Yeni Üyelik
1.
Bölüm

KİBRİT - PROLOG-

@duygusalbeybb

 

 

Aaa hoşgeldiniz ❥

 

 

İmkansızlıklara çiçekler açtıracak çiftimize🍷

 

 

​​​ ☙

 

 

-Prolog-

Bazı anlar insanda hep yara kalırdı. En ufak bir söz, küçük bir hareket ya da tek bir bakış.

Ah, insanı bilinmez sürükleyen, göğsünü delip geçen bu his neydi?

Benim yüreğime kor alevler atan, içimi kasıp kavuran bu his, neydi? Yok, olmuyordu bir türlü. Her attığım adım, ayağıma takılıp kalıyordu. Bundan aylar önce kendime verdiğim sözü, nasıl çiğnediğim geldi aklıma. Öyle yandı ki canım, öyle yangınlar atıldı ki içime...

 

Ömrüm yettiğince, nefesim tükendiğince canım yanacaktı da yanacaktı. Kaldırımda durmuş, karşıdaki kapıdan akan insan seline bakıyordum. Çıkış saatiydi çoğu bölüm için, ben bundan beş ay önce bir bilinmezlik uğruna bırakmıştım hayallerimi, geleceğimi insan seli akan bu kapının önünde.

 

Herkes mi yarım kalır, herkes mi tamamlanmak için hayatını yaşardı, bu zalim evrende? Benim acımasız, kör talihim yine herkesten önce yakmıştı canımı. Ben kimsesizim, kimsesiz tek başına biriyim. Bir insanın kimsesi olmak, bir insana kimse olmak, öyle güzel öyle paha biçilemez bir his ki, bu his neydi?

 

Bu his kimsesiz bir kıza nasıl tarif edilirdi? Kendimi bildim bileli Sarrafoğlu Yetimhanesinde, kuytu köşe bir odanın içinde on sekiz yaşımı beklemiştim. Çivisi çıkmış masa, tahtaları küflenmeye yüz tutmuş bir pencere önünde dururdu hep. Odamız altı kişilikti. O küflü pencere önünde ders çalışmak, o manzaraya karşı oturmak, zihnimi boşaltmak bana öyle duygular bahşederdi ki

 

Ah bu his... Acınasıydı... Bazı zamanlar o masada oturabilmek için öyle bir tartıştığımız olurdu ki, şu an hatırlayıp kırık bir tebessümle bakıyordum maziye. Çok üstün bir başarı sayılmasa da kendi çapımda hazırlandığım, gecelerimi gündüzlerime katıp, gündüzlerimi aylarıma yuvarladığım sınav döneminde, öyle çok çalışmıştım ki, belim öyle çok bükülmüştü ki doğrulmak şöyle dursun, milim kıpırdamak gelmezdi içimden.

 

Vakit buldukça ya da tabiri pek caizse, eşek gibi çalışmak zorunda kaldığımdan, küçük bir kafede yarı zamanla iş bulmuştum. Benim küçük vücudum, darbelere alışık vücudum, ah benim kırılgan yapım öyle hazırdı ki geleceğini elleriyle inşa etmeye, o an gözü hiçbir şey görsün dahi istemiyordu.

Bir kaç gün önce okul köşesinde, kaldırımın tenha ucunda, hasretle ve biraz da - utanarak- hasetle baktığım o kapı, bana beş aydır kapalıydı. Özlemiştim işte. Öylesi böylesi mi vardı.

Gri koridorlarında koşa koşa sınıfa ulaşmak için can attığım o kapı, bana hayallerimin önünde koca bir engel olmuştu şimdi

Allahım reva mıydı? hak etmiş miydim?

Ah anne hak ettim değil mi...

Öyle yükseklerde gerçekten gözüm yoktu. Yüksek dedikleri ne kadar yüksekti, onu bile kestiremiyordum. Ben hep azı gördüğüm için, kanaat ettiğim her zaman az olurdu. Çok nedir, çok nasıl bir histi bilmezdim ki ben.

Yetimhane... Ah o yurtsuzlara, öksüzlere kök olan yetimhane her zaman kanaat edilen şeyin az olduğunu, çokluğun olmadığını, çokluğa sahip olanların şanslı olduğunu, onları ailesinin sevdiğini, azla yetinen bizlerin kenara köşeye atılmış zavallılar olduğumuzu öyle çok çarpmıştı ki yüzümüze...

Şu an elimdeki belgeye bakıp sokak ortasında bir eski kaldırım köşesinde hıçkırmamak için çok zor duruyordum. Bu kağıt parçası aslında hayatımı ellerime almış gibi hissettiriyordu. His nedir bilmeyen ben, şu beş ayda öyle çok şey hissetmiştim ki, içerisinde sadece bir kere gerçek bir gülümsemeye sebebiyet veren, bir gece aldığım mail ile Fransa uçağına binişimdi. belki tamamen değil ama hayallerime bir nebze de olsun yaklaşmış olmak içimde hiç dinmeyen umudun kırıntılarını bırakmıştı.

Yarım kalacağını bilmeme rağmen...

Cansız, feri kalmamış gözlerimden taşmaya hazır yaşlar savuştuğu zaman gerçek dünyaya, gerçek olmasını istemediğim dünyaya döndüm. Ellerim titriyordu ancak gösteremedim ben.

Bu kimsesiz kızı kim ne yapsındı Allah aşkına?

Ne diyorlardı bir de hakkımda ? Hah.. Sabi, işte bu sabiyi kim ne diye yana yakıla istesindi ki

Saye'ydim ben. Soy adım dahi yoktu. Yurt müdüresi kimlik bilgilerimi kayda alırken, öyle kafasından sallamış ki, şu an elimde duran minik kart parçasında yazılı Kılıç soyadı öyle bağımsız, öyle hissiz geliyordu gözüme

Karşımda oturan aile anlamak istemiyordu. Ancak ben yıllardır Sarrafoğlu Yetimhanesi'nde kuytu köşe bir odada büyümeye şartlamıştım kendimi. Benim yerim orasıydı, ben oradaydım

Bu dünyada herkesin, doğup büyüdüğü bir yeri olurdu, sanırım olurdu ya hani kimlikte doğum yeri kısmı, ben oraya da bakmak istemiyordum. Orası da yalan bilgiyle karalanmış, bırakılmıştı. Yerim yurdum Sarrafoğlu'ydu işte...

Bir hastane odasında, yalnızca ben vardım tek başına oturan. Karşımdaki kalabalık aile grubu dikkate kapıdan giren doktoru hedef almışlardı

" Nasıl söze başlarım bilmiyorum beyfendi. İnanın karışıklık kelimesi yeterli dahi gelmiyor. Ancak çok özür dilerim. Buna sebebiyet veren herkesi gerektiği yaptırıma tabii tutacağım"

Hı? 

"Tekrar özür diliyorum sizlerden. Ancak rapor onu gösteriyor ki, Saye Kılıç ile Demir Demiray arasında alınan örnekte, yüzde doksan dokuz virgül doksan oranında eşleşme var"

Demir Demiray?

Kaçarcasına, ağzından döktüğü kelimelerle odayı hışımla terk eden, odaya bombayı bırakıp kaçan doktor ne demişti demin?

Yüzde doksan dokuz virgül doksan...

Karşımda yirmi beş yılın, yirmi beş yaşımın yıkılmışlığı duruyordu

Babam mıydı? Baba mıydı? Baba ne demekti?

Bu arada babanızın olması nasıl bir histi?

________

Bölüm sonu :')

Yorumlarda buluşalım 🍷

Dila' yı sizlerle tanıştırmak için sabırsızlanıyorum. Bol sevgiler ♡

 

 

Loading...
0%