@dylasa
|
Andora gözlerini yavaşça açtığında odanın loş ışığı, hafifçe titreyen mum aleviyle birlikte duvarlarda garip şekiller oluşturuyordu. Başında uğuldayan bir ses vardı, sanki rüyasında duyduğu fısıltılar hâlâ zihninin içinde yankılanıyordu. Gözlerini kırpıştırıp etrafa bakındı. Kendi odasında olduğunu fark ettiğinde bir nebze rahatladı, ama bedeni hâlâ yorgundu. Martha, her zamanki gibi başucundaydı. Andora'nın uyanmasını beklemişti. Prensesin gözlerinin açıldığını görünce, yüzüne umutlu bir ifade yerleşti. "Leydim, nasılsınız? Sir Mortimer sizi baygın halde saraya getirdiğinde endişelendik," dedi Martha, endişeli bir tonla. Andora'nın zihni bulanıktı. Gece yaşadığı o garip anıları düşünmeye çalıştı. Gölgelerin arasında duyduğu fısıltılar, onunla konuşan figürler... fakat her şey parça parça ve dağınık görünüyordu. O geceyi tam olarak hatırlayamıyordu, ama içinde geceden kalma bir huzursuzluk vardı. "İyiyim," diye mırıldandı Andora, yastığa başını dayayarak. "Sadece... kafa karıştırıcı şeyler gördüm." Martha, Andora'nın yüzüne bakarak elini nazikçe omzuna koydu. "Birkaç saat daha dinlenmelisiniz, leydim. Hala yorgun görünüyorsunuz." Andora bir an için duraksadı. Dinlenmesi gerektiğini biliyordu, ama kafasının içinde yankılanan o sesler, ona yerinde durmamayı emrediyordu. Tarikatın peşinde olduğunu biliyordu, ve bu onları durdurmak için daha fazla beklememesi gerektiği anlamına geliyordu. "Hayır," dedi aniden, "Daha fazla bekleyemem, Martha. Tarikat geri döndü, ve onların ne yapmak istediklerini anlamam lazım. Araştırmam gerekiyor." Martha, prensesin bu kararlı ifadesi karşısında sessizce başını eğdi. "O halde dikkatli olun, leydim. Eğer bir yardıma ihtiyacınız olursa, her zaman yanınızdayım." Andora, doğrulmayı denedi fakat o gücü kendinde bulamayınca Martha'yı dinleyerek, birkaç saat sonra, toparlanarak odasından çıktı. Sarayın taş koridorlarında yankılanan ayak sesleriyle ilerlerken, düşünceleri sürekli tarikatın geri dönüşü üzerinde dönüp duruyordu. Onların amacı neydi? Yıllar önce yok edilmişlerdi, ama şimdi yeniden ortaya çıkmaları tesadüf olamazdı. Krallığın derinliklerinde, bu soruların cevaplarını bulabileceği tek bir yer vardı: Kraliyet Arşivi. Kraliyet arşivinin kapısına vardığında, içeriye derin bir nefes alarak adım attı. Tozlu raflar arasında kadim yazıtlar, krallığın tarihine dair saklanmış sırlar bulunuyordu. Andora, tarikat hakkında bilgi bulmayı umarak raflar arasında dolaşmaya başladı. Parmakları, yüzyıllardır dokunulmamış eski kitapların sayfaları üzerinde geziniyordu. Aradığı şey, tarikatın ne zaman ortaya çıktığına ve nasıl yok edildiğine dair bir işaretti. Bir süre sonra eline aldığı eski bir cilt, dikkatini çekti. Kitabın kapağı neredeyse parçalanacak kadar eskimişti, ancak üzerindeki sembol Andora'nın gözlerini kısıp dikkatlice bakmasına neden oldu. Tarikatın karanlık işaretini hemen tanımıştı: Üç katmanlı bir halkadan oluşan bu sembolde en dıştaki halka, birbirine kenetlenmiş çarpık kemikler ve keskin tırnaklarla doluydu, sanki güçlü bir yaratığın iskeletinden çıkmış gibiydi. Kemiğin yüzeyine işlenmiş kadim büyü runeleri, karanlıkta hafif bir parıltı yayıyordu. İç halkada, iç içe geçmiş siyah alevler dans ediyordu, ancak bu alevler ışık saçmak yerine gölgeleri içine çekiyordu. Sanki yaşayan herkesi yok etmeye programlanmış bu alevler, hareket etmese bile insana derin bir huzursuzluk veriyordu. En içte ise boş, siyah bir göz vardı. Göz, ortasında pıhtılaşmış kanla dolmuş gibiydi; sanki bir zamanlar hayatta olan bir varlığın son bakışlarını taşır niteliğindeydi. Bu göz, tarikatın