İyi okumalar aşklarımm.
Hissettiğim zifiri karanlığın sadece üzerimdeki battaniyeden kaynaklı oldğunu anlayınca oflayarak yattığım yerden kalktım. Her an uyuma özelliğine sahip olan ben, şuan uyuyamıyordum. Bu durum artık can sıkıcı olmaya başlamıştı. Kalktığım gibi odamın kapısına yöneldi ancak aklıma gelene şeyle donup kaldım. Geçen haftalar da okuduğum not geldi aklıma. Savaş çıkacağı ve buradan gitmem gerektiğini söyleyen nottu. Peki o karadutlar. Onları da o getiriyordu. Demek ki bunca zamandır benden haberdardı. Bana neden söylememişti? Neden kendini saklamıştı? O beni görürken benim onu görmemi neden engellemişti? Madem beni görüyordu nasıl tanımamıştı hastanede? Peki ya ben, ben nasıl tanıyamadım o eşsiz ela gözlerinden. Saçmaladım iyice sanki renkli göz bir tek onda var.
Sinirle kapıyı açmaya çalıştım ancak kilidini açmadığım için doğal olarak kapı da açılmadı. Kilidi çevirip kapıyı açtıktan sonra doğruca mutfağın yolunu tuttum. İki gündür nöbetim olduğu için doğru düzgün bir şeyler yeme fırsatı bulamamıştım. Dolabın kapağını açtığım da bir süre bakıştım daha sonra dolabın kapağını kapatarak bir bardak su aldım. Oturma odasına giderek telefonuma elime aldığımda Ömer Halis'ten mesaj olduğunu gördüm. Eyah! Onu pizza günü yapmak için çağıracaktı fakat o salak yüzünden her şey alt üst olmuştu. Hemen gelmesini söyleyen bir mesaj attım. Sipariş işini hallederek televizyondan güzel bir animasyon arayışına girdim.
Ömer Halis hayatıma girdiğinden beri her şey yoluna girmişti. Onu bir komşudan veya tanıdıktan çok kendi çocuğum gibi görüyordum. Onun güzel kalbi ve sesinin sakinliği antidepresan gibi geliyordu bana. Babamların da dahil olduğu operasyonda birçok yaralı gelmişti. Çoğu hâlâ tedavi görmeye devam ediyor. Cehennem gibi gelen o haftalar da Ömer Halis'in yanımda olması benim için büyük bir avantajdı. Elimi tutması, yanımda olması ve en hoşuma giden hareketi ise saçlarımla oynuyor olması bana çok iyi geliyordu. Onun ailesi çok şanslıydı çünkü kendilerinden geriye mükemmel bir evlat bırakmışlardı fakat aynısı Ömer Halis için söylenemezdi. O, bu dünyadaki savaşında yalnız kalmıştı. Destek alabileceği anne ve babası yoktu.
Orta sehpayı hazırlarken çalan kapıyla birlikte olduğum yerden kapıya doğru ilerledim. "Benim paşam gelmiş ho-" Söylediğim sözler gördüğüm yüzle birlikte boğazıma takıldı. Yüzümü asarak geriye çekildim. Kapının sapına iyice yapıştıktan sonra hemen kapatmaya çalıştım ancak bu karşımda ki dev cüsseli adama karşı koymak oldukça zordu. "Git buradan," diyerek öfkeyle bağırdım. "Sen beni dinleyene kadar gitmeyeceğim." O beni aksime sakin ses tonunda konuşuyordu. "Seni hiçbir zaman dinlemeyeceğim! Duydun mu?"
"Duymadım. Dinleyeceksin diyorum." Ben kapıyı kapatmaya çalışıyordum o ise açmaya. "Dinlemeyeceğim! Yıllar önce nasıl gittiysen şimdi de öyle yap ve çık hayatımdan," dediğim sırada gösterdiği direnç kırılınca biraz daha kapattım kapıyı. "Sebeplerim vardı!" Bak sen şu işe. Sebepleri varmış. Kalmak isteyen insan gitmek için değil kalmak için sebep arardı. "Sen de sebeplerin de umrumda değil!"
"Mine lütfen, sadece iki dakika," dediğinde daha da yüklendim kapıya. "Değil iki dakika bir saniye bile yok sana. Yıllar önce düşünecektin."
"Pişman olacaksın." Histerik bir kahkaha attım. "Ben senin gibi değilim. Pişman olacağım şeyleri yapmam."
"Mine!"
"Kes sesini! Daha fazla adımı anma. Senin yüzünden kendi adımdan soğudum," dediğimde bir elimi ağzımın üzerine götürdüm. Sinirlendiğim zamanlarda ben, ben olmaktan çıkıyordum. Burnundan çıkan minik bir gülümsemeyle "Anlaşılan çok sinirlisin. Bu sözleri dikkate almıyorum ama illa ki konuşacağız," dediğinde hâlâ benimle alakalı olan şeyleri nasıl unutmadığını sorguluyordum. Oysa koskoca yıllar geçmişti. Sahiden toplam kaç yıl geçmişti? Ben onu unutmuştum da o benim en ufak huylarıma kadar unutmamıştı. Nasıl yaptı bunu?
"Ben, sana dair her ne varsa aklımın her yerine kazıdım. Kolay kolay da silinmez," dediğinde bütün vücuduma garip bir elektrik dalgası gelmişti. Tıpta bir anlamı var mıydı acaba? "Silmeye başlasan iyi olur." Lütfen dilimi eşek arısı soksun. "Asıl sen beni kabullenmeye başlasan iyi olur," dediğinde tekrar bir kahkaha attım. "Neden? Tekrardan yüz üstü bırakman için ön hazırlık falan mı?"
"Mine!"
"Yeter artık, dinlemek istemiyorum. Karşıma da çıkma. Bunca yıldır nasıl görmediysek birbirimizi yine aynısı olsun." Kapıyı ittiren sert bedeni yavaşça gevşedi. "Hiçbir şey bilmediğin için böyle söylüyorsun ama ben seni bekleyeceğim." Çok beklerdi bırakıp gitmeden önce düşünmeliydi. Gitmesi gerekiyorsa bile gittiği yerden de haber verebilirdi. İletişim hâlinde olabilirdik. İsteyen ölümün eşiğinde de ulaşırdı. O korkak gibi kaçmayı seçmişti. "Daha çok beklersin," dediğim gibi kapıyı hızlıca kapatıp sırtımı yasladım. Ellerim titriyordu. Sesi ne kadar da kalınlaşmış öyle. Gözlerinde ki yorgunluk on metre öteden hissedilirdi.
"Ne oldu dinlemedi mi?" Ağabeyimin sesiyle kulağımı kapıya yapıştırıp dikkatimi tamamen onlara verdim. "Dinlemedi." Yekta'nın sesi öyle bir soğuk çıkmıştı ki iliklerime kadar dondum.
"Normal değil mi?"
"Değil lan! Değil! Bu kadar inat hiç normal değil."
"Gayet normal." Ağabeyimin sesi onun sesine nazaran daha yumuşak çıkıyordu. "Ya sabır!" Yekta'nın sesinin ardından adım sesleri gelmişti. Anlaşılan gitmişti.
Derin bir nefes alarak mutfağa geçtim. Bardakları tepsiye dizerek oturma odasına gittim. Biraz sonra kapı çalmıştı ama bu defa kontrol ederek açmıştım. İlk Ömer Halis daha sonrasında da pizzacı gelmişti. Yemeklerimizi yerken bir yandan da sohbet ediyorduk.
Ömer Halis'in sınıfında Asya adında bir kız varmış. Asya, Ömer Halis'e her sabah günaydın demeden sırasına oturmazmış. Montunu da Ömer Halis'in montunun üzerine asarmış. Tabii bunca şeye Ömer Halis boş durur mu? Asya'ya sevdiği şekerlerden alıyormuş. Kantinde sırasını verip öne geçmesini sağlıyormuş. Bunları bana anlatırken yüzünde öyle güzel bir gülümseme vardı ki daha önce onu böyle gülerken görmedim. Gözlerindeki parıltı gökyüzünde ki yıldızların parıltısıyla yarışırdı. "Mine abla bir şey sorabilir miyim?" Gözlerimi çizgi filmden ayırıp yanımda ki miniğe diktim. "Sorabilirsin tabii," diyerek bütün dikkatimi ona verdim. "Seninle annem ve babamın mezarına ziyarete gidelim mi?" Sorduğu soru karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Yutkunduğum an boğazımda taş gibi oluşan yumru yüzünden canım acımıştı. "Gidelim tabii," dediğimde buruk bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. "Yarın okul çıkışı seni almaya gelirim. Olur mu?"
"Olur," dediğinde gözleri çoktan dolmuştu ancak o her gözleri dolduğunda benden saklıyordu. Genelde ben yakalıyordum onu ama belli etmek istemiyordum. Çalan telefonumla birlikte sesin geldiği yöne gittim. Sesi takip ettiğimde telefonumun mutfakta olduğunu anladım. Arayan kişiye baktığımda annem olduğunu gördüm ancak şuan konuşursam Ömer Halis duyabilir ve üzülebilirdi. Bu yüzden meşgule atarak müsait olmadığımı belirten bir mesaj attım.
Daha sonra içeriye giderek başladığımız çizgi filmi seyretmeye başladım. Zaman akıp giderken çoktan akşam olmuştu. Ömer Halis'in dedesi biraz önce gelip torununu eve götürmüştü.
Ortalığı güzelce topladıktan sonra kendimi koltuğa attım. Uzun zamandır ev işi yapmadığı için her yerim acayip şekilde ağrıyordu. Şimdiden hastalarımı özlemiştim. Daha ilk günden sıkıldıysam geri kalan altı gün işkence gibi geliyordu. Telefnuma elime alarak annemi aramaya koyuldum. İkinci çalışa geçmeden hemen açtı telefonu.
"Birtanem, nasılsın? İyi misin?" Annemin bu soruları yüzümde minik bir tebesüm oluşturdu. "Sakin ol anne, iyiyim. Az önce aradığında konuşamamıştık o yüzden aradım," dediğimde her zamanki gibi annemin burun çekme sesi doldurdu kulaklarımı. Gözlerimi devirerek "Anne sen ciddi misin?" Tekrar burnunu çekere konuşmaya başladı. "Ciddiyim ve sana kızgınım."
"Ne için kızgınsın? Görevimi yaptığım için mi? Görev yapmak için tehlikeli bir yere gelmeyi kabul ettiğim için mi? Hangisi anne?"
"Tamam bir şey demedim. Babasının kızı ne olacak," dediğinde gülerek "Bir daha seni aradığımda aynı konuşanları tekrar etmeyelim lütfen," diyerek yanıtladım onu. "Anlaşıldı doktor hanım." Beraber güldüğüüz anda aklıma gelen şeyle birlikte duraksadım. "Anne," dediğimde "Söyle balım," dedi anında. Nasıl soracağımı bilemediğim için önce boğazımı temizledim. Derin nefes alarak başladım konuşmaya. "Feyza Teyzemle görüşüyor musunuz?" Sorduğum soruyla annem biraz duraksa da hemen devam etti. "Evet, görüşüyoruz. Hatta eskisinden daha da yakınız." Şaşkınlıkla kaşlarım havaya kalktı. Babalarımızın zaten yakın arkadaş olduklarını biliyordum ama annemlerin bu denli yakın olduklarını daha yeni öğrenmiştim. "Yekta da orada görev yapıyormuş. Haberin vardır herhalde." Ah annecim daha bugün haberim olduğunu öğrensen ne yapardın acaba? "Evet, var."
"Sen düğün elbisesi aldın mı? Çok az kaldı hazırlıklarını yapmaya başlasan iyi olur."
"Anne daha dört aydan fazla var. Miray da gelinlik almadı zaten. O alırken bende ayarlarım bir şeyler."
"Ben anlamam başlayın şimdiden." Oflayarak cevap verdim. "Tamam anneciğim merak etme bu hafta hallederiz."
"Annelere 'of' denmez. Elbisenin fotoğrafını atarsın alırken," dediğinde güldüm. Sade bir şeyler alacağımı bildiği için önceden fotoğraf istiyordu. "Tamam annem atarım. Haydi kapatıyorum şimdi. Selam söyle babama."
"Tamam yavrum, söylerim." Tam telefonu kapatıyordum ki annemin sesiyle duraksadım. "Mine, dikkat et lütfen. Tekrar aynı acıyı ne sen, ne de biz kaldırabiliriz." Bu uyaru tüylerimi diken diken yaparken kapattım telefonu. Koltuğa iyice yayılarak televizyonda denk geldiğim bir diziyi izlemeye başladım.
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınnn
Öpüldünüüzz
Dip not:
Her iki kitabıma da bölümleri okunma sayısına göre ekleyeceğim. Bu yüzden bölümlerin belli bir düzeni yok ancak güzel bir okunma kitlesine sahip olursa düzenli şekilde bölümler gelmeye başlayacak.