Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Asla Bitmeyecek ♤ -3

@dylasa

 

 

Hoş bir şey var.

Seni kovalayan başka bir şey..

Ve canını acıtan bir şeyler olacak.

Biraz ürk çünkü ölüm haince olabilir.

Hadi bu acıya başlayalım, hadi bu gazaba başlayalım.

Hadi bu kâbusa başlayalım, hadi bu feryada başlayalım.

Hadi bu şekilde başlayalım.

Bir iki, bir iki... Zaman ilerliyor ve bazen bıktırıyor sizi.

Bir elçi, geçip gidiyor yanınızdan siz farkında olmadan. Elinde kara kitabı dolaştırıyor. O sıradaki kurbanı seçiyor. Hâla bu satırları okuyabildiğinize göre korkmayın.

HENÜZ sizi seçmedi.

O bu sefer Amerika'dan Matthew'i seçti.

Yazık ayakta kalabilmek için hem çalışıp hem okuyan bu gence!

Garson olarak çalıştığı kafenin hafta sonu yoğunluğu onu epey yoruyordu. Üstelik müşterilerinden biri masanın üzerinde kitabını unutmuştu. Söylenerek ilerledi masaya. Kitabı kasaya bırakmak için aldı. Fakat kitabın karanlık havası Matthew'i de büyüledi.

"Nasıl bir kitap bu?" diye mırıldandı, kitabın cildini incelerken.

Siyah kadifemsi dokusu ona kitabı açmaya davet ediyordu.

Ve dayanamayarak kitabın kapağını araladı. O da karşılaştı boşlukların arkasına gizlenen gölgeli sayfalarla.

Kapatmaya yeltenirken kırmızı yazılar belirdi.

"Bu akşam hava biraz meraklı.

Bırak tüm dünya içeride ne olduğunu görsün.

Arkanda kim olduğunun önemi yok, bizden biri ne de olsa.

Sonsuzluğa sorular sorarak ilerleyenlerdensin sende.

Yakalandın bu kara kapana.

Hadi gel içindeki korkularla, bekliyoruz seni. "

Yazanları tekrar okudu. Ne anlatmaya çalıştığını anlayamamıştı. Başındaki zonklama beynini ele geçiriyordu. Etrafa buğulu bir camdan bakıyor gibiydi.

"Jackson " seslendi bir kaç adım ilerdeki arkadaşına.

Ama onu ne görüyor ne de duyuyordu, sanki yok olmuş gibiydi.

Masadan destek alarak ahşap sandalyeye oturdu.

Derin bir nefes aldı, verdi. Bu ağrıya etki etmedi, aksine başının dönmesine sebep oldu. İçindeki kusma isteği arttı.

Ve kitaba paralel açılan kara delik onu içine çekerken karşı koyacak takati kalmamıştı.

Kendini bu karanlığa teslim etti.

Kara kitabın lanetine bulaşan herkes aynı yere gidiyordu; şüphesiz eksi sonsuza. Bu yolculuğun başlangıç noktası da belliydi; bu küçük kasabanın girişi. Sonsuzluk sembolünün merkezi, yıpranmış "Harzon" tabelasının yanı.

Matthew de ordaydı. Karanlık kasabanın girişinde bir güzeler güzelinin dizlerindeyken bedeni, parıldıyorlardı ay ışığında.

Yavaşça alnına dokundu kız, uyanmasını dilercesine.

Matthew bu çağrıyı duydu ve gözlerini araladığında ona bakan bir çift bal rengi gözlerle karşılaştı gözleri.

Sonra kızın yüzünün tamamına odaklandı bakışları; elma yanakları kiraz dudakları, rüzgarda savrulan bukle saçları, buraya neden ve nasıl geldiğini unutturan zarif gülümsemesi...

Müthiş bir dekordu.

Ve son fırtına uyarısı bu dekorun ardında gizleniyordu.

Gerçekler gizleniyordu.

"Harzon'a hoş geldin" dedi naif bir ses tonuyla kız.

Yavaş yavaş kendine gelen Matthew son yaşadıklarını hatırlayınca aniden doğruldu.

"Kimsin sen? Benim burada ne işim var?" sordu kıza.

"Adım Lyra" dedi kız , nefesini dışarı salarak, "Seni buraya ben çağırdım, bir kara büyüyle" dedi.

"Neden?" bir cevap bekledi Lyra'dan.

Ama o yüzünü yere eğmiş toprak yolu izliyordu.

"Bir soru sordum" dedi keskin ses tonuyla Matthew.

"Çünkü yardımına ihtiyacım var." yüzünü yerden kaldırarak Matthew'in gözlerine odaklandı. "Ailem onların elinde, onları kurtarmalıyız." dedi yalvarırcasına.

"Onlar kim?"

"Yaratıklar..." fısıldadı Lyra. "Burası lanetli bir kasaba. İnsanların canını isteyen canavarlarla dolu. Ve ailem..." duraksadı bir kaç saniye " Bu kasabanın yöneticisi olan ailem onların elinde. Lütfen onları kurtarmama yardım et." bir kaç damla göz yaşı süzüldü yanaklarından.

"Sakin ol" dedi Matthew kızın göz yaşlarını sildi usulca. "Sana yardım edeceğim ama geri geldiğim yere dönmeme izin verirsen"

Lyra başını salladı. "Bir plan yapmalıyız" dedi ve ekledi " Ama burada bizi bulurlar. Bu yüzden hiç bir canlı olma ihtimalini vermedikleri için bakmaya gerek duymayacakları bir yere gitmeliyiz".

"Nereye?" sordu Matthew.

"Mezarlığa..." ayağa kalktı Lyra. Ve bir elini Matthew'e uzattı, ayağa kalkmasına yardım etmek için.

Üzerindeki mor ipekten elbisenin etekleri rüzgarın dansına eşlik ediyordu Lyra'nın, yürürken. Bir yandan da etrafa göz gezdiren Matthew'i sol taraftaki sisli mezarlığa doğru çekiştiriyordu.

"Kaç... Kurtar kendini..." uğultular duydu Matthew mezarlıktan girerken.

"Duyuyor musun Lyra? " Matthew duraksadı.

"Güvenme ona... Kaç" sesler devam ediyordu.

"Neyi?" Cevapladı Lyra, onu çekiştirmeye devam ederken.

"Uğultuları... Sanki birileri bizimle konuşuyorlar." dedi Matthew.

"Lanetten dolayı Matthew, aldırma onlara. Gel benimle yalnızca. Az kaldı." ağaçların arasına doğru ilerliyorlardı.

Ama uğultular seslerini duyurmak konusunda ısrarcıydı.

"Gitme onunla..."

"Sana zarar verecek!"

"Asıl canavar yanındaki"

"Kaç!"

"Hayır, kaçamayacak. Hiçbirimiz kaçamadık. "

"Sende bizden biri olacaksın Matthew."

"Bu mezarlığa hapis bir ruh olacaksın."

"Hiç şansın yok."

"İnanma onlara, bizim için olmadı ama senin için umut hâla var."

"Fırsatın varken durma, koş!"

Her bir mezar taşının yanından geçtikçe farklı bir ses doluyordu kulaklarına, içine şüphe tohumları ekliyordu.

"Hemen şurada durabiliriz." Uzun bir mermer taşı işaret etti Lyra.

Matthew ise ona inanmak konusunda kararsızdı.

"Beni evime gönder Lyra, sana yardım edebilecek kişi ben değilim" dedi gerginlikle.

"Korkuyorsun değil mi?" Ona döndü Lyra " Benden korkuyorsun. Sana zarar vereceğimi düşünüyorsun çünkü onlara inanıyorsun." sesinde hayal kırıklığı hakimdi.

Cevap vermedi Matthew.

"Gel şu mermere otur." Mermere ilerdi.

Mermerin yanındaki boş mezarlık Matthew'in dikkatini üzerinde topladı.

"Bu ne için?"

"Matthew... Matthew... Matthew..." Lyra Matthew'in yüzüne yaklaştı " Biliyor musun, onlara inanmakta haklıydın. Bende o canavarlardan biriyim. Ve bu mezarlık senin için burada bekliyor. Ayinime hoşgeldin." Naif ses güç gösterisine döndü. Her ruhu birbirinden ayrı parçalayan soğuk kan kalbine hücum etti Lyra'nın. Yüzündeki güzellik kendini korkunç çirkinliğe bıraktı. Şimdi gerçek kimliğine bürünmüştü.

"Beni kandırdın, sana inanmıştım. Asıl canavar senmişsin! " bir aldatmacaya düşmüştü Matthew.

"O mermer taşa yat," diye buyurdu Lyra, keskin bir ifadeyle.

Matthew'in bozuk kalp ritmi, onun coşkusunu daha da artırıyordu.

Derin bir nefes aldı Matthew.

"Sana kendi ellerimle teslim olmayacağım" dedi ve ani bir atakla koşmaya başladı.

"Arkanı dönmeyi başardığın bu rüzgarlara yüzünü döndüğünde nefessiz kalacaksın." Haykırdı Lyra.

"Benim elimden kimse kaçamadı, sen mi kaça bileceksin sanki?" mırıldandı sonra.

Matthew nefes almak için bir ağacın ardında durduğunda aniden karşında belirdi.

"Senin umutlarını yıktım, biliyorum ama burası Harzon. Hiçbir yere gidemezsin." Onu hareket edemeyeceği bir hale getirdi. "İnsan bizim için yemektir" korkunç bir kahkaha attı. " Ama sen biraz farklısın. Efsanelerde anlatılan yirmi altı yılda bir gelen özel insansın."

"Bu özel kişi nasıl oluyor?" Onu oyalamaya çalışıyordu.

"Anlatılanlara göre senin kalbini yiyen bir Harzon'lu Dünya'da insan olarak yaşama şansını elde ediyor." yanıtladı Lyra.

"Benim o özel kişi olduğuma nasıl bu kadar eminsin?"

"Yukarı bak" gökyüzünü işaret etti Lyra. " Dolunay'ı görüyorsun değil mi? "

"Evet, görüyorum" dedi Matthew.

"Peki yanındaki küçük yıldızı?"

Kafasını salladı bu defa.

"Normal şartlarda Harzon'da hiçbir yıldız bulunmaz fakat sen buraya geldiğinden beri o yıldız orada." Kulağına yaklaştı Matthew'in " Ben yıllardır seni bekledim; o çırpınan küçük kalbinin tadına bakmayı..." fısıldadı.

Ve bir büyüyle tekrar mermerin oraya ışınlandılar.

Matthew çaresizdi, kıpırdayamıyordu. Onu bu işten vazgeçirmenin bir yolunu arıyordu.

"İnsan olmayı gerçekten çok istiyor musun? Bir ölümlü olmaktansa, burada ölümsüz olmak çok daha iyi değil mi?" dedi Matthew.

"Burada sonsuza kadar yaşamak ne kadar sıkıcı bilmiyorsun. Hep aynı şeyleri yapmak..." bir taraftan hazırlıklarını yapıyordu Matthew için " Bir insan geliyor, onu ağına çekiyorsun ve korkmuş bedenini yiyorsun. Hepsi bu. Ben onların anlattıkları Dünya'yı görmek istiyorum. Mutluluk ve hüznü yaşamak istiyorum, sevmek sevilmek istiyorum, keşfetmek ve şaşırmak istiyorum. " Elindeki sivriltilmiş hançere kaydı gözü, sözlerini tamamladığında onu Dünya'ya götürecek kalbi hazır olacaktı. "Burada hapis bir canavar olmak istemiyorum, insan olmak istiyorum. Bu yüzden senin kalbine ihtiyacım var." Dedi.

Hançeri saplamak için havaya kaldırdı. Son yapacağı bu hamle... İşte onu gerçekten canavar yapan şey tamda buydu aslında.

Matthew'in onu durdurma umutları yerle bir olmuştu. Kandırılmış olmaktan nefret ediyordu. Ona inanan, güvenen, yardım etmek isteyen iyi kalbi kendini ölüme sürüklemişti. Şimdi bencil bir canavarın hayallerini süsleyen bir yemekti sadece. Ölümün bu kadar erken geleceğini düşünmemişti; onunda gerçekleştirmek istediği hayâlleri vardı. Okulunu bitirip başarılı bir mimar olmak gibi. Zaman ilerledikçe ayna karşısında saçlarına düşen akları saymak, yüzünde belirginleşen hayat izlerini kabullenmek gibi. Ama insana biçilen ömür bazen o kadar olmuyordu. Onunki de burada son bulacaktı.

Bakışları Lyra'nın havada tuttuğu hançere kaydı. Keskin hatları Dolunay'ın altında ışıldıyordu. Canını çok yakacaktı, biliyordu. Gözlerini yumdu ve kalbinin ritmini düzene sokmaya çalıştı.

Korkuyordu.

Canın acımasından, hâyallerini gerçekleştiremeyecek oluşundan, arkasında gözü yaşlı bir aile bırakmaktan...

Ölümden çok korkuyordu.

Hançer hızla kalbine doğru inerken bir ses yankılandı kulaklarda.

"Lyra, dur" bu sesin sahibi köşkte yaşayan yaratıktı.

Burada herkes ona Bogy diye seslenirdi.

Matthew duyduğu sesle gözlerini açtı ve o tarafa doğru baktı. Ölümünü geciktiren bu çirkin yaratığa bir teşekkür borçlu muydu?

"Bogy ne istiyorsun? Yemeğimle ilgilenirken rahatsız edilmeyi sevmediğimi biliyorsun." dedi Lyra kızgınlıkla bakarken.

"Onun kokusunu alamayacağımı mı sandın Lyra? Bizi bu diyardan kurtaracak kişinin o olduğunu biliyorum." eliyle Matthew'i işaret etti. "Ve onu sana yedireceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun." kaşlarını çattı ve onlara yavaş adımlarla ilerledi.

"Onu sana vermeyeceğimi biliyorsun; yıllardır onu bekledim ben. " ses tonunun bir yılan tıslamasından farkı yoktu, gerektiğinde sokmaya hazır ve soktuğunda zehrini tüm vücuda yayabilecek bir yılan...

"Bende bekledim." Lyra'nın dibine kadar gelmişti.

Ani bir atakla Bogy'i itti Lyra. Biraz sendeledi Bogy ama pes etmeye niyeti yoktu.

"Canını incitmek istemem Lyra, onu bana ver." Sesi oldukça netti.

"Durma, dene!" hiddetle bağırdı Lyra. "Onun için savaşabilirim Bogy."

Ufak bir kahkaha attı Bogy.

"Savaşalım o zaman. "

Bogy sert bir yumrukla başladı fakat Lyra bu yumruğu engelledi. Başka bir yumrukla devam etti, Lyra onu da engelledi. Yumruklarını hızlandırdı ama Boggy'nin rakibi gerçekten çok iyiydi; her bir hamlesine karşılık veriyordu. Lyra, enerjisini tüketen Bogy'nin boşluğundan yaralanarak sivri tırnaklarını onun boynuna kenetledi.

Bogy kötü yakalanmış görünüyordu.

"O benim Bogy" sesi hırs doluydu.

Ama Bogy'i de hafife almamak lazımdı. Sağ eliyle Lyra'nın saçına sıkıca yapıştı ve çekiştirmeye başladı. "Hayır Lyra" yüzünde yamuk bir gülümseme belirdi.

O sırada onların kavgalarını bir süredir izleyen Harzon sakinlerinden Wakupha ellerini çırparak kendini belli etti.

"Oo millet bensiz parti var demek" dedi Wakupha.

"Ne istiyorsun Wakupha" eli hâla Bogy'nin boynundaydı Lyra'nın.

"Onu" dedi çaresizce olan biteni izleyen Matthew'i işaret ederek.

Kaçışı yoktu. Bu kavgayı her kim kazanırsa kazansın önemli değildi Matthew için; her türlü ölecekti.

"Kokusunu alan her fare geliyor. Burasının benim bölgem olduğunu biliyorsunuz, o buraya kendi ayaklarıyla geldi. O benim avım" söylendi Lyra.

"Hile yaptın Lyra. Onu tabela yanında karşıladın ve kendi bölgene çektin." Wakupha mermer taşın üzerinde yatan Matthew'e yaklaştı.

"Yemeğimi hazırladığınız için teşekkür ederim sizlere, korkmuş kalbi şimdi enfestir. " ve ekledi.

Lyra ve Bogy birbirlerini bırakıp hışımla Wakupha'ya atıldılar.

Sonra aralarına bir kaç kişinin de katıldığı kavga iyice büyüdü. Birbirlerinin vücutlarına inen sert darbeler, havada uçuşan tekmeler, rakibin zayıf noktasına saplanan sivri tırnaklar, bir insanı paramparça eden keskin dişlerde bu kavgaya dahildi.

Tüm kavganın sebebi ise basit bir ölümlü olmak içindi. Eksi sonsuza ilerlemektense sıfıra ulaşmayı istemeleriydi.

Onlar birbirlerini parçalarken; gizlenme ve aniden belirme konusunda oldukça yetenekli bir Harzon'lu tüm olup biteni izliyordu. Doğru anı yakaladığında Matthew'e yaklaştı.

"Sende kimsin" dedi Matthew siyah pelerinin ardındaki yüzü görmek için çabalarken.

"Sessiz ol," dedi pelerinin ardındaki gizemli ses ve kimseye fark ettirmeden kasabanın sessiz ücra köşelerinden geçerek kendi bölgesindeki evine götürdü onu.

Bir mumun titrek ışığı, tüm mutfağı zayıfça aydınlatmaya çalışırken Matthew tezgahın üstünde yatar pozisyonunu koruyordu, elinde olan bir şey değildi bu. Şimdi de başka birinin yemi olma yolunda ilerliyordu.

"Bir soru sormuştun değil mi? Kimim ben" tezgaha iyice yaklaştı ve hafifçe tebessüm etti. " O zaman şöyle söyleyeyim; ben senin avcınım, katilinim... Her ne derse de... Ben Hiltzailea... Senin kalbine sahip olacak kişiyim. " pelerini bir kenara fırlattı.

Matthew beyaz gözlere bakarken içinde karışık duygular dönmeye başladı. Belki de bu an, son yalvarışlarıydı. Bir umutla baktı Hiltzailea'ya " Bırak beni gideyim.".

"Seni bırakayım, diğerlerine yem ol. Değil mi?" daha fazla uzatmak istemiyordu Hiltzailea. Onun yokluğunu fark etmeleri fazla uzun sürmezdi.

"Hayata hoşçakal de küçük kurban! Bekle beni günah üzerine çekeceğim ziyafet." dedi ve kalbini söktü aldı yerinden.

Matthew'i eksi sonsuza taşıyacak hamleyi yaptı Hiltzailea.

Bu sırada Bogy'nin gözleri bir an için Mermer taşa kaydı, Matthew yoktu.

"Durun!" Haykırdı kavgada kendini kaybeden herkese. "O gitmiş, biri onu almış."

Herkes bir anda birbirinden ayrıldı. Kavga bitmişti. Ve bu fırtınadan sağ salim kurtulan tek şey Matthew'in ölümüydü fakat henüz farkında değillerdi.

"Matthew'i kim almış olabilir?" Dedi Wakupha.

"Kimseye farkettirmeden onu kim alabilir?" Onları düşünmeye sevk etti Lyra.

"Hiltzailea" Tüm kalabalığın dilindeki cevaptı.

"Onu geri almalıyım" dedi Lyra hırsla.

O sırada gökyüzünde kayan yıldızı gören Bogy "Artık çok geç, onu kaçırdık. Dağılın millet." dedi. Ve köşküne ilerledi.

Gökteki tek yıldız kaydı ve bir Harzonlu insan olarak Dünya'da yerini aldı. Onların zamanla bu şekilde tükeneceğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O kayan yıldız beraberinde yeni bir canavar getirdi aralarına.

Onlar asla bitmeyecek!

 

Loading...
0%