@duygusuz_yazar
|
Bu gün ilk iş günümdü sonunda tıp fakültesinden mezun olup doktor olmuştum, Tunceli'de klasik bir Devlet Hastanesinde. birde ev arkadaşım vardı Sinem, kendisi yumuşak kalpliydi. Çantamı alıp tam dışarıya çıkacakken Sinem seslendi: "Defne, dikkatli ol olur mu?" Ah canım sen söylemesen terör örgütlerinin eline atlayacaktım sanki. Tamam anlamında kafamı aşağı yukarı salladım ve küçük bir tebessüm ile evden çıktım.
Yaklaşık 20-30 arası hastaya bakmıştım artık o kadar yorulmuş olacağım ki masanın üstünde uyuyakalmışım sonra bir kız sesi ile irkildim "Defne hanım! Defne hanım kalkın." hemen kafamı kaldırıp gözlerimi ovuşturdum bu Havin'di. Hemşire, çoğu zaman o bana yardım ediyordu. "Ayy! Uyuyakalmışım" dedim tatlı tatlı. Önce güldü sonra "İlahi Defne hanım. Burada da uyuyakalınmaz ki!" dedi en tatlı ifadesiyle "Öyle de işte napalım ilk iş günü olunca, bünye kaldırmıyor tabii" tekrar kıkırdadı "Haydi çıkıyoruz artık" dedi. Şükürler olsun yarabbim! Sonunda çıkıyorduk. Acaba Sinem yine neler döktürmüştü? Gastronomi yani aşçılık okuyan bir kızdı kendisi. Harika yemekler yapar. Notları yüksek sanırım..
1. Bölüm
Yaklaşık 20-30 dakika geçmişti Hastahaneden çıkalı. Elimde karpuzlu çilekli soda şişesi ile yürüyordum sonra irili yapılı bir adamla çarpıştık soda üstüne döküldü "Ben.. çok özür dilerim" dedim mahcup Bi sesle, çantamdan mendil çıkardım "Gelin sileyim" dedim. silerken gözüm omzunda ki kurşun sıyrığına takıldı "Asker misin?" dedim sessizce. Evet anlamında kafasını salladı "Yarın hastahaneye gel dikiş atalım, böyle olmaz yoksa enfeksiyon kapar" aşırı derin bir yaraya benziyordu böyle açık dolaşması tehlikeliydi. "Birşey olmaz bana" Ne? Oğlum kolun kopmuş lan? Nasıl birşey olmaz! "Beyefendi, kolunuzda ki yara derin. Eğer böyle açık yara şeklinde gezerseniz kolunuz kangren bile olabilir." önce saçlarıma, sonra ise gözlerime baktı "Bakarız" dedi. Sadece bakarız. Soğuk bir bakarız. Kafamı aşağı yukarı sallayıp gitmeye yöneldim tam o sırada kolumu tuttu "Doktor." dedi fısıldayarak. Nefesini boynumda hissediyordum. "Efendim?" Niye öyle bişey yaptı ki şimdi? Zaafım var bu harekete. Yapma be oğlum. "Adım Serkan." dedi boğuk bir sesle. Ee napayım yani şimdi? Boynuna atlayıp öpeyim mi? Öküz. "Benimde Defne. Memnun oldum" napmaya çalışıyorsun sen oğlum? Oldu olcak öp pat diye amına koyayım. "Bende" dedi boğuk sesiyle. Orman gibi bir yerdeydik evimin yolu burdan geçiyordu ve tam o sırada bir adam sesi duydum "Onu yakalayıp bana getiresiyiz. Yoksa hepinizi öldürerem ha!" Noluyor lan? Bir anda mermi sesleri duyuldu yaklaşık 30 kişiydiler "Serkan noluyo. Korkuyorum" dedim nefes nefese kalmış bir şekilde "Yat yere yat" dedi Serkan ki artık çok geçti etrafımızı sarmışlardı. Bunlar teröristlerdi. Orospu çocukları. Cebimde bayıltan iğne vardı bir tane. Belli etmedim lazım olabilirdi. Derken Serkan birine yapıştırdı. Yanında silah yoktu. Sıçtık! Yaklaşık 10 adamı yumruğu ile yere sermişti ama sayıca fazlalardı. Bizi yakalayıp dağa götürmeye başladılar Serkan'ın kulağına eğildim "Cebimde bir tane bayıltıcı iğne var." gözleri fal taşı gibi açıldı "Tamam. Sakla onu işimize yarayacak." Yaklaşık 10-20 dakika yol yürüdük sonra ise bizi bir mağaraya getirip bağladılar. Şanslıydık çünkü zincirle bağlamamışlardı. Bu itlerin komutanı olan Agir yanıma eğildi "Ne güzelmişsin sen böyle ha!" dedi bozuk Türkçesi ile ve saçımı kulağımın arkasına attı "N-Nolur yapma." korkuyordum ama korkunun ecele faydası yoktu. "Bana bak lan yezid soyu! O kıza dokunursan seni gebertirim lan. Anladın mı lan!" dedi Serkan. "Konuşma komutan!" dedi yine bozuk Türkçesi ile. "Lan, lan yaşadığım sürece seni öldürmeden nefes almak haram lan bana!" Çaktırmadan Serkan'ın bileklerine bakmaya çalıştım. Duvara sürte sürte ipi inceltmiş hatta koparmıştı. Bana kafasıyla işaret yaptı, ne istediğini anlamıştım. Cebimden bir hışınla çıkardığım iğneyi boynuna sapladım Agit denen adamın. Serkan hemen kalkıp ellerini boğazına geçirdi. Son derece sessizdik bu yüzden kimse fark etmedi. Serkan, Agit'i boğup cebinde ki silahı almıştı, sonra ise benim ellerimi çözdü. Helal lan yusufi. Dedi içimden bir ses. Serkan elini bana uzattı. Elini tutup ayağı kalktım. Serkan önümüzde duran teröristi vurdu. Terörist fark etmemiş olmalıydı ki az önce Agit'i öldürürken bu tarafa bile bakmadı derken bir silah sesi ve terörist yerde. Serkan teröristin elinden aldığı silahı benim elime tutuşturdu "Napıyorsun sen be? Ben silah kullanmasını bilmem!" harbiden de bilmiyordum. "Ben yanındayken kullanman gerekmeyecek zaten. Sadece yanında önlem olarak bulunsun." diyip kimseye fark ettirmeden kaçmayı başardık. En sonunda, "Biraz yavaş mı olsan? Boyum kadar silahı verdin elime bide çok hızlı gidiyorsun üstüne" dedim anında cevabı verdi "Doktorluğa benzemiyormuş değil mi bu iş?" E herhalde salak. Aynı şey mi? Doktorlukta ameliyat falan yaparsın boyun kadar silah taşımazsın! Ters bir bakış attım ve devam ettik. En sonunda beni lojmana getirdi. Bir grup insan anında "Emredin komutanım!" diye ayaklandı. Ne?. "Oturun" dedi. Nayif ama erkeksi sesi ile. Sahi onlar kim miydi?
Kıdemli üsteğmen Serkan ALACA Üsteğmen Boran YALÇINKAYA Teğmen Enes ÖZBAY Astsubay başçavuş Yiğit ŞAHİN Astsubay başçavuş Naza GÜRSOY Astsubay başçavuş Devran BİLİR
Onlar Yıldırım Tim'iydi. Düşmanın göremediği, Duyamadığıydı onlar. Bir yıldırım kadar hızlı, aynı zaman da bir nefes kadar yavaş. Onların kitabında aşk yoktu, sevgi dolu yuva yoktu. Onların kitabında vatan vardı. Vatan uğruna kan dökmek vardı, şehit çocuklarının intikamı vardı. Silah kullanmaktan nasır tutan eller vardı. Şehit annelerinin yaktığı ahıtlar vardı. Boran, sırıtarak "Hayırlı olsun komutanım" dedi. "Borancım, o belinde ki silahın götünde patlamasını ister misin?" Boran, anında ifadesini geri bürünüp "Estağfurullah komutanım!" dedi. ⚔️ Bu gün izindeydim çünkü felaket hastaydım sonra bir bildirim sesi ile uyandım
Bilinmeyen numara Kahvaltıyı hazırla geliyorum. :)
Bu kim be sabahın 10'unda? Sinem'dir diye düşünüp pek takmadım ve elimden geldiğince kahvaltı hazırladım. Sucuklu yumurta, salatalık, çilek reçeli, domates ve çay. Ardından 40-45 dakika sonra zil çaldı. Gidip kapıyı açtım ama beklediğim kişi değildi. 2.04 boyunda, mavi gözlü, siyah saçlı, kaslı ve yapılı bir erkek dikildi karşımda, Bu Serkan'dı. 1-2 dakika boyunca ağzım açık ona bakınca "İçeriye almayacak mısın?" dedi sırıtarak. "Ne işin var senin burda be!" bide kahvaltı hazırladım biricik Sinem'im zannedip... "Ne o başka birini mi bekliyordun?" deli edecek bu adam beni! "Hayır ama seni de beklemiyordum." saçma bir şekilde sırıtıp, "Güzel." dedi. Oha öküz! Diye haykırmak geldi içimden ama kendimi tuttum. Kolumu itekleyip içeri girdi, "Kahvaltıyı hazırlamışsın? Uslu kız seni." Allah diyor al şurdan serum hortumunu, dola boynuna! "Mesaj atan sen miydin?" dedim sakince "Evet bendim." Çattık ya. "Numaramı nerden buldun?" masanın yanında ki sandalyeye otururken bende karşısında ki sandalyeye oturdum "Unutma Defne, Ben bir askerim. İstediğim her bilgiye ulaşabilirim." Yani cidden senin sorduğunda soru mu kızım? Adam üsteğmen! İstese bütün sülaleni sererdi önüne. "Sucuku yumurta mı? Bayılırım. Gözüme girmeye başladın..." Ya sabır amına koyayım ya sabır! "Senin gözüne girmek isteyen kim?" cevap vermedi sadece sırıttı. İkimizide yemek yemeye başladık sonra yumurtaya götürdüğü elini görüp dedim ki "Parmakların çok güzel ve kalınmış" Ne diyorum ben ya? Tövbe tövbe kendine gel kızım! "Kalın ve güzel olan tek şey parmaklarım değil. Diğeri daha çok hoşuna gider eminim" dedi sırıtarak. Eline aldığı ekmeği yumurtaya bandı ve ağzına götürdü, lokmayı yutarken Ademelması kavislenmişti. Etkilenmemek elde değildi. Ama hayır, olamazdım. Olmamalıydım, ona aşık olmak istemiyordum. Çünkü benim hayatımda aşka, sevgiye dair hiç birşey yoktu. Ben küçükken sokaklarda büyüyüp sonra da zengin bir ailenin yardımı ile okuyup doktor olan bir kızdım. Hiç kimseye ihtiyacım yoktu benim. |
0% |