@e_nurr54
|
Bölüm baya gecikti kusura bakmayınnn. İyi okumalar aşklarım.
Kapıda duyduğum anahtar sesiyle televizyonun sesini kısıp yayıldığım yerden kalktım. Gelen kişinin Miray olduğunu anladığımda tekrar eski pozisyonuma döndüm. Ona da kızgındım. Benden saklaması hoş değildi. En çok o biliyordu ilk yıllarda Yekta'ya ulaşmak için neler yaptığımı. Yanıma geldiğinde görmezlikten gelerek bütün dikkatimi televizyona verdim. "Mine, yapma böyle." Hah şuna bakın ben ne yaptım pardon? Bu akıllı arkadaşım bazen o kadar salak olabiliyordu ki beni sinirden çıldırtıyordu. Taviz vermeden bakışlarımı televizyonda sabit tutmaya devam ettim. Ayağa kalkıp televizyonun önüne geçtiğinde mecbur olarak ona baktım. Gözlerinde durgunluk vardı sebebi neydi bilmiyorum ama bu bakışları hiç hoşuma gitmemişti. "Küçük çocuklar gibi küsecek misin?" Küsmek mi? Ne küsmesi ayol. Alt tarafı bir ay konuşmamayı planlıyorum. Bir ayda bana göre az bir süre ancak düğünde yaklaşıyor. Mecburen trip atma işlemine düğünden sonra devam edeceğim. "Mine," dediği anda ayağa kalktığım gibi kapıya yöneldim. Tam kapıdan çıktığım anda karşıma dikilen heybetli vücut yüzünden durdum. Kafamı kaldırmadan da bu vücudun ağabeyime ait olduğunu anladım. Sol taraftaki boşluğa yöneldiğim sırada o da benim yaptığım gibi sol tarafa adımlayarak önümü kapattı. Sabırla karışık derin bir nefes verdim. O inatçı ise ben ondan daha fazla inatçıydım. Bu defa sağ tarafa kaydım tekrar beni taklit ederek sağ tarafa geçti. Kaşlarımı çattığım gibi kararttığım gözlerimi de gözlerine diktim. Fakat bir adım geriye gittim çünkü ağabeyimin bakışlarında ürkütücü bir soğukluk vardı. Ufak bir korku yaşasamda inat etmeye devam ettim. Ancak ağabeyim hareket etmeme izin vermeden kolumdan tuttuğu gibi beni kendisine çekip sıkıca sarıldı. Ben onun bana kızıp bağıracağını sanmıştım fakat birden sarılmasıyla olduğum yerde donup kaldım. Saçlarımdan derin bir nefes çekerek yumuşacık öpücük bıraktı. Kollarımı boynuna dolamak istedim ama ona küs olduğum aklıma gelince bu fikirden vazgeçtim. "Bize kızgın olduğunu biliyoruz ama Yekta hayırsızı söyletmedi. Özür dilerim söylemem gerekiyordu." Ağabeyimin sözleri kalbime pıhtı misali düşüyordu. Söz konusu ağabeyim olunca akan sular duruyordu bende. "Kırgınım," dedikten sonra daha fazla dayanamayarak kollarımı boynuna sardım. Tabii iki metrelik adama yetişmek kolay mı? Ayaklarımın ucunda yükselmek zorunda kalmıştım. Bunu fark eden ağabeyim gülerek geri çekildi. Miray yanımıza gelince "Barıştık değil mi?" Yüzündeki çocuksu sevinci içimi ısıtmıştı. "Tam değil," dediğimde ikisi de yüzlerini düşürdü. Bu halleri o kadar komikti ki gülmeden edemedim. "Neyse gidin artık uykum var benim." Onları kapıya doğru ilerlettiğim sırada Miray sürekli söyleniyordu. "Aşkım ben şuan kendi evimden kovuluyorum galiba." "Farkındaysan bende kardeşim ve nişanlımın evinden kovuluyorum." Gülerek ayakkabılarını giymelerini izledim. "Evet ikinizde tam olarak kovuldunuz," dedim. Merdivenlere yöneldiklerinde kapıyı kapatarak oturma odasına geçtim. Açık olan televizyonun fişini çektiğim gibi aralık kalmış balkon kapısına yöneldim. Hava soğumaya başladığı için içerisi aralık kalan kapının etkisiyle buz gibi olmuştu. Kapı koluna elimi attığım anda karşı kaldırımda direğe yaslanmış şekilde duran beden dikkatimi çekti. Alev gibi bakan gözler dışarıdaki soğuğa inat ateş püskürtüyordu. Kollarını önünde bağlamış, ceketinin kapüşonunu kafasına geçirmiş bir vaziyette tam olarak bana bakıyordu. Ela gözleri her zamanki gibi etrafa nefet saçıyordu. Daha fazla göz temasında bulunmamak adına kapıyı kapatıp üzerine de perdeyi çektim. Aptal şey! Bir anda gelip bütün dengelerimi alt üst etmişti. Zaten soru işaretleriyle dolu olan zihnim onun gelişiyle iyice soru işaretlerine gömülmüştü. Sabır dilenircesine derin bir nefes alarak odama ilerledim. Biraz uyku çekmek hem bedenime hem zihnime iyi gelecekti. Yarın Ömer Halis ile anne ve babasının kabrini ziyarete gideceğimiz için biraz dinlenmek iyi gelirdi. Sıcacık battaniyenin altına girdiğim anda bütün bedenim mayışmıştı. Göz kapaklarımın üzerine ise mühür vurulmuştu. & İzinli olmayı sevmediğim gibi evde yalnız kalmayı da sevmiyordum. Boş boş oturduğum zamanlarda kendimi işe yaramaz biri gibi hissediyordum. Neyseki çocukların okul çıkış saati yaklaştığı için hazırlanmaya başlamıştım. İçime bordo renkli kazak giydim. Vazgeçilmez rengim olduğu için dolabımda çoğunlukla bordo rengi ve onun tonları yer alıyordu. Altıma ispanyol paça siyah pantolon giydim. Üzerime de beyaz uzun kabanımı geçirdim. Hafif bir makyaj ve çantamı da aldığımda çoktan hazırdım. Mezarlığa gidecektik ama daha sonrasında Ömer Halis'in kafasını dağıtması için yemeğe götürecektim. O yüzden hazırlanmama biraz özen göstermiştim. Anahtarımı ve telefonumu çantaya atarak kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda üst kattan gelen seslerle birlikte hareketlerimi yavaşlatarak gelen seslere odaklandım. Adım sesleri ve konuşma sesleri git gide yaklaşıyordu. Ağabeyim ve Miray'ın sesini anlayabilmiştim fakat diğer kalın olan sesi tam anlayamadığım için bozuntuya vermeden ayakkabılarımı giymeye devam ettim. Bir kaç saniye sonra ağabeyim başta olmak üzere Miray ve Yekta sıra sıra merdivenlerden iniyorlardı. Onu görmemle birlikte asılan suratımı düzeltme zahmetine girmeyerek gayet sakin hareketlerle kapıyı kilitlemeye başladım. "Tünaydın güzelim." Ağabeyimin sesiyle birlikte onlara dönerek "Tünaydın," dedim. "Nereye gidiyorsun?" Miray'dan gelen soru karşısında cevap vermek ve vermemek arasında gidip geliyordum. "Öyle dolaşmaya çıkıyorum." Bu cevap ağabeyimi pek memnun etmediği için tek kaşını havaya kaldırmıştı. Arkada duran şahısla göz teması kurmamak için ağabeyimin kirpiklerine kadar ezberlemiştim. "İyi bakalım öyle olsun." "Öyle zaten ağabey," diyerek Miray'a bir öpücük gönderip merdivenlere yöneldim. "Mine," duraksayıp gözlerimi ağabeyime diktim. "Bugün kutlama yemeği var." "Neyin kutlaması?" "Tim operasyonda başarılı olduğu için albay yemek düzenlemiş." "Diğer asker arkadaşınız o hâldeyken mi?" Verdiğim cevapla hepsi donup kaldı. Arkadaşları orada an çekişirken bunlar neyin kutlamasını yapıyordu? Şaka gibiydi cidden. "Benim başka birine sözüm var, size iyi eğlenceler." Bir iki basamak inmiştim ki ağabeyim kolumdan yakalayarak durdu. "Kime sözün var?" Gözlerim Yekta'nın, ela irisleriyle kesişince delici bakışlarına denk gelmiştim. "Sizi alâkadar etmeyen birine." Kolumu kurtardığım gibi hızlı hızlı inmeye başladım merdivenleri. Onlara hesap mı verecektim bir de? "Mine!" Arkamdaki bağırışlara aldırış etmeden yürümeye devam ettim. "Mine! Kime diyorum ben!" Sanırım ağabeyim hâlâ benim büyüdüğümü kabul edemiyordu. Eğer biraz daha oyalanırsam okul çıkış saatine geç kalacaktım. "Ömer Halis ile yemeğe gideceğim ağabey, merak etme. Sözüm vardı ona." "Ömer Halis askerlere hayran bir çocuk. Onu da getir hep beraber orada bulunalım." Aslında ağabeyimin fikri gayet güzeldi. Hem benimde gözüm gönlüm şenlenirdi. Askerlere - özellikle de bordo berelilere- karşı ilgim vardı fakat Yekta ile aynı ortamda bulunmayı pek istemiyordum. "Tamam ben konuşurum onunla. Sonra size haber veririm," diyerek önüme dönüyordum ki gözlerim ela irislerin hedefi oldu. Sinekkaydı traşı çok yakışmıştı. Zaten pek sakal uzatmayı seven biri değildi. Yıllar önceki hâlinden eser kalmamıştı. Sadece boyu ile dikkat çeken adam şuan hem boyu hemde kocaman iri vücuduyla dikkat çekiyordu. "Sizin Yekta ile aranızda ne var?" Ağabeyimden gelen bu şaşırtıcı soru karşısında bakışlarımı önümde duran adama çevirdim. "Hiçbir şey yok." "O zaman ona duyduğun nefret neyin nesi?" "Yalan söyleyen insanları sevmediğimi biliyorsun." "O sana yalan mı söyledi?" Yalan söylememişti ama bunca yıl saklanmıştı. Neden saklanmıştı? Neden gitmişti? Peki ben neden bu kadar takılmıştım buna? Ona karşı bir şey hissetmiyordumki. Yaptığım davranışlar sanırım biraz saçmaydı ama yine de birden hayatımdan çıkıp yine bir anda girmesi çok saçma değil mi? "Bilmiyorum ağabey, akşama görüşürüz," diyerek bir daha durmamak adına koşar adımlarla okulun yolunu tuttum. Tahmin ettiğim gibi bir kaç dakika geç kalmıştım. Çocuklar çoktan çıkmıştı fakat Ömer Halis ortalarda görünmüyordu. Endişeyle etrafıma bakarken merdivenlerden koşa koşa inen bir grup çocuğun arasında olduğunu görünce derin bir nefes aldım. Ona doğru adımlamaya başladığımda çoktan beni fark etmiş, koşarak yanıma geliyordu. Bir kaç adım kala kollarını açmıştı. Tamamen yanıma geldiğinde de sıkıca sarıldık. "Mine abla, hoşgeldin," dediğinde gülümseyerek saçlarını okşadım. "Hoşbuldum canım." "Haydi gidelim. Annnem ve babam beni bekliyordur." Söylediği sözler âdeta kalbimi kanatıyordu. Kirpiklerimi kırpıştırarak "Gidelim," diyerek yanıtladım. Mezarlık biraz uzak olduğu için önceden taksi çağırmayı akıl etmiştim. Taksiye bindiğimizde başımı cama yaslayarak yolu izlemeye başladım. Ömer Halis'te ona verdiğim çikolatayı yiyerek yolu izliyordu. Biraz zaman geçtikten sonra mezarlığa yaklaşmıştık. Çantamı koluma taktığımda dikiz aynasından tam arkamızda siyah bir arabanın bize eşlik ettiğini gördüm. Ağabeyimin arabasına benziyordu ancak plakaya baktığımda o olmadığını anlamıştım. Onlardan biri olmaması benim için iyiydi. Gereken para miktarınının biraz fazlasını vererek arabadan indim. Ömer Halis elimden tutarak koşmaya başlamıştı. "Yavaşla biraz. Düşeceğiz," dediğimde beni duymuyor gibiydi. Onun ezbere bildiği benimse yabancısı olduğum yolları koşa koşa aşıyorduk. En sonunda bir yerde durduğumuzda etrafımı incelemeye başladım. Buranın sessizliği biraz olsun beni ürpertmeye yetmişti. Küçüklüğümden beri mezarlıklardan nefret ederdim çünkü insanların can parçalarını alıyor, içine hapsediyordu. "Anne... Baba..." Ömer'in sesiyle birlikte gözlerimi mezarlıktan çekip bayraklarımız ile çevrelenmiş yan yana duran mezarlara odakladım. "Bakın ben geldim hem bu defa yalnız gelmedim." Onun her kelimesi boğazıma yumru olup tıkanıyordu. "Mine ablayla geldim. Siz tanımazsınız tabii ben onunla hastanede karşılaştım. Mahalledeki çocuklar kafamı yardığı için asker ağabey hastaneye götürmüştü beni." Biraz soluklanıp aklındaki düşünceleri kelimelere dökmeye çalışıyordu. "Anne biliyor musun Mine abla aynı sana benziyor. Kokunuz da aynı. Ona sarıldığımda sana sarılmış gibi oluyorum." Artık gözyaşlarım durmak için bir sebep bulamamıştı. "Derslerime çok çalışıyorum. Asker olup sizin yanınıza gelmek istiyorum." Bir adım atıp mezar taşına sarılan Ömer'in yanına çöktüm. Gözlerine baktığımda bir damla dahi göz yaşı yoktu. Onun küçücük bedeni böyle büyük bir acıya nasıl katlanıyordu. Şuan tek istediğim eve gidip izinli olduğum süre boyunca hunharca ağlamaktı. Normalde sulu göz biri değilim ancak konu şehitlerimiz ve arkalarında bıraktıkları yanan yürekler olunca iki gözüm iki çeşme oluyor. Mezarlıkta biraz daha oyalandıktan sonra zor da olsa ayrılmıştık. Mezarlığa gelirken koşan ve deli dolu olan çocuk şuan yanımda boynunu bükmüş şekilde yavaş yavaş yürüyordu. Aklıma gelen fikir ile gülümsedim. "Ömer halis," dediğimde başını kaldırmadan "Efendim" dedi. "Akşama asker ağabeylerin yemek düzenliyor bizi de davet ediyorlar. Gidelim mi?" Kısa bir sessizliğin ardından hiç beklemediğim bir cevap geldi. "Yorgunum biraz, eve gitmek istiyorum." Onu anlayamazdım ama biraz da olsa empati yaptığım için üstelemedim. Yalnız kalmak istiyordu ve bazen insanları cidden yalnız bırakmak gerekirdi. "Peki, sen nasıl istersen," diyerek yolda bizi bekleyen taksiye doğru ilerledik. Sessiz geçen yolculuğun ardından nihayet eve gelmiştim. Yüreğimin üzerinde öyle bir ağırlık vardı ki asla hafiflemeyecek gibiydi. Apartman kapısının önünde geldiğimde elimi cebime atarak anahtarımı yokladım fakat orada değildi. Kaşlarımı çatarak çantamı kucalamaya başladım fakat yoktu. "Bunu arıyorsun sanırım." Arkamdaki sesle birlikte kaskatı kesildim. Yavaş yavaş bedenimi arkamda duran adama çevirdim. Elinde tuttuğu tam olarak benim anahtarımdı ama bu anahtar nasıl oldu da onun eline geçti, aklım almıyordu. "Evet, onu arıyorum," diyerek elindeki anahtarıma uzanmaya çalıştım fakat çevik bir hareketle anahtarı benden uzaklaştırdı. Gözlerimi ela gözlerine diktim. "Eve bacadan giremeyeceğime göre anahtarı bana vermeyi düşünüyor olmalısın." Gözlerimi kısarak kollarımı göğsümde birleştirdim. "Elbette sana vereceğim anahtarını, Mine. Yemeğe gelmeyecek misin?" Biz şuan normal insanlar gibi diyalog kuruyorduk. "Hayır, gelmeyeceğim. Kendimi iyi hissetiyorum." Kaşlarını çatarak gözlerini gözlerime dikti. "Emin misin?" Cevap vermeyerek başımı salladım sadece. Elimi uzatarak amahtarımı vermesini bekledim. O da uzatmadan anahtarımı verdi. Elime değen eline baktığımda bir şey fark ettim. Bileğinde bordo renkli bir toka vardı. Kendisi saç uzatmadığına göre sanırım sevgilisi vardı. E normal tabii iki metre boyunda, yakışıklı ve asker bir adamdı. Acaba sevgilisinin mesleği neydi? Kesin askerdir. "Çok değişmişsin." Söylediği şeylerle ona döndüm. "Normal değil mi? Beş, altı bilemedin yedi yıl geçti aradan." Gözleri gözlerime tırmandı. "Mine, ben..." "Bana bir şey açıklamana gerek yok. Evet ilk başlarda kızdım ama kızma sebebim hastanede beni tanımamandı, Yekta ağabey." Neden yalan söylüyoruz, Mine? Söylesene gerçekleri. Hiçbir şeyin yıllar önce o gün o yağmurun altında bitmediğini söylesene. İç sesim ve saçmalıkları. Son söylediğim kelime ağzımda acı ama bir o kadarda boş bir tat bırakmıştı. Boğazını temizleyip bir kaç saniye durdu. "Sende beni tanımadın," dediğinde "Benden saklanan birini tanıyamamam gayet normal değil mi?" Diyerek lafı yapıştırdım. "Neyse izninle eve gitmek istiyorum." Anahtarla kapıyıı açtığımda içeriye doğru bir adım atarak tekrar ona döndüm. "Ağabeyime selamımı söylersin, Yekta ağabeyciğim. İyi eğlenceler size." Cümlemi bitirir bitirmez kapıyı kapatıp merdivenleri bir bir tırmandım. Bugünün mental yorgunluğuna ancak sıcacık bir duş iyi gelirdi. Öyle de oldu. Sıcacık duş, sıcacık çorba ve sıcacık bir uyku her şeyin çözümü olmuştu.
Yorum yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayınnn <3
|
0% |