Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Kurtarıcı ♤ -10

@dylasa

 

Bir oyunun sallanan taşları

 

Kaideleri zorluyor

 

Kader aslını arıyor

"Seçilmiş... Seçilmiş... Seçilmiş..." gecenin bilinmez bir vakti kulağına bu fısıldamaların yuva yaptığı bir kız vardı. Tatlı uykusunu zemheri gibi bölmüştü. Duymamak için kulaklarını elleriyle tıkasa da bu yeterli değildi. Yattığı yerden doğruldu ve homurdanarak annesinin odasına ilerledi. Duyduğu seslerin normal olmadığını biliyordu. Ya kafayı yiyordu ya da bilinmez boyuttan varlıklar onunla alay ediyordu. Annesini ise pencere kenarında elinde siyah bir defterle düşünceli bir halde dışarıyı izlerken buldu.

"Anne" seslendi kısık bir sesle.

Kadın tüm düşüncelerini bir sis bulutu gibi dağıttı, kızına döndü.

"Elfania" dedi.

" Sana bir şey söylemek istiyorum." Her ikisinin de ağzından aynı anda çıkan bu sözcükler; zihinlerindeki olasılıkları bastırmaya çalışan kilise korosunun sesi gibi ahenkliydi.

Birbirlerine kısa bir bakış attılar. Her ikisi de hissediyordu aslında aralarında oluşan bir tür bu gerilimi, sözcükleri tam tanımlayamasalarda biliyorlardı içten içe.

"Odana geçelim Elfania" dedi kadın kızına kapıyı işaret ederek.

Kız başını sallayarak odasına ilerledi, yatağına oturdu.

"Önce sen anlat tatlım, dinliyorum" kızının yanına oturdu, onun ipeksi saçlarını eliyle kulağının arkasına yerleştirerek yanağını okşadı.

"Birilerinin bana seslendiğini duyuyorum" kulağındaki fısıltı sahiplerinin sanki onların konuşmalarını dinlemek için kulak kabartacaklarını hissettiğinden kısık sesle konuşmaya devam etti. "Bana seçilmiş diyorlar" dedi.

"Bende seninle bu konu üzerine konuşacaktım" düşüncelerini toparlamak için gözlerini bir kaç saniyeliğine yumdu "Sen sıradan biri değilsin benim güzel kızım; sen seçilmiş bir kurtarıcısın. Kurtarman gereken birileri var; onlara ulaşmalısın. Kulağındaki o sesler birer yardım çağrısı aslında" ardından devam etti.

"Kimleri, neyden kurtarıyorum? Hiçbir şey anlamıyorum anne" kız kaşlarını çatmış tüm olayın ciddiyetini sorguluyordu.

"Dünyada çok fazla acı çeken insanları cennete yollaman gerekiyor, tatlım" kadın zoraki gülümsedi ama etrafına taşan gerçeklikleri saklayamıyordu bu yalan gülümseme; saklayabilen tek şey gecenin siyahıydı.

"Sol elini uzat bana" dedi. Kız denileni yaptı. Kara defteri bıraktı kızın eline ve lanetin geçici elçiyi işaretlemesine izin verdi. Siyah bir çember çizildi önce, beklenen buydu lakin burada durmadı. Çemberin kenarlarından dalgalar çizilerek bir güneşi oluşturdu. Şekil tamamlandığında ani bir ışık patlaması saniyelik olarak tüm odayı aydınlattı. Her yer tekrar karardığında siyahla çizilmiş güneş; tüm aydınlığı içine çekerek ışıltılı sarı rengini almıştı.

Her ikisi de şaşkındı.

"Böyle olmamalıydı" diye mırıldandı kadın. Gözleri elçilik mühründeydi; kaşları çatıktı, anlam veremiyordu. Soydan devam eden bir elçilik görevi olmadığından belki Harzon kendi Güneş'ini seçmişti. Bilmiyordu. "Normalde bir çember şekli olmalıydı; zamansızlık ve mekansızlığın işareti. Bu mühür sana bazı güçler bahşeder; ışınlanma gibi. Mühre odaklanıp olmak istediğin yeri düşlediğinde ordasındır. Ama güneş mührünün güçlerini bilmiyorum Elfania; emin olduğum tek şey bunun o çemberden çok daha fazlası olduğu. Bunu deneyecek olan sensin. Son olarak, gittiğin yerdeki acı çeken insanların bu kara kitaba dokunmasını sağlayarak onları bu acılardan kurtaracaksın." dedi, kızının alnına bir buse kondurdu. Ardından kızının kulağına "Kurtarıcı" diyerek mırıldandı ve onun odasından ayrıldı.

Elfania odasından çıkan annesinin ardına baktı, ona seslenmek istedi sonra vazgeçti.
Duraksadı biraz; daha sonra kafasını iki yana sallayıp bir bileğindeki mühre bir de elindeki kara kitaba bakarak az önceki yaşadıklarını idrak etmeye çalıştı.

Bu dünya için fazla acısı olan insanları kara bir kitabın içindeki cennete göndermek; ah ne saçmalıktı.

Tuhaf bir rüya görüyor olmalıydı yine. Bunu anlamak için kendine bir cimcik attı ardından canının acısıyla sessiz bir çığlık kaçtı dudaklarından.

Rüya yoktu, kurtarıcı vardı. O halde bunu denemenin tam zamanıydı.

Ani bir kararla ayağa fırladı Elfania. Güneş mührüne odaklandı ve şehrindeki en yakın hastaneyi düşledi. Oradaydı.

İnsanları epey süzdü, bitkisel hayatta yaşam belirtisi olmayan bir adamda karar kıldı. Yavaş adımlarla ilerledi. Adamın elini kendi avcuna alarak ona yön verdi, kara kitaba dokunmasını sağladı.

Adam sarsılmalarla kara kitabın içine çekildi. Bilinçsiz bir insan Harzon tabelasının yanında uzanır bir hal aldı.

Defter ise geçici elçinin parmaklarının ucunda kalakaldı.

Bilinçsiz olduğu için korkunun izi olmayan adam tatsız tuzsuz bir yemekten farklı değildi onlar için.

Ah, neredeydi o intikamın tatlı tadı şimdi? Karın tokluğu yapmak için gönderilmişti sadece; hayatta kalabilmeleri için. Elçi ne zaman dönecekti vazifesine ya da ne zaman bakacaklardı çaresizlikten tükenmiş elçinin tadına?

İntikam olmuştu parangaları, mümkün müydü bundan kurtulmak?

Dengeleri tekrar oynayacak bir hamle geldi Elfania'dan. Sorguladı adamı gönderdikten sonra süslü cenneti. Diledi kısa bir anlık o kara kitapda olmayı ve başladı büyülü yolculuk Harzon'a. Güneş mührü taşıdı onu buralara; ışıldaması için Harzon'da.

Bir yalan olarak söylenmiş sözcükler, gizemli bir şekilde evrilmiş miydi kurtarıcı olmaya? Onları açlıktan öldürmediği için mi kurtarıcıydı yoksa Harzon'u bu makus talihinden kurtarması için mi sahipti bu mühre? Eğer öyleyse gerçek kurtarıcı kimdi?

-

Estetik gecenin en derin anı, dolunay zirvede. Aydan cama yansıyan bir ışık süzmesi ile geliyor uzaklardaki bir kasabadan, o. Eteğinde simler, kafasında ışıltılı bir taç; siyah lekeli maskesinin ardına gizlediği yüzü ile birinin yatak odasında. Elindeki sihirli bir toz ile uyandırılmayı bekleyen eski bir gölgede gizlenen karşısında.

Onlara sadece onlardan biri yardım edebilir, güven olmaz doğuştan insan olanlara. Yaşayan bilir acılarını, yanan bilir kıyametlerini. Hiltzailea duyar yardım çağrılarını.

Uyanması için üfledi uyku tozunu hükümdar eski halkından olan bir insana ve taze insan uyandı. Saygıyla selamladı hükümdarını.

"Bizlerin geçici bir elçiye ihtiyacı var Hiltzailea" hükümdar sağ eliyle onun omzuna dokundu ve hafifçe eğildi "Zhoso bize isyan etti, şuan Harzon'da ve kendisine müddet verildi.".

"Müddet" mırıldandı Hiltzailea kafasını iki yana sallayarak "Müddet".

" Oğlun için endişeleniyorsun, anlıyorum seni ama onun bir karar vermesi gerekiyor. Hem kendi için hem bizler için. Ben, doğru kararı vereceğine inanıyorum. Bu müddet sürecinde bizim ise geçici bir elçiye ihtiyacımız var ve senden başka güvenebileceğimiz kimse yok" dedi hükümdar.

Hiltzailea gözlerini yumdu, derin bir nefes aldı.

"Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi Hiltzailea?" Yeterince iyi anlaşıldığından emin olmak için sordu hükümdar.

Taze insan gözlerini açtı "Anlıyorum" dedi kafasını aşağı yukarı sallayarak "Benden kızımı istiyorsun".

" Irkımız için bunu yapar mısın, intikamımız için yanımızda yer alır mısın?" duygusuz ses tonuyla yapılan ve cevap olarak hayırın seçenek olmadığı bir soruydu bu, Hiltzailea bunu çok iyi biliyordu.

Artık bir insan olsa da Harzon'dan kaçış yoktu. Lanetleri bir çamur lekesi gibi yapışmıştı yakasına, çıkmıyordu. Sadece ona da değil tüm Harzonlulara; tüm insanoğluna. Gerçekten bir kurtuluş yok muydu?

Ne gölgede gizlenen olmak kolaydı, ne de bir insan. İkisini de tatmıştı. Üstelik evlatlarını feda ediyordu bu payidar lanette. Yorgundu bu savaşta. O sadece sessizce ve huzurla hayatını yaşamak istemişti. Fakat bu savaş bitmediği sürece isteği pek mümkün değildi. Harzonluları da anlıyordu, onları çaresiz bırakamazdı bu savaşta; orada olmanın çilesini biliyordu.

"Irkımız için" dedi Hiltzailea kesik kesik konuşarak "Kabul ediyorum".

Sol elinde kara kaplı defter belirdi.

Hükümdar konuştu "Onunla ne yapman gerektiğini biliyorsun." Bir adım geriledi, ellerini iki yana açtı "Tüm Harzon halkı sana minnettar." Ve geldiği gibi bir ay ışığı süzmesi ile geri döndü.

 

Loading...
0%