Yeni Üyelik
29.
Bölüm

1.28 - Kötü Bir Masal

@e.smare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️

Bir de bir yanlış anlaşılmayı düzelteyim şurada hemen. Instagramda açıklamıştım aslında. Hatta hikaye açıklamasında da yazıyor ama sanırım görmeyenleriniz olmuş. Yılan Yuvası bir seri, yani final derken ilk kitap "Yılan Yuvası" finalinden bahsettim. Hikayeyi şu anlık 4 kitap olarak planladım. Sakin olun Yılanlarım 🥹❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶
Roniit & Saint Mesa - Martyr
🎶

Instagram: e.s.mare
Esmare_den
Tiktok: Esmareden (Yeni bölüm alıntı videosu buradan gelecek 😈)


Ben masalları sevmezdim.
Biri hariç,
onun da sonu kötü bitiyordu zaten.

 

Lian'ın saatler önce hazırladığı ama beni sadece bir lokma alıp bıraktığım tabak önümdeydi ve ben dakikalardır o tabaktaki yiyeceklerle oynuyordum. Eti o kadar parçalamıştım ki artık bir et parçasından başka her şeye benziyordu. Lian ise salondaki koltuğun üzerindeydi, kapıdan sadece bir kez eğilip bakmıştım. Uyuyordu, yorgun olduğunu bildiğim için sessizliği bozmuyordum. Çatalım bile tabakta istemsiz bir şekilde hafif hareket ediyordu.

Belki de sadece olanlardan, ondan kaçınmaya çalışıyordum ama bunu kendime itiraf etmeyecektim.

Onun kadar rahat değildim. Ne kadar yorgun olursam olayım asla son öpüşmemizden sonra onun gibi rahat bir şekilde uyuyamazdım. Aklımdan bile gitmiyordu zaten o anlar.

Bu da bir nevi itiraftı değil mi? Bin lanet!

Kendime koyduğum o kahrolası kurallar neden o anlarda bir kez bile aklımdan geçmemişti ki? Biri bile aklımın ucundan geçmemişti. Sanki hiç var olmamışlar gibi, sanki ben hiç o kuralları kendime koymamışım gibi...

İntikam için yanıp tutuşurken bu hale nasıl gelebilmiştim ben?

Çatalı masaya bırakıp yüzümü ovuşturdum. Dış kapıdan gelen ses kendimle olan savaşımı kısa bir an duraklattı. Ayağa kalkıp kapıya yürüdüm. Lian'a bakmadım ama gözlerine siper ettiği kolunu kaldırdığını fark ettim. "Bekle!" dedi hızla ayaklanırken. "Bu kimse bizden değil. Onlar kapıya vurmaz."

"Yılan askerleri ya da yağmacılar da," dedim göz devirirken.

"Sadece..." dedi ve hafif bir nefes verdi. "Geride kal."

Ellerimi havaya kaldırıp geri adımladım. Bana kısa bir an baktı ve kılıcını çekti. Aynı zamanda dışarıyı dinlediğini biliyordum. Bense çıplak sırtına bakıyordum artık. Küçük ya da büyük yara izleriyle doluydu sırtı. Bizim iz bırakmayan merhemlerimiz vardı, onlarda da vardı şüphesiz ama vücut yapılarımız farklıydı. Yılanların derileri esnekti ve zaten yaraları çok iz bırakmazdı. Aslanlarda iz kalıyor olmalıydı.

O izlerin arasında dikkatimi çeken sadece sırtının ortasındaki iki dik çizgiydi. Yara gibi değildi çizgiler. Aksine soluk ama gümüşi bir renkteydiler. Kanatlarının yeri...

"Hey! Benim dostlarım, Talu. Size bir hediye getirdim."

Lian kaşlarını çatarak bana baktı, sırtına baktığımı fark edince gözleri kısıldı. Kapıdaki kişi Talu olmasaydı buna gülümseyeceğinden emindim. Gözlerimi kaçırırken, "Eğer bu bir tuzaksa..." dedi Lian.

"Fark etmediğin bir şeyi hatırlatmama izin ver dostum. Görü gücü olan bir Kurt size bir tuzak kurarsa zaten şansınız olmaz. Hem üst katın pencerelerinden biri açık. Nazik olmak için kapıyı çaldım."

Lian kapıyı açtığı an iki şey oldu. Talu elleri, ayakları ve ağzı bağlı Yılanı içeri itti. Adam yere kapaklanırken Lian kılıcını Talu'nun boynuna dayayıp yakasını kavrayarak onu içeri çekti. Kapıyı diğer eliyle iterek kapatıp arkasında durduğu Kurdun kulağına eğildi. "Seni nasıl öldüreyim Kurt?"

Yerde sürünerek kaçmaya çalışan Yılana bir tekme attım ve kıpırdamaması için ayağımı üzerine bastırdım. Adam aradığımız yağmacı lideri olabilirdi, ya da Talu bize yine bir oyun oynuyordu. Emin olana kadar yerde kalacaktı.

"Beni öldürmeyeceksin," dedi Talu kendinden emin bir şekilde. "İnan bana, ileride bana çok ihtiyacın olacak." Ellerini iki yana açıp, "Hadi ama!" diye yakındı. "Kendimi affettirmek için size bir hediye bile getirdim."

"Kes zırvalamayı!" dedi Lian. "Evi bulduğumuzu da adamı almaya geldiğimizi de biliyordun sen. Yine nasıl bir oyun oynuyorsun?"

"Unutma Aslan Prens," dedi Talu. "Sizin göremediğinizi görebilmekle lanetlendim ben. Yaptığım her şeyin bir nedeni var. Sadece size açıklayamam."

"Raiden'ı bana saldırtmak da mı buna dahil?" dedim öfkeyle.

Lian kılıcı biraz daha boğazına bastırınca kan damlaları aşağı doğru süzüldü ama Talu sadece yüzünü buruşturdu. "Üzgün olduğumu yazmıştım sana, yoksa okumadın..." Lian kılıcı biraz daha bastırınca, "Ah, tamam!" diye inledi. "Kimsenin ince mesajımı anlamamış olması gerçekten üzücü ama bir gün anlayacaksın Asra. Ve sen prens... O gün aynı zamanda senin isteklerini de gerçekleştirmeye başladım ben ama şimdi, şu uğradığım muameleye bak!"

"Ne isteği?" diye sesini yükseltti Lian. "Senden hiçbir şey istemedim!"

Talu çenesiyle beni işaret etti. "Ona daha fazla yaklaşmak için duyduğun o yoğun arzu. Bu akşam fazlasıyla yakınlaşmış olmalısınız."

Dudağımı dişlerken Lian bana baktı ama gözlerini üzerimde çok kısa tuttu. "Her boku görüyor musun sen böyle?"

"Ben de bu kadarından memnun değilim, güven bana. Hem..." Lian'ın çığlak göğsünü işaret etti. "Göremeseydim de bunlar çok da masumane izler değil."

Gözlerimi Lian'ın bedenine çevirdim. Omzunda ve boynundaki izleri görünce sertçe yutkundum. Taze tırnak izleri...

Bin lanet! Bin lanet! Bin lanet!

Ondan o kadar hızlı uzaklaşmış ve bir o kadar artık bakmamaya çalışıyordum ki Talu söylemeseydi bunu fark edebilir miydim, bilmiyordum ama ona bakan herhangi birinin bunu fark etmemesinin imkânı yoktu. Talu yüzüme bakarken güldü. "En azından sen giyiniksin de sendekiler o kadar da görünmüyor."

Lian hırladı.

"Pekâlâ, ondaki izlerden bahsetmek yok." Bu benim gerçekten utandırmıştı işte. Elim boynuma gitti, ince sızı Talu'nun bahsettiği izleri gözlerimin önüne sermese de çok da hafif olmadığını hissettirdi. Gömleğimin yakasını biraz yukarı çekerken Talu beni izledi ve güldü. "İzleri de onun tüm vücut hatlarıyla beraber zihnimden sileceğime söz veriyorum."

"Kurt!" dedi Lian bu kez kükrer gibi. "Gerçekten eceline susadın değil mi?"

"Ben senin dostunum!" diyerek sırıttı Talu. "Kanıtlamamı ister misin? Mesela şu an onun aklından geçenleri söyleyebilirim sana." Lian kısa bir an tereddüt etti ama sessizliği Talu için yeterli bir cevaptı. Öfkelendim. Her ikisine de...

Elim belimde asılı duran kılıca gitti. "Benden ve zihnimden uzak dur!" diye tısladım ona.

"Sadece Canlandıran olduğu için onu yanında istediğini düşünüyor," dedi Talu. Kaşlarım çatıldı, düşündüklerim bunlar değildi. "Ona aslında bu yüzden yaklaştığını..."

Lian afalladı. Aniden onu ileri itti ve öfkeli gözlerini bana çevirdi. "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

Aklımdan böyle bir şey hiç geçmemişti. Beni yanında tutmak için bu kadarına gerek duymazdı. En azından Talu bunu dile getirene kadar böyle düşünüyordum.

"Neden yapmayasın?" dedim ben de öfkelenerek. "Bu kendi isteğimle yanında kalmam için güçlü bir neden değil mi?"

Buna daha da öfkelendi. Dudakları aralandı ama birden onları sıkıca birbirine bastırdı. Sonra yavaşça başını salladı. "Haklısın. Biliyor musun, gerçekten çok haklısın ama artık buna gerek kalmadı. Yok Eden belki uzun yıllar boyunca ortaya çıkmayacak, seni o süre boyunca zaten yanımda zorla tutamam. Üç gün sonraki kervanla geri döndüğümüzde arkadaşını ve seni Tarafsız Topraklar'a geçireceğim. Yok Eden bir gün ortaya çıkarsa seni almaya geleceğim, bana söz vermiştin zaten." Ellerini iki yana açtığında sağ elindeki kılıç mumların üzerine vuran ışığıyla parladı. "Hiçbir sorun kalmadı artık, değil mi? Özgürlük istiyordun, al sana özgürlük!"

"Sana söz falan vermedim," diye çıkıştım. Öylesine öfkelenmiştim ki... Aynı zamanda göğsümü biri avuçlarının arasına almış sıkıyordu sanki.

"Sana söylediğim her şeyi kanıtladım!" diye sesini yükseltti.

"Bana hiçbir bok kanıtlamadın. Sen söyledin, ben dinledim sadece."

"Kanıtladım! Söylediklerime gelince... Onlara hala güvenmiyorsan, Tarafsız Topraklar'ı da unutabilirsin. Tabii arkadaşını da. Onlar için söz veren de bendim."

Kılıcımı çekip boynuna dayadım, ne ara karşı karşıya geldiğimizi bile öfkemden anlamamıştım. "Seni öldürürüm. Yemin ederim ki bunu yaparım. Beni bir daha sakın Vilas ile tehdit etme! Sakın!"

Lian burnundan solurken Talu araya girdi. "Tatlı kavganızı bölmek istemem ama adam kaçıyor."

Önce koltuğa yayılmış bedenine sonra adamın az önce durduğu zemine baktık. Orada değildi ama mutfak kapısından ayakları görünüyordu. Sürünerek kaçmaya çalışıyordu aptal. Lian kılıcımı boynundan itti ve yeri döven adımlarla mutfağa girdi. Adamı ite kaka dışarı çıkardı ve yere fırlattı. "Kıpırdarsan gırtlağını deşerim!"

Adam olduğu yerde büzüştü adeta. Lian'ın öfkeden yanan gözleri beni bulduğunda ona aynı öfkeyle karşılık verdim. Talu birden gülmeye başladı. "Yapmayın! Yapmayın! Ben Yön Veren'im, unuttunuz mu? Gücüm bu ama siz bana direnmiyorsunuz bile."

Bizi yönlendirdiğini ikimiz de çok geç anladık. Talu yayıldığı koltukta öne doğru eğildi. "Hayır, beni öldürmeyeceksin," dedi ve bana da baktı. "Sen de öyle. Size birkaç bilgi daha vereyim, bunu az önceki gerginliğin tatlı telafisi sayabilirsiniz." İşaret parmağını Lian'a doğrulttu. "Senin annen Ak Yılanların elinde değil, Kara Yılanların elinde. Ak Yılan zindanına girmek için uğraşmana değmeyecek yani." İşaret parmağı bu kez beni buldu. "Hmm... Senin hakkında öyle bilgilerim var ki, duysan sen bile şaşırırsın."

Lian, annesi ile söylediklerinden çok benimle ilgili söylediklerine takıldı. Öfke ile bakan gözlerine başka bir şey yerleşti. Merak... "Ne gibi?"

Talu düşünür gibi yaptı ama onun düşündüğü saniyeler boyunda ben de onu konuşamadan öldürmeyi düşündüm. "Onu Yılanlara verdiğinde anneni hiçbir çaba sarf etmeden geri alabilirsin mesela."

"Bir hırsıza karşılık önemli bir esiri vereceklerini mi söylüyorsun yani?"

Öldür! Hemen şimdi!

Talu güldü. "Kızın bir Kutsal Varlık olduğunu söylediğinde sana bir krallığı bile verebilecek insanlar olur."

"Canlandıran'ı sadece öldürmek için isterler," dedi Lian sertçe.

"Yapma prens!" dedi Talu alayla. "Bunun doğru olmadığını sen de biliyorsun. Canlandıran'ın neler yapabileceğini duymadığını söyleme bana. Neden ona Canlandıran diyorlar? Çünkü Canlandıran'ın ölüleri diriltme gücü olduğu söylenir. Bu, onu öldürmek yerine kullanmak için çok güçlü bir sebep."

Ölüleri diriltme gücü... Böyle bir gücüm mü vardı yani? Bu gerçekse eğer ürkütücüydü.

Lian bana baktı. "O halde bu sadece bir söylenti mi, yoksa gerçek mi?"

Talu ellerini havaya kaldırdı. "Benden bu kadar. Her bilgiyi size öylece sunamam çünkü bazı net bilgiler beni bile ölüme götürebilir."

"Seni ben de öldürebilirim," dedi Lian.

"Ama öldürmeyeceksin. Şu an düşündüğün şey kızı verdiğinde anneni alıp alamayacağın. Ölüleri diriltme gücü prens... Bence alırsın. Asıl sorun annenin karşılığında onu elinden kaçırmana değer mi?" Dudak büktü. "Bence değer. Kara Yılan prensi farklı ırklardan oluşan bir ordu kurmuş, ölülerden neden kurmak istemesin ya da çok daha güçlülerinden..." Ellerini iki yana açtı. "Aklındaki karmaşayı çözdüğümü düşünüyorum."

Buz gibi bir hisle doldum ve istemsizce bir adım geriledim. Lian'ın dudakları aralık kaldı ama şaşkınlığı yoğun bir öfkeyle kaplandı. Elindeki kılıcı fırlattığı an kılıç Talu başını yana eğdi. Eğer eğmeseydi kılıç koltuğa değil onun boynuna saplanacaktı. "Seni öldürürüm Talu. Şansını zorlama."

"Tamam, tamam!" dedi Talu gülerek. Gözlerini bana çevirdi. "Siz fazla mı gerginsiniz? Ben Yön Veren'im, aklınızdan geçenleri zaten duyamam."

Belki Lian'ın aklından geçenleri duymamıştı ama Lian da onun söylediklerini reddetmemişti. "Ama geleceği görebilirsin," dedim. Gelecekte böyle bir şey yapıyordu belki de, Talu bunu görmüş olabilirdi.

"Gelecek hakkında konuşamam," dedi sırıtarak. "Onu Gören'i bulduğunuzda sorarsınız ya da yazıtlarını bulup bir şeyler çözmeye çalışabilirsiniz ama sana bir iyilik yapabilirim canım." Öne doğru eğildi ve ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. Uzun saçları yüzüne dökülerek gözlerinin kenarlarını kapattı. "Arkadaşın... Adı Vilas'tı değil mi? Elessmier'da, seni arıyor. Kısa süre içerisinde Yılan askerlerine yakalanacak."

Kılıç elimden düşüp zeminde şiddetli bir ses çıkardı, elim boşlukta süzülürken bir yere tutunma ihtiyacı ile doldum. Korkuyla büyüyen gözlerim Lian'ın sarı gözleriyle buluştu. "Güvende demiştin."

"Yalan söylüyor!" dedi Talu'ya doğru yürürken. Kılıcını saplandığı yerden çekti ve Talu'yu yakasından kavrayıp şiddetle ayağa kaldırdı. "O Yılan burada olamaz. Ne yapmaya çalışıyorsun, bilmiyorum ama..." Kılıcını tekrar onun boynuna dayadı. "Sabrımı yeterince sınadın."

"İnanıp inanmamak size kalmış," dedi Talu, yüzünde en ufak bir korku emaresi belirmemişti bile. "Ama isterseniz size yerini söylerim."

Hızla Lian'ı onun üzerinden çekip geri ittim. "Söyle!" dedim Talu'ya. "Nerede? İyi mi? Güvende mi?"

"Yalan söylüyor!" dedi Lian sesini yükselterek. Beni geri çekmeye çalışsa da onu tekrar ittim. "Anlamıyor musun?" diye bağırdı. "Onun görevi bu. Geleceğe yön vermeye çalışıyor. Geldiğinden beri yaptığı şey bu. İstediği yoldan ilerlememiz için elinden geleni yapıyor. Ona inandığını söyleme bana!"

"Şu an onunla en son bulunduğun meyhanede," dedi Talu dudak bükerek.

"Kes sesini!" diye hırladı Lian. Eğer aralarında olmasamdım bu kez onu kesinlikle öldürürdü. Talu ellerini kaldırarak geriledi ve tekrar koltuğa oturdu. Lian kolumu tutup ona dönmemi sağladı. "Vilas güvende ve burada değil. İnan bana, burada olması imkânsız. Kahrolası Kurdun bir planı var ve bunun için senin üzerine oynuyor."

Başımı iki yana salladım. Talu'ya güvenmiyordum, hem de hiç ama söz konusu kişi Vilas'tı. En ufak bir ihtimal bile olsa onun tehlikeye girmesine göz yumamazdım. "Neden?" dedim öfkeyle. "Neden gelemez? Vilas'ı tanıyorsam ve o iyiyse bir yolunu bulup buraya gelmesi imkânsız değil."

"Çünkü yanında Haber Veren var. Bana belirli aralıklarla bilgi sağlıyor."

"Haber Veren?" dedim öfkeyle gülerek. "Bunu az önce mi uydurdun?"

"Doğruları söylüyorum! İles duyabiliyor değil mi? Ama sadece o kadar. Hera ise konuşabiliyor ama o da tek taraflı işliyor."

Çenemi dikleştirdim. "Bana ulaşsın o halde, Vilas'ın yanında olduğunu, güvende olduğunu söylesin bana ve ben de sana inanayım."

Uzun ve bunalmış bir nefes verdi. "Anlamıyorsun, ona ulaşamam. Beni duyamaz. O sadece haber verir."

Talu'ya baktım, sessizce bizi dinliyordu ama ona baktığım an omuzlarını kaldırıp indirdi. "Ben söyleyeceğimi söyledim."

"Seni ilk gördüğümde öldürmeliydim!" dedi Lian hırıltılı sesiyle.

"Kimseyi öldürmüyorsun!" diye sesimi yükselttim. "Ve sana güvenmiyorum. Ona da öyle. Gidip kendim bakacağım. Emin olmam gerek."

"Hayır," dedi sertçe. "Hiçbir yere gitmiyorsun. Bu piçin bir planı var ve biz onun tuzağına düşmeyeceğiz."

Öyle büyük bir ikilemdeydim ki ne yapacağımı bilemiyordum ama Lian bir konuda haklıydı, Talu'yu öldürmeliydik. Bunu şimdi de yapabilirdik, rahat ve keyifle koltuğa yayılan bedenine bir kılıç saplamak zor değildi ama bu denli rahat olmasının iki nedeni olabilirdi. İlki hamlelerimizi zaten biliyor olmasıydı, ikincisi ise içime öylesine bir şüphe düşürmüştü ki ondan daha fazlasını öğrenmek isteyeceğimi de biliyordu. Belki de her ikisiydi de. Lian için de bu şüphesiz böyleydi ama onu bıraksaydım, o merakını benden daha fazla dizginleyip onu yine de öldürürdü.

"Sadece gidip bakalım tamam mı?" dedim Lian'a.

"Bu bir tuzak!"

"Sizi neden bir tuzağa düşürmek isteyeyim?" dedi Talu dudak bükerek. "Ben iyi bir adamım. Sadece yardım etmek..."

"Sen kendi istediğin sona bizi itmek isteyen bir piç kurususun," dedi Lian.

"Bu doğru," dedi Talu işaret parmağını ona doğrultarak. "Piç kurusu kısmı değil elbette. İstediğim son kısmından bahsediyorum ama siz, bu sonun iyi mi kötü mü olacağını bilemezsiniz. Bu arada adam yine kaçıyor."

Lian başını çevirip yine mutfağa sürünerek gitmeye çalışan adama baktı. Adam korkuyla durdu ve boğuk seslerle bir şeyler söylemeye çalışırken başını iki yana salladı. "Şunu bodruma kilitle!" dedi Lian Talu'ya.

"Ben senin hizmetkarın değil..." Lian başını ona çevirdiğinde, "Ah, şimdi ölüm ihtimalim güçlendi," dedi birden sırıtarak. "Elbette majesteleri."

Ayağa kalkıp adama doğru yürüdü ve onu ayak bileklerine sarılı ipten kavrayıp sürüklemeye başladı. Evin içini yeni gören birine rağmen bodrumun kapısını bulması hiç de zor olmadı. Adamı hala bacaklarından sürüklerken hiç görmediğim bodrumun merdivenlerine çarpan başının sesini bile duyabiliyordum.

Lian onun gidişiyle ellerini kollarıma koydu. "Mantıklı ol," dedi. "Onun bize neler yaptığını biliyorsun. Bana güvenmiyor musun, tamam ama ona da güvenme."

Ellerimle yüzümü ovuşturdum ve saçlarımı geriye ittim. Haklı olduğunu biliyordum. Yine de içimdeki o korkunun her geçen saniye büyümesini engelleyemiyordum. "Eğer Vilas'a bir şey olursa..."

"Olmayacak. O güvende."

Kapı aniden açıldığında hızla kılıcını kaldırıp önüme geçti ama gelenler Adara, Arlo ve Raiden'dı. Kanla yıkanmış gibiydiler. Bizi gördüklerinde kısa bir an kapının önünde durdular. İlerlemelerine neden olan şey Adara'nın Raiden ve Arlo'yu itip Lian'a doğru panikle gelmesiydi. "Yaralanmışsın."

"Önemli bir şey değil," dedi Lian. "Siz ne yaptınız?"

Adara Lian'ın karnındaki yarayı incelerken Arlo kendini Talu'nun az önce kalktığı koltuğa bıraktı. "Yağmacı sığınaklarını ateşe verdik."

"Biraz dikkat çektik," dedi Raiden zırhlarını sökmeye başlarken.

"Biraz?" diye sorguladı Lian.

"Merak etme," dedi Arlo. "İcaplarına bakıldı. Bizi gören kimse yok ama şehir bundan sonra asker kaynayacak. O ateş, Kartal Krallığından bile görülmüştür."

"Sen..." dedi Raiden Lian'a göz ucuyla bakarak. "Yağmacı liderini yakaladın mı?"

"Sayılır," diyen bodrumun kapısından çıkan Talu oldu.

Raiden çok kısa bir an ona baktı. Avını görmüş bir yırtıcı gibi kılıcıyla üzerine atılması gecikmedi. Talu'yu yere devirip üzerine abandı. "Geleceği gören biri neden ölüme yürür!" derken Kaplan hırıltısı yine sesindeydi.

"Bırak onu," dedim yanlarına yürürken.

"Kapa çeneni! Senden emir almıyorum. Seni de onunla beraber parçalamamı istemiyorsan geride kal."

"Benden alıyorsun," dedi Lian. "O yüzden bundan sonra kime zarar vereceğini daha fazla düşün Raiden, sonuçları canını yakabilir."

Raiden başını ona çevirdi. Gözleri önce yüzüne sonra bedenindeki izlere döndü. Sonra bana baktı. O izlerin bana ait olduğunu anlamıştı ama zehrimin olduğunu düşünürken bunu sadece o, başka şeylere yorabilirdi. "Seni etkisi altına almayı başardı demek."

"Evet," dedim ve genişçe gülümsedim. "Siz yokken ona biraz büyü yaptım. Artık iznim olmadan tek adım bile atamıyor. Yakında kraliçeniz olurum belki, o yüzden kelleni seviyorsan artık çok dikkatli ol."

"Güzel hikaye," dedi Arlo gülerek. "Ufak tefek imkansızlıklar var sadece. Bir Aslan prens ve bir hırsız... Çocuklara anlatılan masal olarak iş görür."

"Ya da bir ölüm hikayesi," dedi Raiden. Lian'a dişlerini sıkarak baktı. "Seni öldürecek."

Zehrimden bahsediyordu, ona bunun rahatlamasını sağlamayacaktım. Zaten bunu söylemem demek çok daha başka şeyleri de düşünmelerine neden olurdu. İzleri... O izlerin gizlediği sırları...

"Zehri yok."

Ama Lian bunu öylece söylerken bir an düşünmedi bile. Ona şaşkınlıkla baktım. Adara bir küfür savurdu ama bunun Lian'ın söylediği sözlere değil de izlere olduğunu lanet olsun ki fark ettim.

"Ve..." dedi Arlo kelimeyi epeyce uzatarak. Sonunda o da gözlerini onun üzerinde dolaştırdı. "Sen de bunu şey yaparak anladın..." Gözleri bu kez benim üzerimde dolaştı. Bakışları boynumda durdu. Gömleğimin aşağı kayan yakasını fark edip hemen yukarı çeksem de o ne görmüşse bu sırıtması için yeterliydi. "Onu dişleyerek. Hmm... Sence de bir şeyler ters işlememiş mi? Mesela zehirli olan tarafın dişlemesi gerektiği gibi şeyler."

"Asra da onu birkaç kez dişledi," dedi Adara. Ona aynı şaşkınlıkla baktığımda kaşlarını kaldırdı. "Ne? Yapmadığın şeyleri söylemiyorum ki." Sırıttı. "Kardeşimin tadı hoşuna gitti mi bari?"

"Adara!" diye uyardı onu Lian.

"Gitmiş," dedi Arlo. İşaret parmağıyla Lian'ın vücudundaki tırnak izlerini gösterdi. "Bunlar sapkın izler." Bu kez beni işaret etti. "Onlar ise... Hakimler korumuş seni! Çünkü bu bambaşka bir sapkınlığın nişanesi. Nerede görsem tanırım."

Derdi neydi bunların? Özellikle de bu konuyu açmalarına neden olan prensin?

Onu öldürmek istiyorum!

"Öyle mi?" dedi Lian Arlo'ya.

Arlo ona baktı. Biraz sessiz kaldı. "Elinde bir kılıç tutarken daha fazla konuşmayacağım."

"Bugüne kadar verdiğin en mantıklı karar," dedi Lian.

"Yılanı da daha fazla utandırmanın lüzumu yok zaten," dedi Arlo.

Dudaklarım birkaç saniye açık kaldı. "Utanmadım!" diye çıkıştım. "O izler... Onlar... Kavga ettik. Hep yaptığımız gibi."

"Sıcak ve ıslak bir kavga olmalı," dedi Arlo. "Diller ve dişlerle olan. Umalım ki sadece o kadarla yeterli kalmış olsun..."

"Arlo!" dedi Lian. Ne diye uyarıyordu ki artık onu? Bu konuyu bu hale getiren oydu. Lanet Aslan!

"Evet, adım bu," dedi Arlo. Sırıtarak iyice arkasına yaslandı. Sonra koltuğa baktı ve yüzünü ekşitti. "Umarım kavganızı burada yapmamışsınızdır."

Lian iç geçirirken ona attığım öldürücü bakışlara hiç takılmadı bile. "Kavga ediyorduk dedim!" diye tısladım.

"Ben de öyle dedim," dedi Arlo.

"Senin ima ettiğin şekilde değil!"

"İma derken... Şey... Sevişme kavgası gibi bir şey mi demek istedin?"

"N-Ne?"

"Ve şimdi de kekeliyorsun," dedi Arlo. Sırıttı.

"Kes şunu artık!" dedi Lian sonunda. Onu öldürecektim. Gözlerini Raiden'a çevirdi. Hala Talu'nun üzerindeydi. Sessizce dinlese de öfkesi her geçen saniye daha da kabarmış gibiydi. "Ve sen de kalk onun üzerinden."

"Bir an kimse bunu söylemeyecek sandım," dedi Talu.

Raiden ise Lian'ı dinlemedi, sanki duymadı bile. "Tiksindirici! Masallar siz aptalların hoşuna gidiyor olabilir ama ben onlardan tiksinirim."

Masallar...

Bir Aslan prens ve bir hırsız... Çocuklara anlatılan bir masal...

Dudağımın içini dişledim ve Lian'ın sert nefes alışlarını dinledim. Bir şey söylemedi. İyi ki de söylemedi. Bu kahrolası konu da lanetli öpücükler gibi yok olup gitsin istiyordum.

Talu birden kahkahalarla gülmeye başlayınca Raiden'ın öfke dolu gözleri ona döndü. "Sen neye gülüyorsun?"

"Hiç," dedi Talu. "Üzerimden kalkacak mısın sahi?"

"Seni öldürmeden değil!" diye hırladı Raiden.

"Sanmıyorum. Sana bir hediyem var çünkü. Aşağıdaki adam... Aradığınız yağmacı lideri, nişanlının katillerini tanıyor. Belki yerlerini de biliyordur, kim bilir?"

Raiden kalakaldı. Kılıcını birden onun boynundan çekerken Arlo doğruldu. "Yağmacı liderini yakaladınız mı?"

Raiden hızla ayağa kalkıp bodrumun merdivenlerine koşarken Lian başını geriye attı ve bir küfür savurdu. "O yakaladı ama müdahale etmezsek yakalamamızın bir önemi kalmayacak." Başını indirip Arlo'ya işaret verdi. "Hadi!"

Arlo koltuğun üzerinden atlarken Lian peşinden gitti ama son anda durdu. Adara'ya baktı. "Yanından sakın ayrılma!" Adara yavaşça başını salladı. Olanları kavramakta güçlük çektiği belli oluyordu. Lian Talu'ya döndü. "Ve sen, benimle gel!"

Talu gülümsedi. İlerleyip onun yanından geçti. Lian onun adımlarını izledi ve gözlerini bu kez bana çevirdi. "Bu da neydi?" diye tısladığımda gözleri yine beni buldu. Kaşları havalandı.

"Beni öldürmek istiyor gibi bakıyorsun."

"Çünkü istiyorum."

Gülümsedi. "O halde bana yine yaklaşman gerekecek çünkü ben de bunu istiyorum."

Adara arkamda kıkırdadı.

"Prens!" diye çıkıştım ama neredeyse benimle aynı anda konuştu.

"Lian! Adım Lian ve masalları severim."

Dudağımın içini kemirmeye başlarken o gülümsedi ve bahse vardım ki kalp atışlarımı dinlerek o merdivenleri adımladı. Gözlerim ilk hareket edenler oldu. Adara'ya baktığımda sırıtıyordu. Dudakları aralandığında tek kelimesine bile tahammül etmeyeceğimi göstererek yanından geçtim. Hızlı adımlarla yürüdüm ve mutfağa girip kendimi eski ahşap sandalyeye bıraktım.

Masalları severim...

Gözlerimi tavana diktim ve sertçe nefeslendim.

Ben masalları sevmezdim. Biri hariç, onun da sonu kötü bitiyordu zaten.

İçimi kemiren düşüncelerle boğuşurken aşağıdan hala sesler geliyordu. Çoğunlukla Raiden'ın bağırışları ve onu takip eden anlamsız konuşmalardı. Seçemediğim o konuşmaların çoğunun Raiden'ı sakinleştirmek üzerine olduğunu tahmin edebiliyordum. Talu'nun nişanlısı hakkında söylediklerinden sonra ona hak vermiyor da değildim.

Ayak sesleriyle gözlerimi açtığımda Adara'yı yanımda buldum. Yine aptalca bir konuşma yapacağını düşünerek huzursuzlandım. Şükür ki öyle bir şeye bir daha yeltenmedi. "Temizlenmem gerekiyor, çok sürmez." Yüzünü ve kıyafetlerini yıkayan kan çoktan kurumuştu ama hala berbat görünüyordu. "Benimle gelir misin?"

"Seni benim mi yıkamam gerekiyor?"

Nefesini seslice verdi. "Seni yalnız bırakamam. Huysuzlanma lütfen. Lian'ın kesin emri var, biliyorsun."

Bunalmış bir nefes verdim ve uzatmamak için ayağa kalktım. Üst kata çıktığımızda banyodaki kovaların boş olması sürpriz olmamıştı. En son ben yıkanmıştım ve suyu bitirmiştim. Adara hüsranla iç çekse de bahçedeki tulumbadan su çekmenin çok da tehlikeli olmadığına karar vermiş olmalı ki elimizde kovalarla dışarı çıkmamız uzun sürmedi. Söylenmelerimi duymamış gibi yapması ona yardım etmemin minnetinden olmalıydı. Aslında söylenmemin asıl nedeni son konuştuğumuz konuyu açmasını engellemekti. Bir daha öyle aptalca bir şeye yeltenmedi şükür ki.

O benim dostum değildi.

Suları tekneye boşalttık, soğuk suyla yıkanmayı benim kadar yadırgamadı. Dışarı çıkıp onu banyoda bıraktım, kaldığım odaya geçip biraz dinlenmek istiyordum aslında. Elbette Talu'yu yatağıma yayılmış bir şekilde beklemiyordum. Lian'dan nasıl sıyrılıp buraya geldiğini bilmiyordum ama ona sormak için açılan dudaklarım havaya atıp tuttuğu şeyi görmemle öylece kaldı. Ona doğru yaklaşıp elinde aldığımda tepki vermedi ama benim kanım şimdiden soğumuştu.

Bu bir madalyondu.

İçini açtım, ufak iki kâğıda çizdiğim resimler gözlerimin önüne serildi. Çirkin karalama resimlerden biri Vilas'tı. Diğeri bendim. Bunları ben çizmiştim. Madalyonun arkasını çevirdim ve baş parmağım metalin üzerindeki çizgilere gitti. Yılan dilinde sonsuza kadar yazıyordu. Ben yazmıştım, bir çiviyle. Bu madalyonu Vilas'a ben vermiştim çünkü.

O madalyon Vilas'ındı.

Korkum yeniden alevlenirken gözlerimi Talu'ya çevirdim. Dudakları kıpırdadı. İnanıp inanmamak sana kalmış...

Vilas buradaydı ve o Vilas'ı sadece görü gücüyle görmemişti. O Vilas'a kolyesini ondan alabilecek kadar yaklaşmıştı.

Ve Lian... Bana yine yalan söylemişti.

⚔️⚔️⚔️

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım....

Keyifler nasıl? 😈

Peki, ya bölüm?

Talu geldi. O zaman as bayrakları tekrar as...

Diğer yandan ona güvendik mi? Gerçekten Vilas hakkında doğruyu mu söylüyor?

Diğer bölüm biliyorsunuz ki ilk kitap finali. Belki Vilas'ı finalde tekrar buluruz ha 🥹

Özledik mi bizim kanatlı küçük sersemimizi?
Bir sinek emojisi alalım da özleyenler, sayımızı bilelim 🪰

Hem Vilas'ın bize bir açıklama sözü de var 😌

Bir de bizim prens var. Son kez demişlerdi geçen bölüm ama bilin bakalım kimin buna uymaya hiç niyeti yok Fllflf

Final geldi çattı 🥹 Amaaaaa... Şeyi söylemeyi unuttum... Şeyi... En olaysız kitap bu desem.

İkinci kitabın çok daha hareketli geçeceğinin haberini vereyim, kendinizi hazırlayın 😈

O halde...

Bölümde en beğendiğiniz yer?

Bölümde en şaşırdınız yer?

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz

Der ve S.Mare kaçar 💃

 

Loading...
0%