
İyi okumalar aşklarıımm.
Kitabımızın yeni adını beğendiniz mi?
Ne düşünüyorsunuz?
Karanlığın içine sürüklenen yalnızca bedenim değildi. Zihnimde bu girdaba kapılmış bir şekilde inatla zifiri karanlığa ilerliyordu. Fakat duyduğum rahatsız edici melodi yüzünden tam anlamıyla karanlığa sarılamadan gerçekliğe döndüm.
Yatakta sağa sola dönerek uykumu dağıtmaya çalıştım. Kurduğum alarmı kapatarak telefonumun kilidini açtım. İyice ayılmak için gelen bildirimlerde ve sosyal medyada gezinmeye başladım. Yaklaşık yirmi dakika sonunda zihnim yerine gelmişti.
Tembel bir şekilde yattığım yataktan kalktım. Ayaklarımı sürüye sürüye önce mutfağın yolunu tuttum. Çayın yanında hızlıca yemek için tost malzemelerini çıkardım. Suyu kaynamak üzere bırakarak lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Saate baktığımda işe gitmek için iki saatimin olduğunu gördüm. Rahatça kahvaltı yaparak duş alabilirdim.
Lavabodan çıktığım gibi Miray’ın odasına ilerledim ancak odada yoktu. Sanırım ağabeyimin yanındaydı. Çok da umursamadan tekrardan mutfağa yöneldim. Buzdolabının kapağını açarak tostun yanına kahvaltılık için ek bir şeyler çıkarttım. En alttaki kavanozlara yönelerek karadut reçeline uzandım. Elime aldığım kavanozun içindeki reçel miktarını görünce moralim bozulmuştu. Bitmek üzereydi ve en kötüsü de bu son kavanozdu.
Kötü gün reçeli olması için dolabın en arka kısımlarına bıraktım. Kapağı kapatarak tezgaha yöneldim. Hızlıca bir şeyler hazırlayarak masaya kuruldum. Havalar yavaştan soğumaya başlıyordu. Sıcacık çayımdan bir yudum alarak kahvaltıya başladım. Bugün erken çıkacaktım. Bu yüzden hafta sonu olacak olan piknik için birkaç malzeme almak üzere markete uğrayacaktım.
Çayımın son yudumunu da dudaklarımın arasından mideme yolladım. Bulaşıkları gelince toparlamak üzere tezgahın üzerine bıraktım. Doğruca lavaboya ilerledim. Sıcacık bir duş gerginliğime iyi gelebilirdi. Suyun ısısını ayarladıktan sonra üzerimi çıkararak duş kabinine bir adım attım. Tam ikinci adımı atıyordum ki kapının çalmasıyla duraksadım. Derin bir nefes alarak büyük bir zahmetle çıkardığım kıyafetlerimi hızla giydim. Doğruca kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda ağabeyimi görmek şaşırtmıştı. Ve arkasındaki şahısı da.
“Buyur ağabey?’’ diyerek sabahın bu saatlerinde kapıma gelmesinin sebebini anlamaya çalıştım. ‘’Müsait misin?’’ dediğinde başımı salladım.
“Bunu hiç istemesem de söylemek zorundayım.’’
İşler garip bir hal almaya başlıyordu. Kaşlarımı çattım. ‘’Neyi?’’ diyen dudaklarım duygularımın tercümanı olmuştu.
Gergin bir bekleyişin ardından ağabeyim konuşmaya karar vermiş olacak ki derin bir nefes alarak dudaklarını araladı.
“Bahsettiğimiz görev bugün başlıyor. Ve askeriyedeki doktor yine ortalarda yok.’’
Sanırım konuyu anlamıştım.
“Albay hastaneye dilekçe yazdı bizimle geleceksin. Ama sen istemezsen hemen iptal edecek. Onun yerine başka bir doktor ayarlayacak,’’ dediğinde hemen çıkıştım. “Gelirim ama Ömer’e piknik sözüm var.’’ Cümlemi bitirdiğimde Yekta ve ağabeyim birbirine bakmaya başladı. Onu yüz üstü bırakmak istemiyordum. Bu pikniğe gitmek için can attığını görmüştüm. Düşünceli bakışlarımı yere düşürdüğüm anda kurtarıcı bir ses ortama intikal etti.
“Ömer ve piknik işi bende.’’
Kafamı kaldırdığımda küpesini takmaya çalışarak bize doğru gelen arkadaşımı gördüm. Onu gördüğüm anda içim cıvıl cıvıl olmuştu. Dışarıdaki soğuk havaya inat çok renkli giyinmişti.
“Piknik ne zaman? Ne hazırlayacaksın? Ben hallederim hepsini.’’ Tatlı bir telaş içine giren arkadaşıma minik bir tebessümle baktım. “Ayakta kaldık. İçeride konuşuruz,’’ diyen ağabeyim beni iterek içeriye girdi. Onun ardından Miray, havadan öpücük atarak yanımdan geçti. Hâlâ ayakta dikilip duran Yekta’ya baktım. Başımı iki yana sallayarak beklemeye başladım. Sanki bunu bekliyormuş gibi ayakkabılarını çıkarmaya başladı.
“Çok ısrar ettin madem gelmemek ayıp olur.’’
Gözlerimi devirdim.
“Aynen Yekta. O dediğinden.’’
Kapıyı kapatarak bende onları takip ettim. Sıcak duş hayalim yalan olmuştu. Omuzlarımı düşürüp ayaklarımı sürüye sürüye oturma odasına gittim. Ağabeyim ve Miray her zamanki cıvık aşk modundaydı. Bazen tatlı görünse de bazen mide bulandırıcı olabiliyordu. Bir kez daha göz devirerek Yekta’ya en uzak, kapıya en yakın olan koltuğa kuruldum.
“Anlat bakalım ne yapıyorum pikniğe?’’ Bakışlarımı yerdeki halıdan çekip Miray’a odaklandım. ‘’Mini pizza ve börek.’’
“Şu senin özel tariflerinden mi?’’ dediğinde gülümseyerek başımı salladım. ‘’Tarif defterinde ölçüler var,’’ dediğimde derin bir nefes aldı. ‘’O zaman sıkıntı yok. Piknik ne zaman?’’
“Cumartesi günü ama saatini bilmiyorum.’’ Dudaklarımı büzdüm. Neden saati sormak aklıma gelmemişti acaba. “Sıkma canını ben işe giderken uğrarım oraya. Öğrenirim.’’ Tebessüm ettim.
“Piknik zımbırtısı bittiyse hazırlanmaya başla, Mine. Birazdan orada olmamız lazım.’’ Gözlerimi kısarak ağabeyime baktım. Bayılıyordu güzel güzel konuşurken araya girmeye. Yine de bir şey demeden ayağa kalktım.
“Aşkım dikkat et kendine. Tamam mı?’’ diye söylenen arkadaşımın sesi titriyordu.
Kesin ağlayacaktı çünkü bugün rimel sürmemişti. Saçma bir sırıtışla odama doğru ilerledim. Dolabımdaki en kalın giysileri seçerek kendimi garantiye aldım. Saçlarımı sıkıca ördükten sonra ucuna bordo bir toka taktım. Kıyafetlerimde bordo renk yoktu bu yüzden bende bu rengi saçlarımda taşımaya karar verdim. Son dokunuşu da belimin bir tık üzerinde biten siyah montla yaptım. Fermuarı yarısına kadar çekerek gri kazağımın rengini önde bıraktım.
Montumla aynı renk olan pantolonuma kemer takmakla takmamak arasında kalmıştım. Ama rahatlık açısından takamayı tercih ederek odadan çıktım. Oturma odasında unuttuğum telefonu almak için adımlarımı içeriye yönlendirdim.
Tam içeriye girmek üzereydim ki ağabeyim ve Miray’ın sarmaşık misali birbirlerine sarıldıklarını görünce ses çıkarmamaya özen göstererek oradan kaçtım. Kendimi mutfağa attığımda derin bir nefes aldım. Tezgaha yaslandığım esnada gördüğüm manzara karşısında duraksadım.
Yekta balkondaydı. Şaşırdığım nokta balkonda olması değil, elinde tuttuğu cisimdi.
Parmaklarının arasında duran sigarayı dolgun sayılan dudaklarına götürdü. Dudaklarının ıslaklığı sigaraya bulaşmış gibiydi. Gözlerini kapatarak derin bir nefes çekti. Öyle bir nefes çekmişti ki bir an bütün oksijenin onun ciğerlerine dolduğunu sandım. Dudaklarından ayrılan sigarayla birlikte başını geriye attı. Bu hareketiyle eş zamanlı olarak adem elması gözler önüne serilmişti. Bu hali usta bir ressamın kalemlerinden fırlamış gibi duruyordu. Kapalı gözlerinin ardından dumanı usulca gökyüzüne bıraktı. Dumanlar uyum ve ahenk içinde havada dans ediyordu fakat bu dans bir kelebeğin ömrü kadar kısaydı.
Ona bakarken yüreğimin en derinlerinden bir şeyler kıpırdandı. Ufak bir kıpırdanmaydı ama canımı öyle yakmıştı ki bu acının bir tarifi yoktu. Elimi farkında olmadan kalbime götürmüştüm. Böyle olmaması gerekiyordu. Buz gibi olmam gerekiyordu. Dün gece kokusunu buram buram hissetmiştim. Aynıydı. Hiç değişmemişti. Sadece derinlerden barut kokusu geliyordu. Gözlerimin dolmasına anlam verememiştim. Bakışlarımı yere indirdim. Elimi kalbimden çekmeye çalıştım ancak bedenim beynimden emir almayı bırakmış gibiydi.
Zihnime hücum eden eski anılarla birlikte kalbimdeki sızı büyümeye başlamıştı. Her bir anıya bir bıçak darbesi iniyordu.
Balkon kapısının sesini duyduğum an elimi kalbimden çektim. Yerdeki bakışlarım korku ve şaşkınlıkla ona döndü. Görmüştü işte.
“Mine, iyi misin?’’ Hızla başımı salladım. ‘’Kalbini tutuyordun. Bir şey mi oldu.’’
Yapma bunu. Beni bu kadar düşünme. Önemseme. Yıllar önce yaptığın gibi görmezden gel. Lütfen…
‘‘İyiyim, dedim. Bir şey yok.’’
Kaşlarını çatarak ellerime odaklandı. Titriyorlardı. Şaka olmalıydı. Hızla ellerimi saklayacağım anda benden hızlı davranarak ellerimi kocaman olan avuçlarının içine aldı. ‘’Biri bir şey mi dedi? O adam yine aklına mı geldi?’’ Endişeli bakışlarında sahtelik payı aradım ama yoktu. Yapamazdı bunu. Beni önemsiyor olsaydı o kadar acıyla baş başa bırakıp gitmezdi.
Daha da yaklaşarak üstten bakmaya başladığında kalbim yerinden çıkacak gibiydi. ‘‘Derin nefesler al. Güvendesin.’’ Nefes almaya ihtiyacım vardı ama onun bana olan yakınlığı durumu biraz zorlaştırıyordu. ‘’İyiyim. Bir şey yok.’’ Kendimi geri çekmeye çalıştım ancak izin vermedi. ‘’Kıpkırmızı oldun. Gel biraz hava al,’’ diyerek omuzlarımdan tuttuğu gibi balkona yönlendirmeye başladı.
Dişlerimi sıkarak konuştum. ‘’İyiyim diyorum! Duymuyor musun?’’
‘’Duyuyorum duymasına da yanakların ve ellerin hiç öyle demiyor.’’ Konuşurken önüme geçti. Kapıyı benim için açarak geçmemi bekledi. ‘’Gerek yok havaya falan. Hadi çıkmıyor muyuz?’’ Bir iki adım atarak geriledim. Almayacaktım hava falan. Gerekirse havasızlıktan ölürdüm ama onunla daha fazla yakın temasta bulunmayacaktım. ‘’Ne zaman kırılacak şu inadın?’’ Suratımı astım. ‘’Hiçbir zaman.’’
Başka bir şey demesine müsaade etmeden koridora yöneldim. ‘’Ağabey! Ben hazırım, çıkalım.’’ Bağırarak ilerliyordum çünkü tekrardan onları sarmaş dolaş yakalamak istemiyordum. Odaya ulaşamadan ağabeyimin sesini duydum. ‘’Geliyoruz! Siz gidin.’’
‘’Miray, telefonum içeride. bana getirmeyi unutma.’’ Onayı aldıktan sonra kapıya yöneldim. Mutfakta oturan Yekta’ya yöneldim. ‘’İniyorum ben. Bizimkiler sonra gelecekmiş.’’ Sözümü bitirmeme izin vermeden ayağa kalkarak yanıma geldi.
Bir şey diyeceğini sanarken hiçbir şey demeden öylece yanımdan geçip gitti. Dağ gibi duran sırtı gözlerimin önüne engel gibi serilmişti. Ayakkabılarımı giyerek onun gibi merdivenden bir bir inmeye başladım.
Her attığım adımda içimden dua ediyordum. Çünkü bizi neyin bekleyeceğini bilmiyordum. Ve bu bilinmezlik içimdeki heyecanı endişeyle birlikte büyütüyordu. Ellerimi cebime yerleştirerek duvara yaslandım. Dışarıya çıkmıştık. Bizimkileri beklerken o bir tane daha sigara yakmıştı. Bense duvara yaslanıp gri olan gökyüzüne bakıyordum.
Sokaktan geçen insanlara göz ucuyla baktığımda çoğunun beni işaret ederek yanındakilere bir şey söylediğini farkettim. Kaşlarımı çatarak sırtımı duvardan ayırarak insanların dudaklarını okumaya çalıştım. Fakat bu konuda berbattım. Hiçbir şey anlayamamıştım.
‘‘Seni konuşuyorlar.’’
Yanımdaki varlığın konuşmasını beklemiyordum. Sesini duymak bir anlığına garip gelse de çok umursamadan tekrardan eski. Pozisyonumu aldım. ‘‘Alakası yok,’’ diyerek cevap verdim.
‘‘O yüzden mi bana değil de sana bakıyorlar.’’ Sadece gözlerimi devirdim. Şu an onunla muhatap olmak istemiyordum.
‘‘Devirme şu gözlerini. Cadılara benziyorsun.’’ Duyduğum sözle gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Cadıymış! Asıl o canavarlara benziyordu da haberi yoktu.
‘‘Sensin cadı! Aptal adam.’’ Sinirle başımı diğer tarafa çevirdim. Onu daha fazla görmeyi gözlerim kaldırmazdı. Alayla güldüğü sırada içeriden kapı sesi duymamla rahatlama gelmişti. Neyse ki daha fazla konuşmamıza gerek yoktu. Sabırla içimden sayılar sayma başladım. Telefonum yanımda olsaydı onunla oynayarak bu aptal varlıkla uğraşmazdım.
Nihayet bizimkiler yanımıza gelmişti. Üzerime çeki düzen vererek bizimkilere döndüm.
“Al bebeğim,” diyerek bana yönelen Miray’a döndüğümde elinde telefonumu görmek beni mutlu etmişti.
“Teşekkürler.” Elime aldığım telefonu hızla arka cebime yerleştirdim.
“Hadi gidelim.” Ağabeyimin sesiyle Miray’ın gözleri tekrardan dolmuştu. Başımı iki yana sallayarak Yekta’nın ardından arabaya doğru ilerledim. Arka tarafa geçtiğim gibi başımı cama yasladım.
Onun önde oturmasını beklerken yan tarafta belirmesiyle şaşırdım. Çatık kaşlarımla etrafı süzdüğümde Miray’ın da bizimle geldiğini gördüm. Sabit tuttuğum yüz ifademle önüme döndüm. Tekrar eski pozisyonumu alarak beklemeye başladım. Fakat onun şu an yanımda bile olması zihnimi zora sokuyordu. Sürekli ona bakma isteğim garip bir şekilde beni ele geçirmeye çalışıyordu. Tabii inadım buna asla geçit vermeyerek benden yana oluyordu.
Kokusu bütün ortamı sarıp sarmalamıştı. Hafif geniz yakan bir kokuydu ancak rahatsız etmiyordu. Aksine baş döndürücü bir güzelliği vardı. Eskiden de böyle kokardı. Sadece barut kokusu eklenmişti. Bana baktığını fark ettiğim an bende gözlerimi ona çevirdim. Gözlerimi kısıp açtığımda umursamaz bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına.
Bir şey söylemek için dudaklarımı aralıyordum ki duyduğum kapı sesiyle vazgeçtim. Bakışlarımı yola dikerek tekrardan sessizliğe gömüldüm.
Aniden aklıma o köydeki hamile kadın geldi. İyi miydi? Doğumu gerçekleşmiş olabilir miydi? Peki ya Reyhan, iyi miydi? En son onu hamile kadını büyük bir tehlikenin pençesinden kurtardıktan sonra görmüştüm.
Köye ilk gittiğim gün yani onunla tanıştığım gün o da iyi şeyler yaşamamıştı. Büyük bir beladan kıl payı kurtulmuştu. Ve ben onun adına çok sevinmiştim. Yüzü zihnime düşünce gülmeden edemedim. Alper’le olan takışmaları çok komikti.
Ben adamı bayılttığımda yanıma koşarak gelirken ona çarpması ve Alper’in arkasından öylece bakıp kalması çok komikti.
Aniden öne savrulmamla birlikte düşüncelerim de savrulup gitmişti. Şaşkınca etrafa baktığımda arabanın önünde bir kadın olduğunu gördüm. Ağlıyordu. Şaşkınca ağabeyime baktım.
‘‘Ne oluyor?’’ Miray’ın sorusuna karşılık olarak kadın yardım isteyerek bağırdı.
‘‘Kızımı kurtarın! Lütfen. Boğuluyor!’’ Duyduğum şeylerle hemen arabadan indim. Kapıyı kapatma gereksiniminde bulunmadım. Hala kadının yanına gittim.
‘‘Önce sakin ol. Ne oldu?’’ Kadının gözyaşları art arda akıyor, durmak bilmiyor.
‘‘Kızım… Oyun oynuyordu. Boğazına…’’ Devamını getiremedi. Beni kolumdan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı. ‘‘Yardım et, lütfen.’’ Bir şey diyemedim. O kadar hızlı koşuyordu ki yetişmek için adımlarımı büyük büyük atmak zorunda kalıyordum.
Ara sokağa döndüğümüzde yere çökmüş, ağlayan bir adam gördüm. Kucağında da bebek vardı. Bizimkiler de arkamızdan bağırarak geliyordu. Kadının ellerinden kurtularak daha hızlı koştum.
Adamın yanına gittiğimde kucağındaki bebeği hızla aldım.
Adam ve kadın ağlayarak birbirlerine sarılıyorlardı.
Nabzını yokladım. Çok zayıftı. Solunumu neredeyse yoktu. Ten rengi iyice solmuştu. Hızla dizimin üzerine yatırarak sırtına beş tane güçlü bir vuruş yaptım. Biraz kıpırdanır gibi olduğunda tekrardan devam ettim. Aklıma gelen ihtimalle parmağımı ağzına attığımda kaygan bir cisimle temas ettim.
Kaşlarımı çatarak bebeğin minik dudaklarını biraz daha araladım. Baş parmağımı ve işaret parmağımı içeriye doğru ilerletip az önce temas ettiğim kaygan şeyi sıkıca kavradım. Hızla çektiğimde pembe renkli patlamış bir balon parçası olduğunu gördüm.
Bu hareketimle kucağımdaki bebek daha fazla hareket edip ağlamaya başladı. Ağlama sesini duyduğumda rahatlayarak yere oturdum. Bebeği yüz üstü çevirerek incelemeye başladım. Ten rengi yerine gelmişti. Nabzına ve solunumuna baktığımda yavaş yavaş normal hallerine geliyordu.
Bu soğuk havada küçücük beden için kan ter içinde kalmıştım. Sevinçle bir nefes aldım.
‘‘Allah’ım şükürler olsun.’’ Kadın hâlâ ağlıyordu ancak bu defa gözyaşları mutluluğun simgesiydi.
‘‘Siz olmasaydınız…’’ diyerek cümleye başlayan adam devamını getiremedi. Bir kolunu karısına atarak ona destek çıkmaya devam etti. Miray kadının yanına ilerlerken ağabeyim de adamın yanına ilerledi. İkisini sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
Bense yerimden kalkmadan kucağımdaki bebeğe bakıyordum. Sarışın bir bebekti. Kocaman yeşil gözleri vardı. Ağlaması devam ediyordu ama ilk seferki gibi şiddetli değildi. Elimin tersini yanağımda gezdirdim.
‘‘Geçti. Sen güçlü bir bebeksin. Geçti.’’
Kocaman gözlerini benden alarak yukarıya diktiğinde merakla baktığı yöne baktım. Kafamı kaldırdığımda Yekta’nın başımızda dikildiğini gördüm. Yüzünde tebessüm vardı. Yanıma eğilerek kucağımdaki bebeğe elini uzattı. Kocaman elleri dünyanın en narin parçasına dokunuyormuş gibi nazikçe bebeğin gözyaşlarına uzandı.
Bu hareketi çöp kutusuna attığım anılardan birini zihnime fırlatmıştı. Bunun sırası olmadığı için ben de aynı hızla anıyı tekrardan çöp kutusuna gönderderdim.
Tek tek gözyaşlarını siliyordu. O ana kadar ağlayan bebek sanki bunu bekliyormuş gibi susmuştu. Kıpkırmızı olan gözleri ve burnuyla kocaman bir şekilde Yekta’ya gülümsüyordu.
Şaşkınca bu tabloyu izliyordum. Bana gülmeyen bebek ona gülüyordu. Hem de kocaman! Moralim biraz bozulmuştu. Başımı iki yana sallayarak bu çocuksu kıskançlığı bir kenara attım. Soğuktan saçmalıyordum. Yanımıza gelen kadın hâlâ ağlıyordu.
Eğilerek kollarımın arasındaki bebeğini kucağına aldı. Kafasını sıkıca göğsüne gömdü. Bebek annesini görünce dudaklarını büzmüştü. Annesine naz yapacaktı. Minik bir tebessümle onları izliyordum. Yanıma eğilen Yekta ayağa kalkarken elini bana uzattı.
Şu an sinirimi ve gururumu bir kenara atacaktım. Yoksa titreyen ellerimle kendi başıma kalkamazdım. İstemeye istemeye elimi elinin içine bıraktım. Sanki o da bu anı bekliyormuş gibi elimi sıkıca tuttu. Bedenimi kendine doğru çekerek ayağa kalkmama yardım etti.
Ayaklarımın üzerinde durduğum an elimi hemen çektim. Üzerimi düzelterek birkaç adımla ondan uzaklaştım.
‘‘Siz yeni gelen doktor değil misiniz?’’ Duyduğum gür sesle bize doğru gelen adama döndüm.
‘‘Sanırım öyleyim.’’ Büyük bir mahçubiyetle ellerimi önümde birleştirdim.
‘‘Seni, bize Allah gönderdi doktor. Allah senden razı olsun. Sen olmasaydın kızım belki de kurtulamazdı.’’
‘‘Ben görevimi yaptım sadece.’’ Böyle durumlarda ne diyeceğimi bilemiyordum. Ve çok büyük saçmalıyordum.
‘‘Lütfen daha dikkatli olun. Küçük yutulabilen ve balon gibi tehlikeli cisimleri kızınızdan uzak tutun.’’
‘‘Daha dikkatli olacağız.’’
Gülümsediğim esnada esen rüzgarla üşüdüğümü farkettim. Bizim üzerimizde mont vardı ancak kadın ve adamın ince giyindiğini farkettim.
‘‘Hava çok soğuk daha fazla dışarıda durmayın. Bebeğe zarar gelmesin.’’
Şaşkınlıkla kafamı Yekta’ya çevirdim. Ona baktığımı fark edince ela gözlerini bana çevirip göz kırptı. İfadesiz bakışlarımı sürdürsem de bu hareketi içimde bir şeyleri kurcalıyordu. Hemen önüme dönerek ağabeyime baktım. Miray’la yan yana durmuşlar Yekta ve beni süzüyorlardı. Miray başıyla bizi işaret edip ağabeyimin kulağına bir şeyler söyleyince ağabeyimin yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Ne söylediğini anlamasam da ağabeyimin moralini bozmuş gibiydi. Çünkü ters ters bakmaya başlamıştı.
‘‘Tekrardan çok teşekkür ederim.’’
‘‘Lafı olmaz. Hoşçakalın,’’ diyerek arkamı döndüm. Daha fazla soğuğa maruz kalmalarını istemiyordum. Bakışlarımız onunla tekrar kesişince özlerinde anlamadığım bir şeyler vardı. Fakat üstünde çok durmadan arabaya doğru ilerlemeye başladım.
O da bu durumadan eksik kalmadan hemen arkamdan geliyordu. Arabanın sıcaklığı biraz iyi gelmişti.
Bizimkiler de geldiğinde tekrardan yola çıktık. Önce Miray’ı hastaneye bıraktık. Tabii bu da olaylı geçmişti. Miray’ın naz yapması, ağabeyimin dayanamaması. En sonunda Yeka’nın, ‘‘Madem dayanamıyorsun sen de kal kardeşim. Biz gideriz göreve,’’ demesiyle ciddiyete bürünüp, Miray’ı bırakmıştı.
Bu anlar yaşanırken ara ara gülüyordum. Ara ara da mide bulantısı geçiriyordum. En sonunda karargaha gidiyorduk. Biraz uzak olduğu için gözlerimi kapatarak zihnimi dinlendirmeye çalıştım.
Fakat her gözümü kapattığımda aklıma Yekta’nın bebeğe olan bakışları ve dokunuşları geliyordu. Kendime kızarak başımı kaldırdım. Oturur pozisyona gelerek yolu izlemeye başladım.
Yol su misali akıp gidiyordu ama bir türlü bitmek bilmiyordu. İyice sıkılmaya başlamıştım. Fakat uçacak halim yoktu ya el mecbur uslu uslu oturup dışarıyı izliyordum.
Uzun bir aradan sonra merhabaaaa
Sınav süreci yüzünden bir tık hayata küsmüş olabilirim ama tekrardan karşınızdayım.
Bölüm nasıldı?
Sizce diğer bölümde neler olacak???
Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayııınnnn lütfeeennn
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |