Yeni Üyelik
13.
Bölüm

1.12 - Ateşler İçindeki Saray

@e.smare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Mutlu Yıllllllarrrr Yılanlarım

Yeni bölüm için bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayalım. ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶

Klergy, Katie Garfield - Where Do Go (No Escape)

🎶

 

Instagram: e.s.mare
Esmare_denTiktok:Esmareden(Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz.



Ben...
Saraylarını ateşe vereceğim.

Sürekli insanlardan gizlenerek bir hayat yaşamaya mahkûm edilirken elbette kutlamalara hiç katılamamıştım ama hazırlıklarına çok kez şahit olmuştum. Tek yakın olduğum kardeşim Alissa kabarık, parlak taşlarla süslü elbisesiyle odanın ortasında dönerken onu gülümseyerek izlemiştim mesela. Gülümsemiştim ama yalan söylemeyecektim, onu kıskanmıştım da. Bunu kabullenmekten utanmıyordum çünkü ben bir odanın içinde tıkılı kalırken o balo salonunda dans etmişti. Ben, bana gönderilen yemekleri tek başıma yerken o görkemli bir masada şarkılar eşliğinde lezzetli tatlılar yemişti.

Onu elbette kıskanmıştım, benim gibi yaşamasını ya da daha azına mahkum olmasını dileyerek değil; benim de onun gibi özgür olmamı dileyerek.

Alissa bir prenses gibi hayatını yaşamıştı ama onun da beni kıskandığı konular vardı. Aslında onun kıskançlığı benim kıskançlığımdan çok daha acıtıcıydı. Annem, Kraliçe Kalissia ona bana baktığı gibi hiç bakmamıştı. Ona bana sarıldığı gibi hiç sarılmamıştı. Ben prensesliğin getirdiği görkemden mahrum kalmıştım belki ama Alissa bizzat anne sevgisinden mahrum kalmıştı. Baba sevgisini ben de hissetmemiştim ama o da hissetmemişti. O, bu konuda benden çok daha yaralıydı.

Peki, tüm bunlar bana yaptığı ihaneti açıklar mıydı?

Hiçbir şey bana yaptığı ihaneti açıklayamazdı. Annem, beni seven annem beni büyük bir tuzağa çekmişti ve beni seven tek kardeşim de buna göz yummuştu. Hep katılmak istediğim o baloların en büyüğünü bana hediye ederek...

Bir aynanın karşısında ırkımın izleri silinirken tam da bunları düşünüyordum. En son katıldığım baloyu ve beni hazırladıkları baloyu...

Hizmetli kadın yüzüme son kat boyayı da yayarken yüzündeki memnuniyetsizliği benden hiç esirgemiyordu. Bir yılana dokunmaktan tiksindiğini aynadan yansıyan görüntüsünde hep görüyordum. Onu yargılamıyordum, yerinde ben olsaydım ve bir Aslana bu kadar dokunmak zorunda kalsaydım benim yüzümde çok daha büyük bir iğrenme ifadesi oluşurdu. Şu an olduğu gibi... Kadın bana dokunduğunda ben de iğreniyordum.

Kapı açıldığında kadının geri çekilmesini bekledim ama o işine devam etti. Kimin geldiğine bakmak için eğildiğimde mecburen durmak zorunda kaldı. Homurdanmadı ama sesli solukları homurdanmasından daha beterdi. Başka bir hizmetli elinde bir elbiseyle gelmişti. Onu yatağa bırakıp bana döndü. "Prenses Adara gönderdi efendim," dedi. En azından efendim kelimesine kadar hoşnutsuzluğunu gizleyebilmişti. "Giyinmenizi istedi."

Elbiseye göz gezdirdim ve yüzümü ekşittim. Gelinliğim kadar şatafatlı bir şeye benziyordu. Ve yeşildi. Kahrolası bir yeşil... "Henüz boyalama işlemim bitmedi."

O elbiseyi elbette giymeyecektim ama bu herhangi bir kavga için ayağıma gelen fırsattı. Geri de tepmeyecektim.

"Efendim..."

"Hem bu... Toprağın Hakimi adına! Bu hayatımda gördüğüm en kötü kumaş yığını olabilir. Giymeyeceğim," dedim üzerine basarak.

Kadın bana şaşkınlıkla baktı çünkü elbise göz kamaştırıyordu. Ayağa kalkıp yanımdaki hizmetlinin pençelerinden kurtuldum ve yatağa yürüdüm. Elbiseyi iğrenç bir şeye dokunur gibi aldım. "Şu renge bak!" dedim tiksintiyle. "Hayatımda hiç bu kadar bir tüy yumağı bayrağına benzetilmemişimdir."

