Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@e_nurr54

"Duru, Duru hadi kızım kalk artık." gözlerimi zorluka açmıştım. Uyku beni her an içine çekebilirdi o yüzden hızlıca gözlerimi kırpıştırdım. Ayılmak için kendime bir kaç saniye ayırdım.


Yavaşça yataktan kalktım, pencereden dışarıya baktım. Hava hâlâ karanlıktı.


"Saat kaç oldu anne?" bakışlarım Sarp'ın evinde geziniyordu. Kendi odasının ışığı yanmıyordu.


"Dokuzu geçti." şaşkınlıkla anneme döndüm, "O kadar oldu mu ya?"


"Oldu tabii. Neden yattın sen bu saatte? Normalde kendini kötü hissedince yatardın bu saatlerde." annem endişeli bakışlarını üzerime dikti.


"Hasta mısın yoksa?"


"Hasta değilim anne ama senin soruların sayesinde hasta olmak üzereyim." annem yanağıma hafif bir sille çaktı. Acımamıştı ama ben yanağımı tutarak, "Anne! Çok acıdı."dudaklarımı büzdüm ve ağlamak üzere gibi bir yüz ifadesi takındım. Annem de bu ufak şakaya kanmış gibi hemen yatağıma oturdu. Yüzümü elinin arasına alarak yanağıma kocaman sulu bir öpücük bıraktı.Sulu öpücüklerden nefret ediyordum. Annemde bunun farkında olduğu için inadına diğer yanağıma da sulu bir öpücük bıraktı. Yüzümü ekşiterek ellerimin tersi ile yanaklarımı sildim.


"Anne ya! Sevmiyorum böyle öpücüğü."


"Olsun. Ben öpmek istiyorum." dudaklarına tebessüm yerleştirip saçlarıma öpücük kondurdu.


"Anne, ilk görüşte aşk diye bir şey var mı?" annem yüzüme şaşkın şaşkın bakmaya başladı.


"Nereden aklına geldi bu soru?" annemin şaşkınlığını anlayabiliyordum. Çünkü bana hep 'Baban bana, beni ilk görüşünde vurulmuş.' derdi. Annemi üzmek istemezdim fakat bende yaşadığım travmaları tekrar yaşamak istemezdim. Soruyu sorduğuma pişman olmuştum. Annemin gözleri hafifçe dolmaya başlıyordu.


"Neyse çok önemli değil zaten. Sen sormadım say anne. Haydi kalk kahve yapacağım ikimize." diyerek ayaklandım.


"Kişiye göre değişir. İlk görüşte aşk tabii ki var. Ama bunu ilk zamanda ki duyduğu aşk ile devam ettirmesi gerekir. Aşk bir gün elbet biter. Bu kişilere bağlı. Kimi aşklar var mezara kadar, kimi aşklar var ancak yarına kadar sürer." annem gözlerini usulca kapattı. Bir tane göz yaşı, güzel gözlerinden firar etti. O göz yaşı annemin acısıydı. O göz yaşı annemin hayat ile olan mücadelesiydi. O göz yaşı annemin heba olan gençliği ve aşkıydı. Ve tüm bunların tek bir sebebi vardı o da babamdı.


Annemin döktüğü göz yaşı benim içimde ki yangını daha da fazla körüklemişti. Boğazıma oturan yumru ile sertçe yutkundum fakat asla geçmiyordu. Öyle bir ağlama isteği gelmişti ki göz yaşlarım aksa sel olacak kadar fazlaydı. Tek bir sıkıntı vardı o göz yaşları gelmiyordu.


Annem hızlıca göz yaşını sildi. "Sarp aşık olduğunu mu söyledi sana?" boş bakışlarımı anneme çevirdim. Cevap veremedim. Zaten annem herşeyi anlamıştı.


"Sessiz kaldığına göre, evet." tekrardan sessizliğimi korudum.


"Korkuyorsun değil mi?" annemin sorduğu soru ile cevapsız sorularımın cevabını bulmuş oldum. Yavaşça başımı sallamakla yetindim. Annem ellerimi avucunun içine aldı. Baş parmağı ile elimin tersini okşuyordu destek veriyormuş gibi.


"Bakışları," dediğinde anneme döndüm. "Sana olan bakışları çok derin kızım. Baban bile bana öyle bakmadı biliyor musun?" derin bir nefes aldı. Yavaşça verdi.


"O senin yaralı olduğunu bildiği için seni kırmaktan korkuyor. Sana kıyamıyor." annemin her bir kelimesi ile birlikte içimde anlam veremediğim duygular peyda oluyordu.


"Seni bilemem ama o çocuğun duyguları saf. Ben senin yerinde olsam ona bir şans verirdim."


"Şans verdim zaten." sesim çok tuhaf çıkmıştı. Anneme döndüğümde gözlerinin parladığını gördüm. Resmen yüzünde güller açmıştı.


"Gerçekten mi?" başımı salladım sadece. Annemin yüzüne bakmaya çekiniyordum, bu tür konularda hiç utanmazdım ama ilk defa bu denli utanıyordum. Annem çenemi tutarak ona bakmamı sağladı. Hafif bir kıkırdama eşliğinde, "Utandın mı sen?" bakışlarımı tekrar yere indirdim. "Anne ya. Yapma şunu, utanmadım."


"Haydi oradan. Seni ben doğurdum, ben. Bir bakışından anlarım neler hissettiğini."


"Az buçuk utanmış olabirim." annemin tebessümü minik bir kahkaha hâlini almıştı.


Ona baktığımda ne kadar güzel olduğunu tekrar gördüm. Annemin saçları benim aksime kısaydı. Kahverengi gözleri, kiraz kırmızısı dudakları, biçimli burnu ile annemin bir benzeriydim. Ona benzediğim içim çok şanslıydım. Mazallah babama da benzeyebilirdim.


Hızlıca kalktım biraz daha burada oturursak annem çocukluğumdan da bahsetmeye başlardı. En az on saat küçükken dövdüğüm çocukları anlatırdı.


Küçükken biraz fazla agrasif bir yapım vardı. Özellikle de erkeklere karşı. Genelde saçlarıma dokunmaya çalışanları döverdim.


