Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Tavan Arası ♤ -9

@dylasa

 

Sise sarılmış bir kasaba,

 

Gizlemiş sırları;

 

Açığa çıkmayı bekliyor.

 

Ölümün elçisi dengeyle oynuyor.

Varlık, yokluk...
İntikam, af...
Ölüm, yaşam...
Hapsolmak, kurtuluş...
Umut, çaresizlik...
Çabalamak, tükenmişlik...
Ve bu ikilemlerin arasında gidip gelmek idi bazen sağa bazen sola yalpalanmak.
Zhoso'da yalpalanıyordu bir yolda. İnsanları ölüme çeken bir elçi olmasıyken görevi; onları yemek olma acısından kurtarmaya çalışmaktı amacı, kendisi yem olmadan tabiki.

Harzon'un soğuk yollarında yürüyordu diline dolanmış bir isimle. "Danxin.. Danxin.." duyulmasa da mırıldanıyordu aradığını. Bilmiyordu nereye gideceğini. Bilinmezin içinde bir bilinmezi arıyordu. Zor olanda buydu. Ayaklarının kontrolünü tamamen sezgilerine devretmişti; onu süre dolmadan önce bulma dürtüsü ile tutuşmuş zihni, zonklatırken başını.

Yaprak hışırtıları ve Zhoso'nun belirsiz adımlarının çıkardığı tak tuk seslerinden başka en ufak bir çıt çıkmayan kasaba, bomboş olma illüzyonu ile kendini gerçeklikten gizliyordu. Kimseye rastlamadan Zhoso, Danxin'i arıyordu. Kimdi, nasıl biriydi bilmiyordu. Elinde tek bir isim ve umudu vardı sadece.

Kasabanın ormanlık yoluna yöneldi adımları. Ağzından çıkan tek bir sözcükle ayaklanıp üzerine atılacak gibi duran ağaçların yanından hızla nefesini tutarak ilerlemeye devam etti. Ve ahşap bir kulübe gördü. Bu kulübede bir Harzonludan başka canlı bulunmayacağına adı kadar emindi. İçeri girip orada yaşayan yaratığa bir şeyler sorabilirdi ve belki Danxin hakkında bilgi toplayabilirdi.

Kulübenin basamaklarını çıkarak kapıyı eliyle yavaşça itti; tüyleri ürperten bir gıcırdı ile açıldı kapı. Bir adım içeri girdi; göz gözü görmeyen karanlık holde durdu.

"Merhaba" seslendi boşluğa.

"Burada yaşayan biri var mı?" biraz durdu, cevap bekledi.

"Ben Elçi" dedi her ne kadar bir elçi olma görevini benimsemese de.

Biraz daha bekledikten sonra tavandan bir takırtı geldi. Gözlerini yukarı kaldırdığında açılan tavan arası kapısından elinde gaz lambası ile bir kız belirdi. Kızın yüz hatlarını, gözünü kamaştıran ışıktan pek göremese de sesi oldukça netti.

"Elçi, yukarı gel" dedi kız fazla bağırmamaya özen göstererek ve katlanabilir bir merdiven açtı aşağı doğru ardından gaz lambasını Zhoso'nun önüne tutarak onun yukarı tırmanışına görüş kattı. Zhoso'da ışığa doğru merdivenden yukarı çıktı. Ardından kız, katlanabilir merdiveni toplayarak kapıyı kapattı ve beyaz elbisesini silkeleyerek ayağa kalktı.

"Benimle gel" dedi on adım kadar ileride bulunan kanepelere yönelerek.

Tekli koltuğa oturması için, genç misafirine el etti ardından elindeki gaz lambasını onun önünde bulunan orta sehpaya yumuşakça bırakarak karşındaki ikili koltuğa yerleşti.

"Hoş geldin elçi" dedi gözlerini önünde birleştirdiği ellerinden alarak ona döndü "Sana nasıl yardımcı olabilirim?".

