@dylasa
|
Korku seni içine çekerken
Nefes alamayacaksın
Boğulur gibi hissederken
Daha derine batacaksın ♤ Sevgi kimisine göre en büyük güçken, bir harzonluya göre zayıflıktı. Bir kimseyi hata yapmaya iten anahtar duyguydu. Gözlerinizi kör ederken; düşüncelerinizi kelebeklerle düğümlerdi. Eğer Harzon'da veya oraya gelmeden öncesinde de güç istiyorsanız sevgiden uzak durmalıydınız. Bu hükümdar için de geçerliydi. Bu kara kitaba hapis olmadan önce sevginin onu bağlamasına izin verdi, halkının alevler arasında yanmasına neden oldu. Tek arzusu, sırlar gibi duyulmak olan hayalleri; bedenleri ile birlikte ateşe verildi. Onları koruyamadı, tek bir kişi dışında; kızı Danxin. Halkından birer birer eksildiklerini görüyordu. Büyük bir tehditle karşı karşıya oldukları belliydi. Düşünüyordu, düşünüyordu ama tam olarak neler olduğuna anlam veremiyordu. Sadece küçük kızını koruması gerektiği zihninin dört bir yanını ele geçirmişti. O da öyle yaptı. Çin sınırları içinde, pek fazla bilinmeyen beyaz piramitlere gizledi kızını. Sıcak teni yavaşça buz tutarken alnına ufak bir buse kondurdu. Onu özel bir büyüyle dondurdu. Sevginin, onlara sonlarını getireceğinin geçte olsa farkına varmıştı. Onu orada sonsuza dek bırakmayı planlıyordu. Eğer küçük kız hükümdar ile kalmaya devam ederse ona olan sevgisi onu her geçen gün daha da güçsüz düşürecekti. Onu güvende ve kendisinden uzakta bir yerde tutmalıydı; ölmemeli ama yaşamamalıydı. Bir iki adım uzaklaştı kızından. "Özür dilerim, seni burada bırakmak istemezdim." dedi dudaklarını zorla aralayarak "Ama mecburum." Gözlerini yumdu "Bazen hükümdar olmak büyük sorumluluk ister, fedakarlıklar yapman gerekir. Bazen de bir ebeveyn olmak çocuğun için önemli kararlar alıp ona en iyi şansı sunmaktır, onu korumak için ondan ayrılman gerekir küçük kızım." ve ardından karanlığa karışıp kayboldu. Gücü kızına tercih etti. Kısa bir süre sonra da insanlar tarafından o da yakalandı. Bir ateşe atıldılar. Halkı, hükümdarlarından yardım istedi. Umut etmeyi denediler ama umut etmek için hiçbir saadet yoktu. İnsanlardan merhamet dilendiler lakin insanlara göre merhamete ihtiyaç komik bulunuyordu. Onların insanlara zarar vereceklerini düşünüyorlardı bu yüzden ölmelilerdi. Ama ölmediler, hükümdarın kanadı yardıma yetişti. Ve bu işin sonundaysa merhamet incitir bir hal aldı. ♤ Hayat adım adım yürüdüğün sonunun nereye çıktığını iyi bildiğin fakat uğrayacağın odaları önceden kestiremediğin uzun bir koridordu. Geçip gidiyordun odaların yanından bir bir hiçbirine tamamen yerleşmeden, arada uğruyordun; hanlarda dinlenen yolcular gibi. Barnaby'nin oğlu da bu koridorun sonuna gelmişti artık. Uğraması gereken son bir oda kalmıştı. Hasta vücudunu yavaşça doğrulttu. Ve onu uzaktan izleyen evlatlığı Zhoso'ya gelmesini işaret etti. Yanına gelen Zhoso'dan destek alarak ayağa kalktı. "Yine mi gidiyorsun?" sordu Zhoso. "Vazifem" sesi de vücudu gibi hastalıklıydı. "Ölmek üzeresin ve senin derdin hala o canavarlara bir insan kurban etmek." Zhoso çıkıştı. "Onlar canavar değil, onları bu hala getiren insanlardan intikam istiyorlar." bu yaşına kadar getirdiği oğluna bir türlü anlatamamıştı vazifelerinin önemini. "Masum insanları katlediyorlar" göz devirdi genç adam. "Besine ihtiyaçları var" ekledi bekçi "Ve babamın uğruna öldüğü bu yolda ölmek benim için şereftir." "Benimde bu yolda ölmemi istiyorsun" bekçinin gözlerine dikti gözlerini. "Sıradaki elçi sensin oğlum" Zhoso'nun bileğini tuttu, çemberi işaret etti "Onlar seni seçti." "Ya bunu yapmak istemiyorsam" mırıldandı Zhoso. "Onlar sana güveniyor; insanlara karşı acımasız ol." sözleri keskindi. "Neden yapıyoruz bunu neden? Anlamıyorum.." nefesini dışa verdi Zhoso "Baban neden bu yolu reddetmedi?" "Onlara hayatını borçlu ve öncesinde edilmiş bir bağlılık yemini var" cevapladı bekçi. Ama Zhoso onun gibi ,kendi hayatını, onlara borçlu olmadığını düşünüyordu. Başını iki yana salladı, kabullenmiyordu. "Gitme vakti" dedi bekçi. Gözlerini yumdu. Ölüm tarafından, elçi bir kez daha yükseldi; yeni kurban için. Kara kitabı Hindistan'da bir kapının önüne bıraktı ve gizlendi çemberin verdiği güçle. Ona dokunan ilk meraklı insan yeni kurban olacaktı. Büyükleriniz hep fazla merak iyi değildir derler. İnsan oğlu bir kez kâle alsa bu nasihatı belki de hayatını bu sebepten kaybetmeyecekti. Sebepler dairesinden bir sebep eksilecekti, ölüm için. Ama merak öyle bir şeydi ki; gideremediğinde içini kemirerek seni içten bitirirdi, giderdiğinde ise öğrendiğin bilginin ağırlığı altında ezilip, hayatından olabilirdin. Tıpkı okuldan yeni çıkmış eve gelen ikiz kardeşlerin defteri uzaktan görüp ona doğru yarış içinde koşmaları ve biletlerinin Harzon'a kesilmesi gibi. Ölüm bu defa deftere aynı anda dokunan bu ikizleri çağırmıştı. Zorla kafasını yerden kaldırdı İnduma, etrafına bakındı. Harzon'un karanlığı içine işlerken, ürpertici havasını soludu. Sonra yan tarafındaki baygın kardeşine endişe ile seslendi. "İshaan.." eliyle yavaşça dürttü "İshaan kalk..". Büyük bir baş ağrısıyla gözlerini araladı İshaan. Doğrulurken eliyle kafasını tuttu. "Ne var İnduma?" mırıldandı. "Etrafına bir baksana, burası bizim evin önü değil." kız korkmuştu. İshaan gözlerini bir kaç kez kırptıktan sonra etraf biraz netleşti, gözleri karanlığa alıştı. Bir kasabanın girişinde oldukları yan tarafındaki tabeladan okudu "Harzøn" . Burasının onların evi olmadığının farkındaydı "Görüyorum İnduma.". "Neden bu kadar sakinsin?" İshaan'a fark ettirmeden ona yaklaştı. "Yoksa sen korkuyor musun?" yukarıdan bir bakış attı kız kardeşine, erkek olmanın verdiği boy avantajını kullanarak. İnduma hızla geri çekildi "Elbette korkmuyorum" kafasını iki yana salladı, daha cesur görünmek için duruşunu dikleştirdi "Sadece buraya nasıl geldiğimizi merak ediyorum". "En son.." düşünüyordu İshaan "En son kara bir kitap hatırlıyorum, sonrası yok bende.". "Bende de" umutsuzca ona katıldı, sonrasında da derin bir nefes aldı İnduma "Evimize geri dönebilecek miyiz sence?". "Ben döneceğim sen burada canavarlara yem olacaksın İnduma" yamuk bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Tanrı Vishnu bizi korusun, bende eve dönmek istiyorum." gözlerini korkuyla büyüdü genç kızın. "Dalga geçiyorum, sakin ol" İshaan kolunu ikizinin omzuna attı "Eve beraber döneceğiz.". İnduma ve İshaan birbirlerine pek benzemeyen ve bir o kadar da rekabet içinde olan ikiz kardeşlerdi. Aynı gün, aynı anne ve babadan doğmaları dışında pek bir ortak noktaları olduğunu kabul etmezlerdi. Bazen birbirlerinden aşırı derecede nefret etselerde, zor zamanlarda daima birbirlerine