Annem asla kızmazdı bana. Hatta ödül olarak o akşam en sevdiğim yemekleri yapardı. Annem ile anne kız ilişkisi değilde yakın arkadaş gibiydik.


"Ben kahve yapıyorum ikimize sende oturma odasına gel." diyerek annemin cevap vermesini beklemeden doğruca mutfağa gittim. Alelacele cebime sıkıştırdığım telefonu elime alıp kilit ekranını açtım. Birkaç arama vardı ama hiçbiri Sarp'tan değildi. Moralim bir tık bozulmuştu. Telefonu neredeyse masaya fırlatarak bıraktım.


Kahve makinesine iki kişilik olacak şekilde kahve ile suyu ilave ettim. Başlat tuşuna bastım ve aynı zamanda fincanları tepsiye yerleştirdim. Orta boy bardaklara da maden suyu doldurdum. Annem bu ikiliye bayılırdı.


Makineden ses gelmesi ile birlikte kapatıp fincanlara kahveyi doldurmaya başladım. Bol köpüklü olmuştu. Telefonumu cebime atarak oturma odasının yolunu tuttum. İçeriye geldiğimde annemin burada olmadığını gördüm.


"Anne! Neredesin?" dediğim sırada annem arkamda belirdi. Ona dönünce hazırlandığını gördüm. 'Nereye?' der gibi bir bakış attım. Tabii ki annem bunu anladı ne de olsa beni o doğurmuştu değil mi?


"Şirkete gitmem gerekiyor tatlım. Müdür Bey acil olarak bir toplantı düzenlemiş. Sen beni bekleme istersen uyu, geç gelme ihtimalim var." bu habere üzülmüştüm çünkü ben kahve içerek biraz dedikodu yaparız sanmıştım.


"Yani kahve saatimiz yine mi yalan oldu?" annem o sırada ayakkabılarını giymeye çalışıyordu.


"Merak etme sana kahve arkadaşı buldum." cümlesini bitirmesi ile kapının çalması bir oldu. Eğildiği yerden doğrularak eteğini düzeltti. Başıyla kapıyı işaret ederek, "Geldi bile." kapıyı açtığı anda içinde kaybolmak istediğim yeşillikleri gördüm. Tam gözümün içine bakıyordu. Gecesnin etkisi miydi bilmiyordum ama gözleri etrafa daha da koyu bakıyordu.


"Sarp, hoşgeldin oğlum. Nasılsın?" annem Sarp'a yol vererek içeri geçmesini sağladı.


"Hoşbuldum. İyiyim Nazan Teyze sen nasılsın?" konuştu İstanbul beyefendisi.


"Bende çok iyiyim oğlum. Siz duruyla oturun istediğiniz kadar, benim acil işe gitmem gerekiyor." annem hızlıca kapıdan çıktı, çantasını koluna atıp yanağıma tekrardan sulu bir öpücük kondurdu.


"Anne!" annem kahkaha atarak bahçeden çıktı.


Kapıyı kapattığımda elimin tersi ile yanağımı sildim. Bunu gören Sarp hafifçe güldü.


"Ne oldu?"


"Hiç. Gülmek istedim öylesine." aynen kesin öylesinedir.


"Gel haydi, balkona gidelim. Kahveler daha fazla soğumadan içelim." oturma odasından tepsiyi alarak balkona doğru ilerledik. Tepsiyi masanın üzerine yerleştirip sandalyeye oturdum. Hava çok soğuk değildi. Sonuçta daha Eylül ayının başlarındayız. Sarp'ta tam karşıma oturdu. Cebinden sigara paketini çıkardı. İçinden bir dal sigara ve çakmak çıkardı.


"Sigara mı içeceksin?"


"Evet ama seni rahatsız ediyorsa içmem."

"Yok, hayır. İç sen." dedim ama sigara dumanı ciğerlerimi yakıp küle dönüştürüyormuş gibi hissediyordum. Sandalyemi belli etmeden iki üç santim yana kaydırdım. Kahve finacanımı elime aldığım sırada Sarp çoktan sigaranın ucuna ateşe vermişti. Önce derin bir nefes çekti sigarasından, bir kaç saniye dumanı öylece içinde tuttu. Sonra usulca bıraktı. Dumanlar gecenin karanlığında dans ederek göğe yükseldi.


Sigaranın rahatsız edici kokusu ciğelerime dolduğunda hafifçe öksürdüm. Sarp hemen bana döndü, kaşlarını çatarak "Madem rahatsız oluyorsun ne diye açıkça söylemedin be güzelim." güzelim mi? Dumanın ciğerimi rahatsız ettiğini unutup ona hülyalı bakışlar atmaya başladım. Hızlıca sigarasını söndürüp kutusuna geri koydu.


"İçmek istiyorsan iç. Uzak tarafa geçerim ben."


"Hayır. Şu zımbırtı yüzünden uzaklaşma. İçmem daha iyi." dediği sırada alttan elini uzatıp sandalyemi daha çok yaklaştırdı. Aramızdaki masaya ters bir bakış attı. Beni yanına çekmekle yetinmeyip masayı ileriye itti. Daha sonrasında sandalyemi tekrar kendisine çekti. Dudaklarımdan hafif bir çığlık firar etti. Sarp ise bu duruma hafifçe güldü.


"Doruk aradı beni," diye söze girdiğinde bakışlarımı ona çevirdim.


"Doruk mu?" şaşırmıştım. Başını sallayarak söze devam etti, "Tekrardan bir piknik yapmak istediğini söyledi. Geçen sefer yaptığımızı çok beğenmişler."


"Beğenirler tabii mercimeği fırına vermişler nasıl olsa."


"Ne dedin?" hassiktir. Ben bunu sesli düşünmüş olamam. Lütfen öyle bir şey olmasın. Salağa yatarsam belki anlamaz.


"Ne dedim?" diyerek sorusuna soru ile karşılık verdim.


"Bir şey dedin. Mercimek fırın falan, ne dedin?"

"Öyle bir şey demedim." Zaten dip dibe olduğumuz yetmiyormuş gibi daha da dibime girmişti. Burunlarımızın arasında ki mesafe yok denecek kadar azdı.