"Efendim!" dedi kadın, öfkelenmişti çünkü ırkına hakaret etmiştim. "Prensesin kesin emri var. Lütfen!"

Elbiseyi yere atıp üşüyen ayaklarıma geçirdiğim ayakkabılarla çiğnediğimde iki hizmetçi bana irileşen gözlerle baktı. "Giymeyeceğim!" dedim tekrar. "Git ve bana en azından daha az Aslan rengi olan bir şey bul!"

"Bu..." dedim elbiseyi getiren hizmetli. Ufak tefek bir kızdı ama şu anki öfkesi görünüşünün çok ötesindeydi. "Kabul edilemez! Ne yaptığı sanıyorsun sen?"

"Ne?" dedim gülerek. "Irkını yansıtan çirkin bir elbise için mi bu öfke? Yapma! Nasıl bu kadar çirkin şeyler giyebiliyorsunuz siz?"

"Seni Yılan fahişesi!" diye patladı. Üzerime atılmasını yanındaki hizmetli hızlı davranarak engelledi. Kız farkında değildi ama diğeri az önce hayatını kurtarmış olabilirdi. "Seni tiksinç sürüngen! Sen bir Aslanın çöpüne bile layık değilsin!"

"Tiar!" dedi diğeri uyarıcı bir şekilde ama o da öfkeliydi.

"Bana..." dedim şaşkın çıkan bir sesle. "Ne dedin sen? İğrenç Aslan kölesi!"

Kız yine üzerime atılmak istedi, diğeri bu kez onu tutamadı. Belki de tutmak istemedi. Kızın yumruğu çeneme isabet etti, sinek ısırığı gibiydi ama o an kapı açılmasaydı benim yumruğum için aynı şeyi düşünemeyecekti. Açılan kapıdan sert bir ses yükseldi. "Ne yapıyorsun sen?"

Diğeri kızı hızla geri çektiğinde artık onun yüzünde öfkeden çok korku vardı çünkü kapıdaki kişi Prens Esilian'dan başkası değildi. "Efendim..." dedi kız titrek bir sesle.

Elimle çenemi acımış gibi ovuştururken, "Bir şey olduğu falan yok!" dedim öfkeli bir sesle.

Lian'ın öfkeli gözleri benden hizmetli kıza döndü. Kız titredi. "Anlat!" dediğinde ise daha çok titremeye başladı. İçimdeki vahşi ses müdahale etmememi söyledi ama yılanlarımın o vahşiliğini susturdum.

"Onun bir suçu yok," dediğimde kız şaşırdı ama rahatladı da. "Sadece... Bu..." Dişlerimi sıktım. Kendimi gösterdim ve yerdeki elbiseyi. "Hepsi... Tiksinç bir aslan olmak..." Ağzımdan kaçırmış gibi hızla düzettim. "Bir Aslan olmak düşündüğüm kadar kolay değilmiş."

Lian'ın sarı gözleri kısıldı. "Dışarı çıkın!" dedi hizmetlilere bakmadan.

Kadınlar hızla reverans yaptı ve alelacele dışarı çıktı. Yatağa oturup çatık kaşlarla hala bana bakan Lian'a baktım. "Derdin ne senin?" dedi sabit bir sesle.

"Az önce açıkladım."

"Bence..." dedi kapıdan gelen bir ses. Raiden kapının girişine yaslanıp kollarını göğsünde bağladı ve tiksinti içerek bakışlarını bana yöneltti. "Aldığı fazla nefesten şikayetçi. Öldürmemi ister misin?"

Siyahi teninde tiksinti dolu yeşil gözlerine baktım. Saçları örgüler halindeydi, metal halkalar örgülerin arasındaydı. Burnundaki halka ile askeri kıyafetler içinde bir Kaplandan çok bir yabaniye benziyordu. Yabaniler halktan daha ilkel yaşayan gruplardı. Bazı ırklarda vardı, belki de Kaplanların arasında da bulunuyordu. Raiden'ın onlardan biri olmasına şaşırmazdım. "Bu pire torbasını getirmek zorunda mıydın?"

"Beni özlemediğini duymak gururumu okşadı."

"Benden de duy o halde!" dedi Vilas'ın sesi ve şiddetli bir yumrukla Raiden yere serildi. Vilas kapının girişinden sırıttı ki bunu nadiren yapardı. "Pire torbası!"

Bazen onu gerçekten öpmek istiyorum.

Raiden hırıltılı bir sesle ileri doğru atıldı ama Lian'ın uyarısı duymasına yetti. "Yeter! Kesin şu saçmalığı!"

"Lütfen," dedi Vilas. "Saçmalık demeyelim. İadenin ilk aşaması daha doğru olur."

"Devamını heyecanla bekliyorum," dedi Raiden hırlayarak.

"Benim de tıslamamı mı bekliyorsun?" dedi Vilas, yüzünü ekşitti. "Belki de dişlerimi görmek istiyorsundur. Özledin mi?"

Onu dişlemiş miydi? Bunu bana anlatmadığı için onu öldüreceğim.

Vilas'ın aralık dudaklarından görünen sivri dişleri uzadığında Lian kükrercesine bağırdı. "Devam ederseniz boğazınızı parçalarım."

Raiden öfkeyle, Vilas ise umursamazca omuz silkti ama ikisi de sustu. Ben ise ellerimi yatağa dayayıp gövdemi geriye verdim. "Heyecanlı gidi-"

"Senin için de geçerli!" dedi Lian. Dudaklarımı büzdüm ve kaşlarımı kaldırdım. Sessiz olacağımı belirtir şekilde elimi kaldırdım. Keşke onu tekrar dişleyebilseydim diye içimden geçirmek bir konuşma sayılmazdı elbette. Lian herkese tek tek baktı ve öfkeli bir nefes verdi. "Tek bir olay daha çıkarırsanız, sizi zindanda acı dolu günler bekler! Şimdi burada kalın ve yarın gelip sizi alana kadar sesinizi dahi çıkarmayın! Sabrımı yeterince denediniz!"

"Ne? Hayır!" diye hızla ayağa kalktım. Şüpheyle gözleri kısıldı. "Uslu olacağız, yemin ederim. Balo..."

"Balo falan yok," dedi keskin bir ses ile. "O şansını kaybettin."

"Ama..."

"Yeter!" dedi Lian. Vilas gerildi, Lian onun bu halini kaçırmadı. Şüpheci gözleri ikimiz arasında dolaştı. "Yarına kadar buradasınız."

Balo konusu böylelikle kapanmıştı. Öfkeli bir ifade takındım ve başımı hafifçe salladım. Sanki o baloda kaçmayı hesaplamış ama planları boşa çıkmış gibi...

Lian şüphe dolu sarı gözleriyle de uyarısını dile getirip dışarı yönelirken Raiden hırıltısını bizden esirgemedi ama bu kez gülümsüyordu. Bir olay daha çıkarmamız için dua ediyordu şüphesiz. Vilas'a dişlerini göstermesi de bundandı. Konuşmuyordu ama duruşuyla bile onu kışkırtıyordu.

Vilas umursamaz bakışlarla elini havaya kaldırdı ve onu kışkışlamak ister gibi hareket etti. Raiden buna sadece sesli bir şekilde güldü. Dışarı çıkarken ona sertçe omuz atmayı elbette ki es geçmedi. Vilas burnundan öfkeli bir soluk verse de kendini tuttu. İçeri girip kapıyı kapattı. Onu ancak o an detaylı bir şekilde inceleyebildim. Yüzündeki pullar tamamen kapanmıştı. Hatta beyaz tenine hafif bronzluk bile verilmişti. Bir aslan gibi... Şu an teni Lian'dan bile daha koyuydu. Aslında Lian bir Aslana göre soluk tenli bile sayılırdı, Vilas ise şimdi ondan bile daha aslan görünüyordu. Saçları ise artık koyu kahveydi. İğrenç görünüyordu.

"Saçların..."

"Ağzını bile açma!" dedi öfkeyle. "Ayrıca sen de en az benim kadar mide bulandırıcısın."

"En azından benim saçlarımı sadece boyadılar," dedim alayla. "Senin saçların... Toprağın hakimi adına! Saçlarını dalgalandırmışlar."

"Sıcak demir," dedi tıslar gibi. Boynunu yana eğdi ve bir yeri işaret etti. "Yaktılar aptallar."

Buna öfkelendim, bir Yılanın en çok ürktüğü şeylerden biri olan ateşken bunu kasıtlı yaptıklarını düşünmek beni daha da öfkelendirdi. En azından tutunduğun tek şey bir süre sonra tüm bunların geri kalacak olmasıydı. Balo başladıktan bir süre sonra buradan defolup gidecektik.

Vilas şömineye baktı. Kaşları çatıldı. "Neden tekrar yakmalarına izin verdin?" dedi Yılan diline dönerek.

"Çünkü beni dinlemediler!" dedim sıkıntıyla. "Prensleri üşüdüğüm için incelik yapmış ve o aptal kadın onun emrinden çıkamazmış." Omuz silktim. "Balo başlasın da onu bir şekilde hallederiz."

Başı ağrıyormuş gibi şakaklarını ovuşturdu. Gidip yatağın ayak ucuna oturdu ve ateşi izlemeye başladı. Ben de yanına oturduğumda başımı omzuna yasladım. Elini uzatıp bileğimi avucunun içine aldı ve yanık izine baktı. "Annen neden böyle bir şey yaptı sence?"

Geride bıraktığım hiçbir şeyi anımsamak istemesem de Vilas'ı cevapsız bırakmanın sonuçlarını da tahmin ediyordum. Beni konuşturmaya çalışmaya devam edecekti. Gerekirse bunun için beni kışkırtacaktı. "Bilmiyorum, sürekli kraliçe olacağımla ilgili konuşurdu ama böyle bir şey yapacağını da hiç düşünmedim. Sadece imkansız şeyler düşlediğini düşünmüştüm." Başımı kaldırmadan yüzümü ona döndüm. "Biliyor musun, aslında annemin beni sadece babam sevmiyor diye sevdiğini düşünüyordum. Benimle ilgili garip hayallerini de hep buna yordum."

"Şimdi peki?" diye sordu. "Şimdi ne düşünüyorsun?"

"Belki... Bilmiyorum. Belki de beni ancak bu şekilde özgür kılacağını düşünmüştür ya da sadece kocasını deliye çevirmek istemiştir."

İç geçirdi, ben de aynısını tekrarladım. Son birkaç günde o kadar şey olmuştu ki hiçbirini yaşayacağıma ihtimal bile vermezdim. Annemin tüm bunları yapacağını, Alissa'nın beni sırtımdan vuracağına, daha çok da evleneceğime... Hepsi gerçekleşmişti ama artık önemsizdi. Bugün bu saraydan kurtulup Aslan Krallığından çıkacaktık ve bir şekilde tarafsız topraklara geçmenin yolunu bulacaktık. O andan sonra bizi yeni bir hayat bekliyordu.

Geçmişi hafızamdan silemesem de onu geride bırakacaktım. Ben sadece yeni ve daha kolay bir hayat yaşamak istiyordum. O hayatı eninde sonunda alacaktım. Yaşadığım sıkıntılardan sonra bu benim hakkımdı.

Zaman sessizlikle geçti, sadece bir ara koridora çıkıp asker sayısından emin olarak geri döndük. Lian sayılarını artırmıştı ama önemli değildi. Geri dönüp yine aynı şekilde yanyana oturduk. İkimiz de konuşmadık, hatta Vilas'a sataşmadan geçirdiğim en uzun süre bu olabilirdi; çünkü gergindim. Her şeyi hesaplamış olsak da ister istemez bir tedirginlik yaşıyordum. Balo çokta başlamış olmalıydı. Beklememizin sebebi ise ilk andan dikkat çekmemekti. Bir kutlamada ilerleyen saatler dans ve içki demekti. İşte o andan sonra kimse, hatta Prens Esilian bile bizi aklına getiremezdi. Zaten o partiden kaçacağımızı düşünüyordu ve bunu kendince de engellediğini düşünüyordu. Belki de aklında bile yoktuk artık, şu an bir Aslan leydiyi kolları arasına almış dans ediyordu şüphesiz.

Zihnimde oluşan tiksindirici görüntü ayağa kalkıp Vilas'a dönmeme neden oldu. Daldığı düşüncelerden çıkıp bana baktı. "Başlıyoruz," dedi.

Şöminenin yanına gittim ve demir karıştırıcıyı aldım. "Başlıyoruz."

Kapının iki yanına geçtik ve "Vilas!" diye bağırdım. "Biri yardım etsin!"

Dışarıda hareketlenmeler oldu. Kapı açıldı ve hızla iki asker içeri girdi. Vilas birinin yüzüne öyle bir yumruk indirdi ki asker yere devrildi, elimdeki demir çubuk ise diğerinin ensesine indi ve o da yerdeki askere katıldı. Geriye üç asker kalmıştı. İkisi çıkan gürültüden içeri dalmadan önce kapının iki yanına çekilmiştik. Onları halletmemiz diğerlerinden daha kolay oldu.

Son kalan asker için, "İmdat!" dedim yine ama asker içeri girmedi. Vilas'ın kaşları çatıldı, beklemeden dışarı çıktı. Aynı anda asker üzerine atıldı. Vilas yere serilirken asker kılıcı boynuna dayadı. Sesli bir nefes verip elimdeki çubuğu onun da başına indirdim. Bayıldığında Vilas onu yana fırlattı ve uzattığım elimi tutup ayağa kalktı. "Hayatını kurtardığım için bana bir öpücük borçlusun."

Göz devirip yerdeki askerin kollarını kavradı ve onu odaya çekti. Ben de o sırada koridorun iki ucundaki kapılara göz attım. Saniyeler geçip giderken kimse içeri girmedi. Arkamı döndüğümde Vilas yatak çarşafını yırtıp çoktan askerleri bağlamıştı. Hatta ağızlarına da bir parça kumaş tıkmıştı.

Kapıyı kapatıp aynalı dolabı önüne çektim. Vilas'la gözlerimiz buluştu ve aynı anda şömineye döndük. Tekrar birbirimize baktık. Bu yanan bir ateşe kimin elini sokacağını sorguladığımız andı ve aptal gibi bunu en sona bırakmıştık. İkimiz de hızla etrafa bakındık. Ondan önce atılıp yerdeki baygın adamın yüzünü tuttum. Ona kalsa kesin halının bir ucunu tutardı. "Göz rengi?" dedim sırıtarak. Dudağını dişledi. "Üç... İki..."

"Kahverengi," dedi hızla.

"Daha açıklayıcı!"

"Şey gibi... Kuru yaprak!"

Adamın gözünü aralarken lütfen çamur rengi olsun diye dua ettim ama gözleri gerçekten kuru yaprak rengiydi. Küfrettim. Vilas güldü. Ayağa kalkarken, "Nasıl?" diye sitem ettim. "Sen insanların fiziksel görünüşlerine dikkat etmezsin."

Kaşlarını kaldırdı. "Etmedim zaten. Bu sadece şans."

"Yalancısın. Keşke halıyı tutmana izin verseydim."

"Bilemezdin," dedi halıya bakarken. Bilemezdim çünkü çok renk vardı ve düzensizdi. Yine küfrettim, Vilas şömineyi işaret etti.

"Gerçekten bir centilmenlik yapmayacak mısın?" Ağlayacakmış gibi dudaklarımı titrettim. Gözleri kısıldı ve bu kez de gözlerimi kırpıştırdım. Sesli ve uzun bir nefes verdi.

"Tamam," dedi sonunda. "Ama bana borçlanırsın."

"İki kez öperim," dedim sırıtarak. Vilas bir sesli nefes daha aldı ve şömineye yaklaştı. Parmakları sürekli kıpırdıyordu artık. Şöminenin önüne bile zorlanarak yürüdü. Ateşle hangimizin arası iyiydi ki zaten? Daha avucumdaki yanık bile iyileşmemişti. Aslan pisliği prens yüzünden yaşadıklarımı düşünmek bile beni öfkelendiriyordu ve ben birazdan ondan, yanındakilerden intikam almadan buradan çıkacaktım.

Vilas'ın yanına hızla yürüdüm ve ateşe uzattığı elini durdurdum. Bana baktığında kaşları yine çatıldı. "Ne var yine? Acele etmemiz..."

"Kahramanımsın," dedim sırıtarak. "Sınavı geçtin. Sahi, ateşi söndürmek hiç aklına gelmedi mi?"

"Ne?"

Ona banyoyu işaret ettiğimde anladı ve sesli bir nefes verdi. Yerdeki baygın askerleri gösterdim. "Onları koridorun sonuna taşı. Gerisi bende."

"Neden?"

"Ne neden?" diye sordum.

"Bırak ölsünler, neden bağlamamı istediğini bile anlamadım ben."

Göz devirdim. "Onlar asker, sadece görevlerini yapıyorlar. Senin gibi."

Tiksinen bakışlarla yerdeki baygın askerlere baktı. "Yanışlarını izlemek isterdim."

Öfkesine hak veriyordum. Aslan halkından, bizzat da prenslerinden iyi bir muamele görmemiştik ama onları yakmayacaktım. Ben...

Saraylarını ateşe vereceğim.

Vilas ayağa kalktı ve askerleri dışarı taşımaya başladı. Şanslılarsa ateş yeterince ilerlemeden birileri onları bulurdu. Şömineye döndüm, kapıyı açacak kolu bulmadan önce hızla bir odunun ucunu tutuşturdum. Odadan çıkıp kule tarafından başlayarak tüm odalardaki yatakları teker teker yaktım. Sadece Saraya açılan odaya girmedim çünkü askerler o kapının önündeydi. Kapıyı açıp onları alabilirlerdi ama onlar diğer yerlere varana kadar ateş çoktan etrafı sarmış olurdu. Lian, sarayı sarmadan umarım bir yangını söndürecek tecrübeye sahiptir. Aksi halde askerleri kurtarmaktan çok daha fazlasına ihtiyacı olacaktı.

Şöminenin önüne banyodan aldığım bir kova su ile döndüm. Suyu ateşe boşalttım. Geçidi açacak kol çok gerideydi ve yeterince eğilmeden fark edilmiyordu bile. Vakit kaybetmeden eğildim ve kola uzandım. Parmaklarım birazcık da olsa soğuduğunu düşündüğüm metale dokundu ve acıyla tısladım. Soğumak bir yana sıcaklığı dehşet vericiydi.

Vilas kaşlarını çattı. Bir terslik olduğunu anladığı an, "Bekle!" dedi ama artık çok geçti. Kolu kavradım. Tenim şiddetle kavruldu. Avuç içimi kavradığım kızgın metal öyle bir dağladı ki neredeyse çığlık atacak ve elimi geri çekecektim ama dayandım. Çektiğim acıya rağmen o kolu çektim ve yana attığımız halının yanındaki zemin yana hareket etti. Yanan eşyaların dumanı içeri dolarken Vilas beni şiddetle geri çekti. Elime bakarken kaşları daha da çatıldı. "Sana bekle demiştim."

"Vaktimiz yoktu."

Çıkışacak gibi oldu ama bunu sonraya erteledi. "Merheme ihtiyacımız olacak."

"Sutyenimin içinde var," dedim ayağa kalkarken.

"Şaka yapıyorsun!"

"Ne?" dedim acıyla. "İhtiyacımız olacağı için önceden yerleştirdim. Onu oradan almak artık sana düşüyor. Memelerimi..." Acıyla tıslar gibi bir ses çıkardım. "Ellemek yok ama."

Yerden bir kumaş parçası kaptı ve kızgın kızgın yüzüme baktı. Elime saracaktı ki, "Sonra," dedim. Her ne kadar canım acısa da artık zamanımız kalmamıştı. "Yatağı alevlendir de gidelim. Bir gün de benim yatağımı alevlendireceksin ama şu an onu konuşmayalım."

"Şu halimize rağmen..." dedi öfkeyle ve yanan sandalyeyi kapıp yatağa fırlattı. "Hala alaycı olman inanılır gibi değil."

Sırıtmaya çalıştım ama bu kez acıdan başaramadım. Vilas odun kovasından aldığı bir oduna bir kumaş doladı ve onu ateşte yaktı. Bunu tedbirli olmak için yapmıştı çünkü aşağı indiğimizde muhtemelen ışıksız kalacaktık. Geçide yöneldik ve vakit kaybetmeden kalın tahta merdivenleri inmeye başladık. Dönerli merdivenler epey fazlaydı ama biz de aynı oranda hızlıydık. Sonunda son basamağı indiğimizde bizi karanlık bir koridor karşıladı. Yukarıdan bile ışık sızması mümkün değildi. Vilas'ın elindeki ateşten yayılan ışık etrafımızı birkaç metreye kadar aydınlatırken etrafa hızla baktım. Ağacın kökleri tünelin üstüne yayılmıştı ve oradan aşağıya uzanıyordu. Devasa bir ağaç olduğunu zaten biliyordum ama köklerinin bile karanlığa doğru uzanması yine de beni şaşırtmıştı. Zemin ıslaktı, ağaç köklerini beslemek aslanlar için doğal olmalıydı.

Vilas hemen bileğimi tuttu ve "Attığın her adıma dikkat et!" dedi. "Çünkü yavaş ilerlemek gibi bir şansımız yok."

Başımı salladığım an koşmaya başladık. Tünel fazla kirli sayılmazdı, koşarken dikkat ettiğim bu ayrıntı burayı sıklıkla kullandıklarını ya da ara ara temizlediklerini düşündürttü. Fareler etrafta geziniyordu ve birkaç kez neredeyse üzerlerine basmaktan son anda kurtuldum. Yine de olması gerekenden az olduklarını düşündüm.

