Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.1 - Ak Yılanlara Ölüm

@e.smare

 

Merhabalar Yılanlarım 😈

 

Bir hikayeye daha bodoslama dalıyoruz.

 

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

 

Keyifli Okumalar...

 

🎶

 

Joel Sunny - Luminary

 

Wens - Bones

 

Lorde - Everybody Wants To Rules

🎶

 

Instagram :

 

e.s.mare

 

esmare_den

 

(Bölümlere ait çizimleri ve alıntıları daha önceden ve daha net görmek için takip edebilirsiniz ❤️)

 

 

⚔️

 

"Seni öldürmeli,

 

Aksi halde herkesin sonu olacaksın!"

 

⚔️

 

 

Assra Marian Sallister

 

~Ak Yılan Krallığı, Elessmier~

 

Ak Yılanlara ölüm!

Elimdeki bardağı masaya vurdum ve şiddetli bir kavgaya girmiş gruba tezahüratlar yağdırmaya devam ettim. Şöyle bir bakınca bile Kara Yılanların galip olacağı belli oluyordu. Üç kişilerdi ama hepsi iri yarıydı. Ak yılanlar muhtemelen sayıca fazla olmalarına güvenmişlerdi ama altı kişi olmalarına rağmen hepsi birbirinden daha vasattı.

Elime birkaç kağıt parçası daha iliştirildiğinde başımı çevirdim. Sakallarından hala içki damlayan yağ torbası bir adamdı. Yumruğunu havaya kaldırırken, "Kara Yılanlara!" diye bağırdı. Saçları bembeyazdı ama bu onun da bir Ak Yılan oluşundan mı yoksa yaşının hayli ilerlemesinden mi anlamamıştım. Aslında iki ırkın ayrımı oldukça kolaydı ama kafam o kadar güzeldi ki saniyelik dilimde adam üçe bölünmüştü adeta. Ama zaten hangi Ak Yılan Kara Yılanları desteklerdi ki?

Galiba cevabı biliyordum.

Yumruğumu havaya savurdum. "Kara Yılanlara!"

Ak Yılanların birazdan buradan ölüsü çıkacaktı. Biri hariç...

"Söyle ona!"

Başımı çevirdiğimde yanımda bir kadın buldum. Pelerininin başlığı yüzünü kapatmıştı ama ona baktığım an başını biraz kaldırdı, yüzü açığa çıktı. Genç sayılmazdı ama yaşlı da değildi. Pulları yoktu. Sivri bir burnu vardı. Gözleri koyu bir turuncuydu. Bir Baykuş mu? Bir Baykuşun Ak Yılan topraklarında, hele de Ak Yılan topraklarındaki gizli bir Kara Yılan meyhanesinde işi olmayacağını, dahası buna cesaret edemeyeceğini düşünerek çok içtiğime karar verdim. Gözlerim midemden önce isyan etmişti anlaşılan.

"Söyle!" dedi yine kadın.

Yüzümü buruşturdum, sesi katlanılamaz bir şekilde tizdi. "Ne söyleyeyim? Kime söyleyeyim? Sen kimsin ve ben seni neden dinleyeyim?"

"Söyle ona!" dedi kadın yine.

Bardağımdan büyük bir yudum aldım ve kolumun tersiyle ağzımı silip bardağı masaya bıraktım. "Daha fazla içmemeliyim galiba," dedim dönmeye başlayan dilimle. "Hayali Baykuşlar... Bu çok kötü."

"Yanlış yolda gidecek," dedi, başını yana eğip beni süzerken görüntüsü dalgalandı. "Ona seni öldürmesini söyle!"

Gülmeye başladım. "Tamam," dedim uzatarak. "Beni öldürmesini... Tamam, söylerim. Ona? O kim?"

"Hükmeden," dedi, sesi ekolu geldi kulağıma.

"Hükmeden," diye tekrarladım gülerek. Hükmeden de neydi? Kafam gerçekten iyiydi ama hayali Baykuşun kafası benden daha iyiydi. "Beni öldür Hükmeden! Böyle değil mi? Ya da şöyle mi?" Sesimi kalınlaştırdım. "Seni öldür Hükmeden! Ben... beni..."

Dilim dolandı ama hayali kadın gülmedi. "Bunu unutma!"

"Emin ol unutmam," dedim gülerek. "Beni öldür Hükmeden! Yoksa ben seni öldürürüm. Böyle de diyeyim mi?"

"Seni öldürmeli," dedi yavaşça. Sesi de dalgalandı. "Aksi halde herkesin sonu olacaksın!"

Toprağın Hakimi Lesster adına!

"Aynen, evet!" dedim bağırarak. Başımı dik tutmak zor gelince masaya dayadım. "Delinin tekiyim ben! Moelli bu deliye bir içki daha! Yoksa herkesi öldürürüm."

Şişman Moelli birkaç dakika sonra masama bir bardak daha bıraktı. Başımı kaldırdım ve bardağı alıp başıma diktim, boğazım acıyla yandı. Midem daha fazlasına isyan edercesine büzüldü ve neredeyse mideme gönderdiğim sıvı ağzıma geri doldu. Burnumdan derin bir nefes aldım, birkaç saniye bekledim. Bardakta kalanı da başıma diktim. Oda etrafımda bir tur döndü. Nihayet görüşümdeki dalgalanma durulunca Ak Yılanların hepsinin yeri boyladığını gördüm. Yanımdaki Baykuşa döndüm tekrar, artık orada değildi.

"Şükür ki kayboldun, bu da hala içebilecek durumda olduğumun... yanıtı. Kanıt... Ya da her neyse."

Dudak büktüm ve umursamazca önüme döndüm. Bağırışlara karıştı sesim. Lanet olsun Ak Yılanlara!

Küfürler, hakaretler havada süzüldü. Bazıları Ak Yılanların üzerine ellerindeki içki bardaklarını dökmeye başladı ve Şişman Moelli önüme bir bardak daha itti. Ona dönüp baygın baygın sırıttım. "Sana aşığım!"

"Ya da kafan fena güzel," dedi kadın. Doğruydu, Şişman Moelli ellisine yaklaşmış, göğüsleri karnına kadar sarkmış, burnunun yanında koca bir et beni olan irice bir kadındı. Yine de ona şu an aşıktım, yarın yine tiksinebilirdim.

Bardağı kavramak için elimi uzattığımda önümden kaydı. Başımı dik tutmakta zorlanırken bardağı kavrayan ele baktım. Yarı kapalı gözlerim yukarı doğru tırmandı. "Asra!" dedi sert bir sesle.

"Sen de bir hayalsin," dedim elindeki bardağa uzanırken.

"Hayal olmamı dileyeceksin, doğru," dedi öfkeli sesiyle.

Ah, hayır! O hayal falan değildi. Başımın belası bir herifti.

"Yakalandım," dedim sırıtırken. Elimdeki parayı ona doğru uzattım. "Şuna al ve beni görmemiş gibi davran!" Çatık kaşlarla bana bakmaya devam ederken sessizdi. "Hadi," diye direttim. "Bahisten kazandım." Yerde yüzü gözü dağılmış ve kıvranan Ak Yılanlara baktım. "Zelilliği... Zelil... Rezil, evet. Zezilliği görüyor musun?" Sesimi alçalttım. "Irkımızı lekeliyorlar. Şükür ki herkesin kafası çok iyi de çok... Şey... Manımsanmayacak!"

"Senin kafan da öyle," dedi sertçe.

Yüzüm öylesine buruştu ve gözlerim öylesine kısıldı ki ona dönerken neredeyse yüzünü seçemedim. Belki de gözlerim ardına kadar açık olsa da bu kafayla seçemeyecektim. "Her seferinde beni bulup keyfimin içine etmek zorunda mısın sen? Ak Yılanlar Krallığında onlarca meyhane var, bir o kadar da yasaklı meyhane!" Elimi kaldırdım ve gözümün önünde sallanan işaret parmağımla içeriyi işaret ettim. "Burası da en merdiven altı mekanlardan biri. Kara Yılanlara ait üstelik. Sen bulamayasın diye serptim."

"Seçtin," diye beni düzeltti. O da etrafına baktı. "Ve doğru, en az yılan sümüğü kadar tiksindirici bir yer bulmuşsun bu kez." Bana doğru döndü ve elindeki bardağı başına dikti. Masaya sertçe bıraktı ve koluma sarıldı. "Şimdi geri dönüyoruz."

Kolumu hızla çektiğimde elbette beni bırakmadı ve olduğum yerde sendelememe neden oldu. Başımdaki kukuleta geri düştü, yüzüm ve saçlarım açığa çıktı. Beni net görünce kaşları çatıldı. "Yüzüne ne... Saçların... Kendine ne yaptın böyle?"

"Ah, şey," dedim, kelimeler ağzımdan yuvarlanırcasına döküldü. "Kömür bu, görüntü değişikliği yaptım. Hadi nedenini sor!"

"Sormayacağım," dedi beni tekrar çekerken.

"Hayır, sor!" diye direttim.

"Zorluk çıkarmayı kes! Hadi!" dedi sessizce ve beni tekrar çekip ileri savrulmama neden oldu. Arkasını da aynı anda dönünce sırtına çarptım ama o yürümedi. Başımı gövdesinden yana eğip bakışlarımı Vilas'ın tam karşısında dikilen üç Kara Yılana çevirdim. Az önceki Ak Yılanı yere kazıyanlardandılar.

Sırıttım ve Vilas'ın kollarını kavrayıp parmak uçlarımda yükselerek kulağına fısıldadım. "Neden yaptığımı sor demiştim sana. Burada Ak Yılanları pek sevmiyorlar çünkü."

Adamlar üzerine atıldığında beni bıraktı ve ilk Kara Yılanın yumruğunu bertaraf etti ama yanındakinin karnına attığı yumruktan kaçamadı. Öylesine iri bir adamın attığı bir yumruk normal birinin kaburgalarını kırabilecekken Vilas sadece hafifçe eğildi ve küfretti.

"Çok ayıp," dedim dudak bükerek. "Bir leydinin yanında ne yakışıksız sözler bunlar!"

Geriye doğru bir adım atıp az önce kalktığım eski püskü sandalyeye tekrar oturdum. Şişman Moelli bu anı bekliyormuş gibi önüme bir bardak daha bıraktı. Ona dönüp dudaklarımı büzdüm ve bir öpücük attım. "Evlen benimle!"

Kalın ve biçimsiz dudakları açıldı ve gür bir kahkaha attı. Çenesiyle adamların arasında kalan Vilas'ı işaret etti. "Kim bu Ak Yılan?"

"Bana aşık bir ucube! Ak Yılan üstelik, tiksinç değil mi?" Vilas'a yapma bir tiksintiyle baktım ve elimdeki bardağı başıma diktim. Midem isyan etse de umursamadan ağzımı elimin tersiyle sildim. Sonra yumruk olan elimi havaya kaldırdım. "Ak Yılanlara ölüm!"

İçeriden beni destekleyen bağırışlar yükseldi. Vilas küfretti, hem de bizzat bana. Hala yanımda dikilen Moelli'ye baktım. "Bana neler söyledi, duydun mu? Kraliçeye söyleyip onu astıracağım!"

Moelli tekrar güldü. "Kraliçeye ulaşmak mı? Canım sen kafayı çoktan bulmuşsun. Bu Ak Yılana gelince..." Tiksintiyle yüzünü sarkıttı. "...zaten buradan canlı çıkamayacak gibi."

Kraliçeye ulaşmam zormuş... Hmm...

Bu Ak Yılan canlı mı çıkamayacakmış? Ah, Vilas, seni biraz bile tanımamaları ne acı sevgili dostum!

Şişman Moelli'nin eline koca bir tomar para tutuşturdum, haddinden fazlasını vermeme o kadar sevindi ki bir bardak daha doldurmak için hantal ama hantallığına zıt bir hızla barın arkasına yöneldi. Vilas o sırada üç adamı da teker teker zemine serdi ama işi bu kez daha zordu çünkü onların yerini yenilerinin alması uzun sürmedi. Korkup bir yerlere sinen Ak Yılanlar haricinde ona saldıranlar yerde çirkin bir halı deseni oluşturana kadar ben iki bardak daha Kara Yılan içkisini mideme göndermiştim.

Bana öfkeli gri gözleriyle döndüğünde yavaşça ayağa kalktım, olduğum yerde sallandım. Vilas'ın görüntüsü de karşımda dalgalandı. Kollarımı ileri uzattığımda bir küfür daha savurdu. Bana...

Beni kucağına aldığı an, "Seni idam ettireceğim," dedim. "Kraliçeyle kuvvetli bağlantılarım var."

Dişlerini sıktı, patlamış dudağından daha fazla kan süzüldü. Kapıya doğru ilerlerken homurdanırcasına konuştu. "Bunun bedelini ödeyeceksin."

"Ne?" dedim şaşkın bir sesle. "Ben hiçbir şey yapmadım."

Kapıya geldiğinde köşelere çekilen adamların oldukları yere daha da gömüldüğünü gördüm. Vilas kapıya şiddetli bir tekme indirmese onların bu haline gülebilirdim. Dışarı çıkarken bana attığı öldürücü bakışlarının da etkisi büyüktü elbette. "Ak Yılanlara ölüm!" diye beni taklit etti.

Sırıtırken gömleğinden kurtulan madalyonla oynamaya başladım. Bunu ona ben almıştım. İçinde benim çizdiğim resimler vardı. Arkasında ise tek bir yazı... Sonsuza kadar...

Kulağımdaki inci küpeleri de o bana vermişti. Öldüğünde hatırlayamayacak kadar küçük olduğu annesinindi ve ondan geriye sadece kulağımdaki o bir çift küpenin kaldığını biliyordum. Vilas ve ben... Kardeşten öteydik, zaten kardeşlerimin de çoğunu sevmezdim.

"Çek ellerini!" diye söylendiğinde madalyonu bıraktım.

"Çok alıngansın ama."

"Yardım etmeyi düşündün mü hiç sahi?" dedi kısık gözleriyle.

Abartılı bir göz büyütmeyle, "Şaka mı yapıyorsun?" dedim. "Ben bir leydiyim. Bir leydi kavga etmez." Çenemi dikleştirdim. "O zariftir, güzel ve asildir."

"Yani o sen değilsin," dedi yüzünü ekşiterek.

"Kabasın," dedim alıngan bir sesle. Başımı göğsüne yasladım ve hıçkırdım. "Ben bir leydiyim."

"Sen bir ayyaşsın Asra Marian."

"Yine aynı şeyi yapıyorsun," diye çıkıştım. Vilas sadece birkaç sarhoşun anlamsız sözleriyle dolu olan sokakta ilerlerken başını kaldırdı ve etrafı süzdü. Beni ise hiç duymamış gibi yaptı. "Tam ismimi söylüyorsun. Üstelik s harfini vurgulamadan. Assra..." diye kendi adımı söylerken s harfini bir yılan tıslaması gibi vurguladım. "Tekrar et beni!"

"Aptallaşma," dedi ve etrafına göz gezdirdi. "Sessiz ol!"

Göğsüne bir yumruk indirecektim ki içtiğim içkiler safra tadıyla karışarak ağzıma doldu. Öğürdüm. Vilas birden beni kucağından indirdi. Aslında beni basbayağı fırlattı. Yere neredeyse yapışırken ona bunun hesabını sormayı sadece kısa bir an düşündüm. Sonra kusmaya başladım.

Vilas küfretti. Bana...

Boğazımın acıyla yandığı bir sürenin sonunda ancak soluklanabildim. Ve bir daha kusmaya başladım. Midem bile bir ara ağzımdan dışarı çıkmış olabilirdi. Gözlerim yaşardı ve damlalar yüzümü yıkamaya başladı. Vilas ise tüm bu süre boyunca hiçbir şey demeden, hatta kıpırdamadan beni izledi. Dostlarımı iyi seçemiyordum sanırım ve onu galiba gerçekten astırtacaktım.

Başımı kaldırdım ve elinin tersiyle ağzımı kuruladım. "Bitti mi..." dedi Vilas. Buğulanan gözlerimi ona çevirdiğimde alayla başını yana eğişini zar zor seçebildim. "...leydim?"

"Seni yılanlarıma yem edeceğim," dedim kinlenmiş bir sesle.

Başını ağır ağır salladı. "Bir leydiye yakışmayan sözler."

"Bir leydiye küfrettin sen!"

"Çok alıngansın ama."

Homurdandım ve ayağa kalkmaya çalıştım. Ayaklarımın üstünde durmak işkence gibi gelince tekrar yere oturdum. Kollarımı yine Vilas'a uzattım. "Sarhoşum! Bu leydiyi taşı!"

Dalgalanan görüntüsünden bile gözlerini devirdiğini anlamıştım. Yanıma adımladı ve beni koltuk altlarımdan kavradı. Hafifçe doğrulttu. Tekrar kucağına alacağını düşünürken o saçlarımı kavradı ve kafamı hızla aşağı eğdi. Yüzüme çarpan su ile ben de küfrettim ama bu sadece suyun boğazımdan aşağı süzülmesine neden oldu. Başımı geri çektiğinde beni at yalağına soktuğu fark ettim. Ağzımdaki su tadıyla midem tekrar burkuldu ve küfrettim. "Bir leydiye böyle kötü sözler yakışmıyor!" dedi ve başımı tekrar suyun içine daldırdı. Geri çekti ve tekrarladı.

Sonunda ayağımı geriye atıp bacağına bir tekme indirmemle beni bıraktı. Derin derin nefesler alırken ellerimi yalağın kenarına dayayıp doğruldum. Saçlarımdan süzülen siyah sularla neredeyse beyaz saçlarım açığa çıktı. Ona doğru döndüğümde bugün ilk defa sırıtıyordu. "Ayıldınız mı leydim?"

"Beni bir at yalağına soktun!"

Beni baştan ayağa doğru süzdü. İğrenen bakışları yine yüzüme tırmandı. "Ve üzülerek söylüyorum ki, şu an at pisliğine de bulanmış görünüyorsunuz!"

Bakışlarımı aşağı indirdim ve açık kahverengi pantolonumun, hatta beyaz gömleğimin bile gerçekten at pisliğine bulandığını gördüm. Midem yine isyanını dile getirirken başımı kaldırıp Vilas'a baktım. Onun üzeri hayli düzgündü hala. Askeri giysilerden sıyrıldığı bile o an fark ettim. Haktan biri gibi, pejmürde bir gömlek, rengi solmuş bir pantolon giymişti. Yine de beyaz saçları hala oldukça özenliydi, sadece içerideki karmaşada biraz dağılmıştı. Dizlerine gelen çizmelerine bile bir parça pislik bulaşmamıştı. Eski püskü kıyafetlerin içinde hala temizdi. "Bir şey söyleyeceğim," dedim ona yaklaşırken.

Olduğu yerde dikilmeye devam ederken kaşları çatıldı. "Yumruk atacaksan seni o yalağa tekrar sokarım..." Sırıtır gibi yaptı. "...leydim."

Yanımızdan geçen bir sarhoş, "Ak Yılanlar!" diye tıslayıp yere tükürdü ama ikimizde onu görmemiş gibi yaptık. Ak Yılan topraklarında fazla sesleri çıkmaya başlamıştı ama bu sarayın sorunuydu, benim değil.

Adımlarım sonunda Vilas'ın önünde durdu. Yakışıklı yüzüne kirpiklerimi kırpıştırarak baktım. Saray çalışanları onun bu yüzüne kanıyordu işte. "Öpüşelim."

Kaşları daha da çatıldı ve uzun bir nefes verdi. "Saçmalama da yokluğumuz fark edilmeden gidelim hadi!"

"Ne?" dedim hemen. "Şu an çok şiirsel duruyoruz. Bence öpüşelim."

"Az önce bir yalaktan su içtin. Ha, içmeseydin de seni öpmezdim. Şiirsel falan durmuyoruz bu arada." Beni yine iğrenircesine süzdü. "Aksine sen bayağı tiksinilesi görünüyorsun."

"Kim o kadın?" dedim çenemi dikleştirerek.

İnler gibi bir ses çıkardı. "Asra gerçekten bunu sürekli yapmak zorunda mısın? Beni düşürdüğün şu duruma bak! Kendini de. Başına neler gelebileceğinin farkındasın değil mi?"

Ciddileşmesine karşılık güldüm ve omzuna bir yumruk indirdim. İsmimi doğru telaffuz etmeyerek hala beni düşündüğü için onu yumruklamayacaktım. "Hiç eğlenceli değilsin Vilas. Heyecan denen şeyden bihabersin."

"Heyecan denen şeyi Kara Yılanlarla savaşırken yeterince tattım. Gevezeliği bırak artık." Etrafına bıkkın bir şekilde göz gezdirdi. "Atın nerede?"

Başımı çevirip atımı bağladığım köşeye baktım. Çenemle ona da işaret ettim. "Şurada."

"Orada hiçbir şey yok."

Ona döndüm ve omuz silktim. "Çalmışlar."

Hayret edercesine bir ses çıkardı. "Gerçekten aldığın onlarca eğitime karşılık bana şu an atını çaldırdığını mı söylüyorsun?"

"Ne eğitimi?" dedim ve koluna girdim. Onunla yürürken hala adımlarım biraz sarsaktı. "Ben bir leydiyim."

"Sen bir baş belasısın Asra."

"Yine s harfini baskılamadın, ben bir leydiyim!"

"Atını çalmışlar!" dedi sesini yükselterek. "Buna takılman gerekmiyor mu sence de? Sen berbat bir leydisin."

"Senin atın var değil mi?" dedim omuz silkerek. Ona göz ucuyla bakıp kötücül bir şekilde sırıttım. "Güçlü kollarına belimden kavrarsın ve beraber gideriz. Belki bir ara öpüşürüz de."

"Kafanı o yalaktan hiç çıkarmayacaktım," diye söylendi. Meyhanenin arka sokağından çıkarken hala onu sinir edercesine gülümsüyordum ama durduğunda ben de durdum.

"Şimdi mi öpüşeceğiz?"

"Kes şunu!" dedi çatılan kaşlarla. Bir sorun olduğu artık açıktı. Gözlerimi baktığı yöne çevirdim ama meyhanenin önü de bomboştu. Bir tehdidi bırak tek bir kişi bile görünmüyordu. Zaten burası gizli saklı bir yerdeydi, insanlardan oldukça uzaktı.

"Ne oldu?" diye sordum ciddileşerek.

Alt dudağını sertçe dişledi. Tereddüt ederek başını bana çevirdi. Çatık kaşlarla ona bakarken, "Sakın tek kelime etme ve sakın... Sakın gülme!"

"Ne?"

Dişlerini sıktı, dudakları aralandı ve kapandı. Tekrar aralandığında söylediği iki kelime beni hazırlıksız yakaladı. "Atımı çalmışlar!"

 

⚔️

Ağaçların arasından sıyrılırken dudaklarım sıkıca birbirine basılıydı. Yaklaşık bir saatlik aramamız sonucunda biz de birilerinin atlarını çalmıştık ve o atlar bizi çok fazla zorlamıştı. Ben o zaman diliminde bile gülmemi bir türlü bastıramamıştım. Vilas bir ara beni kirli bir dereye bile fırlatmıştı ve hala gülmemek için üstün bir güç sergiliyordum adeta. Ak Yılan Sarayına yaklaşırken huysuz atlardan indik, dikkat çekmeden içeri girmemiz için bu gerekliydi. Zaten atlar da biraz daha üzerlerinde kalırsak bizi bir yerlere fırlatacaklardı.

Yılanların bir atı kendine alıştırması zordu. Atıştıkları Yılan haricinde de kimseyi yanlarına yaklaştırmazlardı. Daha attan indiğimiz an ateşten kaçar gibi bizden uzaklaşmaları bunu yine kanıtlamıştı.

Vilas atların gözden kayboluşunu izleyip bana döndüğünde kendime yine mani olamadım. Ağzımdan koca bir kahkaha çıkmak üzereydi ki o koca elini ağzıma bastırdı. Buna rağmen gülmemi durduramadım.

"Kes artık şunu!" dedi sessizce. "Yakalanacağız!"

Gülmeyeceğimi belirtir şekilde eline vururken hala gülmem elbette onu ikna etmedi. Ancak sivri dişlerim uzayıp tenini deldiğinde kızgın bakışlarıyla geri çekildi. "Ne durumda olduğumuzun farkında mısın?" dedi sertçe.

"Vilas ben ölürsem üzülür müsün?" dedim ve ona ağlamaklı gözlerle baktım. "Üzülürsün değil mi?"

"Hala alaycısın."

"Sen de huysuz," dedim homurdanır gibi. "Üzülme ama, ben kolay kolay ölmüyorum. Baksana, yıllardır hastayım. O kadar hastayım ki halkım yüzümü bile görmedi daha ama ölmüyorum. Ölümsüzlüğü buldum bence."

"Assra!" dedi bu kez 's' harfini vurgulayarak çünkü artık halktan uzaktaydık. Artık olmam gereken o saraya yakındık. "Sadece bir gün sonra Prenses Alissa'nın düğünü var. Bu da mı önemli değil senin için?"

Omuz silktim ve sarayın gizli geçitlerine uzanan dik yamacı yürümeye başladım. "Ben davetli değilim, neden önemli olsun?"

Bana yetişip yanımda yürümeye başlarken sesi hala sertti. "Kardeşin olduğu için olabilir mi?"

"Davetli değilim kısmının tam olarak hangi kısmını anlamadın?" Ayağımla yerdeki bir dal parçasını kenara ittim. Ay son dördündeydi, orman oldukça sık olduğu için yürüdüğümüz yeri görmemiz zordu ama ben bu yolu o kadar gitmiştim ki artık zihnim ayaklarıma bir harita bile gönderiyordu. Mesela yüz metre kadar uzağında bir mağara vardı. Bir zamanlar orada birkaç gece geçirmiştim. Bedeli biraz acı olmuştu elbette. Sırtındaki izlerin hayali acısı bile hatırlamamla belirginleşti.

"En azından onun yanında olabilirsin," dedi Vilas. Neden kahrolası düğünü hatırlatıp keyfini kaçırıyordu? Alissa'yı severdim ve bu düğünü ne kadar istemediğini de biliyordum ama yapacağım bir şey yoktu. Ak Yılanların, Kara Yılanlarla yıllardır süren savaşı ancak böyle son bulacaktı. Bir düğünle... Çok saçma ve aynı zamanda iğrenilesiydi.

"Olamam," dedim umursamaz bir sesle. "Sürekli ağlıyor, katlanılmaz bir ses."

Bir çıkıntınız üzerinden atlayarak geçtim, hala kafam biraz bulanık olunca sendeledim. Vilas kolumu kavrarken sesi bu kez yadırgayıcı çıkıyordu. "Diğerlerinin aksine ona değer verdiğini düşünmüştüm." Omur silkince beni kolumdan tutarak durdurdu. "Belki de gerçekten annen gibi birisindir."

Dudağımın içini dişledim. Rüzgarın hafif esintisiyle ağaç dallarının çıkardığı ürkütücü ezgiyi dinledim. Başımı kaldırıp ağaçların arasından ayın kıvrımlarını görmeye çalıştım ama asıl amacım sert bir çıkış yapmamaktı. Vilas'ın sözleri yaralayıcıydı ama bunu beni yaralamak için söylemediğini de biliyordum. Yaralamak istediğinde bunu en mükemmel şekilde başarıyordu çünkü. Şu an yaptığı şey sadece beni kışkırtıp alaycı halimden sıyrılmamı sağlamaktı. Onu çocukluğumdan beri tanıyordum, onun da beni tanıdığı gibi. O yüzden beklediği tepkiyi vermeyi reddettim.

"Belki de," dedim tekrar yürümeye başlayarak. "Hatta bence ileride evlenirsem ondan daha çok çocuk yapacağım. Sekiz çocuk... Hayır, dokuz! Oğlanlar birbirlerini öldürüp en güçlü yarışına girerken kızlarımı da aile ilişkilerini kuvvetlendirecek ailelerin çocuklarına satarım. Ah, pardon! Evlendiririm diyecektim." Ona baktım ve kaskatı yüzüne karşılık sırıttım. "Muhteşem bir aile saadeti."

Kayalıkların önünde duraksadım. Ayağımı bir çıkıntıya basmıştım ki tırmanmaya başlamadan söylediği şeyle durdum. "Onu kaçırmaya çalışmışsın." Ona doğru döndüm ve bunu bilmesinin şaşkınlığını yansıtmamaya çalıştım. Gözlerin griliği gece karanlığında kirli bir hal alırken kırgın olduğunu düşünmedim, gördüm. "Bana neden söylemedin Assra?"

Beni konuşturmaya çalışmıştı, bunu zaten anlamıştım. Sadece nedenini yanlış tahmin etmiştim. "Kabul etmedi çünkü," dedim sabit bir sesle. "Gerek kalmadı o yüzden. Kim bilir, belki de o iğrenç Kara Yılan'la evlenmeyi içten içe istiyordur."

"İstemediğini biliyorsun," dedi ve artık bu beni gerçekten sinirlendirdi. Dudaklarımı birbirine bastırıp sesimin tonun ayarlamaya çalıştım. Ona doğru yaklaştım. Tam karşısında durup yüzüne daha iyi bakabilmek için başımı kaldırdım.

"Benden tam olarak ne söylememi istiyorsun Vilas? Evet, Alessi'yi kaçırmak istedim ama o bunu reddetti. Evet, o Kara Yılan pisliğiyle evlenmesini istemedim ama Alessi bunu reddetti. Anlıyor musun? Belki olabileceklerden korktu, belki babasından; belki de annesinden. Belki de o benden önce yapabileceği bir şeyin olmadığının farkına vardı. Alessi narindir. Acıya dayanamaz. Bir Kara Yılan'ın yatağını ısıtmak ona acı çekmekten daha seçilebilir gelmiş olabilir. Tüm bunları bana söyletmekteki amacın ne?"

Yüzü tiksintiyle buruştu, o da Kara Yılanlardan en az benim kadar tiksiniyordu. Hatta belki de Aslanlardan bile fazla. "Her şeyi içinde yaşamak zorunda olmadığını hatırlatmak," dedi sonunda. "En azından benimle paylaşabilirdin. Gidip yasak bir meyhanede kafayı bulmaktan daha iyidir değil mi?"

Hafifçe güldüm, neşem kaçmıştı ama Vilas'ın alınganlığı tatlı gelmişti. "Doğru söylüyorsun aslında, sen de fena kafa yapmıyorsun."

"Assra ciddiyim ben," dedi, dudaklarını ıslattı. Dudağındaki yara yine gözüme battı. "Birbirimizden bir şeyler gizlemeyeceğimiz konusunda anlaştığımızı sanıyordum."

Göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Elimi kaldırıp omzuna hafifçe vurdum. "Talimdeydin ve meyhane... Planlanmış bir şey değildi. Alınganlık yapma artık. Hem..." Parmak uçlarımda hafifçe yükseldim ve öpmek ister gibi yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Hala öpüşmedik bile, yaptığım ve yapacağım her şeyi sana söylememi bekleme. Şimdi öp beni!"

Beni hafifçe itti ve kaşlarını çattı. "Senden tiksiniyorum."

Elimi kalbime götürdüm. "Bu çok kırıcıydı."

"Asıl kırıcı olan şeyi bir daha benden bir şey gizlersen göreceksin."

"Yüce Lesster adına! Bana aşıksın işte, neden öpmüyorsun o zaman?"

"Sana aşık olacak Yılanın eceliyle zoru vardır," dedi yüzünü ekşiterek.

"Ben de gidip bana aşık bir Aslan bulurum," dedim ve dediğim an ikimiz de birkaç saniye birbirimize baktık. Aynı anda öğürdük.

"Bu çok tiksinçti," dedi inlercesine.

"Kesinlikle," dedim elimi mideme bastırarak. "Aslanlar... İğrenilesi! Bir daha böyle bir şey söylersem boynumu vur!"

"Zevkle!" dedi hemen. Ona kınayıcı bakışlarla bakarken sırıttı ama kaşları hızla çatılırken sırıtışı hiç var olmamış gibi kayboldu. Bakışları birkaç metre olan kayalıkların tepesine yükseldi. Sessizce küfretti, hatta neredeyse sadece dudakları kıpırdamıştı ama bu kez küfrü bana değildi. Nedenini elbette ki anladım, tehlike kokusunun metrelerce öteden alırdım ben.

Arkamı döndüm ve ben de gözlerimi kayalıklara diktim. Bu kayalıkları hep bir insan suretine benzetmiştim, hatta neredeyse Ak Yılan Krallığı Elessmier'in kralı Siles'a. O yüzden de kayalıklara saçma bir kinim vardı. Hatta bir ara ona sinirlenip kılıcımı bu kayalıklarla bilemiştim. Şimdi ise o adam tüm kibri ile askerlerinin ardından çıkıp metrelerce yükseklikten bize bakıyordu.

Vilas hızla diz çöktü ve başını eğip, "Majesteleri!" diyerek onu selamladı. Benim de aynısını yapmamı beklediğini bacağıma gizlice attığı çimdikle anlamış oldum. Kral'ı kızdırmak istemediğim -en azından şu an- için tek dizimin üzerine eğilip başımı eğdim.

Sert sesiyle doğrulmamızı emrettiğinde dişlerimi dudağıma geçirip tekrar ayağa kalktım. Kral Siles kısık gri gözleriyle ikimizi de süzdü. Vilas'ın gerginliği akın akın bedenime çarptı. Yine de ne kıpırdadı, ne de en ufak bir ses çıkardı. Zaten aksi düşünülemezdi, Kral konuşmadan onun konuşmaya hakkı yoktu. Kimsenin hakkı yoktu. Bir kişi hariç... Kraliçe Kalissia...

"Sevgili kızım Prenses Marian," dedi gözlerini üzerime dikerek. "Ve Yüzbaşı Vilas." Hala bana bakıyordu. Gözlerindeki nefreti her zamanki gibi hissettim, zaten hiçbir zaman da gizlemezdi ama ona hak veriyordum. Ben de olsam benden nefret ederdim. Nitekim buna üzülmüyordum da, hatta hoşuma gidiyordu. Kral Siles, babam sadece bir çocuğunu severdi. İkiz kardeşim Drass'ı. Belki biraz da Alessi'yi. En çok da benden nefret ederdi, onun için bir utanç kaynağıydım çünkü.

"Gün ışıklarını neredeyse kısa süre içinde Elesmier'ı ve yılanları aydınlatacak ve siz dışarıdasınız," dedi Kral Siles. "Sebebini hayli merak ettim."

Vilas'ın yine bir kurtarma çabasına gireceğini bilerek, "Majesteleri," dedim ve sözü ben devraldım. Bundan hoşlanmadığı kasılan bedeninden belli oldu ama Kralın karşısında bir prensesin konuşmasını da engelleyemezdi. "Sadece gezintiye çıkmıştım. Yüzbaşı Vilas devriyedeyken beni bir düşman sanmış."

Vilas biraz daha gerildi. "Öyle mi yüzbaşı?" dedi Kral.

Vilas saniyelik dilimde sessiz kaldı ama en azından vereceği başka bir yanıt olmadığını çabuk kavradı. "Evet, efendim."

Kral'ın sinsiliğin yuva yaptığı bakışları bana döndü. Gelecek olanı biliyordum ama içimde bile en ufak endişe oluşmadı. Zaten bunu hep göze alarak kaçardım. "Prenses Marian," dedi kinayeli bir sesle. "Demek gezintiye çıkmıştın. Kılık ve kıyafetinden bunun saray sınırlarıyla kısıtlı kalmadığı sonucunu çıkarıyorum."

Bu bir tespitti, her ne kadar soru sorar gibi dudaklarından dökülse de. Reddetmedim, bu hem mantıksız hem de nafile bir çaba olurdu. "Evet... Efendim. Affınıza..." Söyleyebilirdim. "Affınıza..."

"Sığınıyor!" dedi Vilas sabırsızca. Belki de söyleyemeyeceğimi düşünmesindendi. Aslında sözü o devralmasa söyleyebilir miydim, emin değildim. Bunu sanırım hiç öğrenemeyecektim.

"Bir prensesin sözünü kesme cüretini göstermek de nedir yüzbaşı?"

"Affedin efendim," dedi Vilas. En azından birimiz bunu kolayca söyleyebiliyordu.

Kralın sesi artık çok daha sertti. Bakışlarını üzerimde hissettim. Sanki bakışlarının bile sivri dişleri vardı ve bedenimi parçalamak istercesine saplanıyordu. "Nelere sebep olabileceğinin farkında mısın Marian?" Hafif ve öfke dolu bir gülüş sergiledi. Hala bize üsten bakması beni öfkelendiriyordu. "Elbette ki farkındasın. Bu saraydan ilk yasak çıkışın değil ama artık bir cezası olması gerekiyor."

Sanki bu bana kestiği ilk ceza olacaktı?

Vilas'ın yumruklarını sıktığını fark ettim. Başı hafifçe aşağı eğilmişti. Gelecek olanı tahmin etse de şu an muhtemelen buna ihtimal vermiyordu ama olacak olan da oydu. "Zindana kapatın!" dedi Kral. Vilas'ın başı hızla dikleşti. "Kırbaçlanacak!"

Kaşlarım havalandı. Sayı yoktu, bu şüphesiz daha kötüydü. Yüzümü ekşittim, alaycı olmalı ki Kral Siles'in çenesi gerginleşti.

"Efendim Kraliçe bundan hoşlan..." demişti ki Vilas, Kral yılanları bile uykusundan uyandıracak bir sertlikle onu susturdu.

"Ona sen mi söyleyeceksin asker?"

"Efendim..."

"O halde sen de zindanda ağırlanacaksın!"

"Kırbaç cezası olmadan!" dedim hızla.

Bu çıkışım onu daha da öfkelendirdi. "Küstahlığının da bir cezası olacak Marian. Ve sen..." derken gözleri Vilas'ı buldu yine. "Kırbaç cezan olmayacak ama eğer Kraliçe'nin bundan haberi olursa..."

"Bana iki kat kırbaç cezası verirsiniz," dedim çünkü aklından geçen diğer seçenek onu idam ettirmekten başka bir şey değildi. Kraliçe bir askerin ölümüne takılmazdı, bunu yine de engelleyebilirdim ama ölümün birçok yolu vardı. Kaza süsü verilenlere benim de pek konuşma hakkım olmazdı.

Kral araya girmemle öfkeden köpürdü adeta. Bir şey söylemesine izin vermeden, "Bana fazla bağlı," dedim, sırıttım. Kralın karşısında böylesine lakayt bir ifade bile bir insanı ölüme götürebilirken ben de o durum işlemiyordu. Neticede nefret etmese de ben onun kızıydım. Diğer yandan zaten kral buna avını görmüş bir yırtıcı edasıyla atılacaktı. Birilerine acı çektirmek, hele ki o birileri kraliçenin tarafındaysa, hep hoşuna giderdi. "Prensesi duydun," dedi, sesindeki keyfi arasam da garip bir şekilde bundan tiksinmiş gibiydi.

Vilas'tan yayılan gerilim bir kıvılcımla ateşlense sarayı bile yakabilirdi ama yapabileceği bir şey yoktu. Yine de bu bana bir azar seremonisi olarak dönecekti. Elbette bu önümüzdeki saatler içinde pek mümkün değildi.

"Götürün," dedi Kral. "İkisini de. Ve Prensese herhangi bir mahkumdan farklı bir muamele göstermeyin!"

Askerler kayalıklardan aşağı inerken Vilas'ın üzerimdeki yakıcı bakışlarını görmezden geldim ve yine tek dizimin üzerine kralın önünde eğildi. "İsteklerimi gerçekleştirdiğiniz için minnettarım majesteleri."

Başımı kaldırıp yüzüne baktım, ben keyifliydim ama onun yüzünde artık keyif falan kalmamıştı çünkü gerçekten benim çizdiğim yoldan ilerlediğini fark etmişti. O yoldan zerre korkmadığımı da şimdi görüyordu. Her türlü yine bana yenilmişti.

Bir gün ya sevgili babam beni öldürecekti. Ya da ben onu...

 

⚔️⚔️⚔️

Yılanlarıııımmmm,

Bugün de yılan olduk be! Yapılır mı bu bize S.Mare demeyin, yaptık; oldu 😌

Ak Yılan Krallığına gittik, nasıl bulduk?

Peki ya Yılanlarımız, Assra ve Vilas'ı...

Bir dahaki bölüm düğünümüz var a dostlar... 💃🏻

Ama Aslanları unuttuğumuz sanılmasın, oralara da döneceğiz 🦁

Bölüm çizimlerini ve alıntıları daha erken görmek için beni takip etmeyi unutmayın

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

Loading...
0%