Yeni Üyelik
33.
Bölüm

2.1 - Bir Gerçek, Bin Yalan

@e.smare

Merhabalar Aslanlarım, Yılanlarım...
Kartallarım, Ejderlerim ve daha nicesi...

Yineeee tabii ki Kurtlarım auuu

Yaşadığımız onca aksilikten sonra tekrar beraberiz. Duygusal bir kediciğim şu an... Evet, bütün aksilikler bizi buldu ve evet bu yaz, yine bizim yazımız olamadı ama tekrar bir aradayız. Ayyy sizi çok özledim ya 🥹😭🥰

Kucaklaşalım mı şurada 🥹🫂

Yorumlarınızı esirgemeyin, hele de burada ve şimdi... Çünkü kimsesiz gibi kaldık be buralarda. En çok destek bugün gelmeyecekse ne zaman gelecek 🥰

Şuraya da hangi ırkı istiyorsanız o ırkı temsilen bir emoji bırakın da başlayalım...

Keyifli Okumalar...


⚔️
“Bundan sonra yalan yok, eğer söyleyeceğin bir şey varsa bunu dile dökmenin tam sırası.”
⚔️

🎵 Klergy, Marie Gallo - Dark Outside🎵 (Asra'nın Ejder şarkısını, bu şarkının girişi melodisiyle hayal edebilirsiniz)

Asra Marian...
~Ak Yılan Krallığı, Elessmier~

 

Daha küçücük bir çocukken, gezebileceğim kısıtlı alanlardan biri annemin benim için hazırlattığı küçük bir kütüphaneydi. Bir kez gizlice kaçıp girdiğim sarayın ana kütüphanesi bana korkutucu görünmüştü çünkü kısıtlanmış hayatımda bu kadar kitabı değil bir arada görmek, var olduklarını bile düşünmemiştim.

Eğitimleri sevmezdim, kitap okumaktan da çok haz etmezdim ama yine de o kütüphaneyi dolaşmıştım. Kitaplara bakmış ve şaşkınlıkla içeride ilerlemiştim. Bir rafın önünde durduğumu hatırlıyordum çünkü ince bir kitabın kapağı çok ilgimi çekmişti. Kıpkırmızıydı, üzerine yıldızlar yağmış gibi parlıyordu adeta.

O bir çocuk kitabıydı. Dokunduğumda içimde büyük bir coşku hissetmiştim. Ejderlere ait olduğunu içindeki çizimlerden anlamıştım. Saraydan ilk çaldığım şey o değildi ama beni bu denli heyecanlandıran ilk hırsızlığımdı bu. Odama girene kadar anneme ya da bir hizmetliye yakalanmamak için dua etmiştim, halbuki o zamana kadar hiç yakalanmamıştım. Korkum yakalanmak değil, o kitabın benden alınmasıydı galiba.

İçindeki yazıları anlamamıştım ama haftalarca incelemiştim. Vilas’ın bana çok kızacağını düşünerek ondan bile saklamıştım. O kitapta bir masal vardı, resimlerden bunu anlamıştım ve o masalı öğrenmeyi o kadar istemiştim ki sonunda harflerin anlamlarını çözmüştüm. Bir sayfayı okumam bile günlerimi almıştı belki ama sonrası da bir o kadar kolaydı.

Küçük bir kızı anlatıyordu masal. O kızın ejderhaları vardı, bana benziyordu çünkü benim de yılanlarım vardı. Babam, artık sadece Kral Siles, en sevdiğimi öldüreli sadece birkaç gün olmuştu hatta. O küçük, kızıl saçlı kızın da en sevdiği ejderhası ölmüştü. Ölürken ona bir şarkı söylemişti.

Gittiğin yerde sönen ateşin harlansın,

Seni ısıtsın, kucaklasın.

Uyu benim bebeğim, o ateş benim kollarım.

Seni hep sarıp sarmalayacağım.

Uyu benim bebeğim, ben hep seninleyim.

Bir masal ilk defa canımı yakmıştı ve şarkı o günden sonra hep dilime dolanmıştı. Kendimi sakinleştirmek istediğimde içimden o şarkıyı söylemiştim çünkü adını unuttuğum o küçük Ejder kızı Ejderhasının acısını o şarkıyla dindirmişti, onu sakinleştirmişti.

Şimdi yine yanmış cesetlerin arasında o şarkıyı söylüyordum ve ilk kez bunu sesli yapıyordum. Başımı kollarıma yaslamış o cesetlerden gözlerimi koruyordum. Sanki buna ben sebep olmamışım gibi…

Sakinleştiğim an ayağa kalkıp uzaklaşacaktım ama geçen uzun bir süre boyunca kalp atışlarımın hızı hiç yavaşlamadı. Duyduğum tanıdık ses şarkımın dizelerinin arasına karıştı ve sonunda başımı kaldırmama neden oldu.

“Lian,” dedim nefes nefese bana doğru gelen Aslana bakarken. Ve yine ilk defa beni o şarkı değil, bir Aslan sakinleştirmişti.

Endişeli bakışları sadece kısa bir an etrafta dolaştı. Arkasından gelen Arlo ve Adara onun kadar sakin kalamadı. Dehşete uğramış gibi oldukları yerde kaldılar. Lian yanıma geldiğinde sanki beni böyle bulacağını biliyormuş gibi elinde tuttuğu pelerini üzerime örttü ama bilemezdi. Ben bile böyle bir şeyi tahmin edemiyordum.

“Hepsini yaktım,” dedim titreyen sesimle.

Önümde eğildiğinde elleri yüzümü kavradı. “Sorun değil. Sorun değil! Sen iyi misin? Yaralandın mı?”

Beni azarlamasını beklemiştim ama bu şekilde davranması ondan daha kötüydü. “Lian onları yaktım,” dedim tekrar. “Hepsini…”

Kralı da…

Başını çevirip yanmış cesetlere baktı. Tüm cesetler aynıydı, ateşte çevrilen kızarmış hayvanlar gibiydi. Kral hangisiydi, artık ben de bilmiyordum. Tekrar bana baktığında kaşları şiddetle çatıldı. “Bana yapacak hiçbir şey bırakmamışsın. Bunun bedelini sonra ödeteceğim sana.”

Dudaklarım titredi, sonra hafifçe yukarı kıvrıldı. Ona sarıldığımda elleri belimi kavradı. “Haklıydın, ben… Özür dilerim. Haklıydın ve… Bunu benden ilk ve son duyuşun olacak.”

“Ama sana hiç unutturmayacağım,” dedi alaycı bir tınıyla. Öfkeli olduğunu biliyordum ama bunu bana yansıtmamaya yemin etmiş gibiydi. Aksine şu an yaptığı şey beni rahatlatmaktı. Belimden daha sıkı kavrayıp beni ayağa kaldırdı. Bacaklarım öylesine titriyordu ki…

“Onları öldürdüm…” dedim yine.

Uzun yıllar babam sandığım adamı da ama bunu ona söyleyemezdim. Asıl endişelerimden bile bahsedemezdim. Kral yoksa karmaşa vardı, Ak Yılanların başına kardeşim Drassa geçecekti ama Kara Yılanlar içerideyken işler onun için hiç de kolay olmayacaktı. Belki de benim bu gece yaptıklarım bir krallığın kaderini değiştirecekti.

Kardeşlerim, annem… Onlara ne olacaktı? Ak Yılan halkı peki?

Topraklarımda artık kimse güvende değildi ve hepsinin nedeni bendim. Bir krallığı yıkacak o başlangıcı yapmıştım.

Kralı öldürmüştüm.

“Ben… Kendimi durduramadım. Kontrol edemedim. Ateş… Lian içimdeki bu ateş beni dinlemedi.”

“Bunları sonra konuşalım,” dedi Lian. Yanağımı hafifçe okşadı. “Sen daha giyinik olduğun zaman mesela.” Hafifçe gülümsediğimde o da gülümsedi. Başını çevirip Arlo ve Adara’ya baktı. “Gidelim, birazdan burası asker kaynayacak.”

⚔️

Sıcak su bedenimi rahatlattı ama zihnim bir o kadar karmaşa doluydu hala. Suyu Adara hazırlamıştı. Nereden bulduğunu bilmediğim bir kazanı ocağa koyduğunu görmüştüm ama banyoya suyu taşıyanın o olup olmadığına emin değildim.

Banyodan çıkıp odaya girdim, Lian yatakta oturuyordu. Bana sadece bir an bakıp gözlerini çevirdi ve giyinirken de hiç kıpırdamadı. Konuşmadı da. Banyo yaparken kapının dışında olup olmadığını merak ettim çünkü beni uzun bir süre yalnız bırakmayacak gibiydi.

Ancak yatakta yanına oturduğumda bana baktı. Ona Talu’nun yaptıklarını anlatırken tek kelime etmedi, beni dinledi. Kralla karşılaşmama geldiğinde ise gerçekler geri çekildi. Ona kılıcı çaldığım ve zindandan kaçtığım için askerler tarafından sorgulandığımı söyledim. Kraldan ise hiç bahsetmedim. İnanıp inanmadığını bilmiyordum çünkü kalp atışlarımı düzene sokacak kadar dinç bir zihne sahip değildim.

Tüm bunları diğerlerine de anlatmama gerek olmadığını biliyordum, tüm o süre boyunca evin neresinde olurlarsa olsunlar bizi dinlediklerine neredeyse emindim.

Lian sonunda dudağımdaki yaraya dokundu, bu beni susturan şey oldu. Yüzümde ve boynumda parmakları dolaştı, taze morlukları incelediğini biliyordum. “Bu kadar mı?” dedi kısılan gözlerle. “İşkence değil Asra, bu sadece tartaklama. Bu kadarı ateşini tetiklemez. Bana söylemediğin şey ne?”

Dudağımın içini dişledim. “Konuşmayınca beni bir köle tacirine verdiler.” Yıllardır babam sandığım o adam… Yüzüne bakamadım ama yine de omuzlarımı dikleştirdim. “Önemli değil. İyiyim, hepsini yaktım ve… Çok iyiyim.” O ateşle aslında kendi ailemi, topraklarımı da ateşe vermiştim ben. “Umursamıyorum, yani… Ölmelerini… Öylece… Hepsi yanarak… Hak etmişlerdi, değil mi? Yine de bilmiyorum, bana yaşatılanlardan sonra üzülmüyorum sanırım. Bu beni acımasız biri mi yapar? Ama bana da kimse acımadı. Ben…”

“Asra!” diyerek art arda konuşmalarımı böldü. “Kimse seni suçlamıyor. Sen de kendini suçlamaktan vazgeç! Kendinden korkmaktan vazgeç!”

Kendimden korkmak mı? Hayır, hayır. Kendimden falan korkmuyordum. Kendimi suçlamıyordum da.

“Sen beni dinlemiyor musun?” dedim sinirlenerek. “Kendimi suçlamıyorum. Olanlar beni suçum değil! Ben yapmam gerekeni yaptım, kendimi kurtardım…”

Ellerini yine yüzümün iki yanına dayayarak beni susturdu. “Sen yapman gerekeni yaptın!” dedi bastırarak. Sanki bunu ben söylememişim, sanki anlamamı ister gibi. “Hak etmişlerdi. Hepsi! Eğer biri bile yaşasaydı, zerre tereddüt etmeden onu ben öldürürdüm. Anlıyor musun Asra?”

Keskin bir nefes aldım. Bir kez daha bunu tekrarladım. Sonunda başımı sallayabildim. “Senden bir şey isteyeceğim,” dedim gözlerinin içine bakarak. Sarı ışığı beni rahatlatıyordu. “Birine ulaşmam gerekiyor ve bana yardım edersen… İstediğin gibi yanında olacağım.”

Ellerini indirirken gerildiğimi hissettim. Gözleri kısıldı. “Dinliyorum.”

“Size…” Gözlerimi kaçırdım. “Yalan söyledim. Bir kardeşim var. Kız kardeşim. Adı… Adı Alis. Beni sokakta bulduğun gece onunla karşılaşmıştım. Sonra o… Kaçtı. Onu bulmama yardım eder misin?”

“Daha açık olmanı isteyeceğim.”

“Ne gibi? Anlattım sana işte.”

“Bana sadece bir kardeşin olduğunu ve onunla karşılaştığını anlattın. Aslında bana o günde aynısını söyledin. Tek bir farkla, öldü demiştin onun için. Bundan başka bir şey söylemedin bana. Neden o halde olduğunu, neden kaçtığını, neden ondan ölmüş olarak bahsettiğini… Sana yardım edeceksem her şeyi bilmem gerekiyor.”

Gözlerimi tekrar ona çevirdim. Bir an boş vermesini isteyecektim ama yapamadım. Aliss’i bulmam gerekiyordu. Onu bulduğumda Lian’ın kim olduğumu anlama ihtimali yüksekti çünkü benim aksime Aliss bir prenses gibi yetişmişti ama bunun için sonrasında bir plan düşünecektim. Şu an odaklandığım tek şey Alissa’ydı. Karnında bir bebekle tehlikeler içinde kaçan kardeşim…

Ben Kara Yılan veliahdının eşiydim ve Lian’ın annesi tam da onların elinde esirdi. Bu zamana kadar hep gerçekleri öğrenirse beni Ak Yılanlara verip Kartal kadının alacağını düşünmüştüm. Şimdi ise aynı şeyi Kara Yılanlar için düşünüyordum. Talu bu konuyu kısmen de olsa dile getirmişti aslında. Lian’a bir Kutsal Varlık karşılığında annesini geri alabileceğini söylemişti.

Ve Lian o karşı çıkmamıştı…

Lian’ın Canlandıran olmamı fazlasıyla önemsediğini biliyordum. Görülere inanıyordu ve beni yanında istiyordu. Dün beni öpmesinin de bana o denli yaklaşmasının da nedenini buna bağlamak istemiyordum ama tamamiyle emin de değildim. Tıpkı Canlandıran olmamın annesi karşısında bir öneminin kalıp kalmayacağından emin olamamam gibi. Eğer ona güvenseydim her şeyi anlatırdım.

Gerçekten anlatırdım çünkü bu çok büyük bir yüktü ve artık taşımak da ağır gelmeye başlamıştı.

Eğer dün Talu’ya net bir cevap verseydi ona güvenebilirdim bile ama o sadece buna öfkelenmişti. Böyle bir şey düşünmediğine mi, yoksa tam aksine düşündüğü için bunun dile dökülmesine mi sinirlendiğini bilmiyordum. Söz konusu kişi annesiydi, annesi için bu zamana kadar çok şeyi göze almıştı. Canlandıran’ı kaybetmeyi de göze alabilirdi değil mi?

“Biz yollarımız ayrılmadan önce tartışmıştık,” dedim, tamamen yalan sayılmazdı. “Onu sokakta görünce peşine düştüm. Biz yine tartıştık.”

“Hangi konuda?” diye sordu. Meraklıydı. Aynı zamanda şüpheci…

“Onu da kaçırmak istemiştim,” dedim, bu da yalan değildi. “Benimle gelmeyi reddetti. Nedenini onu gördüğünde anladığımı sandım, yanında bir adam vardı. Onunla kaçmak istediğini düşündüm ama başka bir nedeni daha varmış. Sonra anladım.” Gözlerimi yine ona çevirdim. “Kardeşim hamileymiş ve ben de aranıyordum. Onu tehlikeye atacağımdan endişelenmiş olmalı ki haklı da çıktı. Kral onu öğrenmiş. Askerler onu yakaladıklarını söyledi bana. Beni onunla tehdit ettiler ama ellerinde olmadığına eminim. Hamile olduğunu nereden öğrendiklerini bilmiyorum ama krallığın elinde değil.”

“Nasıl bu kadar emin olabilirsin?”

“Onu Elessmier’dan çıkamadan yakaladıklarını söylediler.”

“Ama kardeşin Alis Viressa’daydı.”

Başımı salladım. “Bana yardım edecek misin?”

O kadar yalan söylemiştim ki… Eskiden olsa bunu umursamazdım ama şimdi tüm bu yalanlar canımı sıkıyordu. Eğer söz konusu kişi annesi olmasaydı ona gerçekleri anlatırdım, Canlandıran olmama güvenirdim en azından ama bulunduğumuz durumda yalan söylemeye mecburdum. Bir gün tüm yalanlarımın ayağıma dolanacağını biliyordum. Umduğum tek şey o zamana kadar Alissa’yı da Vilas’ı da en azından güvene almış olmaktı. Belki onları Tarafsız Topraklar’a geçirdikten sonra ne kadar korksam da Lian’a her şeyi anlatırdım ve ne karar vereceğini öğrenirdim.

“Edeceğim,” dedi Lian. “Ama…”

Kısacık rahatlamam yine kendini huzursuz hislere bıraktı. “Ama?”

“Bundan sonra benden habersiz hiçbir işe kalkışmayacaksın,” dedi. “Birisi sana kesin kanıtlarla gelse bile söylediklerinden şüphe duyacak ve beni dinleyeceksin. Bana güvenmenin bir yolunu bul Asra çünkü ben artık sana güvenebilmek istiyorum.”

Sanki bu çok kolaymış gibi, sanki ben de bunu istemiyormuşum gibi… Ama ona olan güvensizliğim için onlarca sebep sayabilirdim.

“Deneyeceğim,” dedim düşüncelerimin aksine.

“Güzel,” dedi ve başını omzuna doğru eğip gözlerimin içine baktı. “Bundan sonra yalan yok, eğer söyleyeceğin bir şey varsa bunu dile dökmenin tam sırası.”

Yine beni düşüncelerin içine itti. Gizlediklerim boynuma dolandı. Nefes almamı zorlaştırdı. “Sen bana tamamiyle açık olacak mısın?”

“Evet,” dedi düşünmeden. Keşke ben de onun kadar keskin bir şekilde cevap verebilseydim. “O yüzden bana bir daha yalan söylemeni istemiyorum çünkü ben söylemeyeceğim.”

“Tamam,” dedim ben de. “Yalan yok, söz veriyorum.”

Kaçamak bir cevaptı aslında. Söyleyeceğim tüm yalanları söylemiştim zaten. Bir daha buna ihtiyaç duyar mıydım peki? Kesinlikle duyacaktım. Bir yalanı devam ettirmek ancak yalanla olurdu. Lian’ın gizlemek zorunda olduğu bir şey kalmamıştı belki ama benim gizlemek zorunda kaldıklarım üst üste dizilse Lesster dağını aşardı. Her şeyi bir kenara bıraksam bile… Hakimler aşkına! Ona evli olduğumu nasıl söyleyebilirdim ki? Daha dün onu öpmüştüm ben. Her ne kadar bir daha böyle bir şeyin yaşanmayacağı konusunda anlaşsak da yaşanılanları geri alamazdım.

Onu hiç öpmemeliydim.

Derin bir nefes aldı ve bana yaklaştı. Aklıma gelenlerle beraber yakınlığı gerilmeme neden oldu. Dudağımın içini dişlemeye başlarken Lian gülümsedi. “Sakin ol,” dedi yavaşça. “Tedirgin olduğunda hep bunu yapıyorsun.”

“Tedirgin ediyorsun,” dedim ama uzaklaşmadım.

“Bir şeye bakacağım sadece. Seni öldürmeyeceğim.”

Keşke aklımdan geçenlerden biri bile bu olsaydı.

Saçlarımı geri itti ve sağ kulağıma baktı. “Küpen nerede?”

Zihnim dağıldı ve elim hızla kulağıma gitti. Küpem yoktu, bunu o an fark etmiştim. “Kurt almış olmalı,” dedi bu kez. “O küpeler buz kristalindendi, içinde yanan ateşi dizginliyordu. Birini kaybetmen bile seni değiştirdi. Şimdi ikisi de yok. Talu bizi hangi yola sürüklüyor bilmiyorum. Her ne kadar seni bulmamızı sağlasa da, artık o yolun iyi olmadığına eminim.”

“Beni bulmanızı mı sağladı?” dedim şaşırarak.

“Peşinden bir not bırakmış. Ahırda yaptığı gibi. Kapının önündeki toprağa ormana ulaşacağımız bir harita bile çizmiş.”

Dişlerini sıkması dikkatimden kaçacak gibi değildi. “Onu içeri aldıktan sonra dışarı hiç çıkmadı,” dedim. Sonra güldüm. “Bunu çok öncesinden yaptı değil mi?”

“Tehlikeli biri.”

Öyleydi. Talu belki de Lian’dan bile daha tehlikeliydi.

Hayır! Kimse Lian'dan tehlikeli olamazdı!

İç geçirdim. “Şimdi ne yapacağız peki? Yağmacı liderinden bir şeyler öğrenebildiniz mi?”

“Aslan topraklarını yağmalamaları saraydan bağlantısız görünüyor,” dedi ama düşünceli görünüyordu.

“Ak Yılan sarayından bağlantısız,” dediğimde başını salladı. “Ama yağmacı liderinin evinde gördüğümüz Akrepler bunun Kara Yılan sarayı ile ilgisi olduğunu açıkladı. Neden sizi huzursuz etmek için uğraşıyor olabilirler, üstelik Ak Yılanlardan oluşan bir yağmacı grupla?”

“Yağmacılar uzun süredir halkımı huzursuz ediyor. Bu iki krallığın evlilik yoluyla bir ateşkese varmadan öncesine dayanıyor. Yapmak istedikleri şey açık. Ak Yılanları sıkıştırmak istediler, yağmacı sorunu ile karşı karşıya gelirsek Ak Yılanların ilk yanaşacağı yer Kara Yılanlar olurdu çünkü. Nitekim öyle de oldu. Babam, Kral Siles’e aylar önce bir elçi yolladı ve eğer yağmacı sorununa bir çözüm bulmazsa sonuçlarının hoşuna gitmeyeceğini söyledi. Bu evliliğin bir nedeni de biziz.”

Yutkundum ve bakışlarımı kaçırmamak için kendimle savaştım. “Annenin ellerinde olduğunu düşünürken onlara karşı bir şey yapamayacağını biliyor olmalı ama.”

Uzun birkaç nefes aldı. “Düşünürken,” dedi ağır ağır. “Babam bunu düşünmüyormuş Asra. O annemin Kara Yılanlarda olduğunu belki de en başından biliyordu, benim haberdar olmam Talu sayesinde oldu sadece. O elçiyi yolladığında tehditlerinin aksine bir şey yapamayacağını düşünmüştüm, bunu sadece her şeye rağmen güçlüyüz imajı vermesine bağlamıştım ama gerçekler bambaşkaymış.”

Annesinin hikayesini merak ediyordum, ona sormak da istiyordum ama Lian dün kendisinin de pek bilgi sahibi olmadığını söylemişti. Bu belki bir yalandı ama yalansa bile bana bir şey söylemeyeceğinin de kanıtıydı.

“O halde anneni bulmak için başka bir planın var mı?”

“Var.” Talu’nun söyledikleri aklıma gelince ona bakamadım. Sadece hep söylediğim o şarkıyı içimden söyleyerek kalp atışlarımın hızlanmasını engelleyebildim. “Yağmacı lideri sayesinde Kara Yılanların aslında gizliden gizliye neler yaptığını ispatlayabilirim. Bu Kara Yılanlar için güzel bir tehdit unsuru. Lideri onlara vermek karşılığında annemi isteyeceğim.”

Kral Siles artık yoktu. Gerçeklerin ortaya çıkmasının bir önemi kalmamıştı. Bunu er geç o da öğrenecekti. Tahtta kardeşim çıksa bile Kara Yılanlardan hesap sormak şöyle dursun, onların işgaline direnmesi mucize olurdu. Üstelik Kara Yılanlar artık dışarıdan bir tehdit bile değildi, tam içerideydiler.

“Nasıl?” diyebildim sonunda. “Adam bunu kabul etse bile bu bir şey kanıtlamaz. Tehditle ya da biraz parayla ben bile bir Aslanı size karşı konuşturabilirim.”

“Hiçbir Aslan böyle bir şey…”

“Lian!” diye çıkıştım. “Soylu ırkını son savunduğun gecenin sabahında onları yakmıştın.”

Derin bir nefes aldı ama doğruluğunu kabullendi. “Bir şekilde halledeceğim Asra. Halledemesem de sorun değil. Tek bir planım yok. Hiçbir zaman tek bir planla hareket etmem.”

“Başka ne gibi bir planın var?” dedim hem şüphe hem de korku ile.

“Ak Yılan prensesi,” dedi kaşlarını kaldırarak. İçimdeki korkuyu, yükselen nabzımı sakinleştirmek için zihnimde yine aynı şarkı baş gösterdi ve Lian devam etti. “Prensesin de izini süreceğim.”

Zorlukla kendimi konuşmaya zorladım. “Bulursan ne yapacaksın?”

Ne yapacağını biliyordum. Talu söylemişti. Yine de cevabını duymak istiyordum.

Hafif ve alaycı bir gülüş dudaklarında belirdi. “Onu eşine teslim edeceğim Asra. Prenses belli ki hala yaşıyor, o ölmeden prensin tekrar evlenemeyeceğini bilecek kadar hakkınızda bilgi sahibiyim. Bu durum o kadını iyi bir takas unsuru yapıyor.”

“Takas… Yağmacı lideri işe yaramazsa prensesi kullanacaksın.”

Ayağa kalkarken, “Kesinlikle,” dedi. “Bu sonranın meselesi. Önce kardeşini bulacağız ama ondan da önce gidip bir şeyler yiyeceğiz.”

Elimi tutmak için uzandı ama onları kucağıma çektim. Dudaklarını birbirine bastırdı. “Pekala,” dedi sadece. “Gidelim.”

Döndü ve kapıya yürüdü. “Lian,” dediğimde durup bana baktı. Bir soru daha sormam gerekiyordu. “Talu’nun söylediklerini neden yapmıyorsun?”

Kaşları derince çatıldı. “Talu sadece saçmaladı çıngıraklı. Kafandaki saçma düşüncelerden kurtul çünkü seni kimseye vermeyeceğim.”

Ama prensesi vereceksin.

“Neden?” diye sordum yine de. Dudak büktüm. “Daha önce beni bununla tehdit etmiştin.”

Öfkeli bir nefes verdi. “Geçmişte yaptığım aptallıklardan sadece biri. Bunun için senden özür de diledim. Emin ol, sana söylediğim her sözden memnun değildim. Hala da değilim. Çoğu aslında kendime söylediğim yalanlardı zaten.”

“Peki, bu… Bu da kendine söylediğin bir yalan mıydı?” Sessiz kaldı. Huzursuz ediciydi. Yalan yok demişti, belki de sessizliğinin nedeni buydu. “Değildi, değil mi? Gerçekten beni onlara verebilirdin. Aslında söylediğin yalan sadece beni öldürmeleri hakkında olandı. Talu’nun söylediği gibi, beni öldürmek yerine kullanmak da isteyebilirlerdi.”

“Lanet Kurdu kafandan at artık,” dedi sertçe. “Onun sözlerine güvenmemen gerektiğini hala anlamadın mı? Sana yaşattıklarını tekrar düşün öyleyse.”

Talu’nun bana yaşattıklarını biliyordum, aklımdan da çıkacağını sanmıyordum. O güveneceğim biri değildi, bunu elbette biliyordum ama Lian da değildi. Talu bunu dün söylediğinde Lian net bir cevap vermemişti. Yine vermiyordu. Sadece hedef değiştiriyordu, hedefi kendinden uzaklaştırıp yine Talu yapıyordu.

“Bana sadece şunu söyle Lian,” dedim gözlerimi üzerinden hiç ayırmadan. “Anneni geri almak için son şansın ben kalsaydım, beni yine de Yılanlara vermez miydin?”

Vereceği cevaba dikkat kesildim çünkü bu bir karar vermeme neden olacaktı. Cevabıyla ya ona her şeyi anlatacaktım ya da kendimi gizleyebileceğim yere kadar gizleyecektim ve yine cevabıyla ya ona güvenecek ya da güvensizlik denizinde yüzmeye devam edecektim.

Kapıya doğru döndü ve dışarı çıkmadan önce benim de bir karar vermeme neden oldu. “Son şansım hiçbir zaman sen olmayacaksın.”

Lian o gün önce kendine sonra da bana yalan söyledi.

⚔️⚔️⚔️

Selamlar Yılanlar ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya ilk bölümümüz?

Gelelim en önemli soruya... Beni seviyor musu- Ay pardon o değil lflfl

Lian Asra'yı gerçekten Kara Yılanlara verebilir mi, yoksa Asra fazla mı evhamlı davranıyor?

Bir de kralı öldürdük ama bunu da hala gizliyoruz biliyorsunuz. Kabak eninde sonunda yine bize patlar mı?

lflffl Bir de soruyor musun, dediğinizi duyar gibiyim. Evet, biraz şizofrenik ama olsun 😂

Ve son soru... Uygulamayı sevdiniz mi? Eksikleri ve artıları neler sizce?

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

Loading...
0%