdim.

"Kızı getirdim."

Mert, "Sana bir video izleteceğim."

Videoyu açtı ve izlemeye başladım. Videoda yalvaran iki koruma vardı. Ancak çok geçmeden ikiside Mert tarafından vuruldu .

Mert, "Bunlar kim biliyor musun?"

Sessizce sorusunu cevaplanması için bekledim. Çünkü cevap barizdi.

Mert, "Bu ikisi kızı ellerinden kaçıran işe yaramaz iki korumaydı."

Sesi tehditkar bir hal aldı.

Mert, "Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Sonun onlar gibi olsun istemiyorsan kendine çeki düzen ver."

Bu sırada kulübeden patırtı sesleri geldi.

Mert, "Bu seslerde ne?"

Sakinliğimi korumaya çalışarak konuştum.

"Ben bir bakıp geleyim."

Kilitli odaya girdim. İçeride sandalyeye bağlı olan kız bir sağ bir sol yaparak bağlı olduğu iplerden kurtulmaya çalışıyordu.

Kısık bir sesle kızıyordum.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen. Sana uslu uslu beni beklemeni söylemiştim."

Kızın düştüğü sandalyeyi düzelttim. Diğer sandalyeyi de odadan çıkardım.

Kendi kendime kısık bir sesle konuşuyordum.

"Farklı odalarda olmaları onlar için daha iyi olabilir. Belki de artık buradan gitmesinin zamanı gelmiştir."

Odaya geri döndüm. Geri döndüğümde hala sandalyede debeleniyordu.

Mert, "Orada ne oluyor?"

Kıza dönerek fısıldadım, "Uslu dur!"

Kapıyı kitleyerek kulübeden çıktım. Derin bir nefes aldım. Arkamı döndüğümde Mert'le karşılaştım.

Mert, "Yoksa başka biri mi var?"

Bu işi daha önce halletmeliydim.

"Hiç kimse yok. Rüzgardı herhalde. Kulübenin yanındaki odunlar devrilmiş gibi gözüküyor."

Gerçektende kulübeye geldiğim sırada rüzgardan birkaç odun devrilmişti. Bu bahaneyi şimdi kullanmayacaktımda ne zaman kullanacaktım?

Mert, "Yine de şu sesin geldiği odaya bakmak istiyorum. Anahtarları ver."

Bahanem işe yaramamışa benziyor. Gerekirse...

Mert kilide taktığı anahtarı yavaşça çevirdi. Her ihtimale karşın belimdeki silahı hissettirmeden elime almıştım ve arkamda saklıyordum.

Mert kapıyı açtı. Tam hazırlandığım sırada Mert, "Evet bu oda boş." dedi.

"Gördüğün üzere bu oda boş."

Yanımızdan bir kedi geçiyordu.

"Bak muhtemelen bu kedi açık camdan içeri girmiş olmalı."

Kediyi gösteriyordum.

Mert, "Kedilerden nefret ederim götür şunu."

Şimdi büyük bir sorunum vardı. Rehinelerimden biri kaçmıştı ya da kediye dönüşmüştü.

Kediyi alarak bahçeye döndük. O kanlı ölümleri gördükten sonra bu benim için bir risk faktörüydü ve gerekirse Mert'in işini bitirmem gerekirdi.

Ağaca bağlı olan profesörün kızının yanına gittik.

"Eee! Peki şimdi ne yapacağız."

Mert silahı Pelin'e doğrulttuğu sırada ormanın içinden bir sülietin çığlığı duyuldu.

Işıl, "Hayır! Pelin'i vurmayın."

Mert bana öfkeli bir yüzle bakıyordu. Daha önce hissetmediğim kadar çaresiz hissediyordum. Şimdi ne yapmalıydım? Gerçektende Mert'in işini bitirmeli miydim?

Mert, "Kızı hemen buraya getir."

Kızı çok geçmeden bulmuştum.

"Madem kaçıyorsun, neden ortaya çıkıyorsun?"

Burnumdan soluyordum. Bileğinden kavradığım gibi sürükleye sürükleye Mert'in yanına getirdim.

Işıl, "Bırak beni! Bizim hiçbir suçumuz yok."

O kadar öfkeliydimki kızın kolunu ne kadar sıktığımın farkında değildim. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladığında fark ettim ve kolunu bıraktım. Sırtına dayadığım silahla onu arkadaşının yanına getirdim.

Mert, "İlk önce onun işini bitir. Sonra da kanıtları yok et. Çok zamanımız kalmadı. Organizasyonun içine sızanları bulmamız gerekiyor."

Mert uzaklaşırken silahı kıza doğrulttum. Kızın tam kalbine isabet edecek şekilde nişangahı ayarladım. Hızlı ve acısız bir şekilde bu işi bitirmeliydim. Kız gözlerini kapamış sessizce bir şeyler mırıldanıyordu ve sonunda mırıldanmayı kesti. Bu sırada profesörün kızının dudakları titremeye başladı.

Ağlamaklı bir sesle, Profesörün kızı, "Durun. Durun, söyleyeceğim. Durun!" diye haykırıyordu.

Mert dahil olmak üzere kıza döndük.

Mert, "Ne biliyorsan dökül."

Işıl, "Pelin yapma. Hayır, Pelin yapma."

Pelin, "Dosyayı babam bizim evimize sizin grubunuz gelmeden biraz önce vermişti. Onu saklamamı istedi."

Mert, "Dosyayı nereye sakladın?"

Pelin, "Evde bir yere sakladım."

Mert, "Evin her köşesini köşe bucak aradık. Dosya yoktu. Nereye sakladın?"

Pelin, "Önce Işıl'ı serbest bırakın."

"Tekrar sormayacağım. Dosyayı nereye sakladın?"

Mert, "Cevap alamayacağız gibi."

"Gidip bu bilgiyi organizasyona ileteceğim."

Bu sırada kız yine bir şeyler mırıldanıyordu. Biraz kulak kesildiğimde ne dediğini duydum.

Işıl, "Yaşadıklarımız her zaman olduğu gibi bir hatırada saklanacak."

Arkadaşına ölmeden önce son bir söz söylemek istemiş ve bunu mu seçmişti. İçimden güldüm. Acaba ne anlama geliyordu. Ancak bunu düşünecek zamanım yoktu. Gidip üstlerime rapor vermem gerekiyordu.

Murat'ı aradım.

"Alo Murat."

Murat, "Bu saatte ne diye beni rahatsız ediyorsun."

"Profesörün kızı ölüm korkusuna organizasyon için kritik bir bilgi verdi. Ancak bilgi yeterli değil."

Murat, "Konuş!"

Hep bir atar, hep bir emir.

"Dosyayı profesör kızına vermiş. Kızda evde bir yerlere saklamış."

Murat, "Demek bu bücürün parmağı vardı bu işte. Bu durumda onu hem dosyayı bulmak, hemde yem olarak kullanabiliriz. Sonuç olarak bir süre daha nefes alacak. En azından işimiz hallolana kadar. Mert'e de bu şekilde ilet. Güzel ağırlayın küçük rehineyi."

Mert'in yanına döndüm. Olan biteni anlattım.

Mert, "Diğer kız hakkında bir şey söylemediğine göre onu halledebiliriz değil mi?"

"O da bir süre daha misafirimiz. Eğer ona bir şey olursa sence profesörün kızı konuşur mu?"

Mert, "Canımı sıkarsa vururum onu. Birde ona mı katlanacağız."

"Yarım saattir ne diyorum ben."

Mert, "Neyse madem iş uzadı. Kızları kulübeye alalım. Sende şu yemek artıklarını verde açlıktan ölmesinler. Şu an bize lazımlar."

Kızları ağaca bağlı iplerden kurtararak kulübeye getirdim ve önlerine akşamdan kalma yemekleri verdim. Yemekleri bitene kadar başlarında bekliyordum. Kız usanmadan aynı sözü tekrarlayıp duruyordu.

"Susta yemeğini ye artık."

Dolmuş gözleriyle öfke ve hırsla bana baktı.

Işıl, "Sen beni yıllar önce öldürmeye çalıştın değil mi?"

Yemeğe çatalı sert bir şekilde batırdı.

Duygusal bir ses tonuyla konuştu.

"Yoksa onu da mı öldürdün?"

Bu kız delirmiş olmalıydı. Muhtemelen az önce yaşadığı travma sonucu saçmalıyordu.

"Yemeğinizi yediğinize göre gidiyorum."

Ellerini ayaklarını bağlayıp odanın kapısını kilitleyip çıktım. Koridorun sonundaki odaya doğru ilerledim. Kapının yanından içeriye bakıp Mert'le konuştum.

"Çok uzun bir gündü. Yarın sorguya kaldığımız yerden devam ederiz. Ben biraz hava alacağım. Esneme hareketleri yaparak kilitli odanın önünden geçtiğim sırada kızların konuşmasına kulak misafiri oldum.

Pelin, "Acar dedikleri bu katil babamı vurdu Işıl. Biz ne yapacağız, buradan nasıl kurtulacağız?"

Işıl, "Onlara ne kadar az bilgi verirsen o kadar uzun yaşarız ve belki kaçmak için bir fırsat yakalayabiliriz. Yıllar sonra tekrar karşılaşmayı istemediğim bir insanla tekrar karşılaştım. Berbat bir şey ve beni vuracaktı."

Yine aynı şeyleri saçmalayıp duruyor. Gerçi beni ne ilgilendirir. Bir isimden yola çıkarak yorum yapan bir rehineyi umursamaya gerek yok.

Bahçeye gittiğimde esneme hareketlerine devam ettim. Gökyüzündeki dolunaya bakıyordum. Yine mi? Şu kızın konuşmasına o kadar denk geldim ki şu sözler kafamda tekrarlayıp duruyordu. Kendimi ağacın yanında buldum.

"Yaşadıklarımız her zaman olduğu gibi bir hatırada saklanacak."

Bunu sesli ifade ettiğim sırada bir fotoğrafa bastığımı fark ettim. Kiraz çicekleriyle dolu bir resim.

"Olsa olsa bu kızlardan birinden düşmüştür. Mert'in olacak hali yok ya."

Mert, "Ne benim olamazmış?"

"Yerde bir fotoğraf buldumda yoksa senin mi?"

Mert, "Ver bir bakayım."

Fotoğrafı ona uzattım.

Mert, "Hayır, daha önce böyle bir yere gitmedim."

Daha önce böyle bir yere gitmedim, dediği anda gözümün önünde belli belirsiz bir görüntü belirdi.

Mert, "Ne oldu Acar? Bir afalladın?"

"Yok bir şey. Yoğun bir gündü ondandır."

Mert, "Hadi git dinlen. Yarın uzun bir gün olacak. Nöbeti ben devralırım."

Nöbeti ona bırakmak mı? Ona güvenmiyorum. Bir yanım tetikde dinlenmek için odaya döndüm...

***

Ertesi gün Mert odama geldi.

Mert, "Yemekleri bitince onları dışarı çıkar."

"Nasıl?"

Mert, "Ne diyorsam onu yap."

Hava kararmak üzereydi. Rehinelerin yanına gittim. Ayaklarının bağlı olduğu ipleri çözdüm.

"Ayağa kalkın. Dışarı çıkıyorsunuz."

Işıl, "Bırakın bizi!"

"Siz bizim rehinelerimizsiniz ve hiçbir yere gitmiyorsunuz."

Mert, "Gözümün önünde olmaları daha iyi olur. Nasılsa sen dışarıda nöbet tutacaktın bu gece değil mi?"

"Rahat bir gece yok bana."

Mert rehinelerle ilgilenirken etrafı kolaçan ediyordum. Biraz uzaklaşmış ay manzarasını izlerken havai fişekelerin gökyüzünde birer ikişer patladığını gördüm. Gökyüzü aydınlanıyordu. Her bir patlamadan sonra mavi gökyüzünde süzülmeye başlıyorlardı.

Uzaklardan bir esinti geliyordu. Derin derin içime çekiyordum havayı. Rahatlayınca çimenlerin üzerine oturdum. Elimde bir otla oynuyordum.

"Güzel bir gece."

Bu güzel gecenin sessizliğini iki el silah, ardından gelen çığlık sesi bozdu. Aniden ayağa kalktım ve o yöne doğru koşmaya başladım. Kaybettiğim bir şey ellerimin arasından gidermişçesine koşuyordum.

Pelin, "Rüya!"

"Rüya mı?"

Kendi sesim yankılanıyordu kafamın içinde.

Koştuğum sırada ayağıma bir şey takıldı ve sendeleyerek düştüm. Neye takıldığımı gördüğümde şok olmuştum.

Bu bir kolyeydi. Anahtar şeklinde işlemeli bir kolye. Titreyen ellerimin arasında kapağını açtım. İçinde resmim vardı. Onun resmi vardı.

"Hayır, hayır. Bu bir şaka olmalı."

Aniden toparlanıp son sürat sesin olduğu yöne doğru koşmaya başladım. Nefesim kesilmişti.

Kulübeye ulaşmıştım.

"Dur, ne yapıyorsun?"

Ona doğru yönelen silah ateş almıştı ve arkadaşı onun ismini sayıklıyordu. Yanlarına geldiğimdeyse profesörün kızı sadece ağlıyordu. Dizlerimin üzerine çöktüm...

Loading...
0%