
İyi okumalar aşklarımmmm 💗
Lütfen en sondaki yazıyı okuyun.
Yorum yapmanızı rica ediyorum.
Etrafın sessizliği bile çok gürültülüydü. Nefes seslerimiz ve Pençe Timi'nin yeri döven postallarının sesi vardı.
Hepimiz tek sıra hâlinde dizilmiştik. Kürşat, yerde gezen böcekleri dâhi rapor ediyordu. Aradıkları adamın kaçmadığından eminlerdi. Köye yavaş yavaş yaklaşarak ilk önce hedefimiz olan camiye ulaşmaktı. Yaralı ve yardıma muhtaç insanları bekletmemek adına seri adımlarla ilerliyorduk. Kısa yolu bildiğini iddia eden Fatih'i sıranın en başına yerleştirmiştik. Nitekim gerçekten biliyor olacak ki adımlarını tereddüt etmeden sürdürüyordu.
Şimdiden nefes nefese kalmıştım ama dinlenecek bir saniyemiz bile yoktu. Burnumdan aldığım nefesleri dudaklarımın arasından serbest bırakıyordum. Biraz da olsa iyi geliyordu. Rüzgârın etkisiyle de toz toprak gözlerime giriyordu. Hepsinde gözlük vardı fakat ben aptallığım yüzünden almayı unutmuştum. Gözlerimi kısarak elimdeki silaha daha sıkı sarıldım. Başımı hafif önüme eğerek onlara ayak uydurmaya tam gaz devam ettim.
"Komutanım, hedefe yaklaştık. Bu yokuşun ardında cami var." Fatih'in sesiyle kafamı olduğu yerden kaldırdım. Hepsi durmuş bir şeyler planlıyordu. Üç beş adım atarak köyü tamamen görüş alanıma aldım. Bana sorarsanız orası bir köy değil de daha çok kıyametin koptuğu yer gibiydi.
Herkes korkuyla etrafta koşturuyordu. Çoğu yerde kundaklama yapılmış gibiydi çünkü birkaç evin çatısından duman yükseliyordu. Babalar, ailelerinin canına bir şey gelmemesi için tüm güçleriyle mücadele ediyordu. Kadınlar ve çocuklar evde durmak yerine güvenli olarak belirledikleri camiye doğru gidiyordu. Bu ortamın verdiği kasvetle bir anlık sarsıldım. Ne istiyorlardı bu masum insanlardan? Ne yapmış olabilirdi küçücük çocuklar? Elleri kalem tutmaz, dilleri tam dönmez, akılları tamamıyla çalışmaz olan küçücük çocuklar ne yapmış olabilirdi? Gördüğüm şeylerin katliamdan başka açıklaması olamazdı. Damarlarımdaki kanın kaynadığını hissettim.
Bakışlarımı camiye çevirdiğimde birkaç köylünün ellerine aldığı tüfeklerle dört bir yanda nöbet tuttuklarını gördüm. İçim sızlamıştı. Boğazıma oturan yumruya aldırmadan arkamı döndüm.
"Ne zaman harekete geçiyoruz?"
Bakışlarımı direkt olarak ona yönelttim. Ela gözleri ateş saçıyordu.
"Gece olunca tekrar ortaya çıkacaktır. Bu yüzden gece olmasını bekleyeceğiz." Duyduğum şeylerle yüreğim ağzıma gelmişti. Bu adam ne dediğinin farkında değildi galiba. Aşağıda kıyamet koparken, insanlar yardım beklerken biz bir tane piç kurusu yüzünden geceyi bekleyecektik. İnsanların acısına göz yumacaktık, öyle mi?
"Siz ciddi misiniz? İnsanlar yardım bekliyor, yardım! Yaşlı kadına geç kaldığımız için kısa yoldan gelmedik mi? Ne diye gece olmasını bekliyoruz şimdi?"
"Bakın sizi anlıyorum ama sakin olun lütfen."
