Yeni Üyelik
10.
Bölüm

1.9 - Ateşi Başlatan Kıvılcım

@e.smare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Upuzun bir bölüm oldu. Yorumlamayı ve oy vermeyi unutmayalım. Yorumsuz paragraf kalmasın ki haftasonu bir bölüm daha okuyabilelim değil mi? ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶

Sami Vuorensola - At The End Of The Line

🎶

Instagram: e.s.mare
Esmare_den
Tiktok:Esmareden(Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz.)


"Ufacık bir kıvılcım bir ateş başlatır."

"Majesteleri, ben bir kıvılcımsam nerede ateş başlatacağımı bilemezsiniz."

 

"Bir Kartal arıyor, öyle mi yani?" diye sordu Vilas.

Pencereden dışarı bakarken saray meydanındaki hareketliliği izliyordum. Bir şeyler oluyordu ama bulunduğum yerden ne olduğunu görebilmem pek mümkün değildi. Meydanın sadece sağ kanadının ufacık bir kısmı görünüyordu. Kuleye yakın odalardan birinde değil de ana saraya açılan kapı tarafındaki odalardan birinde olsaydık çoğu şeyi görebilirdim. Prensin bu odayı seçmesinin nedeninin bu olduğunu düşünmeye başlamıştım.

"Neden bir Kartal arasın ki?" dedi Vilas.

"Bilemiyorum," diye cevapladım onu. Cama doğru eğilirken fark etmeden elimi masaya dayayınca acıyla tısladım.

"Dikkat et," dedi Vilas yanıma gelirken. Elimi kendine çekti ve bozulan sargıyı düzeltti. Sabah uyandığımızda iki yemek tepsisin yanında bir merhem ve sargı bezi bulmuştuk. Şömineyi de yakmışlardı. Bugün prens kedicik iyi gününde olmalıydı.

"Bir daha seni o pisliğin yanına tek başına göndermeyeceğim," dedi Vilas yüzüme baktığında.

"Abartıyorsun." Ona olanları hiçbir ayrıntısını atlamadan anlatmıştım, tepkilerini de tahmin ederek yapmıştım bunu ama bir süre sonra o tepkileri bunaltıyordu.

"Abartıyor muyum?" diye sinirlendi. "Daha ilk seferinde geriye yaralı döndün ve bana bunun devam edeceğini söyledin."

"Yaralanmamın değil," diye düzelttim onu. "Bilgi edinme durumunun. Yaralanma olayı... Hmm... Bir tür savunma güdüsüydü. Bana zarar verme gibi bir amacının olduğunu düşünmüyorum. En azından istediği bilgileri alana kadar."

"Gece kabuslarla uyandın!"

Bir ara yataktan sıçradığımı hatırlıyordum. Bir rüya görmüştüm. Bunu da kalan tek şeye dayanarak söyleyebilirdim çünkü genelde rüya görsem de pek hatırlamazdım. Mermer bir heykel... Onun da yüzü net değildi. Bir mermer heykelden korkmuş olamazdım, bunu kabul etmeyecektim. "Seni gördüm," dedim Vilas'a sırıtırken. "Bana bir öpücük bile vermiyordun. O kadar korkunçtu ki..."

"Asra!" diye öfkeyle çıkıştı.

"Tamam," dedim kelimeyi uzatarak. "Benim için bu kadar endişeli görünme, birileri bana aşık olduğunu anlayacak." Öfkeyle homurdanırken ona sırıtmaya devam ettim ama sonunda konuya geri döndüm. "Zindanda bir Kartal görmediğine emin misin?"

"Elbette eminim," dedi kaşlarını çatarak. "Zindanda Baykuşlar, Aslanlar, hatta birkaç Örümcek bile gördüm ama Kartallar... Onlar rüzgar gibidir. Bir bakarsın var, bir bakarsın yok. Yakalanmaları zordur."

Sesli bir nefes verip kalçamı masaya dayadım. "Kartal kızın, Aslanın sevgilisi olduğunu düşünüyorum."

"Belki," dedi Vilas. Pencereden dışarı baktı. Sessizce birkaç saniye izledi. "Ne yapıyorlar sence?"

Dudak büktüm. "Anladığım söylenemez ama bir şeyler olduğu belli."

Dışarıdan sesler yükselince Vilas'la göz göze geldik. "Kraliçe Valda!" takdimi gür bir sesle yapıldı.

Kapı hızla açıldı ve topuklu ayakkabılar zemini döverek bir kadını gözlerimizin önüne serdi. Korsesinden göğüslerinin bir kısmını şekilli bir şekilde gözlerimizin önüne seren gece yeşili kabarık bir elbise giymişti. Yeşilden nefret ederdim ve elbise sadece rengiyle gözlerimi kanattı. Omuzlarındaki pelerini krem rengiydi ve parlak gümüşi işlemeleri vardı. Elbisesinin belindeki yaprak işlemeleriyle uyumluydu.

Kadın orta yaşlardaydı ama güzeldi. Yüzündeki tek kırışıklık, muhtemelen çok gülümsemekten yanaklarında yer edinen soluk çizgilerdi. Sahte kraliçe gülümseleri anneme de bir gün bunu yapacaktı. Aslan kraliçesinin burnu hafif sivriydi, gözleri ise iri ve canlı. Koyu kahverengi saçlarında bir tane bile beyaz yoktu. Üst kısmı örgülerle şekillendirilmişti, alt kısmı ise dalgalar halinde omuzlarından dökülüyordu. Saçlarını dallar ve yapraklarla işlenmiş gümüş bir taç süslüyordu sadece.

Saçlarından bir ton daha açık gözleri ise Vilas ve beni süzüyordu. "Kraliçenin önünde eğilin!" dedi askerlerden biri.

Kaşlarım çatıldı ve yüzüm buruştu. Vilas'ın ise muhtemelen sadece kaşları çatılmıştı. "Bizim kraliçemiz Kraliçe Kalissia," dedi Vilas eğilmeyeceğini belli ederek.

"Saygısız Yılanlar!" dedi Kraliçe Valda'nın arkasındaki yaşlı kadın, muhtemelen onun sadık hizmetkârı.

Kraliçe gülümsedi. "Sorun değil Rima. Onların kraliçesi değilim. İçeri gel ve kapıyı kapat lütfen."

Neden? Bizi öldürecekler miydi?

Rima kraliçeden çok daha yaşlı bir kadındı. Saçlarının çoğu beyazlamıştı ama oldukça derli topluydu. Kraliçenin giyiminin yanından geçemese de onun da üzerinde güzel ama açık yeşil bir elbise vardı. Yeşil renk Aslan Krallığının bayrak rengiydi ama bu kadar çok kullanılması göz yorucuydu.

Rima bize tiksinti ve öfkeyle bakıp kapıyı çekti. İçeri asker almamışlardı, bu bizi öldürme düşüncemi yok etti ama Aslanlar gerçekten ya aptal ya da cesur aptallardı. Benim kraliçem asla iki Aslanla tek başına kalmazdı.

Rima mı? Hayır, Rima muhtemelen tek darbeyle ölürdü, kesici bir silaha bile gerek yoktu.

Kraliçe Valda bize doğru yürürken Rima tetikteydi, sanki bir şey yapacak olsak kraliçesini bizden koruyabilirmiş gibi. Kraliçe bir adım ötemde durdu ve önce Vilas'ı, sonra beni süzdü. Yüzünde tiksinti bekledim ama aksine gülümsedi. "Demek oğlumun misafirleri sizsiniz. Bir Yılana göre ne çok pula sahipsin sen?" Elini uzatıp yanağımdaki pullara dokunduğunda kalakaldım. Ne yapacağımı bilemezken Vilas yanımda gerildi. "Parlıyorsun adeta. Hayatım boyunca senin kadar güzel bir varlık görmedim ben."

Korkuyordum, bu kadın neyden bahsediyordu böyle? Ben bir Yılandım, onun güzel bulacağı son varlık bile değildim.

"Sizi..." dedim acı verici bir yara almış gibi. "Isırabilirim." Güldü. Hayır, bu bir kahkahaydı ve annemin sahte gülüşlerinin aksine gerçekti. "Ben... Ben zehirliyim," diye üsteledim. Bana hala dokunması... Korkutuyordu.

"Beni ısırmanın Rima hoş karşılamayabilir," dedi Kraliçe gülerek. Elini yüzümden çekti ama bu kez de kulağıma doğru eğildi. "Tehlikeli yaşlı bir kadın o."

Rima'ya baktım. Tehlike bu kadınla bir arada anılamazdı.

"Anladım," dedi yavaşça. "Ama ben de tehlikeliyim. Sizi öldürdükten sonra Rima'nın bana ne yaptığını göremezsiniz."

Rima'nın gözleri kısıldı, göz çevresi kırış kırış oldu ama Kraliçe yine güldü. Kraliçe annemden bile daha korkutucu bir kadındı. "Beni öldürecek misin? Neden?"

Çünkü bana çok yakınsın. Çünkü ürkütücü hareketlerin var ve neden hep gülüyorsun? Bu dehşet verici.

Kapı şiddetle açıldığında kraliçe geri çekildi ve ancak o an derin bir nefes aldım. "Anne!" diye yakınan ses Lian'ın geldiğinin habercisiydi ve ilk defa onun varlığına şükrettim. Lian koyu lacivert, görkemli kıyafetleriyle annesini yanına yürürken gülümsemeye çalışıyordu ama o da gerginliğini gizleyemiyordu. En azından onun yeşil renkle zoraki bir kaynaşmışlığı yoktu.

"Ah, canım," dedi kraliçe Valda. "Bu odada bir kadın kalıyor, kapıyı çalmamak ne saygısızca."

Lian onu duymamış gibi Vilas ve bana baktı. Ardından annesinin yanında durdu. "Anne burada ne işin var?"

"Misafirlerimizi bir de ben görmek istedim," dedi kadın kolunu onun beline sararak. "Çok hoşlar."

Biz birer Yılanız. Hoş... Hayır, bizi hoş bulamazsın.

"Anne sana onlardan bahsetmemiştim," diye sorguladı Lian.

Kraliçe ona bakıp kaşlarını çattı. "Çünkü çok ketumsun Lian. Adara söylemese hiçbir şeyden haberim olmayacaktı."

Adara... Lanet Aslan!

Lian bir an gözlerini kapattı. Dudakları kıpırdandı, Adara ismini o dudaklardan seçebilmiştim. Sanırım Aslan'ın başı beladaydı. "Anne onlar ziyaret edebileceğin..." Doğru kelimeyi aradı ve bulamadı. "Kişiler," dedi en sonunda. "Değil."

"Biliyorum, biliyorum," dedi Kraliçe. "Adara anlattı. Bir tür işbirliği yapmışsınız, içeriğinden çok bahsetmedi ama; sonuç olarak her ne işle ilgileniyorsanız o sürenin sonuna kadar misafirimiz olacaklar."

"Anne," dedi Lian sabırla. İçinden Adara'ya küfürler ettiğine bahse girerdim, ben ediyordum mesela. "Babam seni bekliyor, burada olmamalısın."

"Birilerini yalnız başına da asabilir," dedi Kraliçe ona yaslanarak. Gözleri üzerimde dolaşıyordu. "İzlemek istediğim bir manzara değil, biliyorsun."

Dışarıdaki hareketlilik bunun içindi ama... Kimi asacaklardı?

Lian sessizce nefesini verdi ve Rima'ya baktı. "Kraliçeye eşlik et Rima, Kral onu bekliyor."

Kraliçe yüzünü astı. "O kadar huysuzsun ki," diye söylendi. "Bu güzel kızı biraz daha incelemem bile müsaade etmiyorsun."

"O bir Yılan!" dedi Lian içimden geçeni dillendirerek. "Kız değil."

Bunu içimden geçirmemiştim çünkü ben bir kızdım.

"Kabalaşma!" dedi Kraliçe ve geri çekildi. Özür diler gibi bana baktı, titredim ve bunu Lian'ın gördüğüne yemin edebilirdim. "Onu dinleme," dedi kraliçe bana. "Bazen gerçekten kaba birine dönüşüyor. Halbuki onu böyle yetiştirmedim."

Kınar gibi Lian'a bakınca Lian, Rima'ya bir baş hareketi yaptı. Şükür ki Rima öne çıkıp, "Gidelim isterseniz Kraliçem," dedi. Kraliçe sesli bir nefes verdi ve ileri atılıp beni kucakladı. Onu o an ısırabilirdim, bunu gerçekten yapabilirdim. O kadar korkutucuydu ki... Vilas'a yardım dilenir gibi baktım ama o yardım dilenen bakışları sadece bir an sonra o bana atmaya başladı. Kraliçe benden sonra ona da sarılmıştı. Kapıya ilerlemeden önce, "Bu akşam beraber yemek yiyelim," dedi.

Bizi kesinlikle öldürecekti!

"Böyle bir şey asla olmayacak!" diye seslendi Lian arkasından.

"Kraliçene karşı geldiğin için idam edileceksin!" diye seslendi annesi de.

Lian kapanan kapıyla sesli ve oldukça uzun bir nefes verdi. Parmaklarıyla ağrıyormuş gibi alnını ovuşturdu. "Annen," dediğimde sanki varlığımızın farkına o an vardı. Gözlerini yüzüme çıkardı. "Korkutucu biri."

Gözleri kısıldı. "Korkutucu mu?"

"Evet," dedi Vilas. "Bence bizi öldürme planları yapıyor."

Dünyanın en saçma şeyini duymuş gibi Lian'ın yüzünü buruştu. "Annem çok şey olabilir ama ne korkutucudur ne de birini öldürme planları yapar. Bu yılanlar olsa dahi." Bize doğru adımladı. "Buraya gelen babam olsaydı kendinizi darağacında bulurdunuz."

"Dışarıdakiler gibi mi mesela?" diye sorduğumda karşımdaydı artık. Beklemediğim bir anda sarılı elimi çekerken Vilas yanımda kıpırdandı ama benim gibi o da prensin ne yapmak istediğini anlamaya çalıştı.

Lian elimdeki sargıyı incelerken sesi umursamazdı. "Dışarıdakileri görmediniz, görseydiniz sizin için daha gösterişli bir şeyler yapabileceğimi anlardınız. Elin ne durumda?"

Başımı yana çevirdim ve Vilas ile gözlerimiz birleşti. Bana çatık kaşlarla bakıyordu. Sorguladığı açıktı ki ben de sorguluyordum. "Şey... İyi," diye geveledim prense dönerek. Elimi çektim ve neredeyse arkama gizledim. "Merhem için... Hmm... Merhem iyi geldi."

Teşekkür etmeyecektim. Elimin bu durumda olmasını sebebi oydu, teşekkürü hak edecek son kişiydi.

"Bir daha yaralı geri dönmemesini umuyorum," dedi Vilas. Lian yavaşça gözlerini ona çevirdi. Vilas ona tehditkârca gülümsedi. "Aksi halde..."

"Aksi halde?" diye kaşlarını kaldırdı Lian. "Beni tehdit edebilecek durumda olduğunu düşünmen aptalca Yılan. Diğer yandan bir daha böyle bir şey olmayacağına emin olabilirsin. Benim için çalışan insanların hayatlarına önem veririm."

"Sen onun için çalışmıyorsun," dedim Vilas'a sırıtarak. "Hayatının bir değeri olmadığını söylemek is-"

"Anladım!" dedi bana çıkışarak. Gri gözleri Lian'ı buldu. "Onun zarar görmemesini sağla yeter!"

"Böyle konuşmaya devam edersen seni öperim," dedim dirseğimle onu dürterek.

"Bir dahakine onu darağacında sallandır," dediğinde dirseğimi kaburgalarına geçirdim.

Lian ikimizi de sessizce süzdü. Vilas'a daha uzun baktı ve gözleri kısıldı. Sadece bir saniye sonra tiksinti dolu bakışlarla arkasını dönüp kapıya yürümeye başladı. Kapıyı açacaktı ki sorumla durdu. "Dışarıdaki hazırlıklar kim için? Kimi asacaksınız?"

Başını çevirip omzunun üzerinden bana baktı. Sarı gözlerinde gölgeler dans etti. Her ne düşünüyorsa onu dillendirmeyeceğine garip bir şekilde emindim. Düşündüklerini kendine saklayacaktı, benim de çoğu kez yaptığım gibi. "Kimseyi asmayacağız," dedi ve vahşi bir ifade yüzüne yayıldı. "Yakacağız!"

"Delirmiş bunlar!" dedi Vilas yatağın ucunda iki yana yürürken. "Gerçekten vahşiler! İnsanları yakıyorlar!" Yatağın üstündeki kıyafetlere öfkeyle baktı. "Bir de bizi yemeğe mi çağırıyorlar?

Sıkıntıyla sesli bir şekilde nefesimi dışarıya verdim. Saatlerdir bu duvarların arasında kalmak bana Ak Yılan sarayındaki hayatımı hatırlatmıştı. En azından o zamanlar belirli yerlere gidebiliyordum ama burada kapıyı açtığım an askerler tarafından uyarılıyordum. Birkaç kez onları boğmayı bile düşünmüştüm.

"Açım," dedim ve yan dönüp ayaklarımı şöminenin alevlerinin sıcaklığına doğru uzattım. "Ben sadece midemle ilgileniyorum..." Bana attığı delici bakışlarla dudağımı ısırdım. "...desem beni öldürürsün değil mi?"

"Kesinlikle," diye yanıtladı beni.

"Ama kraliçenin emrine itaat etmezsek o da bizi yakabilir," dedim dudak bükerek.

Başını arkaya attı ve uzun bir nefes verdi. "Kesinlikle."

"Diğer yandan o kadın çok korkutucu."

Acı çeker gibi bana baktı. "Kesinlikle."

"Nereden baksak bir çıkmazdayız."

"Kesinlikle."

Kapı çalınmadan açıldığında Adara bu kez askeri kıyafetler içinde göründü. Yeşil ceketinin yakasında aslan işlemesi göze çarpıyordu. Omzundan belindeki kemere doğru bir başka kemer uzanıyordu ve üzerinde bıçak kılıfları vardı. Belindeki kemerden ise bir kılıç sarkıyordu. Koyu kahverengi saçları birkaç örgüyle şekillendirilmiş ve tek örgüyle birleşerek sağ omzundan göğsüne kadar inmişti. Yüzüne renk gelmiş gibiydi ki bunun Kartal askeriyle ilgisi olduğuna bahse girerdim. Bizi memnuniyetsizlikle süzerken, "Siz hala neden hazır değilsiniz?" diye çıkıştı.

Vilas yatağa oturdu ve ellerini iki yana açtı. "Daha düne kadar bize işkence eden birileri vardı ve bugün o birileri bizi yemeğe davet etti. Sence neden hazır değiliz?"

Adara onu ayaklarından başlayarak yukarı doğru süzdü. Vilas'ın gözü biraz daha açılmış ve gönderdikleri merhem sayesinde yüzündeki çürükler iyileşmeye başlamıştı. "İyi görünüyorsun, en azından daha az işkence edilmiş gibi," dedi Adara. "Yürüyebiliyorsun da, en azından sallanmadan. Ben yemeğe gitmemen için bir neden göremiyorum."

Bu kadar umursamaz olması öfkemi yine kabartmaya başladı. Sırtıma zehirli merhemi sürerken de böyleydi. En ufak bir pişmanlık sergilememişti, o kadar ustaca rol yapmıştı ki hiçbir şey anlamamıştım. Aksine samimiyetine yenilmiştim, şimdi onun silahını ona karşı kullanan ise bendim. "Huysuzluk ediyor işte," dedim omuz silkerek. "O yardım etmeden de o elbisenin içine girmem zor."

"Ah," dedi inler gibi. "Tamam, kız bende." Koridora döndü ve "Arlo!" diye bağırdı. "Gel ve şu Yılanı giyinmeye ikna et!"

"Cılızı mı?" dedi Arlo koridordan. "Tatlım gözlerimi seviyorum ben."

"Hayır," dedi Adara. "Diğerini."

"Sineği mi?" dedi Arlo. "Tatlım seni seviyorum ben, bunu söylemediğini varsayıyorum. Aksi halde ikimiz için hoş şeyler..."

"Arlo!" diye bağırdı Adara. "Eğer hemen gelmezsen ikimiz diye bir şey olmayacak."

Arlo cevap vermedi ama adım sesleri Adara'nın tehdidinin işe yaradığını gösteriyordu. Adara içeri girdi ve Vilas'a doğru yürüdü. Vilas ona kısık gözlerle bakarken onu kolundan çekerek kaldırdı, Vilas bile ondan böyle bir güç beklememiş olmalı ki dengesini son anda sağladı. Adara yataktan ona ait kıyafetleri tek tek alıp onun kollarına sıkıştırırken sonunda kendine geldi. "Yemeğe falan gitmi-"

"Şşş!" diye onu susturdu Adara. "Lian'dan kellemi zor kurtardım zaten, kraliçeden hiç kurtaramam. Hadi!"

Onu kapıya doğru sürüklerken Vilas ne yapacağını bilemez bir şekilde bana baktı. "Kraliçe kimseyi öldüremez demişti prensiniz," dedim ve Vilas söyleyeceğin tek şey bu mu der gibi yüzünü buruşturdu. Omuz silktim.

"Ah, evet," dedi Adara inleyerek. "O üzüldüğünde bunu kral yapıyor, dolaylı olarak kellemi kraliçe almış oluyor yani."

Vilas'ın kapıda beliren Arlo'ya doğru itti. Arlo gerçekten bir sinek tutuyormuş gibi tiksinen bir ifadeye büründü ve iki parmağının ucuyla Vilas'ın gömleğini tuttu. "Gidelim sinek! Seni bir insana çevirmek zor ama... Ah, Göklerin Hakimi adına! İmkansız da."

Adara kapıyı yüzlerine kapattığında Vilas'ın Arlo'ya öldürücü bakışlarla baktığını görmüştüm. Umarım bir sorun çıkarmazdı. Her ne kadar şimdilik uysal davransa da ne zaman patlayacağını kestiremiyordum. Tek güvencem Aslan prensine bile saldırmamış olmasıydı. Sadece tehdit etmişti ve o da Aslan tarafından ezilip bükülerek çiğnenmişti. Vilas'ın bunu içine attığını ve biriktirdiklerinin yanına eklediğini biliyordum. Acısını bir gün fena çıkaracaktı. Bunun yakın bir zamanda olmamasını diliyordum. En azından Tarafsız Topraklar işini garantiye aldıktan sonra...

Adara bana döndü ve ellerini beline dayadı. Beni süzerken iç geçirdi. "Seni bir leydi gibi göstermek zor olacak ama en azından arkadaşın gibi imkânsız da değil."

"Doğru. Vilas'ı bir leydi gibi göstermek gerçekten imkânsız."

Güldü ve yanıma gelip beni yerden kaldırdı. Bir an onu öldürmenin nasıl iyi hissettireceğini düşündüm ama düşüncelerimin aksine ona gülümsedim. "Hadi beni bir prenses yap!"

"İşte o imkânsız!" dedi kahkaha atarak.

Ben de güldüm. Prenses mi? Eğer kaçmasaydım yakında kraliçe olacaktım ben ve bu kız bana gülüyordu. Aptal!

Kısa bir süre içerisinde üzerimdeki kabarık elbise ile yatakta oturuyordum. Elbise en azından yeşil değildi, bunun için Toprağın Hakimine defalarca şükretmiştim. Krallığımın rengi griydi. Kolları danteldendi. Göğüs işlemeleri de. Parlak işlemeleri yoktu, Kara Yılan Krallığının kıyafetleri gibi mattı. Hem ülkem gibiydi, hem yabancıydı. Adara kıyafet için en uygun bunu bulabildiklerini söylemişti. Gri onlarda çok tercih edilen bir renk değildi sanırım ama beni şaşırtan benim için bir şeyler yapamaya çalışmaları olmuştu. Kraliçe hem korkutucu hem... Gerçekten nazik biriydi. Nazik olması da korkutucuydu.

Kraliçe Kalissia'nın bir Aslana göndereceği tek şey bir urgan olurdu şüphesiz ama Kraliçe Valda bir Yılana özenle seçilmiş bir elbise göndermişti. Üstelik onu yemeğe de davet etmişti. Tam olarak korkutucu olan buydu işte, bu şekilde davranması yanlıştı.

Adara yüzüme en azından birkaç kez deneyimlediğim boyalardan sürerken kıpırdandım, korselerden nefret ediyordum ama en azından sırtımdaki ilaç sayesinde yaralarımın acısını çok hissetmiyordum. Yine de nefes alırken can çekişiyordum, "Kraliçeniz," dedim havayı ciğerlerime çekmekte zorlanarak. Mırıltıyla devam etmemi bekledi. "Bizden tiksinmiyor mu?"

Yüzünü buruşturdu. "O... Garip biri. Yadırgaman normal ama Kraliçe Valda nadiren bir şeyden tiksinir. Bir keresinde onu bir tırtılı hayranlıkla izlerken görmüştüm. Irk ayrımı yapacak son insan o, ama kral..." Bana baktı ve dudaklarını birbirine bastırıp bıraktı. "Yılanlardan nefret eder. Gözüne batmamaya çalış diye söylüyorum, her ne kadar kraliçenin yanında sizi öldüremese de bu sonrasında yapmayacağı anlamına gelmez. Mesela ana salondan çıktıktan hemen sonra."

Bizden nefret etmesi beni rahatlatmıştı. Olması gereken duygu nefretti çünkü. "Kraliçenin yanında neden yapamıyor?" dedim, takıldığım nokta sadece buydu. Kral Siles çok kez birilerinin boynunu Kraliçe Kalissia'nın yanında vurmuştu.

"Kraliçe vahşeti sevmez," dedi Adara. "Sabah gerçekleşen idamda bile sadece kral konuşma yaparken yanında durdu ve idam başlamadan alandan uzaklaştı."

Merak ettiğim konuya giriş yapmasına sevinmiştim. "Kim idam edildi?" Yüzüm buruştu. "Ya da yakıldı mı demeliydim? Prensiniz öyle demişti. Siz suçluları yakıyor musunuz?"

Başını iki yana salladı. "Bu ilk kez oldu. Lian istedi sanırım. Belirli suçlar için yeni bir idam yöntemi, kral da onayladı."

"Ne gibi suçlar?" diye sordum ama cevabı artık biliyor gibiydim.

Gözlerinde yakıcı bir öfke belirdi. "Boş ver bunları," dedi öfkesini birden geriye atarak. Kollarımdan tutarak beni kaldırdı ve aynalı dolabın önüne getirim kendime bakmamı sağladı. Az önceki halinin aksine omzumun üzerinden beni izledi. "Bir prenses olamasan da bir şeye benzedin ha!"

Saçlarımın üst kısmını sıra sıra örmüştü ve o örgülerin arasında küçük gri çiçekler vardı. Alt kısımları ise kendi dalgalı halinde bırakmıştı, sadece biraz kabartmıştı. Yüzüme sürdüğü boyalar daha parlaktı. Dudaklarımın asıl rengi de kırmızımsıydı ama onun sürdüğü boya onları daha dolgun ve parlak göstermişti. Göz kapaklarım ve yanaklarım ise artık parlak falan değildi.

Kaşlarım çatıldı. Pullarımı boyalarla kapatmıştı, yine de belli oluyorlardı ama parlaklıklarını yitirmişlerdi. Yılan olduğumu gizlemek istemiş ama başaramamışlar gibi...

"Dişlerimi de törpüleyecek misin?" dedim öfkelenerek.

"Anlamadım," dediğinde ona doğru döndüm. Elbette ki anlamıştı.

"Biliyor musun?" dedim samimiyetten uzak bir gülümsemeyle. "Aslında hiç aç değilim. Kraliçene özürlerimi... Ya da ona aynen şöyle de: Pulları hala belli oluyor, daha fazla boya lazım."

Ellerimi sırtıma doğru uzatıp korseyi açmaya çalışırken o da beni durdurmaya çalıştı. "Dinle!" diye atıldı. "Bunu senin için yaptım. Şu kıvrak hareketlerine son verip beni dinler misin?"

Korsenin iplerine ulaşmaya çalışırken, "Çık git!" dedim sesimi yükselterek. "Ben sana küfretmeden önce!"

Kapı aniden açıldığında yükselen seslere askerlerin geldiğini sandım ama bu kahrolası prensleriydi. Adara sonunda beni durdurmaktan vazgeçip kapıya dönerken prens ikimize kısaca baktı. Bir yılan gibi kıvrılıp elbiseyi çıkarmaya çalışmaktan vazgeçerek durdum, Lian'ın gözleri de Adara'ya odaklandı. "Burada tam olarak ne oluyor?"

"Ne oluyor gibi görünüyor?" diye çıkıştım ve elimle yüzümü işaret ettim.

Gözleri kısıldı ve yüzümü inceledi. "Daha normal göründüğün için mi bağırıyordun?"

Öfkeyle dişlerimi gösterip tısladım adeta. Bu onu gülümsettiğinde daha da öfkelendim. Lian yanıma yürüdü ve bana daha yakından baktı. "Çık Adara!"

Kız rahatlamış bir nefes verdi ve kurtuluşa açılan bir kapı görmüş gibi odadan hızla çıktı. Lian cebinden bir mendil çıkardı ve onu yüzüme uzattı. Kaşlarım çatılırken zehirli bir şeymiş gibi geri çekildim. Diğer eli belimi bulduğunda beni eskisinden bile daha yakınına çekti. Belimi hemen ardından bıraktı ama benim gözlerim çoktan irice açılmıştı.

"Sana dokunmakla ilgili ne söylemiştim," diye uyardı, sanki bunu ben istemişim gibi.

Mendili sağ yanağıma gezdirdi. Boyaları siliyordu. Şaşkınlığımı çabuk atlattım. "Şu an da bana dokunuyorsun," dedim gözlerimi kısarak.

"Tam olarak doğru sayılmaz," dedi, çok önemli bir iş yapıyormuş gibi boyaları silmeye devam etti. "Sadece daha çok sorun çıkarma diye uğraşıyorum, ayrıca sana dokunan bu kumaş parçası."

Yanaklarımda gezen mendil dikkatimi dağıtırken ne söylediğine odaklanmakta zorlandım. "Sorun çıkarmamı istemiyorsan o kıza beni boyamamasını söylemeliydin. Pullarımı kapatmaya çalıştı."

"Olduğun şey kralın daha fazla ilgisini çekmesin diye yaptı."

"Olduğum şey kralın hoşuna gitmiyorsa sevgili eşi beni yemeğe gitmeye zorlamamalıydı."

"Kralın karşısında bu asi laflarını dizginle!" dedi ve diğer yanağımı silmeye başladı. "Seni astırmak isterse astırır, bunu ben bile engelleyemem. Engellemek istediğimden de emin değilim."

Yüzümü temizlemeyi bitirip gözlerime baktığında, "Engellemek istemiyorsan neden buradasın Prens Esilian?" diye sordum.

"Emin değilim dedim, istemiyorum demedim," dedi. "Ayrıca sana emrimde çalışanların hayatlarını önemsediğimi de söylemiştim."

"Al sana bir çelişki," dedim durgun bir sesle.

"Bir yılan beni çelişkiye düşürecek son kişi bile olamaz," dediği Yılana o kadar yakındı ki. "Buradayım çünkü bir anlaşma yaptık ve senden hala almam gereken bilgiler var. O yüzden uyarımı dikkate al ve babamın gözüne batıp kendini öldürtme. Sana sorular soracaktır. Ona vereceğin cevaplar sana söylediklerimden fazlası olmayacak." Kaşlarım havalandı, prens demek ki babasından bir şeyler gizlemenin derdiyle buraya gelmişti. "Bir hırsızsın ama çaldığın şeyler arasında kesinlikle kraliyete ait bir kılıç yok. Daha küçük şeyler düşün. Arkadaşınla kaçarken sizi sınırlarımızda yakaladık ve yağmacı sandık. Gerçekler anlaşıldığında Yılanlar hakkında ufak tefek bilgiler almak için buraya getirdik. Sonrasında işimize yararsanız sizi Tarafsız Topraklara geçireceğiz."

Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Bunlar zaten gerçekler," dedim, en azından onun bildiği gerçeklerdi. Söylemek istemediği şey kılıç mıydı yani sadece? "Kılıç hariç. Kılıç neden bu kadar önemli?"

"Kraliyetten bir kılıç çalabilen bir hırsızı babam sarayda tutmaz," diye cevapladı beni. Şimdi anlamıştım, usta bir hırsız olduğumu, dahası tehlikeli olduğumu anlayacaktı. Bir eşyadan çok değerli bilgiler edinmemden korkacaktı. Diğer yandan ben bir hırsız değildim, bu konuda becerim de yoktu ama tehlikeliydim. O konuda kesinlikle becerikliydim.

"Anladım," dedim sadece.

"Anlamadın," dedi aksine. "Senden ne istedim mesela?"

"Bilgi," dedim yüzümü buruşturarak.

"Bundan bahsediyorum." Sesi sertleşti. "Sana az önce senden bir şey istediğimi söyledim mi?" Tek kaşı havalandı. "Hayır. Seni buraya Yılanlar hakkında bilgi edinmek istediğim için getirdim ama senden bir şey istediğimden bahsetmedim. Ben senden henüz hiçbir şey istemedim çıngıraklı."

Sonunda ne demek istediğini gerçekten anlayarak, "Kartal..." demiştim ki, "Yılanlar hakkında bilgi," diyerek sözümü kesti. "Sadece o kadar."

Kralın bunu bilmesini istemiyordu. Peki ama neden?

Prens ile ilgili öğrenmem gereken çok şey vardı anlaşılan.

Başımı salladım. İkna olmamış gibi bir süre ifademi izledi ama sonunda, "Güzel," dedi. "Şimdi gözlerini kapat!"

"Ne? Neden?" dedim şaşırarak. "Yemek salonuna da mı bağlanarak gideceğiz?"

"Hayır çıngıraklı," dedi, dudakları kıpırdadı. Neredeyse gülümseyecekti. "Göz kapaklarındaki pulları sileceğim."

"Ah," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Anladım. Tamam ama beni bıçaklamayı hesaplıyorsan diye söylüyorum, vücut sıcaklığından bunu yine de görebilirim. Bilgin olsun!"

Aptalca bir cümleydi, aptalca cümleler kurmazdım. Canım feci halde sıkıldı ve yüzündeki aşağılayıcı ifadeyi görmeyi reddederek gözlerimi hızla kapattım. Mendil göz kapaklarımda nazikçe dolaşmaya başladığında gerildim. "Haklıydın," dedi. "Ve hayır, bıçaklamak konusunda değil."

"Hangi konuda öyleyse?" dedim merakla.

"Dün söylediklerin... Haklıydın ve bir şeyleri fark etmemi sağladın."

Zindandaki pislikleri temizlemişti, yakarak. Artık bundan kesinlikle emin olmuştum. "Şimdi de bana teşekkür edeceksin."

"Şansını zorlama!"

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Öğrenmek istediğin şey ile ilgili Vilas'la konuştum. Değil bir kadın, bir karta-"

"Beni hiç dinlemiyorsun değil mi çıngıraklı?" diye çıkıştı. "Senden bir şey öğrenmek istemedim. Öğrenmek istediğimde bunu anlarsın."

Sessiz ol demek istiyordu. Hatta bugün her zaman olduğundan çok daha fazla tedbirliydi, sanırım babası varlığımızı kraliçe ile öğrenmişti. Bu da artık öylece her şeyi konuşamayacağımız anlamına geliyordu. Belki de oğlunun peşinde adamları bile vardı, tüm bu sesini çıkarma konuşmaları bu yüzdendi.

Ben de sessiz kaldım, şimdilik. Göz kapaklarımı silmeye devam ederken o da bir süre sustu. Küçücük bir alanı silmesinin neden bu kadar uzun sürdüğünü düşünürken, "Kaç yaşındasın sen?" diye bir soru yöneltti.

Garip bir soruydu ve birkaç saniye doğru duyup duymadığı tarttım. "On dokuz."

"Ve hala evlenmedin mi?"

Kaşlarım çatılırken dilini damağına vurarak yapmamam için beni uyardı. Kaşlarımı haddinden fazla kaldırdım bu kez. "Sen kaç yaşındasın prens?"

"Yirmi," dedi.

"Sen neden evlenmedin peki?" Meraklı değildim, sadece o sorduğu için sormuştum çünkü beni sinirlendirmişti.

"Ben erkeğim."

"Ah," dedim alayla. "Çünkü sizin çükünüz var. Unutmuşum. Size istediğinin şeyi yapma şansı tanıyor. İstediğiniz yere gidebiliyor, istediğiniz içkiyi içebiliyor, istediğiniz gibi işeyebiliyor, istediğiniz kadını alabiliyorsunuz. Hala onu elinize alıp sallayarak ortalarda dolaşmadığınız ve şöyle demediğiniz için kendimizi şanslı saymalıyız." Ellerimi iki yana açtım ve sesimi kalınlaştırdım. "Yüce çüklü erkekler geliyor, yolu açın!"

Mendilin dokunuşu yok olunca gözlerimi açtım, çatılan kaşlarla bana bakıyordu. "Ağzın çok kirli. Gerçek bir taşralısın."

"Ben bir prensesim!"

Ona aniden çıkışmıştım, bu yüzden ne söylediğimin çok sonra farkına vardım. Şükür ki alaycı ifadesi değil inanmasına böyle bir şeyin şüphesini bile duymadığın kanıtladı. "Prenses?" dedi güler gibi bir sesle. "Sana şu kadarını söyleyebilirim ki köylülerimiz bile senden daha prensestir." Yüzünü iğrenirmiş gibi buruşturdu. "Çük, hangi leydi çük der?"

"Ben derim," dedim omuz silkerek. "Onunla böbürlenen sizken neden bunu söyleyerek utanan ben olacağım?"

İç geçirdi ve başını iki yana salladı. "Dilini gerçekten kesmeliydim."

Dönüp kapıya yürürken arkasından seslendim. "Beni hiç dinlemiyorsun değil mi kedicik? Ona ihtiyacın olacak!"

"Bana bir daha kedicik dersen senin de ihtiyaç duyacağın bir dilin olacak!" Uzun zamandır -ki bu sadece birkaç saatti- beni tehdit etmemesini elbette ki bir tehditle telafi etmedi. "Eğer orada dikilmeye devam edersen de iki de bacağa!"

İlk defa bir kraliyet masasındaydım ve o masa yılanlara ait değildi. Aslanlara ait bir masada, üstelik kraliyet masasında oturacağımı hayatımın en ufak bir döneminde bile düşünmemiştim. Aslanlar düşmanımızdı, Aslanlardan tiksinirdik ve ben şu an tiksindiğim o düşmanın masasında oturuyor ve ne yapacağımı bir türlü kestiremiyordum.

Vilas benden daha fazla gergindi. Hatta onu Aslanların esiriyken bile böyle görmemiştim, alnındaki terler parlıyordu ve sadece önündeki boş tabağa bakıyordu.

Kral ve Kraliçe henüz gelmemişti. Masadaki ağız sulandırıcı yemekler ise her dakika karnımın daha büyük bir gürültüyle guruldamasına neden oluyordu. Prens bizi bıraktıktan sonra tam karşımıza oturmuştu. Gözleri üzerimizdeydi. Askerler ise yemek salonunun etrafına dizilmişti. Arkamızda beş, karşımızda beş kapıların önünde iki...

Sıkıntıyla defalarca yaptığım gibi salonu incelemeye başladım. Aslanların kutsal yaratığı Paleon'un bronz devasa tablosu tam karşımdaki askerlerin arkasından asılıydı. Arkamda ise Ormanın Hakimi Eastair ile beraber bir uçurumdan aşağı baktıkları bronz bir tablo vardı. O da neredeyse duvarı kaplıyordu. İkisinden de bakar bakmaz nefret etmiştim zaten ama incelemekten de kendimi alıkoyamıyordum. En azından gelirken koridorda gördüğüm heykellere ilgiyle, fazla ilgiyle, baktığım için beni uyaran prens bu kez sesini çıkarmıyordu.

Yılan sarayında sadece sarayın önünde bir heykel vardı. Kaliss ve Toprağın Hâkimi Lesster'in tasviri olan... Ama Aslan sarayında her yer heykellerle donatılmıştı. Aslanlar, daha çok aslanlar, ağaçlar, ağaçlar ve aslanlar, üzerinde bir kartal olan ağaçlarla aslanlar... Mide bulandırıcıydı.

En azından şu an tepemizden sarkan avizelerde aslanlı bir şeyler yoktu, sadece o da bronzdu. Ayaklarımızın altındaki halı bir aslan kürkü değildi ama o kadar yumuşak görünüyordu ki neredeyse kraliçenin bana gönderdiği o gösterişli ayakkabıları çıkarıp ayaklarımı üzerinde dolaştıracaktım.

"Ayakkabılarını giy!"

Belki de çoktan yapmıştım. Lian uyarısıyla aceleyle ayakkabıları ayağıma geçirmeye çalıştım. Beceremeyince Vilas eğildi ve önce ayaklarıma vurdu, sonra ayakkabıları ayağıma giydirdi. Kulağımıza gelen ses... Davul sesi miydi?

"Kraliçe Valda ve Kral Warrion!" diye bildirdi sağ tarafındaki kapıyı bekleyen askerlerden biri.

Diğeri, "Prens Koen ve Prens Killian!" diye devam etti. Prensler mi? Prenslerden hiç haberim yoktu. Aslında Aslanları tek varise sahip sanmak benim düşüncesizliğimdi.

Lian ayağa kalkarken gözleriyle bizi de aynısını yapmamız için uyardı. Çoğu kez beni Kral Siles'ın önünde eğilmem için çimdikleyen Vilas'a bunu sonunda iade edebildim ve onu kalkması için çimdikledim. "Eğilirsem kendi kafamı keserim!" diye tısladı. Eğilirsem benim de kafamı kesebilirdi.

İkimiz de eğilmedik ve bu prensin göze batma kuralını daha ilk andan ihlal ettiğimiz anlamına geliyordu.

Kraliçe eğilip kralın kulağına bir şeyler fısıldadı. Muhtemelen odama geldiğinde bizim kraliçemiz olmadığını belirtir gibi eşine bizim kralımız olmadığını söylemişti. Aslında öyle olmasını umuyordum çünkü gururlu bir Yılan olsam da kellemi seviyordum. Vilas'ın o aptal kellesini de...

Kralın kasılan yüzünde herhangi bir yumuşama olmadı. Kaç yaşında olduğunu bilmiyordum ama kırklarında olduğunu tahmin ediyordum. Koyu kahverengi saçlarının sadece yanlarında hafif bir beyazlama vardı. Saçlarının aksine gözleri altından bile daha sarıydı, Lian gözlerini babasından almıştı şüphesiz. Kalın kaşlarının ortasında yer edinmiş iki çizgi duruyordu, bu da genellikle çatık kaşlarla dolaştığı anlamına geliyordu. Şüphesiz Lian gelecekte babasının bir kopyası olacaktı çünkü o da babasının suratsızlığına sahipti.

Kral ve Kraliçeyi, Lian'ın lacivert takımının aksine beyaz bir ceket ve siyah pantolonuyla genç bir oğlan takip etti. Lian'la aynı yaşta duruyordu. Belki bir yaş daha küçük... Ondan daha açık dalgalı saçlara sahipti ve muhtemelen ondan daha güler yüzlüydü. Bizi gördüğünde sırıtması bunun kanıtıydı. Gözlerinin kahvesi gibi kişiliğini de annesinden almıştı.

Onun yanında ilerleyen oğlan çatık kaşlıydı. Onun da gözleri sarıydı, sadece Lian ve kraldan daha koyuydu. Sarı göz laneti onu da vurmuştu, kardeşi ve babasının suratsızlığı üzerindeydi. O kardeşlerinden birkaç yaş daha küçüktü. Muhtemelen kardeşim Aslemis'le yaşıttı, yani en fazla on beş yaşında falandı. Onun takımı tamamen siyahtı, belki de kardeşler arasında en huysuz oydu.

Kral ve Kraliçe taht gibi olan sandalyelerine oturduğunda prensler de Lian'ın yanına oturdu. Kralın gözleri üzerimizde dolaşırken Kraliçe gülümsüyordu. "Çok bekletmediğimizi umuyorum," dedi yumuşacık, korkutucu bir sesle. Kraliçe olduğunun ve diğer insanları saatlerce bekletse daha tek kelime edemeyeceklerinin farkında mı değildi, yoksa çok mu nazikti?

Çok nazikti!

"Oturun lütfen!" dedi, o zamana kadar ayakta kalanların sadece biz olduğumuzu elbette fark etmemiştik. Yavaşça sandalyelerimize kurulduk. "Servise başlayabiliriz."

Nereden çıktığını anlayamadığım dört hizmetçi masanın etrafını sardı. İlk servisin kral ve kraliçeyle beraber bize yapılmasını suikast öncesi göz boyama olarak algıladım. Paranoyak değildim, sadece kral ve kraliçe –Aslan kralı ve kraliçesi- ile birlikte iki Yılanın asla aynı muameleyi göremeyeceğini düşünüyordum.

Dudağımı dişlemeye başladım, tadı berbat olan dudak boyası herhangi bir yemekten önce mideme doğru ilerledi.

"Oğlum ona yardımcı olacağınızdan bahsetti." Kralın sesi otoriter ve toktu. Bağırmasa bile bu sesle devasa bir gürültüyü susturabilirdi. "Birer hırsız olduğunuzu da. Krallığımda hırsızların nasıl cezalandırıldığını biliyor musunuz?"

Sert bir giriş olmuştu bu. Oldukça sert bir giriş...

"Warrion!" dedi Kraliçe mahcup bir sesle. "Lütfen misafirlerimizi rahat bırak da önce karınlarını doyursunlar!"

"Ah, sorun değil," diye lafa girdim. Vilas dirseği ile beni dürttü, tam karşımdaki prensin bakışlarındaki uyarı ise deliciydi. "İzninizle sorunuza cevap vermek isterim."

Yalanlarımı Lian ya da diğerleri artık anlamayacaklardı çünkü ben, kalbimi dizginleyecek bir şarkı biliyordum. Sadece bu kez onu kullanmadım çünkü dinleyen birileri varsa kalp atışlarımdan o öfkeyi alsın istiyordum.

Kralın gözleri kısıldı ama bana devam etmemi belirten bir baş hareketi yaptı. Kraliçe ise hala mahcup bakıyordu ki kral ondan daha az ürkütücüydü.

"Görüyorum ki masanızda birkaç köylü ailesine yetecek yiyecek mevcut. Sakın yadırgadığımı düşünmeyin, muhtemelen bizim krallığımızın saray masalarının da sizin masanızdan eksik bir tarafı yoktur. Kraliyet ailelerinde açlık nedir bilen biri olduğunu düşünmüyorum zaten." Gülümsedim. "Ama halk, yani bizler..." Vilas'a baktım. "Gördük. Açlıkla çalmaya başladık, bir hırsız olduk. Bazen bunu sadece sizin yaşadıklarınızı biraz da olsun tatmak için yaptık çünkü soylulara doğuştan sunulan fırsatlara sahip değildik, kendimize öfkelendik; soylulara öfkelendik. Öfkemizle bize sunulmayan o fırsatları kendimiz yaratmaya çalıştık. Öyle büyük şeylerden de bahsetmiyorum, muhtemelen hiçbir soylunun önemsemeyeceği kadar küçük ama bizim için önemi paha biçilmeyen şeyler çaldık. Yakalandık ve yargılandık. Elbette suçluyduk ve cezalandırılmamız gerekiyordu. Cezalandırıldık da. Hırsızları nasıl cezalandırdığınızı bilmiyorum ama bizi nasıl cezalandırdıklarını biliyorum. Sırtım hala kırbaç yaralarıyla dolu."

Masaya doğru eğilirken ellerimi masanın üzerinde birleştirdim. Kral elimdeki ve bileklerimdeki sargılara baktı. "Ama kimse," diye devam ettim. "Hiçbir soylu, kraliyet üyesi bize bakıp halkının sefaletini görmedi. Biz suçluyduk ve cezalandırıldık ama onlar da suçluydu, cezalandırılmadılar. Onlar lüks içinde yaşarlarken insanları bazen aç kalmamak için ekmek çalıyordu, ekmek çalan suçluydu ama onu ekmek çalacak duruma getiren kralı ve kraliçesi suçsuz muydu?"

Masaya baktım ve yiyecekleri iştahla süzdüm. "Masanız birkaç aileyi doyurur demiştim, muhtemelen çoğunu ziyan edeceksiniz. Hiç bu kadar yemeğin olduğu bir masada ilk hangisinden başlayacağınızı düşünmek yerine aç uyumak zorunda kalan bir çocuk düşündünüz mü?" Başımı omzuma eğdim ve bir an gözlerim Prens Esilian'ın sarı gözleriyle buluştu. Artık uyarıcı bakmıyordu, sadece dikkatle beni dinliyordu. "Ben o çocuktum işte," dedim. "Çaldım, hapsedildim, cezalandırıldım. Kimse beni düşünmedi, kralım ve kraliçem beni düşünmedi ama bana verilecek cezaları düşündüler. Siz de düşündünüz, şimdi siz söyleyin Kral Warrion, hırsızlarınızı nasıl cezalandırıyorsunuz?"

"Ellerini keserek," dedi prenslerden somurtkan olan. Bize bakmıyordu, kimseye bakmıyordu. Umursamazca çatalıyla tabağındaki yiyeceklerle oynuyordu.

Kralın sözünü devraldığı için ona çıkışmasını bekledim ama kral ona bakmadı bile. "Ellerini keserek," diye tekrarladı. "Diğer yandan krallığımda kimse aç olduğu için hırsızlık yapmaz çünkü halkım fazlasıyla tok. Hiçbir zaman halkımdan biri bile açken ziyafetler düzenleyen bir krallık yönetmedim." Masadaki yiyeceklere bakarken şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım çünkü söyledikleri imkânsız gibiydi. "Masamdaki yiyecekler," diye devam etti. "Ziyan edilmiyor. Artanlar belirli bir düzende ayrılarak hayvanlarımıza veriliyor."

"Bu şaşırtıcı," diyebildim ancak.

Başını sallarken sert ifadesinden taviz vermedi. "Krallığınızda belli ki farklı bir yönetim biçimi hüküm sürüyor. Bu yine de ihanet etmenizi gerektirir mi?"

"İhanet mi?" dedim anlamayarak.

"Bize yardım ederek ülkenize ihanet etmiş olmayacak mısınız? Yardımlarınızla ülkenizi işgal edebiliriz."

Sanmıyordum, bu çok saçma ve imkânsız olurdu. Benim bildiklerim ülke işgaline yarayacak şeyler değildi, bu sadece Prens Adrastis'e söylediğim bir başka yalandı.

Gülümsedim. "Ben bir hırsızım, köylüyüm. Bizden isteyeceğiniz yardımı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki ülkemi işgal edebileceğiniz bilgilere sahip olmam mümkün değil yüce kral. Eğer işgale zemin hazırlayan bilgilere sahip biri olsaydım şu an ya ölü ya da mevki sahibi biri olurdum değil mi? Ama ben hala bir hırsızım, kaçak bir hırsız. Ufak, önemsiz biriyim yani."

"Ufacık bir kıvılcım bir ateş başlatır," dedi Lian. "O kıvılcım neden sen olmayasın?"

Bu da neydi şimdi? Bana göze batmamamı söylemişti ama o şu an beni tam da kralın, hatta herkesin gözüne sokuyordu.

"Majesteleri," dedim ve öfkemi belli etmemek için gülümsedim. "Ben bir kıvılcımsam nerede ateş başlatacağımı bilemezsiniz."

"Avuçlarımın arasındaki bir kıvılcımın nerede ateş başlatacağını ben belirlerim," dedi. Kral dikkatle dinlerken sessiz bir nefes verdim. Üzerime mi geliyordu, neden?

"Bir kıvılcımı neden avuçlarınızın arasında tutasınız? Yanan ilk avuçlarınız olur zira." Sarı gözleri gözlerimden ayrılmazken arkama yaslandım. "Yanan ilk siz olursunuz. Yangın sizden yayılır. Bu riske girer miydiniz? Hiç sanmıyorum, akıllı birisiniz çünkü."

Asılacaktım ama ondan önce şüphesiz Vilas'ın dirseği kaburgalarımı delecekti. Sarı gözler ise yangını benden önce başlatacak ve ilk beni yakacak gibi bakıyordu. Bana göze batmamamı söylemişti, biliyordum ama beni o gözlere doğru iten de oydu. Ne yapmamı bekliyordu ki? Uysal bir şekilde olduğum yere sinip et parçası didiklememi mi?

Kesinlikle! Bin lanet!

"Yılan hırsızları böyle etkileyici cümleler kurabiliyor mu?" dedi beyaz takımlı prens gülerek.

Kral uyarıcı hafif bir öksürükle onu susturdu ve dikkatleri üzerine topladı. "O halde bana şunu söyle Yılan: bize önemli bilgiler vermeyecek iki Yılanı neden besleyelim? Üstelik sarayımızda."

Kesinlikle asılacaktım! Umarım önce birkaç lokma bir şeyler yiyebilirdim. Kahrolası prens!

"Ben size Krallığımı işgal edeceğiniz bilgilere sahip olmadığımı söyledim. Önemli bilgilere sahip olmadığımı değil. Sadece işgal etmeye odaklanmış bir kralsanız, zaten barbarsınızdır. Beni her türlü öldürürsünüz." Vilas beni daha sert dürttü ama bir şeyin farkında değildi, az önce bizi fazla önemsiz göstermiştim. Toparlamalıydım. "Ama eğer gerçek bir kralsanız bir halkın topraklarını işgal etmek yerine önce kendi halkınızın yaşadığı toprakların güvenliğini düşünürsünüz. Topraklarınız, halkınız güvende mi Yüce Kral? Çünkü prens bizi bulduğunda yağmacılar köylülerinizin evini yakıyordu?"

Kralın yüzü kaskatı kesildi. "Bu ne cürret!" diye gürledi.

Vilas kısık sesle küfretti. Bana...

Birkaç lokma bir şey yiyemeyecektim, Vilas da yiyemeyecekti. Toparlamak kesinlikle benim işim değildi, ben batırmakta ustaydım. Bir de kahrolası dik konuşmalarımla.

"Saygısızlık yapmışsam bağış-"

Dişlerimi sıkarken, "Bağışlayın!" dedi ilk kez konuşarak Vilas.

"Evet," dedim derin bir nefesle. "Ama size yağmacıların başındaki ismi verebilirim. Bu sayede sorunun ana kaynağına ulaşıp yok edebilirsiniz."

Kral, oğlu Lian'a dönerken, "O ismi zaten almadın mı?" dedi sertçe.

"Evet," dedi Lian. "Zindandaki yılanı sorguladık ve çoktan döküldü."

Çuvallamıştım. İdam edilecektim, belki de yakılacak...

Prense baktım, aklıma kral beni idam ettirmek isterse engellemek istemediğiyle ilgili sözler geldi. Yapmayacağını zaten biliyordum ama o, az önceki sözleriyle bunu tasdikledi. Asıl amacının başından beri bizi Aslan meydanında sallandırmak olduğunu düşünmeye başlamıştım çünkü konunun bu hale gelmesinin sebebi oydu. Ben önemsiz biri olduğumu iddia ederken o önemli olacağımdan bahsetmişti. Ben de kendimi önemli olmadığıma –çünkü kralın gözüne batmamamı o söylemişti- ikna ederken fazla ileri gitmiştim.

"Bu durumda," dedi kral katı sesiyle. "Sizin bize bir katkınız olmayacak. Topraklarımıza izinsiz girdiniz ve birer hırsızsınız. Katkınız olmayacağı gibi zararınız olacağı açık."

Askerlerine baktı. Sırada zindana kapatılma kısmı vardı. Dişlerimi sıkarken gözlerimi kısa bir an kapattım. Prensin sesiyle ise hızla açtım.

"Ama," dedi Lian. "Yağmacı kız öldü ve bizi Ak Yılan Krallığına sokup liderlerine ulaştıramaz." Bana gülümsedi. "Bunu onlar yapabilir."

Hayır, bu olmazdı. Asla olmazdı. Geri dönmekten korkarken, rotamı yanlış yöne çeviriyordu.

Toprağın Hakimi adına! Belki de en başından beri planladığı şey tam da buydu!

"Bunu yapabilir misiniz?" diye sordu kral. Prens çoğul konuştuğu için o da çoğul konuşmuştu ama aslında soruyu bana sormuştu.

Vilas benden önce davrandı çünkü hayır diyeceğimi biliyordu. "Yapabiliriz."

Kahretsin! Yapamazdık.

"O halde bu son yemeğiniz olmayacak," dedi Kral.

Kraliçe sonunda kinayeli bir şekilde güldü. "Lütfen onları daha fazla korkutma canım. Bırak da artık yemeklerini yesinler."

İştahım zerre kalmamıştı, gözlerimi Vilas'a çevirdim. Dişlerini sıkmaktan çene kemikleri belirginleşmişti ama bana mecburdum bakışları atıyordu. Beni suçlayabilirdi, bu duruma olayları benim getirdiğimi belli edebilirdi ama o sadece kabul ettiği için üzüntüsünü gösteriyordu.

Derin derin nefesler alırken önüme döndüm. Doldurulmuş tabağıma baktım. Midem dakikalar öncesine kadar onları öğütmek için can atıyordu ama şimdi sadece kasılıyordu. Kusmak istiyordum.

"Karnını doyur Yılan!" Başımı kaldırdığımda Lian kadehini dudaklarına götürdü ve ağır bir yudum aldı. "Uzun bir yolculuk bizi bekliyor."

Gülümsedi. Bir Yılana pençelerini geçirmiş vahşi bir Aslan gibi...

⚔⚔⚔

Merhabalar Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm? 🐍

Assra nasıl bir prenses ama? 😂

Lian kimi yaktı acaba? Bizim prenses olan ama taşralı görülen kızımız bir yerlerden etki etmeye mi başladı ne?

Aaaaa! Yılan Topraklarına geri mi dönüyoruz? O may gat domates çorbalflfl

Lian sizce bizi gerçekten oyuna mı getirdi?

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

 

Loading...
0%