@dylasa
|
Andora, Lincoln ile yaptığı konuşmadan sonra hem fiziksel hem de zihinsel olarak güçlenmesi gerektiğini anlamıştı. Tarikatın zihinlere nasıl sızabildiğini ve insanları nasıl kendi karanlık korkularıyla esir aldığını öğrenmişti. Bu savaşı kazanabilmesi için sadece kılıçla değil, kendi zihniyle de savaşmayı öğrenmesi gerekiyordu. Ancak, henüz kılıçla savaşmayı dahi bilmeyen biriydi. İlk adım olarak, kılıç kullanmayı, kendini fiziksel olarak savunmayı öğrenmek için Kraliçe Isolde'den onay almak zorundaydı. "Kılıç dersi almak istiyorum, Kraliçem," dedi Andora, Isolde'nin karşında. Kraliçe Isolde, ona hafifçe gülümsedi, ancak gözlerinde katı bir bakış vardı. "Katiyetle olmaz, sen bir prensessin Andora. Kılıç, bir prenses için değil, askerler ve savaşçılar içindir. Senin yerin ise savaş alanı değil, taht odasıdır." Andora, kendini tutmaya çalışarak derin bir nefes aldı. "Ama Kraliçem," diye ısrarla devam etti. "Eğer bir gün Karatepe'nin gölgeleriyle savaşmak zorunda kalırsam, onlara karşı savunmasız kalmak istemiyorum. Fiziksel olarak da hazırlıklı olmalıyım." Isolde, bu fikre karşıydı. "Birçok asker zaten bizim korumalığımızı yapıyor, Andora. Bu krallıkta senin korunman için her şey düzenlenmiş durumda. Fiziksel eğitim alman gerekli değil. Güç, zihinde başlar." Andora, dudaklarını sıkıca kapadı, bir anlığına duraksadı. "Ama..." Tam o sırada kapıdan içeri, savaştan döndüğünün izlerini taşıyan zırhı ile birlikte, Prens Alphonse girdi. İşlemeli miğferini çıkardı; sarı saçları güneş gibi parıldadı. Gözleri hemen Andora'ya kilitlendi, yüzünde ince bir tebessüm belirdi, hafif eğilerek selam verdi. "Prensesim... Kraliçem. Kusura bakmayın, haber vermeden geldim," dedi. Kraliçe Isolde yüz ifadelerini kontrol ederek hafif bir gülümseme ile prense yaklaştı. "Seni görmek ne hoş, hoş geldin Alphonse," dedi sıcak bir tonda. "Ne kadar zamandır yoktun. Savaş nasıldı?" Alphonse, her zamanki zarafetiyle başını eğdi. "Krallık için zaferle döndüm. Ancak kazandığımız her zafer, bizleri daha zorlu savaşlara hazırlar." Gözleri bir kez daha Andora'ya döndü, hafif bir tınıyla ekledi: "Ve elbette, Andora'yı görmek için elime geçen bu fırsatı kaçırmak istemedim." Isolde'nin bakışları Prens Alphonse ile Andora arasında gidip gelirken, aralarındaki gizli gerilimi fark etti. Onları yalnız bırakmanın zamanı geldiğini düşünerek nazikçe ayağa kalktı. "O zaman sizi baş başa bırakayım," dedi. "Konuşacak çok şeyiniz vardır." Andora, annesinin gitmesini her ne kadar istemese de, Alphonse ile baş başa kalmıştı. Alphonse'un ona karşı beslediği hisler ortadaydı; ona karşı ilgiyle yaklaşırken, aynı karşılığı verememek, içindeki boşluğu daha da belirginleştiriyordu. Andora, duyguların eksikliğini onunla her geçen gün daha fazla hissediyordu. Isolde çıktıktan sonra, Alphonse bir adım daha yaklaştı. Gözleri Andora'nın gözlerine kilitlenmişti. "Kraliçem ile konuşmalarınızı duydum, Andora," dedi, sakin ama etkileyici bir sesle. "Kılıç dersi almak istiyormuşsun. Sana bu konuda yardım edebilirim." Andora, kaşlarını çatarak ona döndü. "Kılıç dersi mi? Sen mi vereceksin?" Alphonse hafifçe gülümsedi. "Evet, savaş alanında birçok zafer kazandım. Eğer gerçekten kılıç kullanmayı istiyorsan, bunu birlikte yapabiliriz." Gözlerinde Andora'ya olan sevgisini gizleyemiyordu. "Neden böyle bir teklifte bulunuyorsun?" diye sordu Andora, sesinde kararsızlıkla. Alphonse, derin bir nefes alarak cevap verdi. "Çünkü seni korumak istiyorum, Andora. Eğer kendini güçlü hissetmek istiyorsan, bu savaşı yalnız vermemelisin. Ve..." Bir an duraksadı, gözlerinde yoğun bir duygu belirdi, sesi bir fısıltı halini aldı. "Sana daha yakın olmak istiyorum." Andora, Alphonse'un bu samimi itirafı karşısında ne diyeceğini bilemedi. Onun duygularını anlıyordu, ama kalbinin boşluğu onu bu hislerden tamamen uzak tutuyordu. "Alphonse," dedi sonunda zoraki bir şekilde. "Ben... bir şey hissedemiyorum ve asla hissedemeyeceğim." Alphonse kısa bir süre sessiz kaldı, ardından kendini çabuk toparladı ve hafifçe gülümsedi. "Bunu biliyorum. Olsun, Andora. Sana bu yolda yine de yardım edeceğim," dedi, sesi alçak ve nazikti. "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye düşündü Andora. Bir kalbi olmayan birine bu kadar yakın olmak, Alphonse'un kalbini acıtmaktan başka ne yapabilirdi ki? Tam o sırada odanın kapısı bir kez daha aralandı ve içeriye Barışın Koruyucusu Sir Tristan hızlı adımlarla girdi. Yüzünde ciddi bir ifade vardı, gözleri ise hızla etrafı tarıyordu. "Prensesim... Prens Alphonse," diyerek başını eğdi. Duraksamadan konuşmasına devam etti: "Kral Remington ve Kraliçe Isolde'yi gördünüz mü? Acilen onlarla konuşmam gerekiyor." Andora, Tristan'ın telaşlı halini görünce kaşlarını çattı. "Kraliçe az önce buradaydı. Önemli bir şey mi oldu, Sir?" Tristan, derin bir nefes aldı. "Prensesim, halk ayaklandı. Kral ve Kraliçemize bu bilgiyi iletmem gerekiyor." "Neden ayaklandı, biraz detaylandırır mısınız?" "Kuzeydeki köylerde huzursuzluk çıktı. Halk, tarikatın saldırılarından korkuyor ve yeterince korunmadıklarını düşünüyorlar. Korunmasız olduklarına inanıyorlar. Bazı köylüler, korumanın yetersiz olduğunu iddia ediyor ve bu sabah da ayaklanmalar başladı. Şu anda köy meydanında büyük bir isyan çıkmış durumda." Halkın isyanı, krallığın zayıflığını gözler önüne seriyordu. "Onlarla konuşup durumu izah etmem gerekiyor," dedi Andora. Andora, hızla harekete geçmek için adım atmaya hazırdı, ancak Alphonse hemen karşısına geçti ve elini nazikçe kaldırarak onu durdurdu. "Halkı yatıştırmak senin görevin değil, Andora. Kral ve askerler bu durumu kontrol altına alır. Sen kendini hazırlamalısın. Halkın isyanı, sadece bir güvenlik sorunu. Askerler bu durumu halleder." Andora, Alphonse'a döndü ve ona sert bir bakış attı. "Bu krallık benim de sorumluluğum altında, Alphonse. Halk, onların yanında olduğumuzu bilmek zorunda. Eğer onlar kendilerini savunmasız hissediyorsa, onları dinlemek benim görevimdir." Alphonse, Andora'nın kararlılığını görünce bir an duraksadı. "Ancak bu isyan bir tehlike doğurabilir. Oraya gitmek, seni riske atabilir." Tristan, Andora'ya doğru eğildi. "Halk, liderlerine güven duymalı. Eğer onlarla konuşursanız, belki isyanı yatıştırabiliriz." Andora derin bir nefes aldı. "Gidip onlarla konuşacağım. Halkı yatıştırmamız gerekiyor, aksi takdirde bu tarikatın ekmeğine yağ sürer." Alphonse, Andora'nın vazgeçmeyeceğini anlayınca ona yardım etmeye karar verdi. "Eğer gidiyorsan, yalnız gitmeyeceksin. Ben de seninle geleceğim." Tristan, elini hafifçe kaldırarak söze girdi. "Prensesim, izninizle. Ben durumu yine de Kral'a haber vermeliyim. Halkın ayaklanmasının büyümemesi için askeri desteğe ihtiyacımız olabilir. Müsaadenizle." Andora, başını sallayarak Tristan'a izin verdi. "Tabii, Sir. Kral'a haber verin. Ben de halkla konuşmak için hazırlanacağım." Andora ve Alphonse, at arabasını hazırlatarak krallığın kuzeyindeki köylere doğru yola çıktılar. Tristan ise askeri desteği ayarlayıp daha sonra onlara katılacaktı. Andora, kararlıydı; bu krallığın geleceği için halkını anlamalı, onların yanında olduğunu hissettirmeliydi. İçinde, kalbinin yokluğunun getirdiği boşlukla savaşıyor olmasına rağmen, halkına liderlik etmek zorundaydı. Köy meydanına yaklaştıklarında, halkın öfkeli bağrışmaları onları karşıladı. Meydanda toplanmış insanlar, krallığın kendilerini terk ettiğini, tarikatın tehdidine karşı savunmasız bırakıldıklarını haykırıyorlardı. Andora basit bir pelerinle üzerindeki kraliyet sarayının ışıklarını söndürmüş, saçlarını ve tacını kapüşonuyla kapamıştı. Onu gören kimse, kraliyet ailesinin bir üyesi olduğunu anlamayacaktı. Alphonse, biraz uzakta, onu gözlemleyecek ve güvende olduğundan emin olacaktı. Ancak bu, Andora'nın halkın gerçek korkularını ilk elden duyabilmesi için tek şanstı. Kalabalığın bağırışları arasında ilerledi. Yüzlerinde korku ve öfke karışımı ifadeler vardı. Ellerinde taşıdıkları meşaleler ve sopalar, içlerindeki huzursuzluğu simgeliyordu. Gözlerinin önünde bu kalabalık, tarikatın saldırılarından korktukları için krallığı suçluyordu. Elleri yumruk olmuş, sesleri sertleşmişti. "Bizi yalnız bıraktılar! Tarikat her an gelebilir! Neden hiçbir şey yapılmıyor?" diye bağırıyordu bir yaşlı adam, kalabalığın ortasında. Kalabalığın içinde bir kadının sesi duyuldu. "Tarikatın gölgesi üzerimize çöktü! Kimse bizi korumuyor. Krallık bizi unuttu!" Andora, halkın ortasına geldiğinde bir an durdu, etrafındaki insanlara baktı. Onların duygularını içine çekmeyi denedi fakat tek yapabildiği şey mimiklerinden onların duygularını okumak oldu. "Benim hissetmediğim korkuyu onlar yaşıyor," diye düşündü. Halkına rehberlik etmek için daha fazla bekleyemezdi. Derin bir nefes aldı, sonra kapüşonunu çıkararak yüksek bir sesle konuşmaya başladı: "Bu krallık sizi hiçbir zaman unutmadı. Biz burada, sizinleyiz." Krallığın sesi kalabalığın ortasında yankılandı. Halk, aniden sessizleşti; prensesi çembere aldı. Andora'nın sesi, baskılanmış duygularını özgürce haykırmak isteyen halkın üstünde büyük bir etki bırakmıştı. Bir adam, öne çıkarak sert bir ifadeyle Andora'ya döndü. "Kim burada? Siz orada sarayınızda güven içinde otururken biz burada ölümle burun burunayız. Tarikat her an gelebilir!" Andora, gözlerini ona dikti ve adım adım adama yaklaştı. "Evet, tarikat güçlü. Evet, onlar bir gölge gibi üzerimize çöküyorlar. Ama krallık sadece tahtta oturanlardan ibaret değil. Krallık sizsiniz. Biz sizin yanınızdayız. Birlikte hareket edersek, asıl gücümüzü o zaman gösterebiliriz." Halk, gözlerini Andora'ya kilitlemişti. Her biri onun sözlerine kulak veriyordu, ama hâlâ içlerindeki bir kararsızlık ritmini kaybetmişçesine dans ediyordu. Andora, onların duygularını okuyabiliyordu lakin kendi içinde hissetmesi gereken o sıcaklıktan yoksundu. Bir kadın, öne çıkarak cesaretle sordu: "Nasıl savaşabiliriz? Biz sadece köylüyüz. Tarikatın büyüleri varmış, bizi zihnimizden kontrol ettiklerini duyduk. Nasıl direnebiliriz?" Andora, bir an için derin bir nefes aldı. Bu insanların kalplerindeki korku ve çaresizliği görebiliyordu. Onlara umut ve güç vermeliydi. "Tarikat sadece zihninizi kontrol edebilir. Ancak yüreğinizi, inancınızı ele geçiremez," diye başladı. "Bir krallık sadece kılıç ve büyü ile korunmaz. Krallık, halkının birbirine olan güveniyle ayakta kalır. Tarikatın amacı, bizi parçalamak. Birbirimize olan güvenimizi yok etmek." Gözlerini kalabalığa çevirdi. "Siz, bu krallığın kalbisiniz. Eğer kalp atmayı bırakırsa, her şey çöker. Ama korkularınızla yüzleşip birbirinize sarıldığınızda, bu krallık asla yıkılmaz." Kalpsiz prensesin bu sözleri halk üzerinde yankı buldu. Andora'nın sesi hem idealist hem de yatıştırıcıydı. Güçlü liderlerin sözü, korkuyu yatıştırırdı. Andora bunu biliyordu ve sözlerini halkın yüreğine işlemek için kullanıyordu. Bir adam öne çıkarak, öfkesini zorlukla bastırarak bağırdı: "Ama bizi kim koruyacak? Tarikatın gücü her geçen gün büyüyor. Biz sıradan insanlarız, onlar ise büyüye sahip!" Andora, onun sözlerini kesmedi. Bir süre düşündü, ardından halkın karşısına geçti. Elleriyle kalabalığa doğru bir işaret yaptı. "Biz sıradan insanlar değiliz. Hepimiz, bu krallığın bir parçasıyız. Tarikatın gücü, bizim zayıflığımızdan beslenir. Eğer birbirimize sırtımızı dönersek, onlar kazanır. Ancak birlikte durursak, işte o zaman gerçek gücümüz ortaya çıkar. Siz sıradan değilsiniz. Siz bu krallığın can damarısınız." Halk yavaş yavaş Andora'nın sözlerine kulak vermeye başlamıştı. Öfkeleri yerini şaşkınlığa ve düşünceye bırakıyordu. İşte! Halkın gözlerinde yeni bir kıvılcım parlamıştı. "Bir krallık, halkı güçlü olduğunda büyür. Tarikatın bize saldırdığı en büyük silah, korku. Eğer korkularınızın sizi esir almasına izin verirseniz, zaten kaybetmişiz demektir. Ama birbirimize güvenip, yan yana durursak, onları durdurabiliriz." Halktan birkaç kişi sessizce başlarını salladı, diğerleri ise gözlerinde beliren umutla ona bakıyordu. Andora, halkın güvenini kazanmaya başladığını fark etti. Sonra kalabalığa bir adım daha yaklaştı ve son sözlerini yavaş ve kesin bir tonda söyledi: "Ben burada, sizinle birlikteyim. Krallık sizi koruyacak, ama sadece biz değil—siz de birbirinizi korumalısınız. Tarikatın bu krallığı ele geçirmesine izin vermeyeceğiz. Siz, krallığın kalbisiniz. Eğer kalp durmazsa, krallık asla yıkılmaz." Halk, bu sözler karşısında bir süre sessiz kaldı. Ardından yavaş yavaş, aralarından birkaç kişi başlarını eğdi. "Prensesimizin arkasındayız," dedi yaşlı bir adam, yavaşça Andora'nın önünde diz çöktü. Diğerleri de aynı şekilde eğilmeye başladı.
|
0% |