her şeye nüfuz eden kontrolünü ve her ruhu izleyen karanlık gücünü temsil ediyordu. Gözün kenarlarına ince ince işlenmiş, iç içe geçen yılanlar, ölümle yaşamın sonsuz döngüsünü hatırlatıyor, tarikatın ölümsüz gücünü simgeliyordu. Sayfaları hızla çevirdi, içindeki bilgileri okumaya başladı. Kitapta, Tarikat-ı Kara Gölge adı verilen bu örgütün bir zamanlar krallık üzerinde nasıl hüküm sürdüğüne dair ayrıntılar vardı. Zihinsel ve ruhsal manipülasyon yetenekleri sayesinde halkın güvenini kazanmış, ama gerçekte karanlık bir gücü uyandırmayı amaçlamışlardı. Onları durdurmak için büyük bir savaş yapılmış, krallığın en güçlü savaşçıları bu tarikatı yok etmişti. Fakat kehanetlerde onların bir gün geri döneceği ve krallığı yeniden ele geçireceği yazılıydı. Andora kitabı okumaya devam ederken, krallığın onları nasıl durdurduğunu öğrenmeye çalıştı. Bir mühürden bahsediliyordu, ama bu mühür hakkında ayrıntılar eksikti. Kitabın son sayfaları ise, tarikatın insanları zayıflıklarından yakalayarak, en karanlık korkularını kullanarak zihinsel bir kontrol kurmaları üzerine yoğunlaşmıştı. Andora sayfaları çevirdikçe daha fazla benzer bilgiler buldu. Tarikatın yalnızca bir grup kötü niyetli büyücü olmadığını, aynı zamanda halkın zihnine sızarak kontrol ettiklerini ve krallığın içine yerleştiklerini fark etti. Sonunda, onları yok etmek için özel bir ritüel yapılmıştı. Bu ritüel sırasında bir kahraman tarafından bir mühür yerleştirilmiş, tarikatın lideri bu mühürle hapsedilmişti. Bu bilgiyle başını kaldırdı, ama aklı daha fazla soruyla dolmuştu. Bu mühür neredeydi? Tarikat neden şimdi geri dönmüştü? Bu mühürle ilgili daha fazla şey öğrenmesi gerekiyordu. Kitabı kapatıp ayağa kalktı, zihni hâlâ karışıktı. Arşivden çıkarken, Sir Mortimer'i kapıda kendini beklerken buldu. Mortimer, Andora'nın hedef odaklı bakışlarını görünce, bir şeyler öğrendiğini fark etti. "Ne buldunuz, leydim?" diye sordu, sessizce. Andora derin bir nefes aldı. "Zihinsel manüpilasyon yetenekleri sandığımızdan daha gelişmiş. Onlarla savaşmamız zor olacak. Ayrıca daha önce bir mühürle hapsedildiklerini öğrendim fakat mührü nasıl kırdılar bilmiyorum. Bu mühürle ilgili daha fazla bilgi bulmamız lazım." Mortimer, karşılarındaki gücün farkındaydı. "Bu, daha da tehlikeli hale gelecek, leydim. Tarikat sadece dışarıdan bir tehdit değil, içimize sızabilecek kadar güçlüler. Ama onları durdurmanın bir yolu olmalı." Andora, kararlı bir şekilde başını salladı. "Onları durduracağım." Andora, Mortimer'e kararlı bir bakış attıktan sonra derin düşüncelere daldı. Bir mühür, bir kahraman... Peki ya daha fazla bilgi? Bu sorular aklında dolanırken, daha fazla bilgi edinmek için nereye bakması gerektiğini düşünmeye başladı. Ancak krallığın derinliklerinde bir yerde, daha önce hiç düşünmediği bir yerde cevapları bulabileceğini fark etti. Tam o anda, zihninde beliren bir isimle duraksadı. "General Lincoln". O ismi nereden duymuştu? Kral Remington'un eski hikayelerinde mi yoksa arşivdeki bir kitapta mı geçiyordu? Lincoln, tarikatla yapılan ilk savaşın önemli bir savaşçıydı, ama ihanetle suçlanmıştı. Zihin manipülasyonuna uğrayarak tarikatın kontrolü altına girdiği düşünülüyordu ve bu nedenle hapsedilmişti. Mortimer, Andora'nın yüzündeki değişimi fark etti. "Aklınıza bir şey mi geldi?" diye sordu, kaşlarını çatarken. "Lincoln... General Lincoln," diye mırıldandı Andora. "Tarikatla olan ilk savaşta büyük rol oynamıştı. Ama sonra tarikat tarafından zihinleri ele geçirilip ihanete zorlandığı söyleniyor. Hâlâ sarayın zindanlarında olduğunu sanıyorum." Mortimer'in yüzü ciddileşti. "Onunla konuşmak istiyorsunuz," dedi, durumun ciddiyetini anladığı bakışlarıyla. Andora başını salladı. "Evet. Eğer tarikatın güçleri hakkında bir şeyler biliyorsa, onu öğrenmek zorundayım." Adımlarını büyük salonda döndürdü. Andora, zindana inmeden önce Kral Remington'un huzuruna çıkmak zorundaydı. Zindanda hapsedilen eski bir generalle konuşabilmek için onun iznini almak gerekiyordu. Büyük salonun kapılarından içeri girdiğinde, Kral Remington tahtında oturmuş, yanındaki danışmanlarla bir şeyler tartışıyordu. Onun girdiğini görünce yüzündeki kaşları çatıldı. "Andora, hoş geldin," dedi neden geldiğini merak edercesine. "Beni neden görmek istedin?" Andora derin bir nefes aldı ve düşündüklerini açıkça söyledi. "Tarikatla ilgili araştırmamda bir isimle karşılaştım. General Lincoln. Tarikatla yapılan savaştan sağ çıkmış ve zindanda hapsedilmiş. Onunla konuşmam gerekiyor. Bu tehdit hakkında bildiklerine ihtiyacım var." Kral Remington bir süre sessiz kaldı, ardından gözleri kısıldı. "Lincoln... Evet, o eski general. Tarikatla olan bağlantısı yüzünden güvenilmez biri. Onunla konuşmanın sana nasıl bir faydası olacak, Andora?" Andora gözlerini Kral'a dikti. "O, tarikatın güçlerini bizzat görmüş, savaşmış biri. Eğer tarikatı anlamamın bir yolu varsa, onunla konuşmak zorundayım. Bu krallığı savunmak için neyle karşı karşıya olduğumuzu öğrenmemiz lazım." Remington kısa bir süre düşündü, ardından isteksizce başını salladı. "Peki, konuşmana izin veriyorum. Ama unutma, Lincoln tehlikeli biri olabilir. Onunla konuşurken dikkatli ol. Söylediklerinin ne kadar doğru olduğuna da her zaman inanma." Andora hafifçe eğildi. "Teşekkür ederim, Majesteleri." İçindeki kararlılık daha da güçlenmişti. Lincoln'ün bildiği her şeyi öğrenmek zorundaydı. Andora, zindana gitmek üzere yola çıktığında Mortimer de yanında yürüyordu. Mortimer'in yüzünde ciddi bir ifade vardı. "Lincoln tehlikeli olabilir, leydim. Onun tarikatın etkisinde olup olmadığını tam olarak bilmiyoruz." Andora, Mortimer'e döndü. "Biliyorum, ama o bize bu savaşı kazanmak için gerekli olan bilgileri verebilir. Eğer onu dinlersem, ne yapmam gerektiğini daha iyi anlayacağım." Zindanın taş basamaklarını inerken, hava soğuyor ve karanlık derinleşiyordu. Zindanlar, krallığın en tehlikeli düşmanlarını sakladığı bir yerdi. Buradaki mahkumlar, yıllardır unutulmuş, gün yüzü görmemiş insanlardı. Lincoln, bu karanlık yerin en derinlerinde, bir hücredeydi. Andora, gardiyanların rehberliğinde en uzak köşeye geldi. Demir parmaklıkların ardında, bir gölge gibi duran bir insan dikkatini çekti. Hücrenin içinde kıpırtısız duran adam: General Lincoln. Uzun gri saçları omuzlarına düşmüş, derin kırışıklıkları ve yorgun gözleri yaşadıklarının izlerini taşıyordu. Parmaklıkların arkasında oturmuş, dalgın bir şekilde yere bakıyordu. Uzun yıllardır burada olduğu her halinden belliydi. Andora'nın varlığını ancak onun nefes alıp vermesi sessizliği bozduğunda fark etti. "Kim var orada?" diye sordu, sesi boğuk ve hırıltılıydı. Başını yavaşça kaldırdı, gözleri artık o eski keskin bakışını kaybetmişti. Andora bir adım öne çıktı. "Ben, Prenses Andora. Tarikat hakkında bilgi arıyorum. Onlarla savaşmış olduğunu biliyorum. Bana yardım edebilir misin?" Lincoln, bu sözler üzerine hafifçe başını yana eğdi ve sanki bir an hafızasını yokluyormuş gibi gözlerini kıstı. "Tarikat... Kara Gölge... Evet, onları hatırlıyorum," dedi, sesi dalgın ve uzak bir tonda. "Onlarla savaşmıştım... ama savaştığımız şey, bir grup insandan çok daha fazlasıydı" Andora'nın dikkatini çeken bu söz oldu. "Ne demek istiyorsun? Daha fazlası mı? Neler