@e_nurr54
|
Bu bölümü bilerek kısa tuttum diğer bölüm daha uzun gelecek. İyi okumalar aşklarımm.
BİR HAFTA SONRA;
Geçmişin lekeleri asla geçmişte, o günlerde kalmıyordu. Siz nereye giderseniz onlarda sizinle geliyordu. Her an her saniye zihninizin içinde yuva yapmış şekilde gün yüzüne çıkmayı bekliyordu. Bazen bir söz bazen bir davranış bazen de ufak bir temas sizleri o kara günlere götürebiliyordu. Benim lekelerim ise zihnimin içerisinde yer edinmekle yetinmeyip günlük hayatıma da yerleşmişti. Uzun zamandır krizlerim seyrek seyrek oluyordu. Hastanede çalışmaya başladıktan sonra biraz daha bu duruma laışmış olsam da hâlâ yabancı bir erkeğin bana dokunması fikri göğsümü daraltıyordu. Tek bir düşünceyle bu hâle geliyorsam en ufak temasımı siz düşünün. "Mine, nereye dalıp gittin yine?" Daldığım düşüncelerden Miray'ın kolumdan tutup sarsmasıyla çıkabilmiştim. Toparlanarak hafifçe öksürdüm. "Hiçbir yere dalmadım. Yoruldum sanırım," diyerek endişeli bakışlarına bir nebzede olsa rahatlama gönderdim. "İstersen boş odanın birine geçip uyu." Bu naçizane fikri kalbim kabul etse de beynim reddetti. "Uykum yok, yoruldum sadece," diyerek kolumdaki saate baktım. Saat çoktan üçe geliyordu. Gece nöbetlerinde en sevdiğim aktivite olan kahve içme eylemini gerçekleştirmek için ayağa kalktım. "Kahve yapacağım kendime, ister misin?" Başını ağabeyimle konuştuğu telefondan ayırmadan onaylar mırıltılar çıkardı. Oturduğum sandalyeden kalkıp içeride bulunan küçük odaya ilerledim. Kahve makinesine gerekli ölçüleri koyarak kalçamı tezgaha yasladım. Bir an aynadaki yansımamı görünce Miray'ın neden uyumam gerektiğini söylediğini daha iyi anladım. Hemen arkamda bulunan musluğa döndüm. Biraz açarak iki avucumu birleştirip suyun dolmasını bekledim. Tenime çarpan soğuk suyun etkisiyle hafif bir ürperti hissetsemde çok iyi gelmişti. Bu yüzden tekrar bir avuç su alıp yüzümü yıkadım. Biraz da olsa yüzüme aydınlık gelmişti. Dağılan saçlarımı hizaya getirmek için ensemde dağınık topuz yaparak perçemlerimden bir kaç tutamı serbest bıraktım. Aynadaki yansımam şuan daha iyiydi. Hafif tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. Saate baktığımda geçen hafta gelen yaralı askerin kontrolüne yarım saat kaldığını gördüm. Kahvenin piştiğini belirten sesi duyduğumda makineyi kapattım. Hızlıca tepsinin üzerine iki fincan ayarlayarak pişen kahveleri fincanlara döktüm. Tepsiye kaptığım gibi hâlâ telefon başında olan arakadaşımın yanına ilerledim. Önce tepsiyi masada uygun bir yere bıraktım. Daha sonrada az önce oturduğum sandalyeye yerleştim. Kahve fincanımı alarak üzerindeki dumana inat bir yudum aldım. Dilim yanmıştı ama ben bu hissiyatı çok seviyordum. "Kahveni içmeyi düşünüyor musun?" Diyerek Miray'ı uyardığımda oflayarak elindeki telefonu cebine attı. Tek gözümü kırparak ona baktığımda ne dediğimi anlamış olacak ki "Atilla, bu saatte buraya gelecekmiş," dediğinde güldüm. "E ne var bunda? Gelsin. Seni özlemiş baksana," diyerek tekrar kahveme yöneldim. "Geliyor zaten. Atilla'dan bahsediyoruz, beni dinler mi sence?" Diyen arkadaşımın haklılık payı büyüktü. Konu özlem olunca dünyanın diğer ucunda olsada sevdiklerini görmeye gelirdi. Benim ağabeyimde böyleydi. Değişik bir tip olsada seviyordum eşeği. "Sen bana kahve yerine köpük mü yaptın? İç iç bitmedi bir türlü bu köpükler." Gözlerimi ona çevirdiğimde bu tatlı sitemine gülmeden edemedim. "Ben köpük sevmiyorum ya o yüzden senin fincanına doldurdum hepsini," dediğimde gülmeye başladı. "İnsan hiç kahveyi köpüksüz sever mi?" "Valla ben seviyorum. Hem köpüksüz daha güzel," dediğimde cevabımdan memnun olmayan arkadaşım yüzünü ekşiterek bana baktı. Kahvemdeki son yudumları içince ayağa kalktım. "Nereye?" "Tamer Ulu'nun yanına. Serum yapmıştım ağrı kesici. Bitmiştir onu çıkaracağım hem vital bulgularına bakacağım. Taburcu olacak bu sabah," dediğimde heyecanla ayağa kalkarak kahvesini bitirdi. "Bende geleceğim. Ne zamandır uğrayamadım Tamer'in yanına," dediğinde bu defa şaşırma sırası bendeydi. "Tamer derken, nereden geliyor bu yakınlık?" "Nereden gelecek Mine? Ağabeyin evlenme teklifini tim aracılığıyla yaptı. Anlattım sana kaç defa." Hemen ufak bir beyin fırtınası yaptığımda hatırladım. "Doğru, unutmuşum bir an." Değişik bakışlar fırlatarak tepsiyi aldığı gibi ayağa kalktı. İki dakika sonra geldiğinde önlüğünü giydiğinde Tamer Bey'in yattığı odaya doğru ilerledik. İçeriye girdiğimizde adının Turan olduğunu öğrendiğim asker ile sohbet ettiklerini gördüm. Anlaşılan bu gece kimseyi uyku tutmamıştı. Bizim geldiğimizde görünce ikiside kendine çeki düzen vererek sustular. Bitmiş olan serumu çıkartıp koridorda bulunan tıbbi atık kutusuna atmaz üzere ilerliyordum ki kapının aniden açılmasıyla bana çarpması bir oldu. Dudaklarımdan ufak bir çığlık koptu. Başımda hissettiğim baskı yüzünden elim otomatik olarak başıma gitti. Kapıyı hızlı açan kişiden önce kokusu sarmıştı odayı. Odunsu baharatlı koku ve barut kokusunun karıştığı bir kokuydu. Gözlerimi kapatarak biraz daha içime çektim kokuyu ancak bu hareketim sadece saliselik sürmüştü. "Mine!" Onun sesiydi. Onun kokusuydu. O'ydu. Buradaydı yine. Biz yine karşılaşmıştık. Elimi başımdan çektiğim gibi bakışlarımı karşımda dağ gibi dikilen adama çevirdim. "Kapı açmayı öğretmediler mi sana?" Diyerek hafif bir şekilde sesimi yükselttim. "Sanada kapalı kapıların arkasında durmaman gerektiğini öğretmediler mi?" Çattığım kaşlarımın altında ateş püskürten gözlerimi duygusuz bakan belalı elalarına diktim. "Mine alnın kızarmış. İstersen buz tut," diyen arkadaşıma kısa bir bakış attım. "Gerek yok. Acımıyor." Hâlâ kapıda duran adamın omuzuna çarparak elimdeki serumu çöpe attım. Geri dönerek odaya girdim. O sırada o da içeriye girmiş Tamer'in başına dikilmişti. Tansiyon ölçen Miray işini bitirip bana döndü. "Tansiyonu gayet normal. Yarasında da herhangi bir enfeksiyon durumu yok," diyerek gerekli bilgileri aktardı. "Saat yedi gibi taburcusunuz ama her gün iki defa hastaneye gelip pansuman yaptırmanız geliyor. Mümkünse bir ay boyunca da ağır işler yapmamanızı tavsiye ederim. En ufak ters ve ağır bir hareketinizde yaranız açılabilir." Ben payıma düşen açıklamayı yaptığmda sıra Miray'a geçmişti. O da kendi payına düşen açıklamaları yaptığı sırada gözlerini bana dikmiş olan adamı görmezden geliyordum. "Doktor hanım," diyen Tamer Bey'in hedefinde ben vardım. "Alnınız morarmaya başlamış. Buz koymanızı tavsiye ederim," dediğinde elim istemszi alnıma gözlerim ise hâlâ bana bakmakta olan adama döndü. "Tavsiyenizi dikkate alacağım, Tamer Bey. Geçmiş olsun tekrardan," dediğim gibi hızlı adımlarla terk ettim odayı. Miray hâlâ odada onlara bir şeyler anlatıyordu. Tenim hassas olduğu için en ufak darbede dâhi morarıyordu. Koridorda bulunan ilaç odasına daldım. Bazı ilaçlar soğuk muhafaza edildiği için minik bir buzdolabı vardı. Kapağını açtığım gibi önümde duran mavi buz kalıplarından birini aldım. Kapının karşısında asılı olan aynaya baktığımda gerçekten morardığını gördüğüm. Buzu direkt olarak koymak canımı acıttığı için gazlı beze sararak koymak daha iyi olurdu. Bu yüzden dolapları karıştırarak gazlı bez aramaya başladım ancak bulamamıştım. Adi herif gece gece gelecek zamanı bulmuştu. Eğer o gelmeseydi şuan kafamdaki morlukla gezmek zorunda kalmayacaktım. Mecburen buzu alıp yavaş yavaş alnımda gezdirmeye başladım. Odada bir ileri bir geri gidip gelmekten başım dönmüştü. Buranın havasızlığı da birleşince üzerimde değişik bir etki oluşmuştu. Hafiften daralmaya başlamıştım. Kapıya yöneldiğim esnada kapının önündeki hareketliliği fark edip ani bir şekilde kendimi geriye doğru attım. Eğer bir darbe daha gelseydi kafama bu defa beyin kanaması geçirirdim herhalde. Kapıyı açan kişiye baktığımda az önce kafamı delen şahıs olduğunu gördüm. Yüzümü buruşturarak ona bakmaya başladım. Ne kadarda değişmişti öyle. Kemikli yüz hattı, dolgun dudakları, etrafa bela saçan ela gözleri ve yüzüne çok yakışan hafif kemerli burnu. Gözleri gözlerime değdiği anda içimde oluşan garip elektrik dalgasını aldırmadan kapıya ilerledim. Tam kapıya ulaşmıştım ki kolumdan tuttuğu kendisine çekti. Kapattığı kapıyada sırtımı dayadı. Kollarını başmın iki yanına koyarak üzerime eğildi. "Sen benden kaçıyorsun." Söylediği sözlere karşılık dudaklarımdan minik bir kıkırtı döküldü. "Dedi, yıllardır benden kaçan Yekta Erman." Sarf ettiğim sözlerle birlikte yüzü asıldı. Çenesini sıktığını fark ettiğimde onu sinir etmenin verdiği tatmin edici duyguyla alaycı bir gülüş sundum. "Nasıl bir his?" Gülüşüm yüzümde donarken ne dediğini anlamamıştım. "Ne, nasıl bir his?" Gözlerini kısarak biraz daha üzerime eğildi. "Hiçbir şey bilmeden karşındaki kişiyi suçlamak. Nasıl bir his?" "Asıl kimsenin bir şey bilmemesini sağlayıp sonrada karşındaki kişide suç aramak, nasıl bir his? Sen söyle," diyerek gözlerimi elalarına diktim. Böyle bir başkaldırıyı beklemiyor olacak ki hafifçe geri çekilmesini fırsat bilerek beni hapsettiği yerden kolayca sıyrıldım. Kapıyı açtığım gibi kaçar adımlarla uzaklaşmaya başladım oradan. Kendimi hastanenin bahçesine attığımda başımı havaya dikip derin bir nefes çektim ciğerlerime. Boğazımdaki yumru canımı acıtıyordu. Bu ne alakaydı şimdi. Birkaç sefer yutkunarak yumrunun geçmesini bekledim ancak bir türlü geçmiyordu. Geçmeyecekti. Bu his asla terk etmeyecekti bedenimi. Gözlerim dolmaya başlamıştı ama içimde herhangi bir duygu yoktu. Hızlıca gözlerimi kırptım fakat sonuç iki tane gözyaşıydı. Elimdeki buz parçasını sinirle fırlatarak bana en yakın banka oturdum. Biraz soluklanmak iyi gelir miydi acaba? Umarım iyi gelirdi aksi takdirde bedenim tekrardan ufak bir krizi dâhi kaldırmazdı.
Bölüm hakkında yorum yapmayı ve beğendiyseniz yıldıza basmayı unutmayın. Karakterler hakkında ve Mine hakkındaki görüşleriniz nelerdir? |
0% |