Zhoso, o sırada gözleri ile bulunduğu çatı katını tarıyordu. Oturdukları koltukların biraz daha ilerisinde düzgün bir yatak; yatağın bir tarafında karanlıktan tam rengini seçemediği klasik tarzda bir dolap, diğer tarafında ise çerçevesi ne kadar eski tarzda olursa olsun gerçekleri göstermekten asla şaşmayacak bir ayna vardı. Ve kasabanın diğer kısmına göre burası sanki Harzon'a ait olmayan tek yerdi çünkü burada korkunç olarak nitelendirilecek hiçbir şey yoktu. Bir kadın eli değdiği bariz belliydi.

Bir kadın eli...

Bir canavar değil de kadın...

Gözleri hızla önünde oturmakta olan kıza kaydı; zihnindeki bir çok soru dilinden çıkmak için sıraya girdi.

Neden bir canavardan ziyade insane bir görüntüsü vardı? Bu çatı katında o bile ürkütücü değildi.

"Sen nesin?" oldu Zhoso'nun dudaklarından kaçan ilk soru.

Nasıl yardımcı olabilirim diyen biriyle bu şekilde konuşmaya başlamak biraz aptalca görünse de, temelden başlamak en doğru olanıydı.

"Ben ne miyim?" kız hafifçe gülümsedi kendini göstererek, daha sonra ekledi "insanım" kafasını yana eğdi hafifçe "ama sende haklısın burada yaşayan bir insan pek bulunmaz" .

"Pek?" dedi sorarcasına Zhoso "Burada hiçbir insanı yaşatmazlar. Sen buraya ne zaman geldin ve nasıl hala hayattasın? " şaşkındı ve onunla konuştuğunu kimse duymaması için adeta fısıldarcasına konuşmuştu.

"Fısıldamana gerek yok, duymazlar bizi burada" fısıldadı kız öne eğilerek sağ elini dudağının soluna koyarak birilerinin duymasını engellemek istercesine sonrada tebessüm ederek geri çekildi ve sorusunu cevapladı.

"Sevdim" nefesini verdi "Bir canavarı sevdim ve benim bir canavarı sevmemden ziyade ben bir canavar tarafından sevildim. O da bana zarar vermedi. Çocukken geldim buraya korkmadım hiçbir şeyden, ondan da... " bulunduğu tavan arasını işaret etti "Beni burada muhafaza ediyor, herkesten gizliyor ve ben de ona yardımcı olmak adına korkumu dizginleyerek hiçbir şeyden korkmuyorum. Ölümden bile." cesurca gülümsedi.

"Her biri o kadar kin dolu görünüyor ki insanlığa; senin yaşamana müsade etmiş bir Harzonlu olduğunu görmek bizim için gerçekten umut olduğunu gösterir." diyerek cevapladı Zhoso.

"Hakkında söylenenleri duydum Elçi. Sırf daha fazla insanı kurban etmemek için buradaymışsın. Ve eğer kararından dönmez isen diğer insanlar gibi senide yiyecekler." dedi kız.

"Şimdilik öyle görünüyor ama ben bu seyri değiştirmek istiyorum. Hem daha fazla insanı kurban etmekten hem de Harzonluların içlerini kasıp kavuran intikam duygusundan kurtarmak istiyorum." hafif öne eğildi kızın gözlerine kenetledi gözlerini; oldukça kararlı görünüyordu.

"Keşke her şey bir intikam duygusu kadar basit olsa" dedi kız kafasındaki tacını düzeltirken.

"Nasıl yani?" dedi Zhoso.

"Demek istediğim onlar insan eti ve korkularından besleniyorlar. Onlar için bir besin bu; ellerinden besinlerini alırsan yaşayamazlar. Ve onları tamamen yok edecek biri olmadığını da düşünüyorum Elçi. Çünkü ben Wakupha'ya zarar gelsin istemem, sende burada olduğuna göre onlar kadar acımasız değilsin." Beth'in mavi gözleri üçgen camdan sızan ay ışığı ile ışıldadı.

"Peki ya sen..?" Duraksadı Zhoso cümlesini toparlamak istercesine "Sen.. Hadi yaşamana izin verdi bir yaratık ama normal bir insanın yaşamak için olan ihtiyaçlarını nasıl giderdin?".

"Ben burada, onlarla büyüdüm" gözleri yukarı kaydı kızın gülümseme ile " Onlardan pek farkım yok türüm dışında. Benim için zor olan tek şey karanlık bir tavan arasında sıkışıp kalmak. Burada ne kadar çok bunaldığımı tahmin edemezsin. Bizi buradan kurtar Elçi" çare ararcasına gözlerine odaklandı Zhoso'nun tekrar.

Ciğerleri sıcak alevin dumanları ile birlikte intikam hırsıyla dolarken gölgede gizlenenler de kurtarılmayı bekliyorlardı. Şimdi ise aralarında büyümüş bir kız ve yemek olarak seçilecek insanlar kurtarılmayı bekleyenlerdendi. Peki ya Harzonlular? Onlarda halâ içten içe istemiyorlar mıydı bu umutlarını emen düzenden kurtarılmayı?

Hepsi medet umuyordu.

Zhoso yüzünü sağ eliyle sıvazladı, düşünüyordu. Onları kurtaracak adımı bulmalıydı. Kendisi farklıydı; bunu hissediyordu ama ne yapması gerektiğini hala tam olarak bilmiyordu. Ah sıradan bir insan olup hayatına devam etse, sıradan dertlerle kafasını yorsa yaşam daha tatlı olmaz mıydı?

"Deneyeceğim" dedi ve aşağıdan duyulan takırtı ile gözleri kapıya kaydı ardından kıza tekrar baktı.

İkisi de sustu.

"Beth!" gür bir sesle irkildi ikiside.

"Beth!" dedi aynı ses tekrar.

"Wakupha" mırıldandı Beth "Burada olduğunu farketmiş olmalı" dedi elçiye hitaben ve tavan arası kapısını açmaya yöneldi.

"Beth! Kim var orada" hızla yukarı tırmandı merdivenlerden Wakupha. "Tahmin ettiğim gibi" dudağını ısırdı. "Elçi" dedi alev saçan kızıl gözlerini Zhoso'ya dikerek ardından ona ilerledi. "Elçinin burada ne işi var, Beth?" gergin çenesinden sözcükleri keskince çıkardı.

"O bize yardım edebilir belki" dedi Beth, Wakupha'nın sağ kolundan tutarak biraz gerilemesini sağladı.

Wakupha'nın gözleri anlık olarak kıza kaydı "Bu mu bize yardım edecek?" eliyle Zhoso'yu işaret etti "Bize ihanet eden bir elçi mi? Bize yardım etmek istiyorsa bize insan getirmeliydi" sesinin gürlüğü tüm tavan arasını sarstı.

Beth bu cümlelerden sonra Wakupha'nın kolunu bırakarak elçinin önüne geçti, tek amacı Wakupha'nın göz kadrajına girmekti.

"Bir insan mı istiyorsun? Ben bir insanım. Ye o zaman beni, al sana bir insan. Madem çok açsın doyur karnını." hayal kırıklığı vardı kızda, sevdiğinin bir canavar olduğunu hatırlatmıştı bu sözler ona.

"Saçmalıyorsun Beth" karanlık gözlerini Beth'den çekerek pencereye ilerledi Wakupha "Sana zarar verebileceğimi nasıl düşünürsün?" bakışları dolunaydaydı "Ay ışığım olmadan nasıl var olabilirim ben? Söyler misin bana bir gölge ışık olmadan nasıl devamlılığını sürdürebilir?".

Beth suskundu. Bir gölgede gizlenenin ışığı olmuştu, onun yaşam eviydi. Fakat bu içlerine hapsoldukları durumdan da kurtulmak istiyordu.

Wakupha sözlerine devam etti "Ama bu elçi bozmasına güvenmiyorum, o bize karşı geldi." elçinin karşına dikildi.

"Ben ona inanıyorum ve amacının size zarar vermek olmadığını; bizi, içine düştüğümüz bu durumdan kurtarmak istediğini biliyorum." Arkasından omzuna dokundu Beth Wakupha'nın "Ona bir şans ver, benim için.".

Wakupha ani bir atakla arkasına döndü ve tavan arası kapısına ilerledi. "Benimle gel Elçi" dedi ve merdivenlerden aşağı inerken sert bir ses tonuyla ekledi "Sen kalıyorsun Beth".

 

Loading...
0%