11. Bölüm

11. Kısım

Nur Demiröz
e_nurr54

İYİ OKUMALAR AŞKLARIIMMM

 

 

 

Etrafta bulunan uğultu yüzünden kulaklarımdaki basınç şiddetini arttırıyordu. Zaman su misali akıp giderken kolundan yaralanan orta yaşlı adamı tedavi ediyordum. Durumu ağır olan kişileri hastaneye sevk etmiştik. Biraz daha beklersek zaman kaybı olacak ve durumları daha da ağır olacaktı. Bunun önüne geçmek için bu köyde bulunan gençlerin yardımıyla çobanlık yapan yaşlı adamın arabasına yaralıları bindirdik. Alper'in sayesinde helikopterin bulunduğu yere gittiler.

 

Yaklaşık yarım saat önce dönmüşlerdi. Bizimkilerin gelmesini beklerken boş durmayıp hâlâ yaralıları tedavi ediyorduk. Yaşlı insanlardan aldığım dualar, gençlerin gözlerindeki parıltılar ve küçük çocukların dudaklarındaki sıcak tebessüm ayakta durmama yardımcı oluyordu. Yaptığım işlemi bitirdiğimde geri çekilerek adamın kolunu süzdüm. Hiçbir sorun görünmüyordu.

 

"Kolunuzu çok zorlamayın. Haftada iki defa pansuman yapmanız gerekiyor. Aksi hâlde mikrop kapabilir," diyerek çöktüğüm yerden ayağa kalktım. Gücüm şimdiden tükenmişti. Buraya geleli kaç saat geçmişti, hiç bilmiyordum. Konuştuğumda acıyan dudaklarımla birlikte su içmeyi unuttuğumu fark ettim. Etrafıma baktığımda Reyhan'ı göremedim. Alper ise sigara içmeye gitmişti. Çantamın yanında duran matarayı elime aldığımda boş olması morallerimi bozmuştu. Dışarıda çeşme vardı fakat burayı öylece bırakıp gitmek doğru gelmiyordu.

 

Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatarak bulunduğum duvarın dibine çöktüm. Susuzluk ve açlığın getirdiği baş dönmesi kendini belli etmeye başlamıştı. Gözlerimi kapatarak başımı duvara yasladım. Derin nefesler eşliğinde vücudumu dinlendiriyordum. Buraya öğle saatlerinde gelmiştik fakat şuan dışarısı karanlığa bürünmüştü. Gece yarısı olmasına çok az kalmıştı. Ağabeylerim hâlâ gelmemişti. Bu durum beni korkutuyordu. Alper'e sorduğumda iyi olduklarını birazdan geleceklerini söylüyordu. Onun beni oyalamaya çalıştığını anlayarak soru sormayı bırakmıştım. İçimden dua etmekten başka bir şey gelmiyordu.

 

Yutkunduğumda kuruyan boğazım yüzünden canım yanmış, üstüne üstlük öksürme isteği gelmişti. Başımı yasladığım yerden çekerek öksürmeye başladım. Öksürdükçe öksürmeye devam ediyordum. Bazı gözlerin bana dönmesiyle rahatsız olmuştum. Yerden destek alarak ayağa kalktım. Alper'in bana dönmüş olan sırtını gördüğümde ona doğru ilerledim. Öksürmem hâlâ aynı şiddette devam ederken dışarı çıktım. Benim geldiğimi fark etttiği anda hışımla arkasını döndü. "Mine Hanım?" Soru soran sesiyle başımı kaldırdım.

"Su," diyerek başladığım cümleyi bitirmeden çantasındaki matarayı çıkardı. Kapağını açıp bana uzattığında yere çökerek içmeye başladım. Cayır cayır yanan boğazıma buz gibi su deyince canım çok az yanmıştı ama ben suyu içmeye devam edince bu can acısı büyük bir rahatlamaya dönmüştü.

 

Suyu bitirdiğimde büyük bir utançla matarayı Alper'e verdim. "Kusura bakma," dediğimde sadece gülümsedi. Yerden kalkacağım sırada elini bana doğru uzatmasıyla şaşırdım. Birkaç saniye boş boş bana uzatmış olduğu eline baktım. Kalbim korkuyla çarpmaya başladığında yerden destek alarak ayağa kalktım. Bir şey söylemeden arkamı döndüğüm gibi yürümeye başladım.

 

"Mine Hanım!" Reyhan'ın sesiyle kaşlarım benden bağımsız havalandı. Sesin geldiği yönü anlamak için sağa sola bakınmaya başladım. Çok geçmeden avlu kapısından gelen sese doğru döndüm. Kucağına aldığı kocaman kasa yüzünden kapıyı açamayan kıza baktım. İlk başta ne olduğunu anlayamadım fakat oyalanmadan kapıya yöneldim. Çok ses çıkamamaya özen göstererek kapıyı açtım.

 

Kulağıma gelen silah sesleri tüylerimi diken diken olmasına neden oluyordu. Hâlâ bitmemişti. Bunca saattir yorulmadan nasıl devam ediyorlardı. Ben şimdiden yorulmuştum üstelik bende ağır çanta, ağır silahlar yoktu.

 

Reyhan'in sertçe yere koyduğu kasanın sesiyle kendime gelerek ona döndüm. "Bu ne böyle?" Nefes nefese kalmış olan Reyhan, ellerini beline atarak bana döndü. "İçerideki insanlara yemek yaptım," dediğinde gülümsedim. Çok ince düşünceliydi. Yardım ederken kendisini görmeliydi. İnsanların yaralarını sarmak için az daha kendine hiç kapanmayacak bir yara açacaktı. Neyse ki benim gibi korkmadan gereğini yapmıştı. Acaba bende...

"Alper Bey, yardım ederseniz bunları içeriye taşıyalım mı?" Hâlâ Alper'e karşı nazik davranıyordu. Başımı iki yana sallayarak kollarımı sıvadım çünkü Alper kızı duymazdan geliyordu. "Reyhan geç karşı tarafa," dediğimde Reyhan, sinirli gözlerini Alper'e dikmiş her an üzerine atlayacak gibi bakıyordu. "Reyhan," diyerek tekrar bir uyarı geçtiğimde harekete geçti. Ama gözleri hâlâ Alper'in üzerindeydi.

 

Ağır olan kasayı birlikte güç bela kaldırmıştık. İçeriye doğru taşımaya başladığımızda ateş seslerinin olmadığını fark ettim. Bitmiş miydi? Burada olan görevimiz başarıyla tamamlanmış mıydı?

"Bizimkiler başardı." Alperin sesiyle zihnimde dolanan soru işaretleri birer noktaya çevrilmişti. Derin bir nefes alarak gülümsedim. Kasanın ağırlığı umrumda bile değildi artık. İçimdeki mutluluğun tarifi yoktu. Bedenim sevincin dalgalarıyla titrerken içim sıcacık olmuştu. Sanki günlerdir birisi boğazımı sıkıyordu. Nefes almamam için elinden geleni yapıyordu ama gösterdiğim direniş sonucu kafesten kurtulmuş kuşların özgürlüğü kadar güzel ve derin bir nefes almıştım. Mutluluktan dolan gözlerimi kapatarak tutsak olan birkaç damla yaşı serbest bıraktım.

 

Bir günde hem psikolojik hem de bedensel olarak çok yorulmuştum. Ama bu çektiğim yorgunluklar sonuca bakılırsa değerdi. Kazanmıştık. Yine biz kazanmıştık. Bayrağımız yine bizde ve güvendeydi. Dudaklarımda istem dışı bir tebessüm yeşermişti. Mutluluğun verdiği güçle parmaklarımın arasındaki kasayı iyice kavrayarak adımlarımı hızlandırdım. Reyhan da bana ayak uydurarak aynı şekilde hızlandı. Kapıda bizi gören birkaç genç erkek önümüzü keserek elimizdeki yükü aldı. Bizim zorla taşıdığımız kasayı onlar bir çöp poşeti gibi rahatlıkla taşıyordu. Şaşkınlığımın farkına varan Reyhan gülerek önüme geçti. "Bu köyün gençleri hep böyle," dediğinde şaşkınlıkla karışık bir gülümseme yolladım. Bence şaşkınlığım daha çok belirgindi.

 

Zaman kaybetmeden Reyhan'ın getirdiği yemekleri tabaklara koyarak içeride bulunan insanlara dağıtmaya başladık. Onlara her yardım ettiğimizde bize karşlılık olarak dua ediyorlardı. Kocaman sarılıp yüreklerindeki sıcaklığı da aynı şekilde bize nakletmeyi unutmuyorlardı. İşler bitince kenara geçip Reyhan'ın benim için ayırdığı çorbayı yavaş yavaş yemeye çalışıyordum. Bizimkileri kanlı canlı yanımda görmediğim sürece rahat rahat yiyemezdim. Buraya geldiğimizden beri tek lokma geçmemişti boğazlarından. İçeriye gelen Alper'in sesiyle birlikte başımı ondan tarafa çevirdim. İri cüssesiyle yanıma gelip tam karşıma oturdu. Sağa sola bakındığında bir şey arıyor gibiydi.

 

Onun baktığı yerlere bende bakıyordum ama ne aradığını bulamamıştım. En sonunda kehribar rengiyle yarışacak cinsten olan açık kahverengi gözleri bir noktada takılı kaldı. Takılı olduğu yere bakmak için gözlerimi kısıp başımı hafifçe sağa doğru döndürmeye başladım. Baktığı yere bakınca içim sıcacık olmuştu; Reyhan, yerde battaniyeye sarılı şekilde yatan yaşlı bir adama çorbasını yemesinde yardım ediyordu. Bu tablo beni kara kışta bile sıcacık yapardı. İçime oturan şefkat topundan dolayı yerimden kalkarak Alper'in yanına gittim.

 

Gözleri Reyhan'ı değil de sanki başka bir şey görüyordu. Gözlerinden geçen duyguların hiçbirini anlayamamıştım ama mutlu bakmıyordu. Oradaki görüntüye bakınca gözleri gülmemişti aksine kırgınlık oturmuştu. Nedenini sormak istesemde onun için bir yabancıdan farksız olduğumu bildiğim için ağzımı açıp tek kelime edemedim. Boğazımı temizleyerek bedenimi hafifçe ona döndürdüm.

"Nereye daldın?" Sorduğum soruya karşılık omuz silkti. İstifini bozmadan Reyhan'ı izlemeye kaldığı yerden devam etti. Kaşlarımı çatarak göz devirdim. Buna da bir haller olmuştu fakat anlayamayacağım için ısrar etmeden eski yerime tıpış tıpış döndüm. Sırtıma duvara vererek kucağımda gezdirdiğim çorbayı bir kenara bıraktım. Zaten eski sıcaklığı kalmadığı için tadı garip gelmeye başlamıştı. Karşımdaki camın en üst tarafı şansıma buğulu değildi. Gökyüzünün asil mavisini görebiliyordum.

 

Göz kapaklarıma çöken ağırlıkla bacaklarımı iyice kendime çekerek kollarımı kendime sardım. Başımı omzuma doğru yatırarak gözlerimi kapattım. Uyuyamazdım burada biliyordum. Yine de gözlerimi dinlendirmek biraz da olsa iyi gelecekti. Beynimin içinde fırtınalar kopuyordu. Bedenim de bu fırtınaya direniş gösteren yeni dikilmiş fidan gibiydi. Sağa sola savruluyorduk ama bir türlü yeni alıştığımız toprağımızdan vazgeçmiyorduk. Köklerimizi sıkı sıkı geçirmiştik toprağa. Olurda zorla birisi gelip bizi koparmak isterse koparamasın diye yapıyorduk.

 

"Mine Hanım, yoruldunuz mu?" Kulaklarımı sarıp sarmalayan sesle birlikte gözlerimi açtım. Reyhan tam yanıma oturmuş, meraklı gözlerini gözlerime dikmişti. Gülümseyerek duruşumu düzelttim. "Biraz," diyerek sorduğu soruyu yanıtladım. Tebessüm ederek önüne döndü. Bakışları hâlâ donuk ve ürkekti. Alper'e diktiği gözlerini iki saniye sonra başka yere çevirdi. Çünkü Alper, öküzün trene baktığı gibi Reyhan'a bakıyordu. Başımı iki yana sallayarak Reyhan'a döndüm.

"Yemek yedin mi?" Yerde olan bakışlarını hemen bana çevirdi. "Hayır." Verdiği cevapla kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Aç durulmaz. Kalk biraz çorba ye bakalım," dediğimde itiraz etmek için ağzını açmıştı ki kaşlarımı iyice çatmam sonucu bir şey demeden hemen yakınımızda duran kasanın yanına ilerledi. Örtülü olan tencereyi dikkatlice açarak yanında getirdiği tabağın içine çorba doldurmaya başladı. Kaşık ve bir parça da ekmek alarak tekrardan yanıma geldi.

"Afferin," dediğimde mahcup bir gülümseme göndererek elindeki ekmeği bölmeye başladı. Ekmek parçalarının bir canı varmış gibi nazik bir biçimde çorbanın içine koydu. Kucağına bıraktığı kaşığı alarak çorbayı karıştırdı.

 

Gözlerim Alper'i bulduğunda çatık kaşlarını Reyhan'ın üzerine isabetlemişti. Onların arasındaki gergin elektrik beni değil bütün dünyayı çarpardı. Bu yüzden bakışlarımı onlardan çekerek etraftaki insanları izlemeye başladım. Köşede birbirine sarılmış şekilde duran çift dikkatimi çekmişti. İkisinin yaşı birbirine yakın duruyordu. Tahmini otuz yaşlarında olabilirlerdi. Adam kadını sımsıkı sararak göğsüne yaslamıştı. Kadını incelediğimde bu durumdan oldukça memnun duruyordu. Zaten kim memnun olmazdı bu durumdan. Bakışlarım aşağıya doğru kaydığında kadının hamile olduğunu fark ettim. Kocaman karnıyla yüzündeki huzurlu gülümsemesiyle kocasına bakıyordu. O an içimde bir şeylerin kırıldığına şahit olmuştum.

 

"Çorbanız varsa alabilir miyim, Reyhan Hanım?"

"Alın, Alper Bey," diyerek cevap veren kadının sesi buz gibiydi. Ee insanında bir sabrı var. Demek ki Reyhan'ın sabrı da buraya kadarmış. Alper'in şaşırmış yüzünü görmek içimdeki kırgınlığın sesini biraz da olsa bastırmıştı. Şaşkın ördek yavrusuna dönen adamın yüz ifadesiyle kahkaha atmamak için zor durdum.

"Siz yardımcı olmayacak mısınız?" Bu soruya karşılık minik bir kıkırdama kaçtı dudaklarından.

"Sizin benim gibi bir korkağın yardımına ihtiyacı yoktur, diye düşünüyorum, Alper Bey." Kafasını eğerek gözlerini Alper'in gözlerine kenetledi. "Yanılıyor muyum?" Cümlesini bitirir bitirmez oturduğu yerden kalktı. Tabağını kasanın yanına koyarak dışarıya doğru adımlar atmaya başladı. Alper'in şaşknlıktan açılan ağzına bakmak son damlaydı. Hafifçe kahkaha attığımda bu kahkahanın şiddetlenmemesi için ellerimi dudaklarımın üstüne örttüm.

"Ağzını kapat, sinek girecek," dediğimde zar zor cümle kurabilmiştim. İntikam soğuk yenen yemektir, diye kim demişse doğru demiş. Çünkü Reyhan az önce buz gibi intikam yemişti.

 

Reyhan kapıyı açmadan önce o kapıyı başka birisi çoktan açmıştı. Gördüğüm kişilerle kalbim gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Bizimkiler gelmişti. Hemen yerimden kalkarak koşar adımlarla bizimkilere doğru ilerledim. Görüş alanıma ilk giren kişiyle gözlerimi devirdim. Onun hemen arkasında duran tanıdık bedene doğru atıldım. "Ağabey, iyi misin?"

Kollarımı sımsıkı olacak şekilde boynuna sardım. Alt tarafı bir kaç saat birbirimizi görmemiştik ama ben yine de onu çok özlemiştim. "Mine'm," diyerek o da aynı özlemle kollarını belime sardı. "Sen iyi misin? Bir aksilik olmadı, değil mi?" Kollarımı boynundan çözerek geri çekildim. "Ben iyiyim. Asıl sen iyi misin?" Yüzümdeki endişe öteki köyden hissediliyor olmalıydı.

 

Ağabeyim yanağımdan makas alarak kolunu boynumdan geçirdi. "İyiyim, iyiyim. Korkmana gerek yok," dediğinde derin bir nefes aldım.

"İnsanları evlerine götürdükten sonra geri döneceğiz. Yarına kadar buraya başka bir ekip bakacak. Yarın buranın sorumluluğu tekrar bizde. Şimdi hemen harekete geçelim. Albay bizi bekliyor," diyerek söze başlayan Yekta'nın sesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözlerine baktığımda yorgunluk belirtisi yoktu ama omuzları çökmüştü. "Emredersiniz," diyen timin sesi camide yankılandı. Herkes harekete geçerek farklı yönlere dağıldı. O ve ben hariç. Olduğu yerden bana bakıyordu. Benimde ondan farkım yoktu.

 

Aklımdan bir sürü soru geçiyordu. Hesap sormak istiyordum. Bağırmak çağırmak istiyordum. Bütün bu olanların hesabını sormak ve suçlusunun kim olduğunu sormak istiyordum. Ama o yıllar önce yaptığını yapacak, kaçıp gidecekti. Bunu çok iyi biliyordum. Gözlerime dolan kırgınlığı saklamak adına arkamı dönerek kapıya yöneldim. Eğer burada biraz daha durup beni delirten gözlere bakarsam geçmişin karanlık zincirleri bedenimi esir alacaktı. Dışarıya çıktığımda arka tarafa yöneldim. Biraz yalnız kalmak iyi gelecekti, biliyordum. Duvarın dibinde bulunan banka oturarak soluklandım. Şimdi ben onun bana yaptığını yapıyordum; Kaçıyordum. Her şeyden, ondan, geçmişten hatta belki de kendimden bile kaçıyordum.

 

Gözlerimi geceye çevirdiğimde yıldızları göremedim. Biri hariç; Kuzey yıldızı. O her daim oradaydı. Kuzey yıldızı bence babam gibiydi. Çünkü her ne olursa olsun yerini hep koruyor, bana yol gösteriyordu. Diğer insanların içinde bir tek babam parlardı. Gözlerim özlem ve kırgınlığın etkisiyle dolunca bacaklarımı kendime çektim. Ne zaman hüzünlü olsam bu pozisyonu alarak düşüncelerimi süzgeçten geçirirdim. Kesin sonuç alamasamda böyle durmak bile iyi geliyordu. Evimi özlemiştim. Yıllar önceki evimi. Şuan bana yabancı olan evimi.

 

Oturduğum bankın sol tarafına biri oturmuştu. Kafamı kaldırıp bakacak gücü kendimde bulamadığım için sessizliğimi bozmadan devam ettim. Aldığım nefesler düzene girmişti. Yanıma oturan yabancı da kafa dinlemek istiyor olacak ki sessizliğe devam etti. Evlerine dönen insanların sevinçli sesleri kulağıma dünyanın en güzel melodisi gibi geliyordu. Dudağımın kenarı hafifçe yukarıya kıvrılmıştı.

 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yanımdaki yabancı sonunda konuşmaya karar vermiş olacak ki boğazını temizledi. Bedenini bana çevirdiğini hissettim. Yinede hiç tepki vermeden durmaya devam ettim. "Gitme vakti geldi." Kaşlarımı çatarak olduğum pozisyonu bozdum. Bedenimi sol tarafa çevirerek yarım saattir benimle duran kişiye baktım.

"Senin ne işin var burada?"

"Atilla komutanım gönderdi," diyen Alper'e ters bakışlarımı yollayarak ayağa kalktım. "Senin görevin beni korumak mı?"

"Sanırım bugünlük öyle."

"Sabır!"

Alper'i geride bırakarak ön tarafa doğru yürümeye başladım. Hâlâ benim büyüdüğümü idrak edemiyor oluşu çıldırmama neden oluyordu. Söylene söylene yürüme eylemim sert bir şeye çarpmam sonucu yarım kaldı. Bir iki adım geriye giderek neye çarptığımı anlamaya çalıştığımda utancımdan yerin dibine girmek istiyordum çünkü tam olarak duvara çarpmıştım. İnanılmaz! Aferin bana! Düz yolda kocaman duvara çarpmıştım. Şaka gibiydi ama acı bir gerçekti. Kolumu ovalayarak söylenmeye başladım. Hem söyleniyor hemde etrafıma bakınıyordum. Şuanlık etrafta kimse olmadığı için şanslıydım. Kimse bu reziliği görmediği için derin nefes alarak kalan yolu yürümeye devam ettim.

 

Ön tarafa geldiğimde bahsettikleri diğer ekip gelmişti. Bizimkilerle kapıda sohbet ediyorlardı. İçeriye girerek kaskımı ve çantamı bıraktığım yerden almak için eğildim. Kaskın iplerini çantamın kenarına geçirerek kaskı çantaya sabitledim. Çantamı da sırtıma taktığımda içeriye son bir bakış attım. Her şey yolunda gibi görünüyordu, şu anlık. Arkamı döndüğümde ilerleyerek ağabeyimin yanına gittim. Hemen kolunu belime sararak bedenimi kendine çekti. Başımı göğsüne yaslayarak sessizce olduğum yerde beklemeye başladım.

"Burası şimdilik size emanet. Yarın sabah tekrar geleceğiz," diyerek sözlerini bitirdi Yekta. Başımı yerden kaldırmadan hareket edeceğimiz zamanı bekledim.

 

Gereken detaylar konuşulduktan sonra helikoptere doğru yol almaya başladık. Sık ağaçların olduğu karanlık yollardan sonra neredeyse ağaç olmayan yola geldik. Helikopterde yavaştan görünüyordu. Önde ağabeyim hemen arkasında da elini tutarak ben ilerliyordum. Benim arkamda ise Yekta vardı. Onun arkasındaki kişileri bilmiyordum çünkü kafam dolu olduğu için olan biteni idrak etmekte zorluk çekiyordum.

 

Sonunda helikoptere ulaştığımızda sevinçten ağlayacak kıvama gelmiştim. İlk önce ağabeyim bindi. Sonra arkasına dönerek elini uzatıp tutmamı bekledi. Elini tuttuktan sonra onun desteğiyle kendimi içeriye attım. Cama en yakın duran yeri seçerek köşeye oturdum. Kollarımı göğsümde birleştirerek başımı ağabeyimin omzuna koydum. Gözlerimi kapattığım gibi yorulduğumu daha çok hissetmiştim.

 

Sonunda eve gidiyorduk. Dört duvardan oluşan buz gibi eve. Ben diğer evime gitmek istiyordum ama o bana gelmeyi reddediyordu. Benden kaçmayı seçerek beni görmemekte ısrar ediyordu. İnsan evindeyken evini özler miydi? Ben özlüyordum.

 

 

 

 

                                                                                                                                &

 

 

 

"Oğlum anahtar arka cebimde diyorum, anlamıyor musun?" Ağabeyim değil miydi bu?

"Lan başlatma şimdi keyfine! Ellerim dolu. Ara Miray'ı gelsin açsın kapıyı." Yekta? Onun ne işi vardı burada?

"Mine'yi yere mi bırakayım?"

"Bana ne. Ne yaparsan yap." Bir zamanlar kalbimde çiçekler açtırmaya yemin eden adam şuan kalbime mermi yağdırıyordu.

"Lan! Kendinde misin sen? Doğru konuş, Yekta!" Biraz daha ağabeyimin kucağında kalırsam kavga çıkacağı kesindi. "Ağabey indir beni," diyerek olaya el attım.

"Uyumuyor muydun?" diye soran ağabeyim beni yavaşça kucağından indiriyordu. "Uyuyordum. Bağırmana uyandım," diyerek cebimde olan anahtarımı çıkardım. Çantamı Yekta'nın elinde görmek sinirimi bozmuştu. Ona dönerek hırsla çantamı elinden çekip aldım. Kapıyı sert bir şekilde suratına çarparak merdivenleri tırmanmaya başladım.

"Sizin aranızda ne var lan?" Ağabeyimin sorusu beni yavaşlatsada Yekta'nın cevabını beklemeden evimin önüne geldim.

 

Dört duvardan oluşan evim hâlâ sağlam duruyordu fakat diğer evim artık enkaza dönmüştü.

 

Odama giderek üzerimi çıkarttım. Yanıma yeni kıyafetlerimi alarak banyonun yolunu tuttum. Bu günün yorgunluğunu ancak sıcak bir duş geçirebilirdi. Öylede oldu. Yorgunluğum gitmişti ama üzerimdeki durgun hava geçmemişti. İlk günlerde açıklama yapmak için yalvaran adam şuan yere atılmamı umursamıyordu. Sinirim katlanarak artıyordu ama sinirimi çıkaracak bir şey yoktu. Bana karadut alan, gizli notlar gönderen o değil miydi? Oysaki onun olduğuna çok emindim. O olsa ne olacak? Teşekkür mü edeceğim sanki? Aksine bir sapık gibi beni gizlice takip ettiği için ona kızacaktım.

 

Derin düşüncelerimin ardından ikiye ayırdığım ıslak saçlarımı örme işlemini bitirmiştim. Uzun süredir kahve içmediğim aklıma gelince kahve keyfi yapmak için mutfağa doğru ilerledim. Tam odadan çıkıyordum ki çalan telefonumla geri döndüm. Arayan kişi Miray'dı. Çok bekletmeden gelen çağrıyı cevapladım.

"Mine, nasılsın canım?" Her zaman olduğu gibi sesinden enerji fışkırıyordu.

"Yorgunum biraz. Bir şey mi oldu?"

"Yemek hazırlamıştım size. Ağabeyin ve Yekta geldi. Seni bekliyoruz," dediğinde açılmış olan iştahım kapandı.

"Beklemeyin. Karnım aç değil." Sesimin soğukluğu dışarıya vurmuş gibiydi.

"Saçmalama. Sabah kahvaltısı bile yapmadın." Göremeyeceğini bile bile gözlerimi devirdim. "Orada çorba yedim, gelmeden önce. Israr etme lütfen. Afiyet olsun size." Sadece onun boğazından geçmesin. Telefonu kapattığımda kendimi çoktan mutfağa gelmiş şekilde buldum. Dolapları karıştırdığımda kahvenin bittiğini görmek canımı sıkmıştı. Bu saatte açık market veya bakkal bulamazdım. Onları bulamazdım ama kahve bağımlısı olan ağabeyimin evinde kahve hiç eksik olmazdı.

 

Elime bir tane büyük boy fincan alarak üzerime bordo hırkamı attım. Anahtarı kapıda bırakarak ağabeyimin evine çıktım. Kapıyı birkaç kere tıklatarak beklemye başladım. Önce Miray'ın "Geldim!" diyerek bağıran sesi daha sonrada adım sesleri gelmişti. Kapının tiz çığlığı sonucu güzeller güzeli arkadaşımın yüzü gözlerimin önüne serildi. Beni görmeyi bekleiyor olacak ki ilk saniyeler boş boş bakmaya başladı. "Mine?"

"Sende Miray olmalısın," diyerek iğrenç bir şaka yaparak sahte kahkaha attım.

"Dalga geçme. Gelmeyeceğim dediğin için burada görmeyi beklemiyordum. Şaşırdım," dediğinde gülümseyerek elimdeki fincanı havaya kaldırdım. "Kahve almaya geldim. Bende bitmiş. Var mı sizde?"

"Olmaz mı? Dur getireyim. Gel içeri geç," dediğinde başımı iki yana sallayarak reddettim. "Gerek yok, sağol." Bana ters bir bakış attıktan sonra mutfağa doğru yöneldi.

"Mine! Karım bir sarma yapmış, üf! Parmaklarını bile yersin!" Gözlerimi devirerek güldüm. "Zıkkım ye ağabey! Zıkkım!" Mira'yla ikisinin kahkaha sesi bütün apartmanı sardığında bende gülmeden edemedim.

 

Koridorda gördüğüm kişiyle gülüşüm yüzümde dondu. Suratımı asarak yerdeki mermerin desenlerini incelemeye başladım. "Miray! Acele et!" diyerek ufak bir uyarı geçtim arkadaşıma. Tek bir fincanla giden arkadaşım elinde kocaman tepsiyle geri dönmüştü. "Bunlar ne böyle Miray?"

"Şaheserlerim. Beğenmedin mi?" Güldüğüm sırada ağabeyimde bize katılmıştı. "Sen yaparsında beğenmem mi?" Uzanarak yanağına kocaman sulu öpücük bıraktım.

"Mine?"

"Buyur ağabey," diyerek ağabeyime odaklandım. "Yarın oraya tekrardan gideceğiz. Eğer istersen send-"

"Saat kaçta?" Ağabeyim şaşırmıştı ama bozuntuya vermeden devam etti. "Sabah dokuz gibi hazır ol," dediğinde gülerek cevap verdim. "Emredersiniz, Atilla Bey."

"Haydi ben kaçtım," diyerek arkamı döndüm. Merdivenlere doğru adımlayarak dikkatli bir şekilde aşağıya inmeye başladım.

 

Hızlanarak eve girdim. Elimdeki tepsiyi masanın üzerine bırakarak gazeteyle üstünü örttüm. Cezveye yeterli miktarda su ve kahve koyarak altını yaktım. Normalde kısık ateşte pişirirdim ancak yarın erken kalkacaktım bu yüzden oyalanmak için vaktim yoktu. Pişen kahveyi fincana dökerek odamın yolunu tuttum. Dolabımın karşısına geçerek yarına uygun kıyafetler aramaya başladım. Elime geçen ilk şey bordo renkli örgü kazaktı. Bu yarına uygun durduğu için yatağımın başlığına attım. Tekrar dolaba yönelerek alt raftan siyah pantolon aldım. Orada giyilmesi en mantıklı olan kıyafet pantolondu. Pantolunu da aynı şekilde kazağın yanına yolladım. Üzerinde duman tüten kahvemi yudumlayarak içmeye devam ettim. Bugün bakamadığım telefonumu elime aldım. Annemi ve babamı aramam gerekiyordu ama şuan uyuyor olmalıydılar. Bu yüzden iyi olduğumu ve onları sevdiğimi belirten uzun mesajlar yazdım. İkisine de ayrı ayrı yazmıştım. Sonra bana küsebilme ihtimalleri oluyordu. Bunu istemediğim için parmaklarımı ekstra yordum.

 

Biten kahve bardağımı masamın üzerine bırakarak kapının yanında duran lambanın tuşuna bastım. Oda saniyeler içinde kapkaranlık olmuştu. Telefonumu bırakmadan yatağıma uzandım. Sosyal medyada gezerek uyuya kalmayı çok sevdiğim için bugünde bu şekilde uyumaya karar vermiştim. Beş altı videodan sonra bulanıklaşan görüş açım birkaç dakika içinde tamamen kapandı.

 

Uyku beni kendine esir ilan ederken yere düşen telefonum da özgürlüğünün sevincini yaşıyor gibiydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm nasıldı aşklarımmmm?

Yorum yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayın lütfen.

Uzun bir bölüm yazmaya çalıştım fakat daha fazla gecikmemesi için kısa tuttum.

Diğer bölüm daha uzun mu gelsin?

Bu uzunluk iyi mi?

Karakterler hakkında düşüncelerinizi merak ediyorumm.

Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakınn, öpüldünüzzz.

Bölüm : 15.12.2024 20:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...