"Dedin, dedin. Bu kulaklar çok iyi duyar."

"Demek ki duydun dediğim şeyi. Ne diye tekrar soruyorsun?"

"Tekrar duymak istiyorum belki." yok vallahi böyle olmayacak. Tam dibimde dururken tam olarak neyden bahsettiğimizi bile unutmuştum.

"N-neyi?" kahretsin. Çocuğun karşısında kekelemiştim. Bravo, Duru.

"Az önce söylediklerini."

"U-unuttum." kendimi şuan balkondan atmak istiyordum. Kızardığıma yemin edebilirim. Gözlerim dudaklarına kaydı. Çok güzel ve parlak duruyordu. Hangi glossu kullanıyordu acaba? Yok artık saçmalama istersen Duru. Boğazımı temizleyerek kendimi geri çekmeye hazırlanırken belimde ellerini hissetim.


"Uzaklaşma, burada otur." gözlerine baktığımda yutkundum. Böyle olmaması gerekiyordu. Ondan etkilenmemem, ona güvenmemem gerekiyordu. Karnımda ki yaralı kelebekleri tekrar hayata döndürmemesi gerekiyordu. Ama bu saydıklarımın hep tam tersi olmuştu. Ondan etkilendim, yavaştan güvenmeye başladım. Karnımda ki kelebekler ise kanatlarının yaralı ve kırık olmasına rağmen inatla harekete geçmişti.


"Kucağına mı oturayım istiyorsun. Dibindeyim zaten." dedim kendimden ödün vermeyerek.


"Zamanla o da olur yavrum. Şimdilik dibimde dur." kulağıma sela sesi geliyor sanırım. Ölmüşüm, bitmişim, erimişim. Erkeksi sesi iyiden iyiye mayıştırıyordu beni. Şaşkın şaşkın gözlerine bakıyordum. O ise daha da etkilemek ister gibi dudaklarına çapkın bir gülümseme yerleştirmişti. Boğazımı temizleyerek masaya yöneldim. Kahve fincanımı aldım. Hâlâ sıcacıktı. Bir yudum aldım ve içimi ısıtmasına izin verdim. Normal bir kahveydi ama bugün tadı ayrı bir güzel geliyordu. Kahvenin sıcaklığı ile yüzüme sıcacık bir tebessüm bıraktım. Uzakları izlemeye başladım. Yaklaşık üç dört ay önceki halim aklıma geldi.


Evden çıkmayan, kitaplara ve tamamen sanal dünyaya gömülü olan, ben. Aldatılmanın verdiği çöküş ile hayat enerjim elimden alınmıştı. Başımı omuzuna yaslayıp ağlayacak ve dertleşecek bir babaya ihtiyacım vardı fakat o da yoktu.


Muhtemelen diğer karısının yanında, çocuğu ile vakit geçirmekle meşguldü.


Ben düştüğümde çoğu zaman kendim kalktım. Çoğu zaman ise annem kaldırdı. Ağladığım zaman hep yalnızdım. Mutlu olduğum zaman, bir şeyler başardığım zaman hep yalnızdım. Annem vardı ama ben yine de kendimi yalnız hissediyordum. Bir yarım hep yarımdı, hepte öyle kalacak.


Bunları düşünürken üzerime bir hüzün çökmüştü. Gözlerimi uzaklardan çekmeden elimde ki fincanı masaya bıraktım. Arkama yaslandığımda başımı Sarp'ın omuzuna yasladım. Sarp bu hareketimi beklemiyor olacak ki başını hafifçe bana çevirdiğini hissettim. Sonra da saçlarımda bir nefes ve bir öpücük. İşte bu iki şey kalbimin mum gibi erimesine yetmişti. Bir elini omuzuma atarak orada ki saçlarımla oynamaya başladı.


Dertli bir nefes aldı.


"Ne oldu?" diye sordum. Merak etmesem ölürdüm çünkü.


"Hiçbir şey, güzelim." bende bunu yedim ve yuttum.


"Yalana bak sen," dedim inanmayan bir ses tonuyla.


"Ne yapacağım ben seninle böyle? Çok seviyorum ama duvarlarını kıramıyorum. Bir türlü o duvarları geçemeyeceğim sanırım." dediğinde saçlarımdan bir nefes daha çekti. "Bu kokun bile yetiyor beni mest etmeye." ama sen böyle dersen ben nasıl ağırdan alacağım.


"O zaman beraber yıkarız biz de bu duvarları." dedim ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyordum. O böyle güzel sözler söyleyince ben adeta dut yemiş bülbüle dönüyordum.

"Gerçekten mi?" sesinde çocuksu bir tını vardı. Bu koca cüsseye böyle çocuksu bir sevinç biraz fazla garip duruyordu.

"Bana sadece şu bir haftada ne yaptın bilmiyorum ama kendimi senden alamıyorum." ilk defa ona bu kadar dürüst olmuştum sanırım. O güzel yeşillikleri parlamaya başlamştı. Sanki ormanında hep kar yağmışta benim bu cümlemle birlikte güneş açmış, çiçekler, böcekler canlanmıştı. Kuruyan ve rengi solan ormanı bir anda canlanmış ve tekrardan yeşillenmişti.

"İnan bende ki durumlar daha karışık." omuzundan başımı çektim ve gözlerine odaklandım. Havada süzülen bir kelebektim o ise kasırga. Farkında olmadan onun kasvetine kapılıyordum. Kendi halimde takılırken onun fırtınası ile yüz yüze geliyordum. Ona karşı koymak, tavuk dürüm ve eklerimden vazgeçmek ile eş değer şeydi.


Sıcacık elleri yanağımdaydı. Baş parmağı yavaşça yanağımı okşuyordu. Alnına düşen hafif kıvırcık tutamlara gitti elim. Yumuşacıktı saçları. Hatta benim saçlarımdan bile daha yumuşak olabilirdi. Bir ara şampuan markasını sormam gerekiyordu. Yüzünü yüzüme daha fazla yakınlaştırmaya başladı. Kalbim, göğüs kafesini parçalamak istercesine deli gibi atmaya başlamıştı. Gözleri dudağımdaydı. Umarım düşündüğüm şeyi yapmıyordur. Diye düşünürken git gide daha fazla yaklaştı. Gözlerimi kapattım çünkü daha fazla açık tutmaya cesaretim yoktu. Dudaklarımın tam kenarında sıcaklık hissetim. Kalbim biraz daha hızlı atarsa malum bir yerimden fırlayıp balkondan aşağı düşecekti.


Aylar önce kaybolan o his tekrar geldiği için yarım kalan her ne varsa tamamlamaya karar vermiştim. Arkadan soft bir müzik açarak fırçalarımı elime aldım. Tuvalin üzerindeki ince örtüyü kaldırdım ve yan tarafa dikkatlice koydum. Boyalarımı palete azar azar döktüm. Yeşil boya ile kadının üzerindeki sarmaşığın ince detaylarını boyamaya başladım. Bu resmi hemen bitirmek istemiyordum. Benimle birlikte yavaş yavaş şekillenip, büyüsün istiyordum. En uzun süren tuval bu olacak sanırım.


Saatler birbirini kovalarken kadının bütün detayları bitmişti. Sadece koskoca okyanustan oluşan erkek figürünü tamamlamak kalmıştı. Fakat biraz daha burada durursam uykusuzluktan başım her an düşebilirdi. Önlüğü çıkardım paleti ve fırçaları odada bulunan minik sehpaya öylece bıraktım. Tuvalin üzerini örttüm, müziği kapattım. Telefonumu alarak odadan çıktım. Kapısını iyice kilitledikten sonra odamda bulunan lavaboya ilerledim. Ellerimi bir güzel boyalardan arındırdım. Yatmadan önce her zaman yaptığım bakım rutinimi tamamladım.


Odayı biraz havalandırmak amacıyla pencereye yöneldim. Perdeyi araladım ama keşke aralamasaydım. Sarp balkonda duruyordu. Sorun Sarp'ın balkonda durması değil, karşısında bizim yaşlarımızda, benden katbekat güzel olan ve göz rengi Sarp'ın gözleriyle aynı olan bir kızın olmasıydı. Çok neşeli görünüyorlardı. Sarp kıza, kızda Sarp'a çok güzel bakıyordu. O an içimde değişik bir duygu belirdi. Çok tuhaf bir şeydi. Daha önce asla böyle bir duygu hissetmediğime yemin edebilirim. Fenasal bir şey kaynıyordu içimde.


Sarp'ın sadece yan profilini görebiliyordum. Kızın tüm yüzü gözümün önündeydi. Tam sinirle perdeyi kapatıyordum ki kız elini Sarp'ın saçlarına doğru uzattı. Sarp ise hiçbir şey yapmadı. Öylece karşısında ki kişinin saçları ile oynamasına izin verdi. Elim perdede donup kaldı. O da mı bana yalan söylemişti? O da mı benimle oynamıştı? Ya da zor mu gelmişti, beni iyileştirmek, kalbimin zincirlerini kırmak. Sinirden kıpkırmızı olduğumu hissediyordum.


Daha fazla bu görüntüye şahit olmak istemediğim için hızlıca perdeyi kapattım. Işığı da kapatarak yatağıma yattım. Kimdi acaba o kız? Yoksa Sarp, Bora tarafından benimle dalga geçmesi için tuttukları bir arkadaşı mıydı? Yok artık o kadarda olamaz. Sonuç olarak Doruk ile tanışıyorlar. Doruk, Sarp'ta bir sıkıntı olsa söylerdi muhakkak. Kafamda ki sonu olmayan bir milyon soru beni bırakma zahmetine girmiyordu. Sağa ve sola kaç defa döndüm hiçbir fikrim yoktu.


Bu durum canımı sıktığı için merakıma yenik düşerek ayağa kalktım. Penceremin önünde durdum. Perdeyi sadece dışarıyı görecek kadar araladım. Sarp oradaydı fakat bu kez o kız yoktu. Sarp ve dudağından düşmeyen sigarası vardı. Sigara gibi kötü bir aygıtın bir insanın dudaklarına yakışması çok saçmaydı. Kendini zehirliyordu ama bu onu çekici yapıyordu. Tam geri çekilmeye yelteniyordum ki o yeşillikler beni buldu.


Ah o yeşillikler.


Korku ve heyecandan dolayı kalbim resmen boğazımda atmaya başlamıştı. Beni gördüğü an gülümsedi. Ben görünmediğimden çok emindim fakat onun sigara içişini izlerken perde kara delik gibi açılmış. Sürekli rezil olmaktan yoruldum. O ise beni yakalamaktan yorulmadı.


Aceleyle perdeyi kapattım. Yan tarafa koca bir adım attım. Sırtımı duvara yaslayıp gözlerimi kapattım. Salaktım gerçekten, koskoca bir salaktım. Yok olmak istiyordum. Çocuğa rezil olduğum her saniye buharlaşıp yok olmak istiyordum. Kaderimde sürekli bu çocuğa rezil olmak var sanırım. İçimden kendime sayısız küfürler ediyordum.


Telefonun aniden çalması ile resmen yerimde zıpladım. Masaya doğru ilerlediğimde Sarp'ın aradığını gördüm. Utançtan kıpkırmızı olmuştum. Açmak ve açmamak arasında gidip geliyordum. Ben düşünene kadar gelen çağrının süresi dolmuştu. Tabii Sarp durur mu iki saniye geçmeden tekrar aradı. El mahkûm aramayı cevapladım.


"Efendim," diyerek ne diyeceğini bekledim.


"Hasretime dayanamadın sanırım. Pencerelerden gizli gizli izlemeye başladın." görmeyecek olsa bile göz devirdim.


"Ne alakası var. Havayı kontrol ediyordum sadece."


"E hava nasıl? Yakışıklı ve kaslı mı?" Egolu Eşek işte başka ne olabilirdi ki.


"Aksine, ukala ve gıcık." duyduğu şeyle birlikte gülmeye başladı.


"Eminim öyledir."

"Sen hava durumunu bana soracağına yakın temasta sohbet ettiğin kızlara sorsana." bravo Duru. Trip atıyorum bir de çocuğa. Ama ne hakla?

"İnan senden başka kızlarla yakın temas ilgimi zerre çekmiyor."

"Ama kızlar ilgini çekiyor yani, öyle mi?" of biri benim ağzıma terlik ile vurabilir mi? Kendimi durduramıyorum.

"Ben öyle bir şey mi dedim şimdi?"

"Söylemesen de şahit oldum zaten." mırıldanarak söylemiştim lakin o Egolu Eşek duymuştu.

"Neye şahit oldun? Düzgünce anlatsana be güzelim." bak işte bu silahı bana karşı kullanmamalıydı. Erimeye yer arayan bir kalbim vardı zaten. O da inadına eritmeye çalışıyordu.

"Az önce bir tane kız ile konuşuyordun orada. Hatta kızın saçlarına dokunmasına da izin verdin." dedim. Dürüstçe anlattım çünkü kullandığı ses tonu beni sarhoş edip, asla yalan söylememe müsade etmiyordu.

"Tüh yakalandım galiba." ne?! Yakalandım ne demek ya. O da bana mı yalan söylemişti. Benim kaderimde tamamen yalnızlık vardı işte. Mutluluk bana haramdı.

"Aptal herif! Ne diye seni seviyorum diyerek aklımı karıştırdın. Konuştuğun varsa ne diye ilk görüşte bana aşık olduğunu söyledin! Niye?"

Sinir katsayım git gide artıyordu. Bu defa utançtan değil sinirden kıpkırmızı olmuştum. Tam telefonu kapatacakken,


"Kardeşim o benim. Adı da Serap." dediğinde donup kalmıştım. Boşu boşuna sinir olmuş, çocuğu kardeşinden kıskanmış ve üstüne üstlük neredeyse sövme derecesine gelmiştim. Yine ve yine rezil oldum. Ama hepsi Egolu Eşek yüzünden. Eğer şaka yapmasaydı bende sinir olmaz ve o kadar yükselmezdim.


"Sanki kıskanmış gibisin beni. Tam anlayamadım ama az önce kıskançlıktan telefondan portal açarak yanıma ışınlanacak ve beni döveceksin sandım." utanmaz herif. Kahkaha atıyordu bir de. Daha fazla konuşmaya devam edersek sinirden bayılacaktım. Hızlıca telefonu kapattım. Kapattığım gibi de telefonu yatağa fırlattım. Gözlerimi kapatarak derin derin soluk alıp vermeye başladım. Dalga konusu olmuştuk bir de.


O kadar çok sinir olmuştum ki dudaklarımı yemeye başlamıştım. Bir sağa bir sola volta atıyordum. Derken kapı çaldı. Büyük bir ihtimalle annem gelmişti. Acele etmeden aşağı indim. İyi de annem olsa anahtarı ile açardı kapıyı. Kapının deliğinden bakmaya çalıştım fakat zifiri karanlıktı. Kesin Sarp gelmiştir. Aklınca gönlümü almak için bu saatte kapıya kadar gelme zahmetinde bulunmuş ama nafile. Benimle dalga geçmeden önce düşünmeliydi.


"Kim o?" diyerek bir soru yönelttim.


"Hırsız!" sabırı kalmamış bir ses tonuyla söylemişti. Minik bir kahkaha patlattım.


"Çaldığınız kalbi mi getirdiniz, beyefendiciğim?"


"Ne münasebet! Çaldığım şeyler sonsuza kadar benimdir. Özellikle de sizin kalbiniz." hocam bir saniye ben hemen eriyip geliyorum. Gıcık falan ama kaleyi içten fethediyor. Tabii ki bunu ona belli etmeyecektim.


"Tabii tabii kesinlikle öyledir. Bence siz evleri karıştırdınız."


"Karıştırmadım aç artık şu kapıyı. Kök saldım burada."

"Açmayacağım kusura bakma. Kızgınım sana."

"Yavrum biliyorum zaten bana kızgın olduğunu bu yüzden geldim ya bu saatte kapına."


Sarp böyle şeyler söylerken aklıma Bora ile olan ilişkim geldi.


Beni hep kırar ve sinir ederdi ama hiçbir zaman gönlümü almaya gelmezdi. Bırakın yanıma gelmeyi özür içeren bir mesaj dahi atmaya tenezzül etmezdi. Her kavga sonrasında en az iki üç hafta yazmaz ya da aramazdı. Ben de o iki hafta yasa boğulur en sonunda da Bahar'ın ısrarı ile dışarı çıkardım. Dışarı çıktığım zaman ise muhakkak bulunduğum mekanı bulur ve beni oradan uzaklaştırırdı. Yalnız kaldığımızda da 'Biz bu haldeyken nasıl dışarı çıkarsın?" diyerek psikolojik baskı yapardı. Tabii bende büyük bir aptal olduğum için bir hafta özür dileyerek peşinde yavru köpek gibi dolaşıyordum. O da en sonunda affediyordu. Fakat her arkadaş ortamında beni küçük düşürüyordu. Şimdi düşününce nasıl böyle bir aptallık ettiğimi sorguluyorum. İyi ki beni aldatmış diyorum ama aldattığında ise çok ağlamış ve bütün hislerim kaybolmuştu.


Benim hislerim kayıp ve bu hisleri beraber tekrar bulabileceğim biri gerekiyordu. Sanırım bu kişi Sarp'tı. O olmasa bile onun olmasını dilerdim. İnsana verdiği güven ve sevginin tarifi yoktu.


"Güzelim orada mısın?" sesi ile düşüncelerimden sıyrıldım. Eğer fazla naz yaparsam onu kendimden soğutacağımı sanıyorum. Bu yüzden ona dozunda yaklaşacağım.


"Buradayım." elim istemsizce kapı koluna gitti. Ve yavaşça aşağı itere kapıyı açtım.


Manyağı olduğum o harika yeşillikleri görünce içime enfes bir duygu doldu. Kapıyı açmamla birlikte Sarp'ın üzerime doğru yürümesi bir oldu. O bana bir adım attı bende geriye bir adım attım. O bana doğru ben ise geriye doğru. En sonunda sırtım buz gibi duvarla temas ettiğinde durdum. Sarp'ın kolları başımın iki yanındaydı. Üzerime doğru eğilmiş bir vaziyette duruyordu. Duvar ile onun kas yığını bedeni arasında sıkışıp kalmıştım. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu.


Gözlerini her zaman olduğu gibi dudaklarıma dikmişti. Bu çocuğun da aklı fikri öpüşmekteydi sanırım. Avuç içlerimin terlediğini hissettim. Hislerimizden emin olana kadar beni öpmesine izin yoktu. O an kendimden hiç beklenmedik bir şey yaptım. Kafasını iki yandan kavrayarak alnına kocaman bir öpücük kondurdum. Gözleri fal taşı gibi açılmış halde bana bakıyordu. Bu şaşkınlığından faydalanarak eğilip dışarıya doğru kahkaha atarak koşmaya başladım. Ayağımda sadece çorap vardı ama bahçede çim olduğu için sıkıntı yoktu.


Sarp üzerinden şaşkınlığını atıp benim arkamdan gelmeye başladı. Ortada bulunan masanın bir ucuna geçtim. O da diğer ucunda yapacağım ufak bir atakta beni yakalamak için bekliyordu. Sanki ormanda ceylanı avlamak için bekleyen aslan gibi pusuya yatmıştı. Bu durum çok komik olduğu için istemsizce bir kahkaha döküldü dudaklarımdan.


"Kız gelsene buraya. Gülüyor bir de." o böyle yaptıkça daha çok gülesim geliyordu. Ve asla kahkahalarıma engel olamıyordum. Gülmekten kasıklarıma giren ağrıyla hafif yüzümü buruştursam da hâlâ gülmeyi bırakmamıştım. Benden bir atak gelmeyince o sağa doğru bir adım attı ben ise sola doğru. "Ya gelmesene canavar." gülmekten kelimeler ağzımdan zar zor çıkıyordu.


"Göstereceğim ben sana canavarı da gülmeyi de. Hele bir elime geçireyim seni." Hafif yüzü asılmıştı ancak gözlerinin içi gülüyordu. O sağa doğru kaydıkça bende sola doğru kayıyordum.


"Ya gelmesene üzerime, canavar!" diye cırladım. Gözlerim bahçe kapısını buldu. Şanslı günümde olmalıyım ki kapı açıktı. Ona çaktırmadan masadan uzaklaştım. Aklıma gelen bir fikirle, "Sarp! Saçında böcek var kocaman!" diyerek korkmuş gibi bir yüz ifadesi takındım yüzüme. O da buna kanıp hemen ellerini saçının arasına daldırıp saçlarını silkelemeye başladı.


O saçı ile uğraşırken hızlıca arkasından geçerek bahçe kapısına doğru son gücümle koştum. Sitenin içinde ki sokağa çıktım.


"Seni yalancı. Gel buraya kaçma." sesini çok yakınımda duymam ile birlikte daha da hızlı koştum. Ayağımda çorap olmadığı için hafif acımıştı ama bu eğlence acıyı bastırmaya yetiyordu.


"Bak ayağında terlik falan da yok ayakların acır. Koşma artık." Ay bir de beni düşünüyor. Yiyeceğim sanırım bu Kaslı Eşeği. Bir anda bir şey oldu, ayağım ufak bir engebeye takıldı. Düşeceğimi anladığım an gözlerimi kapatarak kendimi zemine yapıştırmaya hazırlamıştım. Vücüdum sert bir şeyle sarsıldı fakat bu sertlik yüzümde veya karnımda değildi. Tam olarak sırtımdaydı.


Gözlerimi yavaşça araladığımda yere yapışmama minimum beş santim olduğunu gördüm. Bellerime dolanan kolları ve sırtımın aslında yere değilde Sarp'ın, kaslı gövdesine deydiğini fark ettim. Haydi ama biz normal insanlar gibi duramayacak mıyız? Sürekli ten tene geliyorduk.


"Yakaladım seni," diyen erkeksi sesi kulaklarımı doldurdu. Kalbim resmen boğazıma gelmişti Korkudan mı yoksa heyecandan mıydı? Orası muamma.


"Afferin, sal bakayım şimdi beni. Her an asfalt ile öpüşebilirim." demeye kalmadan hızlıca beni geri çekti. Ufak bir beyin sarsıntısı yaşadım ama iyiyim devam edebiliriz.


"İlk ben öpmeden asfalta ne oluyor?" gülmemek için kendimi zor tutuyordum ama gülmemem gerekiyordu.


"Sen beni asfalttan mı kıskandın, ben mi yanlış anladım?" tek kaşımı havaya kaldırarak ona bakmaya başladım.


"Ya ne kıskanacağım kızım. Banane kimi öpüyorsan öp." öyle mi Sarp efendi görürsün şimdi.

"O zaman iyi. Eski flörtümü çağırmamda sıkıntı yok yani. Kıskanmazsın değil mi?" Gözlerini kocaman açarak, "Ne?" Yüz ifadesi dehşete düşmüş gibiydi.

"Kimi öpüyorsan öp demedin mi?"

"Demedim."

"Hayır, dedin. Şimdi izninle eski flörtümü aramaya gidiyorum." Aslında tamamen onu çıldırtmak için yapıyordum eski flörtüm falan yok. Tam arkamı dönmüş gidiyordum ki kolumdan yaklayarak beni kendine çekti. Sırtım tekrar göğüsü ile buluştu.

"Kıskanıyorum. Seni çok kıskanıyorum, anlıyor musun? Sadece bana ait ol istiyorum, sadece benim ol istiyorum. Çok şey istiyorum farkındayım. Hepsi de imkansız biliyorum ama imkansızları oldurmak için herşeyi ortaya koymaya hazırım." ama hocam bu çocuk böyle yaptıkça ben nasıl dayanacağım? Haksızlık var buarada.

"Bana inanmamakla haklısın. Güven sorunun var, en önemlisi de bir hafta da nasıl bu kadar sevdiğimi sorguluyorsun, biliyorum. Ama tutuldum sana, anla beni. Deli ediyorsun beni." her söylediği söz kalbimde ki ısıyı daha da arttırıyordu.