"Dalga mı geçiyorsun? Ne sakin olması lan! İnsanlar can çekişiyor, can! Burada oturup, bütün olan bitenlere kör sağır taklidi mi yapacağız?" Ben onları anlıyordum ama onlar beni anlamıyordu. İnsanlara yardım etmek iin gelmiştim ben buraya. Oturup korkak bir itin ininden çıkmasını değil! Titreyen elimi yumruk yaparak sakinleşmeye çalıştım. "Laflarına dikkat et, Mine! Kendi aklına göre hareket edemezsin. Biliyorum, insanlara yardım etmemiz gerekiyor fakat şuan bu mümkün değil." Öyle mi? O zaman ben tek başıma giderdim. O burada geceyi bekleyebilirdi.
"Laflarıma dikkat etmiyorum," diyerek ona doğru bir adım attım. "Kendi aklıma göre hareket edeceğim ve sen karışmayacaksın." Bir adım daha. "Sen, burada timinle gece olmasını bekleyebilirsin," dediğim gibi arkamı döndüm. Onlardan uzaklaşmaya çalıştığım anda güçlü bir el yüzünden durduruldum.
Kafamı çevirdiğimde beni tutan kişinin Turan olduğunu gördüm. Kolumu çekerek kurtarmaya çalıştım ama başarılı olamamıştım. "Mine Hanım, lütfen Yekta komutanımı dinleyin. Gerçekten bir bildiği var," dediğinde kaşlarımı çatarak bedenimi tamamen onlara döndürdüm. Kolumdaki ele baktım. Sonrada Turan'ın gözlerine. Bu hareketimle elini çekerek bir adım geri çekildi.
"Yekta'nın bir bok bildiği yok! Bir kere onda insanlık duygusu yok! Beni durdurmaya çalışanı vururum!" Ağabeyim bana doğru bir hamle yaptığında elimdeki silahı tereddüt etmeden ona yönelttim. "Sakın ağabey! Siz kendi görevinize devam edin. Bende kendi görevime," dedikten sonra bakışlarımı ela gözlere çevirdim. "Mine! Çocuk oyuncağı değil bu! İndir şu silahı! Hemen!" Öfkeyle kükreyen ağabeyime aldırmadan belirlediğim rotayı takip etmeye başladım.
Daha beş adım bile atamamışken acıyla dolu bir çığlık duymak beni olduğum yere çiviledi. Bu ses, köyün sağ taraftan gelmişti. Çantamın yanına asılı olan dürbünü elime aldığım gibi gözlerime yaklaştırdım. Etrafı tararken benim yaşlarımda bir kızın çığlık attığını gördüm. İki tane adam kolundan tutmuş zorla götürüyordu. Ellerimin titremeye başladığını hissettim. Yutkunarak ağabeyime baktığımda onunda çoktan bana baktığını gördüm. "Ağabey," dememe gerek kalmadan Yekta'yla harekete geçtiler.
"Alper ve Ata siz burada Mine'yle kalın. Biz kadını kurtarıp geleceğiz."
"Saçmalama kıza zarar verebilirler. Bir kadın olarak benimde gelmem daha iyi olur," dediğimde derin bir nefes aldı. Onlar bu duyguyu anlamazdı. Öyle iğrenç bir duyguyu yaşadığım için biliyordum. İnsan yanında onun hâlinden anlayacak birini istiyordu. Bu durumu da erkekler anlayamayacağı için benimde gitmem doğru olurdu.
"Düş önüme," dediğinde göz devirsemde önüne geçerek yürümeye başladım.
Yokuşu hızlı ama dikkatli adımlarla bitirip köye ulaştık. Evlerin arkasından gizlice ilerliyorduk. Etrafımızı kolaçan ederek hedefimiz olan eve iyice yaklaşıyorduk. Umarım o genç kıza geç kalmazdık. Onun da benim gibi kirlenmesini istemezdim. Evin olduğu bölgeye geldiğimizde soluk maviyle boyanmış tahta kapının önüne dizildik. İçeriye bakmaya çalıştım fakat pencerelerin önündeki sarmaşıklardan pek bir şey belli olmuyordu.
"Üç dediğimde giriyoruz," diyen Yekta'nın sesiyle yerimde kıpırdandım. Elim heyecandan terlemişti bu yüzden silahı tutmam zorlaşıyordu.
"Bir." Yutkundum.
"İki." Tekrar yutkundum.
"Üç," dediği sırada kapıdan giriyorduk ki iki el ateş sesi duymamızla olduğum yere çivilendim. Onlar benim aksime ilerlemeye devam etti. Arkamda duran Ata elini sırtıma koyarak ilerlemem için uyarı verince gözlerimi kırpıştırarak ilerlemeye başladım. Şansımıza kapı aralık duruyordu. Önde Yekta hemen ardında ağabeyim vardı. İlk olarak onlar içeriye girmişti. Onların ardından Fatih ile Turan en sonunda da biz girmiştik. Silahlarımız önümüzde yavaş adımlarla odaları inceleyerek gidiyorduk. İlk üç oda boştu. Geriye iki oda kalmıştı. Tedirgin adımlarla ilerlemeye devam ettik. Ağabeyim ve Yekta boş olan ilk odayı es geçerek bize bırakmışlardı. Kalbim hızla çarparken Alper önüme geçerek kapıyı açtı. Gördüğü şeyle birlikte yutkunduğunu kar maskesinin ardından bile görmüştüm. Kaşlarımı çatarak ileriye bir hamle yaptım ancak Alper'in uzun boyu ve geniş omuzu yüzünden hiçbir şey görünmüyordu. Onu hafifçe öne doğru iterek görüş alanımı genişlettim.
Gördüğüm şey hiç tahmin edemeyeceğim bir şeydi. Nasıl hissetmem, ne tepki vermem gerektiğini bilemedim. Boş boş bakmaya devam ederken Alper kendine gelerek içeriye girdi. Yerde yatan iki ceset ve elinde kocaman tüfekle ayakta zar zor bir şekilde duran genç kadın. Alper'in hemen ardından bütün tim odaya girmeye başladı. Genç kadın, salonun ortasında şoka girmiş şekilde titreyen ellerine bakıyordu. Gördüklerimi sindirerek kadına doğru ilerledim. Önce vücudunu inceledim. Herhangi bir darp veya yara izi yoktu. Yüzüne savrulan saçlarını kulağının arkasına doğru yerleştirdim.
"Sana zarar vermeyeceğim," diyerek elimi çenesinin altına şefkatle yerleştirdim. Hafif bir güç uyguladığımda bakışlarını ve yüzünü bana doğru çevirdi. Gözleri titriyordu. Korkuyordu. Bizden değil, eğer onları vurmasaydı başına gelebileceklerden korkuyordu. Yüzünü incelediğimde sağ gözünün morardığını, kaşının kenarının patladığını ve dudağının da aynı kaderde olduğunu gördüm. Elindeki tüfeği bir anda bırakmasıyla tahta zeminde ürkütücü bir ses çıkmıştı. Sanki Azrail ölüm davuluna sert bir darbe indirmiş gibiydi.
Gözlerim titreyen ellerine gittiğinde refleksle güç vermek için ellerini tuttum. Ürkmüş bakışları beni bulduğunda konuşma ihtiyacı hissettim. "İyisin, güvendesin. Korkmana gerek yok."
"Ben... Katil..." Söylediği şeylerle boğazıma yumru oturmuştu. "Hayır... Hayır, sen katil değilsin," diyerek sıkıca sarıldım. O da bunu bekliyor olacak ki güçsüz kollarını belime sıkıca sararak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
"Alper, adamları kontrol et." Yekta'nın sesi kulağımı okşamıştı.
"Ölmüşler," diyen Alper'in sesiyle kollarımdaki kadın daha da çok ağlamaya başladı.
"Ben... Öldürdüm... Ben yaptım," dediğinde ondan ayrılarak yüzünü ellerimin arasına aldım. "Sen gerekeni yaptın. Sen kötü bir şey yapmadın. Anlıyor musun?" Hâlâ beni dinlemiyor, deli gibi ağlıyordu. "Ben katil oldum," dediği sırada Alper hiddetle önüme geçti. Kadını omuzlarından tutarak kendisine çevirdi. "Sen katil olmadın! Şu kafana sok şunu! Buna mecburdun! Anladın mı? Ağlamayı kes!"
Onun böyle bağırmasını beklemiyordum. Yaptığı çok yanlıştı. Sonuçta o kadın, Alper gibi her gün dağda terörist öldürmüyordu. Korkması ve kendini suçlu bulması doğal bir şeydi. "Eğer sen onları öldürmeseydin, onlar işini halledip seni öldürecekti! Sonra da seni burada bırakıp siktir olup gideceklerdi! Duydun mu beni? Sen katil değilsin sadece kendini koruyan bir kadınsın." Sonlara doğru sesini kısarak konuşmuştu. O an kadını daha dikkatli inceledim. Benim yaşlarıma yakın görünüyordu. Üzerinde çamura bulanmış siyah eşofman ve eşofmanla aynı durumda olan koyu kahverengi bir kazak vardı. Açık kahverengi saçları dalgalıydı. Saçlarının aksine gözleri etrafa biraz daha koyu bakıyordu. Uzun kirpikleri ve yüzündeki çiller bu eşsiz parçanın en önemli parçaları gibiydi.
Gözlerindeki korku hâlâ yerini koruyordu ancak ağlaması geçmişti. Elimi sırtına koydum. "O haklı. Sen kendini koruyarak en iyisini yaptın," diyerek acıyla karışık bir tebessüm gönderdim. "Şu yaralarını temizleyelim. Mikrop kapmasınlar." Elinden tutarak eski görünen kanepeye doğru ilerlettim. Oturmasını işaret ederek sırtımdaki çantayı çkardım. Fermuarı açarak içinden gerekli malzemeleri çıkardım. Tam karşısına oturdum. Elimdeki pamuğa biraz tentürdiyot dökerek ona döndüm. "Biraz canın yanabilir."
Elimdeki pamuğu önce dudağının kenarındaki yaraya dokundurdum. Dudaklarından titrek bir nefes döküldü. Ben yarayı temizlerken diğerleride yerdeki cesetleri dışarıya taşımaya başlamışlardı. "Camide birçok yaralı var," diyerek söze başlamıştı fakat Yekta yanımıza gelerek genç kadının sözünü kesti.
"Biliyoruz. Birazdan oraya gideceğiz ve yaralılara bakacağız. Daha sonrasında köye biraz uzak mesafede bulunan helikoptere binerek şehire gidecekler." Sonunda insanlık duygusunu çalıştırmayı akıl etmişti.
"Buradaki insanlar kolay kolay bırakmaz burayı. Sadece kurşun yarası alan kişiler şehire gitmeyi kabul eder," dediğinde içime gurur duygusu yer edinmişti. Bizim milletimiz de böyle işte. Bir avuç toprak için can vermeye daima hazırız. Aslında sadece bir avuç toprak değildir mesele. Asıl mesele atalarımız, bayrağımız, geleceğimiz, vatanımız, şehitlerimizin kanıdır. Şehitlerimizin kanıyla sulandı bu vatanın her bir karışı. Sadece kan da değil şehit ailelerinin gözyaşları da düşmüştü bu vatanın toprağına.
"Kaç tane yaralı var, biliyor musunuz?" Çok olmamasını umuyordum. Aksi taktirde hepsine yetişmem mümkün olmazdı. Gözlerimi karşımda oturan, adını dâhi bilmediğim kadına diktim. "Bilmiyorum ama çok fazla ağır yaralı yoktu. Yardıma gidiyordum ama o iki alçak yolumu kestiği için gidemedim." Gözlerini kapatıp yutkundu. Kendisine birkaç saniye vererek titrek nefesler aldı.
"Yardıma gidiyordum, dediniz. Sağlık alanında iyi olmalısınız." Yekta'nın soru sorar nitelikli cümlesiyle ona döndüm. "Sırası mı şimdi?" Ela gözleri beni bulduğunda baştan aşağı süzdü. "Komutana karşı mı geliyorsunuz, Mine Hanım?" Hâlâ onun askeri olmadığım gerçeğini kabul etmiyordu. Ve bu durumda onun emirlerine uymam gerektiğini sanarak sürekli bir şeyler emrediyordu.
"Benim komutanım değilsiniz. Bende sizin askeriniz değilim. Bu durumda emirleriniz bana geçmiyor, Yekta Bey." Gözlerimi gözlerinden ayırarak çantamı toplamaya başladım.
"Maalesef, Mine Hanım. Tam olarak emirlerim sizin için de geçerli." Aynen, öyledir. Kesin geçerlidir. Ben dinlemek istemiyorum kardeşim seni. Zorla mı?
"Maalesef, Yekta Bey. Emirleriniz benim için kuru gürültüden farksız." Ayağa kalkarak yanımdaki genç kadına elimi uzattım. Önce tereddüt etse de elimden destek alarak ayağa kalktı.
"Hemşireyim." Kısık sesle söylemişti fakat duymuştuk. Yekta ise bunu atlayarak önüme geçti. Yüzüme eğilerek ateş saçan gözlerini, buz dağı gibi olan gözlerime dikti.
"Kuru gürültü, öyle mi?"
"Evet, öyle."
"Senin kuru gürültü dediğin şeyler hepimizin hayatını koruyor. Haberin var mı?"
Evet, vardı ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Benim hayat felsefemde geri adım atmak yoktu. Çenemi kaldırarak iyice gözlerinin içindeki toprakğa ve yeşilliklere gömüldüm. "Benim hayatım sizin umurunuzda olmasın çünkü sizin hayatınız beni zerre ilgilendirmiyor," diyerek sağ tarafa kaydım. Omuzuna çarparak kapıya doğru ilerledim. Galiba biraz ağır olmuştu. Anneminde dediği gibi dilimin kemiği yoktu. Bazen ne söylediğimi bilmiyordum ama o an içimden geçen her şeyi söyleme isteğini bastıramıyordum. Evet, içimden geçenleri söylüyordum, kalbimden geçenleri değil.
Alt dudağımı dişlemiş hâlde dışarıya çıkmıştım. Hepimiz Yekta'yı bekliyorduk. Kafamdaki kask biraz yamulduğu için kafamı rahatsız ediyordu. Şuanlık bir tehlike olmadığına göre biraz çıkarmamın bir mahsuru olmazdı. Tam kaskı çıkarmaya yeltenmiştim ki Yekta kapıda belirdiğinde bu fikirden vazgeçmiştim. Sonra bir ton laf yapardı.
"Az önce Erdem Albay aradı. Adam kaçmamış," dediğinde kaşlarımız çatılmıştı. "Buraya hiç gelmemiş." Bu söylediği şeyle karışık kafalarımız iyice karışmıştı.
"Geçen sene yaptığı şeyin aynısını yaptı yani," diyerek yorumda bulunan ağabeyime döndüğümde gözlerini bir kez açıp kapayarak 'sonra anlatacağım' mesajı vermişti. Başımı hafifçe eğerek tekrardan Yekta'ya döndüm.
"Evet. Tam olarak öyle yaptı." Gözleri bir anda beni bulduğunda şaşırsamda bunu belli etmedim. "Biz şu böcekleri temizleyeceğiz. Mine Hanım siz Alper ve yanınızdaki kadınla camiye gidin. Yaralıları kontrol edin. Alper bize rapor verirsin. Kaç kişi hastaneye gidecekse ona göre tekrardan helikopter talep ederiz," dediğinde az önceki pişmanlığımı göz önünde bulundurarak başımı salladım.
"Haydi gidelim."
Arkamı dönerek adımlamaya başladım. "Dikkat edin," dediğini duymamla göz devirdim. Yanımda yürüyen kadına dönerek aklımdaki soruyu sordum. "Adını öğrenebilir miyim?"
"Reyhan," dediğinde bu isim dudaklarımda sıcak bir tebessüm bırakmıştı. Garipti ama bu isimden böyle bir sıcaklık geleceğini tahmin edemezdim. "Sizin aranızda bir şey mi var?"
Böyle bir soruyu beklemediğim için şaşırmıştım. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Hayır, yok. Sadece kendisinden pek hoşlanmam," diyerek konuyu savuşturdum.
Alper önde bizde arkadan gidiyorduk. Cami avlusu görüş alanıma girer girmez titrek bir nefes çektim ciğerlerime. Yarım saat öncesine kadar herkes etrafta koşturuyordu ama şimdi her yerde ölüm sessizliği vardı. Reyhan, siyah demir kapının sürgüsünü büyük bir gürültüyle açtı. Şuan o önde gidiyor, bizde Alper'le arkasından takip ediyorduk. Başka bir kapının önüne geldiğimizde cebinden anahtar çıkararak kapının kilidini açmaya başladı. Anahtarı çıkarıp kapının kolunu yavaşça aşağıya doğru indirdi. Aynı yavaşlıkla kapının kolunu bırakınca kapı aralandı.
Kapkaranlık olan görüş alanım bir anda katliamın kırmızı rengine büründü. İçerisinin kasveti elle tutulur cinstendi. Küçük çocuklar annelerinin kanatları altına sığınmış bir şekilde korkuyla olan bitenleri idrak etmeye çalışıyor, anneler ise kocalarının gölgesinde çocuklarına cesaret veriyordu. Bütün olan bitenleri birer masala dönüştürüp anlatıyorlardı. O masalların sonu hep iyi bitiyordu. Ya öyle olmazsa? Ya kötü biterse? Hayatta da böyle değil mi? Her şeyi iyiye yorumlar, kötüye yer vermezdik fakat kaderimiz hep kötü sona gebe kalıyordu.
"Doktor hanım?" Reyhan'ın sesiyle gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim. Kâbustan uyanmış gibi derin bir nefes aldım. Dışarıdaki soğuğa rağmen alnımda boncuk boncuk terler oluşmuştu.
"Mine Hanım, iyi misiniz?" Alper'in sorusuyla gözlerimi ona çevirdim. İyi değildim. Hem de hiç iyi değildim ama başımı sallayarak içeriye doğru bir adım attım. İçerideki hastaları şöyle bir süzdüğümde sadece üç kişinin ağır yaralı olduğunu gördüm. Geri kalanların çoğunda ağır olmayan kurşun yaraları vardı.
"Reyhan, sen ağır olmayan kişilerin yanına git. Onlarla ilgilen. Dikiş atma ve pansuman işi sende. Ben durumu ağır olanlarla ilgileneceğim," dediğimde başını sallayarak onayladı. Sırtımdaki çantayı çıkarıp yere eğildim. Çantanın içinden gerekli malzemeleir çıkararak ona verdim. Eldiven kutusunu ona uzatarak eldiven almasını sağladım. Daha sonra bende eldiven giyerek ayağa kalktım. "Alper, çantayı alıp benimle gelir misin?"
"Emredersiniz, doktor hanım," dediğinde kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Ben komutanın değilim. Emir vermiyorum, sadece yardım etmeni istiyorum. Anladın mı?"
"Anlaşıldı, doktor hanım," dediğinde kafamı sağa sola sallayarak arkamı döndüm.
Hastaları daha fazla bekletmemek adına adımlarımı hızlandırdım. İlk yaralının başnda genç bir kadın ağlıyordu. Beni gördüğü anda bir nebzede olsa rahatlamış gibi derin nefes aldı. "Doktor hanım, lütfen kurtarın onu. Lütfen," dediğinde içime ince bir sızı girdi.
"Elimden gelene yapacağım, merak etme," diyerek yere diz çöktüm. Üzerindeki battaniyeyi kaldırdığımda karın bölgesinde yoğun bir kanamanın olduğunu gördüm. "Alper, çantadan makası verir misin?"
"Hemen," diyerek istediğim şeyi tek hamlede bulmuştu. Aldığım makasla genç çocuğun üzerindeki kana bulanmış kıyafetleri kesmeye başladım. Kurşunun çok derinde olmadığını tahmin ediyordum. Kanaması biraz da olsa yavaşlamıştı. Bu da demek oluyordu ki kurşun çok derinde değildi. Kesilen kıyafet parçalarını bir kenara bırakarak yarayı incelemeye başladım fakat yeterince aydınlık olmadığı için pek bir şey görünmüyordu. Kafamı kaldırarak hâlâ ağlayan genç kadına baktım.
"Yanında ışık kaynağı olabilecek bir şey var mı?" Sorduğum soruyla ağlamasına ara vererek bana döndü. Elini cebine atarak telefonunu çıkardı.
"Bu var. İşe yarar mı?" Başımı salladım.
"Işığı açıp yaranın üzerine doğru tut ama buraya çok yaklaşma," dediğimde hemen harekete geçerek görüş alanımı aydınlattı. Yarayı incelediğimde tam da tahmin ettiğim gibi kurşun çok derinde değildi. Ellerime bir kat daha eldiven giyerek gerekli malzemeleri çıkardım. Önce yaranın olduğu yeri uyuşturdum. Elime aldığım bistüri ile kurşunu rahat çıkarabilmek için yaranın yanına kesi attım. Bu hareketimle birlikte genç adamın dudaklarından acı dolu bir inilti koptu. Bu iyiydi çünkü bilinci açık demekti. Uzunca nefes alarak kısa sürecek olan bu küçük ameliyata başladım. Ben kurşunu çıkarmaya çalışırken Reyhan yanımıza gelmişti.
"Alper Bey, bana cerrahi iplik verir misiniz?"
"Çantanın ön kısmında var. Kendiniz alabilirsiniz," diye cevap veren Alper'in odunluğuna göz devirdim.
"Eldivenlerin sterilliğini bozmak istemiyorum. Ricada bulundum sizden," diyen Reyhan'ın içinden de Kibar Feyzo çıkmıştı resmen.
"Bulunmayın, Reyhan Hanım. Benden ricada bulunmayın," dediğinde bu olaya el atmam gerektiğini düşündüm.
"Alper, bana bir tane böbrek küvet, Reyhan'a da cerrahi iplik ver," dedim. Bu defa ondan yardım istememiştim. Emretmiştim ama gayet nazik bir tonda. Yekta gibi kaba bir şekilde söylememiştim. Alper of çekerek dediğimi yaptı. Gülümseyerek göz kırptım. "Kadınlara karşı nazik olman gerekir, Alper."
"Ben cesur kadınları severim komutanım. Onlara karşı nazik olurum," dediğinde kaşlarımı çattım.
"Saçmalıyorsun. Nasıl bir ayrımcılık bu böyle. Çok ayıp," dediğimde omuz silkti. "Bende cesur biri değilim. Neden bana nazik davranıyorsun," diyerek bir soru yönelttim.
"Siz mi cesur değilsiniz, doktor hanım. Güldürmeyin beni. Sıcaık hastaneyi bıakarak buradaki halka yardım etmek için geldiniz." Bu cevabı beklediğim için güldüm.
"O kadın ne yapıyor? Yardım etmiyor mu? Bak ona, canını dişini takmış herkese yardım ediyor," dediğimde gözlerini Reyhan'a çevirdi. Bu sözler onun utanması için yeterde artardı bile. Çıkardığım kurşunu böbrek küvetin içine koydum. Yarayı dikerek etrafını temizledim. Mikrp kapmasını önlemek için de sargıyla üzerini sardım.
Ağrı kesici yapmak için ampulü kırarak ilacı enjektöre aktardım. Genç adamın kolunu açarak aşı yapacağım yeri pamukla sildim. Daha sonra aşıyı ugulayarak pamuğu tekrar bastırdım.
"Çok kan kaybetmemesi bizim için mucize gibi. Kurşunu çıkardım. Ağrı kesici iğne yaptım bu yüzden biraz uyuyabilir. Yanından ayrılmayın, bir şey olduğunda hemen bana haber verin." Karşımdaki kadın beni pür dikkat dinledikten sonra sevinçle sarıldı. Sürekli teşekkür ediyordu. Bende ona sarılarak sıradaki hastanın yanına doğru ilerledim.
Okunma sayısı, yorum sayısı ve beğeni sayısına göre akşam tekrardan bölüm atacağım.
Şimdilik bu kadardı.
Yorum yapmayı sakın unutmayınnn.
Görüşleriniz benim için çok önemli.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |