Yeni Üyelik
15.
Bölüm

1.14 - Tehlikeli Bilinmezlik

@e.smare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey, bakın tekrar söylüyorum tek şey, bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️ (Oy vermeyi de unutuyorsunuz :((( )

Güzel bir yorum ve oy sayısıyla size bu hafta bir bölüm daha atabilirim belki, kim bilir 😈

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶

Seville - The Warning

🎶

Instagram: e.s.mare
Esmare_den

Tiktok: Esmareden (Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz.)


"Sen zaten önemli birisin
ama farkında bile değilsin."

 

Gözlerimi açtığımda günün çoktan aydınlandığını gördüm. Hava sıcaktı ama yakınımda bir ateş yanıyordu. Sıcaklık dalgalarını hissediyordum, burnumu dolduran kızarmış et kokusunu da. Açlığımı göz ardı etmek zor oldu ama hatırladığım son şeye erişmem açlığımı bile gölgede bıraktı.

Kendimi toparlayıp ayağa kalktığım ilk an Lian'ın atına koşmuştum. Bin lanet ettiğim hızı ile beni yakalaması uzun sürmemişti elbette. Vilas'a gitmek için onu adeta tırmalamıştım. Son hatırladıklarım tam olarak bunlardan ibaretti çünkü başımın arkasındaki zonklama kafamı patlatmaktan çekinmediğinin kanıtı olmuştu.

İnleyerek doğruldum ve oturdum. Etrafıma bakmadan Arlo ile göz göze geldim. Koyu kahverengi, çekik gözleriyle bana bakıyordu, gözlerini bile kırpmıyordu. Bakışlarındaki donukluk bir şeyler düşündüğünün kanıtıydı, bir bıçakla elinde tuttuğu ve incecik kalmasına rağmen yontmaya devam ettiği odun parçası da öyle.

"Uyanmışsın." Yan tarafımdan gelen sesle Arlo'nun donukluğu kayboldu ve sonunda farklı bir şey yapıp gözlerini kapatıp açtı. Bakışları yana dönünce ben de baktığı yöne döndüm. Adara elindeki hangi hayvana ait olduğunu anlamadığım bir but parçasıyla yanıma yürüdü ve yanıma oturup onu bana uzattı. "Acıkmışsındır."

"Neredeyiz?" dedim ve gözlerimi etrafta dolaştırdım.

Ormanın ortasında bir açıklıktaydık. Bir yerlerden akan nehrin sakin sesi duyuluyordu. Lian etrafta yoktu ama Raiden ateşin yanında öfkeli gözlerini üzerine dikmiş elindeki et parçasından büyük ısırıklar koparıyordu. Dolu ağzıyla homurdanması gecikmedi. "Diğer tarafta olmanı dilerdim."

"Bir yumruk daha yemek istiyorsun diye yorumluyorum bunu," dedi Arlo.

Raiden hayret edercesine ellerini iki yana açtı. "Bu hoşunuza mı gidiyor? Sevgili Prens hazretleri bir Yılan için dostunu yumrukluyor ve siz bununla eğleniyor musunuz?"

"Bir Yılan için değil," dedi Arlo yüzünü buruşturarak. "En olmadık zamanlarda boşboğazlık yapan dostu içindi o. Bunu bir aptal bile anlar Raiden!"

"Kendinizi kandırmaya devam edin," dedi Raiden ve öfkeyle ayağa kalktı. "Bu Yılanın bize bir yararı olmayacak, aksine önce bizi birbirimize düşürecek; ardından ölümümüze neden olacak."

Dudaklarım yukarı kıvrıldı, bunu kasıtlı yapmamıştım ama Raiden'ın ifademle daha da öfkelendiğini görebiliyordum. "Sana bir şey söyleyeyim mi?" dedim ve işaret parmağımı ona doğrulttum. "Mükemmel bir plan. Başka planların da varsa çekinme, bana yol gösteriyorsun."

"Seni..." dedi hırıltılı sesiyle. "Öldürürüm."

"Ah, kes şunu artık Raiden!" dedi Adara. "Gidip Lian'ı bul, iyi değildi."

"Çünkü bir avuç ateş tozu yuttu!" diye hırladı Raiden. "Bu aptal Yılan için ve hiçbiriniz bunu anormal bulmuyor."

Ateş tozu da neydi?

"Raiden," dedi Arlo, sesi sertti. "Yoruyorsun. Git!"

Raiden öfkeli bir soluk verdi ama şükür ki daha fazla uzatmadı. Yeri döven adımlarla ağaçların arasına ilerleyip gözden kayboldu. Adara onun arkasından bakarken, "İçindeki yabani hiç ölmeyecek değil mi?" diye mırıldandı.

"Lian'ı biraz daha zorlarsa gideceği yer yine onların arası olacak zaten," dedi Arlo.

Haklıydım, bu Kaplan gerçekten yabaniydi. Öylesine bir topluluktan çıkıp nasıl bir Aslanın emri altına girebilmişti, bilmiyordum ama isyankar yapısının Lian'ı zorlaması hoşuma giderdi. Gidiyordu da.

Elbette şu an Lian ve Raiden'dan daha önemli meselelerim vardı. Adara'ya döndüm ve bana uzattığı eti elinden aldım. "Vilas," dedim sakin kalma çalışmalarıma uygun ilerleyerek. "Güvende demişti. Nerede? Güvende mi gerçekten?"

"Şu küçük sinek," dedi Arlo düz ama içten içe alaylı haline dönerek. Yanından bir dal parçası alıp onu yontmaya başladı. "Güvende ve merak ettiğim için soruyorum, o ata atlayıp gerçekten mahzeni bulabileceğini ve ona ulaşabileceğini mi düşündün?"

Aptalcaydı ama yapabileceğim başka bir şey aklıma gelmemişti. Tamamen bulunduğum durumdan ve yaşananlardan sonra panikle hareket etmiştim. Artık bunu yapamazdım. Daha kararlı ve planlı hareket etmem lazımdı. Öncelikle Vilas'ın nerede tutulduğunu öğrenmeliydim. "Değer verdiğin tek kişi bir avuç katil tarafından esir tutulsaydı sen ne yapardın?"

Kaşlarını kaldırdı. "Durup düşünürdüm. Katil olsalardı onu öldürürlerdi, esir tutmazlardı herhalde falan derdim. Mantıklı bir insanımdır ben."

"Onu öldürmediğinize mi güveneyim?" diye çıkıştım. "En son onu ölesiye kırbaçlatıyordunuz!"

"Kırbaçlatıyorlardı," dedi Arlo gözleriyle yanımda oturan Adara'yı işaret ederek. "Aslan mahkumlarına nasıl davranıldığı bir Kartalın sorumluluğunda değil."

"Onu vurdun!" dedim öfkeyle. "İki okla. Aslan Krallığında!"

Dudaklarını büzdü, gözleri rastgele bir noktaya döndü. "Hatırladım. Evet, o tamamen benim sorumluluğumda bir hareketti. Yine de iyileştirme ve güvende tutma kısmı ile bunu telafi ettiğimi düşünüyorum."

Kartallar ve kahrolası kanatları!

"Onu sen götürdün," dedim irileşen gözlerle. "Nereye... Onu nereye götürdün?"

"O konuda bilgi vermem Aslan Prens tarafından yasaklandı," dedi Arlo gözlerini tekrar bana çevirerek. Dudaklarımı araladığımda elini havaya kaldırdı. "Ondan emir almadığımı ve bir Kartal olduğumu hatırlatıp beni kışkırtmak istersin diye söylüyorum; bu tür sözler pek umurumda olmuyor. Ben kendi kafama göre takılırım ve canım bir Aslan Prensi dinlemek isterse ona uyarım. Tamamen keyfime kalmış bir durum."

"Sen de en az o lanet olası kadar delisin!" diye tısladım.

"Ve..." dedi Arlo uzatarak. Öne doğru eğildi. "O deli Aslan senin hayatını kurtardı. Üstelik bir avuç ateş tozunu ağzına doldurarak."

"Hayatım onun yüzünden tehlikeye düştü zaten!" dedim hayretle. "Hem şu ateş tozu... Nedir o? Panzehir adı mı?"

"Pek öyle değil," dedi Adara. Kardeşine söylediklerime pek takılmış görünmüyordu, hatta yüzündeki gülümsemeyle o zaman kadar sadece dinlemişti.

"Ne öyleyse?" dedim meraklanarak.

"Hmm..." diye mırıldandı Adara kararsızca.

"Saçma bir şey! Çok saçma!" dedi Arlo, bunu dün gece de defalarca söylemişti. "Şimdilik bu konuyu unutalım! Ben unutmayı tercih ediyorum, sen?"

"Elbette hayır," dedim yüzümü buruşturarak.

"Güzel," dedi ve ayağa kalktı. "Adara gelir misin biraz? Lian yokken köşede bir yerde biraz sohbet edelim."

Adara gülüp ayağa kalktı. "Şaka mı bu?" dedim şaşkınlıkla.

"Değil," dedi Adara sırıtarak. "Bu fırsat her zaman bulunmuyor."

Hepsi deliydi, hepsi! "Toprağın Hakimi adına! Öylece gidecek misiniz? Ya kaçarsam?"

"Sineğin elimizdeyken bunu yapmayacak kadar akıllı olduğunu düşünüyorum," dedi Arlo. Kolunu yanına giden Adara'nın beline sardı. "Aslında bunu sadece umuyorum artık." Hüsrana uğramış gibi dilini art arda damağına vurdu. "Çok aptalca şeyler yaptın kızım. Çok."

Şaşkınlıkla ona bakarken Adara sağ tarafı işaret etti. "İleride bir nehir var. Temizlenmek istersen ateşin yanında da temiz kıyafetlerin olduğu bir çanta bulacaksın."

"Temizlikten zarar gelmez canım," dedi Arlo. "Hele de şu an Aslan ve Yılan karışımı gibi görünürken." Eliyle yüzünün önünde bir yuvarlak çizdi. "Boyaların biraz akmış, sağ yanın aslan sol yanın yılan. Hayatımda bundan korkunç çok az şey gördüm."

Son sözleri bunlar olurken öylece gülüşerek gittiler ve beni gerçekten tek başıma bıraktılar. Kaçmayı düşünmedim bile, Arlo kısmen haklıydı. Aptal olduğum konusunda değil elbette, bazı aptalca şeyler yaptığımı kabul etsem de hepsi paniğe kapılmamdandı. Şu an ise zihnim berraktı. Üşümüyordum da artık. Uzun süre sonra oldukça normal, hatta güçlü hissediyordum. Elim ve kolum sarılmıştı. Karnımda da bir sargı vardı ve acı o kadar hafiflemişti ki neredeyse hissedilmiyordu. Göğsümü yokladığımda merhemi almış olduklarını fark ettim, elime ve koluma sürdükleri şey o olmalıydı. Belki de kendi ilaçlarını getirmişlerdi, bunu bilemezdim ama tüm bunlar için onlara minnet de duyacak değildim. İşlerine yarayacağımı düşünüyorlardı, aksi halde iyileştirmek bir yana çoktan boynumu vurmuştular.

İşlerine yaramayacaktım. Bunun da bir yolunu bulacaktım, Yılan topraklarına tekrar giremezdim. Ben yılan sarayından Kara Yılan Veliahtını devirerek kaçmıştım. Elbette bir yolunu bulacaktım ama önce midemi doldurmalıydım. Açlığımı geride bıraktıkları ateşin üzerinde kızarmış duran et ile giderdim. Şu an yapabileceği tek şey gerçekten temizlenmekti ve Adara'nın söylediği çantayı alıp tarif ettiği yöne doğru yürüdüm.

Birkaç sincap yolumun üzerinde kaçıştı. Sonunda nehri bulunca üzerimdeki kirli kıyafetlerden kurtuldum ama elimde, bileklerimde ve karnımdaki sargılara dokunmadım. Suyun içine yürürken yüzümü buruşturdum. Akarsular beni biraz ürkütürdü, yine de temizlenmek için başka bir çarem yoktu. Su havadan biraz daha ılıktı ama üşütecek derecede de değildi. Yaralarım acısa da temizlenmek iyi hissettirmişti. Hem bu yer bana sakince düşüneceğim o olanağı da tanıyordu.

Neler yapabilirdim? Hangi plan beni tekrar Vilas'a ulaştırabilirdi? Ve de özgürlüğe...

Önce Vilas'a odaklanmalıydım, özgürlük diğer adımdı. Vilas'a ulaşmak için de bir şekilde onların suyuna gitmem gerekiyordu. Toprağın Hakimi adına! Bunun düşüncesi bile çok zor ve tiksindiriciydi.

Tiksindirici olan diğer şeyi fark etmem ise tamamen suyun altına gömülmek istememe neden oldu. Her ne sebeple olursa olsun kahrolası Aslanın dudakları dudaklarıma dokunmuştu. İğrençti.

"Yılanların suyu sevdiğini duymuştum ama sen orada işkence çekiyor gibisin."

Başımı çevirdiğimde Lian'ı ilerideki bir köşede suyun kenarına yayılmış olarak bulmayı elbette beklemiyordum. Suyun içine biraz daha gömüldüm. Geldiğim yöne baktım, sonra ona. İşaret parmağımla ona da işaret ettim ve bir an ne söyleyeceğimi bilemedim. "Sen en başından beri orada mıydın?"

"Soyunurken seni izleyip izlemediğimi mi soruyorsun?"

Yüzümü buruşturdum. "Tam olarak öyle."

"Hayır," dedi Lian. "Öyle bir görüntüye maruz kalmadığım için Ormanın Hakimine minnettarım."

"O halde orada ne işin var?"

Tek bacağını kendine doğru çekti ve tamamen bana doğru döndü. "Manzarayı izliyorum."

"Şu an bana bakıyorsun!" diye çıkıştım.

"Şu an manzaram sensin," dedi. "Her manzara güzel olamaz değil mi?"

"Bak!" dedim bıkkınlıkla. "Şu an inan bana seninle uğraşmak istemiyorum. Ne seninle ne de iğneleyici sözlerinle. Kendine başka bir manzara bul." Gergince gülümserken vurguladım. "Güzel olanından."

"Ben güzel bir manzara izlerken, sen kaçabilirsin ama."

"Kaçamayacağımı biliyorsun!" diye sesimi yükselttim. "Hepiniz biliyorsunuz! Saçmalamayı kes ve sadece git!"

Güldü, eğleniyor gibiydi ama birden öksürmeye başladı. Şiddetle öksürürken oturduğu yerden kaydı ve suya yaklaştı. Avucuna doldurduğu suyu art arda yüzüne vurdu. Kıyafetlerinin tamamen ıslak olduğunu o an fark ettim, zaten o da yüzüne vurduğu suyun yeterli olmadığını fark etmiş gibi hızla suya girdi. Benden önce bunu defalarca yapmış gibi...

Öylece durup soluklanırken onu izlemeye devam ettim. "Neyin var senin?" diye sordum sonunda. Gözlerim kısıldı. "Şu ateş tozuyla mı ilgili?"

Varlığımı farkına bir kez daha vardığında bana döndü. Solukları hala sıktı. "Önemli bir şey değil, beni merak etmiyorsun ya."

"Elbette etmiyorum," dedim alayla. "Sadece... Umarım ölürsün!"

Kaşları havalandı ve bir hayret nidası çıkardı. "Hayatını kurtardım ben senin!"

"Evet," dedim gülümseyerek. "Umarım acı çekerek ölürsün! Yavaş yavaş..."

"Keşke Raiden'ı dinleseydim," diye yakındı.

"Umarım o da ölür, senden bile beter bir şekilde. Hayır, en beterini sen hak ediyorsun."

"Çıplaksın!" dedi birden ve bu kez o gülümsedi. "Ve eğer ölürsem sana kıyafet getirecek başka biri yok."

"Kıyafet getirdim," dedim başımı ağır ağır sallarken. "Sana ihtiyacım yok, olmayacak da. O yüzden bana bir iyilik yap ve başını suya gömüp kendini boğ!"

"Şu an seni gizleyen o su değil mi?" dedi ve tek kaşı havalandı. "Başımı suya sokarsam eğer..."

Suya baktı. Ne demek istediğini kendini suya biraz daha bıraktığında fark ettim. "Tamam!" diye bağırdım. "Kes şunu!"

Durdu ve güldü. "O halde hala ölmemi mi istiyorsun?"

"Evet," dedim hemen. Ardından atıldım. "Başka bir şekilde." Suya biraz daha gömüldüğünde, "Pekala!" diye bağırdım. "Ölme, seni ben öldürmek istiyorum."

Yavaşça gülümsedi. "Beni çok bekletme."

"Hayal kırıklığına uğramayacaksın," derken ben de gülümsedim.

"Gidiyorum," dedi, hala gülümsüyordu. Nehrin kenarına tutunup kendini yukarı çekti. Kısa bir an oturdu. "Bu arada kıyafetlerin olduğu çantayı az önce bir ceylan suya itti."

Hızla başımı çevirdim, önce ceylanı gördüm. Ardından birkaç metre ötemde yüzen çantayı. "Hayır! Hayır!" diyerek çantaya doğru yüzmeye başladım.

"Şunlar da kirli çamaşırların olmalı." Çantanın ardından giden kıyafetlerimi görünce daha hızlı yüzmeye çalıştım. "Ben ileride bir yerde güzel bir manzara bulacağım," dedi Lian, ayağa kalktığını göz ucuyla fark ettim ama ona odaklanamayacak kadar çantayı yakalamaya dalmıştım. Akıntı çok fazla değildi ve bir kaya parçasına takılırsa onu alabilirdim.

O an öyle bir şey oldu ki şaşkınlıktan olduğum yerde kaldım. Başka bir ceylan suya daldı ve çantayı ağzıyla kavradığı gibi ormanın derinlerine koşup kayboldu.

Bir ceylan kıyafet çantamı çalmıştı!

Bunu nasıl yapabilirdi?

"İyi şanslar!" dedi Lian ilerlerken.

"Dur!" diye seslendim hızla. Başını çevirip omzunun üzerinden bana baktı. "Az önce... Az önce ne olduğunu gördün mü?"

Ceylanın gittiği yöne bakıp gözlerini bana çevirdi. "Hayır."

Hayretle güldüm. "Gördün! Bu nasıl oldu böyle?"

"Düşünecek çok zamanın olacak," dedi gülümseyerek. "Suyun tadını çıkar!"

Ve yürüyüp gitti.

Aklımda dönüp duran düşünceler kesinlikle artık kurtulmak ya da Vilas'ı kurtarmak değildi. Ceylandı. Aslan krallığının topraklarında hayvanlar bile normal değildi.

Çıplak ayaklarımla ilerlerken önce Raiden'ın sesini duydum. Söyledikleri anlaşılmıyordu. Keskin işitme duyumuz olsa şüphesiz yine de o en son dinlemek isteyeceğim kişiydi. Yine de yaklaştığımda son sözlerini duymuştum ve düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha fark etmiştim.

"Tahammül edilemez iğrenç bir varlık, anlıyor musun dostum? Bahse varım o Yılana bacaklarını açmasa o da yanında olmazdı."

Kaşlarımı kaldırdım, öfkelenmedim bile. Raiden'ı zaten yeterince öldürmek istiyordum, daha fazlası beni zorlardı.

"Yeter!" dedi Lian sertçe. "Ne zamandır böyle tiksinç cümleler kuruyorsun?"

"Bana onu mu savunuyorsun? Gerçekten mi?"

"Raiden!" dedi Lian daha da sert bir sesle. "Seni en başından uyardım ben. Kaldıramayacaksan sarayda kalmanı söyledim ve sen de bana sorun çıkarmayacağına dair teminat verdin. Sana güvendim, güvenmemem gerektiğini ise sürekli yüzüme vurdun ama benim de sabrımın bir sınırı var."

"Bir Yılan için yüzüme yumruk..."

"O yumruk aptallığınaydı!" diye bağırdı Lian. "Ve bir daha seni uyarmayacağım! Canımı daha fazla sıkmaya devam edersen sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın. Kendine çeki düzen ver artık! Sözlerine de!"

Raiden'ın öfkeli soluklarını duydum ama sessiz kalması Lian'ın uyarısını dikkate aldığını gösteriyordu. Ağaçlar arasından çıktığımda Raiden'ın bakışları bana döndü. Yüzünde öfke vardı, en azından beni görene kadar. Ağzı devasa bir şekilde açıldı. Küfrettiğinde Lian'ın kaşları çatıldı ve başını hızla çevirdi. Şüphesiz oradan çıkacağımı, çıplak bir şekilde çıkacağımı, düşünmemişti. Gülümsedim ve hayır utanmadım, utanamayacak kadar öfke doluydum. "Bana giyecek bir şeyler vermeyi düşünmüyorsan bu şekilde dolaşmamı sorun..."

O kadar hızlı ayağa kalkıp yerdeki çantayı kaparak önüme geçti ki daha çok sırıttım. Bana doğru devasa adımlarla gelirken üzerindeki pelerinini de çıkarmıştı.

"Bu kız delirmiş," dedi Raiden şaşkınlıkla.

"Bu da ne?" dedi Lian neredeyse bağırarak.

"Bilmem," dedim kaşlarımı çatarak. "Sence ne?"

"Asra!"

Elimi havaya kaldırdığımda neredeyse gözleri göğüslerime inecekti ama bakışlarını gözlerimde tutmayı başardı ve yanıma geldiği an elindeki pelerini üzerime örttü.

"İnanır mısın, bir geyik kıyafetlerimi çaldı. Çıkardığım kıyafetler de suya karışıp kayboldu. Ah, bir dakika! Sen de oradaydın değil mi?" Kaşlarımı çatıp dişlerimi sıktım. "Sonra da çekip gittin?"

Ağzını açmıştı ki Arlo'nun küfrü ile başını çevirdi. Adara ile beraber sağ taraftan çıkmışlardı. Adara iri iri gözlerle bana bakarken, "Bu..." dedi ama devamını getiremedi. Lian dokunmadığım pelerinin önünü kavradı ve onlara bakarken birleştirdi.

"Sence?" dedi ve biraz daha önümü kapattı. "Neredeydin Adara?" Arlo'ya baktı. "Neredeydiniz mi diye sormalıyım yoksa?"

Adara ve Arlo birbirlerine kaçamak bakışlar atarken buna neredeyse gülecektim. "Açıklayabilirim," dedi Adara.

"Zaten açıklayacaksın," dedi Lian öfkeli sesiyle. "Ama şimdi değil."

Adara sesli ve sıkıntılı bir nefes verdi. "Hadi beyler!" diyerek Arlo'yu çekiştirirken Raiden'ın da ayaklandığını göz ucuyla gördüm. "Atları hazırlayıp yola koyulalım, prensimiz bize yolda katılacaktır!"

"Bunun hesabını soracağım!" dedi Lian ona. Adara sadece gergince sırıttı. Hepsi ağaçların arasında duran atlara ilerlemeye başlamıştı. Adara Arlo'ya bir şey söyledi, Arlo şiddetle gülmeye başladı. Adara ise daha sessizdi ama onun da gülüşünü duyabiliyordum. Lian öfkeyle solurken çantayı bana uzattı. "Giyin! Kahretsin! Bu halde buraya gelirken..."

Pelerini omuzlarımdan attım ve çantadan kıyafetleri çıkardım. "Ne mi düşünüyordum?" dedim neredeyse bağırarak. İç çamaşırlarını hızla üzerime geçirirken öfkeyle yüzüne baktım. "Bana kıyafet getirmeni kahrolası!"

"Bana ihtiyacın olmadığını sen söylemiştin," dedi haklıymış gibi.

"O halde buraya gelmemden başka bir çarem varmış gibi mi geldi sana? Ve artık gözlerini üzerimden çek!"

Öfkeli bir soluk daha verdi. "Sence artık bunun bir önemi var mı?" diye çıkıştı. "Ve sana kıyafet gönderdim zaten, Adara ile."

Kaşlarımı şiddetle çattım. "Bana kimse kıyafet falan getirmedi."

"Fark ettim," dedi alayla.

"Daha önemli işleri çıkmış olmalı, bir de... Sanırım beni aşağılamanın hoşuna gideceğini düşünmüşlerdir," dedim öfkeli soluklar verirken. "Hepiniz... Toprağın Hakimi adına! Hepiniz iğrençsiniz."

Bir şey söyleyecek gibi oldu ama başını iki yana sallayarak vazgeçtiğini belli etti. Ateşin yanına yürüyüp bir çift çizmeyi bana doğru attı. Çizmeleri ayağıma geçirirken o da ateşi söndürdü. Yere oturdum ve çizmelerin bağcıklarını bağlamaya başladım. Öfkeli halime son vermeden, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Onu sen söyleyeceksin?"

Başımı kaldırıp ona baktım. Zaten bu kahrolası çizmelerin bağcıklarını da bir türlü bağlayamamamıştım. "Anlamadım."

"Anlaşılmayacak bir şey yok," dedi. "Seni yanımıza çıplak dolaşman için almadık. Bizi sınırın güvenli bir kısmından Yılan topraklarına geçireceksin. İlk işin bu."

Demek iş bana kalıyordu. Çok güzel, buna neredeyse keyifle gülümseyecektim.

"Kafandan neler geçtiğini biliyorum," dedi Lian gözlerini kısarken. "Bizi oyaladığını hissettiğim an hiçbir anlaşmamız kalmaz."

"Beni öldürür müsün?" dedim zerre korku hissetmeden. "Yoksa önce Vilas'ı mı öldürürsün?"

Başını yavaşça yana eğip yüzümü süzdü. "Öldürmek artık yapmak istediklerim listesinde yer almıyor. Düşündüm ve başka bir karar aldım."

"Merak ettim," dedim yalan söyleyerek.

"Ben bir prensim," dedi Lian. "Ve elçi göndermek yapabileceğim en kolay iş. Kraliyet sizden haberdar olduğunda, hele ki sen kraliyete ait bir kılıcı çalmışken, buna kayıtsız kalmayacaklardır. İkinizi de isterler ve ben de sizi Yılan askerlerine teslim ederim. Ellerimi kirletmeme bile gerek kalmaz." İşte bu korkutucuydu. Lian da bunu anladı ve gülümsedi. "Muhtemelen ilk işleri size işkence edip sorgulamak olacak ama... Söylesene Asra! Onlara bizimle ilgili önemli ne bilgi verebilirsin ki?"

Sorun ettiğim kesinlikle sorgulama, işkence ya da önemli bilgilere sahip olmam değildi. Sorun ettiğim bambaşka şeylerdi. Lian bunu bilmiyordu, aslında eli çok fazla güçlüydü. Bunu bilmesine de gerek yoktu zaten, o bildikleriyle bile gücü elinde tutuyordu.

Ama benim de planlarım ve de edindiğim bilgiler vardı. O bilgilerin ne anlama geldiğini hala bilmiyordum, bu bir sorun da değildi. Öğrenmek için bu bir fırsattı, ona karşı bir koz yaratmak için de.

"Bir şey var aslında," dedim yavaşça.

Tek kaşını kaldırıp alaycı bir ifade takındı. "Merakla duymayı bekliyorum."

Aslında tam aksine hiç merak etmemişti. Kendinden emindi, onlarla ilgili önemli bilgilere sahip olmadığımı biliyordu. "Belki de..." dedim uzatarak. "Şu Canlandıran konusu ilgilerini çeker, bana öyle demiştin değil mi?"

Alaycı hali silindi, birden her zamanki ciddiyetine büründü. Hatta ondan bile fazlasına. Hızla arkasına baktı, diğerlerine. Dinlemediklerine emin olmak istediğini elbette anlamıştım. Dinlemiyorlardı çünkü çoktan atlarla ilerlemeye başlamışlardı. Zar zor görünüyorlardı.

Asıl önemli olan şey ise tam da can alıcı noktaya dokunduğumu anlamamdı.

Lian katı ifadesiyle bana döndü. "Onun ne olduğunu bile bilmiyorsun?"

"Bir şeyleri şekillendirmek, canlandırmak değil mi?" dedim ve dudaklarımı büzdüm. "Bir önemi vardır muhtemelen." Sırıtarak çenemle onu işaret ettim. "O mahzendeki yüz ifaden bana öyle hissettirdi."

Başını yavaşça iki yana salladı. "İnan bana çıngıraklı, onun ne demek olduğunu bilmiyorsun."

Bu konu gittikçe daha ilgi çekici olmaya başlamıştı. "Yılanlardan birisi bana anlatır o halde."

"Tehlikeli işlerle uğraşıyorsun."

Canlandıran konusunda neyi kast ettiğini elbette bilmiyordum ama bunun kılıcımın şekil almaktan ötesi olduğunu anlamıştım. Diğer yandan attığım yemi de yutmuştu. Bana çok daha fazlasını verecekti.

Bana büyük bir koz verecekti. Kim bilir, belki elimi en az onun kadar güçlendirecek bir bilgi... Bunu bana o sağlayacaktı.

Alayla güldüm. "Gerçekten mi? Bana işkence ederler ve sonunda beni öldürürler, bunu az önce sen söylemiştin. Ellerini bile kirletmeye gerek kalmaz konuşması hani. Hadi ama! Bu kadar çabuk unutmuş olamazsın. Bundan daha tehlikeli bir şey söyle bana!" Sessizliğine karşılık tekrar güldüm. "Bulamadın değil mi? Cevabı zor bir soru değildi zaten. Hem belki bu Canlandıran olayı beni birden önemli biri yapar. Haklısın! Beni yılanlara ver!"

"Sen zaten önemli birisin," dedi durgun bir sesle. Bana doğru yürüdü ve tek dizini yere dayayarak eğildi. Gözlerini gözlerime dikerken düşüncelerle boğuştuğunu neredeyse görebiliyordum. "Ama farkında bile değilsin."

Söyledikleri hakkında ne düşüneceğimi bilemedim. "Bu durumda tehdidin boşa çıkmıyor mu? Önemli biriysem beni onlara veremezsin. Akıllı biri gibi duruyorsun."

Ellerini uzatıp sağ ayağımdaki çizmenin bağlamadığım bağcıklarını kavradı. Yavaşça bağladı. "Asra," derken düğüm atıp gözlerini yine bana çevirdi. "Seni onlara verebilirim. Neden biliyor musun?"

Ne yapmaya çalışıyordu? Kafamı karıştırmaya mı?

Kaşlarımı alaycı bir ifadeyle kaldırıp, "Akıllı biri olmadığını kanıtlamak için mi?" diye sordum.

Soğuk bir şekilde güldü. Diğer çizmemin bağlarını da kolaylıkla bağladı. "Çünkü ikisinin sonucu da aynı. Tek bir farkla..." Başını kaldırdı. Yüzünü biraz daha bana yaklaştırdı ve fısıltıyla konuştu. "Canlandıran olduğunu söylediğin an alacağın tek şey çok daha hızlı bir ölüm olur. Tüm görüler tek bir yerde birleşir çünkü. Canlandıran öldürülmeli..."

⚔⚔⚔

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki, ya bölüm?

İlerlemeye devam ediyorum, Yılan Topraklarına ha girdik, ha gireceğiz... mi acaba? 😈

Bir de şu Canlandıran durumu var. Önemli biriymiş Asra, o halde neden öldürülmesi gerekiyor?

Ve ve ve Lian, Asra'yı öldürür mü sizce?

Aaa, bir de ceylan mevzusu var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bir de Asra'nın çıplak bir şekilde gidip Lian'ı delirmesi lfllf ama bu daha başlangıç. Bizim Yılan o Aslanı delirtmekten vazgeçer mi sizce?

Lütfen oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın!!!

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz

Der ve S.Mare kaçar 💃

 

Loading...
0%