Yeni Üyelik
24.
Bölüm

1.23 - Kanla Boyanmış Gümüşi Saçlar

@e.smare


Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶

Karliene - Become the Beast

🎶
 

Instagram: e.s.mare
Esmare_den
Tiktok: Esmareden (Yeni bölüm alıntı videosu buradan gelecek 😈)



"Senden nefret ediyorum."

"Biliyorum. Hoşuma da gidiyor."

 

Mermerden heykeller...

Ateşten bir koridor...

Kara duman havaya yükselirken hiçbir heykelin yüzü seçilmiyordu. Duman onları her saniye siyaha boyuyordu. Bir rüzgar aniden her şeyi silip süpürdü. Yüzümde karıncalanmalar bıraktı, bir yön çizerek ilerledi. Bu garip hissi yok etmek için elimi yüzüme götürdüm. Kulağımın hemen yanından kıkırtılar geldi. Burnuma dokunan bir şey bu kez hapşırmama neden oldu. Gözlerimi açtığımda Kurdun parlak beyaz dişleriyle bana gülümsediğini gördüm. Elinde siyah bir tüy tutuyordu.

Rüzgar oydu. Sadece bir tüy parçası beni ateşlerin arasından alıp kara dumanlardan sıyırmıştı. Ona bu yüzden neredeyse minnettar olacaktım.

"Kızdan uzak dur," dedi Lian'ın sesi.

Talu başını yana çevirdi. "Adını bilmiyor musun? Sana kimse adını söylemiyor anlaşılan."

Hafifçe doğrulup etrafıma baktım. Duvarları dökülen ve içinde sadece kırık ve kullanılamayacak kadar kötü durumda olan bir odadaydık. Odanın köşelerini siyah yosun sarmıştı, üzerinde yattığım tahtaların içindeki tahtakurularının sesini bile duyabiliyordum. Yanımdan geçen hamam böcekleri, daha küçük böcekler... Esneyerek başımın hemen altındaki kumaş yığınına baktım. Bir pelerindi.

Adara'nın güldüğünü duyduğumda bakışlarımı çevirdim. Esilian ne Talu'ya cevap verdi, ne de Adara'ya çıkıştı ama emindim ki şu an çatık kaşlarla kardeşine bakıyordu.

Yaslanacak bir şey bulamayınca başımı yanımdaki kurdun omzuna bıraktım ve tekrar esnedim. Başımda yavaş yavaş artan bir ağrı vardı ve hala çok yorgun hissediyordum. Hafızamdan daha şimdiden silinmeye başlayan isli rüyanın etkisiydi bu. Şükür ki huzursuz uykularım daha sonra kendini zihnimde tekrar edip durmaz, bir süre sonra hafızamdan kaybolup giderdi. Yine de Vilas o rüyalardan sonra çoğunlukla yanımda olurdu. Bana iyi olduğumu söyledi. Onu o kadar özlemiştim ki...

Gözlerimi çevirdiğimde Arlo'nun kollarını başının altına alarak yerde uzandığını gördüm, çökmek üzereymiş gibi duran tavana bakıyordu. Birkaç saniye sonra tam baktığı yerde ufak bir açıklık olduğunu gördüm, belki de o ufak açıklıktan yıldızları izliyordu. Gökyüzü onun eviydi, evine bakıyordu. Belki de kısa süreli yolculuğunda evinde gibi hissetmişti ve şimdi hasreti yeniden alevleniyordu.

Adara ondan uzaktaydı, karşımdaki duvara yaslanmış bana bakıyordu. Sanki onun için en ilgi çekici manzara o an bendim. Raiden ise elindeki kılıçla binanın olmayan kapısının hemen eşiğinde oturuyor ve dışarıyı gözlüyordu.

Başımı biraz yana çevirdim ve az önceki düşüncelerimde yanıldığımı düşündüm. Aslan prens onda aşina olduğum çatık kaşlara sahipti yine ama kardeline değil bana bakıyordu. Benden bir adım kadar uzakta sırtı duvara yaslıydı. "Yine ne yaptım?" dedim hala uykulu bir sesle. Gözleri yavaşça Kurda döndüğünde ben de başımı o Kurdun omzundan kaldırmadan yana çevirdim. "Beni öldürmeyi düşünüyor musun?"

"Aklıma bile gelmedi," dedi dudak bükerek.

Gözlerimi tekrar Lian'a çevirdim. "Gördüğün gibi, beni öldürmeyi düşünmeyen tek insan o. Güvenilir yani."

"Güvenilir değilim," dedi Talu.

Elinde tuttuğu tüyü yine burnuma sürtünce hızla elinden kaptım ve onu duymamış gibi, "Ve sen kesinlikle günde birkaç kez beni öldürmeyi düşünüyorsun," dedim Lian'a. "Senden daha güvenilir."

"Seni öldürmek isteseydim şu an yaşamıyordun," dedi Lian sert bir sesle.

"İstemekle düşünmek aynı şey değil," dedi Talu.

Lian işaret parmağını ona doğrulttu. "Sen kapa çeneni!"

"Konuşmam için beni yanınızda getirmediniz mi?"

"Boş konuşman için değil!"

"Tamam," dedim kelimeyi uzatarak. Başımı kaldırdım ve yerde kayarak Lian'ın doğru gittim. Sırtımı hemen yanında duvara yasladım. Başını bana çevirdiğinde hala kaşları düzelmemişti. Elimdeki tüyü, muhtemelen bir kargaya aitti, Lian'ın burnuna sürttüğümde elimi sertçe itti. "O kadar huysuzsun ki," diye söylendim.

"Ah, sen onu bir de bana sor," dedi Talu. "Sen uyanana kadar konuşmayacağımı söylediğimde beni öldürmek istedi."

"Seni hala öldürmek istiyorum," dedi Lian. "O yüzden konuşmaya başla!"

"Ölürsem üzüleceklerin başında sen bulunuyorsun."

Lian belindeki kemerden bir bıçak çekti ve onu hızla fırlattı. Bıçak Talu'nun yüzünün hemen yanından geçip duvara saplandı. "Konuş!" dedi Lian sertçe. Başka bir bıçak çıkardı. "Tek kelimeni saçma bulursam..."

Susup bana bakmasının sebebi başımı bu kez onun omzuna yaslamamdı ama ağrı gitgide artarken başımı bir yere yaslamalıydım ve o, kesinlikle duvardan daha iyi bir seçenekti. "Başım ağrıyor, beni öldürme isteğini biraz dizginle diye söylüyorum."

Kısa bir an sustu ama sonunda tekrar aynı cümleyi kurdu. "Seni öldürmek istemiyorum." Talu ağzını açtığında, "Kapa çeneni!" diye çıkıştı ona.

Lian bilmiyordu belki ama Talu gerçekleri görüyordu. Beni öldürmek istediğini ne kadar inkar etse de gerçek tam olarak buydu. Lian sadece gerçeklerin çok fazla dillendirilmesini sevmiyordu belli ki.

"Sadece Akreplerden bahsedecektim," dedi Talu. "İstemiyorsan..."

Lian elindeki bıçağı bir tur çevirdiğinde elini kavradım ve "Kışkırtma Talu," derken bıçağı ondan aldım. İzin vermesi garipti, bıçağı almakta zorlanmamıştım bile.

Talu uzun bir nefes verdi. Uzun, düz saçlarını geriye itti ve arkaya doğru kayıp duvara yaslandı. "Akrepler," dedi yine. "Yılan topraklarında ne arıyor, ilk bundan başlayalım. Kara Yılanlar uzun zamandır farklı ırklardan bir ordu oluşturuyor zaten, bunlar sadece Akrepler de değil."

Farklı ırklardan bir ordu mu? Zekiceydi, kabul ediyordum ama Kara Akrepler yine de kafamı kurcalıyordu.

"Başka ırklarda mı var?" diye sordu Adara.

"İnanır mısınız bilmem ama aralarında birkaç Kartal bile vardı."

Arlo sonunda başını ona doğru çevirdi. "Ben inanırım, neden inanılır olmasın. Aslanlardan nefret eden ne kadar Kartal olduğunu duysan şaşarsın."

"Öyle mi?" dedi Lian gözlerini kısarak.

"Elbette," dedi Arlo. "Mesela ben. Yüzüme bir yumruk indirdikten sonra tam olarak böyle düşünmeye başladım."

Başını yana çevirdiğinde yanağındaki kızarıklığı, kapıdan sızan ay ışığı aydınlatmıştı ama o söyleyene kadar dikkatimi çekmemişti. Lian'ı gerekten kışkırtmamak gerekiyordu. Talu bu konuda çok beceriksizdi.

"Ama geçmiş olarak söz etmene takıldım," diye devam etti Arlo.

"Öldüler çünkü," dedi Talu. "Siz sormadan söyleyeyim, grup içi anlaşmazlıktı. Kara Akrepler bir gece hepsini zehirledi."

"Kara Akrepler..." dedi Lian düşünür gibi. "Yılanların kurduğu gizli bir askeri gruptalar yani. Akrepleri anlarım ama Kara Akreplerin böyle bir grupta olması bir yana yaşaması bile garip."

"Yılanlar ikiye ayrıldıktan sonra güçlü esirlerin çoğunu Ak Yılanlar aldı," dedi Talu. "Kara Yılanlar bu şekilde daha savunmasız kalıyordu. Onlar da farklı bir yol izlediler. Farklı ırklardan bir askeri grup kurmak Kara Yılanların planıydı yani. O grubun ilk neferleri de kendi ırkları başta olmak üzere onları soykırıma maruz bırakanlardan kaçan birkaç Kara Akrep oldu. Kaçabildiler ama Kara Yılanlara yakalandılar. Onlara bir teklif sunuldu ve onlar da kabul ettiler çünkü mecburdular. Sayıları hala çok değil ama artık o askeri grubun en güçlü askerleri."

Lian öne eğilir gibi oldu ama başımın omzunda olduğu aklına gelmiş olmalı ki tekrar geriye yaslandı. Demek ki bazen düşünceli de olabiliyordu. "Bize saldıranlar Kara Yılanların himayesi altındaki askerler miydi yani? Kara Yılanların, Ak Yılan topraklarında dolaşabildiklerini gördük ama bu kadarı çok fazla. Ak Yılan Krallığının bundan haberi olduğunu sanmıyorum, bu durumda Kara Yılanlar ya çok cesur ya da çok aptal."

Talu manidar bir şekilde güldü ama aklından her ne geçiyorsa söylemedi. "Bize neden saldırdılar?" dedi Raiden ilk kez konuşmaya dahil olarak.

"Belirli yerlere, daha çok ıssız yollara, koşullandırılmıştılar," dedi Talu. "Size farklı bir ırktan olduğunuz için saldırmadılar, aslında bunu onlar da sonradan fark etti. Oradan geçen kim olursa olsun saldıracaklardı zaten."

"Neden?" dedi Adara, daha çok karanlıkta kalsa da buruşturduğu yüzü yine de belli oluyordu.

Talu omuzlarını kaldırıp indirdi. "İç karışıklık çıkarmak için bu zamanlar bulunmaz bir fırsat çünkü. Prenses kaçırılmış, kimin kaçırdığı hala belli değil. Kara Yılan veliahttı gelecekteki kraliçesini almadan ülkesine dönemez. Bu bir kriz hali neredeyse ama prens neden bu krizi fırsata çevirmesin ki?"

"Üstelik prensesi kendi babasının gizlediğini bilirken," diye mırıldandı Lian. Artık bu konuşmalara o kadar alışmış olmalıyım ki o prensesin ben olduğumu bile umursamadığımı fark ettim. "Onu zor durumda bırakmaya çalışıyor, çünkü şu an eli güçlü olan Ak Yılanlar."

Talu bana bakarak dudak büktü. İşte bu prenses sensin demenin bir başka yoluydu ama susuyordu. Bunu söylemeyecekti, nedenini ancak Hakimler bilirdi. "Önce ıssız ya da dikkat çekmeyen yerlerden başlayacaklar," dedi. "Sonra bu köylere hatta kasabalara kadar uzanacak. Kral Siles bir gün Kara Yılanlardan yardım isteyecek duruma gelirse, ki muhtemelen gelecek, mecburen prensesi ortaya çıkarmak zorunda kalacak." Gülümsedi. "Aksi halde prensin ilk hedefi hep sevgili eşi olur çünkü."

"Kral tüm bunları yapanın aslında Kara Yılan prensi olduğunu düşünemeyecek kadar aptal mı yani?" dedi Raiden.

"Halkına bir yandan Akrepler, diğer yandan örümcekler ya da başka bir ırk saldırmaya başlarsa aklına ilk gelen şey bunu Yılan ırkından birinin planladığı olmaz," dedi Talu. "Çünkü bu zamana kadar bilinen bir gerçek varsa o da Yılanları seven tek ırkın var olmadığıdır. Neden onlar için çalışsınlar ki?"

"Neden çalışıyorlar öyleyse? Kara Yılanlar onlara ne vadetti?" dedi Lian.

"Yılan ırkını bir bütün yaptıktan sonra her bir gruba özerk bölgeler," dedi Talu.

Lian hayret eder gibi güldü. "Bunları söylerken hiç kulağa nasıl aptalca geldiğini düşünmüyor musun? Bir şeyler biliyormuş gibi yaparken en azından mantıklı yalanlar söyle."

"Yalan söylediğimi düşünmenin nedeni ne?" dedi Talu.

"Kara Yılanlar bir gün Yılan ırkını bir bütün yapsa bile, bu vaat sadece yıkılışını getirir. Bir daha bölünmezler bile, tamamen yıkılırlar. Yalan söylüyorsun çünkü bunu bir aptal bile yapmaz."

"Kesinlikle," dedi Arlo. "Hepsi bir yandan ayaklanırsa büyük bir isyan başlar, isyanları bir şekilde durdursalar bile güçten düşerler. Bu da diğer ırkların krallıklarına yol açar, savaş kaçınılmaz olur. Yılan Krallığı ellerinde tuttukları esirler ile bir barış anlaşması ister, anlaşma sağlanır da belki ama bunun sadece geçici bir çözüm olduğunu herkes bilir. Esirler alınır, barış anlaşması bir anda çiğnenir ve zaten güçten düşen Yılan Krallığı eninde sonunda yıkılır."

"Bu sadece bir vaat," dedim başımı ovuştururken. "Vaatler her zaman olur, gerçekleştikleri ise nadirdir. Kara Yılanların Kralı ya da Prensi farklı ırklardan bir askeri grup oluşturuyorsa ve bu insanlar da buna razı oluyorsa başka çareleri yok demektir. Bu tür insanlara hayal satmak çok daha kolaydır. Gücü ele aldıktan sonra muhtemelen hepsini yok edecekler zaten, belki bir anda; belki gizli ve yavaş bir şekilde. Bunun için başka bir yapılanma bile oluşturmuş olabilirler."

"Alınmayın ama kız sizden daha zeki," dedi Talu.

Lian buna cevap vermedi, sadece, "Devam et!" dedi ona.

"Zeki, parlak saçları var; güzel de sayılır."

"Sayılır?" dedim alıngan bir sesle. "Yanlış tanımlama. Lütfen o kelimeyi çıkart."

"Haklısın," dedi Talu. Başını hafifçe sallarken gözleri kısıldı ve beni daha dikkatli inceler gibi yaptı. "Biraz da kibirli."

"Kibir mi? Ben kendimi herkesten üstün tutmuyorum. Sadece gerçekleri söylüyorum ama insanlar genellikle gerçeklerden hoşlanmaz. Özellikle de kendini tanımanla ilgili gerçeklerden çünkü kendini tanırsan seni istedikleri kalıba sokamazlar. Aslında sen kendini tanırsan onların elinden büyük bir gücü almış olursun. Seni şekillendirme gücünü."

Talu sırıtmaya başlarken, "Yılan kız," dedi yavaşça. "Sen kendini gerçekten tanıyor musun?"

"Yeterince," dedim yine esnerken.

"Yeterince değil," dedi Talu. İşaret parmağını birden bana doğrulttu. "Ama haklısın, gerçekten ilahi bir güzelliğin var."

Lian'ın boğazından bir hırıltı yükseldi. "Bilgi vermeye devam et lanet Kurt!"

"Bu da bir bilgi," dedi Talu. "Güzellik de tehlikeli bir güçtür aslında ama zeka... Onu asıl güzel yapan bu değil mi prens?"

Lian elimdeki bıçağa uzandığında hızla çekip yanıma sakladım. Talu'ya uyarıcı bir bakış attım. Dişleri açığa çıktı ve genişçe sırıttı. "Peki, sen tüm bunları nereden biliyorsun?" diye araya girdi Adara. Belli ki o da benim gibi Lian'ın Talu'yu öldürme ihtimalini yüksek buluyordu. "Yağmacıların esiriyken de bize birçok bilgi vermiştin. Bu kadar bilgiye sahip olman çok mantıksız."

Talu omuzlarını kaldırıp indirerek gevşetti. "Ben bilirim, ben çoğu şeyi bilirim."

"Nasıl?" dedi Lian hırlar gibi.

"Sen nasıl tüm hayvanlara hükmedebiliyorsun?" diye sordu Talu.

Lian'ın kaşları şiddetle çatıldı. Arlo tekrar başını çevirip Talu'ya bakarken, Raiden da ilk defa bunu yaptı. "O bir Kutsal Varlık!" dedi Adara şaşkın bir sesle.

"Bu açık," dedi Lian. "Soru şu olmalı; sen hangi Kutsal Varlıksın? Gören mi, yoksa Yön Veren mi?"

"Bilemem," dedi Talu. "Bazı Kutsal Varlıklar senin gibi net değildir."

"Ne demek bu?" dedim kaşlarımı çatarak. Bu başımın ağrısını daha da artırdı.

"Bazı Kutsal Varlıkların güçleri birbirine benzer," dedi Lian. "Ayırt edilmesi zordur ama o..." Çenesiyle Arlo'yu işaret etti. "Ne olduğunu biliyor."

Talu dudak büktü sadece. Kabul ya da ret etmemişti ama bu benim için bir cevaptı. Lian haklıydı, Talu ne olduğunu biliyordu. "Neden söylemiyorsun peki?"

"Gören yararlıdır," dedi Arlo, yine tavandaki o delikten gökyüzünü izliyordu. "Yön Veren'se... İşte o yararlı da olabilir, zararlı da."

"Çünkü Yön Veren bir şeyleri görmekle kalmaz, gördüğü şeyler hakkında başkaları adına seçimler de yapabilir," dedi Lian. "Seni yönlendirir. İyi olana ya da kötüye. Sen ise bunu çok geç anlarsın." Başını yana eğerken dişlerini gıcırdattı. "Ve muhtemelen Kurt, sen bir Yön Veren'sin. Aksi halde ne olduğunu söylemekten çekinmezdin."

Talu teslim olur gibi ellerini havaya kaldırdı. "Ben iyi bir insanım. Sizi temin ederim ki arada Hakimlere dua bile ederim. Sizin için de dua ettim hatta."

"Öyle mi? Akreplerle sohbet ederken de iyi bir insan mıydın? Çünkü o Kara Akrep Asra'nın ne olduğunu biliyordu."

Talu yine genişçe sırıttı. "Beni yakaladın. Biraz sohbet ettiğimiz doğru ama bana inanmadılar. Deli sandılar aslında ama hangimiz biraz deli değiliz ki, değil mi?"

"Bize gerçekten kim olduğumuzu bilmeyerek mi saldırdılar?" dedi Lian. "Gerçekten buna inanmalı mıyım?"

"Emin ol, kim olduğunuza gerçekten inansalardı kendi ölümlerine yürümezlerdi. Size saldırmalarının benimle ilgisi yok, güven bana. Ben gerçekten iyi olanım."

"Riske etmeye değmez. Öldürelim," diyen elbette ki Raiden oldu.

"Sana kalırsa herkesin öldürülmesi lazım," diye homurdandım.

"Herkes değil," dedi Raiden. "Sen ve o, bir de tüm Yılanlar."

O zaman anladım işte, Raiden'ın asıl derdi benimle değildi. Onun derdi Yılan ırkıydı. Bu her ırk gibi bizi sevmemesinden de daha başka bir durumdu. İçinde başka bir sebebi vardı, çok daha derin bir sebebi. Bunu da öğrenmeyi aklımın bir köşesine koydum.

"Bence Gören'i bulana kadar bekleyelim," dedim, Lian bana baktı ama devam etmemi bekledi. "Doğru mu anladım bilmiyorum ama Yön Veren bir seçim yapıyor, Gören ise o seçimleri görüyor. Gören'i bulursak, Yön Veren'in seçimlerinin iyi mi kötü mü olduğunu anlarız. Kararımızı da buna göre veririz."

"Veririz?" diye sorguladı Raiden. "Ne zaman biz olduk? Kendini bizden biri olarak mı görmeye başladın Yılan? Sen sadece bizi amaçlarımıza ulaştıracak bir araçsın, ne bundan fazlası ne de bizden biri."

"Raiden!" dedi sitem edercesine Adara. Ondan başka ses çıkaran da olmadı, zaten onun sözlerinin de bir önemi yoktu benim için. Hiçbirinin yoktu. Arlo'ya sessiz kaldığı için kızacak değildim. Lian'a da... Raiden haklıydı, onlardan biri değildim; olmaya da hiç niyetim yoktu. Sadece böyle aptalca hatalar yaptığım için kendime kızıyordum ben.

Başımı Lian'ın omzundan kaldırdım, şiddetli ağrısını bu kez görmezden geldim. Yere uzanıp arkamı döndüm. "O halde bir karara vardığınızda beni uyandırırsınız. En yakın zamanda ölmenizi dileyerek biraz daha uyuyacağım."

Aslan Krallığının topraklarında geçirdiğim günlerden sonra Yılan topraklarının soğuk havasını hissetmek hala garip hissettiriyordu. Yine de bu Aslan sarayında bizi tıktıkları o odaların soğuğu kadar kötü etkilemiyordu. O zamanlarda sürekli üşümüştüm, kendi sarayımda bile hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamayacak kadar çok üşümüştüm. Saraydan çıktıktan sonra ise yine o sıcak havayı kucaklamıştım.

Hiçbir zaman topraklarımız o kadar sıcak olmamıştı, o yüzden karşılaştırma yapma imkanım da olmamıştı ama sıcağı, soğuktan daha çok sevdiğimi fark etmiştim. Irkım için bu utanç verici bile olabilirdi çünkü biz her daim soğuk bir ırk olmuştuk. O yüzden soğuğu severdik.

Sert esen rüzgarla bir kez daha kendi ırkımdan ayrı hissetmiştim. Kesinlikle sıcak hava çok daha iyi hissettiriyordu. Tüm Aslanlar gibi Lian'ın da soğukla derdi olduğu açıktı, yüzünü göremesem de rüzgar her estiğinde hoşnutsuz hafif sesler çıkarıyordu. Üşüyordu da çünkü hafif de olsa titriyordu. Vücut sıcaklığını ara ara ona dokunduğumda hissediyordum, benim için bile ürperticiydi.

At yavaş yavaş ilerlerken onun hemen arkasındaydım ve ona sarılmayı bir an bile düşünmemiştim, atın eyerini tutuyordum. Daha bir gün önce aynı atın üzerinde ilerlerken ona sarılıp uyumuştum ama geç olmadan da bir şeyleri fark etmiştim. Her ne kadar onlara, ona alışmayacağımı kendime sürekli tekrar etsem de olan şey tam olarak buydu. Alışıyordum ama artık kendime gelmem şarttı. Raiden ilk defa bu konuda bana bir yarar sağlamıştı işte.

"Sessizliğin, hırçınlığından daha can sıkıcıymış."

Saatlerdir ilerliyorduk ve artık ilerideki köy açığa çıkmaya başlamıştı. Lian o süre zarfında bana birkaç cümle daha kurmuştu, onu ya sesli nidalarla ya da kısa cevaplarla geçiştirmiştim. O da bir süre sonra benimle saçma bir şekilde konuşma çabasından vazgeçmişti. Sessizliğine devam etmesini dilerdim çünkü ne onunla ne de diğerleriyle konuşmak istiyordum. Sadece bu kahrolası işin ben açığa çıkmadan bitmesi ve Vilas'ı tekrar görmek dışında başka bir şey düşünmek istemiyordum artık.

"Acını içinde yaşa," dedim çatıları beliren köy evlerini izlerken.

Bulutlar kısa bir an geride kaldı, güneş ışıkları üzerimize vurdu. Sıcaklığı azdı ama yine de iç geçirmeme neden oldu. Bulutlar yine güneşi kapattığında maruz kaldığım o sıcaklığı şimdiden özlemiştim. Tarafsız Toprakların sıcak olduğunu biliyordum, hatta çoğu yeri çöllerden oluşuyordu. O yüzden yerleşim yeri belirli yerlerle sınırlı kalmıştı. Güneşten şikayet edeceğim o zamanlara gitmek istiyordum.

"Bana Kurtla nasıl tanıştığını anlat," dediğinde yüzümü ekşittim. Emrine karşı çıkabilidim ama bu sadece onunla konuşmamı uzatırdı. Belki cevap verirsem erkenden susardı.

"Esirdik, önce yan yana odalarda; sonra karşı karşıya. Buna pek tanışma denemez, mecburi bir iletişimdi."

"Sadece seninle konuştuğunu duydum."

Raiden böyle bir şey söylemeyeceğine göre bunu Adara söylemişti. Ben uyurken onlar Talu'yu konuşturmaya çalışmış olmalıydılar. Kurt sadece benimle ya da benim iletişim kurabileceğim durumlarda konuşuyordu. Nedenini sadece o bilirdi.

"Öyle," dedim sadece.

"Neden?"

Köyün üzerindeki kara bulutlara göz gezdirirken, "Bunu ona sormaya ne dersin?" dedim huysuzca.

Arlo ve Adara çoktan köye varmış olmalıydı. Başka atımız olmadığı için onlar bizden çok önce çıkmıştı, hava aydınlanmadan köye ulaşmaları gerekiyordu çünkü bir Kartal aydınlıkta dikkat çekerdi. Köye vardıklarında gizlenip bizi bekleyeceklerdi, tabii öncesinde bir at çalarak.

"Cevap vermedi," dedi Lian, daha önce sorduğunu belli ederek.

Raiden'ın hemen arkasında oturan ve önümde ilerleyen Talu'ya baktım. Onu öldürmemişlerdi, beni dinlediklerinden mi başka bir sebepten mi merak bile etmiyordum ama bazen çenesi açılan o Kurt bir nedenden uzun süredir sessizdi. Dinlendiğimiz anlarda benimle de konuşmaya çalışmamıştı. Benim de son olanlardan sonra öyle bir çabam olmamıştı. Onu öldürüp öldürmemeleriyle ilgili son sözlerimden sonra belki de bana alınmıştı ama mantıklı düşünen biri olduğunu düşünüyordum. Ben de onun gibi bir esirdim. Aramızdaki tek fark onun bile isteye bu esarete yürüdüğünü bilmemdi.

"Belki de ona daha insani davranmalısınız," dedim. "Ben öyle yapıyorum çünkü."

"Beni öfkelendiriyor," dedi sesi biraz daha soğurken. Talu'nun konuşmaya başladığını fark ettim. Raiden'a art arda bir şeyler söylemeye başlamıştı. Birden çenesini açan şeyin ne olduğunu merak etmedim desem yalan olurdu.

"Seni her şey öfkelendiriyor."

"Bu bir yalan," diye itiraz etti. "Sabırlı ve ılımlı biri olduğumu sen de biliyorsun."

İstemsizce güldüm. "Ilımlı mı? Lütfen bana geçmişi tekrarlatma."

"Yine başa mı döndük?"

"Hep oradaydık," dedim öfkelenerek.

"Değildik," dedi hemen. "İlerleme kaydettiğimizi düşünüyordum. Sorun Raiden'ın söyledikleri. Onunla konuşacağım."

Öfkem yine sesimden yansıdı. "Neyi? Doğruları söylemesini mi? Çünkü ikimiz de haklı olduğunu biliyoruz. Bunu o zaman da tartışmadık, bundan sonra da tartışmayacağız."

Raiden bizi dinliyor muydu bilmiyordum ama Talu hiç susmuyor gibi görünüyordu. Raiden'ın da arada ona cevap vermesi dinlemediğini düşündürttü. Aksi halde zaten gülerek bunu belli edeceğine neredeyse emindim. Ona hak vermem keyfini çıkarmayacağı bir şey olamazdı.

"Raiden haklıydı," dedi Lian da. Sanki ben de bunu söylememişim gibi canım daha da sıkıldı. Sanki gerçek bu değilmiş gibi... "Aynı zamanda haksız da. Raiden bazı şeyleri bilmiyor, sadece saf bir öfkeyle hareket ediyor; o yüzden o şeyleri bilmemesi de lazım. Bilmediği şeyler Asra... İşte haksız olduğu kısım tam da orada başlıyor. Sen onlar için söylediği gibi amaca giden bir araçsın ama benim için çok daha fazla bir anlam ifade ediyorsun."

Ben Canlandıran'dım, o da Hükmeden... O anlam buydu. Sadece Raiden'ın bunu duyması ihtimaliyle açık ifade edemiyordu.

"Tüm bu zırvalıklarla ilgilenmiyorum artık," dedim ve omuzlarımı kaldırıp indirerek rahatlatmaya çalıştım. "Sadece şu iş bitsin ve hepimiz yolumuza gidelim. Senin de bana söz verdiğin gibi."

Son cümleyi elbette vurgulayarak söyledim. Dikkate aldığından ise emin değildim çünkü konuştuğunda sesinde en ufak bir değişim yoktu. "Bizim yollarımız her zaman kesişecek. Sen kabul etsen de etmesen de ve ben, seni karşımda görmemek için elimden geleni yapacağım."

Cevap vermedim. Konunun yine Kutsal Varlık'lara, felakete, Yok Eden'e gideceğini biliyordum. Yok Eden... Kim bilir, belki de bana hep kötü anlatılan o Varlık ondan iyiydi. Hükmeden'den... Lian'ın bana bu zamana kadar bir yararı olmamıştı ama zararı çok fazla olmuştu.

Sessizlik tekrar aramıza girerken düşündüm. Karşısında olmamam için elinden geleni yapacağını söylemişti ama onun da görmezden geldiği şeyler vardı. En önemlisi, benim kinimin tam da onun karşısında duracak kadar büyük olmasıydı.

Köye dikkat çekmeden girmeyi başarmıştık ve yine bir ahırdaydık. Bu kez farklı olarak atlar yerine inekler vardı. Yine de kendimi Oressa'nın ahırını düşünürken buldum. Kara Yılan prensi gelene kadar olanları ve geldiğinde olanları...

Elim sağ gözüme gitti. Şişliği çoktan inmiş, tamamen açılmıştı artık. Yüzümde dolaşan parmaklarım diğer şişliklerin de yok olmaz üzere olduğunu haber verdi. Çürükler ya da bir iz kalmış mıydı, bilmiyordum. Uzun zamandır aynalarla yüz yüze gelmemiştim, Oressa'nın evinde de bir ayna görmemiştim ama Talu'ya güveniyordum. İz falan kalmamıştı, öyle olsaydı canım çok sıkılırdı.

Lian Arlo ve Adara'yı bulmak için yanımdan ayrılalı bir saat kadar oluyordu. Ahırda artık Talu, ben ve maalesef Raiden kalmıştık. Talu bir köşede uyukluyordu. Raiden ise kapının hemen yanında, bir delikten dışarıyı kontrol ediyordu. İkimizin de tek kelime etmeye niyeti yok gibi görünüyordu.

Karnımdaki yaraya Lian'ın gitmeden önce yanıma bıraktığı çuvaldan aldığım merhemi yavaşça sürdüm. Kaburgalarımdaki hala morluğu duran çürüklere de. Merhem o kadar şifalıydı ki eğer baş ağrım çoktan geçmemiş olsa saç diplerime bile o an sürebilirdim. Çuvaldan çıkardığım diğer iki şişeye dokunmadım. Ağrı kesici bir ilaç olduğunu biliyordum çünkü Lian onu bana zorla içirmişti. İşte o ilacı başım kopsa da bir daha içebileceğimi sanmıyordum. Üzerinden geçen zamanda bile tadı hala damağımdaydı sanki.

Gömleğimi aşağı çekip başımı kaldırdım ve Raiden'ın gözlerini üzerimde buldum. Kısa bir süre susarak bakışlarıma karşılık verdi ama sonunda zihnini uzun zamandır meşgul ettiğini düşündüğüm o soruyu dillendirdi. "Akrepler... Kuyruklarını nasıl kesebildin?"

"Kılıçla," dedim diğer çuvaldan bir matara çıkarırken. Ona Lian'ın silahını bahane olarak sunabilirdim ama yapmadım. Raiden'ın düşüncelerini önemsemiyordum.

"Ne söylemek istediğimi anladın," dedi. "O kuyruklar Aslan çeliğinden bile daha serttir."

"Çok acı, düşünsene o kuyruklu şeyleri aylar boyunca karnında taşıyorsun. Akrep kadınları kesinlikle saygıyı hak ediyor."

"Beni öfkelendirme Yılan," dedi sertçe.

"Yoksa ne olur?" dedim gülerek. "Yine en zor anda beni satar mısın?"

O da hafifçe güldü sonunda. Oldukça alay içeren bir gülüştü bu. "Çok içerlemiş olmalısın. Sen gerçekten kendini bizden biri olarak görmeye başladın değil mi?"

"Belki de sizden biri olup olmadığımı anlamanın yolu tam olarak budur," dedim gülümseyerek. "Prense olanları tüm ayrıntılarıyla anlatalım ve ne tepki vereceğini bekleyelim. Ne dersin?"

"Neden şimdiye kadar yapmadın öyleyse?" Kılıcını indirip öne doğru eğildi ve pis bir sırıtış takındı. "Ben söyleyeyim. Çünkü sen de bunun onun için bir anlam ifade etmediğini biliyorsun. Sen ve ben Yılan, sence Lian bir taraf seçmek zorunda kalsa yıllardır yanında olan askeri ve dostunu mu, yoksa daha dün yoluna çıkan tiksindiği bir Yılanı mı seçer? İkimiz de cevabı biliyoruz. Bana belki öfkelenir ama..." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Çoğu zaman bana öfkelenir zaten. Yine de bak, yanındayım. Hep yanında olacağım, sen ise bu yolun sonunda hayatımızdan çıkıp gideceksin."

Tereddütlü görünmeye çalıştım. "Ona söylememde bir sakınca yok öyleyse."

Onun da tereddüt edecek kadar duraksadığını anlamamak imkansızdı. Rahat görünmeye çalıştı. "Durma, geldiğinde ona öt gitsin ama büyük bir tepki beklememeni öneririm. Sana o terk edilmiş köyde söylediklerimi hatırla, bir de Lian'ın tepkisizliğini... Biraz bozulmuş gibiydin. Yine hüsrana uğramanı görmek istemem." Bu kez seslice güldü. "Ah, kesinlikle isterim. Söyle ona!"

Hatırladım. Hem o zamanki tepkisizliğini, hem de yolda bana söylediklerini. Tepkisizliğinin nedenini de o an anladım. Halbuki bunu bana daha önce açıklamaya çalışmıştı ama ben görmezden gelmeyi seçmiştim. Lian o yolda onun için farklı bir önemim olduğunu söylemişti ama Raiden'ın sözlerine susmuştu. Ona bunu açıklayamazdı çünkü.

Bu benim için bir anlam ifade ediyor muydu peki? Hem evet, hem de hayır. Anlam ifade ediyordu çünkü Lian'a, Raiden'ın yaptıklarını anlatırsam çok daha büyük bir tepki vereceğini biliyordum. Anlam ifade etmeyen kısmı ise onlar için amaca giden yolda bir araçtım, Lian için ise başka bir amaçta daha önemli bir araç. Bu benim konumumu hiç değiştirmemişti.

"Haklısın," dedim yenilmiş gibi. Raiden rahatladı, bu ifadesine de yansıdı. Daha güçlü bakıyordu artık, zaferin tadını çıkarıyordu. O ifadeyi zihnimin en derinine kadar kazıdım, yıkılışında aynı ifadeyle ona bakmak için. "Ben bir aracım sadece."

"Bir şey söyleyeceğim," dedi Talu boğuk bir sesle. Raiden onun dinlediğini düşünmüyor olmalı ki bir an afalladı. Sonra çok ayrıntı vermediğini hatırlamış olmalı ki başını çevirip yanındaki delikten dışarıyı izlemeye devam etti. Bilmediği ya da kabul etmekte zorlandığı o şey, Talu'nun zaten her şeyi hepimizden iyi bilmesiydi. Yattığı yerden yana dönerken yüzüne siper ettiği kolunu indirerek bana baktı. "Bu Kaplan var ya, bir gün senin omzunda ağlayacak."

Raiden iğrenir gibi yüzünü buruşturdu, onu zerre dikkate almadığını ise küfrederek belli etti. İkinci defa onunla aynı fikirdeydim. "Şu huzur verici sessizliğine dönsene sen."

"Bunu söylediğim için bile kendimden iğreneceğim ama Yılana katılıyorum," dedi Raiden.

"Başka bir şey daha söyleyeceğim," dedi Talu bizi duymamış gibi. "Gezdiğim yerlerde kadınların saçlarının rengini değiştirebildiği gördüm. Bitkilerden bir tür karışım yapıyorlar. Saçlarını beğenmediğimden değil ama rengini değiştirirsen çok daha güzel olursun bence. Siyah..." Beğenmemiş gibi dudaklarını büzdü. "Belki mavi, kelebeklerin bazılarının saçları mavidir. Tatlı görünürsün ama sarı ya da kızıl... Evet, kesinlikle kızıl! Müthiş çekici olmaz mısın?"

"Bir Yılanla yatak hayalleri mi kuruyorsun?" dedi Raiden tiksinen ifadesiyle.

"Ah, bana bir gün bakacağını bilsem feci çaba harcardım Kaplan dostum."

"Uçkurun yaşamının önüne geçiyor belli ki," dedi Raiden zehrimizi hatırlatarak. "Ama midesizliğine ben bile şaşırdım. Bir Kurt ve Yılan... Daha onurlu olduğunuzu düşünürdüm."

Talu hafifçe diğer yana döndü ve ona bakarken şaşırmış göründü. "Sen... Sen düşünebiliyor muydun? Ben gövdenin üstündeki o başın içinde bir şey olduğuna hiç ihtimal vermedim, biliyor musun?"

Raiden hırlar gibi bir ses çıkardı. "Beni kışkırtma!"

"Birazdan beni öldürmeye çalışacaksın zaten," dedi Talu. Başını yine bana çevirdi. "Beni kurtarırsın, değil mi?"

"Hayır, yapmayacak," dedim yüzümü buruşturarak. Lian'ı karşısına alacağını bile bile böyle bir şey yapmazdı. O daha çok kaçak dövüşürdü.

"Yapacak," dedi Talu. "Sana nişanlısını anlatacağım çünkü." Raiden başı şiddetle ona döndü, siyahi teni aniden bir ton açılmıştı. "Evleneceklerdi," diye devam etti Talu. "Hatta kız hamileydi biliyor musun?"

Raiden'ın kılıcı tutan eli titredi. Konuştuğunda çenesi de... "Çeneni hemen kapat!"

Bu konuşma birden ilgimi çektiğinde öne doğru eğildim. Talu bana gülümsedi. "Düğün hazırlıklarını bile yapmışlardı."

"Seni öldürürüm!" diye bağırdı Raiden hızla ayağa kalkarken.

Kılıcıma uzandım çünkü Talu gerçekleşecek olanı çoktan söylemişti ve gerçekleşmesi için de konuşmaya devam ettiğine şüphe yoktu. "Saraydaki görevinden ayrılmak için prens ile konuşmaya gitti çünkü artık karısı ve çocuğuyla sakin bir hayat istiyordu."

Raiden ileri atıldı ve kılıcını onun hemen yanında yere sapladı. Hızla ayağa kalktım. Talu ise irkilmedi bile, susmadı da. "Geri döndüğünde nişanlısını kanlar içinde buldu."

Raiden kılıcını sapladığı zeminde çekti ve onun üzerine abanıp boynuna dayadı. Onu durdurmak için atıldım ama beni öyle bir şiddetle itti ki sırt üstü yere yapıştım. Acıyla küfrettim.

"Siz Yılan topraklarından kaçmak isteyen ilk grup değildiniz," dedi Talu artık boğuk bir sesle. Boynundaki kılıca rağmen hala konuşması dehşet vericiydi. Raiden, Lian gibi değildi. Fevriydi ve düşünmeden öfkesiyle hareket ederdi.

"Sus!" diye bağırdı. Doğrulduğumda Talu'nun boğazından sızan kanı gördüm. Kurdun buna rağmen yüzünde korkudan eser yoktu.

"Nişanlın yanlış kişilere yardım etmeye çalıştı," dedi. "Bunun suçunu bir ırka yükleyemezsin."

Raiden yaralı bir hayvan gibi bağırdığında onu öldüreceğine dair tek şüphem kalmamıştı. Hızla ileri atıldım ve ona çarpıp Talu'nun üzerinden çektim. Kılıcını bu kez bana savurdu, hızlı davranıp elimdeki kılıçla onu durdurdum ama sivrilen tırnaklarıyla pençesini koluma geçirmesi gecikmedi. Acıyla haykıran bu kez bendim. Bacak arasına şiddetli bir tekme indirip onu üzerimden attım. Bu onu daha da kışkırttı, acısının geçmesini beklemeden, soluk almama bile izin vermeden kılıcını bıraktı ve yine üzerime atıldı. Parmakları boğazıma sarıldı.

Nefesimi keserken elimdeki kılıcı kaldırdım ama onu kullanmama gerek kalmadı. Esilian kapıyı açtığı an Raiden'ı bir çuvalmış gibi tuttu ve üzerimden fırlattı. Raiden yere serilse de öfkesi Lian'ı bile görmesine engel oldu. Sanki tüm hırsı banaymış gibi tekrar ileri atıldı. Onu durduran Arlo oldu. Yüzüne öyle şiddetli bir yumruk indirdi ki Raiden bu kez kolay ayaklanamadı. Arlo da üzerine oturup kollarını tutarak buna izin vermedi zaten. Öylesine iri bir bedeni zaptedebilmesine bakılırsa o da güçsüz sayılmazdı.

Hala soluk soluğa onları izlerken Lian üzerime eğildi. Parmakları boynuma dokundu. Sonra omzuma baktı, hırıltılı bir ses çıktı dudaklarından. Sarı gözlerine yerleşen öfke onları kızıla boyayacakmış gibi göründü. Birden üzerimden kalktı ve ilerleyip Arlo'ya "Çekil!" diye bağırdı. Arlo aynı saniye hala altında çırpınan Raiden'ın üzerinden çekildi. Lian'ın delirmiş hali bir türlü dinmeyen Raiden'ın güçlü bir yumruk indirmesi gecikmedi. Bir tane ile de yetinmedi, Raiden öfkesinden değil, gücünden düşene kadar onu yumrukladı.

Adara yanıma eğilmişti, kolumu inceliyordu ama ona bakmadım. Arlo, "Yeter! Bırak artık!" deyip Lian'ı kendine getirene kadar onları izledim.

Lian işaret parmağını tehditkarca Raiden'a doğrulttu. "Sadece bizi amaçlarımıza ulaştıracak bir araçsın, ne bundan fazlası ne de bizden biri demiştin. Yanlış. Çok yanlış Raiden ve seni sadece bir kez uyaracağım. Eğer bir daha senin yüzünden zarar görürse... Eğer bir yanlış daha yaparsan döneceğin yer yabani toprakların olur."

Ne düşüneceğimi bilemedim. Hem Raiden hem de Lian hakkında... Lian'ın sözleri garip hissettirmişti yine ve elimi de güçlendirmişti. Artık Raiden'ın ipini çekmem çok daha kolaydı ama... Bilmiyorum, yapamadım.

"Ne oldu?" dedi Adara sonunda. Koluma dokunduğunda acıyla inledim.

"Talu..." dedim ve gözlerim sonunda onu aramayı akıl etti. Yoktu. Küfrettim.

Arlo da etrafına baktı. "Sizi görüp korkmuş ve kaçmış belli ki. Deli Kurt."

Korku... Hayır, Talu'da bu duyguyu hiçbir zaman görmemiştim. Kaçmıştı belki ve aslında asıl planının hep bu olduğunu düşünüyordum ama kaçacak başka yollar da bulabilecek biriydi o. Yine yaralanmama sebep olmadan bunu yapmaması onu bulduğum ilk an benim öldürmeme bile neden olabilirdi. Tamamen yarasız olacağım bir an gelecek miydi acaba?

Lian öfkeyle soluklandı ve son kez Raiden'a öfkeli bakışlarını yollayıp bana döndü. "Kalkamayacağına emin ol," dedi Arlo'ya. Arlo başını sallasa da Lian görmedi. Yanıma yürüdü ve Adara yana çekilirken onun yerini aldı. Doğrulmaya çalıştığımda bana destek oldu. Yaramı incelerken, "Talu?" diye devam etmemi istedi.

"Nişanlısından bahsetti," dedim, acıyla dişlerimi sıktım. "Kahrolası herif deliye döndü, onu öldürecekti. Engellemek istedim." Çenemle kolumu işaret ettim. "Sonuç bu oldu işte."

Elbette Esilian gelmeseydi Raiden'ı o an öldürebileceğimden bahsetmedim.

"O Kurdu gerçekten öldürmeliydim," dedi Lian. "Adara bana su ve temiz bir kumaş çıkar ve şu ilaç şişlerinden birini uzat."

"Hayır," dedim gözlerim açılırken. "Çok acımıyor."

Lian her an beni de yumruklamaya başlayacakmış gibi baktı. "İnan bana şu an benimle inatlaşmak istemezsin çıngıraklı."

"İlacın az kaldığını kendin söyledin," diye çıkıştım. "Boşa harcamaya..."

"Boşa harcamıyorum," dedi ve eline bırakılan şişeyi dudaklarıma dayadı. Elimi kaldırdığımda kolumu sıkıca tuttu. "İç yoksa geçmişi yâd ederiz."

Yerdeki kılıcı alıp boğazına saplamayı düşündüm ama başımı sallamakla yetindim. Dudaklarımı araladığım an boğazıma süzülen sıvı öğürmeme neden oldu ama Lian şişeyi hiç çekmedi. Yeterince içtiğimi düşünene kadar orada tuttu. Sonunda ağzımdan süzülen hava yine bir öğürtüyle geri çıktı. "Çıkarma sakın!" dedi bana.

"Senden nefret ediyorum," dedim dişlerimin arasında.

"Biliyorum," derken başparmağı dudağımın altına akan ilacı sildi. "Hoşuma da gidiyor."

"Gerçek bir delisin... Çünkü." Cümlemin bölünmesine neden olan şey parmağının hala dudağımın altında hareket etmesiydi. Midem feci bulanıyordu hala ama büzüşüyor gibi de hissetmem saçmalıktı. Bu kahrolası Aslan bana neden garip ve rahatsız edici hissettiriyordu ki?

"Teşekkürlerini zihnimde başka bir yerde saklıyorum," dedi ve sonunda şükür ki parmağını çekti. Gömleğimin kolunu yavaşça çekip yırttı ve Adara'nın ona uzattığı kumaşı aldı. Kardeşinin yüzündeki sırıtışa benim gibi kaşlarını çatarak baktı. "Komik olan ne Ada?"

"Hiç," dedi Adara tek omzunu kaldırıp indirirken.

"O halde yüzündeki o aptal ifadeye son verip yarayı temizlemem yardım et."

Adara başıyla onaylasa da sırıtışını silmedi. Kolumu suyla temizlerken dişlerimi sıktım ve bu kez ses çıkarmadım. Arlo'nun konuşmalarına dikkat kesildim. Bu daha rahatlatıcıydı.

"Biraz daha ölü gibi yat koca adam! Yoksa gerçekten öleceksin koca adam! Şşş! Sakin! Bir Kartalın pençeleriyle tanışmak için daha çok erken."

Adara kolumu temizledi, Lian ise sardı. Bense ikisine de bakmadım. Gözlerimi onlara çevirmek de az önce olan hiçbir şeyi de düşünmek istemiyordum. O yüzden belki de bakmam gereken son kişiye baktım, Raiden'a. Göğsü şiddetle yükselip alçalsa da artık yerinden kalkmaya çalışmıyordu. Öfkesi dinmiş miydi, yüzünü tam anlamıyla görmeden bunu anlayamazdım ama bakışları tavana çevriliydi.

Nişanlın yanlış kişilere yardım etmeye çalıştı.

Bunun suçunu bir ırka yükleyemezsin.

Raiden'a ilk defa öfkeli olmadığımı fark ettim. Yılanlara öfkesinin nedenini sonunda anlamış ve onun için üzülmüştüm. Belki de bu zamana kadar hiç düşünmeyeceğim bir şekilde kendimi onun yerine koydum. Bugüne kadar birine aşk gibi bir duygu beslememiştim. Annemi severdim, kız kardeşimi ve Vilas'ı... Onlardan herhangi biri Aslan halkından biri tarafından öldürülmüş olsa Raiden'la aynı olacağımı fark ettim. Onun gibi olurdum. Tüm ırktan nefret eden, elime bir fırsat geçse birini değil hepsini öldürmek isteyen...

Talu'nun söylediklerinin aksine tüm suçu ben de bir ırka yüklerdim. Bu yanlış mıydı, kesinlikle ama bazı şeylerin yanlış olduğunu bilmek onu hissetmeni engellemeye yetmiyordu.

"Daha iyi misin?" diye sordu Lian.

Başımı çevirip onun sarı gözlerine baktım. Kendi düşüncemi o an keskin bir şekilde reddettim. Bir şeyin yanlış olduğunu biliyorsam onu hissetmeyecektim.

Başımı salladım. Hafızam güçlüydü, değil mi? Hiçbir şeyi unutamazdım. Hiçbir şeyi...

Raiden sonunda tekrar hareketlendiğinde başımı yine ona çevirdim. Arlo temkinli bir şekilde ona yardım etti ve bir tahta kirişe yaslanmasını sağladı. Raiden'ın koyu renk gözleri beni buldu, öfkesinin hala devam ettiğini net olarak gördüm. "Üzgünüm," dedim yine de. Dişlerini sıktı, yumruklarını da. "Beni öldürmek mi istiyorsun, kabul," diye devam ettim. "Ama emin ol, o Yılanları ben bulsaydım onları diri diri yakardım."

Çenesi gevşedi. Ellerini açtı ve sonunda bakışlarını kaçırdı. Tek kelime etmedi. Arlo ayağa kalkıp konuşana kadar kimse de konuşmadı. "Aramızda Yılan dili bilen var mı?" diye sordu yerde bir noktaya bakarak. "Muhtemelen şu Kurt, Yılan dilinde bize bir not bırakmış çünkü. Dünyanın sonu geliyor olmalı."

Hareketlendiğimde Lian dizime elini bastırarak beni durdurdu. Yavaşça ayağa kalktı ve Arlo'nun baktığı yere yürüdü. Burada Yılan dili bilen tek kişi elbette ki ben değildim. Lian yazıda sessizce gözlerini dolaştırdı ve sarı gözleri yine bana döndü. Kaşları çatıldı. Saçlarıma uzun uzun baktı.

"Ne yazmış?" diye sordu Adara. O da Lian'ın yanına yürüdü, yazıya baktı. Aralarında Yılan dilini bilen tek kişinin Lian olduğuna o an emin oldum çünkü Adara'nın meraklı bakışları kardeşinin üzerine dönmüştü.

Lian konuşmayınca ayaklandım ve onlara doğru yürüdüm. Kolum acıyla zonkluyordu hala, olabildiğince az kıpırdatmaya çalıştım. Sonunda yazıyı gördüm. Toprağın üzerine parmağıyla yazmıştı ve kaçma planı yapan birinin tüm acelesine rağmen yazı oldukça düzgündü.

Birkaç kez okudum. Benim de kaşlarım çatıldı. Öfke damarlarımda bir şimşek gibi çaktı.

"Üzgünüm ama kırmızının saçlarında nasıl duracağını görmeliydim," diye dillendirdi Lian. Gözleri sadece ufacık bir an gözlerimde durdu, ardından saçlarıma döndü yine. "Yazan bu."

Ben de başımı çevirip saçlarıma baktım. Uçlarına bulaşan kanı gördüm. Dişlerimi sıktım ve yüksek bir küfür savurdum. "O Kurdu öldüreceğim."

Lian ayağıyla toprağı itip yazıyı sildi. "Benden önce fırsat bulursan."

⚔ ⚔ ⚔

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım....

Keyifler nasıl?

Peki, ya bölüm?

Talu bir miktar ortalığı karıştırdı ama göreceksiniz ki onun işi buuu...

Kendisi bir Yön Veren. Evet, bir Kutsal Varlık'ı daha bulduk. O Kutsal Varlık bizi nerelere yönlendirecek dersiniz?

Gel gelelim Raiden'a... Onun hikayesini bir miktar öğrendik. Ona karşı biraz yumuşadık mı peki?

Asra ve Lian cephesi biraz daha ısındı. Aslan prens sizin söyleminize göre mırrr mı oldu acaba? 😈

Haftaya tekrar buluşmak için lütfen oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 😌

Çünküüüüü diğer bölüm yeni bir karakter kilidini daha tak diye kıracağız ve bence onu da çok seveceksiniz. Irkını tahmin eden olacak mı acaba?

Aklınızdan geçenleri duyar gibiyim, hayır bizde karakter bitmez. Daha kimleri göreceğiz kimleri 😈

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz

Der ve S.Mare kaçar 💃

 

Loading...
0%