Elimin acısı zaman geçtikçe daha da artarken Vilas hiç hız kesmedi. Tünel boyunca koşmaya devam etti. Ağaç köklerine takılmama başarısı mükemmeldi ama ben o kadar iyi değildim. Hele de zemin ıslakken... İki kez beni düşmekten o kurtarmıştı ve orman halkına ettiğim küfürleri dinlemişti. Sonunda durduğunda ben de nefes nefese soluklandım. Tünel burada ikiye ayrılıyordu. Vilas rüzgarın geldiği tarafa döndü ve bir şey söylemeden tekrar koşmaya başladı.

"Elin," dedi koşarken, nefes nefese. "Nasıl?"

"Kötü," dedi açıkça, ondan acılarımı gizlemezdim.

"Çıkışa az kalmış olmalı. Dayan biraz!"

Rüzgarın hızından dolayı böyle diyordu, çıkışa yaklaştıkça daha sert geliyordu ama yine de çıkışmadan edemedim. "Vicdansızsın! Beni engellemeliydin..." Soluklanmaya çalıştım, koşarken daha da zordu. "Bir kahraman gibi bunu sen yapmalıydın."

Sertçe çıkıştı. "Bekle demiştim sana. Şimdi mızmızlanmayı kes!"

"Yine de... Vicdansızsın tamam mı?"

"Tamam," dedi soluk soluğa.

Tünel sola kıvrıldığında biz de hızla döndük. Tünelin çıkışından çıkan ay ışığı sadece metrelerce ötemizdeydi ve bunu görünce neredeyse sevinç çığlıkları atacaktım. Elbette Vilas beni birkaç adım sonra çekerek durdurmasaydı. "Sorun ne?" dedim kesik nefeslerle.

"Sıcaklık..." dedi o da sık nefeslerle. "Vücut sıcaklığı..."

Tiz ve kısık bir sesle bir ok sol omzuna isabet ettiğinde geriye sendeledi. Ne olduğunu anlamadan bir ok da bacağına isabet etti ve onu yere yığdı. Elindeki sönmeye yüz tutmuş meşale yere düştü ve sonunda söndü. Devasa kartal kanatlarıyla Arlo tünelin girişine indiğinde elinde bir yay tutuyordu. O yaya bir ok yerleştirip bana doğrultması aynı saniyede oldu. Silahım yoktu, hiçbir şeyim yoktu. Bu kahrolası tünelde kendimi savunacağım hiçbir şey yoktu çünkü bunu hesaplamamıştım. Bu şu an gerçekten yaşanıyor muydu?

Tünelin sağ köşesinden pis bir sırıtışla çıkan kişi Raiden'dı. Vilas küfretti, acıdan değildi; bu Raiden'ın yüz ifadesindendi. Raiden elindeki kılıcı çevirerek Arlo'nun yanında durdu. Onun ardından görünen kişi ise Prens Esilian'dı. Kılıcı, benim kılıcımla beraber silah kemerinden sarkıyordu.

Rahat bir tavırla Arlo ve Raiden'ın yanından geçip bize doğru yürümeye başladı. Burada olamazdı, burada olması imkansızdı. Yangını geçip bizi bulması bile çok daha uzun sürerdi ki bir balodaydı. Bunu yapması için askerlerini görevlendirmesi gerekirdi.

Bunları düşünmem için artık çok geçti, tekrar hızla etrafıma bakındım. Bir şey bulmalıydım, bir silah. Arayışımı fark etmiş olmalı ki güldü. "Kıpırdamazsan iyi olur Yılan," dedi. "Aksi halde Arlo'nun sıradaki oku arkadaşının başına gelecek!"

Vilas tıslama benzeri bir ses çıkardı. Parmakları hala omzunda olan okun etrafındaydı ve koluna akan kanı görebiliyordum. "Gerçekten," dedi Lian ve tekrar ona baktım. Artık soluklarım öfkeden hızlıydı. "Kraliçeyi zehirleyip sarayı ateşe vererek kaçabileceğinizi mi düşündünüz?"

Sarayı bir bakımdan ateşe vermiştik ama Kraliçeyi zehirlemek...

"Böyle bir şey..." dedim şaşkınlıkla. "Böyle bir şey yapmadık. Kraliçenize nasıl ulaşabildiğimizi düşünüyorsun?"

Raiden'ın ileri doğru adımladığını gördüm. Bu iyi değildi. "Yani sarayı ateşe verdiğinizi kabul ediyorsun."

Kabul ya da ret etmedim. "Kraliçenize bir şey yapmadık."

Lian önümde durduğunda bir an dişlerimi yine boğazına geçirmeyi düşündüm ama yapmadım. Kendim için bile değil, Vilas için. "Bu saray..." dedi Lian yavaşça. "Yüzyıllar önce inşa edildi çıngıraklı. Tüm o kulelerin bağlı olduğu binalar belli sınıflara göre ayrıldı." Neden bundan bahsettiğini anlamasam da dinlemekten başka çarem yoktu. Belki bir anlık dalgınlığıyla silahımı belinden alabilirdim. "Oralar misafirhanelerdi. Eskiden krallıklarla çok daha sık görüşülürdü, şu an düşman olduklarımızla bile aynı masada yemek yemişliğimiz var. O yüzden birçok ırk için ayrı ayrı bölümler misafirhane olarak ayrıldı. Elbette bunlar ırkların güçlerine göre ayarlanmış yapılardı. Özel bölümlerdi. Kaldığınız bölüm hangi ırka aitti biliyor musun?"

"Yılanlar mı?" dedim tıslar gibi.

"Ah, hayır," dedi alaycı bir tonda. "Yılanlarla hiç dost olmadık, aramızın en yumuşak olduğu zamanlarda bile onlara özel bir bölüm ayırmadık. Politik görüşmeler için geldiklerinde sizin olduğunuz bölümde kaldılar ama o bölüm onlara ait değildi."

"Bana bunları..."

"O halde o bölüm kime aitti ve evet, ben bunları sana niye anlatıyorum?" Başını hafifçe boynuna doğru eğdi. "Çünkü siz orayı ateşe verdiniz. Siz..." Gülümsedi. "Ejderlere ait bölümü ateşe verdiniz Asra. Ateşe en çok dayanıklı olarak inşa edilen tek bölümü. Ateşi yutan bölümü... Alevler sadece birkaç önemsiz eşyayı yaktı."

O kadar çuvallamıştım ki... Kahretsin! Bunu nasıl bilebilirdim zaten?

Raiden Vilas'ın önünde durduğunda onu ayağıyla itti ve Vilas'ın yere serilmesine neden oldu. Vilas bacağına ve koluna rağmen öfkeyle atıldı ama Raiden hızla üzerine abandı. Yüzüne şiddetli bir yumruk indirdiğinde ona doğru atıldım ama Lian kollarımı hızla kavrayıp sırtımı yandaki duvara yapıştırdı. "Seni lanet Aslan boku!" diye bağırdım.

"Raiden," dedi Lian sakin bir sesle. "Az önce o Yılan kraliçeyi zehirlediğini itiraf mı etti?"

"Ne?" dedim şaşkınlıkla.

"Öyle," dedi Raiden keyifle ve Vilas'a bir yumruk daha attı.

"Ve sarayı ateşe verdiğini," dedi Lian.

Vilas'ın tüm savunma çalışmalarına rağmen Raiden ona tekrar yumruk attı ve Vilas küfretti. "Kesinlikle duydum."

"Ne? Hayır!" diye bağırdım.

"O halde zindana atıp sorgulayalım," dedi Lian umursamazca. "Ama sonu belli, idam edilecek."

Hızla atılıp belindeki kılıcımı almaya çalıştım ama beni hafifçe çekip tekrar sırtımı duvara vurunca acıyla tekrar küfrettim.

Lian soğuk bir şekilde gülümsedi. Yılan dilinde konuştuğunda afalladım. Öylece yüzüne baktım. "Ben oyun sevmem çıngıraklı ama biri bana oyun oynarsa en iyi oyuncu ben olurum. Hala anlamadın mı?"

Yüzünü eğip benim dilimde kulağıma fısıldadıkları ise beni şoka uğrattı. "Ağaç dalları ve kökleri... İpuçlarımın seni çıkışa ulaştıramaması ne üzücü."

⚔⚔⚔

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm?

Kaçamadık, görüyorsunuz ama en azından denedik 😥

Yine bize zindan yolları mı göründü dersiniz?

Lian'ın zekasını bizim kız geçemiyor, ne yapacağızzzz. Adam Yılan dili de biliyormuş yandık. Omo boz zoton onlomoştok demeyin lflfl döverim

Bir dahaki bölüm aslında esas mevzuya dalıyoruz ve hayır, bu Ak Yılan Prensesi olmamız değil, bakalım neymiş diyor ve yorumlamayı ve oylamayı unutmamanızı hatırlatıyorum 🥰

Yeni yıl size hep güzellikler getirsin bebeklerim, gözyaşlarınız sadece mutluluktan aksın...

Sizi Seviyorum, Siz Kendinizi Biliyorsunuz

Der ve S.Mare Kaçar 💃

 

Loading...
0%