biliyorsun?" Lincoln, acı dolu bir kahkaha attı. "Onlar, yalnızca insanlardan oluşmuyor. Gerçekten anlaman gereken şey bu. Kara Gölge Tarikatı, bir varlığın hizmetkarı... Ölümsüz bir varlığın. İnsan aklının ötesinde, her şeyi kontrol eden bir liderleri var. Bizim mühürlemeye çalıştığımız bir kişi değil, bir... bilinç." Lincoln, yavaşça doğruldu ve parmaklıkların arkasına yaslandı. Derin karanlıkla dolu bakışları sertleşti. "Bu bilinçle gölgelerle oynamayı öğrendiler. Zihinlere sızıyorlar... ve karanlık sırları saklıyorlar. Gerçek güçleri, kontrol ettikleri büyü ya da kullandıkları silahlar değil." Andora düşüncelerle kaşlarını. "O halde bu bilinç nasıl durdurulabilir? Onu öldürmek bile mümkün değilse, ne yapacağız?" Lincoln, Andora'nın sorusu karşısında bir süre sustu, sonra gözlerini yere dikti. "Onları durdurmanın tek yolu, tarikatın zihin üzerindeki hakimiyetini yıkmaktır. Gölgelerin hükmü altında olanlara karşı savaşmakla yetinemezsin. Kara Gölge Tarikatı, insanları kendi benliklerinden koparır. Bir zamanlar bu sırrı çözmeye çok yaklaşmıştım, ama..." Sesi kısıldı, gözleri acı dolu bir ifadeyle Andora'ya baktı. "Kendi zihnimi bile koruyamadım." "Ne oldu?" diye sordu Andora, Lincoln'ün bu kadar kırılgan bir hale nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordu. Lincoln derin bir nefes aldı ve devam etti. "Onlar, zihinlere sızarak insanları esir alır. İnsanların en derin korkularını, en karanlık sırlarını öğrenirler. Zihinleri bir savaş alanı olarak kullanırlar. Liderleri... Ölümsüz Zihin, benim zihnime sızdı ve en karanlık korkularımı açığa çıkardı. Kendi aklımda kayboldum, prenses." Andora kaşlarını çattı. "Peki ya mühür? Mühür neyi engelledi?" Lincoln, gözlerini yere indirdi. "Mühür... sadece geçici bir çözüm. Biz, o varlığın gücünü kısıtlamak için mühürledik. Ancak mühür, sadece fiziksel dünyayı koruyordu. Zihinsel dünyada, tarikat hep hüküm sürdü. Ölümsüz Zihin, hiçbir zaman tamamen durdurulmadı. O, bizim en karanlık anlarımızda hep orada. Onları durdurmak istiyorsan, zihin savaşına hazırlıklı olmalısın. Onların gücünü yenmenin yolu, zihinsel bağlarından kurtulmak. Fakat kılıç savaşını da tamamen ihmal etmeyin." Andora'nın zihni bu yeni bilgiyle dolup taşıyordu. Sandığından çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıyalardı. "Peki, onları zihnimizden nasıl uzak tutarız? Zihinlerimizi nasıl koruruz?" Lincoln, başını kaldırıp ona doğru baktı. "Zihinsel koruma kolay bir şey değil. Kendi zihninin efendisi olmalısın. Zayıflıklarını açığa çıkaramazlarsa, seni kontrol edemezler. Ama bu, sandığından çok daha zor bir şey. Çünkü onların gücü dış tehditlerin yanı sıra kendi içindeki karanlıkla beslenir." "Kendi karanlığımızla mı?" diye tekrarladı Andora. Lincoln başını yavaşça salladı. "Hepimiz bir karanlık taşırız, prenses. Tarikat, insanlara o karanlığı gösterir. Seni kendi korkularınla, kendi pişmanlıklarınla yüzleştirirler. Onları yenmenin yolu, önce kendini yenmekten geçer. O yüzden güçlü olmalısın. Kendinden emin olmalısın. Onların senin aklına nüfuz etmesine izin vermemelisin." Andora derin bir nefes aldı. Bu savaş, sadece kılıçlar ve büyülerle değil, zihinlerin derinliklerinde verilecekti. Tarikat, kendi içindeki karanlıkla onu yok etmeye çalışacaktı. Ama şimdi, onların oyununu biliyordu. "Teşekkür ederim, Lincoln," dedi Andora, gözlerinde kararlılıkla. "Bu bilgiyi kullanacağım. Tarikatın bizi kontrol etmesine izin veremeyiz." Lincoln yavaşça başını eğdi. "Umarım başarılı olursun, prenses. Çünkü eğer başarılı olamazsan... sadece bu krallık değil, tüm dünya onların karanlığında kaybolacak."
|
0% |