Yeni Üyelik
17.
Bölüm

1.16 - Avcı Olmaya Çalışan Av

@e.smare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶

Lexxi Saal - Get Up Stand Up

🎶


Instagram: e.s.mare
Esmare_den

Tiktok: Esmareden (Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz.)

 


"Dilini gerçekten kesmeliydim!"

"Dişlerimi de sökmeliydin çünkü onları bir gün yine boynunda bulacaksın!"

 

Kutsal varlıklar...

Annem bazen bana kendi eğitim vermişti ama çoğu zaman bunun için eğitmenler görevlendirmişti. Eğitmenleri atlatmak kolay olurdu, çocukken hep gizlenirdim ve onlar da zamanlarını beni bulmaya harcarlardı. Anneme söylemek istediklerinde ise onlara bir şeyleri hatırlatırdım hep. Annem acımasız bir kadın Bayan Orsa, acısız bir ölümünüz olmayacağı için sizin adınıza üzülüyorum Bay Masel, zindanları neden bu kadar merak ediyorsunuz Bayan Yelis?

Korkuları öyle ağır basardı ki ne eğitimlerden kaçtığımı ne de eğitimde olsam dahi dinlemediğimi ona söylerlerdi ama annem bir süre sonra anlardı; çünkü bana sorular sorardı. Elbette dinlemediğim, kaçtığım o eğitimler bana öfkeli ifadelerle dönerdi. Eğitmeni ise bir daha göremezdim. Başka bir eğitmen geldiğinde diğerlerine söylediğimin aksine onların saraydan gönderildiklerini düşünürdüm. Çocukken aptalca tehditkâr cümleler kursam da annemin onları gerçekten öldürteceğine ihtimal vermezdim. Annem acımasız bir kadındı, evet ama o kadar acımasız mıydı ki?

Öyleydi.

Bunu bir keresinde gözlerimin önünde öldürdüğü bir eğitmenimle acı bir şekilde anlamıştım. O andan sonra eğitimlerden kaçmamıştım hiç, eğitmenlerimi dikkatle dinlemeye çalışmıştım. Ve hep pişmanlık duymuştum. Bir prensestim, gerçek bir prenses gibi yaşamasam da ama onların kibrine sahip olduğumu biliyordum. Aksi halde kimsenin ölümüne sebep olmazdım.

Annemin anlattıklarını ve eğitimlerimi düşündüm. Hiçbirinde kutsal varlıklar denen bir şeyden bahsetmiş miydiler? Hatırlayamadım, belki de böyle bir şeyden hiç söz edilmemişti bana. Belki de babam yüzündendi hatırlamayışım çünkü ben eğitimleri dinlemeye başladığımda ona göre daha tehlikeli bir hal almaya başlamıştım. Saraydan kaçmakta ustalaşmam da bunun kanıtıydı ona göre. Annemin eğitim veremediği için öldürdüğü eğitmenlerimden sonra, babam eğitim verdikleri için onları cezalandırmıştı. Babam, annemi karşısına almayı göze alamadığı için eğitimleri kesememişti belki ama zavallı insanları önemsiz nedenlerle zindana attırmıştı. Zindandan çıkan o insanlar ise çareyi daha önemsiz bilgilerle beni donatmakta bulmuştu. Hem annemin hem de babamın cezalarından ancak bu şekilde kurtulabiliyorlardı.

En azından o eğitimlerden bazı şeyler öğrenmiştim. Baykuşların özelliklerini biliyordum, görü gücü az çok hepsinde vardı ama güçlü görü gücü olmayanlar önemsiz sayılırdı. O yüzden bir Baykuş için görü gücü var deniliyorsa, bu güçlü olduğu anlamına geliyordu ama görülerin ne denli önemli olduğunu tartışılırdı. Eskiden tüm krallıklarda en az bir tane görü gücü olduğunu duymuştum ama bir zaman sonra bazı krallıklar onların sadece asılsız söylemler ile insanları korkuya sürükledikleri gerekçesiyle ülkelerine geri göndermişlerdi. Bazıları ise emirlerindeki Baykuşları asmıştı. Yılan Krallığı asanlar tarafındaydı.

Aslan Krallığı hangi taraftaydı? Belki de onlar hala hizmetlerinde Baykuşlara yer veriyorlardı. Lian daha önce de görü gücü olan Baykuşlarla konuştuğunu söylememiş miydi zaten?

Kararan havada parlak renkler görünce düşüncelerim dağıldı ve başımı tamamen kaldırıp ne olduklarına baktım. İlk başta ne olduklarına anlam veremedim ama sonra... Bunlar parlak ve rengarenk kanatlara sahip küçük insanlardı. Hızla ayağa kalktığımda uzak bir mesafede sessizce konuşan Adara ve Lian başlarına bana çevirdi. İşaret parmağımla havadaki kanatlı insanları gösterdim. "Onları siz de görüyor musunuz?" dedim şaşkın bir sesle.

İkisi de başlarını kaldırdı ve havada uçan kanatlı küçük insanları süzdü. Adara güldü. Lian ise çatılan kaşlarla bana baktı. "Hayatında hiç Kelebek görmedin mi?"

"Kelebek mi?" dedim daha çok şaşırarak. Onlar Kelebek Irkı mıydı? Onları duymuştum elbette ama ilk defa görüyordum. "Burada ne arıyorlar peki?"

Lian hayretle güler gibi bir ses çıkardı. "Bazen yeni doğmuş bir bebek gibi davranıyorsun." Kelebeklerin güzelliklerine o kadar dalmıştım ki sözlerine bile takılamadım. "Kelebeklerin bir yurdu yoktur," dedi Lian yanıma yürürken. "Onlar ormanlarda yaşarlar."

"Bizim çok ormanımız yok," dedim dalgın bir sesle.

"Olanlardakileri de öldürüyorsunuz zaten," dedi Adara.

Afalladım. "Ne?"

"Yılanlar topraklarında Kelebekleri istemez," dedi Lian. "Bilmiyor musun?"

"Neden?" dedim öfkelenerek. Kendi ırkım hakkında onlardan daha az bilgiye sahip olmak sinir bozucuydu.

"Kelebekler oyunbazdır," dedi Lian, yanımda durup başını kaldırdı ve onları izledi. "Bunu kasıtlı yapmazlar. Doğaları budur. Seninle oyun oynamak isterler. Bu bazen olmayan şeyler göstermek olabilir, bazen bir Kara Düş, bazen yönünü kaybettirmek, bazen de..."

"Yönünü kaybettirmek mi?" dedim aniden. "Toprağın Hakimi adına!"

"Evet," dedi Adara gülerek. "Muhtemelen yönünüzü onlar yüzünden kaybettiniz."

"Ama onları görmedik bile."

"Güzel gizlenirler," dedi Esilian. Elini havaya kaldırdığında parlayan sarı kanatlarıyla bir Kelebek avucunun içine indi. Muhteşem güzellikte bir kızdı. Arlo bundan bahsediyor olmalıydı. Ormanı büyülü sanmışlardı çünkü Kelebekler kimseye sezdirmeden onları etkileyebiliyordu ama aslında büyü falan yoktu. Kelebekleri gördüklerinde bunu anlamışlardı.

"Ne yapıyorsun?" dedi ona Adara. Kaşları çatılmıştı, Lian sanki yanlış bir şey yapmış gibi ona bakıyordu.

Kelebek tiz sesle bir şeyler söyledi. Lian bana baktı, sonra tekrar Kelebeğe döndü ve başını iki yana salladı. Kelebek tiz sesiyle konuştuğunda ona sinirlenmiş gibiydi.

Lian güldü. "Tamam, bundan sonra daha dikkatli bakacağım. Oldu mu?"

Neden bahsettiğini anlayamasam da şaşkınlığımı gizleyemedim. "Konuştuklarını anlıyor musun?"

Bana baktı ve cevap vermedi, sadece güldü. Ardından Kelebeği bana uzattı. "Lian..." dedi Adara tereddütle. "Kara Düş..."

"Öyle bir şey yapmayacak, onu beğendi," dedi Lian.

Kelebek yine ona kızgın sesiyle cevap verdi. Aslan dilini anladığı açıktı. Lian yüzünü buruşturdu. "Ona hayran olmuş ve... Hayır, bunu söylemeyeceğim."

Kelebek kızgın sesiyle ona yine bir şeyler söyledi ama Lian bu kez ona cevap vermedi. Aksine onu biraz daha bana uzattı. "Al."

Adara'nın yüzünde hala hüküm süren tereddütlü ifade bir adım geri gitmeme neden oldu. Başımı iki yana salladım. "Böyle iyiyim prens."

"Seni öldürmez, merak etme," dedi neredeyse gülerek. "Sadece bir şey göstermek istiyor."

"Ne gibi?" dedim şüphe ile.

"Bilemem," dedi Lian. "Ama güzel bir şeyler olduğunu söylüyor."

Tekrar Adara'ya baktım, şu an Lian'dan çok ona güvenmek aptalca mıydı, ya da daha mantıklı mı bilmiyordum ama ondan bir onaylama bekliyordum. Sesli bir nefes verdi ve başıyla onayladı. Kelebeğe çevirdim gözlerimi, o kadar güzeldi ki. Ben de ona dokunmak istedim. Belki sonra buna pişman olacaktım ama elimi Lian'a doğru uzattım. O da Kelebeği avucuma bıraktı. Kelebek kız başını önce sağa, sonra sola eğip yüzümü inceledi. Sonra avucumun içine oturdu ve kabarık sarı eteği etrafına yayıldı. Bana bir kez daha baktı ve küçük parmaklarıyla avucumun içine bir şeyler çizdi. Dokunuşu o kadar hafifti ki, neredeyse iç gıdıklayıcıydı.

Ve birden Vilas karşımda belirdi.

Aniden yerde beliren karları ayağıyla eşelerken düşünceliydi. Daha yedi ya da sekiz yaşlarında olmalıydı. Şaşkınlıkla ona bakarken biri koşarak üzerine atladı ve ikisi de yere devrildi. O bendim. Yana eğilip avucuma doldurduğum karları yüzüne yaydığımda Vilas bağırdı ve beni yana devirip her yerimi kara bulamaya başladı. İkimizin savaşı biraz daha sürdüğünde artık her yerimiz bembeyazdı. Yine de bu kendimizden bihabermiş gibi birbirimize gülmemize engel olmadı. Fark etmiştim ki Vilas o zamanlar çok daha fazla gülüyordu.

Onu aniden itmek için ellerimi göğsüne bastırdığımda kollarımı tuttu ve bir süre ikimiz de birbirinizi gülerek tekrar karların arasına itmeye çalıştık ama Vilas birden beni bıraktı. Yüzünü buruşturarak kendine baktı. Sonra da bana. Şaşırmış ve biraz da korkmuş gibiydi. Nedenini anlamadan annem çıkageldi. Beni aniden kenara çekip Vilas'ın yüzüne şiddetli bir tokat attı. O an hızla ileri atıldım ve her şey dağıldı.

Kelebek artık avucumun içinde değildi, havada kanat çırpıyordu. Bana olan bakışlarında korku olduğunu fark ettiğimde başımı çevirdim. Adara açık kalan ağzıyla bana bakarken, Lian'ın gözleri kısılmıştı. "Bunu neden yaptın?" dedi bana.

"Ne?"

"Onu eziyordun," dedi Adara. "Sana ne gösterdi?"

Kelebeğin korku dolu parlayan mavi gözlerine baktım. Birden uçup karanlığa karıştığında, "Hiç," dedim Adara'ya. "Hiçbir şey."

Onlara arkamı dönüp yürümeye başladım. Adım sesleri arkamdan geldiklerini belli ediyordu ama o andan sonra ne soru sordular ne de kendi aralarında bile konuştular. Ben de konuşmadım. Sadece Kelebeğin gösterdiği anıyı düşündüm. Neden o anı seçmişti ki?

Sonra fark ettim, annem her anımda zaten vardı. Kelebek belki de sadece bana güzel bir anı göstermek istemişti ama annemin dahil olmadığı güzel bir anım var mıydı ki? Kelebek muhtemelen en zararsız olanını seçmeye çalışmıştı ve ben onu neredeyse eziyordum. Vicdanım acıdı ki bu nadiren olurdu.

Aniden durdum ve arkamı döndüm. "Onu ezmek istemedim. Ben... Farkında bile değildim."

Aslında bunları onlara neden söylediğimi bile bilmiyordum, belki de o Kelebeği bir daha bulup bulamayacağımı bile bilmezken en azından birilerin üzgün olduğumu bilmesini istiyordum. O an için bunun Adara ya da Lian olmasının bile önemi yoktu.

"Sana ne gösterdi?" diyen bu kez Lian oldu.

"Bir anı sadece."

"Kötü bir anı mı?" dedi Adara, Lian'a kızgın bir bakış attı.

"Değil," dedim, bir yere kadar en iyi anılarımdan biri sayılırdı. "Bilmiyorum, bir anda panikledim sanırım."

"Yalan söylüyorsun," dedi Lian. Bin lanet ki kalp atışlarımı dinlemişti ve ben sakin kalmaktan çok uzaktım. "Kelebek sana farkına varmadığın bir şeyi gösterdi değil mi?"

"Ne demek istiyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Kelebekler bazen senin fark etmediğin şeyleri gösterirler. Şaşırmamız onların hoşuna gidiyor," dedi Adara.

Ve bunu bana o an söylüyordu. Güzel bir şeyler demişti Lian halbuki. Peki, bundan neden bahsetmemişti?

"Sana ne gösterdi?" diye sordu Lian bir kez daha. Meraklıydı, bunu bilerek yapmıştı elbette ama neyi merak ediyordu?

Belki de Canlandıran olmamla ilgili geçmişte bir şeyler...

Öyle olsa bile bunu neden ona söyleyecektim ki?

"Çok önemli bir şeyi fark ettim, doğru," dedim ona yaklaşarak. "Bana her ne göstermişse Aslan, bundan sana ne? İşte fark ettiğim şey tam olarak bu. Dakikalar önce boynuma bir kılıç dayayan sen değil miydin? Ne oldu? Birden öldürmek istediğin o Yılanın anılarını merak mı ettin?"

Dikkatle yüzüme baktı, ters bir cevap bekledim ama yapmadı. "Seni öldürmek isteseydim öldürürdüm."

"Öldürmek istemediğin birinin boynuna bir kılıç dayamazsın!"

"Öldürmek istediğin birini kurtarmazsın da."

"İşte sen böyle bir delisin!" dedim öfkelenerek.

Bana doğru bir adım atarken o da öfkelenmişti. "Canımı sıkmaya başladın çıngıraklı."

"Ne yapacaksın?" diye diklendim ona. "Boynuma bir kılıç mı dayarsın yine? Belki boynumu kesip sonra dikmek istersin. Ne de olsa ölmemi istemiyorsun."

"Boynunu değil ama dilini gerçekten kesmeliydim!"

Yüzümün önündeki yüzüne karşılık tısladım adeta. "Dişlerimi de sökmeliydin çünkü onları bir gün yine boynunda bulacaksın!"

Dudaklarından bir hırıltı döküldü.

"Biraz sakin olsak mı?" dedi Adara tereddütle. Beni geri çektiğinde ona karşı çıkmadım çünkü gerçekten dişlerimi o tene saplamak istiyordum ve bunu her an yapabilirdim artık.

"Lian!" diyen sesle Lian öfkeli gözlerini sonunda üzerimden çekti ve başını kaldırdı. Arlo kanatlarını çırparak yanımıza indi.

"Sorun ne?" dedi Lian hemen.

Arlo'nun yüzündeki ifadeyi çözdüğümde öfkem dindi, hatta öyle ki neredeyse gülümseyecektim, kendimi bu kez daha erken hazırladım ve içimden sevdiğim bir şarkıyı söylemeye başladım. "Atlar kaçtı," dedi Arlo. Şarkının nakaratının keyifle içimden mırıldandım ama yüzüme şaşırmış bir ifade verdim.

"Ne?" dedi Lian yanlış duymuş gibi. "Ben buraya gelirken yerlerindeydiler."

"Kaçtılar işte," dedi Arlo. "Peşlerinden gittim ama çıldırmış gibilerdi. Üstüne bir de gece karanlığı eklenince... Kaybettim."

"Onları sıkı sıkıya bağladığımıza eminim," dedi Adara. "Kaçmaları..."

Arlo bu kez heceleyerek tekrarladı. "Ama Kaç-tı-lar!"

Lian'ın gözleri üzerime döndü. Kaşlarım çatıldı. "Neden bana bakıyorsun?" dedim gözlerimi kısarak. "Dakikalardır buradayım. Adara'ya sor! Üstelik buraya geldiğinde onları gördüğünü sen söyledin. Her şeyi üzerime atmaktan vazgeç."

"Öyle olsa iyi olur," dedi sadece, tehditkârca. Zaten beni tehdit etmeden belli bir saat dilimi geçiremiyordu. Gözlerini Adara'ya çevirdi ve "Raiden'ın yanına dönün!" dedi. "Atları bulup geleceğiz."

Bol şanslar!

Adara başını sallayıp, "Hadi!" dedi bana.

Sadece bir adım atmıştık ki, "Bekle!" dedi Lian. İkimiz de aynı anda durduk ama ben Adara gibi arkamı dönemedim. Lian hızla kollarımı kavradı ve bileklerimi arkamda birleştirip bir ip dolamaya başladı. Sargıların altındaki yaralarım acıdığında tıslar gibi bir ses çıkardım.

"Buna gerek var mıydı?" dedi Adara. "Bana saldıracak olsaydı bunu sen gelmeden önce çoktan yapardı."

Başımı çevirip Lian ile göz göze geldiğimde öfkeyle ona baktım. "Belki," dedi gözlerimin içine bakarak. "Belki de daha iyi bir fırsat arayan bir aptaldır sadece."

"Ayaklarımı da bağlamak ister misin?" dedim öfkeyle. "Sürünerek gidebilirim, ne de olsa ben bir Yılanım. Belki de daha iyi fırsatlar arayan aptal bir Yılan."

"Ayaklarını bilmem ama şu ağzın var ya..." dedi. Bileklerimi bırakıp belimden beni hafifçe ileri itti. "Yürü!"

Öfkeli bir soluk verdim ve yürümeye başladım. Arlo'nun yanından geçerken ona çarpıp yere yığma düşüncemi zapt ettim. Adara hemen arkamdan gelmedi, Lian'ın ona bir şeyler fısıldadığını duydum ve bir kez daha keskin duyuş özelliğimiz olmadığı için kendi ırkıma sinirlendim. Sert adımlarla yürürken öfkemi yatıştırmaya çalıştım. Şimdi ne yapacağım çok daha önemliydi çünkü.

Lian ve Arlo şanslıysam bir süre atları arayacaklardı. Arlo bir Kartaldı, kanatlı bir yaratıktı belki ama gece görüşleri onların da en az bizim kadar sınırlıydı. Aslanlar gece iyi görürdü belki ama korkmuş bir hayvanı ne kadar sürede bulabileceğini ben bile bilmiyordum. Üstelik sınıra bu kadar yakınken Yılan askerlerin atları onlardan önce fark etme ihtimali de vardı. İkincisinin olmasını umuyordum aslında.

Adara'nın ayak sesleri hemen arkamda olduğunu haber verdi. Zaten sesini de benden uzun bir süre esirgemedi. "Tehlikeli olduğun bir gerçek. Üstelik onu sinirlendirdin de. Alınganlık yapmayacaksın değil mi?"

Elbette alınganlık yapmayacaktım çünkü yüce prensi sinirlendirmiştim. Boynuma bir kılıç dayaması önemli olmanın yakından bile geçemezdi ve böylesine önemsiz mevzuda ona diklenmek ne kadar aptalcaydı değil mi?

"Bence sen benim tehlikeli olmamdan ziyade prensinin ya da komutanının, ona her ne diyorsan, sana güvenmemesine takılmalısın. Silahsız ve kısmen yaralı bir şekilde seni alt edebileceğimi düşünüyorsa burada büyük bir sorun var çünkü."

Sözlerimdeki iğnelemeye takılmak yerine, "Yapabilir misin sence?" diye sordu. Sesinde bir aşağılamaya yoktu, sadece benim fikrimi merak ediyordu.

Elbette yapabilirim, yapacağım da.

"Ben bir asker değilim," dedim kısmen yalan söyleyerek. "Senin aldığın eğitimi ancak hayal edebilirim. Yapabilir miyim sence?"

"Alevler içinde yanan bir Yılan bence hafife alınacak biri değildir," dedi. "Lian bunun farkında."

"Belki de şu Canlan-"

"Şşş!" diyerek sözümü kesti ve bana yetişip kolumu tutarak beni durdurdu. Sesi neredeyse gecenin karanlığında kaybolacak gibi azaldı. "Aslan Halkı belirli bir mesafeyi çok iyi duyar, bunu unutma!" Kaşlarımı çatarken başıyla ileriyi işaret etti. Virane, yıkık bina görünmüyordu bile ama Raiden dinlerse duyabilirdi. Kast ettiği buydu. "Bilmiyorsun Asra," dedi ardından. "Bilseydin bu bilgiyi benimle bile paylaşmaya korkardın. O yüzden bundan sonra bunu sadece kendine sakla."

Ona biraz daha yaklaştığımda sadece kaşları çatıldı ama silahına uzanmadı bile. "Bilmiyorum," dedim sesimi alçak tutarak. "Belki de bu yüzden siz de tam anlamıyla anlatmıyorsunuz. Hatta belki de beni yanınızda tutma sebebiniz tam da bu. Şu yağmacı Yılan lideri ya da Kartal kadın bir bahane. Söylesene Adara hangisi?"

Dudakları aralık kaldı ve birkaç saniye sadece bana baktı. "Kartal Kadın mı? Neyden bahsediyorsun sen?"

İfadesi tamamen benim yüzüme de yansıdı. "Benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Asra," dediğinde bu kez o bana yaklaştı, neredeyse aramızda hiç mesafe kalmadı. "Kartal Kadın durumunu açıkla bana! Hemen!"

Paniklemiş, belki de korkmuş halini kısaca süzdüm. Lian'ın böyle bir şeyi onlardan neden gizlediğini bilmiyordum. Aslında gizlediğini bile o an anlamıştım. Eğer bunu bilseydim çok daha öncesinde ortaya çıkarırdım ama böylesi çok daha iyi olmuştu. Çenemi dikleştirdim. "Bilgi mi istiyorsun?" diye sordum. "O halde bilgi ver Adara. İşe Vilas'ın nerede olduğu ile başlarsan sevinirim."

"Asra bu senin oyun oynayabileceğin bir konu değil!" diye çıkıştı.

"Sence oyun mu oynuyorum?" diye ben de atıldım öfkelenerek. "Arkadaşım elinizde ve ben onun iyi olup olmadığını bile bilmiyorum. Sizin esirinizim ve sürekli zarar görüyor, aşağılanıyorum. Nereye sürüklenirsem oraya gidiyorum. Buna mecbur bırakılıyorum! Boynuma yine bir kılıç dayanalı çok olmadı bile. Sence oyun mu oynuyorum?"

Geri adım atan o oldu, gardını indirdi ve sesli bir nefes verdi. "Arkadaşın iyi, bana ne kadar güvenirsin bilemem ama o, iyi. Arlo onu güvenli bir yere götürdü."

"Nereye?" dedim güvenme kısmını atlayarak.

"Bilmiyorum Asra, sadece..."

"Güvende mi diyeceksin?" diye çıkıştım. "Nerede olduğunu bile bilmezken... Sen buna inanıyor musun gerçekten?"

"İnanıyorum," dedi bastırarak. "Çünkü Arlo'ya güveniyorum. Ayrıca sizinle bir derdi bile yok onun, neden aksini yapmış olsun?"

"Çünkü deli bir prensi dinliyor!" dedim sesimi yükselterek. "Onun da bize neler yaptığı açık."

"Seni yaşattığı da," dedi tek kaşını kaldırarak.

"Öldürmesi gerekirken. Bunun kulağa ne kadar aptalca geldiğini anlamıyor musun sen?"

"İşte o da Kartal kadın meselesiyle ilgili belli ki," diye konuya geri döneceği açığı buldu. "Sana ne söyledi?"

"O kadın neden bu kadar önemli?" diye sordum ben de.

"Sana ne söyledi?" dedi her kelimeyi vurgulayarak. Belki cevap vermemişti ama hareketleri, ses tonu bunun hoşuna gitmediğini bağırıyordu adeta. Bu ayağıma gelen büyük bir fırsattı.

Hafifçe güldüm ve geriye adımlayıp ondan uzaklaştım. "Hiç..." dedim dudak bükerek. "Hiçbir şey."

"Asra!" dedi öfkelenerek.

"Ellerimi çöz," dedim sakin bir şekilde.

"Hayır!"

Omuz silktim. "Sen bilirsin."

Tekrar yürümeye başlamıştım ki beni durdurdu. "Tamam, kahretsin!" Arkama geçti ve ellerimi yavaşça çözdü. Merak duygusuna rağmen bunu canımı yakmadan yapmaya çalışması takdir edilesiydi ama etmeyecektim. Tam karşıma geçtiğinde, "Anlat," dedi hemen.

Bileklerimi ovuşturma hissinden kurtuldum çünkü yaralar daha da acıyacaktı. "Aslında prensinin bunu size söylememesine anlam veremedim ama bu yolculuğun asıl amacı yağmacı yılanlar falan değil. Zindandan bir Kartal kadını kaçırmak istiyor." Aslında zindanda bir Kartal olduğundan bile emin değildi ama yalan söylediğimi düşünmüyordum. Lian'ın bu işe girmesinin asıl nedeni o kadındı. "Beni de bu yüzden yanında götürmekte ısrarcı çünkü zindanlara çok kez girip çıktığımı ve Yılan zindanları hakkında bilgi sahibi olduğumu biliyor. Sen de söyledin, belki de öldürülmem gerekirken beni yaşatmak istemesinin asıl nedeni de budur."

Ellerini sıkıntıyla saçlarından geçirdi ve "Kahretsin!" dedi hırıltılı bir sesle. "Annem haklıydı."

"Hangi konuda?" dedim merakla.

Ama beni duymamış gibiydi. Yine kendi kendine öfkeyle mırıldandı. "Bana nasıl söylemez, beni buna nasıl dahil edebilir?"

"Belki Arlo biliyordur," dediğimde başını hızla bana çevirdi. "Ne de olsa ırkından biri."

"Bilseydi bana söylerdi," diye mırıldandı ama emin değildi. Sesinden açıkça belliydi.

"Sen öyle diyorsan," dedim dudak bükerek.

"Arlo... Kahretsin."

Şüpheye düşüşünü izlemek keyifliydi. Neredeyse buna kirli bir şekilde gülümseyecektim. Sesli ve öfkeli soluklarını dinledim, sakinleşmeye çalışıp başarısız olması daha da keyiflenmemi sağladı. Sonunda hızla yürümeye başladı. Sadece arkasından yürüdüm. Islıklar eşliğinde keyifle yürüdüğümü hayal ederek...

Sonunda yıkık bina göründü. Raiden kenarı yıkılmış bir duvara yaslanmış etrafa bakarken kılıcı elinde çevirip duruyordu. Adara'yı görünce kılıcı omzuna yasladı, bana bakmadı bile. Adara hızla onun karşısına dikildi ve yakasını kavradı. Raiden bunu beklemediği için afalladı. "Biliyor muydun?" dedi Adara öfkeyle.

"Neyi?" dedi Raiden. "Sen iyi..."

"Kes şunu!" diye bağırdı Adara. "Lian'ın aslında o Kartalı kurtarmaya gittiğini biliyor muydun Raiden?"

Raiden kalakaldı, cevap veremedi ama bu da bir cevaptı. Biliyordu, muhtemelen Arlo da biliyordu. Belki de o en başından beri biliyordu. Elbette... Bir Kartal neden Aslanlarla dolaşırdı ki zaten? Belki de Kartalın tek odak noktası Adara değildi. O kadınla bir bağı vardı.

Peki böyle bir durumda Adara neden ona bu kadar yakın olmasına izin vermişti?

Kafam yine karıştı ama şu an bu konu üzerinde duramazdım. Daha sonra bu meseleyi çözebilirdim. Mesela hepsi birbirine girip dökülmeye başladıklarında. Bunun çok uzak olmadığını da görebiliyordum artık.

"Sana söyleyecekti," dedi Raiden sonunda.

"Ne zaman?" diye bağırdı Adara.

"Muhtemelen Yılan Topraklarına geçince," dedim fikir belirterek ama gerçek buydu çünkü Adara o zaman geri dönemezdi. Mecburen orada, onlarla hareket etmek zorunda kalırdı ama şimdi işler değişmişti.

Raiden bana ölümcül bakışlarını gönderdi. "Sen... Sen ne zaman burnunu işlerimize sokmamayı öğreneceksin Yılan?"

Ellerimi kendimi savunur gibi havaya kaldırdım. "Bana kimse bunun bir sır olduğunu söylemedi. Söyleseydi eğer daha iyi bir anda kullanmayı seçerdim."

İşte Lian'ın bana bunu söylememesinin sebebi buydu. Babasına söylemekle tehdit ettiğimde çok rahat davranmıştı. Belki de şu ana kadar bunu dile dökmeme nedenim onun o zaman sergilediği o rahatlıktı. Hepsinin haberi olduğunu sanmıştım. Lian'ın hesap edemediği şey ise tam yeri ve zamanında dile dökmemdi. Bunu değil o, ben bile hesaplayamazdım.

Raiden öfkeyle çıkışacaktı ki Adara yakasındaki elleriyle onu sarsarak bıraktı. "Söylemeseydi bundan kim biir ne zaman haberim olacaktı? Ve sakın bu yüzden onu suçlama! Beni böyle bir şeye sürükleyemezsiniz."

"Ne yapacaksın?" dedi Raiden da öfkelenerek. "Onu arkasından vurarak saraya mı koşacaksın? Sen onun kardeşisin."

"Evet!" diye bağırdı Adara. "Ben onun kardeşiyim ve aptalca şeyler yapmasına sizin aksinize izin vermeyeceğim."

"Aptalca şeyler mi?" dedi Raiden gülerek. "Bunu söyleyen kim? Bir asker mi yoksa bir prenses mi?"

Bu konuyu çok anlamış sayılmazdım hala ama anladığım bir şeyler de vardı. Bilincisi elbette Kartal kadın saray tarafından bir tehdit olarak görülüyor ve istenmiyordu. İkincisi muhteşem eşkıya Aslan grubu dağılmaya çoktan başlamıştı.

"Prenses öyle mi?" dedi Adara hayret eder gibi. Birden Raiden'ı itti ve Raiden sırtını duvara çarpttı. Birkaç küçük taş parçası yere yuvarlandı. "Bunun krallığımla hiçbir ilgisi yok. Hiçbir bok bilmiyorsunuz siz! Lian da bilmiyor! Bilseydi eğer bu yola hiç girmezdi."

Saray olaylarına yabancı değildim ama bir Aslan Sarayının olaylarını da merak ettiğimi söylemek yalan sayılmazdı ve Adara birazdan bana kullanacak birkaç malzeme daha verecek gibiydi. Hatta belki de bu hayatımızı yeniden kazanmak için kazanacağım o kozdu.

Ta ki bir ok Raiden'ı omzundan arkasındaki duvara mıhlayana kadar...

Ne olduğunu anlayamadan elim belime gitti, elbette kılıcımın orada olmadığını tekrar acı bir şekilde anladım. Adara döndüğünde onun elinde bir kılıç vardı ve beni hızla yana doğru itti. "Yağmacılar!" diye bağırdı Raiden. Oku kırıp kılıcını çekti, Yılan Yağmacılar o an ağaçların arasından çıktı ve üzerimize oklar yağmaya başladı.

Küfrettim ve korunabileceğimiz tek yer olan yıkık binaya girip yere çöktüm. Sırtımı duvara verdiğimde Raiden ve Adara da hemen yanımdaydı. Birbirimize baktık. Ne yapacağımızı konuşmak için kısıtlı zamanımız olduğunu düşünmüştüm ama düşünmek için bile zamanımız olmadığını karşımızdaki tek sağlam duvarın üzerinden hızla atlayan birkaç yılanla anladım.

Raiden ve Adara hızla ayağa kalkıp ileri atıldı ve ikisi de bacaklarına isabet eden iki okla yere serildi. Çekilen kılıçlar onları hedef gösteriyordu artık. Ben ise yapabileceğim tek şeyi yapıp ellerimi kaldırdım. "Ben sizdenim."

Elbette içeri giren Kara Yılanı hesap etmemiştim. O başıma şiddetle vurduğunda hatırladığım son şey beni onaylaması olmuştu. "Evet, bizdensin."

⚔⚔⚔

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki, ya bölüm?

Nedir bizim bu yağmacılardan çektiğimiz 🥹

Acı bir gerçeği dillendirmem gerek, bir dahaki bölüm artık Aslan topraklarında olmayabiliriz 😈

Ve yine bir dahaki bölüm yeni karakter kilidi açılıyor ve benim en favori karakterlerimden biri hikayemize dahil oluyor.

Hangi ırktan olabileceği hakkında fikri olan var mı?

O zaman size bir ipucu:

Neyse o zaman karakter geldiğinde siz yorumları ne ile dolduracağınızı biliyorsunuz 😎

Neyse o zaman karakter geldiğinde siz yorumları ne ile dolduracağınızı biliyorsunuz 😎

Lütfen oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın!!!

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz

Der ve S.Mare kaçar 💃

 

Loading...
0%