Yeni Üyelik
6.
Bölüm

1.5 - Yak Ve Isıt

@e.smare

 


Merhabalar Yılanlarım 😈

 

Yine bol bol yorumlar bekliyorum, oylamayı unutmayın. Lütfen okuyorsanız en azından bir yorum yapın ve oy verin ❤️

 

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍
(Geçen sefer Aslan bırakanlar olmuş, Assra çok sinirli. Kıtlayacak sizi flflfl)

 

Keyifli Okumalar...

 

🎶
Jo Wandrini - Freedom Fighters

 

Klergy - Where Do We Go

 

Lexxi Saal- Get Up Stand Up
🎶

 


Instagram:
e.s.mare
Esmare_den

 

Tiktok:
Esmareden
(Artık bir toktikimiz vaaaaar, çizim videolarını ekleyecezzzz)
(Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz. Yukarıdaki resmin çiziliş aşamalarına Instagram ve tiktok hesaplarımdan ulaşabilirsiniz)

 



"Aslan görünümlü bir kediden fazlası değilsin!"

 

"Dişlerimi görmek ister misin?"


Sırtımdaki acı kıpırdanmamla daha şiddetli bir şekilde kendini belli etti, aynı zamanda beni ayılttı. Gözlerimi açtım, en azından açtığımı sandım çünkü hala hiçbir şey görmüyordum. Yılanlar için karanlık bir tehlike değildi aslında. Vücut sıcaklığını algılayabiliyorduk ve zifiri karanlıkta bile karşımızdaki bir yılan değilse yaydığı ısıdan yerini kolaylıkla bulurduk.

Her neredeysem burada kimse yoktu ama saniyeler içinde üzerimden ısı sinyalleri almaya başladım. Başımı kaldırdım ve yukarı baktım. Dört farklı vücut sıcaklığını sezdim. Hepsi tam üzerimdeydi.

Kıpırdanmaya çalışınca sırtım daha da acıdı. Bileklerim havadaydı ve etraflarında soğuk bir metal vardı. Muhtemelen duvara zincirlenmiştim. Çok sıkı bir şekilde... Bileklerimi en ufak bir şekilde esnetemiyordum bile. Dahası sıkıca bileklerime dolanan metal yanıkların acısını şiddetle bana hatırlatıyordu. Bu kadar sıkı olmalarının nedeni esnekliğimdi. Biraz bile boşluk olsa o metalden kurtulmamız olasıydı.

Elbetteki Aslanlar esnekliğimizden haberdardı. Ben de onlarla ilgili az çok bilgiye sahiptim, Kraliçe gücün sadece fiziksel olmadığını söylerdi hep. En büyük güç ona göre bilgiydi, eğitmenlerim de onun direktifleri doğrultusunda bana eğitim vermişlerdi. Çoğu babam tarafından sabote edilse de. Eğitmenlerim çoğu zaman kazara ölürdü mesela ya da her nasılsa bir şekilde saray kurallarına karşı gelip zindana atılırlardı.

Babam, Kral Siles askeri eğitim almamı sorun etmemişti çünkü zorlu ve fiziksel acı içeriyordu o eğitim. Zaten ne kadar güçlü olabilirdim ki? Fiziksel olarak ona bir sorun çıkarabileceğimi düşünmüyordu ama bilgi eğitimlerim onu huzursuz etmişti. Sadece bildiklerimle bile büyük bir sorundum ben, daha fazlası ona daha fazla sorun çıkarmam anlamına geliyordu. Haklıydı da, harita eğitimlerimden sonra saraydan kaçtığımda izim daha zor sürülmeye başlanmıştı. Aslında Vilas olmasa beni günlerce arayabilirlerdi ama o kahrolası Yılan beni bulurdu. Hem de her zaman...

Yine bulmasını mı beklemeliydim?

Başka çarem yoktu ki zaten. Bileklerimdeki prangaları açamazdım, en azından ayaklarım serbestti. Elbette ayaklarımla zincirlerden kurtulamazdım ama onları ileri doğru uzatıp biraz oturuşumu düzeltebilirdim. Bu canımın biraz daha az yanmasına neden olurdu. Ayaklarımı uzattım ve sırtımı duvardan biraz ayırdım. Acısı biraz daha azalınca rahatlayarak nefeslendim. Tabii boynumu esnetmeye çalışmasaydım. Boynumda da feci bir acı vardı artık. İlaç bulmam lazımdı, yiyecek bulmam lazımdı ama ben iğrenç Aslanların tutsağıydım. Özgürlüğümün sadece birkaç saat sürmesi lanet bir şaka olmalı.

Bir kapının gıcırtısını, tahta basamakların gıcırtısı takip etti. Meşalenin ışığı odayı aydınlatırken siyah çizmelerden gözlerimi yukarı çıkardım. Sarı gözlü Aslan bana kısa bir bakış attı ve gözlerini çekip duvara doğru yürüdü. Meşaleyi duvara yerleştirip bana doğru döndü. O iğrenç sarı gözleriyle bir süre beni izledi. Konuşmayınca tıslar gibi bir ses çıkardım. "İlk defa mı bir Yılan görüyorsun?"

"Senin kadar tiksindirici olanını mı?" dedi durağan bir sesle. "Evet, ilk defa."

Saçlarım, yüzüm, elbisem, hatta hemen hemen her yerim kurumuş çamurla kaplıydı ama onun bahsettiği bu değildi. "Keşke evine getirmeseydin o zaman."

Yemimi yutmadı. Nerede olduğumla ya da burasının gerçekten onun veya aralarından birinin evi olup olmadığından bahsetmedi bile. "Adın ne?"

"Tiksindirici Olan, az önce söyledin ya."

Kılıcımı ne yapmışlardı acaba? Kılıcımı da bulmalıydım, sonra da Vilas'ı bulup o kılıcı gırtlağına saplamalıydım.

Yanıma doğru yürüyüp önümde tek dizini yere dayadı. Benden zerre kokmadığını yakınlığıyla belli etti. Bacaklarımı kıpırdattığım an bacağındaki kılıfından çıkardığı bıçağı tam sağ bacağımın yanına sapladı. "Ayaklarını da kelepçelememi istemiyorsan uslu dur. Ya da kesmemi."

Zincirler sağlamdı, aksi halde onları sökme ihtimalimle yine bacaklarımı boğazına dolardım ama diğer ihtimal daha kuvvetliydi. Onun söylediği... O yüzden nefretle sabit kaldım. "Benden ne istiyorsunuz?"

"Cevaplar," dedi sadece.

"Kimsenin casusu falan değilim," dedim tükürür gibi. "Sadece yolumu kaybettim ve lanet sınırlarınıza da bu yüzden girdim."

"Doğru cevaplar," diye düzeltti kendini.

Zaten doğruyu söylüyordum ama düşününce bana bile aptalca geldi. Kim olsa inanmazdı.

Yukarıdan baharatlı yemek kokuları gelince istemsizce yutkundum. En son yediğim şey Vilas'ın gizlice girdiği köyden çaldığı küçük tahıllı keklerdi. Onun da üzerinden saatler geçmişti. Neredeyse gün...

"Aç mısın?" dedi bunu anlayarak.

"Değilim," dedim, zaten bana yiyecek bir şeyler getirmeyecekti. Aç olduğumu söyleyip kendimi daha da aşağılayamazdım. Zaten açlığa dayanıklıydım. Alıştırmalarda ya da zindanda çok aç kalmıştım.

Meşalenin ateşi sarı gözlerinde ateşler varmış gibi görünmesine neden olan Aslan, başını omzuna doğru eğip yüzümü inceledi. "Bana doğruları anlatırsan sana yiyecek bir şeyler getiririm."

"Doğruları söyledim zaten," dedim tıslarcasına.

Bıçağını sertçe çekti, bir an onu gerçekten bana saplayacağını düşündüm ama aksine yavaşça onu boynuma sürttü. Çenemin altına dayayıp başımı biraz kaldırdı. Yılan dilinde küfrettiğimde gözleri kısıldı, anlamadı. "Tiksinç dilini kendine sakla, yoksa o çatallı dilini keserim."

Korktuğumu mu düşünüyordu? İşkence edecekse de korkmazdım ben ama bunu ona söylemedim. İşkenceden kokmamak onu istediğim anlamına gelmiyordu. Aslanı kışkırtacak değildim.

"Zamanım var," dedi yine o lanet durağan sesiyle. "Ama tahammülüm sınırlı. Yılanlara ise hiç yok neredeyse. Kendini şanslı say, sana konuşman için biraz daha süre vereceğim. Düşün Yılan ve o süreyi boşa harcama!"

Bıçağı çekti ve kılıfına geri soktu. Hala beni izlerken yavaşça ayağa kalktı. Başka bir şey söylemeden döndü ve duvara yürüdü. Meşaleyi çekip aldı ve merdivenleri gıcırdatarak yukarı çıkmaya başladı. Meşalenin ışığı söndüğünde kapı da sertçe kapandı.

Bu diğer günde aynı şekilde oldu, diğer günde... Ya da saatler bu karanlık ve soğuk yerde bana günler gibi geldi. Sırtımdaki acılar bir süre sonra açlığımı da bastırdı.

Ve Vilas gelmedi.

Günlerdir üşüyordum ama bugün daha da soğuktu sanki. Etrafımdaki her şeyin sallandığını düşündüğüm kısacık an sonrası sallananın sadece benim bedenim olduğunu fark ettim. Titriyordum, tabii buna titreme denirse.

Beni burada öldürmeye niyetliydiler şüphesiz. İşkenceye yeltenmemişlerdi. Bunu açlıkla yapmayı düşündükleri açıktı çünkü geçen süre boyunca su dışında boğazımdan bir şey geçmemişti. Açlığı bir süre sonra umursamamayı başarabilmiştim ama bu soğuk... Sıcağı sevmezdim, soğuğa alışkındım; severdim de ama bu bambaşka bir şeydi. Bu kadar üşümem normal değildi. Normal olmayan diğer şey ise böylesine üşürken alnımdan akıp gözlerime dolan ter damlalarıydı.

Sırtımdaki yaralar... Sebebi onlar olmalıydı.

Kapının o uğursuz gıcırtısının ışığı da getirmesini bekledim ama renkler bile daha soluk geliyordu artık. Bugün Aslanın bana verdiği sürenin sonuydu, böyle söylemişti. Söylediğim hiçbir şeye inanmamıştı ve şimdi de son sorgu için geliyordu.

Adımlarını dinledim. Meşalenin o loş ışığı bu kez duvara dönmedi, aksine hızla yanıma geldi. Ateşin zemine yayıldığını gördüğümde bu kez soğuk bıçak değil sıcak eli çenemi kavrayıp yukarı kaldırdı. Sıcaklık o kadar iyi gelmişti ki derin bir nefes aldım, gözlerim biraz daha açıldı. Ateş daha canlı bir şekilde sarı bir çift gözde dalgalanıyordu.

O gözlerin beni yakmasını ve ısıtmasını istedim.

"Adara!" dedi sertçe. Sonunda birinin adını öğrenebilmiştim, artık ne işime yarayacaksa tabii. Merdivenlerin gıcırtısı tekrar kulağıma ulaştı ama daha kulak tırmalayıcıydı. Sıcaklık yüzümden çekildiğinde başım aşağı düştü, memnuniyetsiz bir ses çıkardım.

"Neyi var?" dedi bir kadın sesi.

"Raiden ona hiç yaklaştı mı?" dedi sarı gözlü. Raiden... O hangisiydi? Beni tutan mı, yoksa Kartal mı? Öfkeli sesiyle diğeri olduğunu düşündüm.

"Ne?" dedi kız. "Hayır elbette. Aşağı hiç inmedi. Sadece ben geldim, ona su getirmiştim."

"Ada sana bir kez soracağım, kıza ne verdiniz?"

"Yemin ederim sadece su. Belki de açlıktan..."

"Açlıktan kimse bu hale gelmez!" diye bağırdı Aslan. Küfretti, Vilas'ı özlediğimi fark ettim. Onu bulunca sarılacaktım, yemin ederim ki sarılacaktım ama sonra onu öldürecektim.

"Kızı tut!" dedi sarı gözlü. Ayağa kalktığını fark etmedim ama bileklerime sıcak ellerinin dokunuşunu fark etmiştim.

Kız beni tutarken ellerim sonunda serbest kaldı. Öne doğru düşerken kız daha sıkı tuttu, hatta öyle sıkı tuttu ki sırtımdaki şiddetli acı çığlık atmama neden oldu. "Neden bağırıyorsun?" diye çıkıştı. "Bir şey yapmadım bile."

"Sırtını aç!" dedi sarı gözlü. Kız bu kez ikiletmedi, gövdemi omzuna doğru yaslarken parmakları tuniğimin arkasını buldu ve onu yavaşça kaldırdı. Bileklerimdeki uyuşukluk olmasa onu durdururdum ama şu an değil bileklerim, her yerim uyuşmuştu. Soğuk ve şiddetli acı da kıpırdamak bile istememe neden oluyordu.

"Bu..." dedi kız, sesinde şaşkınlık vardı. "Bunu Raiden bile yapamaz."

Bir bıçağın sert yüzeğini sırtımda hissettim, iç çamaşırımın arkasını parçalarken öylesine rahatladım ki onu daha önce çıkarmam gerektiğini düşündüm. Vilas'ın tuniğimin altından muhteşem göğüslerimi fark etmesi pahasına buna değerdi, acının bir sebebi de kahrolası göğüslerimi tutan kumaş parçasıydı.

"Bu izler daha öncesine ait," dedi sarı gözlü. Yaralara dokunduğunda yine çığlık attım. "Yaralardan irin akmaya başlamış."

Kahretsin ki ölmek falan istemiyordum. Ben ölmek için onlarca şeyi göze alıp kaçmamıştım. Yaşamak, sonunda özgürce yaşamak, için kaçmıştım.

"Kim böyle bir şey yapar ki?" dedi Adara.

"Bunu o bize söyleyecek," dedi sarı gözlü. Kız çekildiğinde oturduğum zeminden kuru bir dal parçasıymışım gibi kolayca koparıldım. Kıpırdamak canımı acıtsa da sıcaklık hepsine değerdi. Bu adam bir ateş parçası gibiydi. "Sakın öleyim deme!" dedi bana.

Acıyla kıvranarak iyice ona sokuldum, bir Aslana böyle yaklaşmanın tiksintisini sonra yaşayacaktım. Üstelik... Kötü kokmuyordu, hatta kokusu hoş bile sayılırdı. Annemin onların ıslak sıçan gibi koktuğunu söyleyişi aklıma geldi. Kötü kokmasalar da hoş kokuları bile iğrenilesiydi. "Kendin öldüremedin diye üzülür müsün kedicik?" dediğimde kelimelerim çok anlaşılır değildi ama o anladı.

"Bu halde bile susmuyorsun ha!" dedi, sesi alaycı değildi ama sert de değildi. "Sen tam bir çıngıraklı yılansın."

Adımları ağır değildi ama yavaş da değildi. Yukarı çıkarken bile beni sarmamasını nazik bir yapısı olmasına yormadım, öyle olsaydı en azından ara ara geldiğinde iki lokma bir şeyler getirirdi. Bu Aslanların dengesindendi. En azından onlarla ilgili biraz bilgi sahibiydim. Her ne kadar eğitmenlerim ya da annem hep kötü özelliklerinden bahsetse de...

Yukarı kata çıktığında sıcak hava sesli ve uzun bir nefes almama ve biraz daha rahatlamama neden oldu. Kulaklarımı tırmalayan sese kadar ufak bir huzur hissetmiştim. "Neden o iğrenç sürüngen kollarında Lian?"

Lian... İsmi tanıdık geliyordu. Gerçi bir Aslan ismi nasıl tanıdık gelsindi ki? Sanırım gerçekten iyi değildim.

Lian ona cevap vermedi. "Ada şurayı aç!"

"Onu bizim oturduğumuz koltuğa yatırmayacaksın!" dedi aynı ses, bu beni tutan Aslanın sesiydi.

"Kapa çeneni Raiden!" dedi sonunda sarı gözlü... Lian...

Kedicik...

Beni yan yatırdığında gözlerim Raiden denen adamı seçti. O olduğunu anlamıştım, bunun nedeni aralarında görmediğim tek yüzün onun olması değildi. Her türlü kötü duyguyla bakan toprak rengi gözlerinin en çok beni öldürme isteğiyle dolu olmasıydı ama o bir Aslan değildi. Yüzünün sağ tarafında ve boynundaki desenleri seçmiştim. O bir Kaplandı. O bugüne kadar gördüğüm en iri Kaplan değildi, zaten bugüne kadar hiç canlı bir Kaplan görmemiştim, o bugüne kadar gördüğüm en iri adamdı.

Adım sesleri duydum ama arkamdan geldiği için kime ait olduğunu göremedim. "Onlar kırbaç izleri mi?"

Sesi tanımamıştım ama kim olduğunu biliyordum çünkü geriye sadece bir kişi kalıyordu. Kartal...

Kaplanlar Aslanların krallığında yaşardı ama Kartal'ın neden onlarla olduğuna hala anlam veremiyordum. Her ne kadar Aslanlarla dost olsalar da Aslan ülkesinde Kartalların yaşadığını hiç duymamıştım. Belki de bu yine eksik eğitimlerimlerin bir getirisiydi.

"Ne?" dedi Raiden gözlerini arkama çevirerek. Kartal yattığım koltuğun arkasındaydı. "Ona yaklaşmadım bile. Yaklaşsaydım da kırbaç yerine kılıçla biçmeyi tercih ederdim."

Herkesin Raiden denen Kaplandan şüphelenmesini tekinsiz yapısına yordum. Bunu sadece sesinden bile anlayabilmiştim. Bir de nefretini... Aslan Krallığı ve Yılan Krallıkları birbirlerinden yüzyıllardır nefret ederdi ama bu Kaplanın nefreti bambaşkaydı. Nedenini merak bile etmiyordum çünkü hepsini öldürecektim. Beni iyileştirmelerinden sonra elbette.

"Arlo, Ada ile birlikte yılan otu toplayın," dedi Lian.

"Öyle bir şey yaparsanız sizi ben öldürürüm," dedi Raiden.

"Raiden tek kelime daha edersen dilini sökeceğim!" Sert sesiyle kedicik adeta odada soğuk bir rüzgar estirdi. Raiden öfkeli bir soluk verdi, bakışları yine bana döndü. Bakışlarımı üzerinde bulunca bana dişlerini gösterdi. Ona sırıtmaya çalıştım, ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. Hırlarcasına dönüp ortadan kaybolması bir şeyleri başardığımın kanıtı oldu. İlk onu öldürecektim.

Adara denen Aslan kız ve adını az önce öğrendiğim Arlo denen Kartal bir şey söylemeden önümden geçip gitti. Yılan otu benim krallığımda çok sık bulunurdu ama Aslanların bölgesinde çok fazla olmadığını okumuştum bir yerlerden. Bu Aslanların bize olan düşmanlıklarından onları sökmelerinden kaynaklanmıyordu, böyle bir şeyi ancak bir aptal yapardı çünkü o bitki gerçekten bir şifa kaynağıydı. Aslanların bölgesinde bulunmamasının asıl nedeni Yılan otunun soğuk bölgelerde yeşermesiydi. Aslan Toprakları bizim topraklarımızdan daha ılımandı.

Lian tam karşıma geçip tek dizini yere dayayarak eğildi. Artık tek başınaydı. Onu boğabilir miydim?

"Beni yaptıklarıma pişman etme," diye beni uyardı. Gözlerimden mi bunu anlamıştı, yoksa beni tamamen bir tehlike olarak mı görüyordu çözemedim. Elini alnıma uzatırken yüzündeki tiksintiyi gizlemedi. "Ateşin var."

"Ölmek istemiyorum," diye mırıldandım. Bu onu şaşırttı, dik başlı biri olduğumu elbette anlamıştı ve bu itirafımın yapıma ters olduğunu da. Dik başlıydım ama öleceğim bir yolda başımı dik tutmamın anlamı yoktu. Annemin söylediklerini onaylamam da bu yüzdendi. Sonuna varıncaya kadar çoğu şeyi sineye çekebilirdim. Aslanların beni iyileştirmesi de buna dâhildi.

Beni aciz görmesi ve iyileştirmesini istiyordum. İyileştikten sonra başımı dik tutarak onları öldürebileyim diye.

"Senin elinde," dedi kaşlarını kaldırarak. "İlk olarak bana adını söylemekle başla! Yalan söyleme çünkü anlarım."

Adımı öğrenmek istemesinin amacı muhtemelen hakkımda bilgi toplamaktı. Sırtımdaki izleri görmesi beni daha da merak etmesine neden olmuştu. Belki de bana zorla Aslanlar hakkında bilgi toplama görevi verilmişti, kim bilir. Bu yüzden işkenceye uğramış olabilirdim.

"Elis," dediğimde kaşları çatıldı.

"Beni duymadığını ya da anlamayacak kadar aptal olduğunu düşünmeye başlıyorum. Gerçek adın ne Yılan? Bu sana verdiğim son şans!"

Kahretsin ki lanet Aslan gerçekten yalanı bir şekilde anlıyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama anlıyordu işte.

"Asra," dedim vurgusuzca. Tamamen yalan değildi, sadece vurgusuz...

Çatık kaşları havalandı. "Yılan halkındansın o halde."

Soyluların ismi vurgulu olurdu çünkü, bilgileri isabetliydi. Başımı sallamaya çalıştım ama acıyla yüzümü buruşturmam uzun sürmedi. Yutkunmaya çalıştım, başaramadım. "Su," diyebildim sadece.

"Cevap," diye karşılık verdi. Hadi ama! "Sınırlarımızda ne işin vardı?"

"Söyledim..." Öksürdüm, canım feci yandı.

Hırıltılı bir nefes aldığını öksürüklerimin arasında zorlukla fark ettim. "Lanet olsun! Tamam, bekle!"

Ayağa kalktı, kısa sürede yine aynı yerindeydi. Elindeki metal bardağı bana uzatırken, "Dokunmayacağım," dedi tiksinti ile. "O yüzden başını kaldır."

Bunu yapabilirdim ama yapmadım. Beni öfkelendirdiği için başımı kaldırır gibi yaptım ve tekrar koltuğun eski kumaşına düşmesine izin verdim. Gözleri kısılırken bana biraz daha yaklaştı, başımı destekleyeceğini sandım ama onun bir Aslan boku olduğunu es geçmiştim. Suyu yere ağır ağır boşaltı ve bardağı bir köşeye fırlattı. "Bana oyun oynama çıngıraklı!" dedi yine hırıltılı sesiyle.

"Aslan görünümlü bir kediden fazlası değilsin!" diye tısladım. Öylesine öfkelenmiştim ki...

"Dişlerimi görmek ister misin?"

"Göster bakalım!" dedi arkasından yükselen ses. Vilas...

Lian'ın eli aniden beline gitti ama koltuğa saplanan okla bıçağı çeken elini diğeriyle beraber havaya kaldırdı. "At onu!" dedi Vilas. Aslan dilinde konuşuyordu ama bundan iğrendiği sesinin tonundan bile belliydi. Lian bıçağı yana fırlattı. "Ayağa kalk ve ondan uzaklaş!"

Vilas'ın bu kadar kolay içeri girmesi şüpheliydi. Kartal ve Aslan kız uzaklaşmış olsalar bile Kaplan dışarıda bir yerdeydi.

Lian elleri havada yavaşça ayağa kalktı ve geriledi. Vilas sonunda görüş açıma girdi. Yorgun, aslında tamamen tükenmiş görünüyordu. Göz altlarını morluklar istila etmişti. Buna rağmen duruşu dikti. Bana kısa bir an baktı, iyi olduğuma –bu halime ne kadar iyi denirse- emin olunca gözleri gerdiği yaydaki okun yönüne döndü. Bana, "Sana ne yaptılar?" diye sorarken bile gözleri Lian'ın üstündeydi. Sesi ise bugüne kadar ondan duymadığım kadar karanlıktı.

Gözlerimi Lian'a çevirdim. Elleri hala tehlikesiz olduğunu belirtir gibi havadaydı ama gözlerindeki pırıltı ve dudaklarındaki gülümseme tehlikeyi elenen ortaya seriyordu. Arkası Vilas'a döndük olduğu için Vilas yüzünü göremiyordu ama ben görüyordum. "Bir kişi..." Öksürdüm yine. "Bir kişi daha var. Bir Kaplan..."

Raiden denen Kaplan ile ilgili onu uyarmak istedim ama o an beklemediğim başka bir şey oldu. Dışarıdan bir aslanın gür kükreyişi duyuldu, gerçek bir aslanın. Vilas'ın dikkati bir an dağıldı. Lian bu fırsatı kaçırmadı, diğer bacağındaki kılıftan hızla çektiği bıçağı döndüğü an Vilas'a savurdu. Vilas gerdiği oku serbest bıraktı ama bıçak oku kırıp yönünü hiç bozmadı. Vilas yana çekildiği an Lian üzerine atılıp onu yere serdi. Bir eli Vilas'ın boynunu bulurken diğer eli bir pençe gibi omzuna saplanıp onu acı içinde bıraktı.

Nereden aldığımı anlamadığım bir güçle kendimi yere atıp onun az önce kenara savurduğu bıçağa atıldım ama Lian kükrer gibi beni uyardı. "Bıçağa dokunduğun an arkadaşının boğazını parçalarım çıngıraklı!"

Vilas'a baktım, sonra da bıçağa. Elimi biraz daha uzatsam bıçağı alırdım ama bu Vilas'ın son nefesine sebep olabilecek bir süreydi. Üstelik bıçağı fırlatacağımı da sanmıyordum. Parmaklarımı geri çektiğimde kapıda Raiden denen Kaplan belirdi. Yüzünü göremedim ama tiksinen sesinden o olduğunu anlamıştım. "Bir yılandan daha kötü bir şey varsa o da iki yılandır."

Lian, Vilas'ın yüzüne öyle güçlü bir yumruk indirdi ki neredeyse çığlık atacaktım. Vilas'ın başı yana dönerken gözleri de kapandı. Lian öfkeyle ona baktı ve üzerinden kalktı. "Bağla şunu!" dedi Raiden'a.

Raiden yere eğilip Vilas'ı bir gübre çuvalı gibi kavradı. Onu götürürken bakamadım bile. "Hepinizi..." dedim nefret içinde. "Hepinizi öldürece-"

Cümlemi tamamlayamadım, nefesimi sanki birisi birden kesmişti. Bedenimi de dik tutma çabam sonlandı. Yere serildim, daha şiddetli titremeye başladım. Lian'ın küfrettiğini zar zor duyabildim. Yanıma beklemeden geldi. "Lanet Yılanlar!" dedi iğrenerek. "Ateşin çok yüksek. Kalp atışların da."

Beni yerden kaldırdı ama tekrar koltuğa bırakmadı. Bir yere doğru yürümeye başladı. Sıcaklığı yine beni ısıtırken, hissettiğim rahatlamaya da ona da içimden küfürler yağdırdım. Beni bir banyo teknesinin içine naziklikten uzak bir şekilde bıraktı. Bir kova soğuk su başımdan aşağı çarpar gibi dökülürken yaralarım şiddetle yandı, çığlık attım. Artık ölümcül bir hastalığın son anlarını yaşıyormuş gibi titriyordum. Bir kova su daha hemen ardından geldi. Benim çığlıklarım da...

Başım yana düşerken teknenin yanına çarpmasını onun sıcak eli engelledi. Saçlarımı döver gibi yüzümden çekti. Gözlerim kapandı, tekrar açıldı. Yüzüne zorlukla baktım. "Uyanık kal!" diye baskın bir tonda emretti.

"Hepsini... Ödeyeceksin!" dedim dişlerim birbirine çarparken. Sarı gözlerindeki öfkeyi sadece kısa bir süre izleyebildim. Gözlerim kapandı ve bu kez açılmadı.

 

⚔⚔⚔

Merhabalar Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm?

Vilas'ı bulduk ama artık bir sorunumuz daha var 😌

Aslan çocuğumuz biraz haşin, acımıyor 😈 Asra deliyse ben daha deliyim diyor fflflfl

Siz Lian hakkında ne düşünüyorsunuz?

Peki Ada, Arlo ve Raiden hakkında...

Diğer bölüm hızlı gelsin istiyorsak lütfen yorum ve oy kısmını atlamayalım.

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

 

Loading...
0%