
Ağaçların arasında salınan ince bir sis, zemindeki yaprakları sarmalarken kuzgunların uzaklardan gelen yankılı sesleri havayı dolduruyordu. Geceyi yırtan bu tiz ötüşler, sanki doğanın kendisine fısıldayan kadim bir şarkının notalarıydı. Andora ve Mortimer, bir kez daha büyülü kapının önünde duruyorlardı.
Mortimer, sessizliği bozan ilk kişi oldu. "Tekrar buradayız," dedi, dudaklarında bir tebessümle. Gözleri, kapının işlemeli yüzeyinde gezinirken farkında olmadan başını sallıyordu.
Andora, bakışlarını Mortimer'in yüzünde sabitledi. Onun bu rahat tavırlarını gözlemlerken, gözlerinin içindeki hafif kıvılcımı fark etti. "Bundan zevk alıyorsun, değil mi?" dedi, sakin bir sesle.
Mortimer, Andora'nın bu beklenmedik yorumuna şaşırmış bir ifadeyle döndü. "Neyden zevk alıyorum?" diye karşılık verdi.
"Tehlikenin kıyısında olmanın verdiği keyiften," diye yanıtladı Andora, gözlerini kapıya çevirerek. "Sana güç verdiğini hissediyorsun. Bunun farkındayım."
Tam o sırada, aralarındaki bu tuhaf diyalogu bölen bir ses duyuldu. "İki saattir sizi bekliyorum. Sonunda geldiniz," diye söylenerek bir bastonun ritmik vuruşlarıyla ilerleyen yaşlı bilge, ağaçların arasından göründü. Sesi, yorgun bir rüzgar gibi çatallı ve huysuzdu.
Andora ve Mortimer irkilerek arkalarına döndüklerinde Bilge, onları sabırsız bir ifadeyle süzüyordu.
"Sadece iki saat mi?" diye sordu Andora, şaşkınlıkla. "Biz burada sanki günler geçirmiş gibi hissettik."
Bilge, dudaklarında alaycı bir kıvrımla başını salladı. "Zaman, bu kapıların ötesinde farklı akar," dedi, bastonunu yere vurarak. "Siz o dünyanın derinliklerinde yol alırken, burada yalnızca anlar geçti."
Andora derin bir nefes alarak Mortimer'e döndü. "O zaman çok fazla vakit kaybetmemişiz," dedi, bir rahatlama ifadesiyle. Ellerini birbirine vurarak adeta çocukça bir sevinçle ekledi: "Bu güzel haber!"
Andora'nın bu masum halini görünce Mortimer'in yüzünde ufak bir tebessüm belirdi. O, yeniden doğmuş gibiydi.
"Mühür için gereken malzemelerden bahsediyorduk, Bilge," dedi Andora, dikkatini yeniden toparlayarak.
"Ah evet," dedi yaşlı adam, gözlerini önce Mortimer'e, ardından Andora'ya dikerek. "Birini çoktan bulmuşsunuz bile." Bastonuyla Andora'nın göğsünü işaret etti. "Kalbini kastediyorum. Bu kadar kolay bulmanız beni şaşırttı doğrusu."
Andora bir an duraksadı, kalbinin göğsünde atan varlığına odaklandı. "Peki ya diğerleri?" diye sordu.
Bilge, derin bir nefes alarak, sanki çok eski bir hikayenin girişini yapıyormuş gibi ağırdan aldı. "Mühür için üç temel parça gereklidir. İlki olan kalbiniz, cesaretle geri alındı. Ancak sırada ruhunuzu dengeye getirecek kutsal bir çiçek var. Bize yalnızca kadim efsanelerde bahsi geçen bir yerden gelir: Solgun Göl'ün kıyısından. Ama dikkat edin; orası, kimsenin kolayca geçemediği bir sınavı barındırır."
"Sınav mı?" diye sordu Mortimer, kılıcının kabzasına istemsizce dokunarak. "Yine savaşmamız gereken yaratıklar mı var?"
Bilge, ince bir tebessümle Mortimer'e döndü. "Bu seferki güç değil, niyet sınavı. Çünkü o çiçek, yalnızca hak edenin ellerinde açar."
