@duslerkutuphanem
|
Gözlerimi açtığımda loş bir odadaydım. Alarmın sesiyle uyanmış muğlak gözlerle etrafıma bakınıyordum. Güzelce bir esnedim. Elimle ağzımı kapatıyordum. Uykum biraz açıldığında gözlerimi ovuşturdum. Yorganı üstümden atarak ayağa kalktım. Alarmı kapatmak için saate baktığımda, saat daha gecenin 3'üydü. Herkesin yatağında mışıl mışıl uyuduğu o saatlerde, camın dibine gittim. Panjurlu perdeyi araladım. Görünürde kimse yoktu. Camın dibinden ayrıldım. İhtiyacım olan birkaç malzeme yan odadaydı. Yan odaya geçmeden önce komidinin üzerindeki saatimi bileğime taktım. Dolabımdaki okul çantasını aldıktan sonra odanın kapısına yöneldim. Ayak ucunda yürümeye başladım. Alarm sesine alışkın ailem, onun dışındaki en ufak çıtırtıda uyanma potansiyeline sahipti. Koridordan geçerek yan odaya girdim. Babamın çalışma odasına girmemde sakınca yoktu. Bana ait bir bölme vardı. Ailemin bilgisi dahilinde olan bu alanı istediğim gibi kullanmakta serbesttim. Odanın kapısını yavaşça açarak içeri sokuldum. Bölmenin önünde yere çöktüm. Boynumdaki anahtarı kilide taktım ve yavaşça çevirdim. Kapağı açtım. Bölmenin içindeki mavi ve kırmızı tüpü çantanın iç gözüne yerleştirdim. Bu malzemeler yarın için hayati önem taşıyordu. Bölmenin kapağını kapattığımda cılız bir kilit sesi duyuldu. Yine ayak ucunda odama döndüm. Yatağıma geçtiğim sırada derin derin soluklanıyordum. Yarın okulda bir kan testi vardı. Kan testinden kurtulmak için okula gitmeyebilirdim. Ancak işe yaramaz bir girişim olurdu. Şu son yüzyılda olağanüstü güçlere sahip çocuklar ortaya çıkmıştı ve gücünü kontrol edemeyen çocuklar ülke için bir tehtid unsuruydu. Devlet bu nedenle ülke geneli öğrencilere kan testi yapma kararını aldı. Bu politika toplumun geneli tarafından hoş karşılansa bile azınlık bu duruma karşıydı. Ancak sesleri o kadar cılızdı ki bir karşılık bulmuyordu. Bizim içinse bu durum biraz daha farklıydı... Bu sistemde tespit amaçlı kullanılan testler daha kaç ailenin canını yaktı kim bilir? Test sonucu pozitif çıkan çocuklara ne olduğu gizemini koruyordu. Sonuç olarak okula gitmediğim taktirde görevlilerin evimize geleceğinin çok net farkında olan ben soğuk soğuk terliyordum, gecenin 3 sularında. Yatağa uzandığımda yapmam gereken bir adımı atlıyormuş gibi hissediyordum. Göz kapaklarım kapandığı sırada, "Neydi? Neyi unuttum?" kısık bir sesle kurduğum bu cümlenin ardından koyu karanlığa bıraktım kendimi. Sabah 8 sularında annemin sesiyle uyandım. Kolumdaki saate baktığımda saat 8'di ve derse 30 dakika kalmıştı. Uyuyakalmıştım. Alel acele banyoya attım kendimi. Orta uzunluktaki siyah saçlarımın arasından geçen elimle, kafamı karışlarken aynaya yansıyan görüntüme bakıyordum. Şimdi ne yapmalıydım? Annem 2. kez seslendi. Ben uyanmadan önce ne kadar seslendi bilmiyorum. Ancak bu 3 olmadan aşağıya inmeliyim. Merdivenlerden koşar adım indiğimde annem güzel bir sofra hazırlamıştı ama okula geç kalmakla yüz yüzeydim. Sandalyeye oturduğum gibi Besmele'nin ardından her yiyecekten birer lokma aldım. "Elhamdülillah." diyerek sofradan kalktım. "Ellerine sağlık annem." Bu cümleleri kurduğum sırada hâlâ pijamalar içerisindeydim. Sinem Hanım, "Oğlum daha hiçbir şey yemedin." "Biraz daha oyalanırsam okula geç kalacağım." Annem gözleri dolmuş ciddi bir ses tonuyla, "Ne olursa olsun evine dön." demişti. Aynı kararlılıkla, "Ne olursa olsun eve döneceğim." diyerek karşılık verdim. Bugünkü kan testinden haberi vardı. Olacaklar için endişesi gözlerinden okunuyordu. Onun endişesini kararlı duruşum bir nebze azaltabilirdi. En azından öyle umuyordum. Merdivenleri çıkarken az önceki kararlı duruşumu düşünüyordum. Pijamalar içinde, nasıl bir görüntü içindeydim kim bilir. Hızlıca odama çıkmış okul üniformamı giyiyordum. Üstüme siyah bir ceket giydim. İçinde ekstra fazladan gizli bir cep vardı. Son kez cebi kontrol ettim. Kolumdaki saate baktığımda evden çıkmak için eksi saatleri kullandığımın farkındaydım. Dışarı çıktığımda evin garajına geçtim. Bazı tahta ve metal parçalar vardı. Yeteneğim sayesinde parçaların şeklini ayarladım ve birleştirdim. Saniyeler içinde elime geçen kaykayı yere attığım gibi yeni okula ulaşım aracımı kullanmaya başladım. İlerlediğim sırada esen rüzgar yüzümü okşuyordu. Kestirme bir yola saptım. Ufak bir iki çiziğin ardından ucu ucuna okula ulaşmıştım. Okulun bahçesinde iki zorbayla karşılaştım. Liseye başladığımdan beridir canıma okuyan bu zorbalar, hayatımda pek olumsuz etkiye sahip değildi. Yeteneğim aradaki farkı kapatıyordu. Miles, "Hey Mark." Yanlarından usulca geçiyordum oysaki. Jake, "Büyüğün konuşurken onu dinlemelisin." Omzumdan tutuyordu. Ona doğru bakıyordum. Bu ikiz zorbalardan çektiğim neydi? Mark, "Dinliyorum." Jake eliyle kaykayı işaret ediyordu. Duygusuz bir ifadeyle, "Alın sizin olsun." Nasıl olsa görevini tamamladı. Artık ona ihtiyacım yok. Bu zorba ikizlerle farklı bir bağlantımız vardı. Kafa göz birbirimize girmezdik. Elimdekini isterlerdi. Bende uygun görürsem verirdim. Yani ben istemedikçe bana zorbalık yapamazlardı. Aslında onların açısından zorbalık yaptıklarını düşünüyorlardı. Diğer öğrencilerin düşüncesi de bu yöndeydi. Ancak daha önce hiç onlara vermem dediğim bir eşya konusunda zorbalık yaşamadım. Bu nedenle bu durum sonuçlanmış değil. Zaman kavramına geri dönersek kaykayı onlara bıraktığım sıradaki soğukkanlılığımdan geriye eser kalmamıştı. Merdivenleri 2'şer 3'er çıkarak yoklamaya yetişmeye uğraşıyordum. Hızımı alamayarak korkulukları tutmakla bırakmam bir anda oldu. Çünkü elim değdiği an korkuluklarda gözle görülemeyecek ancak benim dokunduğum anda avucumun içinde hissettiğim bir değişim olmuştu. Tutmaya devam ettiğim taktirde kamera kayıtlarına geçebilecek bir delile sahip olan okul ve başıma gelecekleri düşünmek... Sınıfın kapısının önünde tam içeri gireceğim sırada sınıftaki öğretmen adımı söyledi. Öğretmen Matilda, "Mark Yorıs, Mark Yorıs burada mı?" Kapıyı tıklayarak içeri girdim. Bütün öğrencilerin bakışı bana kilitlendi. Mark, "Buradayım hocam." diyerek sırama geçtim. Sıramdaki Yohan gülümsedi. Yohan, "Demek yine geç kaldın." Aklınca benimle dalga geçiyordu. Mark, "Teknik olarak yetiştim." Yohan, "Tabiki öyledir." Hoca bu sırada yoklamaya devam ediyordu. Öğretmen Matilda, "Sam." Sam, "Burada." Öğretmen Matilda, "Rose." Rose, "Burada." Yohan gözlerini kısarak bana baktı. Yohan, "Demek getirdin." Bir an afalladım. Mark, "Neyi?" Yohan, "Neden bu kadar gerildin?" Nasıl haberi olabilirdi ki? Mark, "Düşündüğün gibi değil." Kendi kendine açık vermek buna denir. Yohan, "Ne yani, tarih kitabını getirmedin mi?" Mark, "Tarih kitabı?" Bir an duraksadım. Mark, "Ah tarih kitabı, tabiki getirdim, çantamda." Yohan safça bir sesle, "Neyden bahsettiğimi düşündün?" Bir an rahatlamıştım. Mark, "Sadece şey..." Sesi bir tık kalınlaştı. Yohan, "Demek çantanda." Nasıl yani? O... Yohan tekrar çocuksu haline döndü. Yohan, "O zaman tarih kitabımı alabilir miyim?" Yohan'a tarih kitabını verdiğim sırada hoca masasına tahta kalemle vuruyordu. Öğretmen Matilda, "Sessiz olun, yoklama devam ediyor." Hemşirelerin sınıfa girmesi an meselesiydi. Öncesinde birinin kılığına girerim diye düşünmüştüm. Muhtemelen yakalanırdım ve yakalandığım an tüm tepkileri üzerime alırdım. Hiç akıl kârı değildi. Sınıfta uğultular başladı. Sam, "Sizce bizim sınıfta özel çocuklardan biri var mıdır? Mesela Jake, öğrencilere zorbalık yapmasını sağlayan özel bir gücü olabilir. Bu test sayesinde belki okul huzur bulur." Bu testin bir diğer amacı da daha yeteneği aktifleşmemiş öğrencileri tespit etmekti. Jake Sam'in dediklerini anlamamış, manasızca Sam'a bakıyordu. Miles, "Hemen sözünü geri al yoksa?" Sam, "Yoksa ne yaparsın? Dersteyiz ya hani?" Öğretmen Matilda, "Sam ve Miles hemen ayağa kalkın. Öğretmenler odasından fotokopileri getirin." Hemen el kaldırdım. Öğretmen Matilda, "Evet Mark." Mark, "Hocam fotokopileri ben getirebilir miyim?" Şimdi bu ikisi fotokopileri almaya gitseler birbirlerini yiyecekler. Öğretmen Matilda'nın düşünür bir hali vardı. Her nasılsa düşünür halinden sıyrıldı. Öğretmen Matilda, "Sam ve Miles oturun. Mark fotokopileri alda gel." Öğretmenler odasında çıktıların tamamlanmasını bekliyordum. Sonunda hepsi hazır. Bir kucak dolusu fotokopiyi aldığım gibi sınıfın yolunu tuttum. Sınıfın kapısını tıklatarak içeri girdim. Mark, "Hocam fotokopileri getird-" Cümlemi tamamlayamamıştım. Gözümün önünde hemşireler öğrencilerden birinin kolunu sıkan sargıyı bağlamış kan alıyordu. Öğretmen Matilda, "Mark fotokopileri masaya koy ve yerine geç." O an bütün hemşireler bana döndü ve soğuk bakışlarını kenetledi. Fotokopileri masaya koydum ve sessizce sırama döndüm. Etrafıma bakınıyordum. Kan tüpleri nerede olabilirdi? Ah! Öğretmenin masasında mı? Yohan ayakkabıma basıyordu. Yavaşça ona döndüm. Mark, "Ne var? Neden ayağıma basıyorsun?" Kısık bir sesle konuşurken aynı tonda cevap verdi. Yohan, "Beni bu durumdan kurtaracaksın. Yoksa benimle birlikte yanarsın." Mark, "Ne?" Hemşireler bize doğru geliyordu. Yohan, "Sende olduğunu biliyorum." Tam sıradan kalktığım sırada kolumdan tuttu. Yohan, "Nereye gittiğini sanıyorsun?" Şu an tam anlamıyla çelişkinin ortasında kalmıştım. Kolumu çektim ve bırakmak zorunda kaldı. Öğretmen Matilda'nın yanına gittim. Mark, "Hocam kendimi pek iyi hissetmiyorum. Lavaboya gidebilir miyim?" Bu sırada Yohan'a sinyal veriyordum. Yohan ayağa kalktı. Yohan, "Hocam Mark'ı kan tutuyor. Onunla gitsem olur mu?" Öğretmen Matilda, "Peki, bir elini yüzünü yıkasın. Düzelmezse haber verin." Yohan'la koridora çıktığımızda, "Artık çantanda değil." Duraksadı. Yohan, "Değil mi kan tutan?" Mark, "Daha fazla soru sorma." Gerçekten kan tuttuğunu ona söyleyemezdim. Sakin kalmak için çok çabalıyordum. Lavaboya girdik. Yohan kollarını birleştirdi, "Nerede benim payım?" dediği sırada elini uzatıyordu. Sakinliğini koru. Terlemeye başlamıştım. Yohan'a cevap vermeden elimi yüzümü yıkadım. Yohan, "Hey, sen..." Yohan'a bir hışımla döndüm. Bir adım geri çekildi. Ceketimin gizli cebinden mavi tüpü çıkardım ve ona uzattım. Yohan elimden mavi tüpü alırken, "Peki diğeri?" Mark, "Ona ihtiyacın olmayacak!" Hafifçe tebessüm ettim. Yohan, "Bunu nasıl kullanmalıyım?" Yerdeki parkeleri sayıyordum. Mark, "Kan alımı olacak koluna dökmelisin. Tüpün içindeki madde yarı akışkan, vücudun dakikalar içinde emecektir." Cümlemi tamamlayıp Yohan'a baktığımda tüpü içmek üzereydi. Ona doğru atıldım. Mark, "Hey, ne yaptığını sanıyorsun? Kendini mi öldürmeye çalışıyorsun? Az bir miktar yeterli ve ağızdan alman..." Hafif bir sinir beynime doğru inceden inceden yükseliyordu. Yohan tüpten dökülen yarı akışkan maddeyi kan alınacak kollarına döküyordu. Kendimi iyice bunalmış hissediyordum. Boğazımı sıkan kravatımı gevşettim. Yohan tüpü son damlasına kadar kullanmıştı. Bir eliyle başının arkasını kaşırken diğeriyle biten tüpü bana uzatıyordu. Tüpü tut- Ne? Elim boşluğu yakalamıştı. Lavaboya tutunmuştum. Yohan, "Dostum iyi misin?" Mark, "Dostum mu, dalga mı geçiyorsun?" Görüş netliğim geldiğinde elimi yıkadım. Ceketimin cebinden aldığım bezle tüpü yerden alarak beze sardım. Mark, "Daha fazla sorun çıkarmanı istemiyorum. Sınıfa dönüyoruz. Sınıfa döndüğümüzde öğretmen Matilda'yı oyalayacaksın." Yohan, "Bu ilaç işe yarayacak mı?" Mark, "Sorgusuz, sualsiz kullandığın yarı akışkan krem hakkında sana söyleyeceğim başka bir şey yok, düş önüme." Kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Sınıfa döndüğümüzde tek bir hakkım olacaktı. Yohan kapıyı çaldı ve içeri girdik. Sınıfa hemşirelerin geldiği ve ilk karşılaşmamızda her kan alım tüpünün bir öğrenciye ait olduğunu fark etmiştim. Şu anda her hemşirenin elinde birer tüp vardı ve tüplerin bulunduğu köşede sadece boş 2 tüp kalmıştı. Yohan öğretmen Matilda'ya doğru yöneldi. Yohan, "Hocam ben bugünkü gösteride yer alacağım rol hakkında bir şey sormak istiyorum." Öğretmen Matilda, "Şu an dersteyiz. Soracağını araya sakla." Yohan öğretmen Matilda'yı oyalarken ve hemşireler kan alma ile meşgulken masanın yanına yanaştım. Ceketimi sol tarafı ile paravan oluşturdum. Öğretmen Matilda Yohan'a dönüktü. Ceketimin gizli cebinden aldığım kırmızı tüpün ucuna bir iğne taktım. Yohan, "Hocam araya kadar beklersem derse odaklanamam." Arkamı dönüp durumu kontrol etme lüksüm yoktu. Kalan 2 boş tüpü elimdeki tüpü paylaştırarak tüplerin çeperlerine nüfuz edecek gözle görünmeyen şeffaf gazın dağılması için bir süre bekledim. Öğretmen Matilda, "Sor bakalım Yohan, dinliyorum." Yohan, "Hocam şey." İşi tamamlamış iğneyi ve tüpü tam cebime koyduğum sırada omzuma bir el dokundu. Yohan, "Hocam." Omzuma elini koyan ses konuştu, "Ne oldu Yohan?" O an irkilerek arkamı döndüm. Öğretmen Matilda, "Burada ne yapıyorsun Mark?" Mark, "Hocam fotokopileri dağıtmanıza yardım etsem mi diye düşünüyordum." Öğretmen Matilda, "Şimdi daha iyi misin?" Mark, "Evet hocam. Elimi yüzümü yıkayınca daha iyi hissettim." Öğretmen Matilda, "Peki, Yohan'la dağıtabilirsiniz fotokopileri." Fotokopi dağıtımı bittiği ve derin bir nefes aldığımız sırada hemşireler aynı anda iğneyi kolumuza batırmıştı ve bu habersiz acı yüzünden kıvranıyorduk. Hemşireler işini bitirdiğinde öğretmen Matilda'nın yanına gittiler. Serra Hemşire, "Sonuçlar 2 hafta içinde elinize ulaşacaktır. Sağlıklı günler dileriz." Kapıyı çarparak sınıfı terk etmişlerdi. Kapıdan çıkarken sırıtışlarını görebiliyordum. Fotokopileri doldurduğumuz sırada araya girdik. Öğretmen Matilda sınıftan ayrıldı. Öğrenciler sıramın yakınında bir halka oluşturmuş durum değerlendirmesi yapıyordu. Genelde bu konuşmalara katılmazdım. En azından Sam'in gelmediği günlerde. Burak, "Hayal etsenize özel bir yeteneğiniz olsa ne kadar güzel olurdu." Sam, "Ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değil misin? Öyle bir gücün olsaydı, devlet seni alır götürürdü." Thomas, "Sam'e katılıyorum. Çok riskli bir durum." Robert, "Hayal kurmada bir zarar görmüyorum." Sam, "Ancak gerçekten içimizden birinde bu yetenekler açığa çıkmış ve bizden gizlendiğini düşünsenize." Robert, "Çok ilginç olurdu." Burak, "O kişiyle konuşmak isterdim." Bu sözü duyduğum an tebessüm ettim. Kantine gitmek için ayağa kalkacağım sırada sıra arkadaşım Yohan seslendi, "Mark..." Sesinde tedirginlik vardı. İkimizde önümüze baktığımız sırada konuşmaya devam etti. Yohan, "Ayaklarım tutmuyor, kalkamıyorum." Bu şekilde bir yan etki beklemiyordum. Mark, "Desteklersem yürüyebilir misin?" Yohan, "Bilmiyorum." Mark, "Denemekten başka çaremiz yok." Ayağa kalkmasını destekledim. Mark, "Şimdi bir şey yokmuş gibi senin deyiminle "iki tost" bahçeye ineceğiz." En azından desteklediğimde yürüyebiliyordu. Bahçeye inebilmiştik. Yanımdaki su şişesini ona uzattım. Mark, "Biraz su iç. İçindeki yeteneğini baskılayan kremin oluşturduğu savunma hücreleri azalsın. Temiz hava da iyi gelecektir." Yohan, "Nasıl yani?" Mark, "Yeteneğini tam çözebilmiş değilim. Ancak yeteneğine karşılık bu şekilde bir yan etki aldın. Kullanman gerekenden fazla krem kullanmanda başka bir etken." Yohan, "Peki şimdi ne olacak?" Kolumdaki saate baktım. Mark, "Bir 5 dakikaya etkileri azalmaya başlar." Yohan derin bir nefes aldı. Mark, "Ben bir kantine uğrayacağım." Kantine girdim. Bu koşuşturma sonrası acıkmıştım. Bir güzel karnımı doyurduktan sonra Yohan'ın yanına döndüm. Yohan, "Bari bana da yiyecek bir şey alsaydın." Mark, "Başka bir isteğiniz var mıydı?" Yohan sustu. Mark, "Al bakalım tostum. Ben sınıfa dönüyorum." Tostu eline bıraktım. Yohan geldiğim sırada ayaklanmıştı. Durumu düzeldiğine göre gidebilirdim. Okul koridorlarında yürürken düşünüyordum. Yeteneğimi bilen birini yakınımda tutmamın avantajları ve dezavantajları ne olabilir? |
0% |