9. Bölüm

8. Bölüm: Dedikodular

dylasa
dylasa

Sabahın erken saatlerinde şatonun taş duvarlarında yankılanan sessizlik, mutfakta toplanan hizmetçilerin alçak sesli fısıltılarıyla bozuldu. Gün ışığı henüz tam anlamıyla doğmamışken, büyük ocakta kaynayan kazandan yükselen buğu etrafa yayılıyordu. Bir köşede, birkaç hizmetçi kadın bir araya gelmiş, işlerine kısa bir ara vermişlerdi. Gözleri ara ara kapıya doğru kayarken, aralarında alçak sesle konuşuyorlardı.

 

"General Lincoln ölmüş," diye mırıldandı yaşlı bir hizmetçi kadın; sesi hem alçak hem de titrek bir tını taşıyordu. "Duydunuz mu, onu Prenses Andora öldürmüş."

 

Bu haber diğerlerinin kulaklarına tuhaf bir ürperti olarak ulaştığında şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.

 

"Prenses, zindana inip bir mahkûm öldürmüş öyle mi?" dedi genç bir hizmetçi, gözleri dehşetle açılmıştı. "Prenses'in nasıl biri olduğunu hepimiz bilmiyor muyuz? O yapmamıştır."

 

"Ah, bilmez olur muyuz?" dedi yaşlı hizmetçi kadın, omuzlarını silkti. "Fakat unuttuğunuz bir şey var, onun bir İzrakaya kadını olduğu gerçeği..."

 

"Düşünsene kalbin yok bir kere," dedi aralarındaki en genç hizmetçi, yüzünde merak ve hafif bir dehşet ifadesiyle. Ellerindeki bezle tezgahı temizlemeyi bırakmış, diğerlerine bakıyordu.

 

"Nasıl bir hayat olabilir ki bu?" diye ekledi bir diğeri, gözlerinde belirsiz bir korku parıltısı vardı. "Kalbin olmadan nasıl sevebilirsin, nasıl hissedebilirsin? Soğuk ve boş bir hayat..."

 

"İşte bu yüzden merhamet ve acıma duygusundan yoksun bir insandan her şey beklenebilir," yaşlı kadın konuşmaya devam etti. "Ayrıca dün gece zindana inerken onu gören olmuş."

 

"O kalpsiz bile olsa, yine de adalet var değil mi? Lincoln bir mahkûmdu, ama yine de bir mahkûmu öldürmek..." dedi genç kadın, sesi hafifçe titriyordu.

 

Başka bir hizmetçi, önündeki etleri doğrarken başını kaldırdı. "Adalet diyorsun... Ama ya o mahkûm, Prenses Andora'ya ya da krallığa zarar vermeyi amaçlayan biriyse? Tarikatın eline geçmiş bir mahkûm bu. Tekrar onun zihninin ele geçirilmediğini nereden biliyoruz?" dedi.

 

Fakat bir diğeri daha tedirgin bir ifadeyle araya girdi. "Ya asıl ele geçirilen Prenses Andora ise?"

 

Hizmetçiler bu son soru karşısında kısa bir an sessizliğe gömüldüler. Düşünceler, aralarındaki fısıltılardan daha derin bir yankıyla zihinlerde dolandı; korku kor bir alev gibi yüreklerini esir aldı. Fısıldayan kadınlar, birbirlerinin gözlerinde aynı soruyu gördü: Eğer Prenses Andora'yı gölgeler ele geçirdiyse, kim krallığı koruyacaktı? Herkes Kral Remington'un iş bilmez adamın teki olduğunun farkındaydı.

 

Bu şüphe ve dedikodular, birkaç saat içinde şatonun her köşesine yayılmıştı. Hizmetçilerin bu söylentileri Kraliçe Isolde'nin kulağına ulaştığında, o an Andora'nın odasına gitmeye karar verdi.

 

Kraliçe Isolde odanın kapısını sertçe açıp içeri girdi. Bakışları Andora'nın üzerinde gezindi; yüzünde sorgulayıcı bir ifade vardı. Aralarındaki mesafeyi koruyarak, konuşmaya başladı: "Andora, ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedi Kraliçe kaşlarını çatarak. "Bir mahkûmu, özellikle de General Lincoln gibi birini öldürmenin ne tür bir etki yaratacağını düşünmedin mi? Halkın gözünde bizi nasıl bir konuma soktuğunun farkında mısın?"

 

Andora, Kraliçe Isolde'nin gözlerinin içine soğukkanlılıkla baktı. Kollarını göğsünde kavuşturdu, yüzündeki donuk ifade en ufak bir tereddüt bile içermiyordu. "Tarikat tarafından ele geçirilmişti," dedi, sesi kayıtsızdı. "Gölgelerin onun zihnini ele geçirdiğini gördüm. Onun çektiği acıya son vermekti amacım."

 

İsolde alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi, ancak gözlerindeki sert bakış Andora'ya sabitlenmişti. "Yine de zindanda kilitli bir adamın bize ne kadar zarar verebileceğini; hiç düşündün mü? Kendi ellerinle halka en büyük korkuyu sen sundun; şimdi insanlar senin tarikat tarafından ele geçirildiğini düşünüyor," dedi, kelimeleri bir kırbaç gibi Andora'nın üzerine savurarak.

 

Andora, gözlerini kısarak karşılık verdi. "Yaptığım doğru olanı yapmaktı. Zindanda zincirlenmiş bir mahkûm olsa bile, onun zihnine sızan karanlığı gördüm. Krallığın güvenliği için gereken buydu."

 

"Birini bu şekilde öldürmen doğru değil," dedi Kraliçe.

 

Andora bir an duraksadı, ardından gözlerini Kraliçe Isolde'ye dikerek keskin bir ses tonuyla devam etti. "Neyin doğru olup olmadığına kim karar veriyor? Siz de Kral Varian'ı öldürdünüz en nihayetinde."

 

Kraliçe Isolde'nin yüzündeki ifadede ani bir gerilim belirdi. Gözleri büyüdü, beklenmedik bir meydan okumayla karşılaşmıştı. "Ben en azından arkamda bir iz bırakmadım," diye yanıtladı.

 

Andora, gözlerini ondan ayırmadan, alaycı bir tebessümle karşılık verdi. "Öğrendiğime göre, demek ki iz bırakmışsınız Kraliçem," dedi. Sözleri, havada yankılanırken, Isolde'nin yüzündeki kontrol kırıntıları kaybolmaktaydı.

 

Kraliçe derin bir nefes aldı ve Andora'nın konuyu değiştirme çabasını savuşturmak için sert bir tonla konuştu: "Konumuz bu değil Andora."

 

Andora, hafifçe omuz silkerek başını yana eğdi. "Sahi, herkesin hayran olduğu böylesine iyi bir kralı neden öldürdünüz Kraliçem?"

 

"Bu seni hiç alakadar etmez."

 

Andora, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle devam etti. "Taht hırsı diyeceğim lakin zaten kraliçesiniz. Aşk uğruna diyeceğim.." dudaklarında küçük bir kıkırdama yerleştirdi "Fakat bu da imkansız."

 

Kraliçe Isolde, Andora'ya bakarak derin bir sessizliğe büründü. Sonunda gözleri daralmış, sesi tehlikeli bir fısıltıya dönüşmüştü. "Haddini aşacak şeylere bulaşıyorsun, Andora. Akıllı ol," dedi ve kapıya doğru yöneldi.

 

Kapının eşiğindeyken sesini daha soğuk ve kesin bir tonda yükseltti. "Ayrıca cezalısın. Bir hafta boyunca bu odadan çıkmayacaksın."

 

"Kendi hatalarınızı beni bir odaya kilitleyerek örtemezsiniz, Kraliçem," derken Andora kendini sırt üstü yatağına bıraktı.

 

Bir mahkumu öldürerek tüm dikkatleri üzerine çekmek bir hata mıydı? Andora'nın gözleri eski taş işçiliğiyle kaplı tavana odaklandı. Bakışları tavandaki çatlaklarda, zamana yenik düşmüş taş oymalarında oyalandı.

 

Elbette değildi. Her şey ince ince düşünülmüş bir planın parçasıydı. Sadece ufak bir pürüz vardı; Kraliçe'yi bu denli kışkırtmak beklentisinin altında bir etki yaratmıştı. Bir hafta, bir hafta gerçekten kısa bir süreydi. Ama bu saraydan çıktıktan sonra büyük bir sorun oluşturmazdı.

 

Gece yarısı geldiğinde, Andora odasında bekliyordu. Martha daha önce Andora'nın yatağını ve odasını, dışarıdan sanki içeride biri varmış gibi gösterecek şekilde hazırlamıştı. Bu yokluk sürecinde onu idare etmesi gereken kişi bu sadık hizmetkardı.

 

Kapı hafifçe aralandığında, Mortimer'in yüzü gözüktü. "Leydim," diye fısıldadı. "Her şey hazır."

 

Andora sessizce yerinden kalktı ve bir pelerin alarak odadan dışarı süzüldü. Nöbetçilerin yer değiştirdiği birkaç dakikalık zaman aralığında Andora, Martha'nın daha önce hazırladığı gizli geçitten sarayın dışına çıktı.

 

Bu gizli geçit, şatonun dışındaki eski bir su kuyusuna açılıyordu. Mortimer, loş bir ışıkla aydınlanan yolun başında onu bekliyordu. Yanında, Andora'nın daha önce görmediği küçük bir çanta taşıyordu. "Bu gerekli olacak," dedi, çantayı ona uzatırken. Gözleri karanlığın içinde bir şey arıyormuş gibi çevreyi tarıyordu.

 

"Ne kadar uzağa gideceğiz?" diye sordu Andora, çantayı alırken.

 

"Karatepe'ye," dedi Mor

timer alçak bir sesle. "Ama önce, yanına uğramamız gereken biri var."

 

Bölüm : 27.12.2024 12:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...