Aslında üç günlük dünyada yapmak istediğimiz bir çok şeyi erteliyoruz fakat ölümün bize erkenden gelmeyeceği ne malûm. Bu yüzden vaktimiz varken herşeyi dolu dolu yapmamız daha doğru olur. Kelebelerin ömrü bir gün diyoruz ama kendi ömrümüz kaç gün? Bunu bilmiyoruz ve sürekli bir şeyleri erteliyoruz.


"Sende beni deli ediyorsun. Ne yaptın şu bir hafta da bana biliyorum ama daha önce tatmadIğım duyguları tattım. Sana inanıyorum fakat korkuyorum." Düzenli olan nefesi bir anda düzensizleşti. Sırtımın üzerindeki bedeni öylece kaskatı kaldı. Heyecanlanmıştı. Bunu anlamak tebessüm etmeme neden oldu.


"Şu pozisyonumuzu değiştirsek mi? Yalnış anlaşılıyoruz." hemen ellerini gevşetti, kendini benden uzaklaştırdı. Tam bende kendimi geri çekiyordum ki ayaklarım bir anda yerden kesildi. Dudaklarımdan bir çığlık koptu. Manyak herif beni kucağına almıştı.


"İndirsene beni aşağıya!" diyerek ayaklarımı aşağı yukarı sallıyordum. Benim ufak çaplı kurtulma girişimimden dolayı Sarp ayakta durmakta zorlanıyordu.


"Ya dur bir, ayağında terlik yok o yüzden aldım kucağıma. Ayaklarına taş batmasın diye." Egolu Eşek'e bak sen, beni de düşünürmüş.


"Hızlı ol o zaman! Şimdi birileri görecek," dediğimde daha da hızlandırdı adımlarını.


Bizim bahçeye girdiğinde direkt eve yöneldi. Kapının girişinde indirince hemen kirlenen çoraplarımı çıkarıp lavaboya doğru gittim. Çorabı kirli sepetine atıp ayaklarımı da güzelce temizledim. Aynada bir anlığına kendimi gördüm. Normalde göz altlarım mor, yüzüm asık, cilt rengim soluk ve gözlerimde ki ışık olmazdı fakat bu saydıklarımın tam tersi vardı. Göz altı morluklarım yok, yüzüm gülüyor, cilt rengim daha canlı ve en önemlisi gözlerimde ışık vardı. Çok tuhaf.


"Duru!" Sarp'ın sesini duymamla birlikte, "Geliyorum!" diyerek sesimi duyurmak için bende ona geri bağırdım. Kapıyı açarak onun olduğu yere gittim.


"Ne oldu?"


"Nasıl, ne oldu?"


"Neden geldin?"


"Hasretine dayanamadım da, bir gelip göreyim dedim." Göz devirerek bahçeye yöneldim.

"Hava soğuk, üşürsün." Omuz silkerek bahçedeki sandalyenin birine oturdum. Bacaklarımı kendime çekerek rahat bir pozisyonda oturdum. O da arkamdan geleek tam karşımda ki sandalyeye kuruldum. Bir süre öylece birbirimize baktık. Sadece baktık. Biraz sonra yüzüne hafif bir tebessüm yerleştirdi. Yine aklına ne getirdi de böyle gülüyor, Allah bilir.

"Sen beni kardeşimden mi kıskandın?" sorduğu soruyla bakışlarımı tam gözlerinin içine diktim. Kan hücreleri yanağıma doğru hücuma geçti. Nefret ediyordum bu durumdan. Ne zaman utansam veya sinirlensem yanaklarım kıpkırmızı oluyordu. Ama nasıl kırmızı gecenin zifiri karanlığında bile fark edilecek kadar kızarırdı.

"Hayır," dedim. Yalan söyledim, kıskanmıştım.

"Duyamadım. Evet dedin sanki," diyerek ukala bir şeklilde sırıtmaya başladı. Gözlerimi kısarak yüzüne ters ters bakmaya başladım. Cevabını zaten biliyor bir de beni gıcık etmek için bana tekrar soruyor.

"O, güzel ağızının dağılmasını istemiyorsan sus lütfen." gözlerini koacaman açarak kısa bir kahkaha sundu gökyüzüne doğru.

"Kız sen ormanda mı yetiştin? Vahşi Domates seni." Bu sefer gözleri kocaman aça sırası bendeydi. Vahşi Domates demişti bana, değil mi? Yalnış duymadım.

"Vahşi Domates?" sorgularcasına yüzüne bakmaya başladım. Başını salladı evet dercesine. Galiba 'Domates' kısmı yanaklarım kıpkırmızı olduğu içindi.

"Hah sen asıl kendine bak, Egolu Eşek." yüzüme hayretle bakıyordu. Bu defa gülme sırası bendeydi.

"Ben miyim egolu?"

"Evet, sanki bu kaslar bir tek sende varmış gibi davranıyorsun." tek kaşını havaya kaldırarak, "Başka kimde gördün?" kimsede be çocuğum. Seni sinir etmek için yapıyorum ama sen bunu bilmesende olur.

"Gördüm işte birinde. Sence konu bu mu? Oturup senin kaslarından mı bahsedeceğiz?" dudaklarının kenarı hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. Hafifçe öne eğilip, "Haklısın. Konumuz, senin beni kıskanmandı değil mi?" Al işte kaşınıyor, kaçık herif. Ben cevap vermeyince yüzüne zafer kazanmış bir ifade yerleştirdi.


Bir an aklıma gelen sinsi bir fikirle yerimde hareketlendim. Ona doğru eğildim ve yüzlerimizi arada bir parmak kadar boşluk kalana kadar yakınlaştırdım. Ona yaklaştığımı gördünce sertçe yutkundu. Gözlerimi, gözlerinden dudaklarına indirdim.


"Seni kıskanmak. Kulağa hoş geliyor değil mi?" başını aşağı yukarı salladı. Dediklerimi anladığından şüphe ediyorum çünkü göz kontağını tamamen dudaklarıma vermiş durumdaydı. Biraz daha eğlenmek için sanki dudaklarım kurumuş gibi yavaşça dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim.


Bu hareketimle serçe yutkundu. Çenesini öyle bir sıkmış olmalı ki çene kemikleri çok belirginleşmişti.


"Bence konumuz senin benden ne kadar çok etkilendiğin olabilir." Konuşurken geri çekildiğimde zafer kazanmış gibi bakma sırası bendeydi. Ne yaptığımın farkına vardığı an alev püskürten gözlerini gözlerime dikti. Yarım bir gülüş sundum ona.


"A a Sarp, bir şeye sinir mi oldun?" en gıcık halimle sormuştum bu soruyu.


"La havle," diyerek mırıldandı fakat ben duymuştum. Gülmemek için cidden bir yerlerimi sıkıyordum. Ne sanıyordu beni. Öylece benimle dalga geçmesine izin vereceğimi falan mı? Yok öyle iş, Paşam. Gülünecekse buna bende gülmeliyim. Benim gülmediğim şeyler şaka değil, dalga geçmektir. Tavrım net, sayın hocam.


Karşımda, sinirden kızaran bir çift Egolu Eşek vardı. Oh iyi olmuştu. Ben içten içe gülüyordum. O ise kıpkırmızı olmuştu. "Aslında kırmızı sana daha çok yakıştı," dememle birlikte tutmaya çalıştığım kahkaha dudaklarımdan döküldü. Tam bir şey demeye çalışıyordu ki, "Sarp?" sesin geldiği yöne dönmemle birlikte onu gördüm. Serap. Sarp'ın kardeşi olan ve saçlarına dokunan kız. Yok artık içimde kıskançlık duygusu uyanmış olamazdı değil mi?


Ben o hissi yıllar önce kaybetmiştim. Kayıptı benim hislerim. Kayıp olarak da kalmalıydı fakat Sarp karşıma çıktığı andan itibaren hiç tatmadığım duygular gün yüzüne akın etmişti. Etmemeliydi. Ben, eski ben olmalıydım. Kalbi kalın zincirler ile kapalı, midemde ki kelebeklerin kanatlarının kırık ve parçalanmış olarak kalması gerekiyordu.


Fakat, Sarp hayatıma girdiği anda olmuştu bir şeyler. Alt tarafı bir haftadır buradaydı değil mi? O zaman bendeki bu haller neyin nesiydi? Büyü falan mı yapmıştı. Gerçi büyü tam olarak gözlerinde ki ormanda saklıydı.


Benim olmasını istediğim ormanda...

Orada kaybolmak, gömülmek ve eriyip gitmek istiyordu insan. Umarım tek bana böyle bakıyordur.


Sesin geldiği yöne aynı anda döndük. Bize doğru geliyordu. Kız Sarp'ın yanına geldiğinde kısa bir süreliğine Serap ile bakışmıştık.


"Sarp, senin yanında tam olarak yabancı bir dişi mi var? Yoksa rüya mı görüyorum?" Kız beni abisinden kıskanmış olamazdı değil mi? Kız Sarp'a, Sarp bana, ben ise kıza bakıyordum. Yeşil gözleri, siyah saçları ve incecik kaşları vardı.


Boyu ise benden birkaç santim kısaydı. Şuan ortamda değişik bir hava vardı. Kızın Sarp'a niye öyle dediğini çok merak ediyordum. Acaba gemişten gelen kötü bir olay sonrası kızlara karşı soğukluğu mu vardı? Aklımda yine binbir tane saçma soru dolanıyordu.


"Neyse, Duru konuştuğumuz gibi, yarın akşam üzeri hazır ol." hızlıca ayaklandı. Gözlerine anlamadığım bir şekilde endişe peyda olmuştu. Gözlerimi kısarak tam gözlerinin içine baktım fakat gözlerini benden kaçırmıştı. Şaşkınlıkla öylece kalakadım. Onunla birlikte bende ayağa kalktığım sırada görüş alanıma giren el ile duraksadım. Serap karşımda durmuş tatlı tatlı elini uzatıyordu. Gülümseyerek elini sıktım. "Serap ben, Sarp'ın kardeşi," diyerek bir adım geri gitti. "Memnun oldum. Duru bende." sıcacık bir gülümseme gönderdi.


"Tanışma faslı bittiyse eve gidelim. Geç oldu artık," dediğinde gözlerimi Sarp'a çevirdim. Onlarla birlikte bahçe kapısına kadar gittim. Sarp gitmeden önce bana döndü, ellerini yavaşça belime sararak kendine çekti. Önce saçlarımdan derin bir nefes aldı sonra da tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu.


Görüş alanıma giren Serap, gözlerini kocaman açmış bir şekilde bize bakıyordu. Böyle yapası çok garipti. "İyi geceler güzelim." Kulaklarma dolan ses ile birlikte kalbim mum misali eriyip gitmişti. "İyi geceler," dediğimde yavaşça benden ayrılıp arkasına döndü. İkizine ilerleyip bir kolunu Serap'ın boynuna atıp eve doğru ilerlemeye başadılar.


O an bende başka bir duygu daha belirdi: Eksiklik. Ben her yönden eksiktim. Aşk, aile, kardeş, baba, sevgi ve daha nice konularda eksikliğim vardı. O ikisini öyle görünce kalbim kırıklığı ince bir sızıya dönüşüp karnıma doğru aktı. Çok kötü bir histi. İçimde anlamsız bir sürü duygu vardı. Hangisi ile baş edecektim ki.


İçime akan o his gözlerimden de yanaklarıma doğru akmıştı. Hemen elimin tersi ile yanağımı sildim. Koşar adımlarla odama gidip yatağıma girdim. Kafamda ki sesler ve duygular ancak uykudayken susuyordu. Kaçış yolum olarak yine uykuyu tercih ettim. Her zaman da öyle olacak bundan adım kadar eminim. Daha fazla düşünemedim. Sesler sustu ve kocaman zifiri karanlık beni içine doğru çekti.


Yeni blüm nasıldı aşlarım? Yoru yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayın.


 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Loading...
0%