Yeni Üyelik
18.
Bölüm

1.17 - Kırmızı Bir Çiçek

@e.smare


Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Bu bölümle bir emoji daha isteyeceğim sizden... Bölümü okuyup gelin ve o emojiyi de buraya bırakın... (Ne olduğunu anlayacaksınız, zaten aşağıda bir ipucu da var 😈)

Keyifli Okumalar...

🎶

Saint Mesa - Wolf

🎶

Instagram: e.s.mare
Esmare_den

Tiktok: Esmareden (Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz.)


"Git prenses.
Geri geldiğinde sorularını sorarsın.
Bir de bana kırmızı bir çiçek getir, teşekkür hediyesi olarak."

 

Planlar kurmuştum, hepsi de çok güzel ilerliyordu. Önce Aslanları birbirine düşürüp bölmüş, sonra yol alacakları araçlarını ellerinden almıştım ve yine onları birbirine düşürecek bir yol daha bulmuştum. O yol, Kartal Kadın, bana istediğim şeyleri de verecekti. Vilas'ı... Sonrasının bir şekilde yine özgürlüğümüze açılacağını düşünmüştüm. Vilas'ı bulduktan kurtuluşumuza açılacak bir şeyler bulacağımdan emindim.

Şimdi ise yine esirdim. Bir kafeste gözlerimi açmıştım. Birbirine düşürmeye çalıştığım o Aslanlarla beraberdim. Hepimiz zincirlenmiştik ve bundan daha kötüsü...

Yılan topraklarındaydım.

Gözlerimi Yılan Topraklarına açtığımda tüm planımın aslında bana döndüğünü anlamıştım. Kahrolası yağmacılar sanki o anı beklemişti. Planımın içine edecekleri anı kovalamıştı. Ya da kaderin benimle kesinlikle bir zoru vardı. Başka türlü şu an bulunduğum durumu açıklayamazdım.

Adara ve Raiden sessizce etraflarına bakıyorlardı. İkisinin de bacağına kanla kaplanmış bir kumaş sarılıydı, kıyafetlerinden birer parça olmadığına göre bunu onlara yılanlar vermişti ya da yapmıştı. Yine de bu ikisini öldürmek yerine esir aldıklarını açıklamıyordu.

Başka bir sorun daha vardı. Ak Yılanlar ve Kara Yılanlar ne zamandır birlikte hareket eder olmuştu? Yağmacıların çalışma şekillerini az çok bilirdim ama bildiklerim arasında bu yoktu. Yılan ırkı parçalanalı uzun yıllar oluyordu ve birbirleriyle çalışmak bir yana çoğunlukla karşılaştıkları an kavga ederlerdi.

Peki o Kara Yılan ne demek istemişti? Bizdensin... Ben onlardan değildim.

"İyi misin?" diye sessizce sordum Adara'ya. Kabul etmek istemesem de bu durumdan kurtulmak için birine ihtiyacım olacaktı ve o biri asla Raiden olamazdı.

"Asıl sen iyi misin?" dedi öfkeyle. "Saatlerce baygındın ve dakikalar boyunca da gözlerin açık öylece bakıyorsun. Seslenmeme bile tepki vermedin."

Seslenmiş miydi? Duymamıştım. Dakikalardır etrafa baktığımı bile fark etmemiştim. Korkuyordum. Tekrar kendi topraklarıma geri dönmek tahmin ettiğimden bile daha ürkütücüydü. Şu an belki başkentten uzaktaki şehirlerden birinin sınırlarındaydık, başkentte bile beni tanıyabilecek insan zorken burada tanıyacaklarını sanmıyordum ama yine de ürküyordum. Beni korkutan şey ölüm gibi keskin bir son değildi. Beni korkutan şey tekrar o saraya dönmek, annemle yüzleşmekti. Beni korkutan Kara Yılan Veliahdının beni bulmasıydı, zorunda bırakıldığım bir evlilikle yüzleşmekti.

O evliliğin bana getireceği her şey zehirliydi, ölüm bile bundan iyiydi.

"Asra!" dedi Adara sertçe. Bunun da birkaç kez seslenmenin son vuruşu olduğunu o an anladım.

"Sessiz ol!" dedim aniden. İsmimi söylememeliydi. Her ne kadar Yılan halkı beni Prenses Marian olarak bilse de bu da bir riskti. Adara bu tepkime karşılık şaşırınca toparlamaya çalıştım. "Dikkatlerini çekmek istemezsin."

Raiden başını parmaklı kafesin demirlerine yaslarken güldü. "Kafana daha sert vurmalılardı. Aptallığın bana artık çok ağır geliyor."

"Raiden inan bana, bunun şu an sırası değil!" diye çıkıştı Adara.

"Ne zaman sırasıydı ki zaten?" dedi Raiden gözlerini karşısına dikerek. "Ben sana söyleyeyim, en başında. Kahrolası Yılan her şeyi bombok etmeden hemen öncesinde. O koca çenesini tutamayıp sana her şeyi ötmeden. İşte o zaman bu durumda olmazdık."

"Şimdi de onu mu suç-"

Raiden birden dikleşti ve "Elbette onu suçluyorum," dedi hırıltılı, sert sesiyle. "Eğer sana söylemeseydi, kavga ediyor olmazdık. Lanet Yılanların ayak seslerini duyardık en azından. Tedbirli olurduk."

Adara bir şey söyleyecek gibi oldu ama atın üzerinde yanımızda ilerleyen Yılanlardan biri kılıcıyla demir parmaklıklara vurdu. Aslan dilinde konuştu ve dilinden tiksinti aktı. "Çenenizi kapatmazsanız, kendinizi onu kullanamayacağın bir durumda bulursunuz."

Anlamıyordum, eğer bilgi edinmek istemiyorlarsa neden iki Aslan'ı rehin almışlardı. Eğer bilgi edinmek istiyorlarsa neden susmamızı istiyorlardı, sonuç olarak yaptığımız her konuşma onlar için bir bilgiydi ve konuşmamız onların yararına olurdu.

"Hey!" diye bağırdım birden. Adara az önce sessiz olması için uyarmış olmamdan ötürü olsa gerek bana şaşkınlıkla baktı. Hatta Raiden da öyle. "Aslanlardan ne istiyorsunuz?"

Yılan tiksinti ile bana baktı. Aslan dilinde konuşmamdan olduğunu düşündüm. Kendi dilimden bu denli uzaklaşmış olduğumu bend e o an fark ettim.

Adara sesli bir nefes verdi. "İntikam," dedi. Başını demirlere yaslayıp çenesini kaldırdı ve bana baktı. "Üç kişi değillermiş."

"Ne?" dedim, neyden bahsettiğini hiç anlamamıştım.

Raiden aşağılayıcı bir yüz ifadesi takındı. "Yağmacılar Yılan," dedi bıkkın bir sesle. "O gün öldürdüklerimiz ve yakaladığımla üç kişi ediyor. Sayı saymayı biliyorsun değil mi? Ve kız sana diyor ki, bir kişi daha varmış. Anlayacağın, ki bundan şüpheliyim, bu leş torbaları zaten bizi arıyorlarmış."

Hakaret etmesiyle atın üstündeki Yılan kılıcı sırtına dayadı ve tıslarcasına konuştu. Aslan dili ağzından yuvarlarcasına döküldü. "Tekrar et de iğrenç kanınla yıkanayım."

Raiden dişlerini sıktı, Adara ona uyarıcı bir bakış attı. Şükür ki aptal herif sustu. Sonunda at arabası şehrin içine girdiğini insanların yükselen sesleriyle ve yanından geçtiğimiz binalarla belli etti. Güneş doğalı en fazla bir saat geçmiş olmalıydı, dükkanlar ise yeni yeni açılıyordu. Hala dışarıda çok fazla kişi olmasa da başımı eğdim. Bu Raiden'ın gözünden kaçmadı. Şüphe yerleşen bakışlarını yüzüme dikti. "Aranıyorum," diye fısıldadım, Yılanlar duyamasa da o duyardı. O bir Kaplandı, aptal ve öldürülesi.

Alaycı bir şekilde dudağının sağ kıvrımı hareket etti ama gözlerini üzerimden çekmedi. At arabası ıssız bir sokağa girdiğinde kafesin kapısını açtılar ve ite kaka bizi bir çiftlik evine soktular. Merdivenleri yine sürükleyerek indirdiler. Uzun ve pis koridordan geçerken yanımızdaki odalardan acı çeken inleyişler duyuldu. Sonunda da üçümüzü de ayrı ayrı odalara fırlattılar. Her yanı küflerle kaplı, zemini böcek ve fare pislikleriyle dolu, farelerin etrafta gezindiği bir odanın zeminine çarpan sırtım acıyla yandı, karnımdaki yara sızladı.

Bileğimdeki zincirler beni zorlasa da zeminden destek alarak doğruldum ve kapıya ilerledim. Parmaklıklı küçük bir penceresini kavradım ve beni içeri tıkan adamın ardından bu kez Yılan dilinde bağırdım. "Ne zamandan beri Ak Yılanlar Kara Yılanlarla çalışıyor?"

Başka şeyler de sorabilirdim ama bu cevap verebilecekleri tek tük sorudan biriydi. Ak Yılanlar, Kara Yılanları sevmezdi, her ne kadar beraber çalışsalar da birbirlerine bakışları hala o duyguyu taşıdıklarını kanıtlamıştı ve ben basman gereken o damarı bulmuştum.

Adam durdu. Karşımdaki pencereden Adara'nın yüzünü gördüm, her ne kadar bacağındaki yaradan canı yandığı belli olsa da o da, merakla adama bakıyordu. Ak Yılan döndü ve öfkeli gözlerini üzerime dikti. "Üstelik belli ki bir Kara Yılan'dan emir alıyorsunuz," diyerek üzerine gittim.

Yılan dişlerini sıktı ve tıslar gibi nefeslendi. "Çeneni kapat, yoksa bunu zevkle ben yaparım."

"Gururunuz yok mu sizin?"

"Asra!" dedi Adara sessiz ama uyarıcı bir sesle.

"Ya senin?" dedi Yılan, iğrenircesine Adara'ya baktı. Raiden'ın hemen yanındaki odanın parmaklıklarında belirmesiyle onu da süzdü ve gözlerini tekrar bana çevirdi. "Kara Yılanlar en azından ırkımızdan, peki ya Aslanlar, onların sürtüğü olmak sana nasıl hissettiriyor?"

"Onların esirleriydim," dedim ben de Yılan dilinde.

Yılan güldü. "Bana pek esir gibi görünmemiştin. Kendi topraklarında bile onların dilini kullanıyorsun. Kim bilir belki de öldürmeden..." Raiden'a baktı ve ilk defa ortak dil, Aslan dilini, kullandı. "Birinin altına yatmanın yolunu da bulmuşsundur."

Raiden'ın rengi soldu, kusacak gibi göründü. Ve gerçekten yana eğilip öğürdü. Yılan kahkaha attı. "O halde iş birlikçisin," dedi Yılan, Yılan diline dönerek. "Bu da diğer ihtimal kadar mide bulandırıcı." Yüzü yine sertleşti. "Onlarla beraber deşilmeni izlemeyi keyifle bekliyor olacağım. Tabii öncesinde Garsi'nin aradıkları kişi olup olmadığına bakması gerekiyormuş." Yüzünü buruşturdu. "Dua et de kocan bir çiftçi çıkmasın. Bu onu daha çok sinirlendirecektir."

Arkasını dönüp giderken Adara da Raiden da bana baktı. "Ne söyledi?" dedi Adara. "Daha da beyazladın birden."

Başımı aşağı eğdim ve bluzumun kolunu yukarı sıyırdım. Sargı çözülmüştü ve kahrolası yanık izi biraz daha iyileşmişti. Diş izleri belirgin değildi ama bir yılan yakından baktığında bunu görebilirdi. Belli ki görmüşlerdi ve evli olduğumu biliyorlardı artık. Kahretsin ki artık aradıkları o kişinin ben olduğuma da emindim.

Başımı kaldırıp Adara'ya baktım, yüz ifadelerini süzdüm. Lian Yılan dilini biliyordu ama diğerlerinden hala emin değildim. Numara yapıyor da olabilirlerdi. O yüzden Yılanın söyledikleriyle tutarlı yalanlar bulmaya çalıştım ve sakin kalmak için kendimi zorladım. "Sanırım evli olmamı umuyorlar, kocamdan para koparmak için. Beni araştıracaklar." Geriye adımlayıp sesli bir nefes verdim ve elimi saçlarımdan geçirdim. "Başım büyük belada artık. Bir kocam yok ama Kraliyet tarafından aranıyorum çünkü kraliyete ait bir kılıç çaldım. Garsi denen adam beni tanırsa ki, ellerine çirkin çizilmiş bir resmimin olması yüksek bir ihtimal, beni onlar bile öldürmez. Kraliyetin önlerine attığı birkaç altınla halkın önünde idam edilirim. Üstelik artık o kılıca da sahip değilim."

"Garsi aradığımız Yağmacı lideri," dedi Raiden. Belki de ilk defa beni aşağılamak, birkaç sözle iğnelemek yerine asıl konuya odaklanmıştı. Arada kafası mantıklı çalışabiliyordu demek ki. "Onu yakalayabilirsek..."

"Yakalayabilirsek mi?" dedi Adara öfkeli bir gülüşle. "Ne durumda olduğumuzun farkında mısın sen? Yılan topraklarındayız ve esiriz. Dahası yaralıyız. Lian ve Arlo nerede bilmiyoruz. Arkamızdan gelemezler çünkü bizi Yılan topraklarına Asra geçirecekti."

"Es bir şekilde artık istediğiniz o topraklardasınız," dedim alayla. İkisi de öfkeli gözlerini üzerime çevirince ellerimi görebilecekleri şekilde kaldırdım. "Pekala, kaçmamız gerek ve benim bir planım var."

"Neymiş o?" dedi Raiden gözlerini kısarak. İşte o aşağılayıcı ifade kısa sürede geri gelmişti.

"Keskin duyuş özelliğiniz var değil mi?" dedim ve dudak büktüm. "Az çok etrafta kaç kişi olduğunu, nerelere koşullandıklarını duyabilirsiniz. Yukarıdan kaçmamız mümkün değil ama..." Gözlerimle koridorun sonunu işaret ettim. "Belli ki diğer tarafta bir çıkış yolu daha var."

"Diyelim ki orada bir çıkış yolu gerçekten var," dedi Raiden. "Hatta ne kadar adam olduğunu da tahmin edebildik. Ya sonra? O adamları alt etmek için bize silah gerek. Silahı bulsak bile çıkış olduğunu bilmek bizi kurtarmaya yetmez. İzleyeceğimiz yolu bilmiyoruz çünkü. Kendimizi daha büyük bir hedef haline getirmekten başka bir şeye yaramaz bu."

"Üstelik kilitliyiz," dedi Adara.

"Siz Aslan halkındansınız." Ses yan tarafımdaki odadan geldi. Adara ve Raiden'ın gözleri oraya dönerken adam tekrar konuştu. "O kilitler Aslan halkının gücüne göre yapılmadı çünkü halkınız buralara çok getirilmez. Aslanlar halkından birini yakalasalar bile esir almak yerine öldürürler."

"Sen de kimsin?" dedi Raiden.

Adamın yüzünü göremiyordum ama sesi yaşının çok da büyük olmadığını gösteriyordu. Raiden'a cevap vermek yerine konuşmaya devam etti. "Diğer tarafta bir çıkış var ama yağmacıların odaları da orada. Burada adamlarının olmamasının nedeni bu. Odadan çıkmayı başarsan bile orada büyük sürprizle karşılaşıyorsun. Bazen bazı esirlerin kapılarını bilerek kilitlemezler ve o aptallar da sizin gibi düşünüp oradan kaçmaya çalışır. Yağmacıların sadist oyununa düşerler ve inanın bana kolay bir ölüm için yalvaracak duruma gelirler. Yüksek ihtimalle sizi öldürecekleri gün aynı numaraya başvuracaklar."

Adara'nın gözleri irileşti, buna anlam veremedim çünkü yağmacılardan daha azını beklemiyordum. Şaşırdığı şeyin adamın söylediklerinden çok başka bir şeye olduğunu konuştuğunda anladım. "Sen... Ormanın Hakimi adına! Sen bir Kurtsun!"

"Hadi oradan!" dedi Raiden da şaşırarak.

Benim de dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Kurtlar büyük yıkımdan çok öncesinde yurtlarını değiştirmişlerdi. Eskiden Kartal Krallığının ve Ejder Krallığının bir bölümünün onların olduğu söylenirdi. Şimdi Ejder Krallığının yerinde de Kara Yılan Krallığı ve birkaç krallık vardı. Topraklar yıllar içinde farklı kişilere hizmet edebiliyordu, bu sadece biraz kan akıtmaya bakardı. Kurtlar belki de o yüzden Tarafsız Toprakların arkasına yerleşmiş ve kimseyle bir bağlantıları olmamasını istemişti. Tarafsız Topraklarda her ırktan insan olduğunu duymuştum ve savaş istemeyen belki de tek topluluktu.

Şaşırtıcı olan bir Kurdun onca yolu açıp neden Yılan Topraklarına geldiğiydi ve o Kurt neden bizi hiç duymuyormuş gibi davranıyordu.

"Birkaç saat sonra," diye devam etti. "İçmeye başlayacaklar. Bu kafaları biraz daha dağılacak demek. Aynı zamanda bu, o yönden giderseniz sizi çok daha kötü bir muamele bekliyor demek."

"Neden buradasın?" dedi Raiden, hala şaşkın haliyle.

"Tabii kimsenin fark edemediği ve muhtemelen ben söylemesem sizin de fark edemeyeceğiniz bir çıkış yolu daha var," dedi Kurt. Adara yüzünü buruşturarak bana baktı, Kurdu yadırgadığı açıktı. Ben de yadırgıyordum aslında, nasıl göründüğünü bilmesem de konuşmalarından normal biri olmadığını kolaylıkla anlamıştım. "İleride koridor ikiye ayrılıyor. Birinde yine esir odaları var ve sonunda da bir çıkış yok. Diğer yol Yağmacıların odalarının olduğu koridora giriyor."

"Sen tüm bunları nasıl biliyorsun?" diye sordu Adara. "Uzun zamandır mı..."

"Siz çıkış olmayan yola gireceksiniz," dedi Kurt onun konuşmasını bölerek. "Koridorun tam karşısında bir oda var. O oda yılanlara ait, hayvan olan yılanlara. Bazen bazı esirlerin yılan deliklerini açık bırakıp yılanları serbest bırakırlar ve yılanlar o odaya yılan deliklerinden sızıp esirle ziyafet çekerler."

Adara'nın bakışları aşağıya indi, Raiden da aynısını yaptı. Bahsedilen yılan deliklerini arıyorlardı. Gözlerimi kapının iki yanındaki duvarlara çevirdim. Yılan delikleri duvar dibindeydi ve çelik sürgülerle kapalıydı. İçerisinin karanlığı ilk bakışta göze çarpmamasını açıklıyordu.

"Yılan ırkından olmayan biriyle herhalde, yılanlar Yılan ırkıyla beslenmez çünkü," dedim kendi kendime konuşur gibi ve ummadığım bir şey oldu. Bizi duyamamış gibi konuşan o Kurt sözlerime cevap verdi.

"Günlerce aç bırakılsan sen bile kendi ırkını pişirip yiyebilirsin ama bugün şanslısınız. Onları sabah beslediler. Yine de siz... Aslan ve Kaplan... Dikkatli olun, bir yılanın çatallı dili sizin kokunuzu nerede olsa alır. Önden Yılan kızın gitmesine izin verin ki onları daha fazla ürkütmeyin. Yılanları salın, odaya girin ve üst taraftaki mazgalı açın. Mutfağa çıkacaksınız. Mutfaktan arka bahçeye açılan bir kapı var. Elbette dışarıda da askerler. Onları bir şekilde atlatma işini sizin zekanıza bırakıyorum. Başarabilirseniz sola ilerleyin. Demir parmaklıklı bir kapı bulacaksınız. Kapıyı aşarsanız halkın arasına karışıp izinizi kaybettirebilirsiniz."

"Sana neden güvenelim?" dedi Raiden kuşkuyla. "Belki sen de yağmacıların bir oyunusun."

Kurt beni yanıltmadı ve ona cevap vermedi. "Ne yaptığınızı anlamaları ortalama beş dakika sürer. O yüzden hızlı olmanızı tavsiye ederim."

"Sen bizi duymuyor musun?" dedi Raiden sinirlenerek.

Kurt sadece, "Vakti geldiğinde size haber veririm," dedi ve sessizliğe gömüldü. Ne Adara'nın ne de Raiden'ın yönelttiği soruları duydu. Nedendir bilmem bana cevap vereceğini düşündüm ama benim sorularımı da duymazdan geldi. Bir süre sonra biz de ona soru sormaktan vazgeçip söyledikleri ile hareket edip etmemeyi tartışmaya başladık. Başka bir yol bulamadığımız için sonunda denemeye karar verdik. Hatta Raiden bunu en önce kabul eden oldu. Benim için sorun değildi, burada ne kadar kalırsam benim için tehlike o denli artıyordu. Garsi denen adam gelmeden bir şekilde kaçmalıydık.

Zaman akıp giderken biz de sessizliğe gömülmüştük. Kurdun tekrar konuşacağı anı bekliyorduk. Aynı zamanda sırtımı duvara verip başımı önüme eğerek başka şeyler de düşünüyordum. Mesela biz düğünden kaçtıktan sonra neler olmuştu? Kara Yılanlar ülkelerine dönmüş müydü? Belki de beni bir süre aramış ve sonunda ülkelerine geri dönmüşlerdi.

Yağmacı Yılan arandığımı anlamamı sağlamıştı ama beni arayan bizzat annem de olabilirdi. Diğer yandan Kara Yılanların ülkelerine dönmeleri demek ateşkesin de başlamadan bittiğinin bir göstergesi olurdu ama yağmacılar bizi buraya getirirken halkı görmüştüm, sakindiler. Ateşkes başlamadan bitseydi ve Kara Yılan Veliaht Prensi bunu Ak Yılan Kralından bilirken daha büyük bir savaşın patlak vermesi lazımdı.

Ak Yılanların ve Kara Yılanların yağmacı olarak bile birlikte hareket etmesi de başka bir konuydu. Olası bir savaş durumunda yağmacılar bile bu şekilde hareket etmezdi.

Başım ağrımaya başlamıştı. Her ne kadar yeni hayatımın ilk kuralı, ardımda bıraktığım hayatı sorgulamamak olsa da o kural çoktan yıkılmıştı. Kaçtığım o topraklara geri dönmek bir yana ben yeni bir hayata bile başlayamamıştım. Özgürlük istemiştim ama her seferinde kendimi yine bir tutsaklıkta bulmuştum. Kaderim sanki tek kelime üzerine kurulmuştu.

Tutsak...

"Vakti geldi," diyen Kurt ile düşüncelerden sıyrıldım, sanki işaret verilmiş gibi ayağa fırladım. Kapıya geldiğimde Adara ve Raiden'ı da kendi kapılarının önünde buldum. "Kapıları kırın!"

Raiden bir an tereddütlü göründü ve aniden sanki, aslında hep bunu bekliyormuş gibi, kapıya şiddetle vurdu. Şükür ki kapı yere devrilmedi ve sadece kilidin kırılmasıyla kaldı. Raiden etrafı dinlerken Adara da kendi kapısının kilidini kırdı ve ben, Aslanların kadınlarının bile fiziksel güçte nasıl iyi olduklarını anladım. Ben elbette o kapıyı tek bir darbeyle açabilecek kadar kas gücüne sahip değildim. Bizim gücümüz esneklikten gelirdi ve çoğu zaman fiziksel güç çevikliğimize yenilirdi.

Adara hızla kapıma gelirken hafifçe aksıyordu ve belli ki az önce kapıya indirdiği tekme yarasının tekrar kanamasına neden olmuştu. "Geri çekil!" dedi. Sert bir tekme ile benim kapımın kilidi de kırıldı ve acıyla tıslandı.

Dışarı çıktığım an hemen yan odanın küçük parmaklıklı penceresinin önüne geldim. Kurt odanın ışıksız yerinde oturuyordu. Görünen tek yeri yıpranmış kül rengi çizmeleri ve yırtılmış kol yenleriydi. "Adara," dedim hızla. "Bunu da kır!"

Kurdun başını kaldırdığını gördüm, gövdesinin büyük bir kısmı sadece bir gölgeydi ama bana baktığını hissettim. "Hayır," dedi sakin bir sesle. "Ben böyle iyiyim."

"Ne?" dedim yüzümü buruşturarak.

"Vaktimiz yok, hadi!" dedi Raiden.

"Haklı," dedi Adara. "Gelmek istemiyorsa vakit kaybetmemizin anlamı yok."

"Saçmalamayı keser-"

"Onları dinle!" dedi Kurt. Raiden ilerlemeye başladı. Adara da bana dudak büküp ardından ilerledi. Adara hala aksıyordu ama Raiden hem omzundan hem de bacağından yaralı olmasına rağmen hala dik ve sert yürüyordu. Dayanıklılığına hayran olmamak elde değildi, Kaplan feci dirençliydi.

"Git!" dedi Kurt. "Merak etme, geri geldiğinde konuşacak bol bol zamanımız olacak."

"Bu... Bu bir tuzak mı?" dedim tedirginlikle. Başımı çevirip Adara ve Raiden'a bağıracaktım ki sesiyle tekrar ona döndüm.

"Tuzak kuran ya da kuracak olan ben değilim," dedi Yılan dilinde. "Ama eğer onları geri çağırırsan kaderin bambaşka bir yol alır. Bana güvenmiyorsan sen bilirsin prenses." Ağzımdan bir küfür süzüldü. Kurt beni tanıdığını anladığımı fark ettiğinde güldü. "Git prenses. Geri geldiğinde sorularını sorarsın. Ah, şey... Bir de bana kırmızı bir çiçek getir, teşekkür hediyesi olarak."

Çiçek mi? Bu Kurt kesinlikle delirmişti ve o çatlak Kurt beni tanıyordu. Neden aniden ortaya çıkan herkes beni tanıyordu. Kahrolası Ak Yılan sarayında bile beni tanıyabilecek kişi sınırlıyken üstelik.

Adara'nın seslenişiyle dilimin ucundaki her şeyi yuttum ve bir adım daha geriledim. Sonra döndüm ve koştum. Adara ve Raiden'a koridor ayrımında yetiştim. "Hızlı olmamız gerektiğini anlamamış olsan bile en azından o aptal kurdu dinleseydin," dedi öfkeyle Raiden. Başını iki yana sallayıp hızla sol koridora saptı. Yine de söylenmeyi ihmal etmedi. "Kurt bize bir tuzak kurmuşsa onunla beraber seni de öldüreceğim."

Adara, "Sakinleş," dedi bana. "Titriyorsun. Buradan çıkacağız, öyle ya da böyle."

Başımı salladım. Raiden'ın ardından hızla ilerledik. Odalardan sadece hafif inlemeler geliyordu, kimse ayak seslerinin kime ait olduğuna bakmamıştı. Bunun iki nedeni olabilirdi, ya perişan haldelerdi ya da bizi yağmacılardan sanarak bir köşeye sinmişlerdi. Hangisi olduğuna bakmayacak kadar akıllıydım.

Sonunda koridorun sonundaki odaya gelmiştik. Diğer odaların kapılarının aksine bu kapı daha genişti. Penceresi yoktu ve sert çeliktendi. Raiden'ın kilidini kırması bile biraz zaman aldı. Eğer şu an Aslanlar tarafından esir tutulsaydık şüphesiz bu sesleri çoktan duymuş olurlardı ama Yılanlar o kadar iyi duymuyorlardı, üstelik Kurt haklıysa şu an biraz da sarhoşlardı. Haksızsa muhtemelen birazdan kendimizi aç bir yılan sürüsünün içinde bulacaktık. Belki de direkt yağmacıların karşısında.

Raiden kilidi kırdığında kapıyı açmadı, başını bana çevirdiğinde ileri adımladım. Raiden ve Adara arkama geçti. Derin bir nefes aldım ve yaşanacak şeyi geciktiremeyeceğimin farkında olarak kapıyı açtım. Yılanlar akar su gibi etrafımızdan süzüldüğünde Raiden kısık sesle art arda küfretti. Adara ise tiksinti dolu bir sesle bluzumu kavradı. Yılanlar o kadar fazlaydı ki onların odayı tamamen boşalmasını beklemek bize sadece vakit kaybettirirdi. O yüzden içeri girdim. Ben yılanların arasında olmaya alışkındım, hatta şu an günlerdir olmadığım kadar mutlu bile sayılırdım ama Raiden şüphesiz birazdan bağırmaya başlayacaktı. Adara bile artık küfrediyor ve ayağına sarılamaya çalışan yılanları tekmeliyordu.

Gülmemek istedim ama dayanamadım. İkisinin öfkeli bakışlarının odağına beni aldığını bilsem de başımı tavana çevirdim. Metal, uzun bir plaka tavanın sol köşesinde kalıyordu. Tam oranın altında da yiyecek kırıntıları vardı, sadece kırıntılar çünkü yılanlar besinleri bütün yutardı. Adara'ya orayı işaret ettim. "Açabileceğini umuyorum."

Adara göz devirdi ve beni arkamdan itekleyerek plakanın altına getirdi. Tek başına hareket etmemesini Kurdun söylediklerine artık tamamen inanmasına yordum. Birkaç saniye sessiz kaldığında yukarıda birinin olup olmadığına emin olmak için dinlediğini anladım. Kimseyi duymamış olmalı ki, "Raiden!" dedi başını ona çevirerek. "Kaldır beni!"

Raiden hızla onu belinden kavradı ve kolayca kaldırıp omuzlarına aldı. Adara metal plakayı yukarı itemeye çalışırken Raiden neredeyse yeşile dönen yüzüyle sürekli ayaklarını hareket ettirip duruyordu. Bunu yaralı olduğu için bile yapmıyordu, tiksintiden ölecek gibi olduğundandı.

Adara sonunda öfkelenerek, "Sabit dur artık!" diye çıkıştı.

"Söylemesi kolay!" dedi Raiden. "Çizmelerimle beraber ayaklarımı bile yakmak istiyorum şu an!"

Söylenmelerine sessizce güldüm, onun bu hali o kadar haz vericiydi ki. Keşke bir gün onu yılanlarla dolu bir yere atıp kapısını kapatabilseydim. O halde onu görmeme bile gerek yoktu, sesini dinlemek bile keyfime keyif katardı.

Adara sonunda metal plakayı kaldırıp yana itebildi. Beklemeden kendini yukarı çekti. Raiden'a yaralı elini uzattı ama onun iri cüssesinin ağırlığı daha onu çekemeden yüzünde sıkıntılı bir ifade oluşmasına neden olmuştu. Raiden elini tutup hızla kendini yukarı çektiğinde Adara yine küfretti. "Kolum... Kesinlikle çıktı."

"Hadi!" dedim hızla.

Adara aşağı tekrar eğildi ama bu kez diğer kolunu uzatmıştı. Hızla sıçrayıp elini kavradım ve beni çekmesiyle kendimi üst katta buldum. Kurt doğruyu söylemişti. Burası yağmacıların mutfağıydı. Ocakta hala pişen bir kazan bile vardı. Kokusu iştahımı kabarttı ve istemsizce dilimi dudaklarımda gezdirdim. "İğrenç bir koku," dedi Raiden sessizce. "Yılan çorbası mı bu?"

"Aslan dili çorbası," dedim sırıtarak. Dişlerini gösterip hırladı adeta.

"Kesin şunu," dedi Adara, yine etrafı dinledi. Tehlike sezmemiş olmalı ki ayağa kalkıp kapıya yürüdü ama artık biraz daha fazla aksıyordu. Raiden ise tezgahtan iki bıçak kaptı ve birini ona fırlattı. Adara bıçağın sapını havada kavrarken kapıyı yavaşça araladı. Ayağa kalkıp Raiden'ın lütfedip bana vermediği bıçaklardan birini de ben almak için tezgaha baktım ama bana sadece küçük bir meyve bıçağı kalmıştı. En kötüsü sayılmazdı.

Bıçağı aldığımda, "Dört kişi var," dedi Adara sessizce.

"Halledebiliriz," dedi Raiden hemen. "Ama bu sessizce olmaz. Dikkat çekmeden..."

Aşağıdan sesler yükseldiğinde sıkıntılı bir nefes verdim. "Çoktan çektik bile."

"Ne yapacağız?" dedi Adara hızla.

Hızlı düşündüm ve hızla harekete geçtim. "Dikkat çekeceğiz!" dediğim an kapıdaydım. "Geri çekilin!" Kapıyı açtığım an dışarı doğru koşmaya başladım. Adamlar aynı saniyede beni fark etti. "İçerideler!" diye panikle bağırdım. "İçeride As-Aslanlar var!"

Adamlar bir an afalladı ama kılıçlarıyla kapıya koşmaya başladı. Peşlerinden ben de koştum. İki adam hızla içeri girdi, yere çarpma sesini de aynı anda duydum. Elimdeki meyve bıçağını önümdeki adamın boğazına sapladım. Hızla çektim ve sıradaki hedefim yanımdaki adamın kolu oldu. Acıyla haykırıp kılıcı bıraktığı an düşmeden tuttum ve göğsüne sapladım. Adara ve Raiden artık karşımdaydı. Raiden öfkeden köpürürken, "Bir şey yapmadan önce bize de haber vermeyi..." demişti ki, "Vaktimiz olsa düşünürdüm!" diyerek sözünü böldüm. "Hadi! Seslere birazdan buraya yığılacaklar!"

Kurdun tarif ettiği yöne doğru koşmaya başladık. Bir ok hızla yanımda geçtiğinde küfrettim. Diğer ok Adara'nın başının üzerinde geçtiğinde küfretti. "Yılanlar gece iyi göremiyorlar en azından," dedi Raiden.

"Ben de Yılanım!" dedim tıslarcasına ve nefes nefese. Sola döndük ve hız kesmedik. Raiden zaten hiç yaralıymış gibi hareket etmiyordu ama Adara yavaşlamaya başlamıştı. Acı iniltilerini de ara ara duyuyordum.

"Sen gün ışığında da göremiyorsun," dedi Raiden güler gibi. "Ay ışığından uzak durun ve Yılan... Düşmemeye çalış."

Bir ok yanımızdan geçti yine. Diğeri Raiden'ı neredeyse indiriyordu ki onu yana ittim. Ok kolumu sıyırırken, "Az önce ne diyordun," dedim dişlerimin arasından.

"Ölmeyi yeğlerdim," dedi hırıltılı sesiyle.

Başımı iki yana salladım. Saçlarım gecenin soğuk rüzgarında savrulurken ona başka bir şey söylemedim. Arkamızdan gelen Yılanlar ve etrafımızda dönen oklarla sola saptık. Adara sonunda tökezledi ve yere serildi. Onu kaldırmaya fırsat bulamadan Raiden hızla kucakladı ve koşmaya devam etti. Onu içten içe bile övmek istemesem de gücüne hayran olmamam elimde değildi.

Yağmacıların yayıldığı alan belki çok fazla değildi ama hem sürekli üzerimize yağan oklar hem de Adara'nın durumu bizi yavaşlatmıştı ama sonunda Kurdun bahsettiği metal kapı ileride göründü. Yağmacılardan bir grup o kapının önündeydi. Bizi gördükleri an ellerindeki kılıçlarla üzerimize koşmaya başladılar. Raiden'ın elinden hızla bıçağı çektim. "Devam edin!" diye bağırdım. "Size yetişirim!"

Elbette itiraz etmedi, kapıya doğru koşmaya devam etti. Karşılarına çıkan ilk yağmacıya Raiden'dan aldığım bıçağı savurdum ve yollarını kısmen açtım. Diğer ikisine elimdeki kılıçla karşı koymaya başladım. Henüz farkında olmadıkları şey benim bir prenses olmam değildi, en iyi askeri eğitimi almış olmamdı. Her ne kadar üst üste gelen talihsizliklerle bir Aslan prensin tuzağına düşmüş olsam da ben iyi bir askerdim. Üstelik kendi ırkımın hamlelerini benden iyi kimse bilemezdi.

Kılıç ilk yağmacıyı kısa sürede biçti, diğeri fırsat bile bulamadan kendini onun yanında buldu. Göğsünden akan kanlarla... Arkamızdan gelen Yılanlar daha da yaklaşırken Raiden sonunda metal kapıyı açmayı başardı. Adara, "Asra!" diye bağırdı. "Acele et!"

Kılıcı üzerime gelen son yağmacıya fırlattım ve o yere serilirken kısa bir an arkama baktım. Yılanlar yaklaşmışlardı ama ben onlardan önce o kapıdan çıkabilirdim.

Ve koşmaya başladım. Raiden ve Adara artık kapının arkasındaydılar. Kapı işlek bir sokağa açılmamıştı, dar bir sokaktı ama o sokağın sonunun kalabalık olduğunu biliyordum. Kurt her söylediğinde haklı çıkmıştı çünkü. Tüm bunları nasıl bildiği ise şu an kafa yoracağım bir şey değildi. Hızımı kesmeden koşmaya devam ederken oklardan da kaçınmaya çalışıyordum. Kapıya neredeyse tamamen yaklaştığımda buz kesmeme neden olacak iki şey oldu.

İlki Raiden'ın Demir kapıyı çekmesiydi. Adara ona şaşkınlıkla bakarken durdurmaya çalıştı ama Raiden onu itti. İkincisi ise Raiden'ın bana gülümsemesi oldu. Dudakları kıpırdadı. Ne söylediğini belki de duymadım ama biliyordum. "Ölmeyi yeğlerdim."

Kapının tam önüne vardığımda parmaklıkları kavradım. "Hayır!" dedim başımı iki yana sallayarak. Kapı üzerinden tırmanarak geçmem için hem çok yüksekti, hem de basıp çıkabileceğim çıkıntıları yoktu. Sık parmaklıklı bir kapıydı. Çekmeye çalıştım ama başaramadım. Bu benim fiziksel gücümün ötesindeydi. Muhtemelen normal bir Kaplanın bile... Ama Raiden sıradan bir Kaplan değildi. Tekrar başımı iki yana salladım, gözlerimdeki korkuyu görmesine bile izin verdim. "Bunu yapamazsın!"

Raiden ne benim söylediklerimi ne de Adara'nın bağırışlarını duydu. "Çoktan ölmeliydin zaten," dedi umursamazca. "Yardımlarını aldığın fazla nefeslere say."

Döndü ve Adara'yı hızla kendine çekip kucakladı. Adara direnmeye çalıştı ve bana baktı. Gözleri arkama kaydığında Raiden'a savrulan yumrukları durdu. Sadece, "Üzgünüm," dedi.

Bu Raiden'ın beklediği kabullenişti sanki, bir daha bana ikisi de bakmadı. Karşılarına çıkan birkaç kişiyi Raiden'ın tekmelerle savuşturduğunu gördüm. Bir ok birkaç metre öteme saplandığında başımı çevirip ona baktım. Sonra ise hemen yanındaki noktaya...

Bir ok bu kez omzuma saplandığında titrediğini bile yeni yeni fark ettiğim bacaklarım beni taşımadı. Dizlerimin üzerine düştüm. Yine de bakışlarımı o noktadan çekmedim. Kırmızı çiçekten...

Kurt yine haklı çıkmıştı ve yağmacılar etrafımı sarmadan önce yapabildiğim son şey sadece o çiçeği olduğu yerden koparmak oldu.

⚔⚔⚔

Merhabalar Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm?

Kurdu bulduk. O zaman yaşasın ırkımız...

Eh, şuraya Kurt hakkında ilk izlenimlerinizi alayım çünkü onu daha çok göreceğiz.

Kurt bizi nereden tanıyor olabilir acaba? Belki de bizzat tanımıyordur aslında 😈

Diğer yandan gel gelelim bizim Kaplan ve Aslanımıza... Raiden ve Adara!

Raiden'ın son yaptığı şeyler ona duygularını ifade etmek isteyenleri şuraya alalım...

Bu bölümde Lian ve Arlo'yu görmedik. Siz de benim gibi hikayeye tekrar afilli bir giriş yapmasını istiyor musunuz? O halde yorum ve oylamayı unutmayın ki haftaya görüşelim 🥰

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤

Der ve S.Mare kaçar 💃

 

 

Loading...
0%