Gökyüzü, sabahın erken saatlerinde karanlığını tam anlamıyla terk etmemişti. Güneşin cılız ışıkları, sarayın taş avlusunu titrek bir aydınlıkla okşarken, rüzgâr hafifçe Andora'nın bilediği kılıçların ucuna çarptı. Genç kızın zihni fırtınalarda ıslandı fakat duruşu sabit ve sarsılmazdı. Dünyanın tüm ağırlığı omuzlarında olsa bile, asla eğilmeyen bir gövde gibi dimdik ayakta duruyordu. Her adımı, karanlıkla yüzleşmek için yapılmış bir hazırlıktı. O, krallığını korumak ve halkını savunmak için kalpsiz bir savaşçı olmak zorundaydı.
Kılıç dersi için hazırlıklarını tamamlarken, Alphonse'un ağır adımlarla yanına yaklaştığını fark etti. Alphonse, her zamanki kendinden emin duruşuyla ona doğru geliyordu. Hafif bir selam verdi ve gülümsedi.
"Bugün farklı bir prensesle karşı karşıyayım," dedi Alphonse, elindeki kılıcı kavrayarak. "Dün köydeki konuşman... gerçekten etkileyiciydi, Andora. Çok yürekli konuştun. Sanki tüm duyguları hissediyormuş gibi."
Andora, onun sözlerini bir süre düşündü, bakışları kısa bir an için uzaklara kaydı. Kılıcı eline alırken yüzünde hafif bir gülümseme belirdi, ancak bu gülümseme Alphonse'un beklediği sıcaklığı taşımıyordu.
"Bunun eğitimini aldım," diye cevap verdi Andora, soğukkanlılıkla. "Dünyaya gelme amacım, iyi bir yönetici olmak. Bir prenses, halkını korumalı ve onları yatıştırmalı. Duygularım olmasa bile, onlara liderlik etmek zorundayım."
Alphonse, onun bu sözlerine karşı kaşlarını çattı. "Duyguların olmasa bile mi?" Sesi alçaldı, biraz daha ciddi bir tonda devam etti. "Ama dün, söylediklerin sadece halkı yatıştırmak için söylenmiş gibi değildi. Orada bir şeyler hissetmiş olmalısın, Andora. Halkına böyle bir güven vermek için içten bir şeyler olmalı. En azından onların duygularını anlayabilecek düzeyde empati kurabildiğini düşünüyorum."
Andora, derin bir nefes aldı ve kılıcını sıkıca kavradı. Gözlerini Alphonse'a dikti, "Bu liderlik, Alphonse. Hissetmeme gerek yok. İyi bir lider olmak, hissettiklerinle değil, neyi bilmen gerektiğiyle ilgilidir. Bu da benim görevim."
Alphonse bir an için sessiz kaldı, ama bakışlarında hâlâ Andora'ya karşı duyduğu hayranlık ve merak vardı. "Yine de kalbin olmasa bile, içinde empatiye dair bir şeyler olduğunu görmek beni şaşırtıyor."
Andora, bu sözlerin altında yatan anlamı fark etse de ona karşılık verecek bir şey bulamıyordu. İçinde bir boşluk vardı, ve Alphonse'un duygularını anlamak için çabalamak zorunda kalıyordu. "Kendimi halkım için eğitiyorum. Bu kadar basit," dedi kısaca. Ani bir hamle ile kılıcı Alphonse'un boğazına dayadı. "Gerektiğinde canını acıtabilirim ve bu içimde bir zerre duygu kırıntısı oluşturmaz." Gözlerini kıstı ve ekledi: "Şimdi eğitimimize başlayalım."
Alphonse, geriledi. "Peki, Prensesim," dedi hafif bir gülümsemeyle. Bu adam bu kızın gücüne ve acımasızlığına da aşıktı. "Kılıç kullanmayı öğrenmek istiyorsan, bunu en iyi şekilde yapalım. Ben sana öğretirken, sen de bana liderliğin ne demek olduğunu öğretmiş olursun."
Andora, kılıcını geri çekti; Alphonse onun karşısında kılıcını kaldırarak savunma pozisyonu aldı. "Öncelikle, kılıç tutuşunu sağlamlaştırmalısın. Sadece güçle değil, dengeyle de saldırmalısın. İyi bir kılıç savaşçısı hem hızlı hem de dengeli olmalı."
Andora, Alphonse'un sözlerini dikkatle dinledi. Ellerini kılıcın kabzasına sıkıca sardı, ayaklarını yerleştirirken dengesini bulmaya çalıştı. Alphonse, hafif bir adımla yaklaştı ve Andora'nın kollarını düzeltti.
"Kılıcı sadece bir silah olarak düşünme," dedi Alphonse. "Bu senin bedeninin bir uzantısı. Duygularını ona aktaramayabilirsin, ama kontrolünü ona aktarmalısın."
Andora, kılıcı yeniden kaldırdı. Alphonse'un yönlendirmeleriyle kılıcı savurdu. İlk başta hareketleri biraz sert ve köşeli olsa da, birkaç tekrardan sonra yumuşamaya başladı.
"Daha iyi," dedi Alphonse, bir adım geri çekilerek. "Şimdi sana nasıl savunma yapacağını göstereceğim. Bu sadece saldırıyla değil, kendini nasıl koruduğunla da ilgili."
Andora, gözlerini kısarak onu izledi. Alphonse, kılıcıyla bir saldırı simüle ederek ona doğru hamle yaptı. Andora, ani bir refleksle kılıcını kaldırdı, ama Alphonse'un kılıcıyla çarpışınca elleri biraz sarsıldı. Andora, dengesini kaybetmemek için adımlarını geriye attı.
"Daha sıkı ol, prenses," dedi Alphonse, bir adım daha atarak saldırısına devam etti. "Kendini korurken her zaman sağlam durmalısın. Zihnindeki boşluğu kullan. Bir duvar gibi sert ol."
Andora, bu kez daha dikkatli bir şekilde dengesini buldu. Kılıcı, Alphonse'un saldırısına karşı sertçe savurdu ve onun hamlesini durdurdu. Kılıçların çarpışma sesi yankılandığında, Andora'nın gözlerinde kararlılık güneşin ışığından çaldı.
"Daha iyi," diye mırıldandı Alphonse, geri çekilerek. "Şimdi karşı saldırıya geç. Savunmanın ardından hemen saldırı yapmalısın. Bir boşluk bırakmamalısın."
Andora, talimatlara uyarak Alphonse'a doğru hızlı bir adım attı ve kılıcını çevik bir şekilde savurdu. Alphonse, bu ani saldırıyı beklemediği için geriye doğru sendeledi. Bir anlığına onun gözlerinde şaşkınlık belirir gibi oldu.
"Daha iyisin, Andora," dedi Alphonse, hafifçe gülümseyerek. "Ama unutma, kılıç dövüşü sadece fiziksel bir savaş değildir. Zihinsel olarak da dengede olman gerekiyor. Aksi takdirde, en ufak bir zayıflık seni düşmanına karşı savunmasız bırakabilir."
Andora, derin bir nefes alarak kılıcını indirdi. "Zihinsel denge," diye tekrarladı, düşünceli bir şekilde. "Bu, sadece kılıç için değil, her şey için geçerli, değil mi?"
Alphonse, başını hafifçe salladı. "Evet, liderlik de öyle. Fiziksel güç ne kadar önemliyse, zihinsel güç de bir o kadar önemlidir. Her hamleni kontrol etmelisin. Hem zihninde, hem de savaşta."
Andora, Alphonse'un söylediklerini içselleştirmeye çalıştı. Kılıcı bir kez daha kavradı ve gözlerini Alphonse'un gözlerine dikti. "O zaman bir daha deneyeyim," dedi.
Alphonse, ona karşı hazırlıklı bir şekilde kılıcını kaldırdı. "Hazırım," dedi, gülümseyerek.
Andora, bu kez daha dengeli ve dikkatli bir şekilde hamle yaptı. Adımları daha keskin, kılıç hareketleri daha kontrollüydü. Alphonse, onun gelişimini fark etti ve kılıcıyla karşılık verdi, ancak Andora'nın saldırıları gitgide daha güçlü hale geliyordu. Alphonse, bir süre sonra geriye çekilmek zorunda kaldı.
"Etkileyici," dedi Alphonse, memnuniyetle gülümsedi. "Sanki sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da güçleniyorsun."
"Sana söyledim, bu sadece bir görev," dedi. "Duygularımı kullanmıyorum, ama zihnimi kullanabiliyorum. Ayrıca Thalion'dan bu konuda ders almaya başladım."
"Eğer bu şekilde devam edersen, sadece güçlü bir savaşçı değil, aynı zamanda muhteşem bir lider de olacaksın," dedi, hayranlıkla.
Andora, bakışlarını Alphonse'a dikti. "Bu benim amacım. Halkımın yanında durmak ve onları her türlü tehlikeye karşı korumak. Fiziksel ve zihinsel olarak."
Tam o sırada, sarayın dışından yankılanan koşuşturma ve bağrışma sesleri tüm havayı bozdu. Alphonse kılıcını indirip hemen dikkatini seslere çevirdi, Andora da aynı şekilde sesin geldiği yöne odaklandı.
Bir asker hızla yanlarına geldi, nefesi kesilmiş, yüzünde panik dolu bir ifade vardı. "Prensesim, Prensim!" dedi, sesi titriyordu.
Andora kaşlarını çattı. "Neler oluyor?"
Asker, derin bir nefes alarak güçlükle konuşmaya devam etti. "Kraliçe Isolde, Kral Remington ve konsey üyeleri acilen büyük toplantı salonunda toplandı. Durum çok ciddi, kuzeydeki askerlerimiz... onlardan haber alınamıyor. Kaybolduklarına dair haberler aldık, bir iz veya işaret bırakmadan yok oldular." Gözleri korkuyla doluydu. "Üstelik... bir mesaj bulduk, tarikatın sembolünü taşıyor."
Alphonse, ciddiyetle hemen Andora'ya döndü. "Bu iyi değil. Hemen toplantıya katılmalıyız."
Andora, tereddütsüz başını salladı. "Hemen gidelim."
Konsey odasına girdiklerinde, içerideki atmosfer yoğun bir gerginlik içinde kaynıyordu. Masanın etrafına toplanmış olan konsey üyeleri, fısıldaşarak bu aniden gelen tehditi tartışıyordu. Kral Remington ve Kraliçe Isolde, masanın başında ağır bakışlarla konuşmaları dinliyorlardı. Sir Mortimer, zırhının içindeki soğuk ve sessiz varlığıyla diğerlerinden ayrı bir köşede durmuştu. Hazine Şansölyesi Lady Evelina ise elindeki parşömenlere göz gezdiriyordu, yüzünde olan biteni anlamaya çalışan bir ifade vardı.
"Prenses Andora, Prens Alphonse," dedi Kral Remington, Andora'nın salona girdiğini fark edince. "Durum ciddi. Kuzeydeki askerlerimizden hiçbir iz yok. Tarikatın gölgeleri her geçen gün daha da yaklaşıyor."
Sir Tristan, endişeyle ellerini masanın üzerine dayadı. "Askerlerimiz kayboldu. Sanki yeryüzünden silindiler. Ancak bulduğumuz bu mesaj, her şeyi açıklıyor olabilir." Tristan, elindeki parşömeni açarak masanın üzerine serdi. Mesajın ortasında, kara büyü sembolleriyle kazınmış, tarikatın işareti parlıyordu.
"Onların işi olduğu kesin," diye mırıldandı Lord Gareth, yumruğunu masaya vurarak. "Bu kaybolmalar, bizi zayıflatmaya yönelik bir hamle. Halkın gözünde güvenilirliğimizi sarsmak istiyorlar."
Kraliçe Isolde sessizce düşündü, ardından gözlerini Andora'ya dikti. "Bu tehdit, sadece kaybolan askerlerimizden ibaret olmayacaktır. Eğer onları durdurmazsak, daha fazla askeri kaybedebiliriz. Halk da paniğe kapılacaktır."
Andora masaya yaklaştı, gözleri parşömene odaklandı. "Krallığın zayıflıkları gölgelerde saklıdır. Askerlerinizi kaybettiniz, daha fazlasını da kaybedeceksiniz. Zaman tükeniyor. Direniş anlamsız. Gölgelere teslim olun, aksi takdirde her şeyinizi kaybedeceksiniz." Yazanları mırıldandı. "Bu mesaj bir uyarı değil," dedi ve ekledi. "Bu, bir meydan okuma. Onlar, sadece askerlerimizi yok etmek istemiyorlar, bizi içeriden çökertmek istiyorlar. Halkın güvenini yok ederek krallığı zayıflatmayı amaçlıyorlar." Gözleriyle masadakilerin her birini tek tek taradı.
Sir Mortimer, sessizliğini bozarak öne çıktı. "Eğer bu bir meydan okumaysa, karşılık vermeliyiz. Ama onları zayıflatacak bir şeyle."
Andora, Mortimer'in bu sözü karşısında derin bir nefes aldı. "Karşılık vermek için hazır olmalıyız, ama bu güçle değil, stratejiyle olmalı. Tarikatın neler yapabileceğini tam anlamıyla hala bilmiyoruz." Bir an duraksadı, ardından sözlerine devam etti: "Ama halkı da paniğe sürükleyemeyiz. Onlara bu savaşı kazanacağımıza dair güven vermemiz gerekiyor."
Kraliçe Isolde araya girdi. "Halkın güveni olmadan savaş kazanılamaz. Ancak, bu tehditle başa çıkmak için daha acımasız olmamız gerekebilir."
Lord Gareth, sesini alçaltarak konuştu. "Ne kadar acımasız? Tarikat, halkı zihinsel olarak mutlaka kontrol edecektir. Zihinsel direnci olmayanları onların etkisinden korumak zorundayız. Eğer bu konuda sert önlemler almak gerekirse, alabilecek kadar mı?"
"Evet Lord Gareth kastettiğim tam olarak o. Eğer zihinsel dirençleri yoksa ve tarikatın etkisi altında kalabileceklerse, onları koruma adı altında kilitlemek zorundayız. Bu, sadece onları değil, krallığı da korumak için yapılmalı."
Bu fikri Kraliçe ortaya atana kadar Lady Arabella olan biteni sessizce izliyordu fakat daha daha fazla dayanamayarak araya girdi. "Kusura bakmayın kraliçem ama halkın sesi olarak bu noktada devreye girmem gerekiyor. Halkımızı korumak için onları hapsetmek doğru değil. Bu, güvensizlik yaratır ve isyana yol açar."
Kraliçe Isolde, soğuk bir ifadeyle Arabella'ya döndü. "Lady Arabella, kalbinizin alınmadığını bilmesem, onlara acıdığınızı düşüneceğim. Ancak biz, tarikatla savaş halindeyiz. Bu savaşı kazanmak için ne gerekiyorsa yapmalıyız."
Lady Arabella önüne gelen saçlarını arkaya savurarak konuştu. "Peki, tüm halktan zihinsel olarak zayıf olanları nasıl tespit etmeyi planlıyorsunuz, Kraliçem?"
"Lady Arabella doğru bir noktaya değindi. Zayıf olanları tespit etmek, halkın içinde kimin daha kolay etki altına alınacağını anlamak neredeyse imkânsız. Zindanlarımız bunun için yetersiz kalır." Lord Gareth araya girdi.
Bu tartışmanın ortasında, Sir Tristan daha ılımlı bir öneriyle durumu hafifletmeye çalıştı. "Aslında bunu daha yumuşak bir şekilde yapabiliriz. Halktan, tarikatın etkisine açık olabilecek olanların gönüllü olarak kendilerini koruma altına almalarını isteyebiliriz. Bir nevi karantina... Bu şekilde halkın güvenini kaybetmeden önlem alabiliriz."
Kraliçe Isolde bir an duraksadı, ardından başını hafifçe sallayarak kabul etti. "Evet, bu daha kabul edilebilir bir çözüm olabilir. Eğer kendilerini koruma altına almak için gönüllü olurlarsa, bu krallığı hem dışarıdan hem içeriden daha güçlü yapar."
Son olarak Kral Remington sözü devraldı. "O zaman Karar. Kendini tarikatın etkisine açık hissedenler, gönüllü olarak kendilerini koruma altına alacaklar. Sir Tristan ve Leydi Arabella, bu süreci organize edecek. Gönüllü olanlar için uygun alanlar hazırlanmalı. Halkın güvenini kaybetmemeliyiz ama tedbirli olmalıyız. Ayrıca Halk'ı kendi içinde birbirlerini eğitmeye davet edeceğiz."
Tristan ve Arabella birer baş hareketi ile Kral'ı onayladı. Kral devam etti. "Sir Lucian, diğer ülkelere yardım çağrısında bulun. Dostlarımızdan destek istemeliyiz. Tarikatın bu kadar ileri gitmesine izin veremeyiz. Güçlü müttefiklere ihtiyacımız var. Özellikle güçlü büyücüleri bize yardımcı olabilir."
Sir Lucian, başını eğerek "Emredersiniz Majesteleri" dedi.
"Son olarak Prens Lâr Alphonse, verdiğiniz destek ve gösterdiğiniz bağlılık için teşekkür ederim. Kral babanıza sevgilerimi iletin. Birlikte güçlü bir ittifak kurmak, bu karanlık günlerde hepimizin yararına olacaktır."
Alphonse, "Teşekkür ederim, Majesteleri. Krallığımın ve benim desteğimiz her zaman yanınızda olacak. Babam da bu mücadelenin önemini biliyor," dedi.
Kral Remington, salondaki herkesi bakışlarıyla taradı. "Toplantı sona ermiştir."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |