Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Müddet ♤ -8

@dylasa

 

Orada ölen ruhlar ağlıyor,
Ve o senin yüzünü kesiyor.
Gözlerindeki ölümü görüyor.
Ölüm saçan kasaba tarafından,
O yükselecek; doğru anı bekliyor.

"Masum insanlar..." dar odada bir kaç adım turladı hükümdar "Gerçekten masum olup olmadığını bilmediğin o insanları katletmemek için kendi canından olmaya değer mi?"...

Zhoso bakışlarını kulübenin küçük buğulu camına çevirdi.

"Öyleler veya değiller, ne fark eder ki? Kimse bu acımasızlığı hak etmiyor. En azından ben birine böyle bir şey yapamam, yapmam." sözleri keskin bir bıçak gibi biçti havayı.

Hükümdar yavaşça omzuna dokunarak Zhoso'nun kendine dönmesini sağladı.

"Biz hak ettik mi?"

Eğer hükümdarın yüzündeki beyaz maske olmasaydı; acının doğurduğu intikam hırsını, onun mimiklerinden çok rahat görebilirdi Zhoso. Lakin bu hırsı görebilmesi için mimiklere ihtiyacı yoktu, davranışları da kendini ele veriyordu.
Bu yüzden cevap vermemeyi tercih etti.

"Elçi.." dedi hükümdar sert bir sesle Zhoso'ya hitaben ".. mührünü uzat".

İstemsizce sol bileğine uzatırken genç adam dudaklarını birbirine bastırarak konuştu.

"Ben sizin elçiniz değilim."

Hükümdar siyah çemberin üzerinde parmağını iki kere döndürdükten sonra "Bunu sana verilen müddetin sonunda tekrar duymamayı umuyorum." dedi.

"Müddet?" sorarcasına hükümdara baktı Zhoso.

"Bileğindeki çember sonsuzluk işaretine tamamlanasaya kadar dokunulmazsın, sonrasında ise bu görevi reddedersen onlara yem olmaya hazır ol" dedikten sonra kara kitaba kendisi ile birlikte çekti onu hükümdar.

Herkes gibi Harzon tabelasının yanındaydı kendine geldiğinde. Hızla ayağa kalktı, eliyle alnını avuşturdu.

"Harzon" mırıldandı Zhoso "Gölgede gizlenenlerin kasabası.. Demek buradayım".

Gündüzlerine de geceler katılan kasabının sokaklarında korkusuzca yürümeye başladı.

Henüz dokulmazdı.

Ve bu sürenin sonunda onu bekleyen iki olasılık vardı; yaşamak ya da ölmek...

Hayır! Yaşamak için öldürmek; Yaşatmak için ölmek.

Fakat ölümü yaşatmanın garantisini vermiyordu.

Herkesi kurtarmasını sağlayacak üçüncü bir olasılık yok muydu?

Kasabayı turlamaya devam ediyordu Zhoso. Belki de Harzonlu biriyle konuşma şansı elde edebileceğini düşünüyordu aynı zamanda.

Onun adım seslerini duyan çocuk çetesi ise çoktan onu takibe almış kim olduğunu çözmeye çalışıyorlardı.

İçlerinden biri sessizce fısıldadı "Korkusunun kokusunu alamıyorum".

Diğeri ise karşılık verdi "Çünkü korkmuyor, akıllım".

"Onu yemek lezzet vermeyecek desene".

Başka bir diğeri koku alıcılarını aktifleştirdi ve ekledi "İnsane bir kokusu var ama garip bir şekilde bir Harzonluyu da andırıyor."

Onları sessizce dinleyip bir yandan da Zhoso'yu gözetleyen bir kız en sonunda dayanamayıp hepsini susturdu "Biraz sessiz olun." ardından Zhoso'dan gelen havayı kokladı "Ondan çok tanıdık bir kokuyu alıyorum. Bu.. Tıpkı.. ımm.." cümleleri zihninde topladı "Bu koku tıpkı Hiltezilea gibi kokuyor".

Bir kaçı daha kokuya yoğunlaşarak söz aldılar.

"Evet, anımsatıyor."

"Onun oğlu olmasın?"

"Ama o Dünya'ya gideli çok olmadı."

"Dünya'da ve burada zaman kavramı farklı işliyor yani oğlu olabilir" dedi yine o sessiz kız ve ekledi "Şimdi daha fazla konuşmadan takibe devam edelim. Onu gözden kaçırmamalıyız."

Zhoso'nun arkasından gizlenerek ilerlemeye devam ettiler. Ayrıca elçinin Harzon'a geldiği haberini alan diğer yaratıklarda Zhoso'yu gözetlemekteydi.
Zhoso ise, onu meraklı gözlerle izlediklerinin farkındaydı fakat buna aldırmayıp kasabanın meydanına kadar yürümeye de kararlıydı.

Harabe evlerin yanından, soğuk sokağın ortasından ve gökteki dolunayın ışığının altından ilerledi. Ürkütücü bir güzelleğiyle tüm bu kasaba kendisiyle birlikte kara bir kitabın sayfalarına tutsaktı. Tasarımı bitmemiş bir oyunun yapı taşlarıydı. Hayal ile gerçeklik arasında tutarsızca sallanan bir çanın mayhoş tınısı gibi uğursuz bir kasabaydı. Varlığına da yokluğuna da inanmak zordu. Lakin buraya ayak bastığında seni ölüme sürükleyen bu sürece adım attığını inkar etmek imkansıza yakındı.

Zhoso durdu; bileğindeki işarete baktı, henüz oldukça vakti vardı. Ona verilen bu müddet bir şeyleri değiştirmek için eline geçen tek fırsat olabilirdi.

Tek fırsat.

Tek şans.

Umut vardı.

Derin bir nefes aldı, kafasını bileğinden kaldırıp karşıya baktı.

"Beni izlediğinizi biliyorum, ortaya çıkabilirsiniz." kararlık vardı sesinde.

Hiçbir tepki yoktu kimseden.

Sesini daha da toklaştırdı bu defa "Ortaya çıkın.".

Karanlıkta, bir gölge süzüldü önüne; cesurca bu adım Lyra'dandı.

"Harzon'a hoşgeldin, elçi" boş gözlerini Zhoso'nun gözlerine dikti "Duyduk ki bize karşıymışsın, umarım kararından dönmezsin çünkü teninin cesur kokusu beni heycanlandırıyor. Tadına bakmayı isterim.".

Gizlenen kalabalığın dilinde Zhoso'nun, onlara ihanet eden bir elçi olduğu karanlıkta hızla yayılan bir ışık gibi yayılmış, zihinlerini aydınlatmıştı.

Zhoso duruşunu bozmadı.

"Ben sizlere karşı değilim, içinizdeki kine, intikam hırsına karşıyım".

Kasabanın kuytu bir köşesinden sıyrılarak biri daha geldi meydana, burada herkes ona Galle diye seslenirdi.

"Sen bize ihanet ettin elçi, bunun bedelini ödeyeceksin." Zhoso'ya doğru bir hamle gerçekleştirdi Galle.

Lyra Zhoso'nun önüne atılarak onu geri püskürttü.

"Sakin ol, Galle. Yemeğimi mahvetmeni istemiyorum" yüzünde alaycı bir gülümseme vardı "Ayrıca henüz ona dokunamazsın, süresi hala bitmedi. Tabi ki ona dokunduğunda hükümdarın sana yapacaklarını görmek istiyorsan aradan çekilebilirim.".

Galle bir adım geri çekildi, içindeki öfkesi aşağıda tuttuğu ellerinde yumruk gibi birikmişti.

"Dediğin gibi olsun Lyra" sert yüz ifadesini ise hala koruyordu "Ama süre bittiğinde onunla görüşeceğiz".

"Sizin canınızı yaktılar; zarar verdiler biliyorum, anlıyorum" Zhoso söze girdi.

Fakat Galle daha fazla devam etmesine izin vermedi "Anlamıyorsun!" bir hışımla bağırdı ona.

"Bizi ateşlere attılar, alev alev yaktılar. Bak şu halimize!" ses tonu oldukça yüksekti.

Zhoso önüne birikmiş kalabalığı süzdü, her biri ürkütücü bedenlerin içindeydiler.

"Gerçekte bu kadar çirkin olduğumuzu mu düşünüyorsun? Bizi bu hale onlar getirdi. Canımızı çok yaktılar. İçimizdeki sevgiyi öldürdüler. Biz kimseye zarar vermemiştik. Gölgede gizlenerek duygulardan besleniyorduk yalnızca. Şimdi ise onların bedenlerini, ürkmüş kalplerini istiyoruz!" nefesini dışına verdi "Hepsinin!".

"Fakat tüm insanlar aynı değil" dedi Zhoso.

"Bu kimin umrunda" yamukça gülümsedi. "Onlar insan!" kafasını iki yana salladı "Hepsi bunu hak ediyor." dedi ve arkasına dönerek karanlığa karıştı.

Galle kaybolduktan sonra Lyra'ya döndü Zhoso "Sende mi böyle düşünüyorsun?".

"Onlar bunu hak ediyor" dedi Lyra ve o da kayboldu.

Aralardan seçerek sordu Zhoso "Peki ya sen?".

Aldığı yanıt değişmedi. Bir çok kişi kafasını sallayarak kayboldu oradan.

"Hepiniz mi böyle düşünüyorsunuz?" bir umut arıyordu gözleri.

Fakat kalabalık bir bir terk edince ortamı işinin oldukça zor olduğunu anladı. Yere çöktü, umutsuzca çenesini eline yasladı. Bir çözüm yolu bulmalıydı. Gözlerini kapadı ve beyninin derinliklerini zorladı. İki seçeneğin arasında kapana kısılmış hissediyordu. Ne yapacağını bilmiyordu.

Can almak mı?

Canından olmak mı?

İkisini de kabul edemezdi.

Gözlerini tekrar açtığında küçük korkutucu bir kız ona bakmaktaydı. Kanlı elleriyle yavaşça omzuna dokundu onun. Kızın Zhoso ile konuşmak istedikleri vardı ve bunu kalabalık dağıldıktan sonra yapmak diğer Harzonluların tepkisini çekmemek için seçtiği bir yoldu.

"Sen.." dedi "Çok farklısın, bunu biliyorsun değil mi?".

Bu onun Hiltezelia ile kan bağı olduğunu iddia eden o sessiz kızdan başkası değildi.

Zhoso hiçbir şey anlamamıştı. Ondan daha açık konuşmasını istedi.

"Kalbinde bir insanın acımasızlığı yok, bir Harzonlunun intikamı yok. Onlar sadece asla görmedikleri sevginin soğukluğunu yaşıyorlar ve yaşatıyorlar. Ben sana inanıyorum; sen kimsenin sana sunmadığı o üçüncü tercihi seçebilirsin." hiçbir kelimesinde vurgu olmadan fısıltı ile konuşuyordu kız.

"Bunu nasıl yapacağımı gerçekten bilmiyorum" dedi Zhoso bir yanıt ararcasına kızın gözlerine baktığında.

"Çözüm sensin Zhoso." elini onun omzundan çekti.

"Adımı nereden biliyorsun?" sorarcasına baktı Zhoso.

"Buraya gelen insanların üstünde onların göremeyeceği şekilde isimleri yazar" hafifçe tebessüm belirdi yüzünde "Ama hayır seninkinde belirmiyor sadece künyenden okudum. Farklısın Zhoso çok farklı. Sen hem Dünya'ya aitsin hem buraya fakat bir yabani değilsin. ".

"Bu da nasıl oluyor?" Zhoso bir anlam arıyordu derinlerde.

Harzon'a ve Dünya'ya ait olmak... Ne demekti bu? Kendini hiç bir yere ait hissedemezken üstelik!

İnsane bir Harzonlu... Gerçekten var olamayan bir kasabaya, bitmemiş sanal bir haritaya, bir hayal dünyasına ait olmak; kabullenesi bir şey miydi?

"Zamanı gelince anlayacaksın."dedi kız soğukça, arkasına döndü "Sana bir ipucu benden; Danxin'i bul." sağ eliyle ona tersten bir veda işareti yaptı ve gitmeye yeltendiğinde Zhoso onu durdu.

"Dur bir dakika, senin adın ne?" merakı ile dilinden dökülen sözcüklere yön verdi.

"Adım Cien" yanıtladı "ve sana bu müddette başarılar; zira acele etmezsen her şey için çok geç olacak . Sürenin yarısı doldu oldu bile.".

Gölgelere bürünen Cien'in ardından teşekkürle baktı Zhoso. Harzonluların içindeki tüm duygunun intikam alevinden ibaret olmadığını kanıtladığı için ona minnettardı. O derin karanlık bir kuyunun dibinde sıkışmışken, Cien ona bir ip uzatmış ve oradan çıkarmıştı. Şimdi kendisinin doğru yolu çizmesi ve bu yönde ilerleyici hamleler yapması gerekiyordu.

Hala müddeti vardı.

Umut vardı.

Kararan ruhlardan oluşan bu kitabı aydınlığa kavuşturmayı, yazılan yazıları artık kanla değilde bir kalemin ucundan kağıda naifçe süzülen mürekkebe dönüştürmeyi başarmak istediği tek gerçekti.

Peki ya evren buna izin verecek miydi?

 

Loading...
0%