destek olurlardı. "Peki, bir planın var mı?" bakışlarını kardeşine çevirdi İnduma. "Ayrılıp etrafı keşfetmeye ne dersin? Ben kasabanın içini turlarken, sen de şu ilerideki köşktekilerden yardım istersin." eliyle köşkü göstererek bir öneri sundu İshaan. İnduma gözlerini köşke çevirdi. Etrafı yüksek demirlerle çevirili ahşap bir köşktü. Çatısında da gözle görülebilecek kadar büyük bir sonsuzluk işareti vardı. Pencerelerine yoğunlaştığında içeriden hiçbir ışık kırıntısı gelmiyordu. Eski ve terk edilmiş görünüyordu tıpkı kasabanın öbür tarafı gibi. Göze batan tek yaşam belirtisi; ay ışığında parıldayan simsiyah tüyleri ile köşkün köpeği idi. "Bence oraya gitmeye gerek yok, terk edilmiş görünüyor." korkularını bahanesinin arkasına gizledi İnduma. Bu kadar ıssız görünen o gizemli köşke, iri yarı bir köpeği aşarak; tek başına girmek istemiyordu. "Yine de gidip bir baksan iyi olur, belki eve dönebilmek için bir şeyler buluruz." "Buranın nasıl bir kasaba olduğunu bilmiyoruz.. Karşımıza neler çıkabiliriz bilmiyoruz.. Birbirimizi tekrar nasıl bulacağımızı bilmiyoruz.. Ve sen ayrılıp, benden tek başıma o köşke bakmamı istiyorsun!" eliyle köşkü işaret ederken nefesini dizginlemeye çalıştı genç kız " Ben o köşke tek başıma gitmeyeceğim İshaan! Eğer çok bakılmasını istiyorsan beraber gideriz." sesi netti. "Çocukluk ediyorsun İnduma" küçümseyici bir bakış attı kardeşine İshaan. "Çocukluk mu?" kaşlarını çattı İnduma " Ben burada ikimizin güvenliğini düşünüyorum, sense bana çocukluk ettiğimi söylüyorsun". "Korkuyorsun." Sinirle nefesini dışarı verdi İnduma "Evet korkuyorum! Neyin nesi olduğunu bilmediğimiz bu kasabada başımıza kötü bir şeyler gelmesinden korkuyorum! Sen korkmuyor musun?". İshaan cevap vermeden kasabanın içine doğru ilerlemeyi tercih etti. Eğer konuşmaya devam ederse bu tartışma daha da büyüyecekti, biri susarak buna dur demeliydi. Bu sefer İshaan susan taraf olmayı tercih etti, İnduma da arkasından ilerlemeyi... Kasabanın dar taşlı yollarında adım adım yürüyorlardı. Gece kasvetten giydiği geceliği ile etraflarını saralı epey olmuştu. Onlara varlığını hissettirmek için kemikleri titreten soğuk nefesinden bir üfürük saldı üzerlerine ve bu alaca sessizliği bozmak için ağaç yapraklarına usulca okşadı. Ağaç yapraklarının hışıltısı göğe karışırken ikizlerin gözleri etraftaki döküntü evleri tarıyordu. O sırada İshaan; harabe evlerin ardına sinmiş, karanlıkla gizlenmeye çalışan bir çift gözün onları izlediğini fark etti. Daha sonra arkasından yürüyen kardeşinin bileğine yapışarak kendine çekti. Ardından "Sana bir şey diyeceğim ama panik yapmak yok. Tamam mı?" onun kulağına fısıldadı. İnduma kafasını "tamam" anlamında salladı. "İzleniyoruz." Bu tek kelime, buraya geldiklerinde içlerine ekilen korku tohumunu sulamaya yetmişti. Şimdi biraz gübre ile ne kadar büyüyeceğini görme zamanıydı. "Sakinim" dedi İnduma donuk bir yüz ifadesiyle etrafına göz gezdirirken " Ama onlar değil. Koşmalıyız!". Adımları hızlanırken, İnduma'nın aklından o gördükleri gitmiyordu. Karanlıkta dehşet saçarak parıldayan o gözler... "Canavarlar konusunda ciddi miydin?" gözünün ucuyla yanındaki kardeşine baktı. "Hayır" hızlı nefes alışverişlerinin ardından pek net olmayan bu kelime duyuldu İshaan'nın. Onlar koşuyorlardı. Var güçleri ile