Yeni Üyelik
8.
Bölüm

1.7 - Kanlı Anlaşmadaki Pençeler

@e.smare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶
Christian Post - Resurgence
🎶


Instagram:
e.s.mare
Esmare_den

Tiktok:
Esmareden
(Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz.)


"Ben bazen bir casusum,
bazen de bir asker.
Bazen hiçbiri, bazen hepsi."

Seslerini duyuyordum, dışarıdan geliyordu. Dinlememden bile endişelenmiyorlardı. Tiksinilesi varlıklar annemin anlattıklarından çok daha beterdi.

"Yemek yemiyor," dedi Adara. Sesini duymak bile onu öldürme isteğimi harlıyordu. "Yediği bir tabağı da kusmuş zaten. Saatlerdir sessizce orada oturuyor."

"Yaralarına baktın mı?" dedi Lian söylediklerini hiç duymamış gibi. Aslında duysa da umursamamıştı.

"İzin vermiyor," dedi Adara sıkıntılı bir sesle. "Yanına yaklaştığımda duvara daha da yapışıyor ve dişlerini göstererek tıslıyor."

"Korkuyor musun Adara?" dedi Lian öfkelenerek. "Kız aç ve yaralı. Sen dişlerini gösteriyor diyorsun."

"Keşke tüm bunları ona zehirli bir merhem hazırlatırken düşünseydin," dedi Adara. Sesi alaycı mıydı? Tiksintim midemin burkulmasına neden oldu. "O merhemi sırtından temizlememe bile Arlo yardım etti."

"Omzuma dişlerini geçirdi," dedi Arlo konuşmaya dahil olarak. "Panzehirim olmasaydı çoktan ölmüştüm."

"Bence gerçekten doğruları söylüyorlar," dedi Adara. "Aradıklarımızın onlar olmadığı belli değil mi zaten?" Birilerini arıyorlardı, bizi o yüzden burada tutuyorlardı. Sınırlar diye diretmesi sadece bir aldatmacaydı. Bir şeyden emin olmaya çalışıyordu.

"Kılıcı çaldığını söyledi," dedi Arlo. "Öyle değil mi? Kızda bir yağmacı tipi olmasa da görünüşün aldatıcıdır. Mesela tatlı bir yılancığa da benziyordu ama beni öyle bir dişledi ki... Neredeyse etimi koparıyordu. Güçsüz dediğin kızdan bahsediyorum Lian, eğer gücü yerinde olsa o kız bizi bütün bütün yutar!"

Yağmacı mı? Yağmacıları mı arıyorlardı?

"Sabah bir tavuğu bile boğazlayamaz diyordun," diye atıldı Adara.

"O bana dişlerini geçirmeden önceydi."

"Abartıyorsun!"

"Yılanlara güvenmeye ne zaman başladın Adara?" dedi Lian.

"Güvenmiyorum," dedi Adara hemen. Sesi azaldı ve sonrasında ne söylediğini duyamadım. Adım sesleri kısa süre sonra eski, tahta parkelerde duyuldu ama başımı kaldırıp bakmadım. Kollarımı bacaklarıma sarmış ve başımı dizlerime dayamıştım. Sırtım duvara değmedikçe ve kıpırdamadıkça acı çok hissedilmiyordu. Mide bulantısına ise alışmıştım. Artık midemde bir şey kalmadığı için sadece ara ara kuru öğürmelerle boğuşuyordum.

Adımların bana yöneldiğini hissettiğimde başımı hızla kaldırdım ve acıyla yüzümü buruşturdum. Öfkeli gözlerim Lian'ın yüzünü buldu. "Merhemi getir!" dedi Adara'ya.

Acımın daha da artacağını bilerek yine de sırtımı girintili duvara yasladım. Şiddeti o kadar yüksekti ki gözlerimin önünde birden şimşekler çaktı. İçimden küfürler sıraladım, çoğu Aslanlaraydı ve o Aslanlardan en öfkeli olduğum küfürlerimi duyamadan bana doğru birkaç adım daha attı. "Uzak dur!" dedim tıslarcasına. "Bana..." Yine ağzıma dolan acı tatla öğürdüm ama şiddetle devam ettim. "Dokunmayacaksın!"

Gözlerini üzerimden çekmeden tekrar, "Ada!" diye seslendi. "Panzehri de getir!"

Kız elindeki şişeyi sallayarak mutfaktan çıktı ve ona göz devirdi. Diğer elinde de merhem kutusunu tutuyordu. "Panzehir... Evet, bu kesinlikle bir panzehir."

Arlo güldü.

Vilas konuşmuş olamazdı, ben de konuşmamıştım. O halde beni iyileştirmek gibi bir amaçları yoktu, zaten kızın sözleri de bunun kanıtıydı. Ben o yalanı bir kez yutardım. Bu kez bana ne verip Vilas'ı konuşturmaya çalışacaklarını bilmiyordum, tahmin de edemiyordum. Aslanların acımasızlığı bir ırkın sonu olurken bana merhamet göstermeleri saçmalığına nasıl kanmıştım ki zaten? Halbuki annemin bana ilk öğrettiği şeylerden biri de buydu: Her insanda acıma duygusu vardır ama bazıları o duyguyu vicdanıyla beraber gömer ve üzerine vahşilik tohumları eker.

Lian'ın kazdığı o mezarın üzerinde vahşilik çoktan filizlenmiş ve saçaklanmıştı.

"Sakın..." demiştim ki Lian ayak bileklerimi sıkıca kavrayıp beni kendine doğru çekti. Zincirlerle sarılı bileklerim hareket edince yandı. Ellerim göğsüne yaslandığı an tırnaklarımı şiddetle batırdım. Dişlerinin arasından nefeslendi ve sarılır gibi beni sıkıca tuttu. Eğer aramızda tenine geçirdiğim ellerim olmasa kaburgalarım o görevi üstlenirdi.

Titriyordum, güçsüzdüm. Midem çalkalanıyordu adeta. Ayağa kalksam bir adım bile atamazdım ama hala bir silahım vardı. Sivri dişlerimi çıkardığım an, "Eğer bir daha etime en ufak bir zarar verirsen dişlerini sökerim," dedi hırıltılı bir sesle. Beni biraz geri çekip tehditkâr sarı gözleri gözlerime dikti. "Anladın mı beni?"

"Anladım," dedim uysal sesimle. Derin bir nefes alıp midemi sakinleştirerek tekrarladım. "Anladım."

Dişlerim boynuna gömüldüğünde o da anladığımı anladı. Küfrederken beni fırlatır gibi yere serdi. Sırtım şiddetle yandı ve bağırdım. Doğrulmaya çalıştığımda omuzlarıma bastırıp beni zemine çiviledi. Artık öfkeli bakmıyordu, o öfke gözlerinden taşıyor boynundan akan iki ırmak kana karışıyordu. "Adara elindekileri ateşe at ve bana bir kerpeten bul!"

Adım sesleriyle Adara'nın geldiğini sandım ama üzerimize doğru eğilen Arlo'ydu. Dilini birkaç kez damağına vurdu. "Dişlerin olmadan çok çirkin görüneceksin. Üzücü!"

Lian ona gözlerini çevirdiğinde Arlo elindeki somondan büyük bir ısırık alıp umursamaz bir şekilde ilerledi. Çok uzaklaşmadan sesi yine duyuldu. "Bu arada eteğin açıldı. Pullu bacakların, kalçaların falan hep görünüyor. Çok cılızsın! Yemek ye!"

Lian başını çevirdi, gömleğinden küçük bir tüp kurtulup sarktı. Ne olduğunu anlamaya çalışmadım çünkü Lian Arlo'ya bakmıyordu. Bacaklarıma bakıyordu. Yanaklarım sıcakladı, öfkedendi şüphesiz. Arlo güldü, Lian onun gülüşüyle ne yaptığını anlamış olacak ki, "Arlo!" diye kükredi.

Yine kıpırdanıp ellerinden kurtulmaya çalıştığımda sırtım zemine daha çok sürttü ve acıyla inledim. Bakışları bana döndü. Birden beni yan çevirdi ve bacaklarımı bacaklarıyla kıstırdı. Bileklerimden tutup yere bastırdığında bırakması için bağırdım.

"Adara hangi lanet yerdeysen gel ve kızın sırtına bak!" dedi sert sesiyle.

"Kerpeten?" dedi Adara, küfrettim.

"Ada!" diye bağırdı bu kez. "Söylediğimi yap, yoksa sökülen dişler senin olacak!"

Adara homurdanırken ben debelenmeye başladım, yeterince terlememişim gibi terden sırılsıklam olmuştum. Adara arkama geçtiğinde, "Seni... Seni öldürürüm!" diye bağırdım. "Dokunma bana!"

Adara elbisenin sırtını aşağı çekerken tenime sürten kumaş bile canımı yaktı. Beni duymamış gibi sırtıma yakıcı merhemi sürmeye başladı. O kadar çok küfrettim ki bir ara Lian dilimi kesmekle bile beni tehdit etti. Sonunda acıdan ve kendimi kurtarmaya çalışmaktan kalan gücüm de tükendi. En azından midem artık biraz bana merhamet etmek ister gibi durulmuştu. Aniden sessizleştiğimde Lian rahatlamış bir nefes aldı.

"Ateşi yükseliyor yine," dedi Adara.

"Şu panzehri ver!" dedi Lian. Ellerimi sonunda bıraktığında bileklerim sızlıyordu. Yanık tenim acısını daha net belli ediyordu. Boynumu kavradığında, "Ellerini tut!" dedi erken davranarak. Ellerim uyuşmuş olmasa aklındaki gibi yine onu tırmalayabilirdim ama kahrolası Aslanda öyle bir güç vardı ki parmaklarıma bile bir süre kan gitmemiş olabilirdi. Adara ellerimi tuttuğunda Lian küçük şişeyi dudaklarıma dayadı. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. "Gerçekten dişlerini sökmeliydim!" dedi öfkeyle. "Ölüp gideceksin, iç şunu!"

Oyunları sevmediğini söylemişti ama çok güzel oynuyordu.

Ağzımı açmadım, daha da sinirlendi. Yüzümü tutup yanaklarıma öylesine bastırdı ki ağzımı açmak zorunda kaldım. Acı sıvı aynı anda boğazımdan süzülmeye başladı. Gözlerim yaşardı, sonunda beni bıraktığında öksürmeye başladım. Dakikalarca öksürdüm, arada yeniden gelen mide bulantısıyla öğürdüm. Boğazım yanıyordu, sırtım ve bileklerimde. Bir an yılan zindanında olmanın Aslanların elinde olmaktan çok daha iyi olacağını düşündüm. Şüphesiz öyleydi de.

Öksürük ve öğürmelerim bittiğinde olduğum yere yığıldım adeta. Neredeyse ağlayacaktım. Acıdan değil, saf öfkeden. "Direnmeseydin bu kadar canın yanmazdı," dedi beni daha da öfkelendirmek ister gibi.

"Ve beni zehirleme-seydiniz," dedim zorlukla, keşke bağırabilseydim. Keşke... Onları öldürebilseydim. Tam da şu an... Acı çektirerek...

Zindana defalarca atılmıştım, defalarca kırbaçlanmış acı içinde kalmıştım ama hiçbirinde bu kadar aciz kalmamıştım. Hiçbirinde kendimden bu kadar güçsüz kaldığım için tiksinmemiştim. O kadar öfkeliydim ki... Sonunda gözlerim doldu. Acıdan dolmayan gözlerimi güçsüzlüğüm doldurdu. Son kalan gücümle kolumu kaldırıp yüzüme kapattım, bu halimi görmeleri beni çok daha berbat hissettirirdi. Ben, babam acı çeken halime bakıp güldüğünde bile ağlamamıştım çünkü.

Kulaklarıma Raiden'ın keyifli sesi ulaştığında kendimi daha da kastım. "Demek sonunda yılan fahişesini öldür..."

"Eğer bir kez daha fahişe dersen çeneni koparırım Raiden!" dedi Lian.

Raiden birkaç saniye susabildi ancak. "Neyin var senin böyle?" Birden havalandığımda Raiden benden daha fazla şaşırdı. "O yılan fa... Yılanla nereye gidiyorsun?"

"Sana hesap verdiğimde bu soruyu bana tekrar sor!" dedi Lian. "Arlo! Bir işe yara ve kaybol!"

Beni nereye götürdüğüne bakamadan zeminden birkaç kat daha yumuşak bir şeyin üstüne bıraktı. "Cılız bacak yerime çok alışmasan iyi edersin," dedi Arlo. Oturduğu o koltukta olduğumu o an anladım çünkü hala kolum nemli gözlerimi kapatıyordu. O da çok geçmeden sert ellerle yüzümden çekildi ama ona bakmadım. Aksine yüzümü koltuğa gömdüm.

Umursamadan, "Duydun," dedi yumuşaklıktan uzak bir sesle. "Yarına kadar süren var çıngıraklı. O zamana kadar ya bana doğruları söylersin ya da arkadaşınla beraber sizi parçalara ayıracak bir grup Aslanın önüne atılırsınız. Bu bir şeyler yapmaya çalışırsan da geçerli." Beni kısaca süzdü ve küçümsercesine konuştu. "Tabii yapabilirsen."

Ona cevap vermek yerine tekrar kolumla yüzümü kapattım ama aynı zamanda şüpheye düştüm. O merhem ve bana zorla içirdiği şey gerçekten zehirli bir şeyler olmayabilir miydi? Aksi halde zaten yarına kadar ölürdüm, yani beni başka bir şeyler tehdit etmesine gerek kalmazdı.

Şüphelerimi savuşturmam uzun sürmedi, her türlü beni yine tehdit etmişti. Üstelik bu Aslan halkının önüne atılmaktı. Bizi parçalayacak kadar nefretle dolu olmalarına şaşırdım. Yılan halkının önüne bir Aslan atılsa elbette hoş karşılanmazdı ama parçalamak... En fazla ölesiye dayak yerdi ve kraliyet askerleri tarafından perişan halde zindana atılırdı.

Bizim de onlardan pek farkımız yoktu aslında.

Lian uzaklaşırken tiksinti dolu sesi yine de kulaklarımı tırmaladı. "Üzerine bir şey ört şunun! Hastalıklı titremesi sinirlerimi bozuyor."

Adara yanıma gelmiş ve Vilas'ın iyi olduğunu söylemişti. Ona cevap vermesem de konuşmaya devam etmişti. Vilas'a yemek götürdüğünü, yaralarını temizlerken ona küfür ettiğini gülerek anlatmıştı. Sanki bunda komik olan bir şeyler varmış gibi. Uyuşuk bir şekilde olmasam onu boğardım, sanırım o da buna güvenip yanıma bu kadar yaklaşmıştı. Ona da hak veriyordum aslında, beni hep güçsüz görmüştü. Yapabildiklerimi bilmiyordu çünkü hiç gösterememiştim.

Kaçarken elbette her şeyin mükemmel ilerleyeceğini düşünmemiştim ama bu kadarını kesinlikle tahmin etmemiştim. Aslanlar düşündüğüm son şey bile değildi. En kötü biraz aç kalacağımızı, biraz da Akreplerin dikkatini çekmemek için gizli gizli ilerlerken bunalacağımızı düşünmüştüm ama hapsedilmiş, aç bırakılmış, hastalıklarla mücadele edip zehirlenmiştim. Bir Yılan olarak en incitici olan zehir kısmıydı şüphesiz. Zehir bizim başvurduğumuz bir şey olmuştu her zaman, Aslanların değil ama belli ki birileri bize fena özenmişti.

Geçen süre içinde titremelerim ve mide bulantım biraz daha azalmıştı. Sırtımdaki acı da öyle. Beni iyileştireceklerini düşünmemiştim ama sanırım yanılmıştım. Aslanların ne yaptığına akıl erdirmek çok zordu. Belki de bu onların Yılanlara karşı kendini tatmin etme biçimiydi. Bir oyundu. Lian her ne kadar oyunları sevmediğini söylese de bu bir yalandı. Bizimle yaptığı şey sadece acı verici bir oyundu.

Casus olmadığımızı çoktan anlamıştı ama bizi salmak ya da öldürmek yerine acı çekmemizi istiyordu. Raiden bile ondan iyiydi, en azından o oyun oynamak yerine bizi öldürmek istediğini hep belli ediyordu. Lian mani olmasa bunu çoktan yapardı da.

Bir ara Lian, Raiden ve Arlo'nun çıktığını duymuştum. Aslında fısıldaşmalarından sonra bu fazlasıyla acele de olmuştu. Adara kafamı şişirirken uykuya dalmıştım ve rüyalarımda hep Prens Adrastis vardı. Kaçmaya çalıştığım her yolun sonu ona çıkıyordu. Vilas bana elini uzatsa da o ele hiç dokunamıyordum, hep Adrastis'e çekiliyordum. Yine nefes nefese kaldığım yolun sonu ona çıktı ve bir el önüme uzandı. Vilas olduğunu biliyordum, ona dokunamayacağımı da ama yine de ona baktım.

Bana elini uzatan o değildi. Aslandı. Lian...

Şaşkınlığımı gördüğünde dudakları onda ilk defa gördüğüm bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Beklemeden elimi kavramıştı. Çok garipti, tiksinmeyi beklemiştim ama hissettiğim şey tiksintinin yakınından bile geçemezdi. Daha yeni, canlı... Nefes almak, özgürce nefes almak gibiydi.

Gözlerim o an açıldı. Gördüğüm rüyanın şaşkınlığını bile yaşayamadan bambaşka bir şey oldu. Üzerime eğilmiş biri vardı. Parlak mavi gözleri odanın karanlığında parlıyordu. Yanağındaki pullar karşımdakinin bir yılan olduğunu ele verse de, kim olduğunu açıklamıyordu. Onu tanımıyordum ama içimi kaplayan korku tanımamı önemsememişti.

Ak Yılan Krallığı beni bulmuştu.

Dudaklarım aralandığı sertçe ağzımı kapattı. "Şşş!" dedi Yılan. Boynuma bir bıçak dayadı. Başını omzuna eğerken kısılan gözleriyle yüzümü uzun uzun süzdü. Kalbim göğüs kafesime yüksek darbeler indirirken başka adım sesleri de duydum. Elbette tek kişi değildi, peşime tek kişi takmalarını zaten beklemezdim. Kime çalıştığını merak ettim? Kraliçe mi? Kral mı? Belki de...

Adrastis...

İçimdeki endişe büyürken Yılan keyiflenen bir ifadeyle başını sağa doğru çevirdi. Kendi dilim uzun süre sonra Yılan'ın dudaklarından döküldü. "Dars! Burada bir Yılan var."

Ciğerlerime doldurduğum ve orada beklettiğim havayı rahatlayarak verdim.

Beni aramıyordu. Beni tanımıyordu bile!

O halde bunlar da kimdi?

"Aşağıda da bir tane var."

Dars denen başka bir Yılandı. Yanıma yaklaştığında kazınmış başı içeri sızan ay ışığında parladı. "Bizim için bir Yılan mı yakalamışlar?" dedi gülerek. Dişlerinden biri kırıktı, başında ise ne olduklarını çözemediğim dövmeler vardı. Yanıma yaklaşıp elbisemim yakasını şiddetle indirdi. Kıpırdamadan ona bakmaya başlarken o göğüslerimi saran sargıya memnuniyetsizce baktı. Ben ise biraz daha şaşırarak... Adara sırtımı ilaçlamıştı ama sargı falan sarmamıştı.

Kafam daha da karıştı.

"Yaralı," dedi dazlak, keyfi biraz kaçmıştı. "Kıpırdamadığına bakılırsa uyuşturulmuş da."

"Öldüreyim mi?" dedi ağzımı tutan Yılan. Eğer ben Lian gibi kibirli bir Aslan olsam ve biri benim elimden öldüreceğim Yılanı alsa çok sinirlenirdim ama o kahrolası hiçbir yerde yoktu. Bu Yılan çenemin altına dayadığı bıçağı boğazıma saplasa benim yapabilecek bir şeyimin olmaması gibi...

Kısılan gözlerim başka bir şey fark etmemle açıldı. Titremiyordum, zihnim hiç olmadığı kadar açıktı. Sırtımdaki yaraların acısı bile eski şiddetini kaybetmişti. Ben... Serbestim. En azından bileklerimdeki zincirler olmasaydı. Yine de karşı koyabilirdim, uyuşmuş olduğumu sanmaya devam etmeleri için kıpırdamadım ama en ufak bir terslikte ellerimi yılanın suratına indirmeye hazırlandı. Her ne kadar zincirli olsam da...

Dazlak Yılan onaylamaz bir ses çıkardı. "Gidince soyup kontrol ederiz, idare edilecek gibiyse köle pazarında satarız." Başını çevirdi. "Aşağıdaki dişi mi?"

"Erkek," dedi diğer ses.

"Bırak çürüsün!" dedi tükürür gibi. "Başka ne buldun?"

"Hiçbir şey," dedi diğeri memnuniyetsizce. "Değerli bir eşyayı bırak, ambarları bile boş."

Yağmacılar!

Dazlak Yılan Aslanlara küfretti. "Bu girdiğimiz beşinci Aslan ini ve elimizde doğru düzgün hiçbir şey yok."

"Garsi bunu hoş karşılamayacak," dedi diğeri. Garsi... Bu ismi duymuştum. Saraydan kaçıp hakkın arasına karıştığım bir gün, birkaç Yılan Garsi'nin büyük ganimetle döndüğünden bahsetmişti. O zamanlar ne Garsi'nin kim olduğunu ne de neden bahsettiklerini merak etmiştim. Bir yağmacı olduğunu elbette ki anlamıştım, adı duyulmaya başlamış bir yağmacının cezasının kesilmesinin de yakın olduğunu biliyordum. Krallık yağmacılara müsamaha göstermezdi ama Garsi'ye belli ki göstermişlerdi.

Çünkü Yılan, Ak Yılan Krallığının köylerini yağmalamıyordu. Aslanlar ise neden bir Yılan Krallığının umurunda olsundu ki?

"Bunun bedelini elbette birileri ödeyecek!" dedi dazlak.

"Ne yapacağız?" dedi ağzımı kapatan Yılan.

Dazlak sesinden irin akarmışçasına güldü. "Her zaman yaptığımızı. Biraz ısınacağız." Gözlerini bana çevirdi ve eteğimi açıp bacaklarıma baktı. Pis gülüşüyle sivri dişleri uzayarak açığa çıktı. "Elimiz boş da dönmeyeceğiz. Kız iyileştirilirse iyi para eder." Gözlerini ağzımı kapatan Yılana döndü. "Al onu!"

Bunlar aptal mıydı? Bir Aslan köyünde, dahası evinde esir iki Yılan bulmuşlardı ve nedenini zerre sorgulamamışlardı.

Kesinlikle aptallar.

Peki, Aslanlar nerede?

Kafamda dönen düşüncelerle kıpırdamadan onları dinlerken ağzımı kapatan Yılan yüzüme eğildi. "Bağırırsan gırtlağını deşerim!"

Kaşlarım çatılırken beni kaldırıp sırtına attı. Bileğimdeki zincirler şıngırdadı ve açıldı. Son anda sıkıca tutmasaydım zeminde çıkardığı ses gecenin sessizliğini bölerdi. Gözlerim daha da kısıldı. Zincirlerim açılmıştı.

Tamamen serbestim!

Yılan benimle birlikte kapıdan çıkarken zincirlerimin açık olduğundan bihaberdi. Ben de kıpırdamadan durdum çünkü Yılanlar bekleyebilirdi. Vilas da... Önce zihnimdeki karmaşayı çözmeliydim. Aslanlar bizi ölüme terk edip gitse bile zincirlerimi açacaklarını düşünmüyordum. Zaten Lian denen tiksinilesi varlık da bizi o kadar kolay bırakmayacağını günlerdir gösteriyordu. Aradıkları yağmacılardı, bizi belli ki onlar sanmışlardı. Şimdi ise aradıkları o yağmacılar ayaklarına gelmişken ortada yoklardı.

Belki de yağmacıların girdiği diğer evlerin haberi almışlardı. Onlar yağmacıları ararken yağmacılar da bizi bulmuştu. Yine de bu zincirlerimi açıklamıyordu.

Dünyayı tersten görmem midemi bulandırdı. Dışarıda bir at arabası duruyordu. Atlar ayaklarını sabırsızca toprağa sürtüyordu. Yılan beni oraya götürürken dazlağın sesini duydum. "Ateşe ver!"

Vilas...

Sorularım bekleyebilirdi. Vilas artık bekleyemezdi.

Elimi hızla uzattım ve "Şunu biraz alabilir miyim?" dediğim an Yılanın elindeki bıçağı kaptım. Kendimi geriye attığımda sırtım biraz yandı. Yılan açılmış gözleriyle bana bakarken ona sivri dişlerimi göstererek sırıttım. "Bağırırsan gırtlağını..." Bıçağı boynuna sapladım ve çektim. Boğuk bir sesle elleri çözüldü, ayaklarım zemin bulduğunda sendeledim ama dengemi sağladım. Yılan kanlar içinde yere devrilirken keyifsizce dilimi şaklattım. "Çok erken davrandım. Deşerim diyecektim, sonra deşecektim."

Dazlak beni fark ettiğini belli edercesine gürledi. Başımı ona çevirdiğim an üzerime atıldı ve beni yere devirdi. Küfretti ve elleri boğazıma sarıldı. Nefesim zaten zemine sertçe çarpmamla kesilmişti, şimdi ise o kesiyordu. Bacak arasına güçlü bir tekme indirdim ve acıyla uludu. Ellerinin bollaşmasıyla bıçağı göğsüne sapladım, buna rağmen üzerime tekrar atılmaya çalıştı. Dişlerimi boynuna gömdüm ve bir parça kopararak çektim. Acıyla haykırırken o parçası suratına tükürdüm. Askeri eğitimim vardı ama ben Yılan askerlerinin aksine bir vahşi gibi savaşırdım. Askeri kurallarla ilerlemezdim, kendi içgüdülerim ne emrederse ona uyardım. Annem şu an bu yaptığımı görse benimle gurur duymazdı, onun hisleri artık kimin umurundaydı ki zaten?

Dazlak acıyla haykırırken son vuruşu yaptım. Bıçağın kabzasıyla çenesini altına indi, başı geriye gittiği an bıçak boynunda kanlı bir yol çizdi. "Söylemedim mi? Memelerime yalnızca Vilas baka-bilir," dedim nefes nefese.

Onu üzerimden attığımda ancak derince nefeslendim.

Geriye sadece kız kalmıştı.

Ve burnuma duman kokusu geliyordu.

Öyle hızlı doğruldum ki başım döndü. Evden dumanlar yükseliyordu. Kız ise hiçbir yerde yoktu. Eve doğru koşmaya başladım ama kapıdan yüzüme vuran alevler geriye sıçramama neden oldu. Evin bu kadar hızlı alev alması akıl alır gibi değildi. Burnuma vuran yanık yağ kokusu bunu açıklığa kavuşturdu.

Ateş bizi korkuturdu. O yüzden beni korkutmadığını söylemek aptallıktı, kendimi bile kandıramazdım. Diğer yandan beklemem de aptallıktı, Aslanları düşünmek de.

Ne olursa olsun... Vilas'ı bırakmayacağım.

Ya özgürdük, ya da ölü ama beraber!

Ateşlerden uzak açık bir yer bulma umuduyla evin etrafından koşmaya başladım. Her yerin kapalı olmasıyla neredeyse çığlık attım ama durmadım. Yerden kavradığım bir taşla pencerelerden birini indirdim. Kendimi içeri attığımda kesilen yerlerimi de sırtımın artık şiddetle acımasını da umursamadım. Alevlerin sıcaklığı tenime çarparken duman boğazımı yaktı. Hızla ambarın kapısına bir tekme indirdim ve aşağıya koştum. Meşale yoktu ama yukarıdan biraz ışık sızıyordu, o ışığın çoğu alevlerdi.

Ve Vilas yoktu.

Duvardan zincirler sarkıyordu ama o yoktu. Nefes almak daha da zorlaştı ama durmadım, küçücük ambarın her köşesine koşarak göz attım. Yılanlar burada demişlerdi, nasıl burada olmazdı?

"Vilas!" diye bağırdım. Öksürdüm. "Toprağın Hakimi adına! Sen... Sürekli başıma bela olmak zorunda mısın?"

Burada olmadığını net olarak kavradığımda merdivenlere koştum. Bir şekilde evden çıktığını düşünmek istiyordum. Aksi halde evin içini saran alevlerle çoktan kömüre dönmüş olmalıydı. Ya özgürdük ya da ölü, o yaşıyordu. Kahrolası yüzbaşı bu evden çıkmıştı. Başka bir şey düşünmeyecektim. Onu kızarmış bir şekilde hayal etmek mi? Bunu asla yapmayacaktım. Gözlerimi seviyordum.

Alevlerin sıcaklığı artık tenimi kavurmaya başlarken o pencereye tekrar ulaşmam artık çok daha zordu, nefes almam da öyle. Evin kapısı çoktan alevlere teslim olmuştu. Sağa sola hızla göz atarken öksürüklerimin şiddetli boğazımı acıtıyordu. Ciğerlerim zaten acınası haldeydi. Koltuktaki örtüyü şiddetle kaptım ve yan taraftaki banyoya koştum. Teknedeki kirli suya örtüyü bastırıp etrafıma sardım. Dışarı çıktığımda alevlerin sardığı kapıya korku içinde baktım. "Lanet olsun!" diye tısladım.

Bir daha düşünmedim. Alevlere doğru koştum.

Dışarı çıktığım alevlerden biraz daha uzaklaştığımı anladığım an yere çöktüm ve ıslak örtüyü üzerimden zorlukla fırlattım. Dumandan zaten yaşaran gözlerim şiddetli öksürüklerle yüzüme akan yaşlara dönüştü. Yine de buğulu görüşüm dizlerimin önünde duran çizmeleri seçebildi. Hala zar zor nefes alabilsem de tehlike çanları zihnimi yine ele geçirdi. Kalçamın üzerinde döndüm ve ayaklarımı çizmenin sahibinin ayaklarına sarıp çektim. Sadece bir an sonra üzerindeydim.

Ve bir an sonra ben yerde, o üzerimde...

Gördüğüm yüzle, "Ah, hayır! Hayır!" diye Yılan dilinde inledim adeta ve tekrar öksürdüm. Son görmek istediğim kişi bile o değildi.

Lian'ın dudakları ilk defa yukarı kıvrıldı. "Beni gördüğüne sevinmemiş gibisin çıngıraklı."

Vilas... Düşündüm. Evin hiçbir yeri açık değildi, içeriye pencereyi kırarak girmiştim. Vilas içerideydi değil mi? Ve ben onu orada bırakmıştım. Olumlu tüm düşünceler kafamdan uçup gitti, Vilas'ı orada bırakmıştım ben. Şimdi ise yine bir Aslanın pençeleri altındaydım.

Başımı tamamen toprağa bıraktığımda ona sulu gözlerle baktım. Yılan dilimde, "Ya özgür..." dedim. Öksürüklerim sözlerimi yine böldü. "Ya da ölü ama beraber..." Vilas yoktu, Vilas... "Beraber..." Gözlerimi ondan çektim ve gökyüzünün karanlığında parlayan yıldızlara baktım. Beraber demiştik. Söz vermiştik.

Gözlerimi yine onun sarı gözlerine çevirdim, direnmeyecektim. "Öldür!"

Kaşları çatıldı. Sürekli beni öldürmekle tehdit eden biri olmasaydı bunun hoşuna gitmediğini bile düşünürdüm. "İstediğin buysa..." dedi yavaşça. "Onu da öldüreyim mi?" Çenesiyle ileriyi işaret etti. "Beraber dediğin için soruyorum."

Başımı geriye attığımda gördüklerime birkaç saniye anlam veremedim. Vilas at arabasına yaslanmış ve bana bakıyordu. O da saatlerce koşmuş gibi nefes nefeseydi. Gecenin karanlığından belli ki doğru göremiyordum ama üzerinde en ufak bir yanık ya da is lekesi yoktu. "Öleceksen tek başınasın," dedi yorgun bir sesle. "Beni karıştırma."

Bir kızın kahkahası geceyi deldi. Adara'ydı...

Nerede olduğuna bakmadım, başımı kaldırdım ve tekrar Lian'ın keyifli yüzüne baktım. O an yüzüne öyle bir yumruk indirdim ki koca bedeni yana devrildi. O küfrederken hızla doğruldum ve Vilas'a doğru koştum. Aslana yumruk atmamın hoşuna gittiğini açığa çıkan dişlerinden anlamıştım. Kollarını açtı, sesi de uzun süre sonra keyifli çıkmıştı. "Sana bayılı-"

Onun da yüzüne bir yumruk indirdim. Gözleri, aslında sadece tek gözü, -diğeri hala tam olarak açılmamıştı- açıldı. Şaşkınlıkla bana baktı.

"Bana da yumruk atarsa..." Bu Arlo'ydu.

Başımı çevirdiğimde onları etrafta göremedim.

"Ne yaparsın? Kız Lian'a bile yumruk attı, sen ne yapabilirsin ki?" dedi Adara. Sesin yukarıdan geldiğini fark ettiğimde başımı kaldırdım, Arlo at arabasının penceresinden sarkıp bana kısık gözlerle baktı.

"Doğru," dedi Adara'ya. "Tek temennim Lian'ın onu birazdan öldürecek olması."

Başımı yana çevirip Lian'a baktım. Ayağa kalkmıştı ve artık aşina olduğum öfkeli gözleri üzerimdeydi. Umursamadım bile çünkü Vilas yaşıyordu. Gözlerim yine onu buldu. Hala ona attığım yumruğun şaşkınlığını atlatamamıştı. "Biliyor musun?" dedi yüzünü buruşturarak. "Öpüşme teklifini kabul edecektim."

"Yalancı," diye çıkıştım ve ona öyle sıkı sarıldım ki yaralarının acısıyla inledi. "Mızmızlanma," dedim ve yutkundum."Beni bu kadar korkuttuğun için seni öldürmem gerekirdi."

Homurdandı. "Aslanın iyilik yapacağı tuttu işte. Yumruğu hak etmemiştim."

"Sonuna kadar hak ettin," dedim boğuk bir sesle.

"Bekle!" Sesinde şaşkınlık vardı. Kendini geri çekmeye çalıştı ama izin vermedim. "Şu an ağlıyor musun?"

"Hayır!" dedim şiddetle.

Sonunda beni uzaklaştırmayı başardı ama yüzümü çevirdim. Çenemi kavrayıp yüzüme bakmaya çalıştı. Ellerini itmeye çalıştım ama sonunda pes ettim. Gözlerime şaşkınlıkla baktı. "Gerçekten ağlıyorsun," dedi yavaşça.

Gözlerimi hızla kapatıp açtım ve yaşların akmasına izin vermedim. "Kapa çeneni!"

"Sevinç gösteriniz bittiyse artık konuşmamızın vakti geldi." Ses arkamdan geldi, Lian'dan ama bakmadım.

Vilas'ın gözlerine yayılan öfkeyi izledim, biz kinci varlıklardık ama birbirimiz söz konusuysa bu kinin sınırı yoktu. Onu kurtardıklarını anlamıştım, Vilas için bunun önemi olmadığını da. Bize yapılanları unutmayacaktı. Ben de unutmayacaktım ama benim için Vilas'ı kurtarmalarının önemi vardı. Her ne kadar neredeyse ölecek olmasına sebep olan da onlar olsa da...

Onları biraz daha az acısız öldürecektim.

"Yoksa buradan canlı çıkamaz mıyız?" dedim alayla.

"Belki de bizi ateşlerin içine atıp kurtulmak için çırpınmalarımızı izlemek istersiniz?" dedi Vilas burnuma dolan duman kokusundan bile daha yoğun bir öfkeyle.

Beni izlemişlerdi, alevler içine atılmış bir Yılandım ben ve bir Aslan için bahse vardım ki bundan daha keyif verici bir şey olamazdı. Başımı yine yana çevirip ona baktım. Elbette ki o sarı gözlerde pişmanlığa dair en ufak bir emareye rastlamadım, böyle bir şey beklemiyordum da zaten. Aksi olsaydı şaşırırdım. Yine de bu öfkelenmemem için bir engel değildi.

Ağaçların arasından son Aslan da çıktığında Lian ona bakmadı. Raiden'ın sıkıca bağladığı kişi bir kızdı. Yılan kız... Yağmacıların kaçan üyesi oydu. O... Yerimi dolduracak biri, ya da bizimle işkence etmeyi düşündükleri bir eşlikçi...

Ama hepsinden önce evi ateşe verip Vilas'ın neredeyse yanmasına, yanmama neden olacak o kızdı. Ona acıyacak değildim.

Lian'a döndüm. "Şu konuşma... Ne hakkında? Yeni işkenceler mi? Aradığınız yağmacılardı, ikisinin işini bitirdim. Diğerini de yakalamışsınız belli ki ama üç Yılana işkence etmek, her zaman birden iyidir değil mi?"

Lian birkaç adımla bize yaklaştı ve tek dizini yere dayayarak yüzünü yüzümün hizasına getirdi. Çenesinde büyük bir kızarıklık vardı, ben yapmıştım. Bu keyiflenmemi sağladı ama o artık keyifsizdi. "O yağmacılar bu köyden beş ailenin ölmesine neden oldu," dedi. "Beş yaşında bile olmayan küçücük bir çocuğun kömüre dönmüş gözlerine baktın mı hiç? Onlar yaptılar. Yılanlar... Senin halkın. Buradaydık ve onları bekliyorduk, sizi bulduk." Vilas'a kısaca baktı ve gözleri yine beni buldu. "Öfkelenmek mi istiyorsun, öfkelen! Nefret mi ediyorsun, etmelisin! Tiksiniyor musun, umurumda değil ama sen bir çocuğu öyle görmedin." Raiden'ın elinde bitkin düşmüş kıza benden bile daha büyük bir öfkeyle baktı. "Ben gördüm, bir tane de değil... Çok daha fazlasını gördüm."

Kıza baktım, onun da gözlerinde pişmanlık yoktu. Korkuyordu, titriyordu ama o gözlerde ufacık bile merhamet yoktu. En az Lian kadar ondan da tiksindim. En az onun kadar onu öldürme isteği ile doldum.

"Seni bulduk," dedi Lian bana dönerek. "Sınırlarımızda, tam da ölümlerin kol gezdiği bir Aslan köyünün ormanlarında. Belinde bir kraliyet kılıcı vardı. Sonra arkadaşın kolunda bir heybe ile geldi." Tek kaşını kaldırdı. "Ve sen kılıcı çaldığını söyledin. Sen olsan ne düşünürdün?"

"Aklındakileri," dedi dürüst olarak. "Ama sen yağmacı olmadığımızı Vilas'ın yanından çıktığımızda çoktan anlamıştın değil mi? Bana o yüzden panzehir verdin."

"Düşündüm," dedi. "Ama emin değildim."

"Bu yüzden bizi yem yaptın," dediğimde başını salladı. "Yaptıklarımı gördün ve yağmacı olmadığımıza emin oldun."

"Arkadaşını sen dazlakla boğuşurken çıkardık ama kız evi ateşe çoktan vermişti. Sonra da bizi görünce kaçtı," dedi Adara.

At arabasının içinde Arlo ile beraber bizi izlediklerini fark etmiştim ama ona bakmadım. Gözlerim hala Lian'ın üzerindeydi. "Ama buna rağmen içeri girmemi izlediniz."

Lian dudak büktü. Arlo cevap verdi. "Ateşten korktuğunuzu düşünerek... Aslında geri döneceğin anı bekledik."

"Ama sen içeri girdin," dedi Lian. Kaşlarını kaldırdı. "Ya özgürüz ya da ölü ama beraber, değil mi?"

Bunu Aslan dilinde söylediğimi bile fark etmemiştim. Vilas yumruklarını sıktı ama sessiz kaldı. "Doğru hatırlıyorsun," dedim Lian'a. "O halde bize hangisini vadeden bir konuşma yapacaksın? Geçmiş deneyimlerime dayanarak ikincisinde çok başarılı olduğunu söyleyebilirim."

"Hangisi olacağını sen belirleyeceksin çıngıraklı," dedi sıcaklıktan uzak bir gülümsemeyle. "Benim seçeneklerimin sonu özgürlük ama biri ölüme uzanıyor. Sadece sen farkında bile değildin."

Bunu gerçekten anlamamıştım. "Ne demek istiyorsun?"

"Arkeplerden geçip Tarafsız Topraklar'a girecektiniz değil mi?" diye sorduğunda kaşlarım çatıldı. "Tabii doğru söylemişseniz ama bir şeyden haberiniz yok belli ki. Akrepler artık Aslan Krallığının kontrolü altında. Sokaklarında Aslanların Krallığının devriyeleri geziyor. Akrepler sizi zaten sevmiyorlardı ama artık bu başka bir boyut kazandı. Fark edilmeniz demek Aslanların askerlerine teslim edilmeniz demek. Tabii bir Akrepten önce Kraliyet devriyelerine yakalanmazsanız. Bu da oldukça düşük bir ihtimal doğrusu."

Şaşkınlıkla Vilas'a baktım, o da benimle aynı şaşkınlığı paylaşıyordu. "Böyle bir şey duymadık," diye karşı çıktı.

"Duymamanız gerekiyordu zaten," dedi Lian. "Ama Ak ve Kara Yılanlar bir barışa doğru yürürken Aslanların da boş durmayacağını tahmin edebilirdiniz. En azından Ak ve Kara Yılan krallıkları tahmin eder."

"Yani Aslanlar, Akrepleri işgal mi etti?" diye sordum.

"İşgalden bahsetmedim," dedi. "Hala kendi yönetim biçimleri devam ediyor. Sadece artık Aslanlara bağlılar."

"İşgal değilse neden böyle bir şey istesinler?" dedi Vilas. "Sizi sevmezler bile."

"Çöl Halkından başka kimseyi sevmez onlar," dedi Arlo gülerek. "Ama sizin krallıkların birleşmesi korkularını pekiştirdi. İlk hedef olacaklarını düşündüler. Örümceklerin de onları savunacaklarından şüpheliydiler. Güçlü bir müttefik istediler ve böylesine bir müttefik sana askeri güçten önce içsel bir güç verir."

Yılanlar birleştikten sonra bir savaş çıkaracak olsalar bile bu Akrepler mi olurdu? Emin değildim, Kral Siles mecbur kalmasa hiçbir savaşa girmezdi ama Kara Yılan Kralı... Aslında düşünmem gereken kişi o bile değildi. Oğlu, Veliaht Prens Adrastis'ti. Adrastis'i tanımasam da savaş yanlısı olduğuna yemin edebilirdim. Onun gözlerinde gördüğüm ilk şey güce olan açlığıydı.

"Şimdi düşün," dedi Lian. "Oradan gerçekten Tarafsız Topraklar'a geçebilir misiniz?"

Kısa bir an sessiz kaldım. Eğer doğruyu söylüyorsa ki, öyle olduğunu düşünüyordum, bu çok zordu. Öldürülmemiz büyük olasılıktı, düşük bir olasılık ise... Yakalanıp yine esir olmaktı. Esirken ise bizimle ilgili fazlasıyla bilgiye ulaşabilirlerdi. Bu da bizi ölümden daha kötü sonlara götürürdü. Bizi değil belki, Vilas'ı yine öldürürlerdi ama ben... Benim arkamda sinsi adımlarla takip eden zehirli bir evlilik vardı.

"Şu an bize seçeneklerini sunduğun kısımda mıyız?" dedim merakımı yansıtmayarak.

"Basit," dedi kendinden emin bir sesle. "Ben size yardım edeceğim, siz de bana. İşin sonunda sizi Tarafsız Topraklar'a güvenle geçirme sözü veriyorum." Sanki sözüne öylece güvenebilirmişiz gibi...

"Diğer seçenek?" diye aklımdaki soruyu Vilas dillendirdi.

"Sizi şu an bırakırım. Yollarımızı ayırırız. Kendi çabanızla Tarafsız Topraklar'a gidersiniz," dedi Lian.

İşte özgürlüğün ölüme çıktığı o seçenek buydu.

"Söylediğine göre Akrepler artık size hizmet ediyor," dedim. Gözlerim yavaşça kısıldı. "Ve sen de hakkımızda her şeyi bile bir Aslan askerisin. İşleri bizim için zorlaştırmayacağına mı inanmalıyız?"

Güldü, söylediklerimi gerçekten komik bulmuş gibiydi. "Emin ol, hiçbir şey yapmasam da sizin için her şey zaten yeterince zor. İnanıp inanmamak sana kalmış ama iki Yılandan çok daha önemli işlerimiz var, Akreplere ya da Akreplerin topraklarındaki Aslan askerlerine sizi anlatacak vaktimiz ise hiç yok. Yani ikinci seçeneği seçerseniz sizi hiç görmemiş olacağız."

Dudağımın içini dişlerken Vilas'a kısa bir an baktım. Aslan yalan söylüyor olabilirdi ama garip bir şekilde doğru söylediğini düşünüyordum. Tamamen konudan bağımsız olmasa da onu şaşırtacak bir soru sordum. "Sen... Rütbeli bir asker misin?"

Kaşları havalandı, başını kaldırıp tepemizden sarkan Adara ve Arlo'ya baktı. İkisi de güldü. Lian başını indirdi ve "Asker olduğumu hiç söylemedim," dedi. "Bunu sen söyledin."

Şaşırma sırası bendeydi. "Kimsin o halde? Aslan halkını savunuyorsun, yağmacıların peşine düşüyorsun. Sırf topraklarına girdiği için Yılanlara işkence ediyorsun. Asker değilsen neden bunları yapasın?"

Raiden'dan bir homurdanma yükseldi. "Gerçekten öldürmeyeceksek hala neden bunlarla uğraşıyoruz Lian? Bunu söylemekten nefret ediyorum ama bırak gitsinler. Kendilerini öldürecek bir yol zaten bulurlar."

Lian başını ona çevirince Raiden derin bir nefes aldı ve sustu. Sarı gözlerini yine üzerime çevirdi. "Kim olduğumu seçimini yaptığında belki öğrenirsin, belki de hiç öğrenemezsin."

"Bir seçim yapmam için bana ilk şartını açıklaman gerekiyor," dedim. "Ben size yardım ederim, siz de bana. Senin yardımını açıkladın ama bizim ne yapacağımızı hiç söylemedin."

Dudak büktü. "İşte orada kumar oynaman gerekiyor. Sizin yardımınızın içeriği ancak o seçeneği kabul edersen açıklanacak."

Kumar oynamayı severdim. Bir oyun olarak elbette, saraydan kaçtığım bazı günlerde birkaç kadeh devirip Vilas'ın beni oyun masalarından topladığı anlar olmuştu. Onun beni oyundan çekip aldığı anlar haricinde de kaybettiğim olmamıştı. İyi bir oyuncuydum aslında ama bu kumar... Bizzat bizimle ilgiliydi. Bizden ne isteyeceğini bilmiyordum. Bize yaptıklarından sonra ona güvendiğim de söylenemezdi. En başta oldukça kurnaz bir adamdı, acımasızdı da. Bize yaptığı her şeyde haksız olduğu ortaya çıkmıştı ama o hiç pişman olmamıştı. Hala dik başıyla gözlerime çekinmeden bakıyordu.

Korkusuzdu, çok korkusuz. Onda ürktüğüm şeyin bu olduğunu fark ettim.

"Asra," dedi Vilas. Ona bakmadım, gözlerim sanki sarı gözlere zincirlenmişti. "Gidelim. Kendi başımızın çaresine bakarız. Onlara güvenmekten iyidir."

Düşündüm, bakabilir miydim? Eskiden olsa buna evet derdim ama şimdi tüm olasılıkları biliyordum. Tarafsız Topraklar'a varmamız artık çok daha düşük bir olasılıktı.

"Diyelim ki ilk seçeneği kabul ettik," dediğimde bu kez tek kaşını kaldırdı ve devamını bekledi. Vilas, "Asra!" diye uyardı sertçe ama onu dinlemedim. "Bizden istediğin şey... O her neyse... Yapamayacağımız bir şey olduğunu fark ettik. Gitmemize yine de izin verecek misin?"

Elbette vermeyecekti, aptalca bir soruydu ama o gülmedi. "Bazı bilgiler ölümcüldür çıngıraklı, İlk seçenek sonucunda size ölümcül bilgiler verebilirim. Sence gitmenize müsaade eder miyim?"

Etmezdi ama beni son sözünden daha fazla tedirgin eden şey Adrastis ile aynı cümleyi kurması olmuştu. Bazı bilgiler ölümcüldür...

Vilas, "Gidelim," diye diretti.

"Asker olmadığını söyledin," dedim Vilas'ı duymamış gibi. "Her şey bittikten sonra bizi nasıl Tarafsız Topraklar'a geçireceksin?"

"Anlarsın," dedi yavaşça. Arlo güldü. "İnan bana, şu an karşında bunu en kolay başarabilecek kişi duruyor."

İnanmak mı? Buna gülebilirdim ama o kadar net söylemişti ki, kendimi yine bir oyunda mıyım, yoksa bu saf bir gerçek mi diye sorgularken buldum.

"Bu çok aptalca," dedi Vilas Yılan dilinde, öfkeyle güldü. "Onlara güvenemezsin!"

Onu bu yola ben sürüklemiştim ve daha en başından birkaç kez onu kaybetme korkusuyla yüzleşmiştim. Artık bir ailem yoktu. Annem, babam, kardeşlerim, hiçbiri yoktu. Sadece o vardı. Vilas benim elimdeki tek şeydi artık. Annem, babam, kardeşim... Hepsi oydu.

"İki şartım var," dedim ve Vilas öfkeyle, "Kes şunu!" diye tısladı.

"Dinliyorum," dedi Lian dikkatle.

"İlki kılıcımı bana geri vereceksin. İkincisi... Her ne isteyeceksen bunu ben yapacağım. Yılan sınırlarına geri dönmediğim müddetçe ne isteyeceğinin de önemi yok ve Vilas bu işin gerisinde kalacak. Her şeyin sonunda çuvallasam bile onu Tarafsız Topraklar'a geçireceksin."

"Sen aklını mı yitirdin?" diye bağırdı Vilas.

Lian onu umursamadan, "Bana üç şart sundun," dedi. Kaşlarımı çattığımda açıkladı. "Kılıç, Yılan sınırlarına girmemek ve arkadaşının geri planda kalması."

"Ne önemi var ki?" dedim yüzümü buruşturarak. "Takıldığın nokta iki demem mi? Üç olsun o zaman."

"Neyin, ne zaman önemli olacağını bilemezsin," dedi Lian ve gözlerini Vilas'a çevirdi, onu ilk kez görüyormuş gibi süzdü. Düşündü, bu saniyeler boyunca uzadı. Belli ki onda da işine yarayabilecek bir şeyler vardı ve anlaşmamız sonucunda onu dışarda bırakmanın eksilerini tartıyordu. Gözlerini sonunda bana çevirdi. "Ama istediğin gibi olsun. Şartlarını kabul ediyorum."

Vilas soğuk bir şekilde güldü. "Ben böyle bir şeyi kabul etmiyorum ve biz buradan şimdi gidiyoruz." Yerinden kalkmaya çalıştı ama başaramadı. Küfretti. Güçsüzlüğünün farkına varınca kolumdan çekip ona bakmamı istedi, direnmedim. "Gidelim," dedi bastırarak. Yılan dilinde konuşmaya başladı. "Aptalca kararlar vermeden önce sonuçlarını düşün! Senden ne isteyeceklerini bilmiyorsun." Öfkeyle devam etti. "Bize neler yaptıklarına bak Asra! Sence senden çorba yapmanı falan mı isteyecekler? Aklın nerede senin! Kullan onu! Biz kendi başımızın çaresine bakarız."

"Haline bak!" diye çıkıştım sonunda. "Ayağa bile kalkamıyorsun!"

"Kimin yüzünden!" diye bağırdı. Bu bana karşı bir suçlama değildi, Aslanları kastediyordu. "Ve şimdi sen onlarla bir anlaşma yapmaktan bahsediyorsun!"

Aslanlar sessizdi, dilimizi bilmedikleri için bunu yadırgamadım. Ellerimi Vilas'ın yüzünün iki yanına koydum ve ona doğru eğildim. "Yaşamak istiyorum," dedim sessizce. "Yaşamanı istiyorum, anlıyor musun?" Dudakları aralandı. Yine kendi başımızın çaresine bakarız laflarını söyleyeceğini bildiğim için konuşmasına izin vermedim. "Benim için bir şey yaptım, benim için çok şey yaptın. Bırak karşılığını vereyim. İkimizi de yaşatayım. Sonunda özgür olalım, beraber."

"Ne yaptığını bilmiyorsun," diye fısıldadı.

"Bilmiyorum," diye onayladım. "Ama ne yapmadığımı biliyorum, bizi net bir ölüme göndermiyorum. Artık öylece Akreplerden geçemeyiz, sen de biliyorsun. "

"Bir yolunu buluruz," dedi ama sesinden umutsuzluk seziliyordu.

"Vilas," dedim artık bunalarak. "Ben ihtimallerle hayatımı tehlikeye atamayacak kadar değerliyim."

Hayretle tek gözü açıldı. "Ben değil miyim? Ayrıca zaten ihtimallerle biz bu yola çıktık."

"Ve başımıza gelenlere bak!"

"Öyle ama... Toprağın Hakimi adına! Sen yapacağın o aptal anlaşmanın da bir ihtimalle ilerlemek olduğunu mu göremiyorsun? Üstelik istedikleri her ne boktan şey ise onu yaptığında bizi değil Tarafsız Topraklar'a götüreceklerinin, serbest bırakacaklarının bile bir garantisi yok. Muhtemelen yapmayacaklar da."

Bu da oldukça yüksek bir ihtimaldi. Elbette körü körüne Lian'a güvenecek değildim, o güvenilecekler listemde bile yer almıyordu. O listede zaten bir kişi vardı. O da Vilas'tı. Ama benim de planlarım vardı. Sadece şu an Aslanların gözleri önünde bunları dillendirmiyordum. Kendi dilimde olsa bile...

"En azından daha uzun yaşarız," dedim gülerek.

"Bu bir oyun değil," diye çıkıştı.

"O zaman öp beni!"

Afallamadı bile, sadece kaşları sertçe çatıldı. "Aptalın tekisin!" Bezgince ofladı. "Ne söylersem söyleyeyim yine kendi kafana göre ilerleyeceksin değil mi?"

"Ben de seni seviyorum," dedim sırıtarak.

Başını iki yana hüsranla sallarken Lian sonunda araya girdi. "Yeterince iğrenç dilinizi dinledik. Artık ya karar ver, ya da topraklarımızdan defolun!"

Geri çekildim ve Vilas'ın ona olan öfkeli bakışını görmezden gelerek başımı çevirdim. Tiksinti ve öfkeli ifadesi yine Aslanın yüzündeydi. Önümüzde kanlı hayali kağıtta pençeleri vardı, ben de dişlerimi geçirerek onayladım. "Kabul," dedim tekrar Aslan diline dönerek. "Şimdi bizi nasıl Tarafsız Topraklara geçireceğinden bahset!"

Yavaşça ayağa kalktı ve üzerindeki tozları silkeledi. Bir şeyin yere çarpma sesi duyulduğunda başını çevirdi, ben de çevirdim. Raiden'ın elinde tuttuğu kız yere baygın yatıyordu artık. Raiden çatık kaşlarla ona baktı. Ardından gözlerini Lian'a çevirdi. "Kıpırdanması can sıkıcı olmaya başlamıştı! Artık saraya dönüp bu iğrenç sürüngeni sorgulamaya başlayabilir miyiz?" Bize bakıp tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "Tabii şu iğrenç sürüngenlerle işin bittiyse."

Gözlerim yine yavaşça kısıldı. "Asker olmadığınızı söylemiştin."

Lian, Raiden'ın üzerindeki gözlerini yine bana çevirdi ama soruma Adara cevap verdi. "O asker değil, biz askeriz."

"Ben Kartal askeriyim ama," dedi Arlo. "Lütfen beni kendinizle aynı asker ırkı sınıfına sokmayın, yoksa sizin için iyi şeyler olmaz."

Kafam yine karışmaya başladı. "Sen..." dedim Lian'a. "Nesin o zaman? Casus mu?"

Casuslar sinsi olurdu, Lian sinsiydi ama yine de bu bana vadettiklerini gerçekleştirmeye yetmezdi. Bir asker belki bizi Tarafsız Topraklar'a geçirebilirdi ama bir casus bunu başaramazdı. Onlar yalnız hareket ederdi, yanlarında birileri varken ilerleyemezlerdi. Onların işi sinsice bilgi edinmek ve bilgi vermekti. Eğitimleri bununla sınırlıydı. Askeri eğitimleri elbette ki vardı ama sadece kendilerini savunmaya odaklıydı. Çoğu da açığa çıktığında kendini savunmadan ya ölür ya da kendini zehirle öldürürdü.

Lian'da casusluktan çok daha fazlası vardı.

"Ben..." dedi gizemli bir gülümsemeyle. "Bazen bir casusum, bazen de bir asker. Bazen hiçbiri, bazen hepsi."

Başını omzuna doğru eğerken gözlerimin içine uzunca bakıp kafa karışıklığımın keyfini çıkardı. Bir aslanın kükreyişi gecenin sessizliğine büyük bir darbe indirirken geriye sıçradım. Zemin şiddetli darbelerle art arda sarsılmaya başladığında ne olduğuna anlam vermeye çalıştım. Sonunda anladım da.

Devasa bir aslan ağaçları devirerek ileri atılıp kendini gösterdiğinde Vilas benden önce küfretti. Hayatımda gerçek bir aslanı ilk defa görmenin derin şaşkınlığını yaşarken Vilas beni kolunun altına doğru çekti. Sanki bu vahşi hayvan bana saldırsa koruyabilecekmiş gibi...

Aslan tekrar kükredi ve titredim. Lian tepkilerimizi izlerken sakindi ama sonunda kendisine doğru gelen aslana baktı. Aslan onun yanında toprağı neredeyse kazıyarak durdu ve birden uysallaşıp yere yayıldı. Gözlerim mümkünmüş gibi daha da irileşirken Lian yüzünde ilk defa gördüğüm gerçek bir mutlulukla onun yelesini okşadı. Aslan kedi gibi mırıltılar çıkardı, az önceki kükreyen varlık o kadar uysaldı ki artık.

Lian aslanın üzerine çevik bir hareketle atlarken ben yine küfrettim. Gözlerini bana çevirdiğinde yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. "Ben Esilian," dedi, aslan kükreyerek ayağa kalktı. Devasa görüntüsü beni yine hazırlıksız yakaladı. Sanki onunla daha da güçlenmiş gibi, Lian'ın gözleri parladı. "Aslan Krallığının Veliaht prensi Esilian Aslion."


⚔⚔⚔

Merhaba Yılanlarım ve ve ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm 😌

Evvetttt, artık bir Aslan sarayı turu yapmamızın vakti geldi de geçiyordu. Valizleri toplayın Aslanlara gidiyoruz.

Lian da Aslan Krallığı Veliaht prensi çıkınca bizim keyifler artı mı?

Sağımız solumuz prens oldu 😂

Peki, Lian Asra'dan ne isteyecek acaba? Tahmini olan 😈

Ve lütfen yorum yapıp oy verelim, diğer bölüm bu duruma göre gelecek 😔

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

 

Loading...
0%