Andora, hafifçe başını sallayarak gözlerini yaşlı bilgeye dikti. "Amacımız ve niyetimiz belli. Bizi o yere götürür müsün, Bilge?"
Yaşlı adam bastonunu yere vurarak önlerinde beliren patikayı işaret etti. "O zaman takip edin."
Andora ve Mortimer, bilgenin ardından sessizce ilerlerken, ormanın sesi yavaşça değişti. Daha önce sakin ve huzurlu olan ortam, her adımda biraz daha ürkütücü bir hal alıyordu.
Mortimer, çevresine göz gezdirirken kılıcını elinin altında hazırda tutuyordu. "Bilge, bu Solgun Göl dediğiniz yer tam olarak nerede? Yoksa bizi bu sislerin içinde kaybetmeye mi çalışıyorsunuz?" dedi, alayla karışık bir tedirginlikle.
Bilge, başını çevirip Mortimer'e sabırsız bir bakış attı. "Göl, aradığınızdan daha yakın. Ancak yol, düşündüğünüzden daha uzun hissettirecek. Sabırsızlık, başarının ilk düşmanıdır, şövalye."
Mortimer, bilgenin bu sözlerine omuz silkerek cevap verdi. "İlerlemeye devam ediyoruz sorun yok."
Ormanın içinde ilerledikçe, hava değişmeye başladı. Sis daha yoğun, ağaçların yaprakları ise daha solgun bir görünüme bürünmüştü. Kuşların ötüşleri kaybolmuş, yerini tuhaf bir sessizlik almıştı. Sanki tüm doğa, yaklaştıkları yerin önemini fark etmiş ve onları bekliyordu.
Bir süre sonra, patikanın sonunda geniş bir açıklığa ulaştılar. Açıklığın ortasında, yüzeyi ayna gibi parlayan bir göl uzanıyordu. Gölün kenarında ise zarif ama bir o kadar da solgun bir çiçek açmıştı. İncecik yaprakları, bir rüzgar dokunuşuyla titreşiyor, gölün yüzeyine yansıyan altınsı bir ışık yayıyordu.
Bilge, elindeki bastonla çiçeği işaret etti. "Solgun Çiçek, karanlıkla aydınlık arasındaki geçidi temsil eder. Onu almak için gölün diğer tarafına geçmelisiniz. Ama dikkat edin," dedi, sesi daha ciddi bir ton aldı. "Bu göl, yalnızca hak edenlerin yolculuğunu tamamlamasına izin verir. İyilikle kötülüğünüz, doğrulukla tereddütleriniz burada bir sınava tabi tutulacak."
Mortimer, gözlerini gölün derinliklerine çevirdi. "Bu da demek oluyor ki, her şey içimizde saklı olanla ilgili," dedi, hafifçe başını sallayarak. "Pekâlâ, Leydim. Önce kim başlıyor?"
Andora, bir adım öne çıktı. Gölün kenarına varınca yüzeyde kendi yansımasını gördü. Ancak yansıma, onun gerçek suretinden farklıydı. Daha sert, daha hırçın bir ifade taşıyordu. "Ben geçeceğim," dedi.
Bilge, Andora'ya dikkatle baktı. "Adımını attığın anda göl seni kendi gerçeklerinle yüzleştirecek. Hazır mısın?"
Andora derin bir nefes aldı. "Her seferinde kendimle yüzleşiyorum zaten"
Mortimer, Andora'nın omzuna hafifçe dokundu. "Dikkatli olun. Sizi bekliyor olacağım."
Andora, gölün sakin yüzeyine ilk adımını attığında, sular nazikçe ayaklarının altında ayrıldı. Ancak hemen ardından yansıması değişmeye başladı. Şimdi yalnızca bir gölge değil, karanlık bir suret olarak karşısında beliriyordu. Gölün yüzeyi dalgalandı, karanlık yansıma suyun içinden yükselerek ona meydan okurcasına karşısında durdu.
Yansıma, Andora'ya doğru bir adım attı. "Korkuyorsun," dedi. Sesi, onun kendi sesiydi ama daha derin, daha soğuktu. "Kendi içindeki güce tamamen hakim değilsin. Elde ettin ama bu gücü taşıyabilecek misin ki?"
Andora bir an için duraksadı, ama sonra başını kaldırdı. "Korkmak, insan olmanın bir parçasıdır. Ben artık insan olduğumu hissediyorum. Korku, beni durduramaz."
Karanlık suret bir kahkaha attı. "Öyleyse beni yen. Kendini aşmanın tek yolu bu."
Andora, kılıcını çekmek yerine, gözlerini kapattı. Derin bir nefes alarak kendi kalbine odaklandı. "Seni yenmeye çalışmayacağım," dedi sakin bir sesle. "Çünkü sen, benim bir parçamsın. Seni kabulleniyorum."
Bu sözlerle birlikte karanlık suret dağıldı, gölün yüzeyine karışarak kayboldu. Göl, yeniden dinginleşti ve Andora, çiçeğin bulunduğu yere doğru ilerledi.
Mortimer ve bilge, kıyıda sessizce izliyorlardı. Bilge hafifçe başını salladı. "Hak ettiğini kanıtladı," diye mırıldandı.
Andora, çiçeği dikkatle koparıp avuçlarına aldığında, çiçeğin yapraklarından yayılan altın ışık gölün tüm yüzeyini kapladı. Orman bir an için yeniden hayat bulmuş gibi canlandı. Ardından koşarak Bilge ve Mortimer'in yanına geldi.
"Başardım, onu aldım. O çok güzel.." narince burnuna yaklaştırdı "ve ne kadar da güzel kokuyor." Ardından Mortimer'in burnuna doğru kaldırdı. "Koklamak ister misiniz Sir Mortimer?"
Mortimer, Andora'nın elindeki çiçeğe hafifçe bakarak başını eğdi. "Hayır, Leydim," dedi alaycı bir tebessümle. "Görünüşü yeterince etkileyici. Sanırım koklamak gereksiz olur."
Bilge, Andora'nın bu çocukça mutluluğunu izlerken bir öksürükle dikkati üzerine çekti. "Tebrik ederim," dedi, sesi bir öğretmenin tatmin olmuş tınısıyla. "İki malzeme elimizde. Kalbiniz cesaretinizi, çiçek ise niyetinizi temsil ediyor. Ancak hâlâ üçüncü bir parçaya ihtiyacımız var."
Andora merakla başını kaldırdı. "Üçüncü malzeme nedir?"
Bilge, bastonunu yere vurarak konuşmaya başladı. "Üçüncü malzeme, ruhunuzu aydınlatacak bir ışık kaynağıdır. Bu, yıldızların gücünü barındıran bir parça; kutsal bir kristal. Yalnızca Zifir Kuyusu denilen bir yerde bulunur."
Mortimer kaşlarını çattı. "Zifir Kuyusu mu? Adı pek iç açıcı gelmiyor."
Bilge, bir gülümsemeyle Mortimer'e baktı. "Korkulacak yerler genelde en büyük ödülleri saklar, şövalye."
"Uzak mı buraya" Andora sordu.
Bilge, bastonunu kaldırıp ormanın derinliklerine doğru işaret etti. "Kuyunun yolu uzun değil, ama dikkatli olmalısınız. Ormanın nasıl tehlikelere yuva olduğunu zaten biliyorsunuz."
Andora ve Mortimer, bilgenin rehberliğinde yola koyuldular.
Mortimer, sessizliği bozarak Andora'ya döndü. "Bu kristalin yıldız gücünü barındırdığını söylediler. Sence bu, gerçek bir yıldızdan kopmuş bir parça olabilir mi?"
Andora, onun sorusunu bir süre düşündü. "Belki de" mırıldandı.
Mortimer, Andora'nın kısa yanıtı karşısında kaşlarını kaldırarak gülümsedi. "Belki de... Çok derin bir yanıt oldu, Leydim. Ama bu kristalin gerçekten bir yıldızın parçası olduğunu düşünürsek, onun bir zamanlar gökyüzünde asılı durduğunu hayal edebiliriz. Yıldızların insanların dileklerini duyduğuna inananlardan mısınız?"
Andora, gözlerini yerdeki yapraklara çevirerek düşünceli bir tonda cevap verdi. "Yıldızlar... Hep yukarıda, ulaşılmaz görünen bir yerde duruyorlar. Ama oradan dilekleri duyuyor olabilirler, ya da sadece bizim umudumuzu yansıtıyorlardır. İnsanlar gökyüzüne baktığında, kendilerinden daha büyük bir şeyin parçası olduklarını hissetmek isterler."
Mortimer, bu düşünceye başını sallayarak onay verdi. "Belki onlar da bizi izliyordur, bizim ne yaptığımıza bakıyorlardır. Ama biz sadece onları izlemekle yetinenler değiliz bence. Sonuçta bir yıldızdan düşen bir parça, bizi buraya kadar getirdi. Belki bu, kaderin bir işaretidir."
Andora hafifçe gülümsedi. "Belki de yıldızlar, her zaman orada olduklarını, bizi gözetlediklerini hatırlatmak için parlıyorlardır. Ayrıca bir yıldızdan kopan parçanın hikayesi her zaman gökyüzünde kalmaz, yere düşer. Burada, karanlıkta bir ışık bulmaya çalışıyoruz. Sence bu, bizim hikayemizle de benzer bir şey olabilir mi?"
Mortimer, Andora'nın yüzüne dönerek ciddi bir ifadeyle baktı. "Belki de bizim görevimiz, o ışığı tekrar bulup, onu karanlıkta parlatmaktır."
Andora, hafif bir nefes alarak başını salladı. "Karanlık, yıldızların ışığını fark etmemizi sağlar. Belki de tüm bunlar, bizim kendi ışığımızı bulmamız için bir fırsattır."
Mortimer, kılıcını hafifçe omzuna yaslayarak alaycı bir tonla konuştu. "Yani diyorsun ki, şu kuyunun dibine kadar inip karanlığa dalacağız ve yıldızın kayıp parçasını bulacağız. Ama en önemlisi, içimizdeki yıldızı da açığa çıkaracağız?"
Andora gülümsedi. "Belki de."
Mortimer, hafifçe gülerek başını salladı.
Ormanın sonuna yaklaştıklarında, zeminin yavaşça eğimlendiğini fark ettiler. Önlerinde, uçsuz bucaksız bir karanlık boşluğa açılan devasa bir kuyu belirdi. Kuyu, etrafındaki taş sütunlarla çerçevelenmişti. Bu sütunlar, kadim dillerle kazınmış sembollerle kaplıydı ve içlerinden yayılan hafif bir ışık, kuyunun derinliklerine doğru sönükçe parlıyordu.
Bilge, bastonunu yere vurdu. "Bu noktadan sonrası size ait."
Andora ve Mortimer, birbirlerine kısa bir bakış attılar. Mortimer, kılıcını kavrayarak gülümsedi. "Hadi tehlikeye atlayalım."
Andora da ona gülümseyerek karşılık verdi. "Durduğun hata."
İkili, kuyunun kenarına yaklaşırken yerden yükselen serin bir hava tenlerine dokundu. Kuyunun derinliklerinden gelen hafif uğultu, sanki eski zamanlardan kalma bir şarkının yankısı gibiydi. Taş sütunlardaki semboller, soluk bir ritimle ışıldıyor, her biri adeta onları içeriye davet ediyordu.
Mortimer, kuyunun kenarına eğilerek aşağıya baktı. "Etkileyici," dedi. "Ama bir ip ya da bir merdiven olsaydı daha etkileyici olurdu."
Bilge, hafif bir tebessümle cevap verdi. "Ne zaman o kadar kolay oldu ki?"
Andora, bilgenin sözlerini değerlendirirken gözlerini Mortimer'e çevirdi. "Sence bu kuyuda bizi ne bekliyor?"
Mortimer omuz silkerek alaycı bir gülümsemeyle yanıtladı. "Muhtemelen devasa bir yaratık ya da çözülmesi gereken başka bir gizem. Ya da belki sadece yıldızdan bir parça bulup çıkacağız."
Andora, hafifçe başını iki yana sallayarak gülümsedi. "Kelimelerinle bizi rahatlatmayı deniyorsun ama başaramıyorsun."
Mortimer, elini kılıcının kabzasına götürerek ciddiyetle ekledi. "Sana yıldızları vadetmiştim. Şimdi sözümü tutma zamanı."
Bilge, bastonunu yere vurarak dikkatlerini topladı. "Kuyunun derinliklerine inerken aklınızda bulundurmanız gereken bir şey var," dedi. "Bu yıldız parçası yalnızca ışığı değil, gökyüzünün yükünü de taşır. Onu almak demek, onun getirdiği sorumlulukla yüzleşmek demektir."
Andora, kuyunun karanlık girişine bakarak konuştu. "Bana sorumluluk getirmeyen bir şey söyle Bilge, o zaman gerçekten şaşıracağım. Hepsiyle baş edebiliriz, endişelenme."
Mortimer, Andora'ya baktı ve başını salladı. "Öyleyse başlayalım."
Kuyunun kenarından aşağı inmek için taş sütunlardaki kazınmış semboller adeta bir basamak gibi kullanılabiliyordu. Her adımda semboller hafif bir şekilde parlıyor, ayaklarının altında yankılanan bir ritim oluşturuyordu. Andora ve Mortimer, her adımda daha derine indikçe, kuyunun içindeki hava daha serin hale geliyordu.
Bir süre sessizce ilerledikten sonra Mortimer, kuyunun duvarlarında beliren başka bir yazıya işaret etti. "Bak," dedi, parmağıyla taşın üzerindeki şekli göstererek. "Bunlar da bir şey anlatıyor olabilir."
Andora, sembolü dikkatlice inceledi. "Bu bir tür yıldız haritasına benziyor," dedi. "Belki de bu kuyu, yıldızların bir zamanlar düştüğü bir yerdir."
Mortimer, bu açıklama üzerine hafif bir kahkaha attı. "Ya da burası, yıldızların düşmeyi beklediği yer. Ne dersiniz Leydim?" alaycıydı.
Tam o anda, kuyu hafif bir titremeyle yankılandı. Duvarlardaki semboller birer birer daha parlak bir şekilde ışıldamaya başladı. Yoğun bir enerji dalgası onları sardı ve bir uğultu duyuldu. Mortimer elini kılıcına götürürken Andora ışığın kaynağını fark etti. "Orada," dedi, ileride beliren parıltıya doğru işaret ederek. "Hedefimiz orası."
Mortimer, kılıcını sımsıkı kavradı. "Onu alıp gitmenin kolay olduğunu hiç sanmıyorum. Bu mistik nesneleri kim neden böyle yerlere yerleştiriyor ki?"
"Kolay elde edilerek, kötü amaçlar için kullanılmaması için olabilir." dedi ışık kaynağına ilerlerken Andora.
"Kötülerinde en az biz kadar güçlü olduğunu ve elde edebileceğini unutuyorsunuz." Mortimer takipteydi.
"Bilmiyorum, vardır bir hikmeti. Bazen fazla sorguluyorsun; alıp gidelim." Andora adımlarını hızlandırdı.
"Diyene bakın" Mortimer'de ona uyum sağladı.
Andora ve Mortimer, ışığın yansıdığı noktaya yaklaştıkça, kuyunun içindeki uğultu daha belirgin bir tona büründü, onların sesini bastırırcasına yükseldi. Bu, sanki taşların kendisi tarafından söylenen eski bir melodi gibiydi. Işığın kaynağına yaklaştıklarında, yerde ince bir sis tabakası belirdi, ayaklarının altında hafifçe dalgalandı. Bir su birikintisi ayakkabılarını okşadı.
"Ayaklarım ıslandı," dedi Andora, eteğini hafifçe yukarı sıvazlayarak.
Mortimer durup Andora'ya baktı. "Kuyudan çıktığımızda hallederiz Leydim."
Tam o sıradan yer sarsıldı ve yerden sisin arasından duvarlar yükselerek bir labirenti oluşturdu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 246 Okunma |
63 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |