@e_nurr54
|
İyi okumalar aşklarım.
Geçirdiğim krizler yüzünden bedenim oldukça bitkin düşmüştü. Kolumu dahi kıpırdatmaya gücüm yoktu. Gözlerimi açtığım anda kendimi farklı bir yatakta ve odada bulmam ilk başta korkutmuştu. Gözlerimi odada gezdirdiğimde ağabeyimin odasında olduğumu fark ettim. Sol tarafıma döndüğümde sandalyede uyuklayan ağabeyimi gördüm. Bütün gece başımda beklemişti. Her zamanki gibi elimi sıkı sıkı tutuyordu. Uyurken bile yüz ifadesi sert duruyordu. Onu uyandırmamaya çalışarak elimi çekmeye çalıştım fakat onun bordo bereli olduğunu unutmuş olacağım ki ufacık bir kıpırdamama gözlerini açıp bana odaklandı. "Miray, ne oldu güzelim? Bir şey mi istiyorsun?" Onun bana olan şefkati içimi titretirken dolmayı bekleyen gözlerimi ona diktim. Konuşursam sesimin titreyeceğini bildiğim için başımı hayır anlamında sağa sola salladım. Ağlama isteği hâlâ geçmemişti. Ağabeyime sırtımı dönerek sessizce ağlamaya başladım. O adamın yaşıyor oluşu Er ailesinin tehdit altında olduğuna işaretti. Hatta direkt olarak ben tehdit altındaydım. Tekrar o soğuk depoya gidersem, ne olacak? Beni kim kurtaracak? Ya bu defa geç kalırlarsa? Ya eksik kalan işini bitirirse? Her bir soru binlerce göz yaşına dönüşüp yüreğimi acıtıyordu. Arkamda hareketlilik hissettim. Daha sonra belimde ağabeyimin eli, omuzumda onun yüzünü hissettim. Kumral saçları yanağıma dökülmüştü. Kahverengi gözleri ise benim gözlerimde ki endişelerle savaş veriyordu. "Aklından geçenleri biliyorum, hiçbirine izin vermeyeceğim." Ağlamam hıçkırıklara dönüşünce ağabeyim beni doğrultarak kucağına aldığı gibi kollarını bedenime sardı. Bende kollarımı boynuna doladım. Saatlerce ben ağladım, o ise saçlarımı okşayıp sakinleşmemi bekledi. Odanın kapısı açıldığında Miray içeri girdi. Ağabeyimden ayrılmaya çalıştım ama izin vermedi. Daha sıkı sardı beni. Üzerimde hafif bir baskı hissettiğimde Miray'ın da bu sarılmaya dahil olduğunu anladım. Bir müddet üçümüz öylece durduk. "Karnım acıktı benim," diyerek isyan ettim. "Ben hazırladım, sizi çağırmak için gelmiştim ama sizi böyle bulunca ayırmaya içim el vermedi." Miray'ın sözlerine buruk bir tebessümle baktım. Onun gibi bir arkadaşa sahip olduğum için o kadar şanslıydım ki ondan başkasına gerek yoktu. "Benim önce lavaboya gitmem lazım." Cümlemi bitirince ayaklandığım gibi lavaboya gittim. İşimi hallettikten sonra saçlarımı bağlamak için elim bileğime gitti. Dün gece bileğime toka taktığıma emindim ama şuan yoktu. Ağabeyimin odasında düşürmüş olabilirim. Adımlarımı oraya yönelttiğimde Miray ve ağabeyimin hâlâ orada olduğunu fark ettim. Bir şeyler konuşuyorlardı ikisinin özelidir diyerek mutfağa gidiyordum ki adımı duymamla birlikte olduğum yere çivilendim. "Ne zaman karşısına çıkacak Mine'nin?" Duyduğum şeye anlam veremeyerek kaşlarımı çattım. "Bilmiyorum. Bir türlü ikna edemiyorum." Ağabeyim kimi ikna etmeye çalışıyordu? "Ben konuşsam, dinlemez mi?" Miray kiminle konuşacaktı? "Dinlemez," dedi ve devam etti "Neden yapıyor bunu? Seviyor desem, sevmiyor. Bunu kesin bir dille ifade etti." "Atilla, sen buna inandın mı?" "Ama-" "Ne ama, Atilla. Gözleri bağırıyor aşığım diye." "İyide Mine unuttu ki onu." "Kız haklı, ben bile unutmuştum onu. Sen tanıştırınca hatırladım." Daha fazla bu gizemli konuşmaya katlanamazdım. Hem karnım çok açtı hemde geçirdiğim kriz yüzünden bedenim yeterince bitkindi. İki gün izinli olduğum için ayrıca şanslıydım. Bol bol dinlenme zamanım vardı. Mutfağa gittiğimde Miray kuşumun yine döktürdüğünü gördüm. En başta duran sandalyeye kurulduğum gibi tabağımı doldurmaya başladım. Omletten bir çatal aldığım sırada Miray ve ağabeyim gülüşerek mutfağa girdi. "Oo Mine hanım, beim yerimi kaptığına göre keyfin yerinde." Takıntılı herif. Bulunduğu ortamda tek erkek ve en büyük olan oysa illa ki hep başa geçer ya da ilgi çeken konumlara otururdu. "Miray'la yan yana oturun diye oturdum." Umursamaz bir şekilde yemek yemeye devam ettim. "Ne kadar da düşünceli, ağabeyinin kardeşi." O da oturduğunda, Miray çayları doldurmaya başladı. Ben ise başımı kaldırmadan yemek yemeye devam ediyordum. "Mine," diyen ağabeyime baktığımda bir şey söylemek istiyor ancak bunu nasıl dile getireceğini bilemez bir ifade vardı. Tek kaşımı kaldırarak 'devam et' der gibi baktım. "Şimdi şöyle," diyerek boğazını temizledi ve bakışlarını Miray'a dikti. O da ağabeyime cesaret vermek ister gibi gözlerini bir kere kırpıp açtı. Ne diyeceğini az çok ahmin ediyordum fakat ondan duymak için susuyordum. "Evet ağabey?" Soru sorarcasına gözlerimi diktim. "İki hafta sonra bahsettiğimiz savaş için göreve gideceğiz," dedi bir yudum su aldı. Ne oluyordu buna? "Sana da söyledim, hedeflerinde hastaneler var ve o adamla karşılaşman mümkün." Kalbim korkudan deli gibi atmaya başlamıştı. "Miray ile ikiniz tayin isteseniz memlekete, olur mu?" Ben bu mesleği en çokta bu zor zamanlarda yardımcı olmak için seçmiştim ama onun dediği şeye bak. "İsterse daha kötüsü gelsin! Ben buradayım gitmeye de niyetim yok!" Sinirlenmiştim. Benden böyle bir şey istemesi bile kanımın kaynamasına yetti. "Bak, işin ciddiyetini anlamıyorsun galiba. Şimşek Timi bile yeniden katılıyor bu operasyona." Şimşek Timi? Babamların timi değil miydi? İyide hepsi emekli olmamış mıydı? Her ne olursa olsun ben geri dönmeyeceğim, ağabeyimde bunu anlarsa iyi olurdu. "İsterse on tane tim katılsın ağabey. Benim cevabım net. Buradayım, hiçbir yere gitmiyorum." Kararlılığımı görünce bu defa da travmamdan vurmaya başladı. "Ya tekrar gelip kaçırırsa seni? Biz görevdeyken yaparsa bunu, ne olacak o zaman?" Aklınca beni korkutup gitmemi sağlayacaktı. Ama ağabeyimin bilmediği bir şey vardı; Ben vatan görevimi her türlü yerine getirirdim. Gerekirse o adamla burun buruna da gelirdim ama asla buradan gitmeyecektim. Madem savaş çıkacaktı benim de burada mesleğimin başında olmam gerekiyordu. Kaşlarımı çatarak "Kaçırsın. Sen daha beni tanımıyorsun bile." Sanki komik bir şey söylemişim gibi gülmeye başlamıştı. Sinirim ise katbekat artıyordu. "Haydi ya, oysa daha dün yaşadığını öğrendiğinde bile kriz geçiren insansın sen." Dişlerimi öyle bir sıkıyordum ki kırıldıklarından emindim. "Duydun mu hayatım? Kaçırsın dedi. Yarım kalan işin tamamlanmasını bekliyor galiba," dediğinde sağ gözümün seğirmeye başladığını fark ettim. Miray da bunu görmüş olacak ki ağabeyimin koluna dokunarak "Atilla! Yeter artık, abartıyorsun." Uyarı dolu bakışlarını ağabeyime dikmişti ancak ağabeyim umursamayarak bana döndü. "Eğer amacın tekrardan kaçırılmaksa adım adım ulaşıyorsun hedefine." "Yeter! Çocuk değilim, anladın mı?" Damarlarımda ki kan öyle bir kaynıyordu ki her an bir yere vurabilirdim. "Çocuk değilsin ama kadınsın, kadın! Tec-" Öfkeyle birlikte midem de bulanıyordu sağ elimi yumruk yaptığım gibi sandalyemi yere düşürecek şiddette ittirdim. Tok bir ses geldi ancak bu sandalyeden değil ağabeyime attığım yumruktan gelmişti. Sağ elimde feci bir sızı vardı ancak öfkem bu acıyı örtmeye yetiyor artıyordu. Öfkeli gözlerimi bir eli yanağında şaşkın şaşkın bana bakan ağabeyime bakıyordum. Göğsüm düzensiz nefeslerden dolayı inip kalkıyordu. Eğer ağzımı açıp konuşmaya başlarsam kırıcı konşacağımı bildiğim için hızla ayrıldım oradan. Bir yandan göz yaşlarıma engel olmaya çalışıyordum, bir yandan da anahtarla kapıyı açmaya çalışıyordum. Üçüncü denemede açılan kapıyı hırsla kapattım. Çarpmanın etkisiyle çıkan gür ses evin içinde yankılanarak yok oldu. Düzenli nefes alarak sakinleşmeye çalışıyordum fakat olmuyordu. Aynaya baktığımda onu gördüm. Eli kolu bağlıydı ancak gözlerinde tehdit vardı. Babamdan öğrendiği gibi asla boyun eğmiyordu. O yaşta bile dik başlıydı. Çok direnmişti. Sonuna kadar savaşmıştı. Tam pes ettik derken babam önde olmak üzere Şimşek timi gelmişti. Dipsiz kuyuya düşerken aniden kolundan tutulup yukarıya çekilmiş gibiydi. İlk aşkımla göz göze gelince derin bir nefes almıştı. Bahsettiğim kişi benim. Ben ve hayatımı karartan olay. Bir an ağabeyimin söyledikleri tekrar kulaklarımda çınlamaya başlamıştı. Acıyan elimi umursamadan duvara sağlam bir yumruk geçirdim. Ama içim soğumadı. Bu yüzden bir yumruk daha. Hâlâ lav gibi kaynıyordu kanım. Bir yumruk daha. Bir yumruk daha. Ve sayamadığım yumrukları ancak duvara kan bulaşınca bıraktım. Sinirden ağlamak istiyordum ancak ilk defa ürkütücü bir şekilde bu istek yoktu. Bu yaşta bile hâlâ beni kontrol etmeye çalışıyordu. Erkek olduğu ve benim büyüğüm olduğu için bana karışabileceğini sanıyordu. Ancak bu defa izin vermeyeceğim. Askerlerimize ihtiyaç olduğu kadar biz doktorlara da ihtiyaç vardı. Kuruyan boğazımı yumuşatmak için mutfağa gidip bir bardak su aldım. Tek dikişte koca bir bardak suyu mideme indirdim. Kalçamı tezgaha yaslayarak kollarımı göğüsümde birleştirdim. Ağabeyime vurduğum için pişman mıydım? Hayır. Söylediğim şeylerden dolayı pişman mıydım? Hayır. O zaman içimde oluşan bu anlamsız sıkıntı neyin nesiydi? Kasılmaya başlayan bedenimle birlikte yaslandığım yerden kalkp odama ilerledim. Biraz uyku yorulan vücuduma iyi gelir diye düşünerek rotamı yatağa çevirdim. Kapımı arkadan kilitledim çünkü ikizleri biraz serbest bırakmak istiyordum. Ağabeyim biraz dengesiz olduğu için aniden odama giriş yapabilirdi. Bordo rengine takıntılı olduğum için neredeyse eşyalarımın çoğu bordo renkli olurdu. Bunlardan birine de az önce çıkardığım sütyenim örnekti. Çıkardığım sütyeni de rastgele sandalyemin üzerine fırlattım. Şuan düzene önem veremeyecek kadar bitkindim. Yatağa girdiğim gibi en rahat olduğum, yüz üstü yatış pozisyonunu aldım. Bir elimi yastığın altına bir elimi de yataktan aşağıya sarkıttım. Ben biraz anormal uyuyan tayfadanım sanırım.
YAZARIN ANLATIMIYLA: Mine, yüreğinde kendinden büyük vatan aşkı besleyen bir kızdı. Konu vatan olunca gözü travmalarını yok sayacak kadar kör oluyordu. Bu tabii ki iyi bir şeydi ancak Atilla, kardeşinin iyiliğini istiyordu. Kaçırıldıktan sonra toparlanması zor olmuştu. O kara olay onda derin izler bırakmıştı. Kan bağı olmayan erkeklerin ona değmesi düşüncesi bile onu delirtirken, yabancı bir erkekle temas kurduğu an kriz geçiriyordu. Atilla, yediği yumruğun şokunu hâlâ atlatamamış bir biçimde ilk ve tek dostunun yanına gidiyordu. Yolda yürürken de aklından Mine'nin ne ara bu kadar güçlü yumruk atmayı öğrendiği geçiyordu. Sokağın başında ki rengi solmuş turunculu evin bahçesinden girdiği anda balkonda silah temizliği yapan Yekta'yı görmüştü. Ona da ayrı sinirliydi. Kendini herkese yavaş yavaş unutturmuştu. Kardeşinin hafızası bile güçlüyken Yekta'yı unutmasına katlanamıyordu. Yekta'nın Mine'ye farklı gözle baktığını biliyordu ve bundan memnuniyet duyduğu da söylenirdi. Fakat Yekta hâlâ Mine'nin karşısına çıkmamakta ısrar ediyordu. Geçen gece tesadüfen karşılaşmışlardı. Yekta, her zerresini ezberlediği kahveleri uzun süre sonra canlı bir şekilde görünce kalbinde oluşan kıpırtıya anlam verememişti. Daha sonra Mine'nin ağladığını görünce de içi acıdığı için gecenin bir vakti zorla manavı açtırarak bir kese dolusu karadut almıştı. Bunu arada bir yapıyordu. Atilla kaç defa aşık olduğunu belirtse de Mine için söylediği tek şey 'Kardeşim' kelimesiydi. Daha kendine bile itiraf edemeyen adamdan Mine'nin karşısına çıkmasını bekliyorlardı. "Yekta şerefsizi! Belalın geldi, kapıyı aç." Yekta her gün duyduğu bu sese karşılık "Bekle biraz. İşim bitmek üzere." Atilla beklemeyi sevmezdi ve Yekta da bunu bildiği için ona inat hep bekletirdi. "İşin mi önemli? Yoksa en kıymetli eşin, ben mi?" Yekta burnundan gülmüştü ancak ona dönmeden "İşim!" Diyerek kısa ve net bir cevap verdi. "Allah senin ilerde ki karına sabır versin!" "Umarım kardeşin sabırlı biridir!" "Ulan şerefsiz! Sende bu göt korkusu olduğu sürece Mine'yi unut!" Yekta, Atilla'yı delirttiği için keyiflenmişti ancak bu çok uzun sürmedi. "Gerçi sen unutmasan da olur çünkü o seni çoktan unutmuş." Keyiflenme sırası Atilla'ya geçmişti. Somurtma sırası da Yekta'ya. "Yeni görevde karargahta kalmak istemiyorsan sabrımı zorlama, Atilla!" "Bazen nasıl seninle arkadaş olduğumu sorguluyorum." Yekta tertemiz yaptığı silahını kılıfına özenle yerleştirdi. "Sorgulaman bittiyse kapıyı açmaya geliyorum," diyerek oturduğu yerden kalkarak canından çok sevdiği ve kardeşi bellediği koca cüsseli adama kapıyı açmaya gitti. "Sen kilo mu aldın, Erman?" Atilla çoğu zaman Yekta'ya soy ismi ile hitap ederdi. "Hayır. Kaslarıma kas kattım," diyerek iki elinin yumruğunu sıktğı gibi kollarnı havaya kaldırarak kas şovuna başladı. "Senden daha iri oldum diye mi bu kıskançlık." Atilla işittiği şeyle yüzünü buruşturdu. "Ayıları kıskanmam Yekta, bilirsin." Göz kırparak ezbere bildiği evde salona ilerleyerek oturdu. İki yoldaş koyu bir sohbetin içine dalış yaptı.
Onlar burada otururken, Mine ve Miray da evde mışıl mışıl uyurken teröristler yaptığı hain planlar için son kontrolleri yapıyordu. Fakat bilmedikleri bir şey vardı: Pençe timi her yerdeydi. Sırtına yüklediği mühimmat kutusunu kamyona yerleştiren, Teğmen Turan Tegin Pençe timinin Bukalemun'u olduğu için yine ajan olarak bu hainlerin arasında yer almıştı. Bugün yapılan planı öğrenmiş ve öğrendiği gibi de Albay Erdem Birol'a bildirmişti. İki hafta sonra başlayacak olan operasyon sadece iki saat içinde başlıyordu. Soyunma odasında üzerlerini değiştiren Yekta ve Atilla ilk defa toplanma odasına geç kalmışlardı. Turan Tegin hariç bütün tim oradaydı. Pençe timi kimler miydi? Onlar canı pahasına vatanını korumak için korkusuzca savaşan, anneden, babadan, yardan ayrı kalmayı göze almış korkusuz kahramanlardı. Peki onlar kimdi? Albay Erdem Birol Yüzbaşı Yekta Erman Astsubay Kıdemli Başçavuş Atilla Er Astsubay Üstçavuş Alper Kaya Astsubay Üstçavuş Ata Türk Astsubay Kıdemli Üstçavuş Fatih Güntekin Teğmen Turan Tegin Astsubay Başçavuş Kürşat Acar Astsubay Başçavuş Tamer Ulu Onlar, bu eşsiz vatanı korumak için kendilerinden vaz geçenlerdi. Her görevde sekiz kalp bir kalbe dönüşüyor, sekiz beyin ise bir beyine dönüşüyordu. Sekiz heybetli vücut tek bir vücut oluyordu. Bu zamana kadar üstesinden gelemedikleri hiçbir şey olmamıştı. Her zorluğun altından beraber kalkmış, yeniden beraber doğmuşlardı. Şimdi de öyle olacaktı ama bu defa Yekta'nın hiç beklemediği şeyler olacaktı. Saatlerce toplantı odasında planlar yaparak teröristleri şehire sokmamak için ellerinden gelen en iyi fikirleri sunmuşlardı. Neyse ki tek bir plan herkesin aklına yatınca da harekete geçmek için hazırlık yapmaya başladılar. Şimşek timine de haber verilmişti ancak Pençe timi bunu hiç istemiyordu. Ne yazık ki emir büyük yerden olduğu için ses çıkaramıyorlardı. Hazırlıklar tastamam olunca askerî araca doğru yol aldılar. Bindikleri araç onları bir yere kadar götürecek, bir yerden sonra da kendileri dağa tırmanacaktı. Aracın tekerlekleri ani gaz yüklenmesiyle acıyla çığlık atsa da direksiyonda Kürşat olduğu için herkes bu duruma alışkındı. Albay Erdem, hızla uzaklaşan arabanın arkasından gururla bakıyordu. Biliyordu ki evlatları onu asla yanıltmazdı. Araç gözden kaybolana kadar orada bekledi daha sonra da Pençe timi ile yakın irtibata geçmek üzere odasına ilerledi.
MİNE'NİN ANLATIMIYLA: Ağabeyimin bahsettiği operasyon iki hafta değil, iki saat içerisinde başlayınca şaşkınlıktan elimiz kolumuz bağlı bir şekilde öylece kalakalmıştık. Ağlamaktan içi dışına çıkan arkadaşıma baktım. Ben böyle şeylere çocukluktan alışkındım ancak o hâlâ bu duruma alışamıyordu. Bu ağabeyimin ilk çıktığı görev değildi ancak çıktığı en zorlu ilk görevdi. Miray'a da hak veriyordum. Deliler gibi aşıktı ağabeyime. Başına bir şey gelmesinden ve canının yanmasından korkuyordu. Ben de korkuyordum ancak içimden bir ses nedense iyi şeyler olacağını fısıldıyordu. "Mine! Ya bir şey olursa Atilla'ya? Ben yaşayamam," diyerek aynı cümleyi milyonuncu kez dile getirdi. Onun yüzünde kafam patlamak üzereydi. Kendi endişem zaten bana yetiyordu ama onunki de eklenince bünyem kaldırmıyordu. "Dur sana su getireyim." Ayağa kalktığım gibi kendimi mutfağa attım. Zaten ağlaya ağlaya göz yaşları da tükenmişti hasta olmasında çok korkuyordum. Hızlıca uyku ilacından iki tane ezerek suyuna ilave ettim. Tamamen eridiğinde bardağı kaptığım gibi yanına gittim. Tek dikişte bitirdiği suya bakınca "Yetmedi bu!" İsyanıyla tekrar ağlamaya başladı. "Tamam canım, ağlama artık. Ben hemen getiriyorum yenisini." İkinci suyu ilk suya göre daha yavaş içti. Aradan bir müddet vakit geçince yavaş yavaş mayıştığını gördüm. Rahat bir nefes alarak tamamen uykuya dalmasını bekledim. Uykuya dalınca da kendimi soğuk duşun altına teslim ettim. Soğuk su hem bedenime hem de ruhuma ilaç gibi geliyordu. Omuzumda duran bütün yükleri bir anlık olsa da silip atıyordu. İki günlük olan izinlerimizi iptal ettikleri için akşama doğru tekrardan hastaneye gidecektik. Uykumun gelmemesi için büyük bir bardağa kahve yapıp elime de yarım kalan kitabımı aldım. Aklım fikrim ağabeyimdeydi ancak elimizden sadece beklemek geliyordu. Kendimi kitabın eşsiz satırlarına bıraktım. Ve bir anlıkta olsa hayatın yükünden sıyrıldım.
Bu bölüm biraz kısa olduğu için diğer bölümü daha uzun atmayı düşünüyorum. Kitap hakkındaki düşüncelerinizi belirtir misiniz? Bir de yıldıza basmayı unutmayınnn öpüldünüz.
|
0% |