Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm: Kalpsiz Gece - Duygusuz Aydınlık

@dylasa

Karanlık geceye zincirlenmiş, şehrin ışıkları sönmüş. Görkemli şatoda yanan sadece bir mum kalmıştı geriye. Yavaş yavaş eriyerek kocaman odayı aydınlatabilmek için heba ederken kendini, Andora gözlerini dahi kırpmadan yanan mumu izliyordu. Belli ki uyku girmemişti gözlerine. Vücudu dipdiri, zihni ise sorgu mâlikesi kesilmişti.

Duygular neden zayıflıktı? Neden söküp almışlardı kalplerini? Küçücük bir bebekken, daha hayatı bile tanımadan, neden o sıcak dokunuşu hissetmekten yoksun bırakılmışlardı? Duygularını kaybettikleri o an, aynı zamanda insanlıklarından da mı bir parça eksilmişti? Yoksa kalpsiz olmak, onları daha mı güçlü kılıyordu?

Andora , İzrakaya Hanedanı'nın bir üyesiydi ve bu kader, hanedanın kadınlarına doğar doğmaz biçiliyordu. Kalpleri alınarak, duygusuz birer yönetici olmaları sağlanıyordu. Onların kalpsizliği, hanedanı yüzyıllardır güçlü tutmuştu, fakat bu güç gerçekten değer miydi bu denli duygusuzluğa?

Mumu eline alarak hissizce oturduğu yerden kalktı. Gıcırdayarak açılan tahta kapıdan odasının dışına çıktı. Taş merdivenin kıvrımlı korkuluklarından tutunarak ufak adımlarla büyük salonun merkezine indi.

"Leydim" dedi arkasından bir ses. Andora durdu, göz ucuyla ona seslenen adama baktı. "Bu saatte neden hala ayaktasınız?" ses sahibi hızlanarak Andora'nın yanına geldi.

Ses sahibinin yüzünü görebilmek için mumu ona doğru doğrulttu. "Uyku tutmadı. Ya siz, siz kara şövalye, neden uyuyup dinlenmiyorsunuz? Yol yorgunuydunuz."

"Biz şövalyelerin uykusu tüy kadar hafiftir. Tıkırtıya bakmak için kalktım. Neyse ki sizmişsiniz."

Andora yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirdi. "Benim ya," dedi. "Bahçede biraz yürüyüş yapacağım." Mumu üfleyerek söndürdü. "Dilerseniz siz de katılabilirsiniz." Koca kapıdan dışarı adımını attı, şövalye de ona eşlik etti.

"Hayatımın tamamını bu ülkede, çoğunlukla bu şato sınırları içinde geçirdim. Anlatsana kara şövalye, dışarısı nasıl bir yer? Sen dolaşıyorsun, savaşıyorsun."

"Leydim, inanın bana dışarısı da farklı değil. İnsanlar her yerde aynı; aynı hırslar, aynı korkular, aynı hayaller... Sadece dekor değişiyor. Bir yerde taş duvarlar arasında yaşıyorsunuz, diğerinde ağaçlar ve gökyüzü altında."

Andora derin bir nefes aldı, bahçede attığı her bir adımda gecenin serinliği yüzünü okşadı. "Peki ya özgürlük? Dışarısı özgürlük kokmuyor mu? Biz burada tutsak gibi yaşıyoruz. Duygusuz, hissiz, mekanik birer varlık... Sadece hanedanın, ülkenin çıkarları için var olmuş gibi."

Kara şövalye, biraz duraksadı. "Özgürlük bir yanılsamadır, leydim. Herkes bir şeylere bağlıdır. Kimi aşkına, kimi nefretine, kimi de görevine. Siz kalpsiz olduğunuz için tutsak değilsiniz. Kalbinizin olmaması, duygularınızın olmaması, sizi bu kadar sorgulayan bir zihne sahip yapıyor belki de..." gözleri Andora'nın düşünceli yan profiline değdi; kafasını iki yana salladı, bakış açısını değiştirdi; kaşlarını çatarak konuştu "Belki de sizin için özgürlüğü bulmanın yolu, kaybettiğiniz duyguları yeniden keşfetmekten geçer."

"Duyguları keşfetmek mi?" Şövalyenin son sözünün mantıksızlığı ile ona döndü. "Eğer duyguları olan biri bu cümleyi bir İzrakaya'ya kurduğunu görse kahkaha atardı. Çünkü bu dediğin imkansız." Kafasını iki yana salladı. "İnsanları gözlemleyip nerede nasıl tepki vereceklerini öğrenebiliyorum. Mantığımı kullanarak yaşadığım olaylara göre çıkarımlar yaparak o duygunun maskesini takabiliyorum ama bak, tam şurada..." İşaret parmağını şövalyenin sol göğsüne bir iki defa bastırdı. "Tam şurada hiçbir şey hissetmiyorum. Çünkü kalbimi aldılar."

Şövalye, Andora'nın gözlerine derinlemesine baktı. "O zaman dediğim gibi, özgürlüğü bulmanın yolu, kalbinizi yeniden kazanmaktan geçebilir," dedi. "Duyguların maskesini takmakla yetinmeyin. Onları gerçekten hissetmek için cesaret gösterin. Belki de bu, sizi tutsaklıktan kurtarır." Şövalyenin gözleri uzaklara kaydı "İmkansız değil," diye fısıldadı. "Sadece daha derinlere inmek gerekiyor."

Andora'nın gözleri şövalyedeydi, zihni ise söylediklerini tekrara almıştı. Kalbini yeniden kazanmak? Nasıl mümkündü bu? İzrakaya Hanedanı'nın kadim geleneklerine göre, kalbi bir kere alınan kimse, onu bir daha asla geri kazanamazdı. Bu, bir tabuydu. Ama belki de bu tabu, sadece bir yanılsamaydı.

Kaşlarını kafa karışıklarıyla çattı "Geç oldu, artık biraz dinlenseniz iyi olur," dedi, sessizliği bozdu.

Şövalye, bu teklife tebessüm etti ve başını hafifçe eğdi. "Evet, belki de dinlenmek iyi olur," dedi içtenlikle.

Andora başıyla onaylayarak geri çekildi ve adımlarını şatoya çevirdi, şövalyede yanından ilerledi. Şatoya girdiklerinde, Andora ve şövalye birbirlerine dönerek göz göze geldiler, saygıyla başlarını eğdiler.

"İyi geceler, leydim," dedi şövalye, derin ve alçak bir tonda.

Andora da "İyi geceler, kara şövalye," dedi aynı tınıyla kimseyi uyandırmamak adına.

Şövalye başını hafifçe eğerek uzaklaştı, adımları karanlık koridorlarda kaybolurken, Andora derin bir nefes alarak merdivenlerden odasına doğru çıktı. Kendini yumuşak yatağına bıraktı. Gözlerini karanlığa dikti ve düşüncelere daldı. Kalbinin izini sürebilmek için nereye bakmalıydı? Hanedanın yasak bölgesine mi gitmeliydi? Yoksa yaşlı bilge kadınların hikayelerini mi dinlemeliydi?

"Ah, tüm bunlar saçmalık," mırıldandı kendi kendine. Yastığını alıp yüzüne bastırdı. "Artık düşünmeyi bırak ve uyu Andora" boğuk sesiyle kendine telkin verdi. Gözlerini yumarak uyumayı denedi.

Sabahın ilk ışıkları odasının büyük penceresinden sızarken, hizmetlisi Martha sessizce odaya girdi, pencereyi açtı, ardından Andora'nın yanında diz çökerek onu nazikçe uyandırdı. "Leydim, uyanma vakti geldi," dedi yumuşak bir sesle.

Martha, Andora'nın çocukluğundan beri yanında olan, onun bakımında büyük rol oynamış güvenilir bir hizmetkardı. Orta yaşlarının sonlarında olan Martha, yılların getirdiği bilgelik ve tecrübeyi yüzündeki ince çizgilerde taşıyordu. Hafifçe kırlaşmış koyu kahverengi saçları, başının arkasında sıkı bir topuz halinde toplanmıştı. Gözleri ise Andora'nın her halini bilen ve onu en zor zamanlarında bile destekleyen bir anlayış ile bakıyordu.

Andora gözlerini araladı ve birkaç saniye boyunca nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra, Martha'nın sıcak gülümsemesiyle karşılaştı. "Günaydın, Martha," dedi uykulu bir sesle. "Ama ben kalkmak istemiyorum." Uykusunu alamamıştı. "Bugün beni biraz idare edemez misin," üzerindeki örtüye sarıldı.

"Üzgünüm Leydim ama bugün önemli bir gün. Kalkmanız gerekiyor"

Andora gözlerini tamamen açtı ve doğruldu. " Önemli bir gün mü? Ne oldu?"

Martha, yumuşak ama kararlı bir tonla konuştu. "Leydim, bu akşam Nexarion bölgesinin dük ve düşesi şatoya gelecekler. Yönetimle ilgili önemli haberler ve planlar getireceklerini söylediler. Ülkemiz için büyük bir öneme sahip olan bu toplantıya hazırlanmanız gerekiyor."

Andora'nın yüzünde düşünceli bir ifade belirdi. "Dük ve düşes mi? Neden bu kadar ani bir ziyaret? Ne tür haberler getirebilirler?"

Martha, Andora'nın sabahlığını getirdi ve ona yardımcı oldu. "Detayları bilmiyorum leydim, ama hanedanın geleceği ile ilgili kritik kararlar alınacakmış. Yönetim konseyinin tüm üyeleri bu akşam burada olacak. Sizden de katılım bekleniyor."

"Katılalım o zaman," aynanın karşındaki sandalyeye oturdu.

Martha, Andora'nın siyah saçlarını toplarken konuşmaya devam etti. " Her şeyin yolunda gitmesi için şato personeli hummalı bir çalışma içinde. Hazırlıkların eksiksiz olmasını sağlamak için üzerimize düşeni yapıyoruz. Siz de en iyi şekilde görünmelisiniz leydim."

Andora, Martha'nın sözlerini dikkatle dinlerken başını salladı. "Haklısın Martha."

Martha, Andora'nın hazırlıklarını tamamladıktan sonra konuştu: "Leydim, artık kahvaltıya inebilirsiniz."

Andora, Martha'nın nezaketine karşın başıyla onayladı ve onun eşliğinde aşağı kata doğru ilerledi.

Kahvaltı salonuna adım attığında, Kral Remington ve Kraliçe Isolde masada yerlerini almış kahvaltılarını ediyorlardı. Kral Remington, Andora'nın gelişini fark eder etmez yüzünde sahte bir gülümsemeyle ona doğru döndü. Üvey baba rolünü oynamak için hep bir çaba içindeydi, ancak samimiyetsizliği gözlerden kaçmıyordu.

"Ah, Andora. Hoş geldin," dedi yapmacık bir nezaketle. "Günaydın. Umarım iyi bir gece geçirmişsindir."

Kraliçe Isolde ise sessizliği tercih ediyordu. Yalnızca kısa, neredeyse belirsiz bir tebessümle Andora'yı selamladı. Andora, üvey babasının sahte ilgisine karşılık vermek için sadece bir "Günaydın" ile yetindi ve sofradaki yiyeceklere odaklanmaya çalıştı. Ancak Kral Remington'ın gözlerinin hâlâ üzerinde olduğunun farkındaydı; bakışları, dikenli bir gölge gibi onun etrafında dolaşıyordu.

Bir süre daha sessizce izleyen Kral, yüzündeki yapay gülümsemeyi bozmadan yeniden söze girdi. "Andora, bugün önemli misafirlerimiz geliyor, biliyorsun," dedi, sesi ciddi ama sahte bir sıcaklıkla doluydu. "Onları en iyi şekilde ağırlamalıyız, bu yüzden onlarla geldiklerinde senin ilgilenmeni istiyorum"

Andora, başını salladı. "Tabii, Kral Remington," dedi. "Gerekli hazırlıkları yapacağım."

Kral, bu cevaptan memnun olmuş gibi görünerek kahvaltısına geri döndü. "Ve unutma," dedi, dudaklarında tekrar beliren o sahte tebessümle. "Bu akşamki toplantıya da katılmayı ihmal etme."

"Elbette," diye fısıldadı Andora, gözlerini hafifçe kısarak ona bir bakış attı. Nasıl olur da ihmal edebileceğini düşünürdü ki? O, bu krallığın geleceği için özel olarak yetiştirilmekteydi; böyle önemli bir görevi gözden kaçırmak mümkün müydü?

Kral, Andora'nın cevabıyla tatmin olmuş gibi görünse de, gözlerinde belli belirsiz bir kuşku parlıyordu. Onun varlığı, her zaman Kral'ın huzurunu kaçırmış gibiydi. Andora, sarayın köşesinde silik bir figür değil, tahtın varisi olarak doğmuştu ve Kral Remington'ın kalbinde bu gerçeğin yarattığı rahatsızlık hep bir iğne gibi batıyordu.

Andora ise sessiz, dıştan sakin görünen ama içi fokurdayan bir deniz gibi duruyordu. Kendi gücünü biliyordu, bir gün bu sarayın duvarlarını aşacak, bu soğuk ve yapmacık krallığın ötesine geçecekti. Buna inanıyordu.

Masadan kalktığında, gözleri yeniden Kraliçe Isolde'ye kaydı. Isolde, hâlâ sessizdi, ama bu sessizliğin altında neler gizlediğini Andora çözmeye çalışıyordu. Kraliçe, her zaman bir sis perdesi arkasında durur, asla gerçek düşüncelerini açık etmezdi. Ama bir gün, o perdeyi kaldırmayı başaracaktı. Zihninde yüzlerce soru dolanıyordu: Kraliçe annesi olmasına rağmen sorguluyordu bazen; gerçekten dost muydu, yoksa o da üvey babası Remington gibi bir tehdit mi?

Koridorlarda yürürken ayak sesleri taş duvarlarda yankılandı. Dışarıdaki soğuk rüzgâr pencerelerden içeriye sızıyor, koca sarayın içindeki soğukluğu daha da derinleştiriyordu. Andora'nın omuzlarına bu soğuk hava dokunsa da içindeki ateş hiç sönmüyordu. Bugün misafirleri ağırlayacaktı, ama gelecekte krallığın dizginlerini ele alacaktı. O günü bekliyordu, sabırla ve kararlılıkla.

 

Loading...
0%