kaçmak için çabalıyorlardı. Ama ulaştıkları hiçbir yer yoktu. Bu daha çok canavarların ilgisini çekmeye yarıyordu. Etraflarını usul usul sararken korkularının kokusu ağızlarını sulandırıyordu. Neredeyse tüm kasabayı turlamışlardı. "Yoruldum"dedi İnduma durup dizlerinin üzerine eğilerek " Halâ peşimizdeler mi?". Her ikiside arkalarına dönüp baktılar. "Göremiyorum" dedi İshaan. Önlerine tekrar döndüklerinde yüzlerinin dibininde, bir nefes kadar yakın, yaratığın çirkin gülümsemesi onları selamladı. Çürük ceset kokan soluk, burunlarını sızlattı. "Son duanızı edin canlarım" dedi küçük bir kahkaha atarak yaratık. Titrek dizlerle geriledi ikizler. "Boşuna çabalamayın, kaçamazsınız" hançerini çıkardı. "Bize... Bize ne yapacaksın?" dedi İshaan. "Yiyeceğim" hançeri çocuğun boynuna dayadı. "Yapma lütfen" İndumanın yakarışları karıştı kasvetli geceye " Ölmek istemiyoruz". "Hiç biri istemedi güzelim. Burada Güneş battı, siz çoktan öldünüz bile." Hiç doğmayan Güneş idi ölümün habercisi. Dilenen merhametler boşaydı. Kaçış yolu tasarlanmamış bir oyundu. Giriş vardı, çıkış yok. Herkes kaybetmeye mahkum, kaç kişi olduğunun önemi yok. Onlara karşı hiç gücün yok. "Nefesin kesilmeden önce demek istedeğin bir şey var mı çocuk?" her kurbana sorarlardı bunu. "İnduma" dedi boğazındaki soğuk hançere inat zorla yutkunurken " En sevdiğin yeşil sarini parçaladığım için özür dilerim kardeşim, ben sadece mutluluğunu çekememiştim. Ama bak şimdi ölüyoruz. Beraber daha güzel vakitler geçirebilirdik aslında. Seni seviyorum." gözlerini yumdu çocuk hazırdı. "Bunun hiç önemi kalmadı şimdi İshaan." gözlerinden akan yaşları sildi kız " Asıl ben ilkokuldayken öğretmenin sana verdiği kalemi kırıp çöpe attığım için özür dilerim.". "Ne!'' gözlerini tekrar araladı ve kardeşine bakmaya çalıştı '' O kalemi kaybettiğimi sanmıştım. O zaman için çok üzüldüğümü gördüğün halde bana bir şey demedin!" sitemkardı sesi. "Küçüktük ve kıskanmıştım." başına öne eğdi kız. "Yeter! Sizin pişmanlık ve kavgalarınızı daha fazla dinlemek istemiyorum. Birbirinize veda edin" dedi yaratık. ''Hiç söylememe rağmen bende seni seviyorum ikizim. Beraber doğduk, beraber ölüyoruz; keşke beraber daha güzel vakitler geçirseydik'' dedi İnduma çaresiz bir ses tonuyla. Birbirlerine son kez sevgiyle baktıktan sonra iki kardeşin ruhlarını, bedenlerinden ayırdı. Bu sefer iki insanın adı kara kitaba kanları ile yazıldı. İki farklı ruh bir mezar taşına bağlandı. Gelen gidemiyordu. Aynı yolları yürüyor, benzer tepkileri veriyor ve yaratıklara yem oluyordu. Bu sefer bu işe bir dur deme zamanı gelmişti. Son elçinin ölümünden sonra Zhoso'nun elinde belirdi kara kitap. Yeni elçi şimdi kendisiydi ve o insanları kurban etme görevini reddetiyordu. Siyah mürekkep süzülerek ayrıldı kitaptan ve hükümdar kendini gösterdi. "Yapman gerekeni eski elçinin sana öğrettiğini farz ediyorum genç adam" dedi hükümdar yine maskesi ve pelerininin ardına saklanarak "Sen seçildin ve görevini layıkıyla yerin getirmeni temenni ederim". "Ben bunu yapmak istemiyorum." dedi Zhoso dik duruşunu koruyarak "O masum insanları katletmenize aracı olamam". "Masum insanlar..." dar odada bir kaç adım turladı hükümdar "Gerçekten masum olup olmadığını bilmediğin o insanları katletmemek için kendi canından olmaya değer mi?".
|
0% |