
İYİ OKUMALAR AŞKLARIMMMM
Kapının açılmasını beklerken ellerimle oynamaya başlamıştım. Bunu genelde stres olduğum zamanlarda yapardım ve bende şuan yeterince sters olmuş haldeydim. Gözlerimi dışarıda gezdirirken buranın temiz havasından bir parça içime çektim. Köylerin verdiği hissiyat bazen huzurlu bazende rahatsız hissettiriyordu. Şu anki hissiyatı soracak olursanız üzerimde kocaman kara bulut dönüyordu.
Açılmayan kapıya sinir olan Alper tekrardan kapıya vurmaya başladı. "Oğlum buradaki insanlar yaşlı. Anlayışlı ol biraz," diyerek konuşan Yekta'nın yüzüne bakmamak için kendimle savaş veriyordum. Bir tarafım ona bakmak istiyor diğer tarafım ise ona bakmamak için gözlerini bile feda edecek kadar nefret ediyordu. Başımı iki yana sallayarak bu düşünceleri kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Kapı hâlâ açılmadığı için arkamı kontrol ederek sırtımı açık maviyle boyanmış duvara yasladım.
"Bence şimdilik bu evi es geçelim. Zaten son iki ev kaldı. Diğer evdeki yaralıya bakalım sonra tekrar buraya döneriz," diyerek bir öneride bulunduğumda üçü de dönüp bana bakmaya başladı. Bir müddet sessiz kaldıktan sonra Yekta konuşmaya karar verdi. "Olur," dediğinde neredeyse şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Kesin bugün bir şey olacak yoksa bunun bana hak vermesi normal değildi.
İlk harekete geçen kişi Alper oldu. Onun ardından ağabeyim onu takip ederek bahçe kapısına yöneldi. Onun hareket etmesini bekleyerek rahatımı bozmadan aynı şekilde yeri izlemeye devam ettim. Bakışları benim üzerimdeydi bunu hissediyordum fakat bunu görmezden gelmek daha iyiydi. En sonunda bundan sıkılmış olacakki öne doğru bir adım attı. Bir adım daha.
Bir adım daha.
Ve tam yanımda durarak yine bana olan bakışlarını sürdürmeye devam etti. Ona bakmamak için irademle güçlü bir savaş içerisindeydim. Eğer bakarsam iğneleyici konuşacağımdan emindim. "Gelmiyor musun?" diyerek bir elini başımın üzerinde az mesafa bırakacak şekilde duvarın üzerinde konumlandırdı. İçimden göz devirme eylemini gerçekleştirerek ona döndüm. Aramızdaki bariz boy farkı yüzünden başımı hafifçe geriye doğru çekmek zorunda kalmıştım. "Gelmiyorum desem inanacak mısın?" diyerek yanıtladığımda dudağının sağ tarafı havalanmıştı.
Hoşuna gitmişti.
"Evet. İnanacağım. Ben sana hep inanırım, senin aksine," dediğinde sol kaşım emir almış gibi havalanmıştı. Ne yani benim ona inanmadığımı falan mı ima ediyordu. "Bende yalandan nefret ederim. Senin aksine," diyerek beni içine aldığı yarım kafesten sola doğru kayarak kurtuldum. "Ben yalan söylemedim." Kelimler dudaklarından dökülerek havada is misali yayılıyordu. İçindeki yangın her şeyi yakıyordu. Kelimelerde dahil. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki acı dolu bir çığlık sesimi bıçak misali kesmişti.
Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde bahçenin içindeki uzun ağaçlar görüş alanımı kısıtlıyordu. İleriye atıldığım sırada Yekta kolumdan yakalayarak beni arkasına aldı. Normal bir zaman olsaydı kesinlikle laf söylerdim ama şu an ona ayak uydurup peşinden gitmem daha uygun duruyordu. Sessizce ve seri adımlarla sesin geldiği yöne ilerlemeye başladık. Bahçeden çıktığımız an kalbim boğazımda atmaya başlamıştı. Stresten kuruyan boğazımı serinletmek amacıyla yutkundum fakat fayda etmedi.
Yavaş yavaş hedefe yaklaştığımızda gördüğüm manzara küçük dilimi yutturacak cinstendi. Dün camide kocasıyla gördüğüm hamile kadın şu an bilmediği biri tarafından boğazına bıçak dayanmış bir şekilde tam karşımda duruyordu. Acı içinde bağırıyor ve kurtarmamız için yardım istiyordu. "Lan!" diyerek öne atılan Yekta'nın kolunu tutarak durdum. "Kadın hamile. En ufak ters hareketimizde kadın zarar verirse bebeğin hayatı da tehlikeye girer." İkna etmeliydik. Eğer ters bir hareket yaparsak ona istediği şeyi vermezsek kadına zarar verirdi.
"Sakın yaklaşmayın! Yoksa öldürürüm!" Havaya tehditler yağdıran adamın amacını anlamamız gerekiyordu. Amacını anlarsak hem ikna konşması hem de ona istediği şeyi vermekle ilgili konuşma yapabilirdik. "Ne yapalım? Bırakalım da kadını kesmesini mi izleyelim!" Sinirden sert bir soluk aldım. "Yekta! Beynini kullan," diyerek sertçe çıkıştığım anda köylüler yavaş yavaş etrafımızı sarmaya başlamıştı. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu ve bu durum kafamı iyice karıştırıyordu. "Adamı etkisiz hâle getirmem bir kurşunuma bakar. Asıl sen beynini kullan," diyerek bana çıkıştığında onunla bir yere varamayacağımızı anlayarak pes ettim.
Tamam gayet başarılı bir askerdi. Tek bir kurşunla adamı etkisiz hale getirebilirdi ama bu işi kan dökmeden yapabilirdik. "Mine!" Ağabeyimin bağırmasıyla arkamı döndüm. Bana doğru koşarak geliyordu. Tam yanımda durduğunda beni incelemeye başladı. "İyi misin? Ne oldu? Bağırma sesi geldi," diyerek konuşmasına başlayan ağabeyimi susturma gereksiniminde bulundum. "Hamile bir kadın rehin alınmış durumda. Beni sorma, iyiyim." Ağabeyim bu söylediğim şeye karşılık derin bir nefes aldı. "Yekta adamı vurmaktan yana ama ben onunla aynı fikirde değilim. Ağabey senin ikna edici konuşmaların var eğer bunu kullanırsan kan dökmeden kadını kurtarırız. Adamı da sorguya çekersiniz," dediğim sırada ağabeyim düşünmeye başladı. Çok geçmeden fikrimi onaylayarak harekete geçti. "Diğerlerine de söyle kesinlikle yukarıdan müdahale etmesinler." Son cümlemi de onaylayarak ilerlemeye başladı.
Bir kulağım ağabeyimdeydi. Gözlerimle etrafı kolaçan ettim. Tam istediğim gibi kalabalıktı. Yan taraftaki evin bahçesinden atlayarak adamın arkasından gelecektim. Ağabeyim ve Yekta ikna edici konuşmayı biraz biraz ilerletmeye başladığında beni çoktan unutmuşlardı.
"İnanmıyorum size! Yalancısınız hepiniz!"
"Yardım edin, lütfen."
"Kapat çeneni kadın!"
Sözler birbirine girerken yavaş yavaş geriye doğru adımlamaya başladım. "Bak daha sende gençsin. Bir hata yapıp hayatını karartma. Gel bizi dinle," diyerek ağabeyim konuşmayı sürdürdü. "Siz benim kardeşimi vurdunuz! Katilsiniz!" Adamın söylediği şeyle kaşlarım çatılmıştı. "Bak biz kimseyi öldürmeyiz," diyen ağabeyim biraz sallasa da yapacak bir şey yoktu. "Gel kardeşinin katilini beraber arayalım," diyen kişi Yekta'ydı.
Onlar bu konuşmalarına devam ederken arkamı dönerek koşar adımlarla yan taraftaki eve girdim. Bu evin duvarları biraz yüksekti ama bana engel olacak kadar bir yüksekliği yok gibiydi. Bahçeyi biraz incelediğimde köşede duran tahta kutu dikkatimi çekti. Yanındaki çıkıntısını tutarak duvarın kenarına getirdim. Şuan kimseyi görmüyor oluşum beni biraz ürkütse de kimsenin de beni görmüyor oluşu içimi rahatlatıyordu. Duvardan biraz destek alarak tahta kutunun üzerine çıktım. İlk denemede duvarın üzerine çıkamasam da ikinci denemede sorunsuz bir şekilde duvarın üzerindeydim.
Başımdaki kaskı düzelterek kendimi yere bıraktım. Yumuşak bir düşüş beklerken sert bir düşüşle karşılaşmak beni bozguna uğratsa da üzerime çeki düzen vererek hemen toparlandım. Etrafta odun parçası arıyordum fakat bu bahçede bırakın odun parçasını yeşillik dâhi yoktu. Her yer betonla kaplıydı. Son çare olarak belimdeki silahı çıkardım.
Adamın ense köküne bununla vurursam bir süreliğine etkisiz hâle getirebilirdim. Yavaş adımlarla ses çıkarmamaya özen göstererek ilerledim. "Bırak lütfen!"
Sesleri biraz biraz duymaya başlamıştım. Terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürterek kurutmaya çalıştım. Bu yaptığım riskli bir şeydi. En ufak yanlışım iki canın ölümüne ebep olabilirdi. Bu yüzden dikkatimi toplayarak yavaş yavaş ilerlemeye devam ettim.
Tam köşeye geldiğimde kafamı öne uzatarak etrafı kontol ettim. Kadın ve adam tam önümde duruyordu. Hareketlenme arttığı anda kendimi hızlıca geri çektim.
"Bak, dinle bizi. Kardeşinin katilini beraber bulalım. Şu önündeki kadının ne suçu var?" Yekta'nın sesi şaşırtıcı şekilde sakin çıkıyordu. "Onun kardeşi de asker. Söyle yerini dedim, söylemedi," diyen adamın sözleriyle birlikte burnumdan derin bir nefes aldım. Bu insanlar çıldırmış olmalıydı. Hangi insan böyle bir şeyi yapmak isterdi, aklım almıyordu.
Etrafı kontrol etmek adına tekrardan kafamı öne doğru uzattım. Gözlerim her yerde gezerken her zamanki elalara takldı. Göz göze geldiğimiz an etrafa saçtığı siniri bana da bulaşmıştı. Kaşlarını çatarak doğudan bana bakıyordu. Kafasını sağa yatırarak beni uyarmaya çalışmıştı ama ben onu dinlemeyerek elimdeki silha daha sıkı sarldım. Son bir kez derin nefes alarak ani bir hareketle öne fırladım.
Tuttuğum silahı hızla yukarıya kaldırdım ve yine aynı hızla adamın ensesine indirdim. Bu hareketimle birlikte etrafa derin bir sessizlik hakim oldu. Adamın elleri gevşediği anda hamile kadını kendimden tarafa çektim. Önümdeki adam hâlâ bayılmamıştı. Yüzünü göremediğim için hâlâ önümde dikilip duruyordu. "Mine!" İlk atak ağabeyimden gelmişti. Bize doğru koşmaya başladığı anda Yekta da onu takip ederek süratle bize doğru gelmeye başladı. Önümdeki adam ağır ağır arkasını dönmeye başladı.
Elindeki bıçak yere düştüğünde ayağımla bize uzak olabilecek bir noktaya savurdum. Korkuyla bize kitlenmiş olan adama bakmaya başladım. Bayılması gerekiyordu. Genelde böyle oluyordu. İçimden bildiğim bütün duaları okumaya başlarken küt diye bir ses geldi. Korkudan gözlerimi kapattığımı fark etmemiştim. Hzlıca gözlerimi açtığımda az önce önümde dikilen adamın şu an yerde uzanıyor oluşunu görmek beni mutlu etmişti.
Ağabeyim ve Yekta çoktan yanımıza gelmişti. "Sen kendinde misin?" Yekta'ya baktığımda doğrudan bana baktığını gördüm. Yine teşekkür etmek yerine azarlıyordu. "Kendimdeyim. Sizin işe yaramayan ikna becerinize kalsaydık şimdiye bu kadın ölmüştü." Bu ani çıkışımı beklemiyor olacak ki şaşırıp kalmıştı. Arkamı döneceğim sırada ağabeyim kolumdan yakaladı. "Sen iyi misin? Bir yerinde bir şey var mı?" Ağabeyimin kızacağını beklerken iyi olup olmadığımı şaşırmama neden olmuştu. Sadece başımı sallayarak cevap verdim.
Arkamı dönerek yerde ağlayan kadına döndüm. İki adım atarak yanına gittim. Yavaşça ona doğru eğildim. Elimi omzuna koyduğumda irkilmişti fakat benim olduğumu anlayınca boynuma sarıldı. Bu ani sarılma beni şaşırtsa da toparlanıp kollarımı sırtına koydum. "Geçti. İyisin," diyerek içini rahatlatmaya çalıştım. Hıçkırarak ağlamaya başladığında içim ezilmişti. "Su bulun. Kadına su içirmemiz lazım."
Ağlayan kadının yüzünü avuçlarımın içine aldım. Gencecikti. Esmer tenine inat kumral saçları olması tuhafıma gitmişti fakat onu çok güzel gösteriyordu. Hamilelikten dolayı şişmiş yanakları al al olmuştu. Ağlamaktan gözleri ve burun ucu kıpkırmızı olmuştu. Bu haliyle çok tatlı duruyordu fakat yaşadığı şey hiç kolay değildi. Kocaman siyah gözleri yaşlarla doluydu. "Bak üzülme. Hepsi geçti. İyisin, bebeğin iyi. Hiçbir sorun yok," diyerek teselli vermeye devam ediyordum. "Teşekkür ederim. İyi ki geldin. Sen olmasaydın," diyerek başladığı cümleye devam edemedi. "Kötü şeyler düşünmek yok. Bebeğin kötü etkilenmesin."
Arkamdan adım sesleri geldiğinde kafamı kaldırarak o yöne baktım. Alper elinde su ile bize doğru geliyordu. Diğerleri de bize katılmış ve az önce bayılttığım adamı kaldırmaya çalışıyorlardı. "Lan oğlum düzgün tutsana!" diyerek söylenen Kürşat, Ata'yı azarlıyordu. Bu hallerine gülmek istesem de hiç uygun bir zaman değildi. "Komutanım tutuyorum tutmasına da bu adam kokuyor! Kusacağım şimdi!" Ata'nın isyanı daha komikti. "Bırak lan! Tamer'im olsaydı adamı tek başına kaldırırdı," diyerek o da isyanını sürdürdü. "Sende bırak lan. Bir işi de kavga etmeden halledin," diyerek olaya dahil olan Turan adamı tek hamlede sırtına almıştı. Şaşkınlıktan bakıp kalmıştım. Yüz kilodan fazla olan bir adamı tek hamlede çuval gibi sırtına alması enteresan bir durumdu. Ya da doğa üstü falan. Yoksa böyle bir şey nasıl mümkün olurdu.
"Mine Hanım?" Önümde sallanan bir çift elle kendime geldim. Sesin ve elin sahibi olan Alper elindeki suyu bana uzatıyordu. "Su benim için değil. Hanımefendi için," diyerek bana uzattığı elini kadına doğru ilerlettim. İlk başta suyu almayan kadın gözlerini bana çevirdi. Gözlerimi kapatıp açarak suyu almasını söyledim. Derin nefes alarak suyu tek dikişte içmeye başladı. Aslında benim boğazım da kurumuştu fakat şuan su isteyecek cesaretim yoktu.
Yere dalgın dalgın bakarken görüş alanıma giren matarayla kafamı kaldırdım. Mataryı uzatan kişinin Alper olmasını beklerken Yekta'yı görmeyi beklemiyordum. Kafamı kaldırıp ona bakmaya başladım. Uzattığı suyu almak isterdim fakat ona olan öfkem her daim daha öndeydi. Uzattığı matarayı ve onu görmezden gelerek yerden destek alıp ayağa kalktım. Yanımda duran kadının koluna girerek kalkmasına yardım ettim. "Eşin evde değil mi?" diyerek kadına sorular sormaya başladım çünkü onun varlığını unutmaya çalışıyordum. Hep aynıydı. Bir insan bunca yıl hiç değişmez mi? Bir hata yapar ama yaptığı hatayı unuturdu. Sonra hiçbir şey olmamış hiç hata yapmamış gibi devam ederdi. Yine aynıydı. Hâlâ aynısını yapıyordu ve bu da iyice sinirden çıldırmamam neden oluyordu.
"Hayır. Evde eksikler olduğu için şehre gitti," diyerek sorumu yanıtladı. Zar zor yürüyen kadın benim hızımı da yavaşlattığı için Yekta'yla birlikte yan yana yürümemize seebiyet veriyordu. Bahçe çok geniş olmadığı için omuzu benim omzuma değiyordu. Ve bu durumda beni sinirden çıldırtacaktı. "Ağrınız var mı? Bebeğiniz kaç haftalık?" diyerek bebeğin durmunu öğrenmek için sorular sormaya başladım. "Ağrım yok. Otuz dört haftalık oldum bugün." Gözlerim kadının karnına indi. Bir eli hep karnında duruyordu. Dün camide de fark etmiştim bunu. Hep biri eli karnında ve bebeğiyle konuşur vaziyette duryordu. Bu tablo o kadar sıcacıktı ki bu soğuk havada üşümeme izin vermiyordu. Köşede duran sandalyeye kadını oturtarak iyi olduğundan emin oldum. "Doktor kontrollerini asla ihmal etme. Günde bol bol su içmeyi de unutma. Hamilelikte en önemli etken bol bol sudur," diyerek bir kaç tavsiye verdim. O sırada Yekta çoktan pes etmiş ve ağabeyimin yanına gitmişti. "Bu arada isminiz neydi?" diyerek merak ettiğim bir soruyu sordum. "Elif." Duyduğum isim içimdeki kelebekleri harekete geirmişti. Çok güzel bir isimdi bence. Ve bu kadına da fazlasıyla yakıştığı söylenebilirdi. "Çok güzel bir isminiz var," diyerek gülümsedim. "Sizinde öyle," dediğinde sıcacık bir tebessüm gönderdim.
"Mine Hanım!" Duyduğum tanıdık sesle kafamı kaldıdığımda bana doğru koşarak gelen kadını görmek şaşırtmamıştı. "Yavaş gel! Düşeceksin," diyerek minik bir uyarıda bulundum. Bizimkilerin yanından geçerken Alper'le çarpışmışlardı. Bunu bilerek mi yaptı yoksa yanlışlıkla mı oldu, bilmiyordum ama Alper'in şaşkın bakışları çok komik duruyordu. Yanından geçip giden kadının arkasından bakmaya deam ederken Yekta Alper'in kafasına vurarak kendisine gelmesini sağlamıştı. "Yetiştim!" diyerek nefes nefese kalan kadın bir kaç seniye bekleyerek soluklandı. "Adamı sen bayıltmışsın. Doğru mu?" Başımı yaramaz çocuklar gibi yavaşça aşağı yukarı hareket ettirdim. "Helal olsun be!" diyerek bir anda bağırmasını beklemiyordum. Kolundan tutarak kendime doğru çektim. "Kız yavaş ol biraz. Abartılacak bir şey değil. Yapmam gerekeni yaptım," diyerek heyecanını bira zolsun dindirmeye çalıştım. "Reyhan bakma sen onun böyle dediğine. Burada onca asker varken kendisini düşünmeden öne attı," diyen Elif, Reyhan'a daha da gaz verdi. "
"Mine Hanım, bu köy hangi sevabı işledi de sen bize yardıma geldin bilmiyorum ama o sevaptan bir daha işlemek gerekiyor," dediğinde gülmeye başladım. "Abartma. Ayrıca bana hanım deme. Kendimi kötü hissediyorum," diyerek yanıtladım. Başını sallayarak Elif'in yanına ilerledi. "Sen nasılsın abla? Bebek nasıl?" Elif, Reyhan'ın sırtına elini koyarak sıvazladı. "İkimizde iyiyiz, merak etme." Birbirlerine gülümseyerek baktıklarında ortamın sıcaklığı beni mutlu etmişti.
"Nasıl? Adamı Mine Hanım mı bayıltmış?" Ata'nın sorduğu soruyla onlara döndüm. Hepsi gözlerini bana dikmiş, beni izliyorlardı. "Ne sandınız oğlum? Benim kardeşim sonuçta. Olacak o kadar," diyerek göğsünü geren ağabeyime gülümsedim. Eve gidince azar çekeceğini ikimizde biliyorduk. Ama şu anı bozmak istemediğim için tekrardan önüme döndüm. "Helal olsun. Kadındaki cesarete hayran kaldım," diyerek yorumda bulunan Fatih bana el salladığında gülümseyerek karşılık verdim. Onların iltifatları şımarmama neden olacak kadar çok güzeldi.
&
Zaman hızla akıp giderken köydeki işimizi halletmiş, yakaladığımız adamı da sorgu için karargaha teslim etmiştik. Elif'i de sağ salim kocasına teslim ettiğimde gözüm arkada kalmamıştı. Albay yorgunluk atmamız gereken konuda baskı yapınca bütün ekip toplanarak yemek yemeğe gidiyorduk. Tabii bu ekibe Miray ve Tamer de dahil olmuştu. Miray önde, ben ve Yekta ise arkada oturuyorduk. Anıların tozlu raflarından birkaç parçası kucağıma düştüğünde daha önce böyle bir an yaşayıp yaşamadığımı sorguluyordum.
Normalde çabuk unutan biri değildim fakat Yekta'yı nasıl unutmuştum? İnsan ilk aşkını unutur muydu? Ben unutmuştum. Ama bunda onunda parmağı vardı. Yıllar önce beni bırakıp gitmişti. Ne hâlde olduğumu merak etmemişti. Sormamıştı. Çünkü o beni sevmemişti. Yıllarca gördüğü tek kız ben olduğum için benden hoşlandığını sandı ya da kendisini benden hoşlanmaya zorladı. Daha sonra okumaya gidince güzel kızları gördüğü için ben ona çocukça gelmeye başladım. Bu yüzden de bir şey demeden ansızın terk edip gitti.
Yıllar sonra da ansızın karşıma çıkmıştı. Şimdi de hatasını bilmiyormuş gibi konuşmaya çalışması insanı sinirden deli ederdi. Bir de onu dinleyince ona hak verecekmişim. Salağa bak ya! Varlığı ile bir şey kazandırmayan insan yokluğu ile hiçbir şey kaybettiremez. Bu yüzden onu dinlemek için bir nedenim yok. Hem onun bileğinde toka gördüğüme emindim. Demek ki sevdiği biri var. Tokasını alıp üzerinde taşıyorsa cidden değer veriyordur. Çünkü o sevdiği insanlardan bir parça taşımayı severdi. Nereden bildiğimi sormayın. Biliyorum işte!
Gözlerimi bileğine indirdiğimde tokayı görememiştim. Büyük ihtimalle kıyafetinin altında saklıydı. Yaptığım şeyin farkına vardığımda kafamı hızla cama çevirdim. Bana ne canım. Neyi varsa var. Kimi seviyorsa seviyor. Sonuçta beni alakadar etmiyor. Kafamdaki bütün soruları dağıtmak adına başımı cama yaslayarak gözlerimi kapattım. Temiz havanın ciğerlerimde ettiği zarif dansın hareketleri çok yavaştı. Acelesi yokmuş gibi her adımı yavaş ve özenliydi. Bir nefes daha çektim.
Bir nefes daha.
Ve bir tane daha.
Ben derin nefesler aldıkça ruhum dinleniyordu. Son günlerde yaşadığım bütün kötü olaylardan arınmaya çalışıyordu. Arabanın yaptığı frenle öne doğru fırlıyordum ki Yekta buna izin vermedi. Kolumdan tuttuğu gibi beni koltuğa yapıştırdı. Normalde olsa teşekkür ederdim fakat iyiliği yapan kişi o olunca bırakın teşekkür etmeyi küfetmek bile istemiyordum. Kolumdaki elini tutarak kendimden uzaklaştırdım. Attığım ters bakışları umursamadan tekrar önüne döndü. "Ağabey ehliyeti nerden aldın?" diyerek sinirli bir soru yönelttim. "Cidden aşkım bu frenle araba ikiye bölünseydi şaşırmazdım," diyerek bana destek çıkan Miray'a gülümseyerek baktım. "Kedi aniden önüme geldi. Benim bir suçum yok," diyerek karşı savunmaya geçen ağabeyimin bu hâli o kadar komikti ki utanmasam anıra anıra gülebilirdim. Fakat sınırlarımda bir düşman olduğu için kendimi frenleyerek bunun önüne geçtim.
Ağabeyim sağa sinyal vererek mükemmel bir dönüş yaptı. Mükemel diyorum çünkü Yekta öküzü neredeyse üzerime yatacaktı. "Lan oğlum! Süremiyorsan bırak şu arabayı!" Sinirden boynundaki damar çıkmıştı. Normalde böyle şeylere sinir olmazdı ama buna sinir olmasına çok şaşırmıştım. Hemde boynundaki damar çıkmıştı. "Yollar bozuk lan! Benimle alakası yok," diyen ağabeyime ters ters bakmaya başlamıştı. "Yekta çek o gözleri üzerimden. Adamın gözlerinde her türlü renk var ama ben sadece kırmızı görüyorum." Ağabeyimin bunu söyleme sebebi Yekta'nın etrafa attığı sinirli bakışlardı.
Arabadan ilk inen kişi Miray'dı. Onun hemen ardından bende inmiştim. Diğer ikisi de sırayla inerek yanımıza geldiler. "Diğerleri biraz geç gelir. Biz birer çay içelim," diyerek neride bulunan ağabeyimin peşinden restorana doğru yürümeye başladık.
Şimdilik bu kadar. Devamını oy ve yorum sayısına göre atacağım.
Size bir sorum var.
En sevdiğiniz karakter ya da kendinizle bağdaştırdığınız karakter hangisi?
Rica etsem yorumlarda belirtir misiniz?
Sizi çoook seviyorum kendinize iyi bakıınnnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |