Yeni Üyelik
26.
Bölüm

1.25 - Taşınamayan Nefret Yükü

@e.smare


Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶
Lawless & Jessica Tonder - Keep Me Safe
🎶

Instagram: e.s.mare
Emareden
Tiktok: smare_hikayeleri (Yeni bölüm alıntı videosu buradan gelecek 😈


"Al o kılıcı tekrar ve tam kalbime sapla.
Benden tamamen kurtul çünkü
eğer yaşarsam yemin ederim seni öldüreceğim."

 

Lian gittikten sonra uyuyamamıştım. Aklım ona söyleme ihtimalim olan ve bana söylediği şeyler arasında gidip geliyordu. Kıpkırmızı odada bir de her yerde yanan mumların verdiği göz yorucu aydınlık başımı ağrıtmaya başlamıştı.

Yavaşça doğruldum ve sırtımı yatak başlığına yaslayıp gözlerimi odanın içinde dolaştırdım. Büyük pencerenin sol tarafındaki duvarın önünde cayır cayır yanan bir şömine vardı. Pencerenin sağ tarafında tülleri çekilmemiş yatağın üzerindeydim. İki yanında da maun sehpalar vardı. İkisinin üzerinde görkemli şamdamlar yanıyordu. Sadece onlar bile odayı yeterince aydınlatamazmış gibi duvar diplerine de büyüklü küçüklü mumlar dizilmişti. Yanmayan bir tane mum yoktu. En azından pencerenin tarafına dizilmemişti, aksi halde odayı alevlere teslim ederlerdi.

Şöminenin olduğu duvarın sol tarafında da giyinme paravanı vardı, böylesine bir yer için gereksiz olduğunu düşündüm. Paravanın yanında bir askılık bulunuyordu, kıyafetler sıra sıra üzerine dizilmişti ve hepsi de geceliklerden oluşuyordu. Dolabın ve şöminenin arasındaki kemerli bölmeden Lian'ın ayıltmak diye nitelendirdiği ama bana göre açık bir boğma girişiminde bulunduğu banyo teknesi görünüyordu. Yatağın tam karşısına geliyordu kemerli giriş teknenin neredeyse tamamını gösterecek kadar genişti. Yapılmak istenenin elbette farkındaydım ama orada herhangi bir kadın yıkanırken bir erkeğin bu yatakta fazla duramayacağını da bilecek yaştaydım.

Ayaklarımı yataktan sarkıtırken şömineye doğru yürüdüm. Önünde serili parlak ve yumuşak tüylü halıya oturdum. Kolumdaki izlere baktım, soluk iki diş izi... Yine canımı sıkmaya başarmıştı. Gözlerimi çekip alevlere diktim, odun kovasından birkaç odun alıp ateşin içine attım ve karıştırıcı demir çubukla alevlerin daha da harlanmasını sağladım. Demiri geri çekip şöminenin yanına dayayacaktım ki ucundaki kızıllığın çekiciliği ile durdum. Tekrar kolumdaki izlere bakarken iç geçirdim. Bir kez yapmıştım. Hatta iki kez... O acıyı biliyordum.

Tekrar yapabilirdim. Gözlerimi kapattım ve dişlerimi sıkıp çubuğu koluma yaklaştırdım. Derin bir nefes aldım. Geçmişin izleri mi, yoksa sadece bir yanık izi mi? Hangisi canımı daha çok acıtıyordu?

Kızgın demiri o an izlerin üzerine bastırdım. Cevap basitti çünkü. Geçmişin izleri...

Dişlerimi koluma geçirirken çığlığımı içime hapsettim ve ancak uzun saniyeler sonrasında derin derin soluklanabildim. Gözlerimi açıp koluma tekrar bakmam ise çok daha uzun sürdü. Yanık izi yine geçmişin izlerini silmeyi başarmıştı, dağlanan tenimin yoğun acısına rağmen bu beni gülümsetti. Hatta etimden yükselen nahoş kokusu bile hoşuma gitti.

Diğer bileğimi yakarken o kadar acımasız davranmadım ama yine de acı acıydı. Ayağa kalkıp dolaptan aldığım yumuşak bir gecelikle tekrar ateşin başına oturdum. Geceliği yırttım ve bileklerime yavaşça sardım. Kumaş yanıkla temas edince daha fazla acıtmıştı ama önemli değildi. Yanığın izi de geçmişin izleri de gizlenmişti artık.

Geceliğin kalan parçalarını ateşe atıp yanışını izlerken kapım yavaşça tıklatıldı. Başımı çevirdim ve kapıya bakarken kaşlarım çatıldı. Lian'ın ya da diğerlerinin kapıyı çalacak kadar nezaket sahibi olmadıklarını biliyordum ama onlardan başka da bulunduğum odaya kim gelebilirdi ki?

Gömleğin kollarını aşağı çekerek bileklerimdeki kumaş parçalarını gizledim ve Kilitli değil," diye seslendim. Kimi göreceğimi merak ederek kapının aralanışını izledim. İles... Elbette başka kim olabilirdi?

Hala üzerindeki o şeffaf giysilerle, "Gelebilir miyim?" diye sordu. Odaya tekrar göz gezdirdim, gözlerim yatağın sağ tarafındaki maun sehpanın yanındaki kılıcı buldu. Lian'ın onu geri almamış olması beni rahatlattı, herhangi ters bir durumda kullanabileceğim en iyi silahtı o.

"Aslan prens burada olduğundan haberdar mı?" diye sordum önce.

"Eğer uyumamışsa muhtemelen, hemen karşı odada," dedi dişlerini gösteren bir sırıtışla.

Elimle içeri girmesini işaret ettim. "Bu uyumamışsa seni duyabileceği anlamına geliyor."

İçeri girip kapıyı kapattı ve yatağa yürüdü. "Sana yaklaşmadığım sürece sorun yok," dedi. "Ayak seslerimi takip ediyor şu an ve evet, uyanık."

Yatağın ayak ucuna otururken ben de sırtımı şömineye verip oturduğum yerde ona döndüm. "Yılanlar o kadar da iyi duyan bir ırk değil," dedim ve kollarımı yumuşak halıya dayayıp sırtımı geriye verdim. Yanıkların acısı çok belirgindi ve acısıyla yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tutuyordum. Sıcaklık da bunu katlıyordu ama yine de bedenime vuran o canlı ısı haddinden fazla iyi hissettiriyordu. Hala nemli olan kıyafetlerimi ve saçlarımı kurutuyordu. "Söylesene! Senin olayın tam olarak ne?"

Gözleri şömine ve benim aramda gidip geldi. "Peki, senin?" Birden yüzünü buruşturup kapıya baktı. "Tamam, yasak sorular sormuyorum."

Ben de kapıya baktım. Kaşlarım derince çatıldı. "Şu an seninle konuşuyor olamaz değil mi?"

"Konuşmuyor. Tehdit ediyor," dedi İles. "Birkaç dakika içinde gitmezsem boğazımı parçalamakla."

İles'in onu nasıl duyduğunu bir türlü anlayamasam da istemsizce güldüm. "En iyi bildiği şey, tehdit etmek yani."

"Emin ol, boğaz parçalamakta da bir o kadar iyi. Dişleriyle birinin boynunu parçaladığını hiç gördün mü?" Yüzümü buruşturduğumda o da aynısını yaptı. "Görmek istemezsin."

"Birkaç dakika kısa bir süre, sadece bir şarkı kadar. O yüzden buraya geliş nedenine hemen gelirsen iyi olur. "

"Misafirlerimin rahat edip etmediklerini hep kontrol ederim."

"Odalarına girerek?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Eh, odalara pek girmiyorum. Bazen benim için bile rahatsız edici görüntülerle karşılaşabiliyorum. Bu sadece size özel fazladan bir konukseverlik kontrolü diyelim." Bir bacağını diğerinin üzerine atarken tekrar şömineye baktı. "Ateşe çok yakınsın bu arada."

"Yılanlar ateşi sevmez," dedim göz devirerek. "Ben de bayılmıyorum. Sadece ısınıyorum. Sadede gel artık çünkü ikimizde bu misafirperverlik zırvalığını yemediğimi biliyoruz."

"Bir Kutsal Varlık'sın değil mi?" diye aniden sorunca tedirgin oldum. Gözleri göğsüme doğru inip tekrar yüzüme çıktı. "Evet, bir Kutsal Varlık'sın. Lian o yüzden sana dokunmamı istemiyor. Peki, nesin sen?"

Dudağımın içini dişlerken ellerimi halıdan çekip öne doğru eğildim. O bir şeyler anlamıştı belki ama ben de anlamıştım artık. "Sen nesin? Dokunan mı?" İstemsizce güldüm. Dokunan diye bir şeyin olup olmadığını bile bilmiyordum ama kulağa komik gelmişti. "Dokunduğunda ne oluyor, her bir uzvumuz parçalanıp etrafa mı saçılıyor?"

"Duyan," dedi İles. Ciddi olup olmadığını anlamak için yüzünü inceledim. Ciddiydi. Dudaklarım aralık kaldı. O yüzden mi Lian'ı az önce duyabilmişti? Bir Yılan koridordaki sesleri bile kapıya kulağını dayamadan zar zor duyardı, bağırmadıkları takdirde elbette.

"Dokunmakla ne alakası var bunun?"

"Dokunduğum kişileri belli bir süre duyabiliyorum, her konuşmalarını istersem dinleyebilirim ama Kutsal Varlık'larla aramda farklı bir bağ oluşuyor. Onları her zaman duyamıyorum, bana karşı koyabiliyorlar." Çenesiyle beni işaret etti. "Tabii henüz ne yapabilecek güçte olduklarının farkında olamayanlar hariç."

Dudaklarımı büzdüm. "Beni duyman neden önemli olsun? Eğer beni dinleyerek bilgi edinip onlara ihanet etmeyi düşünseydin prens zaten buraya gelmezdi. Sana güveniyor." Başımı yana eğerken hafifçe güldüm. "Tabii başka bir şey daha yapamıyorsan?"

"Zekisin," dedi İles. "Beni yakaladın. En derinlerdeki sesleri de duyuyorum. İnsanlar bazen kendi içindeki seslere kulak kapatır, onları duyup gün yüzüne çıkarabiliyorum. Bunlar genellikle pek hoş sesler olmuyor, bazı sesleri ise kişinin kendisi bile unutmuş oluyor. Zihni ondan gizliyor, çocukluk anıları gibi." Ayağa kalkıp kaşlarını kaldırdı. "Kendini duymak ister misin?"

Kapı şiddetle açıldığında Lian küfrederek içeri girdi. İles hemen bir adım geriledi. "Şansını zorlama demiştim sana," dedi Lian ona doğru yürürken.

İles ellerini havaya kaldırdı. "Sadece bir teklif," dedi hemen. "Ona dokunmadım."

"Boktan tekliflerin artık çok olmaya başladı," dedi Lian ve onu yakasından kavrayıp kapıya doğru itti. "Eğer bir işe yaramak istiyorsan ona banyosunu hazırlayacak birilerini gönder ve bir daha bu odanın yakınından bile geçme!"

"Anladım, anladım," dedi İles hızla. "Gidiyorum. Pençelerini geriye çek lütfen."

Kapıya yürüyüp açtığında bakışları kısa bir an beni buldu. Lian görmemişti belki ama ben o bakışlardaki anlamı biliyordum. Teklifini düşünmemi istiyordu. Ancak bir aptal böyle bir teklifi düşürdü. Bu başka bir insana içini tüm çıplaklığıyla açmak demekti. Değil unuttuklarım, hatırladıklarım bile bana dokunmaması için onu öldürmem demekti.

Kapıyı kapattığında Lian bana döndü. Arkamda harlı bir ateşle yanan şömine bile o an onun gözlerinden daha sönüktü. "Onu içeri alırken ne düşünüyordun?"

Öfkesine, öfkelendiğinde sesinde beliren hırıltıya rağmen öylece omuz silktim. "Önemli bir şey söyleyeceğini düşündüm. Beni öldürmezdi ya. Hem sen de dinliyordun." Gülümsedim. "Sahi, bizi neden dinliyordun?"

Soruma cevap vermek yerine, "Burasının ne olduğunu biliyorsun değil mi?" diye sordu. "Bir Yılan Sarmalı'ndasın. Kapıyı kilitlemeli ve kimseyi içeri almamalıydın."

"Sence birisi kapımı açmak istese kilidin bir önemi olur mu? Aşağıdaki iri Yılanları sen de gördün. Hem kılıcımı bırakmışsın, kendimi savunabilirim. Ne bu öfke?"

Burnundan öfkeli bir soluk verdi. Boğazından aynı anda bir hırıltı yükseldi. "Seninle daha fazla tartışmayacağım. Sadece kapını kilitle ve uyu!"

Sert adımlarla kapıya yürürken, "Bekle!" dedim. Durup başını bana çevirdi. "Onun ne yapabildiğini biliyordun." Çatık kaşları daha da derinleşti. "Neden bunu kullanmadın? Bana dokunup hakkımda her şeyi öğrenme fırsatın vardı ama kullanmadın. Neden?"

"İles her şeyi duyamıyor," dedi. "Senin sesin ve duyduğun herhangi birinin sesi. Göremez, sadece duyar. Duydukları da seni ve çevrendekileri tanımadığı sürece çok açıklayıcı olmaz. O sadece meraklı biri, seni merak ediyor."

"Bu yine de bir şeyler öğrenmek için yeterli bir güç," diye itiraz ettim. "Bazı bilgilerin kimin söylediğinin önemi yoktur. Sen de bilgi istiyorsun zaten. Beni en az İles kadar merak ediyorsun."

Belki ondan bile fazla...

Bu bir tahmin ya da yem değildi. Beni merak ettiğini biliyordum, ben de onu merak ediyordum çünkü. Zaten o da inkar etmedi. "Evet ama bu şekilde öğrenmek istemiyorum."

"Nasıl?" dedim hemen. "Hile gibi mi? Bunu çok kez yaptın zaten. Bu kez farklı olan ne?"

Sert bir nefes verdi, yine öfkelenmişti. "Senden hiç zorla bilgi almaya çalıştım mı Asra? İlk karşılaşmamızda sizi yağmacı sandık ve doğal olarak bilgi almak için uğraştık ama yağmacı olmadığınızı anladığımızda buna bir daha yeltenmedim. Ben sana bir anlaşma teklif ettim. Seni zorlamadım, isterseniz gidebileceğinizi söyledim hatta. Sen de kabul ettin, o anlaşmanın temeli bilgi edinmeyi içeriyordu zaten, istediğim her bilgiyi bana vermek zorundaydın ama bunun için de seni zorlamadım. İster kabul et ister etme ama o masada da babamın sizi öldürmesini engelledim ben. Bir şeyleri kendi lehime mi çevirdim, evet ama o masaya bir oyun kurarak oturmadım. Sen kaçmak için bir oyun kurdun, işte ben o zaman bir oyun kurdum. Senin oyununa karşı! Ve emin ol, eğer o oyunu kurmasaydım çoktan ikiniz de ölmüştünüz."

Onu dinlerken dudağımın içini kemirdiğimi fark ettim. Kendimi sadece bir an suçlu hissettim. Sonrası onun gibi alev alev bir öfkeydi. "Senin kurduğun oyun beni yaktı. Vilas'ı acıdan bayılttı. Beni kaçtığım topraklara geri getirdi. Esirdim, bir daha esir oldum. Dayak yedim, ölesiye." Gömleğimin yakasını aşağı çektim ve kolumdaki yarayı açığa çıkardım. Raiden'ın yaraladığı yeri gösterdim. Neredeyse iyileşmek üzereydi. Neredeyse... "Belki gelmeseydin orada da ölebilirdim. Sen bize bir yaşam sunmadın. Sen en başından babanın yapabileceklerini tahmin ederek o masaya oturmamıza izin verdin. Hayatımızı tehlikeye atan sendin! Kurtarmış gibi davranma prens."

"Kahretsin!" dedi neredeyse tıslar gibi. Buna başka bir zaman olsa gülebilirdim. "Sadece seni yanımdan ayırmamak için uğraştım. Acı çekmeni istemedim, bunun hoşuma gittiğini mi sanıyorsun? Seni yaralı görmek hoşuma mı gidiyor benim?"

"Gitmiyor mu?" diye diklendim. Yüzü yüzümün önündeydi artık. Gözlerimden taşan öfke onun gözlerine akıyordu neredeyse. "Tiksindiğin bir Yılanım ben. Beni yanından ayırmak istemedin çünkü ne olduğumu biliyordun. Senin için bir önemim yok, belki de beni öldürmek için sadece bu işin bitmesini bekliyorsundur."

"Seni öldürmek falan istemiyorum!" diye hırladı. "Kafanda kurmaktan vazgeç!"

"Neden? Belki de çok geç değildir!"

Ona onun sözlerini hatırlatmam onu daha da sinirlendirdi. "Lanet olsun Asra! Bocalıyorum tamam mı? Ve sen..."

Sustuğunda, "Ve ben ne?" diye üzerine gittim. Aşağılayıcı cümlelerine alışmıştım, susmasına gerek yoktu.

"Ve sen..." dedi yine. "...bana ne ara bu kadar yaklaştın?"

"Ne?" dedim afallayarak. Algılarım sonra açıldı. Neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. Halbuki ayağa kalktığımı da ona yaklaştığımı da öfkeden fark etmemiştim. Bana bunu fark ettiren o olmasına rağmen geri giden ben oldum. "Öfkeden," diye ağzımda geveledim. "Yoksa... Şey... Senin o iğrenç kokunun solumazdım."

Kaşları havalandı. O gerilim bir anda tuz buz oldu. "Demek rüzgar ve orman kokusunu sevmiyorsun."

"Ne?" dedim irkilerek.

"Hiç," dedi ve gülümseyerek bir adım geriledi. "Sadece bu gece dilinden pek düşmemişti ama belli ki onu da hatırlamıyorsun."

Sesli mi söylemiştim?

Sesli mi söylemiştim?

Sesli?

Bin lanet!

"Evet, tiksinç bir koku," dedim hemen. "Ondan olmalı."

"Her zaman tiksindiğin kokuları bu kadar çok solumaya çalışır mısın?"

"Kapa çeneni!" diye tısladım. "Sarhoştum."

Güldü, sanki az önce öfkeden köpüren o değilmiş gibi. Ve beni taklit etti. "Ben sarhoş olmam."

"Elbette yüzüme vuracaksın çünkü sen pisliğin tekisin!"

"Yüzüne vurmadığım o kadar çok şey var ki. İnan bana Asra, duysan kendini öldürmeye çalışırsın."

"Neymiş onlar?" diye şüpheyle sordum.

"Sır," dedi gülümseyerek. "Ve adı sır olan şeyler kolay harcanmamalı değil mi canım?"

"Laf oyunları oynamayı kes! Ne yaptım?"

"Yine bana çok yaklaşıyorsun," dedi ve dudaklarını ıslattı. "Şu aralar çok tehlikeli şeyler yapıyorsun. Dikkat et!"

Yine fark etmeden ona yaklaşmıştım ve geri adım atarken yüzümü buruşturdum. "Bu yine bir tehdit mi? Ne ima ediyorsun şimdi?"

"Devam et," dedi manasızca. "Ama bilgin olsun, bende kendime söyleyecek yalanlar bile tükendi."

"Tamam," dedim, garip bir şekilde rahatsız hissetmiştim. "Saçmalamaya başladın artık. İles'in bir daha geleceğini sanmıyorum, defol git o yüzden."

Söylediğim şeyle dağılan öfkesi geri geldi. "Gelemez. Gelmek bir yana bir daha aptalca konuşursa neler olacağını da biliyor artık!"

"Neden aptalca olsun? Bana bir teklif sundu. Hem belki de ben teklifini kabul ederim."

"Hangi teklifini?" dedi, sanki aslan hırıltısı dilinin altında gizliydi ve her an dışarı çıkmanın yolunu arıyordu.

Yüzümü buruşturdum. "İkinci teklifini elbette aptal."

"Etmeyeceksin!"

Etmeyecektim zaten, sadece İles ile ilgili söyledikleri bana çok inandırıcı gelmemişti. Beni geçiştirmek için söylemiş gibiydi ki muhtemelen öyleydi, sadece asıl nedenini merak ediyordum. Sertçe itiraz etmesi de düşüncelerimi kanıtladı zaten.

"Neden? Yalan söylediğimi iddia edip durmuyor musun? Anlamasa da benim hakkımda sana yine bir şeyler söyleyebilir."

Bir an gözlerini kapatıp burun kemerini sıktı. "Derinlerdeki sesler yüzeye çıktığında acı verir. Ne kadar derine inerse o kadar acı... İçsel bir acıdan daha fazlası bu. İles'in bu şekilde çok insanın ölümüne sebep olduğunu gördüm."

Yutkundum. "Onu ilk gördüğümde bana dokunduğu an ölebilir miydim yani? Ya da sana."

Başını hafifçe iki yana salladı. "Bana bunu yapamaz, senin üzerinde de acı verecek derecede gücünü kullanamazdı zaten; en azından derinlere inecek kadar çünkü benimle beraberdin. Sadece seni dinleyebilirdi. Dokunduktan sonra bunu istediği an yapabilir, sen karşı koymayı başarana kadar bu devam eder ama o daha fazlasını da bilmek istiyor. Derinlerini de. Bu gece de bunu denedi. Sen onay verseydin, belki buna yeltendiği için onu öldürmezdim diye düşünüyordu. Yanıldığını geç de olsa anladı."

"Pekala," dedim kelimeyi uzatarak. "Anladım, yeterince acı çektiğimi düşünüyorum. Sanırım anılarım bende kalabilir."

Bana sert bir bakış attı ama bir şey söylemedi. Ben de söylemedim. Yine sessizlik uzayınca, "Konuşma bitti," diye hatırlattım. "Ama sanırım gitmeyi pek düşünmüyorsun prens."

Bir şey söyleyecek gibi oldu ama kendini tuttuğunu görebiliyordum. En azından kapı kulpunu kavrayıp aniden soluklanana ve başını bana çevirene kadar. "Neden adımı söylemiyorsun?"

"Ne?"

"Adımı sadece bir kez söyledin. Neden adımı söylemiyorsun?"

Kaşlarım istemsizce havalandı. "Bu... Biraz garip bir soru oldu."

"Sarhoşken bile bana prens dedin," dedi kendi kendine konuşur gibi. "Bu sinir bozucu."

En azından bir şeyi doğru yapmıştım. Dudaklarım yavaşça yukarı kıvrıldı. "İyi geceler prens. Rüyalarında beni görmeye devam et."

"Ne?" dedi aniden. Tedirgin göründü.

Dişlerim açığa çıkacak kadar gülümsedim. "Uyurken ismimi söylüyorsun bazen. Rüyalarında da sana prens diyorsam belki de."

Dişleri alt dudağını sertçe sıyırdı. Gözlerini benden aniden çekti ve kapıyı açtı. Dışarı çıkıp kapıyı ardından çekse de söylenmesi içeri geldi. "Aptal kız..."

Devamını başka bir dille söyledi. Kartal diliydi, Arlo'nun ara sıra konuşmalarından artık o dile biraz aşinaydım. Aslan prens diğer hakaretlerini anlamamam için artık başka diller kullanıyordu. Gelişme gösteriyordu ne yalan söyleyeyim.

Ardından birkaç saniye sırıtarak kapıya baktım. Sonra kaşlarım çatıldı. Neydi bu şimdi? Ve gülümsemem nedendi? Kendime öfkelendim. En başından odadan defolup gitmesini sağlamalıydım. Şimdi geriye dönüp düşündüğümde konuştuğumuz her şey aptalca geliyordu. Ve de rahatsız edici.

Şükür ki kısa süre sonra birkaç Yılan kız gelip banyoyu hazırladı ve ben de Lian'ı kafamdan def edip suyun keyfini çıkardım. Yalan! Aslında kafamdan bir türlü çıkmayan Aslan ve onun söyledikleri ile çok da keyfim falan kalmamıştı. Yeni kurallar...

Aslanla olabildiğince az konuş!

Aslanla didişme!

Ve... Onu koklama, ne kadar güzel koksa bile!

Lanet Aslanın sarı gözlerine de çok fazla bakma, diklenmek için olsa bile!

Aslana olan nefretini hep diri tut! Her an, her saniye...

Uykum tekrar gelene kadar yeni kurallarımı tekrarlayıp durdum ve suyun içinde kaldım. Parmak uçlarım buruş buruş olduğunda ve göz kapaklarım kapanmaya başladığında temizlenip banyodan çıktım. Giysilerin asıldığı tarafa yürürken esnedim. Gecelikleri elimle ağır ağır inceledim. Hepsi çok şeydi... Yok gibi. En giyilebilir olanı aldım ve o bile benim sarayda giydiğim ipek geceliklerin yarısı kadar bile değildi. En azından onlar kadar rahattı. Üzerime geçirdiğimde uzun bir süre bu kadar rahat bir yatakta uyuyamayacağımı bildiğim için bunun tadını çıkarmaya karar verdim. Ta ki pencerenin önünden geçerken sokakta gördüğüm iki pelerinli kişi ilgimi çekene kadar...

Elinde fener tutanın bir kadın olduğunu fark ettim, boş ara sokakta sadece o ve diğer pelerinli vardı. Tehlikeli durmuyorlardı, sadece konuşuyorlardı ama bu yine de ilgi çekiciydi. Belki de Yılan Sarmalı'ndan birileriydiler. Dudak büktüm, muhtemelen öyleydiler ama burası girişin olduğu sokak değildi. Yılan Sarmalı'nın arkasında kalan sokaktaydılar. Buraya gelmiyor ya da gitmiyorlardı o halde.

Kadın başını kısa bir an kaldırınca fener yüzünü aydınlattı. Olduğum yerde sendeledim. Gözlerimi ovuşturdum ve yanlış görüp görmediğimi anlamaya çalıştım. Hayır, yanlış görmüyordum. Onlar Yılan Sarmalı'ndan değillerdi, en azından kadın değildi. O kardeşim Alissa'ydı.

Öylesine afalladım ki onlar tekrar hareket edip yürümeye başlayana kadar öylece bakakaldım, ancak o an kendime gelebildim. Kapıya baktım, oradan gidersem aşağıdaki adamlar beni görüp kesinlikle İles'e haber verirdi. O da Lian'a... Tekrar pencereden dışarı baktım, uzaklaşıyorlardı ve ben kararımı verdim.

Önce kılıcımı aldım. Sonra tekrar pencereye koştum. Kılıcı takacak bir yerimin olmadığını o an fark ettim. Kıyafetlerimi de değiştirmeye vaktim yoktu, aşağı atsam ses çıkarırdı. O yüzden onu bırakmak zorunda kaldım. Pencereyi açıp düşünmeden pervaza oturdum. Aşağı sarktım, odam en azından ikinci kattaydı da girintilere basarak aşağı inmem zaman almamıştı. Zorlanmamıştım çünkü çok kez sarayın içinde dolaşıp bir yerlere tırmanmış ve gizlenerek insanları izlemiştim.

Çıplak ayaklarımla Alissa ve yanındaki pelerinli kişinin gittiği yöne doğru koştum. Sokak bir süre sonra sağa kıvrıldı, o sokak ise ikiye ayrıldı. İkisi de boş görünüyordu ama birinden gitmiş olmalıydılar. Peki, ben hangi tarafa dönecektim?

İki karanlık sokaktan sağ taraftakinde hafif bir ışık görünce oraya doğru koştum. Ayaklarım buz kesmişti, ince gecelik yüzünden bedenim de. Saçlarım hala ıslaktı üstelik. Üşümekten ziyade çoktan titremeye başlamıştım ama durmadım. Işığa yaklaşana kadar koştum. Sonunda elinde feneriyle giden kardeşimi gördüm ama yalnızdı artık.

Nefes nefese durdum. Kalbim şiddetle çarpıyordu artık, titremelerimin artmasının sebebi de soğuk olmaktan çıkmıştı. Dudaklarım zorlukla aralandı ama sesim net çıktı. "Aliss!"

Durdu. O arkasını dönerken bir kılıç boynuma dayandı. Kıpırdamadım, zaten Alissa'nın yüzü gözlerimin önüne serilmişken kıpırdayamazmışım gibi geliyordu. Onu gördüğüm an öldüreceğimi düşünmüştüm, kim bilir belki kılıcımı alabilmiş olsam bunu yine de denerdim ama şimdi... Tüm yaşadıklarım gözlerimin önüne gelmişti.

Alissa beni seven tek kardeşimdi. Beni umursayan da kardeşlerim arasında sadece o olmuştu ama yanılmıştım. Alissa hepsinden bile daha kötüydü çünkü hiçbiri canımı onun kadar acıtmamıştı. "Assra!" dedi titreyen bir sesle.

Göz ucuyla kılıcı boynuma dayayan kişiye baktım. İlk başta pelerininden yüzünü inceleyememiştim ama şimdi onun genç bir erkek olduğunu görebiliyordum. Alissa onunla kaçmıştı belli ki. Beni bir ateşin içine atıp kendine yeni bir hayat kurmayı düşünmüş olması daha da canımı acıttı. "Keyfin yerinde ha!" dedim alayla, yine de o sesten acıyı gizleyememiştim. "Vilessa'da yeni bir hayata mı başladın?" Gözlerimle yanımdaki oğlanı işaret ettim. "Aşığınla."

Tereddüt etse de bana doğru yürümeye başladı. "Assra sen... Burada ne arıyorsun?"

Ne aptalca bir soruydu bu? Bana ilk söyleyeceği şey bu olmamalıydı.

"Neden şaşırdın? Yoksa çoktan Kara Yılan Sarayına gittiğimi düşünüp kendini mi rahatlatıyordun? Benden kurtulduğunu sandın, beni satıp kaçabileceğini sandın?"

"Daha fazla yaklaşma!" diye uyardı onu oğlan ama Alissa birkaç adım öteme gelene kadar durmadı. Ne kadar da sağlıklı görünüyordu, kilo bile almıştı hatta. Ben ise yara bere içindeydim. Esirdim. En önemlisi... Her şeyimi, Vilas'ı bile kaybetmiştim.

"Özür dilerim," dedi sanki bana yaptığı öylesine bir şeymiş gibi. Gözleri doldu, bu beni daha da sinirlendirdi. "Ben..."

"Kes sesini!" diye bağırdım dayanamayarak. Oğlan kılıcı daha da bastırdı ama umurumda bile olmadı. "Bana bıraktığın notu tekrarla sadece. Gözlerimin içine bakarak söyle!"

"Böyle olsun istemedim," dedi titreyen sesiyle. "Yemin ederim..."

"Gitmemiz gerek," dedi oğlan. Etrafına bakıyordu, dikkat çekmek istemiyordu ve ben az önce dikkat çekecekleri o başlangıcı yapmıştım. Dahasını da yaptım. Boğazımdaki kılıcı kavradım ve kesilen avuç içime rağmen dönüp oğlanın bacak arasına bir tekme attım. İki büklüm olduğunda kılıcı yere düşürdü. Onu almaya uğraşmadım. Oğlanın arkasına geçip kolumu boynuna doladım. Benden güçlüydü belki ama o an öyle bir öfkeyle doluydum ki o boynu çevirip kırmamış olmamın sadece bir nedeni vardı.

Almadığım o kılıcın tekrar boynuma dayanması...

"Bırak onu Assra!" dedi Alissa. Böcekten bile korkan kardeşim boynuma bir kılıç dayamıştı.

Onu nasıl bu kadar yanlış tanımıştım? Kendi kardeşimi...

Bu beni o kadar afallattı ki oğlan kendini kurtarıp döndü ve beni yere devirdi. Yumruğu yüzüme inmek üzereydi ki, "Hayır," dedi Alissa. "Yapma!"

Ona baktım, gözlerim hala elleri arasında duran ve beni gösteren kılıcı buldu. Güldüm. "Sen mi yapacaksın kardeşim? Hadi durma! Ama önce yazdıklarını yüzüme söyleyecek cesareti göster! Eğer bunu yaparsan gitmene göz yumacağım!" Sessiz kalması beni daha da öfkelendirdi. "Söyle!" diye bağırdım.

"Kapa çeneni!" dedi oğlan tıslarcasına.

Alissa'nın gözleri daha da doldu ve sonunda yüzüne akmaya başladı. "İstediğin buydu," dedi bana. İnanamadım, bu bana söyleyeceği en son şeydi.

"Ne?" derken bile öfkem şaşkınlıkla karıştı.

"Hep benim gibi olmak istemiyor muydun?" dedi ve başını dikleştirdi. "Ben sana daha fazlasını verdim. Seni bir kraliçe yaptım ben. Bir gün Kara Yılanların kraliçesi olacaktın ve imrendiğin o hayatı yaşayacaktın."

"Ne söylediğini bilmiyorsun sen," dedim doğrulmaya çalışarak. Oğlan izin vermedi, zaten Alissa da kılıcı daha da yaklaştırdı.

"Biliyorum," dedi. "Sen benim çok mutlu olduğumu sandın. Tüm o balolar, şatafatlı kıyafetler, aile yemekleri... Daha birçoğu sana böyle düşündürttü ama yanılıyordun. Sen... Sen benden hep daha şanslıydın. Babam seni sevmedi ama bizi de sevmedi. Annem ise..." İç çekti, elinin tersiyle yüzünü sildi. "Seni sevdi, seni o kadar sevdi ki... Kaçmama yardım etti, beni düşünmeden gözden çıkardı. Senin için! Sırf sen bir gün bir kraliçe olabil diye. Düşündüm ve dedim ki... Evet, Assra da bunu istiyor zaten. Neden yapmayayım?" Omuzlarını kaldırıp indirdi. Kat kat pelerinlerinin altında benim gibi üşümüyordu, benim kadar canı da yanmıyordu. Pişman bile değildi. "Ben kendi hayatımı kurabilirdim, sana da istediğin şeyi verirdim. Sana ve anneme... Neden beni suçluyorsun şimdi?"

"Ben böyle bir hayat hiç istemedim," dedim, sesim çatladı. Gözlerimin dolup ne zaman akmaya başladığını bile anlamadım. Halbuki ben ağlamazdım. "En iyi senin bilmem gerekirdi. Ben bunu istemedim. Sen sadece bana duyduğun o gizli nefreti sonunda gösterme fırsatı buldun. Değil mi Alissa? İtiraf et hadi! Et ve rahatla!"

Kısa bir an sustu, gözyaşları arttı. "Evet!" dedi titreyen bir sesle. "Evet. Şimdi git ve lanet hayatımın nasıl olduğunu kendin gör! Bizi rahat bırak!"

Sesi yükseldiğinde oğlan gerildi çünkü artık dikkat çekmiştik. Alissa oğlana işaret verdiğinde oğlan üzerimden kalktı. Onun yanında durdu, Alissa elindeki kılıcı ona uzattı. "Peşimizden gelme! Ne olursa olsun sana zarar vermek istemiyorum."

"Öldür beni!" dediğimde irkildi. "Al o kılıcı tekrar ve tam kalbime sapla. Benden tamamen kurtul çünkü eğer yaşarsam yemin ederim seni öldüreceğim."

Oğlan belime bir tekme indirdiğinde Alissa onu geri çekti. "Hiçbir şey yapamaz, bırak!" dedi. "Eğer peşimizden gelirse..." Yutkundu. "Öldürürüz."

Ben öylece yerde onları izlerken birkaç adım attılar geriye doğru. Sonunda döndüler ve koşmaya başladılar. Peşlerinden gidememedim, canım hiç bu kadar yanmamıştı çünkü. Annem beni o düğüne ittiğinde bile bunu hissetmemiştim. Lian'ı tanıdıktan sonra aldığım hiçbir yara bu kadar acıtmamıştı canımı.

Buz gibi sokak taşlarının üzerinde yan döndüm ve dizlerimi karnıma çekip kıvrıldım. Gözlerimden akan yaşlar arttı. O kadar çok şeye dayanmıştım ki ama artık dayanamıyordum. Bu son nokta gibiydi. Alissa'nın bana ihanet ettiğini biliyordum ama en azından pişmanlık hissedeceğini düşünmüştüm. Tam aksine yüzleştiğim şey pişmanlığı değil nefreti olmuştu.

Ben o sarayda aslında hiçbir kardeşim tarafından sevilmemiştim. Annemin sevgisi beni birçok nefrete maruz bırakmıştı. Keşke benden de nefret etseydi, o zaman bu kadar yalnız kalmazdım. Böylesine bir ihanete uğramaz ve dağılmazdım.

"Asra!"

Hızlı ayak sesleri yanıma vardığında bedenim yığıldığı zeminden çekildi. Beni saran kollar zemin kadar soğuktu. Sarı gözlerine ilk defa dolu gözlerle baktığımda sert bir nefes aldı. Elini yüzüme yasladı. "Asra!" dedi sanki kendime getirmeye çalışır gibi. Zaten kendimdeydim halbuki, bu zamana kadar göremediğim ne varsa görmüştüm.

"İyiyim," dedim kendimin bile zor durduğu bir sesle.

"Değilsin," dedi. Dudaklarım titredi, daha şiddetli ağlamaya başladım.

Sus! Kahretsin sus!

İyisin!

"İyi-"

Hıçkırıklarla bölündü sesim, sesim bana ihanet etti. Bana kendi bedenim kendi ruhum bile ihanet ediyordu.

"Tamam," dedi hızla. "Şşş! Tamam. Her ne olmuşsa önemi yok. Buradayım." Beni yerden kaldırırken, "Ağlamak istiyorsan ağla," dedi. "Ben buradayım. Seni bırakmayacağım!"

Keşke böyle söylemeseydi, keşke söylediği şeyler beni bu kadar rahatlatmasaydı. Ben keşke ona bu denli sıkı sarılmasaydım ve keşke... O beni bu kadar güvende hissettirmeseydi.

"İles!" diye bağırdı. "Eğer bu senin o kahrolası sarmalının bir sonucuysa yemin ederim ki seni de o binayla beraber paramparça ederim."

"Ben..." dedi İles'in tereddütlü sesi. "Araştıracağım."

"Lian," dedim kısık sesle. Devam etmek istedim ama ismini bile tam söylemeye gücüm yokken başaramadım.

Beni hafifçe kaldırdığında yüzüm boynuna yerleşti. "Buradayım," dedi yine.

Kahrolası kurallarım neredeydi benim?

Hatırla Asra! Unutma!

"İyiyim. Yürüye-bilirim," dedim, halbuki gözlerimi bile açamıyordum ama kurallarım...

"Yürüyebilirsin," dedi o da. "Bundan eminim ama bir kez daha çekilmez prense katlanacaksın. Seni bırakmayacağım."

Hafif bir nefes aldım ve kurallarımı bir kez görmezden geldim. Sadece bir kez...

Gülümsedim zorlukla. "Çekilmez prensi özlemişim."

At nallarının sesi, gecenin karanlığına karışıyordu. Yavaş ilerliyorduk, İles her şeyi ayarlamış olsa da yine de temkinliydik. Bir kervan izlenimi vererek ilerliyorduk. En önde onun üç adamı ilerliyordu. Arkasında iki at arabası vardı. Arabanın arkasında Arlo ve Raiden vardı. İles tam önümüyde Adara ile yan yana at sürüyordu. Adara ilk defa Arlo'dan ayrı ilerliyordu ama bunun aralarındaki soğuk havadan dolayı olmadığını biliyordum. Dün gece o soğukluğu gidermişler muhtemelen. Yola çıkmadan birbirlerini öptüklerini görmüştüm.

Lian ve benim arkamda da üç adam vardı. Yanımda yuları Lian'ın atına bağlı tek başına ilerleyen ata baktım. İles'in bana verdiği attı bu ama ben yine Lian'ın arkasında ilerliyordum. Lian yarım saat önce attan düşmeme bir kez daha engel olunca daha fazla tek başıma ilerlememe izin vermemişti. At arabaların içi gerçekten dolu muydu bilmiyordum ama prens beni onlardan birinin içine de itmemişti. Gözünün önünde olmamla ilgili bir şeyler zırvaladığını duymuştum. Çoğunu da dinlememiştim zaten.

Beni o sokakta bulduğundan beri bana bir şey sormamıştı. Yılan Sarmalı'na dönüp elimdeki yarayı sarmış ve İles'ten birkaç parça kalın kıyafet getirtmesini istemişti. Kıyafetleri bana Adara giydirmişti, o kardeşi kadar sessiz olmamıştı. Lian susmasını söyleyene kadar sorular sorup endişeli bakışlarla bana bakmıştı. Bu halini yadırgamıştım çünkü beni çok daha kötü hallerde görmüştü, en sonki halime de o ve Raiden sebep olmuştu üstelik. Sadece biraz ağlamış ve üşümüştüm, bunda endişelenecek hiçbir şey yoktu. Adara zaten neden benim için endişelensindi ki? Onun için harcanması kolay biriydim, bunu daha önce görmüştüm.

Lian o gecenin sonrasında yanımdan hiç ayrılmadı. Yatağa oturup başımda bekledi, günün geç saatlerinde uyandığımda henüz dalmıştı. Ben de onu uyandırmamak için kıpırdamadan onu izledim. Dakikalar boyunca neden yanımda olduğunu düşünerek yüzünde her noktada gözlerimi dolaştırdım. Belki de kaçtığımı düşünüp peşimden gelmişti ve yine kaçacağımı düşünüyordu. Kaçmayacağımı, kaçamayacağımı bildiğini sanmıştım. Yanılmış mıydım?

Yanılmamıştım ama böyle düşünmek daha kolayıma geliyordu. Aksi halde buna başka sebepler aramak zorunda kalırdım ve ben, o sebeplerin hoşuma gitmeyeceğini biliyordum.

Gece yarısı yola çıkana kadar o yataktan hiç çıkmadım. O da bir yere gitmedi. İles bize yemek gönderdi, çekilmez prensliğini sergileyen Lian ise yemezsem zorla yedireceğini söyledi. Sadece bir anlığına kapıda İles'le konuştuğunu duydum, muhtemelen İles ona bu halimin Yılan Sarmalı ile bir ilgisi olmadığını anlatmaya çalışmıştı. Lian'ın ona bağırdığını duysam da onları dinlemedim. Dinlersem kaçtığımı düşünmesinden başka sebeplere ulaşırdım çünkü.

Bir sonraki günün gece yarısı yola çıktığımızda İles'in bana verdiği o ata bindim. Lian bir gün daha dinleceğimi söylemişti ondan önce ama onu iyi olduğuma ikna etmiştim. Yalan söylemiyordum, iyiydim. Güne gözlerimi açtığımdan beri iyiydim aslında, sadece bana sunduğu sessizliğin keyfini sürüp dinlenme fırsatını kaçırmamıştım. Bunun Alissa ile bir ilgisi yoktu, onu o yolda bırakmıştım ve tekrar bulduğumda öldüreceğime emindim. İçimdeki her şeyi yoluna koymuştum ben.

Yine kendime yalan mı söylüyordum?

"Uyukluyor musun yine?" diye sordu Lian. Gözlerimin kapandığında başımın sırtına yaslandığının da o an farkına vardım. İşte bu yüzden birkaç kez kendi atımdan düşecek olmuştum. Kendimi geri çektim ve atın eyerdeki gevşeyen ellerimi sıkılaştırdım. Sol elimdeki yanık iyileşmişti ama sağ elimde artık yeni bir yara vardı. Dün gece kılıç kesmişti ve acısı yine kendini belli etti. Yaralara o kadar alışmıştım ki elimdeki yarayı yeni bir şey olarak düşünmüyordum. Bileklerimde yeni yanıklar, kolumda da yaralar vardı, Raiden yapmıştı. Hepsi o kadar önemsizdi ki artık.

"Hayır," dedim hemen. "İleride... Bir şey gördüğümü sandım. Onun için sadece eğildim."

"Uyukluyorsun," dedi ve atı çekip durdurdu. İles ve Adara başını çevirip neden durduğuna bakarken Lian yana döndü, biraz aşağı kaydı. Kaşlarımı çatarak ona bakarken belimi kavradı ve beni hiç zorlanmadan çekip öne aldı. "En azından burada düşmeyeceğine emin olurum."

"Canımı sıkıyorsun artık," dedim yüzüne öfkeyle bakarken. Kurallarımı hatırladım ama lanet prens o kuralları bile bilmeden onlara düşmandı sanki. "Hastaymışım gibi davranmaktan vazgeç. Ben iyiyim! Bunu kaç kez söylemem gerekecek?"

Atı tekrar hareket ettirdiğinde önümündeki ikili de bir şeyler konuşarak ilerlemeye başladı. "Benden sana bir tavsiye," dedi. "Yaşadığın her acıyı içine gömmek zorunda değilsin çünkü bastırdığın her bir duygu, bir gün seni boğazına kadar doldurarak boğar. İşte o an bir atın yularını bile tutamayacak duruma gelirsin."

"Hiçbir şeyi içimde tuttuğum yok," diye çıkıştım. "Herkes ağlar, benim ağlamam neden bu kadar büyük bir sorun oldu? Merak etme, bir daha sana böyle bir sorun çıkarmam."

"Asra," dedi eğilip yüzüme bakarken. "İnan bana, sadece ağlamadın."

Gözlerimi kaçırdım. "Sen her şeyi böyle abartır mısın?"

"Dün gece seni geri getirdikten sonra olanları hatırlamıyorsun değil mi?"

Yine ona baktım. "Uyudum sadece."

İles'in bize doğru baktığını hissettim. Lian ise önce ona sonra diğerlerine baktı. "Evet, uyudun," dedi sonunda. Başka bir şey söyleyecekti, emindim ama vazgeçmişti. Bu belki İles'in, belki de diğerlerinin dinliyor olma ihtimalindendi. Her ikisi bile olabilirdi. Onların duymalarını istemediği bir şeyler olmuştu.

"Başka bir şey mi oldu?" dediğimde hafifçe başını aşağı yukarı salladı ama onaylama hareketinin aksine, "Hayır," dedi. "Sadece uyudun."

"Peki," dedim ve dudaklarımı ıslattım. Artık emindim. Gerçekten bir şey olmuştu ve ne olduğunu bilememek ya da onun söylediği gibi hatırlamamak beni fazlasıyla tedirgin etmişti. "Ben... Ben uyurken olanları bana anlatacak mısın?"

Yine başını onaylarcasına salladı. "Uyudun, neyi anlatmamı istiyorsun? Nasıl uyuduğunu mu?"

"Anladım," dedim sadece.

"Güzel," dedi ve atın yularını tek eline topladı. Diğer eliyle beni tamamen kendine doğru çekti. Kolunu belime dolarken ellerim istemsizce sert göğsüne dayandı, yine kaşlarımı çatarak ona baktım. "Sallanıyorsun," dedi. "Ve dikkatimi dağıtıyorsun."

Gerçekten sallanıp sallanmadığımı bilmiyordum ama tüm kaslarımın ne kadar gevşek olduğunu biliyordum. Sürekli gözlerimin kapandığını da. Artık bunu kabul etmeliydim. "Neden böyle olduğunu anlamıyorum," diye mırıldandım.

Günlerce uykusuz kaldığım, dakikalarca durmadan koştuğum olmuştu ama ne böyle göz kapaklarımı kontrol etmekte zorlanmış ne de kaslarımı böylesine yorgun bulmuştum.

"Yıkanıp incecik bir gecelikle buz gibi sokaklarda dolaştın," dedi. "Sence neden?"

Nedeni bu değildi. Vilas beni bir dereye atmıştı, o dereden çıkıp delice titreyerek saraya dönmüştüm ama sabah uyandığımda yine eskisi gibi dinçtim. Ben karların arasında bile uyumuştum ama o zaman bile böyle olmamıştım. Elbette hastalanmıştım ama bu hiçbir zaman kendimi kontrol edemeyecek dereceye gelecek kadar olmamıştı. Şimdi hasta bile değildim. Sadece kardeşimin ihanetine uğramıştım ve bununla birebir yüzleşmiştim ama bu ilk değildi ki. Annem de bana ihanet etmişti.

"Sormayacak mısın?" dediğimde anlayacağını biliyordum.

"Anlatmak istersen anlatırsın," dedi sadece.

"Ölü kardeşimi gördüm," dedim, doğruydu. Elissa artık bir ölüydü, ben onu öyle görüyordum. Nefesini kestiğimde bu dünyadaki varlığı sonlanacaktı ama benim için çoktan ölmüştü. "Peşinden gittim. Ailemden herkesin öldüğünü biliyor muydun? Sadece Vilas kaldı geriye, onu da benden sen aldın."

İç geçirdiğinde göğsü ellerimin altında yükselip alçaldı. "Sana onu geri vereceğim. Seni önemsediğine inanmak istiyorum."

"Önemsiyor zaten," dedim yine sinirlenerek.

"Peki, sen neden kendini önemsemiyorsun?"

"Ne?" dedim yüzümü buruşturarak. "Elbette kendimi önemsiyorum."

O da birden öfkelendi. "O halde kendini yakıp durma!" Belime doladığı kolunu çözüp sağ elimi yakaladı ve yukarı kaldırdı. Dün gece bağladığım o gecelik parçasından başka bir kumaşla sarılı olduğunu bile o an fark ettim. "Sen geçmişi hatırlamak için yapmıyorsun bunu, aksine unutmak için yapıyorsun. Bu bir hatırlatma işareti değil, bu daha çok bir şeyleri kapatma işareti. Bir şeyi yakarak yok etmeye çalışırsın çünkü."

Söylediklerinin gerçekliği beni afallattı ama bu kısa sürdü. Elimi hızla elinden kurtarıp kucağıma gizledim. "Seni ilgilendirmiyor. Ben bir esirim, o halde bana esir gibi davran."

"Şunu söylemekten vazgeç," diye çıkıştı.

"Doğruları duymak istemiyorsan..."

"Doğrular mı?" dedi gülerek sözümü keserken. "O halde söyle bana, esirsen neden zindanda değil de kollarımdasın?"

Bu sözleri beni her şeyden fazla öfkelendirince, "Çünkü kahrolası kolların asıl zindanım," diye neredeyse bağırdım ve koluna vurdum.

Daha söylenecek çok şey dilimin ucuna birikti ama koluna vurduğumda yüzünü buruşturması susmama neden oldu. Yaralı mıydı? Neden?

"Sen..." dediğimde sanki ne söyleyeceğimi anlayıp, "Şşş!" diye beni uyardı. "Biraz uyu ve sakinleş. Ben senin düşmanın değilim." Hedef değiştirmeye çalışıyordu ama bu kez izin vermeyecektim. Sağ kolu belimdeydi hala ama vurduğum sol koluydu ve yuları tutuyordu. Gömleğinin kol düğmesine uzandığımda yuları birden bıraktı ve onunla da belimi sardı. "Rahat dur," dedi uyarırcasına. Yüzü tam yüzümün önündeydi ve fısıldasa da nefesi yüzüme vurdu. "Yoksa seni aşağı atarım."

"Aşağı atacak olsaydın beni o atın üzerinden almazdın," dedim ben de sessizce. Koluna bakmak için onu belimden çekmek istedim ama belimi daha sıkı kavradı ve gülümsedi.

"O zaman dün gece bana yaptığın gibi seni ısırırım," dediğinde gözlerim açıldı. Koluna baktım, sonra yine ona. O bir ısırık mıydı?

Kulaklarıma gelen kıkırdama sesleriyle dudağımın içini dişledim. Başımı çevirip İles ve Adara'ya baktım. Bize bakmıyorlardı ama kıkırtılar onlardan geliyordu. Onlara öfkeyle çıkışmak, dahası Lian'ı buna sebep olduğu için öldürmek istesem de hiçbir şey yapmadım. Tekrar başımı ona doğru çevirdim ve yüzüne bakmadan başımı göğsüne yasladım. İrkilir gibi oldu ama o benden daha soğuktu. "Tek kelime bile etme," dedim keskin bir dille. "Yoksa bir kez daha dişlerimi teninde hissedersin."

"Korkunç bir tehdit!" dedi ve gerçekten korkmuş gibi bir ses çıkardı. "Ah, hayır! Konuşmamam gerekiyordu, Ormanın Hakimi, beni bu korkunç Yılanın dişlerinin azabından koru!"

⚔⚔⚔

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım....

Keyifler nasıl?

Peki, ya bölüm?

Öncelikle bölüm arası uzadı ve bunu profilimde açıkladım. Lütfen beni takip etmiyorsanız sitem etmeden önce en azından bir açıklama yapmış mıyım diye profilimden bakın. Dumanla size haber gönderemem değil mi lflflf

Yorum ve oylarınızla desteğinizi esirgemezseniz bu hafta size bir bölüm daha atacağım. Benim için zor olacak biraz çünkü hem bilgisayarımı değiştirdim ve yazı yazdığım proğramı henüz yükleyemediğim için buradan düzenleme yapmaya çalışıyorum hem de internet problemi yaşıyorum ama siz her yeri yoruma bularsanız ve yıldızımızı parlatırsanız iki elim kanda da olsa o bölüm gelecek 😁

Gelelim bölüme...

Lian ve Asra didişmesi feci ilerliyordu. Hatta bizim prens de bir ara panikledi ehehe

Asra'nın yeni kurallarını beğendik mi?

İles'in gücünü de öğrendik, bu konuda ne düşünüyoruz? Belki bir ara bizim kıza dokunur da bize bir şeyler söyler diyeceğim ama Aslan prens bana hırladı, korktum

Ve ve ve kardeşimiz Alissa'yı gördük. Asra'mızı biraz üzdü. Bir takım yeminler edildi, bakalım tutabilecek miyiz.

Bölüm sonunda Aslan prens yine bizi bir merakta bıraktı. Sizce Asra onu gerçekten yine ısırdı mı yoksa başka bir şeyler mi oldu?

Şimdi gelelim esas meseleye... Diğer bölüm var ya diğer bölüm... Neyse söylemeyeyim 😈🔥

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz

Der ve S.Mare kaçar 💃

 

Loading...
0%